İnsanda üç şey vardır. Bunlar; Tabiât, Gariza (yani içgüdü) ve Fıtrât. Tabiât, insanın beşerî yönüdür, cismidir, bedenidir, hatta aklıdır, zekâsıdır.
Gariza; yine bedende olan bir takım arzular, istekler, tutkular, açlık, susuzluk ve benzeri duygular garize ile ifade edilir. Bir de fıtrât vardır ki; insan varlığının zübdesi, odak noktasını teşkil eder. Tabiât denince kâinatın bir parçası kasdediliyor. Birde her insanın kendine özgü tabiâtı vardır.
Ancak Allah fıtratı, insanın bedenine, biyolojik yapısına değil, ruhuna yerleştirdi. Beden varlığını topraktan alırken, ruh ise varlığını doğrudan doğruya Cenab-Allâh’tan aldı. Allâh’tan varlığını alan fıtrât, esma-i İlâhiye’de var olan bütün değerler ile fıtrâtı donattı. Yani fıtrât, bu değerlerin hafızası oldu. Aslında insanı gerçek, kâmil bir insan yapan, bu değerlerin bütünüdür. Zira imân burada, Rabbini tanımak burada, ahlâkî erdemlerin tümü, şefkât, merhamet, bütün ihsan ve iyilikler, bu fıtrâtın içine dercedilmiştir. Eğitimde asıl en önemli olan, insanın tabiât olarak eğitilmesi bir yana, mühim olan fıtrât itibariyle, yani ruhsal ve manevi yönden eğitilmesi, terbiye edilmesi gerekir.
İnsanı, iyi bir insana dönüştürmek için; fâtır sıfatiyla, Cenab-ı Hakk’ın ruhuna yerleştirdiği fıtrâtı ve o fıtrâta naklettiği değerleri öne çıkararak, oradaki değerleri imana ve ahlâka dönüştürecek pencereler açmamız lazımdır. Bu insanlığın geleceğiyle ilgili, önemsenmesi gereken en önemli konudur.
İslâm’ın iki türlü insan tasavvuru vardır. Bunlardan biri “Kevser” diğeri “Ebter” insandır. Ebter insan ketumdur, tek yönlüdür. Sadece bedenini, hazzını, nefsanî şehevanî duygularını tatmin etmeyi düşünür. Bu tür insanlar, Kur’an’ın kabul etmediği insanlardır. Zira bu tip insanlar tek yönlü, tek boyutludur, diğergâm değil, egoist insanlardır.
Kevser insan ise; çok yönlüdür. Aklî ve kalbî ve ruhu birleştiren insandır. Dünya ile ahireti birleştirir, daha çoğulcudur, bereketlidir. Zaten, kevserin bir manasıda berekettir.
İslâmın en önemli bir hedefi de; insanı âlet olmaktan çıkarıp, ona bir âyetler topluluğu olarak bakmaktır. (Âyet: İnkârı mümkün olmayan delil demektir.) İnsanın bir tek hücreden, vücudu tam teşeküllü bir insana dönüşünceye kadar, her dakika başında, mu’cizeler mesabesinde deliller yansıtmaktadır. Dolayısıyla, bir âlet insan var, bir de âyet insan vardır. Âlet insan araçsaldır, zevk ve hazzın, yemenin ve içmenin aracıdır. Fakat âyet insan ise; onun içinde bir âyet vardır, bir de âlâmet vardır. Âlâmet bizi Allâh’ın varlığına götürür. Âyet ise; bizi Âllâh’ın vahdaniyetine, yani birliğine ulaştırır. Bu itibarla insan, kişiliği ve evrensel konumuyla bir âyetler topluluğudur, bu âyetlerle kuşatılmış en büyük âyet’tir, diyebiliriz.
İKİ ÂYET:
“Kim huzurumuza bir iyilikle gelirse, mükafat olarak ondan daha hayırlısı verilecektir. Üstelik böyleleri, o günün dehşetinden de, güven içinde olacaklardır. Ama kim de kötü amellerle gelirse; işte onlar yüzü koyun ateşe atılacaklardır. Siz başka değil, ancak yaptıklarınızın karşılığını göreceksiniz.” (Neml, 89-90)
Alıntı