Evet, mesleğimizde kuvvet var. Fakat bu kuvvet, âsâyişi muhafaza etmek içindir.(Emirdağ Lahikası, s. 455)”
Üstad Bediüzzaman cumhuriyetin kuruluşu ile Barla’dan başlattığı iman ve Kur’an hizmetinde çok büyük engellerle karşılaşmış. Devrin derin güçleri tarafından sürekli olarak takip edilmiş. Her hareketi müşahede altında tutulmuş. Olmadık zulüm ve haksızlığa maruz kalmış. Bitmeyen bir sürgün hayatı yaşatılmış. Zehirlenmiş, hayatına kastedilmiş. Olmadı, idamdan mahkemelere sevk edilmiş. Nurlar hakkında yüzlerce kez mahkeme açılmış. Tüm bu tazyik ve baskı ve zulüm karşısında bile müsbet harekete prensibinden asla taviz vermemiş, Üstad.
İşte bu gün her şeye rağmen, her türlü dahili ve harici engellere rağmen Risale-i Nurlar onlarca yayın evi tarafından neşrediliyor. Yüzlerce, binlerce kitapçılardan muhtaç ellere ulaşıyor. Binlerce, milyonlarca insan bu eserleri okuyor; okuduğunu yaşıyor ve çevresine örnek olmaya çalışıyor, imanını kurtarıyor. Onlarca dile çevrilmiş olan Nurlar, dünya ölçeğinde İslam’a girmeye çalışan insanlara bir nur oluyor, yol gösteriyor.
Bu durum ise yakın bir gelecekte çok aşikar olarak gözükecek bir zaferin mukaddimesidir, ilk tezahürleridir. Tehditle, korkuyla, zulümle, baskıyla susturulamayan bir sesin en gür sedasıdır. Bu kalplere yerleşen, gönülleri fetheden, vicdanların iç yüzünü aydınlatan, insanlığa doğru yolu gösteren bir Nurun zaferidir. Bu, “herbir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle“ mukabele eden, müsbet hareket etmeyi bir hayat prensibi haline getiren Bediüzzaman’ın zaferidir.
İşte fecr-i sadık budur. Kameti uzun, gözü keskin olanlar bu nurun dünya yüzünü aydınlatmaya devam ettiğini zaten öteden beri görüyorlardı. Çok yakın bir zamanda çoklar göz ile müşahede edecek inşallah. Yeter ki bizler sadakat, sebat ve ihlasla Nurlara talebe olmaya devam edelim. Hayatımızın birinci gayesini Nurlara hizmet etmek olarak telakki edelim.