30 Aralık 2019 Pazartesi

GÜLÜ MUHAMMEDİ


Bir gün Efendimiz (s.a.v) Hz. Ali ye sorar der ki:
Ya Ali Allah ı seviyor musun?
Evet Ya resulullah
Peki Beni seviyor musun?
Evet Ya resulullah
Peki Anne babanı seviyor musun?

Evet ya resulullah
Peki çocuklarını seviyor musun?
Evet ya resulullah
Peki bunların hepsini bir kalpte nasıl yapıyorsun?
diye sorunca, Hz. Ali bu beklemediği soru karşısında şaşırmış ve cevap verememişti. Bunu düşünmem gerek diyerek oradan ayrılmıştı..

Hz. Ali düşünceli bir şekilde dolaşırken eşi Hz. Fatıma eşinin düşünceli olduğunu fark edince kendisine sorar:
‘Nedir bu hal ya Ali’ der. “Eğer bu düşünceliliğin dünyevi kaygılardan dolayı ise sana yakışmaz bırak gitsin. Yok bu halin Rahman i kaygılardan dolayı ise anlat birlikte çözüm bulmaya çalışalım” der.

Hz. Ali, efendimizle (s.a.v) geçen diyaloğu birbir Hz. Fatıma ya anlatır. Hz. Fatıma durumu öğrenince tebessüm eder ve Hz. Ali ye der ki:
“Git babama ve de ki:
Kişi Allah ı aklı ve ruhuyla sever..
Peygamberini kalbiyle sever..
Anne babasını saygısıyla sever..
Eşini nefsiyle sever..
Çocuklarını şevkatiyle sever..

Hz. Ali aldığı bu cevap karşısında memnun olur ve hemen Peygamberimizin yanına gelir.
Hz. Fatıma dan öğrendiklerini Peygamber efendimize anlatır.
Efendimiz cevabı alınca tebessüm eder ve der ki:
Ya Ali bu bana getirdiğin bir güldür ve o gül nübüvvet ağacından koparılmıştır..



26 Aralık 2019 Perşembe

ASR SURESİ

103-Asr suresi
 ١٠٣﴾ ﺳُﻮﺭَﺓُ ﺍﻟْﻌَﺼْﺮِ

{Asr, yüzyıl, ikindi vakti ve meyvenin suyunu çıkarmak gibi manalara gelir.
"Asr"a yemin ile söze başladığı için bu adı almıştır.
İnşirâh sûresinden sonra Mekke'de inmiştir, 3 âyettir.
Sûrede kurtuluşun imana, iyi işler yapmaya hakkı ve sabrı tavsiye etmeye bağlı olduğu anlatılmıştır.}

 ﺑِﺴْﻢِ ﺍﻟﻠّٰﻪِ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤٰﻦِ ﺍﻟﺮَّﺣِﻴﻢِ

 ﻭَﺍﻟْﻌَﺼْﺮِ ﴿١﴾ ﺍِﻥَّ ﺍﻟْﺎِﻧْﺴَﺎﻥَ ﻟَﻔِﻰ ﺧُﺴْﺮٍ ﴿٢﴾ ﺍِﻟﺎَّ ﺍﻟَّﺬِﻳﻦَ ﺍٰﻣَﻨُﻮﺍ ﻭَﻋَﻤِﻠُﻮﺍ ﺍﻟﺼَّﺎﻟِﺤَﺎﺕِ ﻭَﺗَﻮَﺍﺻَﻮْﺍ ﺑِﺎﻟْﺤَﻖِّ ﻭَﺗَﻮَﺍﺻَﻮْﺍ ﺑِﺎﻟﺼَّﺒْﺮِ﴿٣﴾

1-2-3- Asra yemin ederim ki insan gerçekten ziyan içindedir.
Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.

{Mehmet Âkif'in sûreyle ilgili bir manzumesi şöyledir:

   Hâlikın nâ-mütenâhî adı var en başı "Hak"
   Ne büyük şey kul için hakkı tutup kaldırmak
   Hani ashâb-ı kirâm ayrılalım derlerken
   Mutlaka sûre-i ve'l-asr'ı okurmuş bu neden?
   Çünkü meknûn o büyük sûrede esrâr-ı felâh
   Başta iman-ı hakîkî geliyor sonra salâh
   Sonra hak sonra sebât: İşte kuzum insanlık
   Dördü birleşti mi yoktur sana hüsrân artık.}

(103-Asr) (30. Cüz-4. Hizb)
Mealli Kur'an - 601

2 Aralık 2019 Pazartesi

ÇOCUKLAR İÇİN DUA

ÇOCUKLARIMIZ İÇİN MÜTHİŞ BİR DUA

Ya Rabbi! Kızımı ...  oğlumu ...  hiçbir dahlim olmadan bana emanet ettin. Hiçbir dahlim olmadan Sen onları hıfzet.
Ya Rabbi! Beni onlarla imtihan etme.
Ya Rabbi! Onları açık, gizli hertürlü fitneden muhafaza et.
Ya Rabbi! Onları kitabını hıfzeden, dinlerini samimi yaşayan, ibadetlerine azami dikkat eden, güzel ahlakla bezenmiş salih kullarından eyle. Dünyadaki en mutlu ve azdırmayan bolluk, ferahlık içinde yaşayan insanlardan olsunlar.
Ya Rabbi! Onları helallerinle haramlardan muhafaza et ve fazlınla Senden başkasına muhtaç etme.
Ya Rabbi! Kitabını muhafaza ettiğin gibi onları da şeytanın şerrinden muhafaza et.
Ya Rabbi! Onları en hayırlıların sohbetleriyle,  en temizlerin ahlaklarıyla ve sana tevekkülle rızıklandır.
Ya Rabbi! Kalp ve beden hastalıklarından onları koru. Havlinle, kuvvetinle onlarla ilgili hayırlı muradımı nasip et.
Ya Rabbi! Hayatımda beni onların iyilikleriyle nimetlendir ve öldükten sonra da hayır dualarıyla beni mesut et.
Ya Rabbi! Kalbimden birer parça olan çocuklarımı gözümle göremediğim bir yerde Sana emanet ettim. Ama herşey Sana âyan. Azametine, yüceliğine yakışır bir şekilde onları muhafaza et, koru.
Ya Rabbi! Yavrularımızı her türlü kötülükten, kötülerden, kötü anlayışlardan muhafaza buyur. Onlara Müslümanca bakış , duruş, düşünüş,tutum , davranış, şuur , razı olduğun makbul ameller nasip et. Kendine kul, Râsulüne ümmet eyle…
Ya Rabbi! Zihinlerini her türlü boş şeylerden arındır. Akıllı ve ferasetli davranmalarını inayet buyur.
Ya Rabbi! Nefislerinin ve arzularının yanlış isteklerine uyduklarında, onları doğru yola ilet.
Ya Rabbi! Kaldırıp götüremeyecekleri imtihanlarla sınama. Son nefeslerine kadar dinin üzere yaşamalarını nasip buyur.
Ya Rabbi! Anneye, babaya ve tüm Ümmeti Muhammed'e iyilik yapma ve hayırlı olma gibi güzel huylar nasip eyle..
Ümmet i Muhamede faydalı, güzel   ahlakı kuşanmış , örnekler , öncüler eyle.
Ya Rabbi! Son nefeslerine kadar yolundan ve rızandan ayırma.
Ya Rabbi! O, incecik kalp ve gönül dünyalarına bulaşmak isteyen şerlerin, şerirlerin kötülüklerinden “Hafiz” isminle muhafaza eyle.
Ya Rabbi! Kardeşler olarak aralarındaki sevgiyi, muhabbeti, samimiyeti, yakınlığı arttır.
Ya Rabbi! Son nefesleri dahil  imana ve Kuran’a hizmetten ayırma.
Ya Rabbi! Bilip söyleyemediğim, düşünüp dile getiremediğim inayet ve ihsanlarının en güzelini, bütün kardeşlerimizin çocuklarına ve  benimkilere de nasip eyle…
Ya Rabbi! Sen onları üzecek, kıracak, inciteceklerin şerrinden emin eyle. Haklarında hayırlı olacak istekleriyle rızıklandır.
Salatu selam insanların en hayırlısı Efendimiz Sallallahü Aleyhi ve Sellem'in , âl ve ashabının üzerine olsun. Amin

30 Ekim 2019 Çarşamba

SUSAN,KONUŞAN VE AĞLAYAN TÜRKİYE

1980 sonrası Türkiye’nin rotası da, feleği de aklı da şaştı. Şaşkınlık her yeri sardı. Hiç kimse sağlıklı düşünemiyor ve ileriyi göremiyor. Çoğu zaman “Üç Maymunları” oynuyoruz.Amerika üflüyor, biz burada oynuyoruz. İktidar bağırıyor biz ağzına bakıp halimizin iyi olduğuna inanıyoruz…

1980’ler “Korkan Türkiye”yi yaşadı. Hiç kimse gece yarısı kapısının çalınarak hapishaneye gitmeyeceğinden emin değildi. Herkes birbirinden korkuyordu ve susuyordu. Nihayet bu suskunluğun bozulması lazımdı. Ama konuşması gerekenlerin ağzına yasalarla gem vurulmuş yasaklar getirilmişti.

Nihayet 10 yıl yasaklı olan Demirel bazen “Bir Bilen” olarak konuşturuluyordu; ama konuşamıyordu. Dayanamadı 4. Yılın sonunda “Korkmayan ve Konuşan Türkiye” olsun dedi ve ağzını açtı. Böylece yasaklar kalktı ve Türkiye “Konuşan Türkiye” oldu.

Ama bilen değil, artık “Ağzı olan konuşuyordu.” Böylece doğru ile yanlış birbirine karıştı veya kasıtlı karıştırıldı. Her kafadan bir ses çıkıyordu. 1990’lar “Karışan Türkiye” oldu. Her şey birbirine karıştı. Bu karışıklıktan istifade Askerler konuştu ve 28 Şubat 1997 “Post modern darbe” yapıldı.

Bu defa Türkiye’nin aklı karıştı. Aklı karıştıran da “Medya” dediğimiz basın ve geveze TV’lerdi. Medya’ya para verip bu etkili silahı eline alan milleti ve onun manevi değerlerini hedef almış, ne kadar manevi ve milli değer varsa hepsini tahrif ve tahrip etmişti.

Kafada, basında ve fikirde kargaşa ve anarşi olur da toplumda olmaz mı? Ayrılıkçı düşüncede olanlar PKK adında her gün kan akıtmaya ve yürekleri dağlamaya başladılar. Yetkililer ve etkililer “Gereği yapılacak, cak, cuk…” demeye başladılar. Gereğini yapmak için “Savaşan Türkiye” olduk. Savaş ama kiminle? Kendi kendimizle savaştı bu…

Nihayet 2000’li yıllara gelindi.

Ülkenin Adalete ve Kalkınmaya ihtiyacı vardı. Bu nedenle AKP kuruldu ve bütün her şeyin sorumlusu olan siyasiler ve tecrübe TBMM dışında kalmaya ve yokluğa mahkûm edildi. AKP sözde “AK-PARTİ” olacaktı, “Yoksulluk, Yolsuzluk ve Yasaklar” kalkacak ülke kalkınacak, “Kürt-Alevi Sorunları” çözülecek ve “Analar Ağlamayacak”tı. Bu vaatlerle ve sözlerle iktidara geldi.

“Açılımlar” yapıldı. Ayrılıkçı ve bölücü unsurlar da açıldıkça açıldı. Açılım var ya herkes aykırı fikirleri açıkça iddia etmeye başladı. Öyle ya artık “Hükümet” arkalarındaydı. Anarşi taviz verdikçe ve bir şeyler aldıkça azan ve yayılan bir ateşti azdıkça azdı, kudurdukça kudurdu.

Ve Türkiye “Ağlayan Türkiye” oldu.

Analar ağlıyordu… Bir gün baktık Cumhurbaşkanı ağlıyor, Genel Kurmay Başkanı ağlıyor ve Başbakan hem ağlıyor, hem de ağlatıyordu… Başbakanın “Hık deyicisi Bülent Arınç (Biz zamanların TBMM Başkanı) “Ağlamak iyidir…” diye ağlamanın faziletlerini sulu gözlerle halka anlatmaya çalışıyordu…

Buraya nereden gelindi?

Bir zamanlar “Ağlayan ve Ağlatan Hoca” olarak bilinen meşhur bir vaiz vardı. Onun sohbetinde bulunarak ağlayan ve ağlamanın faziletine inananlar bu gün ülkeyi idare ediyorlar ya… Şimdilerde ABD’de…

“Neden ülkeye geri dönmüyor?” diyorlar.

Cevap: “ABD’nin anasını ağlatacak” o zamana kadar geri dönmeyecekmiş…

28 Ekim 2019 Pazartesi

KİM NEYİ KAYBETTİ ?

                                                                           
31 Mart 2019 seçimiyle ilgili meylime gönderilen çok doğru bulduğum bir değerlendirme şöyle.

“ Bir seçim yaşandı ve AKP kaybetti.  Aldığı yüzde bilmem kaç oya, kaç tane belediyeye rağmen AKP kaybetti.  AKP’nin sürdürmeye çalıştığı düzen kaybetti. Bilmem kaç oy ve belediyelerin kaybedildiği sanılıyor. En büyük yanılgı da bu!..

AKP 1994 Mart ayında yapılan mahallî seçimlere, kazandığı oylara, belediyelere, daha da önemlisi o döneme ait fotoğraflara, kurulan cümlelere baktığında nereden nereye geldiğini anlayacak. Nereden nereye geldiğini anlamak için albümleri karıştırıp onlara baktığında.  O yıllarda oturdukları evleri hatırladığında. Başörtüsü yasaklarına karşı kilometrelerce uzunlukta el ele tutuşarak oluşturduğu demokrasi zincirlerindeki fotoğraflara baktığında kendini tanımakta zorlanacak…

AKP’yi kendi hikâyesi yendi, AKP kendi hikâyesinin altında kaldı… Çünkü AKP’nin anlatılan hikâyesi ‘Mekkeli bir yetimin’ hikâyesinden ilham alıyordu. AKP Mekkeli o yetimi unuttu. AKP ‘Mekkeli yetim’in altına bir şilte serildiğinde, “Benim dünya ile ne işim olabilir!’ diyerek reddettiği şiltenin altında kaldı...

AKP’yi Hz. Ömer’in hususî hayatında kullanmadığı devletin mumunun alevleri yaktı. AKP o mumun alevleri altında kaldı…

Çok beğendiği Şam işi bir kilimi Aişe’nin evinde gördüğünde, “Korkarım ki müminleri bu dünya merakı yakacak” diyen Ömer’in hassasiyetini unuttu.  O kilimin altında kaldı…

AKP bir gayrimüslimin arazisi için Şam Valisi’ne “Camiyi yık, adaleti yıkma” diyen Ömer’in adaletinin altında kaldı…

Başörtüsü mücadelesini kazandı ama tesettürün hikmetinin, tesettürün haysiyetinin, tesettürün ahlâkının ve tesettürün hicâbının altında kaldı…

AKP iktidara geldiğinde demokrasi mücadelesini kazandı ama demokrasinin ruhunu, demokrasinin herkes için olması gerektiği gerçeğini, demokrasi kültürününün, demokrasinin her şeyden ve sizin gibi düşünmeyenler ve sizin gibi yaşamayanlar için bir garanti olduğu hakikatini kaybetti. AKP demokrasiye yenildi…

AKP, meclise teşrif ettiğinde ayağa kalkılmasını yasaklayan o ‘Mekkeli yetim’in tevâzuunu unuttu, “Beni Hristiyanların İsa’yı övdüğü gibi övmeyin” diyen o ‘Mekkeli yetim’in tevâzuunu unuttu. AKP kibrine yenildi…

AKP,  sahip olduğu tüm servetini bağışlayan Ebû Bekir’in kızının, “Bize ne bıraktın?” diye sorduğu soruya, “Allah’ı ve Resûlünü bıraktım, yetmez mi?” diye cevaplayan Ebû Bekir’in cömertliğini unuttu. AKP, kaybettiği yetinme duygusuna yenildi…

AKP,“Dağlara buğdaylar serpin, Müslüman ülkesinde kuşlar aç kaldı demesinler” diyen, “Fırat’ın kıyısında kurdun kaptığı koyundan mesulüm” diyen Ömer’i unuttu. Dağıtan değil, biriktiren vakıflar kurdu. Dağıtan değil, zenginleşen vakıflar kurdu. Dağıtan değil, komisyon alan vakıflar kurdu. AKP mizanı unuttu. AKP hileli tartan terâzisine yenildi…

Ve AKP… Haksızlığa mâruz kaldığında haykıran AKP, başkalarına yapılan haksızlıklar karşısında hep sustu. “Haksızlık karşısında suskun kalan şeytandır” sözünün hikmetini unuttu. AKP  hikmetsizliğine yenildi… Şimdi feverân ediyor… Ne için? Yüzde bilme kaç oy için, kaybettiği belediyeler için…

AKP aslında neleri kaybettiğinin farkında değil… AKP ölçüsünü kaybetti. AKP adalet duygusunu kaybetti… AKP, millete anlattığı hikâyesini kaybetti… AKP oturup kaybettiği belediyelere değil asıl bu kaybettiklerine ağlamalı…                                                                                                    AKP kaybetti… Kaybetmekle kalmadı, savunduğu tüm değerleri de yıprattı…”

10 Eylül 2019 Salı

HAYAT BÖYLEDİR

Hayat böyledir işte: İnişli-çıkışlı, doğumlu-ölümlü bir dünyada; kezâ, sevinçli-kederli, zenginli-fakirli, sadâkatli-ihanetli, tevazulu-kibirli bir sosyal hayatın içinde yaşıyoruz. Allah insan evlâdını sukût ettirmesin.
Yüksekten düşüp maddî zarara uğramanın, yine de telâfi edilebilir bir yolu, bir imkânı vardır. Asıl fena olan, mânevî düşüştür. Bunun telâfisi pek müşkül, hatta bazan imkânsız olur.
Ayrıca, bir de “Beterin beteri var” ki, Üstad Bediüzzaman’ın Hutuvât-ı Sitte isimli eserinin ahirinde yer alan bir sözü bu noktada pek manidardır: “Allah kimseyi şaşırtmasın, şaşırtırsa süründürmesin, süründürürse çektirmesin, çektirirse rezil etmesin, rezil ederse perişan etmesin, perişan ederse sersem, âvâre etmesin.”
Bediüzzaman Hazretleri’nin ayrıca herkesin kulağına küpe olması gereken türden şöyle bir uyarısı var: “Hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork!”
Bilhassa bu zamanda insanı itibardan düşürecek, hatta batıracak cinsten öyle haller yaşanıyor ki, hazer etmeden, temkin göstermeden, dikkatli davranmadan, geleceği hesaba katmadan, hakkı-hukuku gözetmeden hareket edenlerin âhir ve akıbeti pek acı, hatta bazan rezilâne, zelilâne oluyor.
Cenâb-ı Hak, o tür hallere düşmekten cümlemizi muhafaza eylesin.

24 Ağustos 2019 Cumartesi

EMPATİ KURMA


Empati Nasıl Kurulur?
Kişi doğduğu günden itibarenempati yetisiyle dünyaya gelir.Daha sonra çevresinde gördüklerine bağlı olarak empati donanımını artıran insan empati kurmanın yollarını da öğrenmektedir. Empati kurmak için öncelikle karşınızdaki insanın cümlelerini dikkatle dinlemelisiniz. Size kurduğu cümleleri anladığınızdan emin olduktan sonra konuyla ilgili soru yöneltmelisiniz. 
Pek çok kişi, kapalı kutu olarak tanımlanır. Empati kurmak istediğiniz kişiyi siz açabilirsiniz. Bunu yapabilmek için açık uçlu sorularyöneltmelisiniz. Neden, niçin, niye ya da sebebin ne gibi sorular sorduğunuzda karşınızdakini konuşmaya mecbur edersiniz. Sonrasında verdiği cevaplar içinden süzgeç tekniği ile kimi sözcükleri seçmelisiniz.
Bunlar karşınızdaki kişiye dair ipucu kabul edilen ifadeler olacaktır. Böylece onu anlayabilecek ipucuna ya da donanıma sahip olacaksınız demektir. Sonrasında onun için birkaç dakika düşünmelisiniz. Ne hissetmiştir ya da ne düşünmüştür sorularını kendinize sorarak empatiyi kurabilirsiniz.
Empati Yeteneği Kimlerde Daha Fazla Bulunur?
Yapılan araştırmalara göre empatinin en çok bulunduğu kişiler bebeklerdir. Duygu paylaşımı ve anlaşabilme becerisi bebeklerde yetişkinlere nazaran daha çoktur. Zaman içinde büyüyen ve kendine yönelen insan birkaç gelişim evresinden sonra empati yeteneğini kaybetmektedir. Bu kaybı geri getirmek ya da var olan empati becerisini geliştirmek içinse bunun üzerine biraz uğraşmak gerekmektedir.
Çalışmayan kaslar gibi zaman içinde tükenen empati becerisi, kişinin çaba sarf etmesiyle doğru orantılıdır. Kişi karşısındakini ne kadar çok anlarsa veya anlamak için yorarsa empati becerisi de o kadar fazla bulunur.
Empati Yapabilmek için Sahip Olunması Gerekenler Nelerdir?
Empati yapabilmek için bazı özelliklere sahip olunması gerekmektedir. Bunlardan ilki iyi bir dinleyici olmaktır. Eğer dinlemeyi bilirseniz karşınızdakine bunu hissettirirseniz öğrenmek istediklerinizi daha rahat elde edersiniz. Empati kurmak için gereken özelliklerden bir diğeri sabırdır. Sabırla karşınızdakini anlamaya çalışırsanız, sinirlenmez ve ılımlı davranırsanız iletişim gücünüz çok daha kuvvetli olur.
Yapılan araştırmalara göregüler yüzlü, samimi ve sıcakkanlı kişilerin empati kurma becerisi çok daha yüksektir. Bunun temel nedeni ise karşısındaki kişilerin onlara daha rahat güvenmesi daha rahat diyalog kurmasıdır.
Empati Kurmanın Faydaları Nelerdir?
Empati kurabilmenin en temel faydası kişiye çevresini anlama fırsatı sunmasıdır. Özellikle iş dünyasında kendini doğru ifade edebilme,diyalogları güçlü kurabilme empatinin avantajlarıarasındadır. 
Empati ile kişi kendini daha huzurlu hisseder çünkübencillikten kurtulur. Anlamak ve karşısındakiyle daha huzurlu anlaşmak empatinin faydalarıdır. Saygı görmenizi ve sevilmenizi sağlayan empati, toplum içinde yerinizin ayrı tutulmasını sağlar. Buna paralel olarak çevreniz genişler ve dostluklarınızın kalıcılığı artar.
Empati Kurmanın Zararları Nedir?
Empati kurma konusunda başarısız olan pek çok kişinin temelde bu durumdan korktuğu gözlemlenmektedir. Empati, birçok kişi tarafından acizlik olarak değerlendirilmektedir. Nitekim kişiye karşısındakini anlama fırsatı sunan bu beceri acizlik olarak değerlendirilmemelidir. Bununla beraber empati kurma durumunu abartanlar da yok değildir.
Mükemmeliyetçilik Nedir? Çeşitleri, Sebepleri ve Olumlu – Olumsuz Yanları Nelerdir?
Eğer empati kurarkarşınızdakine kendinizden çok üzülürseniz bu durumda acizlik baş gösterebilir. Şöyle ki iş hayatında çalışanlarına empati ile yaklaşan patron saygınlık kazanır fakat aşırıya kaçılması durumunda kontrolü elinden kaçırır. Sosyal hayatta da sınırları korunmayan empati, kişinin suiistimal edilmesine neden olur.
Empati Kurmak Niçin Önemlidir?
Empati kurmak önemlidir çünkü toplumun temel gerekliliklerinden biridir. Empati kurulan bir toplumdahuzursuzluk ve kargaşa gözlemlenmez. Halkın refahı ve rahat bir çevre için empati şarttır. Bunlarla beraber çocuk yetiştirirken empatinin geçerliliğini koruduğu bir evde bulunmak oldukça önemlidir.
Bebek her ne kadar empati becerisiyle dünyaya gelse de ailesinden gördüğünü benimsemektedir. Eğer empati yeteneği olan bir anne ve babaya sahipse bu durumda sağlıklı bireyler yetişecektir.Sağlıklı bir toplum için empati kurmak önemlidir.
Konu Hakkında Bilgilendirici Video
Kişilerin empati kurması ve karşısındaki anlaması sosyal hayatta yalnız olmamalarını sağlamaktadır. İletişimi kuvvetli ve iyi bir dinleyici olmak empati kurabilmenin en temel anahtarıdır.
Sizin empati yeteneğinizin seviyesi nedir?
Empati kurmak için hangi yollara başvurursunuz?
Empati kurduğunuzda karşınızdaki size nasıl davranır?
Empati kurmadığınızda karşınızdaki ile ne tür problemler yaşamaktasınız?
Empati kurmak için sizce en önemli davranış nedir?
Kişinin hayatında empati neleri değiştirmektedir?
Yorum yapmak için tıklayınız.
Bilgi Alabileceğiniz Diğer Kaynaklar


EMPATİ NASIL KURULUR?

Empati Nedir?

Empati, bir başkasının içinde bulunduğu düşünce ve ruh halini anlama çabasıdır. Kendini anlatma isteği kadar karşısındakini anlama istediği olarak da bilinen empati, bir bilincin yerine düşünmektedir. Herhangi bir fiziksel denemeye gerek kalmaksızın kişinin karşısındakini yalnızca düşünce boyutuyla anlamayıdenemesidir. Bu bir kaza, bir şok ya da bir mutluluk olabilir.

Duygu, düşünce ve arzuları tecrübe etmeksizinanlayabilme becerisi herkeste yoktur. Empati yapma yeteneği kolay elde edilemeyen ve herkesin başaramayacağı bir özelliktir. Empati kelimesi Türkçede tam karşılık olarakduygudaşlık ifadesiyle yer almıştır. Duygu paylaşımı olarak da açıklanmaktadır.

Empati Nasıl Kurulur?



Kişi doğduğu günden itibarenempati yetisiyle dünyaya gelir.Daha sonra çevresinde gördüklerine bağlı olarak empati donanımını artıran insan empati kurmanın yollarını da öğrenmektedir. Empati kurmak için öncelikle karşınızdaki insanın cümlelerini dikkatle dinlemelisiniz. Size kurduğu cümleleri anladığınızdan emin olduktan sonra konuyla ilgili soru yöneltmelisiniz.

Pek çok kişi, kapalı kutu olarak tanımlanır. Empati kurmak istediğiniz kişiyi siz açabilirsiniz. Bunu yapabilmek için açık uçlu sorularyöneltmelisiniz. Neden, niçin, niye ya da sebebin ne gibi sorular sorduğunuzda karşınızdakini konuşmaya mecbur edersiniz. Sonrasında verdiği cevaplar içinden süzgeç tekniği ile kimi sözcükleri seçmelisiniz.


Bunlar karşınızdaki kişiye dair ipucu kabul edilen ifadeler olacaktır. Böylece onu anlayabilecek ipucuna ya da donanıma sahip olacaksınız demektir. Sonrasında onun için birkaç dakika düşünmelisiniz. Ne hissetmiştir ya da ne düşünmüştür sorularını kendinize sorarak empatiyi kurabilirsiniz.

EMPATİ

Empati Nedir? Nasıl Kurulur? Faydaları Nelerdir?

 29 Ocak 2018  Yasemin Saygın
Empati, kişinin kendini karşısındakinin yerine koyması sonucu, duygularını anlaması anlamına gelmektedir. Empati kurulduğunda ve kişiler anlaşıldığında etkili bir iletişim gerçekleşmektedir. Çoğu kişi empati kurmayı maalesef anlayamamakta ve hep bencilce kendisinin haklı olduğunu savunmaktadır. Empati kurarak karşınızdakini anlamak yaşamı kolaylaştırır. Bu makalemizde sizlere empati hakkında ilginç bilgiler sunacağız.

Anlamı eşduyum olarak bilinen empati sözcüğü basit olarak kişinin, kendini karşısındakinin yerine koyması olarak bilinmektedir. Doğru şekilde yapıldığında iletişime dair tüm sorunları ortadan kaldıran empati yeteneği ne yazık ki pek çok kişide bulunmuyor. Sağlıklı empati kurma tekniklerine hakim olunması durumunda, kişinin karşısındakini daha iyi anlaması daha sağlıklı kararlar vermesi, diyaloglarını güçlendirmesi mümkündür.

Modern çağın getirilerinden biri olan benmerkezci yaşam,kişilerin her geçen gün empatiden uzaklaşmasına neden olmaktadır. Bencillik, yalnızca kendi isteklerini önemseme ve dinlemeden sadece kendini anlatma isteği empati bilinçsizliğine dayanmaktadır. Bunu aşmak için karşınızdakinin yaşına, dinine, cinsiyetine bakmadan empati kurabiliyor olmanız gerekmektedir. Bunu başarabildiğinizde kendinizi de karşınızdakini de daha iyi anladığınızı fark edebileceksiniz.

İnsanda Savunma Mekanizmaları ve Özellikleri Nelerdir?

Duyarsızlık ve anlayışsızlıkla savaşmanın en temel noktası empatidir. Empati sayesinde kendinizi rahatça anlatabilir diyaloglarınızı daha sağlıklı kurabilirsiniz. Üstelik az enerji sarf ederek çevrenizle daha güzel anlaşabilirsiniz.

18 Ağustos 2019 Pazar

ÖNEMLİ BİR ARAŞTIRMA KONUSU;


Sayid Nur ve Talebeleri

   Bahtiyar bir ihtiyar var.
Etrafı, sekiz yaşından seksen yaşına kadar bütün nesiller tarafından sarılmış.
Yaşlar ayrı, başlar ayrı, işler ayrı...
 Fakat bu ayrılıkta gayrılık yok!
Hepsi bir şeye inanmış...
 Allah'a!..
Âlemlerin Rabbı olan Allah'a...
 Onun ulu Peygamberine.. Onun büyük kitabına.. Kur'an henüz yeni nâzil olmuş gibi, herkes aradığını bulmuş gibi bir hal var onlarda.
Said Nur ve talebelerini seyrederken, insan kendini âdeta Asr-ı Saadet'te hissediyor.
Yüzleri nur, içleri nur, dışları nur...
 Hepsi huzur içindeler.
Temiz, ulvî, sonsuz bir şeye bağlanmak; her yerde hazır, nâzır olana, âlemlerin yaratıcısına bağlanmak, o yolda yürümek, o yolun kara sevdalısı olmak...
 Evet!..
Ne büyük saadet!
   Said Nur, üç devir yaşamış bir ihtiyar.
Gün görmüş bir ihtiyar.
Üç devir: Meşrutiyet, İttihad ve Terakki, Cumhuriyet.
Bu üç devir büyük devrilişler, yıkılışlar, çökülüşlerle doludur.
Yıkılmayan kalmamış!
Yalnız bir adam var.
O ayakta...
 Şark yaylalarından, Güneş'in doğduğu yerden İstanbul'a kadar gelen bir adam.
İmanı, sıradağlar gibi muhkem.
Bu adam, üç devrin şerirlerine karşı imanlı bağrını siper etmiş.
Allah!
demiş, Peygamber demiş, başka bir şey dememiş.
Başı Ağrı Dağı kadar dik ve mağrur.
Hiçbir zalim onu eğememiş, hiçbir âlim onu yenememiş...
 Kayalar gibi çetin, müdhiş bir irade...
 Şimşekler gibi bir zekâ...
 İşte Said Nur!..
Divan-ı Harbler, mahkemeler, ihtilaller, inkılablar...
 Onun için kurulan i'dam sehpaları...
 Sürgünler...
 Bu müdhiş adamı, bu maneviyat adamını yolundan çevirememiş!
O, bunlara imanından gelen sonsuz bir kuvvet ve cesaretle karşı koymuş.
Kur'an-ı Kerim'de "İnanıyorsanız muhakkak üstünsünüz" (Âl-i İmran suresi âyet 139) buyuruluyor.
Bu Allah kelâmı, sanki Said Nur'da tecelli etmiş!
   Mahkemelerdeki müdafaalarını okuduk.
Bu müdafaalar bir nefs müdafaası değildir; büyük bir davanın müdafaasıdır.
Celadet, cesaret, zekâ eseri, şaheseri...
   Niçin Sokrat bu kadar büyüktür?
Bir fikir uğruna hayatı hakir gördüğü için değil mi?
Said Nur en az bir Sokrat'tır; fakat İslâm düşmanları tarafından bir mürteci, bir softa diye takdim olundu.
Onlara göre büyük olabilmek için ecnebi olmak gerek.
O, mahkemelerden mahkemelere sürüklendi.
Mahkûmken bile hükmediyordu. O hapishanelerden hapishanelere atıldı.
Hapishaneler, zindanlar onun sayesinde Medrese-i Yusufiye oldu.
Said Nur zindanları nur, gönülleri nur eyledi.
Nice azılı kàtiller, nice nizam ve ırz düşmanları, bu iman abidesinin karşısında eridiler; sanki yeniden yaratıldılar.
Hepsi halîm selim mü'minler haline, hayırlı vatandaşlar haline geldiler...
 Sizin hangi mektebleriniz, hangi terbiye sistemleriniz bunu yapabildi, yapabilir?
   Onu diyar diyar sürdüler.
Her sürgün yeri, onun öz vatanı oldu.
Nereye gitse, nereye sürülse, etrafı sâf, temiz mü'minler tarafından sarılıyordu.
Kanunlar, yasaklar, polisler, jandarmalar, kalın hapishane duvarları, onu mü'min kardeşlerinden bir an bile ayıramadı.
Büyük mürşidin, talebeleriyle arasına yığılan bu maddî kesafetler; din, aşk, iman sayesinde letafetler haline geldiler.
Kör kuvvetin, ölü maddenin bu tahdid ve tehdidleri, ruh âleminin ummanlarında büyük dalgalar meydana getirdi.
Bu dalgalar, köy odalarından başlayarak, yer yer her tarafı sardı; üniversitelerin kapılarına kadar dayandı.
   Yıllardır mukaddesatları çiğnenmiş vatan çocukları, mahvedilen nesiller, imana susayanlar; onun yoluna, onun nuruna koştular.
Üstad'ın Nur risaleleri elden ele, dilden dile, ilden ile ulaştı, dolaştı.
Genç-ihtiyar, cahil-münevver, sekizinden seksenine kadar herkes ondan bir şey aldı, onun nuruyla nurlandı.
Her talebe, bir makine, bir matbaa oldu.
İman, tekniğe meydan okudu.
Nur risaleleri binlerce defa yazıldı, teksir edildi.
   Gözlerinin nuru sönmüş, iç âlemlerinin ışığı sönmüş, harabeye dönmüş olan körler; bu nurdan, bu ışıktan korktular.
Bu aziz adamı, dillerden hiç eksik etmedikleri "İnkılaba-lâikliğe aykırı hareket ediyor" diye, tekrar tekrar mahkemeye verdiler; tekrar tekrar hapishanelere attılar.
Kaç kerre zehirlemek istediler.
Ona zehirler, panzehir oldu.
Zindanlar dershane...
 Onun nuru, Kur'anın nuru, Allah'ın nuru vatan sınırlarını da aştı.
Bütün Âlem-i İslâmı dolaştı.
Şimdi Türkiye'de, her teşekkülün, vatanını seven herkesin, önünde hürmetle durması lâzım gelen bir kuvvet vardır: Said Nur ve Talebeleri.
Bunların derneği yoktur, lokali yoktur, yeri yoktur, yurdu yoktur, partisi, patırtısı, nutku, alayişi, nümayişi yoktur.
Bu, bilinmezlerin, ermişlerin, kendini büyük bir davaya vermişlerin şuurlu, imanlı, inanlı kalabalığıdır.
  O.
Yüksel Serdengeçti
Tarihçe-i Hayat - 631

31 Temmuz 2019 Çarşamba

MADEM DÜNYA FANİDİR,DEĞMEZ ALAKAY-I KALBE

FANİ DÜNYA
Neyleyeyim dünyayı
Bana Allah'ım gerek.
Gerekmez masivayı
Bana Allah'ım gerek.
Ehli dünya dünyada
Ehli ukba ukbada
Her biri bir sevdada
Bana Allah'ım gerek
Dertli dermanın ister
Kullar sultanın ister
Aşık cananın ister
Bana Allah'ım gerek.
Bülbül güle karşı zar
Pervaneyi yakmış nar
Her kulun bir derdi var
Bana Allah'ım gerek
Beyhude hevayı ko
Hakkı bula gör ya hu
Hüdayi'nin sözü bu
Bana Allah'ım gerek.

Aziz Mahmut Hüdai

LİYEKATIN ÖNEMİ

EMANETİ EHLİNE VERME

"Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder.
Allah size ne kadar güzel öğütler veriyor!
Şüphesiz Allah her şeyi işitici, her şeyi görücüdür".
{Âyetin emanet ve adalete riayet emri ebedî ve genel bir düstur olmakla beraber, güzel de bir nüzul sebebi vardır: Hz.
Peygamber (s.a.) Mekke'yi fethedince, Kâbe'ye bakan Osman b.
Talha kapıyı kilitlemiş, Kâbe'nin üzerine çıkmış ve anahtarı vermeyi reddederek: "Senin peygamber olduğunu bilseydim onu verirdim" demişti.
Hz.
Ali anahtarı zorla ondan aldı, kapıyı açtı, Hz.
Peygamber içeri girerek iki rekat namaz kıldı, çıkınca amcası Abbas, anahtarı ve şerefli bir görev olan bakıcılığı kendisine vermesini istedi.
İşte bu münasebetle 58.
âyet nâzil oldu.
Efendimiz, Hz.
Ali'ye "anahtarı eski vazifeliye vermesini ve ondan özür dilemesini" emretti.
Bu olay Osman b.
Talha'nın da müslüman olmasına sebep teşkil etmiştir.}
Mealli Kur'an - 86

ADALET İLE HÜKMETMEK ALLAH'IN BİR EMRİDİR

ALLAH'IN EMİR  VE  YASAKLARI

Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar.
O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.
{Allah Teâlâ bu âyette dünya nizamını sağlayan üç esası emrediyor; buna karşılık üç çirkin davranışı da yasaklıyor.
Emrettiği esaslar: Adalet, ihsan ve akrabaya yardımdır.
Yasakladıkları ise: Fuhuş, münker ve zulümdür.
   Adalet: Her şeyi tam olarak yerine getirmek, herkesin hakkını vermek ve ölçülü davranmak demektir.
   İhsan: İyilik etmek, hayır yapmak, bağışta bulunmak ve emredilen şeyi gerektiği gibi yerine getirmek demektir.
İbadette ihsan: Allah'ı görür gibi ibadet etmektir.
   Akrabaya yardım: Uzak ve yakın akrabaya iyilik etmek, ihtiyaçlarını karşılamak ve onlara karşı iyi davranmak demektir.
   Fahşâ: Yalan, iftira ve zina gibi söz veya fiille işlenen günah ve çirkinliklerdir.
   Münker: Şeriat ve aklıselimin beğenmeyip fena kabul ettiği iş ve davranış demektir.
   Bağy: İnsanlara karşı üstünlük iddia edip onları, zulüm ve baskı altında yaşatmak demektir.
İşte Allah Teâlâ bu üç kötü şeyi de yasaklamıştır.}
Mealli Kur'an - 276

28 Mayıs 2019 Salı

SIRAT-İ MÜSTAKİM NEDİR ?

 ﺍﻟﺼِّﺮَﺍﻁَ ﺍﻟْﻤُﺴْﺘَﻘِﻴﻢَ: Sırati müstakim;şecaat, iffet, hikmetin mezcinden ve hülâsasından hasıl olan adl ve adalete işarettir.
Şöyle ki:
   Tagayyür, inkılab ve felâketlere maruz ve muhtaç şu insan bedeninde iskân edilen ruhun yaşayabilmesi için üç kuvvet ihdas edilmiştir.
Bu kuvvetlerin birincisi: Menfaatleri celb ve cezb için kuvve-i şeheviye-i behimiye.
İkincisi: Zararlı şeyleri def' için kuvve-i sebuiye-i gazabiye.
Üçüncüsü: Nef' ve zararı, iyi ve kötüyü birbirinden temyiz için kuvve-i akliye-i melekiyedir.
   Lâkin insandaki bu kuvvetlere şeriatça bir hadd ve bir nihayet tayin edilmiş ise de, fıtraten tayin edilmemiş olduğundan bu kuvvetlerin herbirisi tefrit, vasat, ifrat namıyla üç mertebeye ayrılırlar.
Meselâ: Kuvve-i şeheviyenin tefrit mertebesi humuddur ki; ne helâle ve ne de harama şehveti, iştihası yoktur.
İfrat mertebesi fücurdur ki; namusları ve ırzları pâyimal etmek iştihasında olur.
Vasat mertebesi ise iffettir ki; helâline şehveti var, harama yoktur.
   İhtar:
   Kuvve-i şeheviyenin yemek, içmek, uyumak ve konuşmak gibi füruatında da bu üç mertebe mevcuddur.
   Ve keza kuvve-i gazabiyenin tefrit mertebesi cebanettir ki, korkulmayan şeylerden bile korkar.
İfrat mertebesi tehevvürdür ki, ne maddî ve ne manevî hiçbir şeyden korkmaz.
Bütün istibdadlar, tahakkümler, zulümler bu mertebenin mahsulüdür.
Vasat mertebesi ise şecaattır ki; hukuk-u diniye ve dünyeviyesi için canını feda eder, meşru' olmayan şeylere karışmaz.
   İhtar:
   Bu kuvve-i gazabiyenin füruatında da şu üç mertebenin yeri vardır.
   Ve keza kuvve-i akliyenin tefrit mertebesi gabavettir ki, hiçbir şeyden haberi olmaz.
İfrat mertebesi cerbezedir ki; hakkı bâtıl, bâtılı hak suretinde gösterecek kadar aldatıcı bir zekâya mâlik olur.
Vasat mertebesi ise hikmettir ki; hakkı hak bilir imtisal eder, bâtılı bâtıl bilir içtinab eder.
 ﻭَ ﻣَﻦْ ﻳُﺆْﺕَ ﺍﻟْﺤِﻜْﻤَﺔَ ﻓَﻘَﺪْ ﺍُﻭﺗِﻰَ ﺧَﻴْﺮًﺍ ﻛَﺜِﻴﺮًﺍ

İşarat-ül İ'caz - 23

1 Mayıs 2019 Çarşamba

KUR'AN VE GÜZEL AHLAK

KURANDAKİ GÜZEL AHLAK KODLARI

İnsanın güzel ahlâk ilkelerini uygulamasını sağlamada Allah inancı ve sevgisi ile birlikte ahiret inancı da önemli bir rol oynuyor. Kur’ân-ı Kerîm’in dört ana konusundan birisi de ahiret inancıdır. Kur’ân’a göre insan öldükten sonra tekrar diriltilecek, Allah huzurunda toplanacak ve dünyadaki hayatının hesabını verecektir. Bu hesap, insanın dünya sınavında başarılı olup olmadığını gösterecek olan bir hesaptır. Hesap vermenin sonunda, insan mükâfat ve ihsan için Cennete, ya da ceza çekmek için Cehenneme gönderilecektir. Bu durumda ahiret inancı insanı Allah’a hakkıyla kulluk yapmaya, bu da emirleri yapıp yasaklardan kaçınmaya teşvik ediyor. Emirleri yapıp yasaklardan kaçınan bir insan ise, Allah tarafından sevilen bir insan olmakla birlikte toplum tarafından da sevilen bir insan konumuna yükselir. Kur’ân’da bildirilen ve inanç ve sevgi ile bağlantılı olan ahlâk ilkeleri de teoride kalmamış, Hz. Muhammed (asm) bu ahlâkın yaşayan bir timsali olmuştur. Kur’ân’da Peygamberimiz’in (asm), “büyük bir ahlâk üzere olduğu”nun (Kalem, 68/4) beyan edilmesi de, onun Kur’ân ahlâkına sahip olduğunu gösteriyor. Kur’ân’ın inanç, sevgi ve şefkat odaklı ahlâk kodları bütün insanların gerçek iyiyi bulmalarını, mutlu olmalarını sağlayacak kodlardır.

Bu ahlâk kodlarını şu şekilde sıralamak mümkündür: Doğruluk (Bakara, 2/177; el-Ahzab, 33/70), takva (el-Araf, 7/96, et-Talak, 65/2), tövbe (Nisa, 4/26-27; et-Tevbe, 9/104; eş-Şura, 42/25), şükür (ed-Dehr, 75/3; İbrahim, 14/7), ihlâs (el-Bakara, 2/138.), sabır (el-Asr, 103/2-3; el-Ahzab, 33/35), merhamet (el-Araf, 7/156; el-Mü’minun, 233/110; el-Beled, 90/17-18), hilm (Al-i İmran, 3/159), iffet (en-Nur, 24/33; el-Maide,5/55; el-Ahzab, 33/35), güzel söz (en-Nisa, 4/114; el-İsra,17/53; en-Nahl, 16/125) salih amel (el-Maide, 5/9; en-Nisa,4/173; Al-i İmran, 3/114)

Diğer taraftan Kur’ân’ın belirlediği herkes tarafından kabul gören ve fertlerin, ailelerin ve toplumların menfaatine olan yok edilmesi gereken kötü ahlâk kodları da vardır.

Bunlar da yalan söylemek (en-Nahl, 16/105,116; ez-Zümer, 39/3), sefahet (el-Bakara, 2/113,242; el-Araf,7/155; el-Cin,72/4), azgınlık (Hud, 11/16; el-İsra, 17/16, Seb’e, 34/34), nankörlük (Hud,11/9; el-Hacc, 22/16; lokman, 31/32; Fatır, 35/36), israf (el En’am, 6/141; el Furkan, 25/67; el Araf, 7/34,81), cimrilik (En Nisa, 4/53; el-İsra, 17/100; Muhammed, 47/38; el-Bakara,2/268), ümitsizlik (er-Rum, 30/37; Hud, 11/11; ez-Zümer,39/53), başa kakmak (el-Müddessir, 74/6; el-Bakara, 2/262,264; el-Hücurat, 49/17), tecavüz (en-Nisa, 4/29; el-Maide, 5/2; en-Nur, 24/22), kibir (en-Nahl, 16/22; en-Nisa, 4/172; el-Mümin, 40/60), fuhuş ve zina (e-Araf, 7/28; en-Nahl, 16/90; el-Müminun, 23/5; el-İsra, 17/32; en-Nur, 24/3) kumar ve içki (Maide, 5/90) gibi hususlardır.

26 Nisan 2019 Cuma

GÖNÜL EHLİ OLMAK


İnsanı diğer varlıklardan ayıran, en büyük özellik, akıl ve irade nefis ve şuur sahibi olmasıdır.
Mükemmel bir şekilde yaratılan insan, kendisine verilen cihazlar ve sorumluluklar sonucu halife-i arz ve eşrefi mahlukat sıfatını almıştır.
Ayrıca kendisine verilen konuşma  kabiliyeti sayesinde Rabbine muhatap ve mahlukata halife olma sıfatını kazanmıştır.
Konuşmak ve konuşulanları anlamak,ayrıca seni yaratan Rabbine muhatap olmak ne kadar güzel bir ayrıcalıktır.
Konuşursun kimse anlamaz,başkası konuşur sen anlamazsan, ha konuşmuşun ha susmuşun hiç bir önemi yok.
Konuşan kişi önce ne konuşacağını bilmeli ve karşısındaki muhatabının anlayıp anlamayacağını da bilmeli öyle konuşmalıdır.Ayrıca konuşmalarımız gönül kırıcı sözler ise konuşmadan susmak daha hayırlıdır.Zira gönül kırmak kabeyi yıkmaktan daha beter bir sorumluluktur.Kabe kul yapısı Allah'ın kutsal saydığı bir mekandır.Ona olan saygımızda kusur etmeyiz güzel.İnsan kalbi gönlü ondan daha değerli ki Allah; ben hiç bir yere sığmam kulunun kalbi gönlü hariç buyuruyor.Demekki insan gönlünü kırmak kabeyi yıkmaktan daha büyük günahtır.Kabeyi tamir etmek mümkün iken kırılan insan gönlünü tamir etmek çok zordur.
Öyle ise biz sorumlu insanlara düşen görev gönül yıkmak değil gönül yapmak olmalıdır.
Kısaca toplumun sıkıntılarını gidermek ve faydalı olmak istiyorsak gönül ehli olalım yeter.

                    Rafet Özcan

21 Nisan 2019 Pazar

SÖZ GÜMÜŞ İSE SUKUT ALTINDIR

Ne güzel bir öğüt... Kelimeler ki, kimi zaman göklere çıkartır seni, kimi zaman yerle yeksân eder. Atalarımızın dediği gibi; “Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı!”
İşte bu yüzden kime karşı olursa olsun kullandığımız kelimeler bizim seviyemizi belirler. Kimi zaman da suskunluklarımız seviyemizi belirler. İnsan sadece bilmediğinden susmaz, bildiğinden de susar. Edep bilir susar, saygı bilir susar, hak bilir susar, sevgi bilir susar, hatır bilir susar... Bazen de konuşsa bile birşeyin değişmeyeceğini bilir susar... Ve onların yerine melekler konuşur cevap verir.
 Rivayet edilir ki; Peygamber Efendimiz (asm) birkaç sahabesi ile birlikte sohbet etmekteydi. Arsız bir adam geldi ve Hazret-i Ebu Bekir’in yüzüne karşı lâf atmaya ve hakaret etmeye başladı. Hazret-i Ebu Bekir başlangıçta çok sabretti, cevap vermedi. Fakat adam susmak bilmeyince Hazret-i Peygamber’in de (asm) yanında bu kadar arsızlığı Hazret-i Ebu Bekir’i kızdırdı. Nihayet sabredemedi ve adamın lâflarını iade etmeye ve adama karşılık vermeye başladı. Peygamber Efendimiz de (asm) kalkıp yürüdü ve onları terk etti.
Yanlış yaptığını anlayan Hazret-i Ebu Bekir, Hazret-i Peygamberin (asm) ardı sıra koştu ve Peygamber Efendimiz’den (asm) özür diledi.
Peygamber Efendimiz (asm): “Sen sabrettiğin sürece bir melek sana duâ ediyor, adama cevap veriyordu. Sen cevap vermeye başlayınca melek gitti şeytan geldi. Ben şeytanın bulunduğu mecliste bulunmam.” buyurdu.
Buradaki ölçüt, şu âyetin ölçütüyle aynı olsa gerek: “Boş sözlerle, çirkin davranışlarla karşılaştıkları zaman, izzet ve şereflerini muhafaza ederek oradan geçip giderler.” (Furkan Sûresi, 72.)
Konuşmak ise, uygun muhatabına ve yerli yerinde yapılmalı.. İşte imtihan da burada. İnsan nefsine söz geçirebilse zaten uygun yerde susacak, uygun yerde konuşacak. Peki hangisi daha çok pişmanlık getiriyor, susman gereken yerde konuşman mı, konuşman gereken yerde susman mı? 
Bazı güzel sözlere bakalım:
• Lâ Edri - Sustuğun hiçbir cümleden, konuştuğun kadar pişman olmazsın.
• Mehmet Âkif - Konuşmak bir mana ise, susmak binbir mana. Herkes konuşmasına konuşur, lâkin sükût yürekli olana!.”
• Lokman - Söz gümüş ise sükût altındır.
• Calvin Coleridge - Söylemediğim şeylerin hiçbiri, bana zarar vermedi.
• Confucius - Susmak, insanı ele vermeyen sadık bir arkadaştır.
• Confucius - Az konuşmaktan pek az, çok konuşmaktan ise çok sık pişman olunur.
• Mevlânâ - Kargalar ötmeye başlayınca, bülbüller susar.
• Goethe - Konuşmak ihtiyaç olabilir, ama susmak bir sanat’tır.
• Hz. Ömer - Esenlik ve huzur on kısımsa, dokuzu susmaktır.
• Özdemir Asaf - Konuşmak küçülür, küçülürse adı değişir susmak olur. Ağlamak büyür, büyürse adı değişir susmak olur...
• Fuzuli - Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil.
Evet söylenince tesir olmayacaksa, nefse inat susmak gerekir. Maharet de burada işte. Gönül ehli olmak kolay değil. Bırakın kalp kırmak konuşanlara münhasır olsun, biz gönül ehli olalım...

20 Nisan 2019 Cumartesi

SABIR VE VEFA

Sabır ve vefa kelimelerini nasıl tanımlarsınız? Sizin için ne ifade ediyor?

Sabır acı, meyvesi tatlıdır. Ve sabır aydınlığın anahtarıdır. İnsanda sabır olmadıkça hiçbir nimet eline girmez. İbadetler dahi sabır işidir. Bir düşünelim ki, ömür boyu günde beş defa abdest almak, beş defa namaz kılmak, tatlı uykulardan kalkıp seherlerde divan durmak az şey midir? Bir de haramlara karşı sabretmek var. Günah ve haramların seller gibi aktığı bir devirde nefsi dizginlemek yiğitlik ister. Yine felâketlere karşı da sabır kalkandır. İnsan sabretse de etmese de o felâket üzerinden gelip geçer. Sabrederse mükâfatını görür, kolay atlatır. Sabretmezse eline sadece nedâmet geçer. Hastalıklar da sabırla tatlılaşır. Çünkü sabır cennet hazinesidir.
Vefâ, sözde durma, vadinden dönmeme, dostluğu devam ettirme mânâlarına gelmektedir. Evvelâ, Yaratanımıza karşı vefâ borcumuz vardır. Yine O’nun Resûlüne vefa ile mükellefiz. Hazret-i Bilâl (Radıyallahu Anh)’in aşkı, Selmân ve Ebû Zer’in vefası âlemde en güzel örneklerdir. Kısaca söyleyecek olursak vefa, dostunu kendi nefsinden daha aziz tutmandır.


27 Mart 2019 Çarşamba

BEYNİN FORMATLANMASI

Günümüzde “format” diye bir kavram var.
Herkesin anlayabileceği bir dille ifade edecek olursak, format, bir nevi herhangi bir teknolojik ürünü, hafızasındaki lüzumsuzlardan arındırarak fabrika ayarlarına geri döndürmek gibi bir şey.
Bu kavram insan için kullanıldığında, adı,  NeuroFormat oluyor. Yani beynin başarı ve mutluluk içinde yeniden biçimlendirilmesi, programlanması anlamına geliyor.
Zihindeki tortuları yok etmenin bir yolu.
Buna örnek olarak yaşanmış bir hayat hikâyesini sizlerle paylaşmak istedim bu hafta.  
Alkolik bir annenin evlilik dışı çocuğu olarak dünyaya gelen Marie, beş yaşına geldiğinde yurda verilir. Sonra da, sadist bir çift onu evlâtlık edinir.
İtalyan asıllı bu çift, küçük kızı evin mahzenine kapatıp sistematik biçimde işkence ederek, ona, Cehennemi yaşatır. On yedi yaşına geldiğinde ise, depresyondan felç geçirir ve şizofren teşhisiyle akıl hastanesine yatırılır.
Hayli bir zaman sonra durumu yeniden değerlendirilen Marie’in şizofren olmadığı, ağır depresyon ve panik atak yaşadığı anlaşılınca, arkadaşlarının ve kendisini seven birkaç sağlık görevlisinin yardımıyla hastaneden çıkar.
O, bundan sonraki hayatına bir yön belirlemenin eşiğindedir.
İşte, bu an,  tam da NeuroFormat’ın uygulanacağı bir andır.
Marie terk edilmişliğine, yapılan işkence ve gördüğü tacize, ziyan olmuş yıllarına aldırış etmez; yılmaz, kızmaz, kırılmaz, öfkelenmez ve hayat yolculuğuna sıfırdan başlamayı tercih eder.
Hakkında, “Aklî dengesi yerinde değil, okuması imkânsız” dedikleri hâlde, o, Salem State Üniversitesine Psikiyatri bölümüne girer ve mezun olur. Doktor olarak çalıştığı uzun yıllar içinde mastır yapar, psikiyatrik hastalarla çalışır, konferanslar verir; bu başarılı çalışmalarıyla birçok ödüle lâyık görülür.
Biyografisi yazılır ve hayatı film olur (Nobody’s Child).
Daha enteresan olanı; on yedi yılını geçirdiği Masachusetts Danver Devlet Hastahanesi’ne yönetici olur.
Marie, bir basın toplantısında şunları söyler:
“Eğer affetmeyi öğrenmeseydim, bir damla bile gelişemez ve bu hastahaneye yönetici olarak dönemezdim. Hayatım, ziyan edilmiş bir hayat olurdu.”
Ve son noktayı koyuyor, Marie Rose Balter:
“En uzun yolculuk, beynimizden yüreğimize yaptığımız yolculuk. Affetmek bu yolculuğun en kestirme yolu. Affetmeyi gerektiren her yara, içinde önemli bir dersi barındırır. Dersi görebilmek için yarayı yeniden deşerek yüzleşmek zorunda kalsak bile…”
Son sözü, Mahatma Gandhi’ye verelim:
“Zayıf insanlar affedemezler. Affetmek güçlülere has bir özelliktir.” 

10 Mart 2019 Pazar

UYKU ÇEŞİTLERİ

   Uyku üç nevidir:
   Birincisi: Gayluledir ki fecirden sonra tâ vakt-i kerahet bitinceye kadardır.
   Bu uyku, rızkın noksaniyetine ve bereketsizliğine hadîsçe sebebiyet verdiği için hilaf-ı sünnettir. Çünkü rızık için sa'y etmenin mukaddimatını ihzar etmenin en münasip zamanı, serinlik vaktidir. Bu vakit geçtikten sonra bir rehavet ârız olur. O günkü sa'ye ve dolayısıyla da rızka zarar verdiği gibi bereketsizliğe de sebebiyet verdiği, çok tecrübelerle sabit olmuştur.
   İkincisi: Feyluledir ki ikindi namazından sonra mağribe kadardır.
   Bu uyku ömrün noksaniyetine, yani uykudan gelen sersemlik cihetiyle o günkü ömrü nevm-âlûd, yarı uyku, kısacık bir şekil aldığından maddî bir noksaniyet gösterdiği gibi; manevî cihetiyle de o gün hayatının maddî ve manevî neticesi ekseriya ikindiden sonra tezahür ettiğinden, o vakti uyku ile geçirmek, o neticeyi görmemek hükmüne geçtiğinden, güya o günü yaşamamış gibi oluyor.
   Üçüncüsü: Kayluledir ki bu uyku sünnet-i seniyedir. Duha vaktinden öğleden biraz sonraya kadardır.
   Bu uyku, gece kıyamına sebebiyet verdiği için sünnet olmakla beraber, Ceziretü'l-Arap'ta vaktü'z-zuhr denilen şiddet-i hararet zamanında bir tatil-i eşgal, âdet-i kavmiye ve muhitiye olduğundan o sünnet-i seniyeyi daha ziyade kuvvetlendirmiştir. Bu uyku hem ömrü hem rızkı tezyide medardır. Çünkü yarım saat kaylule, iki saat gece uykusuna muadil gelir. Demek, ömrüne her gün bir buçuk saat ilâve ediyor. Rızık için çalışmak müddetine, yine bir buçuk saati ölümün kardeşi olan uykunun elinden kurtarıp yaşatıyor ve çalışmak zamanına ilâve ediyor.
  Said Nursî
Lemalar[Y] - 327

4 Mart 2019 Pazartesi

NEDEN MERHAMET DUYGUSU ?

“Merhamet” duygusu?
Günümüzde en temel meselenin merha­met olduğunu düşünüyorum. İnsanlar birbirine karşı çok kırıcı ve acımasız. Merhamet duygu­sunun ilköğretimden başlayarak okullarda bir ders olarak okutulması lazım. Çocuklara cana kıymanın kötülüğünün en başta öğretilmesi ge­rekiyor. Bugün dünyada büyük bir mülteci krizi ve bununda merkezinde yine merhametsizlik var. Mülteciler gittikleri her yerde güzel karşı­lanmıyor. Çok acımasız muamelelere maruz kalabiliyorlar. Bütün bunlar toplumda en büyük meselemizin empati ve merhamet olduğunu dü­şündürüyor.

25 Şubat 2019 Pazartesi

ARKADAN ÇEKİŞTİRME (HÜMEZE)

104-Hümezeh
 ١٠٤﴾ ﺳُﻮﺭَﺓُ ﺍﻟْﻬُﻤَﺰَﺓِ

{Hümeze, birini arkasından çekiştirmek, onunla alay etmek, kırmak ve incitmek manalarına gelir. Kıyamet suresinden sonra Mekke'de inmiştir, 9 âyettir.}
 ﺑِﺴْﻢِ ﺍﻟﻠّٰﻪِ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤٰﻦِ ﺍﻟﺮَّﺣِﻴﻢِ

 ﻭَﻳْﻞٌ ﻟِﻜُﻞِّ ﻫُﻤَﺰَﺓٍ ﻟُﻤَﺰَﺓٍ ﴿١﴾  ﺍَﻟَّﺬِﻯ ﺟَﻤَﻊَ ﻣَﺎﻟﺎً ﻭَﻋَﺪَّﺩَﻩُ ﴿٢﴾

1-2- Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi âdet edinen herkesin vay haline! O ki, mal toplamış ve onu sayıp durmuştur.
 ﻳَﺤْﺴَﺐُ ﺍَﻥَّ ﻣَﺎﻟَﻪُٓ ﺍَﺧْﻠَﺪَﻩُ ﴿٣﴾

3- (O), malının kendisini ebedî kılacağını zanneder.
 ﻛَﻠﺎَّ ﻟَﻴُﻨْﺒَﺬَﻥَّ ﻓِﻰ ﺍﻟْﺤُﻄَﻤَﺔِ ﴿٤﴾

4- Hayır! Andolsun ki o, Hutame'ye atılacaktır.
 ﻭَﻣَٓﺎ ﺍَﺩْﺭٰﻳﻚَ ﻣَﺎﺍﻟْﺤُﻄَﻤَﺔُ ﴿٥﴾

5- Hutame'nin ne olduğunu bilir misin?
 ﻧَﺎﺭُ ﺍﻟﻠّٰﻪِ ﺍﻟْﻤُﻮﻗَﺪَﺓُ ﴿٦﴾ ﺍَﻟَّﺘِﻰ ﺗَﻄَّﻠِﻊُ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟْﺎَﻓْﺌِﺪَﺓِ ﴿٧﴾

6-7- Allah'ın, tutuşturulmuş, (yandıkça) tırmanıp kalplerin ta üstüne çıkan ateşidir.
 ﺍِﻧَّﻬَﺎ ﻋَﻠَﻴْﻬِﻢْ ﻣُﻮْٔﺻَﺪَﺓٌ ﴿٨﴾ ﻓِﻰ ﻋَﻤَﺪٍ ﻣُﻤَﺪَّﺩَﺓٍ﴿٩﴾

8-9- Onlar (bu ateşin içinde) uzatılmış sütunlara bağlanmışlar ve o vaziyette o (ateş) üzerlerine kapatılmıştır.
Mealli Kuran - 601

AF VE MAĞFİRET

Af ve mağfiret bahsinin günah, tevbe gibi başka bahislerle de ilgisi vardır. Bilhassa günah mefhumu olmak üzere bu tabirlere, geçmiş bahislerde zaman zaman temas edilmiştir. Esasen bunları birbirinden ayrı mütalaa etmek mümkün değildir. Sözgelimi insan günah işleme fıtratında yaratılmıştır, ama tevbe emredilmiştir. Cenab-ı Hakk tevbe edenleri sevmekte ve tevbeleri kabul etmekte, günahkârı affetmektedir. Böylece kul da kulluğunu anlamak suretiyle manevi yükseklik kazanmaktadır.
Şu halde bu mefhumları, İslam'ın bu meseledeki umumi telakkileri çerçevesinde kavramaya çalışmak daha uygun olacaktır. Öyleyse meselenin anlaşılmasını, yaratılışla başlatıp insanın kemaliyle sonuçlanan bir vetire çerçevesinde anlamak gerekecektir.
Yaratılış: İnsanoğlu, hayvan ve melek dediğimiz iki sınıf şuur ve hayat sahipleri arasında orta bir mevkidedir: Hayvanlar, şehvet (arzular) sahibi fakat aklı olmayan bir tabaka teşkil ederler. Akılları olmadığı için davranışlarını tabiî insiyaklarla -ki buna içgüdü diyoruz- yürütürler, bu yüzden sorumlulukları yoktur. Melekler ise, şuur ve hayat sahibi olmakla birlikte şehvetleri yoktur. Onların şerre kabiliyetleri de yoktur.Verilen vazifeleri yaparlar. Dereceleri ne düşer ne de yükselir, hep sâbit kalır. İnsanlar ise, orta bir tabakadır. Hayvanlarla müşterek olan şehvetlere de sahip, meleklerle müşterek olan akla da... Kendisine içgüdüye bedel şeriat verilmiştir, irade verilmiştir. İradesi ile şeriata uyarak aklını o yolda kullanırsa melekleri geçebilir. İradesi ile şehvete uyar aklını o yolda kullanırsa hayvanlardan aşağı düşer. Şu halde Cenâb-ı Hakk insana sonsuzca alçalma ve sonsuzca yükselme imkanı tanıyan bir fıtrat, bir mertebe vermiştir. Yükselmenin yolu, ihtiyar da denen irade-i cüz'iyyesini kullanarak, şuurla dinin emrettiği şeyleri tercih etmekten, aklını bu yolda kullanmaktan geçer. Alçalmanın yolu ise, şeriata değil, şehvetlere uymaktan, aklını o yolda kullanmaktan geçer. İnsanoğlunun bu kaçınılmaz kaderi en veciz şekilde Tîn suresindebeyan edilmiştir: "Biz insanı en güzel şekilde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına çevirdik. Ancak iman edip de güzel güzel amellerde, bulunanlar başka. Çünkü onlar için kesilmez mükâfatlar vardır" (4-6).
İnsanın, hayır-şer arasında imtihana maruz bir fıtrata sahip olduğunu Gazali şöyle ifade eder: "Şer, insanın yaratılış toprağına katılıp yoğurulmuştur, çok nadir hallerde onu terkeder. Öyleyse insanın gayretlerinin hedefi, hayrını şerrine gâlib kılmak olmalıdır."
Diğer mahluklar arasında böyle bir durumda yaratılan insan, şehvete uymakla şeriata uymak, inanmakla-inanmamak, hayır yapmaklaşer yapmak, iradesini iyi veya kötü istikamette kullanmak arasında imtihan edilecektir.
Bu imtihan onun kaçınılmaz kaderidir. Zira o, ne hayvandır ki, sadece şehvetine tabi olsun, ve ne de melektir ki sâdece hayra va akla tâbi olsun.
İmtihan müddeti, yani hayatı boyunca, insan, kötülük işlemekle imtihanı ebediyyen kaybetmiş olmadığı gibi, iyi iş yapmakla da kurtuluşu garanti etmiş değildir. İyilikten sonra kötülüğe düşebileceği gibi, kötülükten sonra da tekrar iyiliğe geçebilir.
İnsan bu iyilik-kötülük cepheleri arasında bir saat rakkâsesi durumunda olduğu için, Cenâb-ı Hakk tevbe emretmiştir. Kötülük yapınca tevbe etmelidir, Allah tevbeleri kabul eder, affeder, Allah'ın bellibaşlı sıfatları arasında rahmet (kullara acıma) vardır. Tevvâb, yani tevbeleri kabul edici olmak O'nun bir diğer vasfıdır.
Gafûr (günahları örtücü) olmak, Afuvv (bağışlayıcı, cezayı terkedici) olmak gibi, Allah başka sıfatlara da sahiptir.
Şu halde, bu sıfatlarıyla da Cenâb-ı Hakk'ın kullar tarafından idrak edilebilmesi için, o sıfatlarıyla Allah'a müracaatlarımızı gerektirecek hallere düşeceğiz demektir. Tıpkı hastalanınca Şâfi, rızka muhtaç olunca Rezzâk, âciz kalınca Kadîr... isimlerine müracaat ettiğimiz ve o sıfatlarıyla Allah'ı tanıdığımız gibi...
Şu halde günah, Allah'ın, insanlar tarafından bütün sıfatlarıyla tanınmasında zaruri olan vâsıtalardan biridir. İslâm'ın günah görüşünün hristiyanlarınki ile karıştırılmaması gerek. Onlar, insanoğlunun, Hz. Âdem'le Havvâ'nın cennette yasak meyveden yemekle işledikleri günahı tevarüs ettiğine ve bu sebeple günahkar olarak doğduğuna inanır. İslâm böyle demez, "Her insan günahsızdoğar ama günah işleyecek fıtrattadır. Büluğa kadar günahsız sayılsa da, günah işlemesi kaçınılmazdır" der. Bu telakkinin devamında, hristiyanlar doğuştan gelen aslî günahtan kurtuluşu vaftiz (hristiyan) olmaya bağlar. İslâm işlenen günahın tevbe ile affedilebileceğini söyler. Ayrıca tevbe doğrudan Allah'a yapılmalıdır, araya hiçbir mahluk konmaz, kişi her zaman her yerde tek başına tevbe edebilir. Şu günah affedilir, bu günah affedilmez diye bir ayırım yoktur. İhlasla, sıdkla, azimle, kesin kararla yapılan tevbe ile en büyük günahlar dahi affedilir. İslâm'a göre en büyük günah, küfür veya şirktir. Küfür ve şirk'ten dönüş, tevhîde geliş demek olan tevbe en makbul tevbedir, mutlaka kabul edilebileceğine inanılan tevbedir. Şu halde İslâm'a göre, af dışı tutulan bir günah yoktur. "...Ey kendilerine kötülük edip (günahta) aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin. Doğrusu Allah günahların hepsini bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, merhametlidir" (Zümer 53).[1]

GÜNAH İŞLEMENİN SORUMLULUĞU

GÜNAHLA MANEVÎ MERTEBE KAZANMAK


İslâm'ın günah telakkisinde son derece ehemmiyetli bir nokta var ki, buna diğer dinlerde net olarak rastlamak imkansızdır. Kişi işlediği günahla, Allah'a daha ciddi bir ilticaya, daha ihlaslı bir yönelişe geçebildiği için, işlemiş olduğu günah sebebiyle mânevî yükselişe erebilmektedir. Âyet-i kerîme bu mühim hakikatı "günahların sevaba dönüştürülmesi" diye ifâde etmiştir: "Meğer ki (şirkden) tevbe edip iyi amel (ve hareket)de bulunan kimseler ola. İşte Allah bunların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah gafûr ve rahîmdir" (Furkân 70).
Bu ma'nâyı açıklayan hadîsler var. Bunlardan biri 4142 numarada gelecektir: Resûlullah orada kişinin, yapmakta olduğu güzel ameller sebebiyle "günah işlemiyorum" havasına düşmesini, onun tevbe istiğfar gibi kulluğunu idrak ettirici son derece kıymeli bir ibadetten uzak kalmasına sebep olacağı için, günah işlemekten daha kötü bir ruh hali yani ucûb olarak tavsif etmekte, ümmeti için bundan korktuğunu ifâde buyurmaktadır. Evet, bu dinin sahibi, günah, sevab meselelerinde Allah namına beyanda bulunma yetkisine sahip yegane söz sahibi, Şârî olarak "ucb" un günahtan daha kötü bir şey olduğunu haber veriyor.
Bu, üzerinde durulması, düşünülmesi, hakkıyla anlaşılması gereken bir husustur.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) günahlara karşı mâsum (korunmaya mazhar) olmasına ve hatta Tevbe sûresinde geçmiş ve gelecek günahlarının affedildiği müjdesinin verilmiş olmasına rağmen, günde en az yüz sefer tevbe ettiğini ifade etmiş, günah işlemediği, tevbeye ihtiyacı olmadığı hatırlatılınca da, "Allah'ın çok şükreden (şekûr) bir kulu olmayayım mı?" diye cevap vermiştir. 4143 numaralı hadîsin şerhinde zikri gelecek olan "En hayırlınız, tekrar tekrar günah işlediği halde tevbe edendir" hadisi de burada zikre değer.
Bazı ârifler demişlerdir ki: "Resûlullah, burada, ümmetinin hayırlılarının, işlediği günahın aldatamadığı, Allah'ın affedici olduğunu unutturamadığı böylece tevbe ile O'na dönen kimseler olduğunu haber veriyor." Bazı âlimler de: "Bazı günahlar vardır, mü'min için, birçok ibadetten daha faydalıdır. Böylece, çok tevbe eden biri olur. Tevbeden ayrılmayan kimse ise, bu sayede Allah'ın sevdikleri arasında yer alır. Nitekim âyet-i kerime'de "Muhakkak ki Allah tevbe edenleri sever" (Bakara 222) buyrulmuştur."
Şu halde tevbede herkesin anlayamayacağı bir sır, insanı makbûl kullukta muvaffak eden bir iksir var. Bu sırrı anlayıp da günah lekelerine bulaşmadan tevbeyi kendine şiar edinenler mânevî kazançların bereketine ererler. Bunu idrak edemeyenler, günahlarla kirlendikten sonra bu kirliliğin şuuruna erip, ondan arınmak için tevbeye koşarsa, işte bunlara Cenâb-ı Hakk rahmetiyle yüce mertebeler vaadetmekte ki, bunlardan biri de günahların sevaba dönüşmesidir. Bu nasıl olur? diye tereddüte gerek yok, ilâhî ihbar öyledir, ilâhî rahmet bu kadar geniştir; bize, inanıp teslim olmak, o zanla O'na koşmak gerek. Zira Rab Teâlâ Hazretleri, -bir hadîs-i kudsîde tebliğ edildiği üzere- kuluna, o kulun Allah hakkında beslediği zanna göre muamele edecektir. Öyleyse bize düşen, işlediğimiz günahların sevaba çevrilebileceğine inanarak sıdk ile, ihlas ile, tevbe-i nasuh ile tevbe etmek, yalvarmak, dergah-ı ilahide gözyaşı dökmektir.[2]

ALLAH'A KUL OLMAK

KULLUK EDEBİ:


Burada şunu belirtmemiz gerekir: Yukarıda yapılan açıklamaları menfi istikamette anlayıp, bir kısım günahlara fetva yapmak da mümkündür: "Öyle ya, madem günahlar sevaba dönüşebiliyor, önce günah işleyip sonra da tevbe etsek olmaz mı?"
Böyle bir düşünce, her şeyden önce kulluk edebine yakışmaz. Cenâb-ı Hakk'ı imtihan etmek, dinin ahkâmıyla alay etmek, ciddiye almamak gibi birma'nâ taşır. Bu halet-i ruhiye ile işlenen günahların tevbesi makbul olur mu; Cenab-ı Hakk'ın rahmetini celbedebilir mi, garantimiz yok. Zira bir başka âyet-i kerime, affedilecek günahın cehaletle işlenmiş olma şartını zikretmektedir. "Allah, kötülüğü cehaletle (bilmeyerek) yapıp da hemen tevbe edenlerin tevbesini kabul etmeyi üzerine almıştır. Allah işte onların tevbesini kabul eder. Allah bilendir, hakîm olandır" (Nisâ 17).
Bu âyetle, daha önce kaydettiğimiz "bütün günahları affeder" âyeti arasında tezat mevcut değildir. Zira orada her çeşit, yani bilerek işlenen günahları da affedebileceği ifade edilmekte ise de bu âyette, cehaletle işlenen günahların affına "garanti" verilmektedir. Ayrıca "tevbe ederim" düşüncesi ile günah işleyen kimse, tevbe etme fırsatı bulabilecek mi, ömrü vefa edecek mi, davranışı gadab-ı ilahiye dokunduğu takdirde Allah kendisine tevbeye dönüş fırsatı verecek mi, bunları da düşünmesi gerekir.
Hangi açıdan bakarsak bakalım, Allah'ın affedici oluşunu gözönüne alarak günah işlemek büyük bir aldanmadır. Kulluk edebine hiç uymamaktadır, böyle bir durumdan Allah'a sığınırız.[3]

TEVBE NEDİR,NASIL YAPILMALIDIR ?

TEVBENİN EDEBİ:


Tevbemizin kabul olması hepimizin arzusudur. Bu sebeple âlimlerimiz, âyet ve hadislerde gelen açıklamaları gözönüne alarak makbul tevbenin şartlarını tesbit etmeye çalışmışlardır.
Nevevî hazretleri şöyle der: "Tevbe, lügat olarak dönüş (rucû) demektir. Öyleyse tevbe de günahtan dönüştür. Bu dönüşün (tevbenin) üç rüknü vardır:
*Günahtan kopmak, kesinlikle terketmek.
*Bu günahı işlediğine pişman olmak.
*Bir daha o günahı işlememeye azmetmek, kesin karar vermek."
Nevevî devamla der ki: "Eğer tevbe edilen günah, bir insanın hukukuna karşı işlenmiş ise, bir dördüncü rükün daha var:
*Bu hak sahibi ile helallaşmak."
Nevevî şu kıymetli bilgileri vermeye devam eder: "Tevbenin aslı nedamettir, pişmanlıktır. Bu, onun en büyük rüknünü teşkil eder. Ülemâ, bütün günahlardan tevbe etmenin vacib olduğunda ittifak eder. Ve tevbeyi, günah işler işlemezyapmak gerekir, geleceğe bırakmamalıdır. Günah büyük olmuş, küçük olmuş farketmez. Tevbe, İslam'ın en mühim prensiplerinden te'kid edilmiş esaslarından biridir. Ehl-i Sünnete göre şer'an, Mu'tezile'ye göre aklen vacibtir. Bütün şartlarına uyularak yapılmış olsa bile, Ehl-i Sünnet'e göre, tevbenin kabul edilmesi Allah'a vacib değildir. Ancak Allah'ın kerem ve fazlı ile kabul edeceği umulur. Allah'ın kabul edeceğini Mutezile'nin aksine şeriatla ve icma ile biliyoruz. Bir kimse bir günahına tevbe etse, o günahı, bilahare tekrar hatırlayınca tevbeyi yenilemek gerekir mi; bu hususta Ehl-i Sünnet ihtilaf etmiştir. İbnu'l-Enbarî: "Vacibtir" der, İmamu'l-Harameyn "Vacib değildir" der. Bir kimse bir başka günahta musır olsa bile, bir günahtan yapacağı tevbe sahihtir. Bir kimse bir günaha karşı şartlarına uyarak sahih bir tevbe yapsa, sonra bu günaha tekrar dönse, ona bu ikinci günah yazılır, önceki tevbesini ibtal etmez. İki meseledeki Ehl-i Sünnetin görüşü budur...
Ayrıca, kafirin küfründen tevbesi, kesinlikle makbuldür. Diğer çeşit tevbeler kesinlikle makbul müdür, yoksa zannî midir, Ehl-i Sünnet bu hususta ihtilaf eder. İmamu'l-Haremeyn zannî olduğunu kabul etmiştir. Esahh olan görüş de budur."[4]

TEVBENİN MAKBUL OLMASININ DİGER ŞARTLARI


Yaptığımız tevbenin makbul olması için ülemânın koyduğu dört şartı Nevevî'den naklen kaydettik. Burada şunu da ilave etmemiz gerekmektedir: Tevbe, duanın bir çeşididir. Öyleyse dua bahsinde belirtilen şartlara da tevbe sırasında riayet etmek, tevbemizin makbul olma şansını artıracaktır.
*Önce maddi sadaka vermek.
*Mübarek mekanlarda (Ravza-i Mutahhara, Ka'be, Mescid-i Aksa, camiler, ön saf... gibi) yapmak.
*Mübarek zamanlarda (Ramazanda, Kadir gecesinde, diğer mübarek gün ve gecelerde, cuma gününde, saat-ı icabe'de, her gün seher vaktinde, ilk vaktinde kılınacak farz namazların arkasında, abdest alınca kılınacak iki rekat nafilenin peşinde... vs.) yapmak.
*Tevbeye salavatla başlamak, salavatla bitirmek.
*Kur'an ve hadiste gelen (me'sur) tevbelerle tevbe etmek.
*Abdestli olarak tevbe etmek... vs.[5]

ـ4141 ـ1ـ عن أبي أيوب رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولَ اللّهِ #: لَوَْ أنَّكُمْ تُذْنِبُونَ لَذَهَبَ اللّهُ تَعالى بِكُمْ وَخَلَقَ خَلْقاً يُذْنِبُونَ فَيَغْفِرُ لَهُمْ[. أخرجه مسلم والترمذي .

1. (4141)-Ebu Eyyub (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah Teâlâ hazretleri sizi helak eder ve yerinize, günah işleyecek (fakat tevbeleri sebebiyle) mağfiret edeceği kimseler yaratırdı." [Müslim, Tevbe, 9, (2748); Tirmizî, Da'avât 105, (3533).][6]

ـ4142 ـ2ـ ولمسلم عن أبي هريرة قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ لَوْ لَمْ تُذْنِبُوا لَخَشِيتُ عَلَيْكُمْ مَا هُوَ أشَدُّ منْهُ، وَهُوَ الْعُجْبُ« .

2. (4142)-Müslim'de Ebu Hüreyre'nin bir rivayeti şöyledir: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Nefsim kudret elinde olan Zat'a yemin ederim ki, eğer siz hiç günah işlemeseniz, Allah sizi toptan helak eder; günah işleyen, arkadan da istiğfar eden bir kavim yaratır ve onları mağfiret ederdi." [Müslim, Tevbe 9, (2748).]
Rezîn şu ziyadede bulundu: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: "Nefsim elinde bulunan Zat-ı Zülcelâl'e yemin olsun ki, günah işlemediğiniz takdirde ondan daha büyük olan ucb'e düşeceğinizden korkarım." [Bu rivayet, Münzirî'nin et-Terğîb ve't-Terhîb'inde kaydedilmiştir (4, 20).][7]

23 Şubat 2019 Cumartesi

MUHABBET FEDAİSİ OLMAK

Dördüncü Düstur:

 Ehl-i kin ve adâvet hem nefsine hem mü'min kardeşine hem rahmet-i İlahiyeye zulmeder, tecavüz eder. Çünkü kin ve adâvet ile nefsini bir azab-ı elîmde bırakır. Hasmına gelen nimetlerden azabı ve korkusundan gelen elemi nefsine çektirir, nefsine zulmeder. Eğer adâvet hasedden gelse o bütün bütün azaptır. Çünkü hased evvela hâsidi ezer, mahveder, yandırır. Mahsud hakkında zararı ya azdır veya yoktur.
   Hasedin çaresi: Hâsid adam, hased ettiği şeylerin âkıbetini düşünsün. Tâ anlasın ki rakibinde olan dünyevî hüsün ve kuvvet ve mertebe ve servet; fânidir, muvakkattır. Faydası az, zahmeti çoktur. Eğer uhrevî meziyetler ise zaten onlarda hased olamaz. Eğer onlarda dahi hased yapsa ya kendisi riyakârdır, âhiret malını dünyada mahvetmek ister veyahut mahsudu riyakâr zanneder, haksızlık eder, zulmeder.
   Hem ona gelen musibetlerden memnun ve nimetlerden mahzun olup kader ve rahmet-i İlahiyeye, onun hakkında ettiği iyiliklerden küsüyor. Âdeta kaderi tenkit ve rahmete itiraz ediyor. Kaderi tenkit eden başını örse vurur, kırar. Rahmete itiraz eden, rahmetten mahrum kalır.    Acaba, bir gün adâvete değmeyen bir şeye, bir sene kin ve adâvetle mukabele etmeyi hangi insaf kabul eder, bozulmamış hangi vicdana sığar? Halbuki mü'min kardeşinden sana gelen bir fenalığı, bütün bütün ona verip onu mahkûm edemezsin.
   Çünkü evvela, kaderin onda bir hissesi var. Onu çıkarıp o kader ve kaza hissesine karşı rıza ile mukabele etmek gerektir.
   Sâniyen, nefis ve şeytanın hissesini de ayırıp o adama adâvet değil belki nefsine mağlup olduğundan acımak ve nedamet edeceğini beklemek.
   Sâlisen, sen kendi nefsinde görmediğin veya görmek istemediğin kusurunu gör; bir hisse de ona ver.
   Sonra bâki kalan küçük bir hisseye karşı en selâmetli ve en çabuk hasmını mağlup edecek af ve safh ile ve ulüvv-ü cenablıkla mukabele etsen, zulümden ve zarardan kurtulursun.
   Yoksa sarhoş ve divane olan ve şişeleri ve buz parçalarını elmas fiyatıyla alan cevherci bir Yahudi gibi beş paraya değmeyen fâni, zâil, muvakkat, ehemmiyetsiz umûr-u dünyeviyeye; güya ebedî dünyada durup ebedî beraber kalacak gibi şedit bir hırs ile ve daimî bir kin ile mütemadiyen bir adâvetle mukabele etmek, sîga-i mübalağa ile bir zalûmiyettir veya bir sarhoşluktur ve bir nevi divaneliktir.
   İşte hayat-ı şahsiyece bu derece muzır olan adâvete ve fikr-i intikama -eğer şahsını seversen- yol verme ki kalbine girsin. Eğer kalbine girmiş ise onun sözünü dinleme. Bak, hakikatbîn olan Hâfız-ı Şirazî'yi dinle:
 ﺩُﻧْﻴَﺎ ﻧَﻪ ﻣَﺘَﺎﻋِﻴﺴْﺘِﻰ ﻛِﻪ ﺍَﺭْﺯَﺩْ ﺑَﻨِﺰَﺍﻋِﻰ

   Yani "Dünya öyle bir meta değil ki bir nizâya değsin." Çünkü fâni ve geçici olduğundan kıymetsizdir. Koca dünya böyle ise dünyanın cüz'î işleri ne kadar ehemmiyetsiz olduğunu anlarsın! Hem demiş:
 ﺍٰﺳَﺎﻳِﺶِ ﺩُﻭ ﮔِﻴﺘِﻰ ﺗَﻔْﺴِﻴﺮِ ﺍِﻳﻦْ ﺩُﻭ ﺣَﺮْﻓَﺴْﺖْ

 ﺑَﺎﺩُﻭﺳِﺘَﺎﻥْ ﻣُﺮُﻭَّﺕْ ﺑَﺎﺩُﺷْﻤَﻨَﺎﻥْ ﻣُﺪَﺍﺭَﺍ

   Yani "İki cihanın rahat ve selâmetini iki harf tefsir eder, kazandırır: Dostlarına karşı mürüvvetkârane muaşeret ve düşmanlarına sulhkârane muamele etmektir."
Mektubat[Y] - 291

15 Şubat 2019 Cuma

BU KORKUNUN SEBEBİ NEDİR ?

"Said ellibin nefer kuvvetindedir, onun için serbest bırakmıyoruz."
   Ben de derim ki: Ey bedbaht ehl-i dünya! Bütün kuvvetinizle dünyaya çalıştığınız halde, neden dünyanın işini dahi bilmiyorsunuz? Divane gibi hükmediyorsunuz. Eğer korkunuz şahsımdan ise; ellibin nefer değil, belki bir nefer elli defa benden ziyade işler görebilir. Yani, odamın kapısında durup, bana "çıkmayacaksın" diyebilir.
   Eğer korkunuz mesleğimden ve Kur'ana ait dellâllığımdan ve kuvve-i maneviye-i imaniyeden ise; ellibin nefer değil, yanlışsınız! Meslek itibariyle elli milyon kuvvetindeyim, haberiniz olsun! Çünki Kur'an-ı Hakîm'in kuvvetiyle sizin dinsizleriniz dâhil olduğu halde, bütün Avrupa'ya meydan okuyorum. Bütün neşrettiğim envâr-ı imaniye ile onların fünun-u müsbete ve tabiat dedikleri muhkem kal'alarını zîr ü zeber etmişim. Onların en büyük dinsiz feylesoflarını, hayvandan aşağı düşürmüşüm. Dinsizleriniz dahi içinde bulunan bütün Avrupa toplansa, Allah'ın tevfikiyle beni o mesleğimin bir mes'elesinden geri çeviremezler; inşâallah mağlub edemezler!..
   Madem böyledir, ben sizin dünyanıza karışmıyorum, siz de benim âhiretime karışmayınız! Karışsanız da beyhudedir.
   Takdir-i Huda, kuvvet-i bâzu ile dönmez
   Bir şem'a ki, Mevlâ yaka, üflemekle sönmez.
Mektubat - 72

9 Ocak 2019 Çarşamba

ANNE BABALAR GÖREVLERİNİ İHMAL ETMEMELİ


Çocuklarımıza İyi İnsan Olmayı Öğretmek Öğretmenlerin Görevi Olmamalı


Öğretmenlerin büyük bir hayranıyım. İnanın bana. Öyleyim. Eşim de öyledir.
Ancak bir ebeveyn olarak konuşuyorum; öğretmenlerimizden bizim yapıyor olmamız gereken şeyleri yapmalarını istiyoruz. Öğretmenler öğrencilerin gelişimlerine yardım etmekten mutluluk duyarlar ancak çocuklarımıza iyi birer vatandaş olmayı öğretmek onların görevi değil. Biz çocuklarımıza iyi insanlar olmayı öğretirken öğretmenler de bundan yararlanan insanlar olmalı.  
Öğretmenler çocuklarıma “lütfen” ya da “teşekkür ederim” demeyi öğretmek zorunda kalmamalı. Öğretmenler, benim zaten terbiye verdiğim çocuğumun davranışlarından yararlanan insanlar olmalı.
Öğretmenler çocuklarıma zorbalık yapmamayı öğretmek zorunda kalmamalı. Zorbalık yapmamayı ve diğer çocuklara sataşmamayı kendi çocuğuma öğretmek benim işim. Çocuklarımı nazik ve düşünceli insanlar olarak yetiştirmeliyim ve öğretmenler de bundan yararlanan insanlar olmalı.
Öğretmenler çocuklarıma otoriteye saygı göstermeyi öğretmek zorunda kalmamalı. Öğretmenler, bunu onlara zaten öğretmiş olan eşim ve benden yararlanan insanlar olmalı. Öğretmeni oğlumdan bir şey yapmasını istediğinde “tabii, öğretmenim” demesi ya da en azından saygılı bir şekilde “neden” diye sorması gerektiğini ona zaten öğretmiş olmalıyım.
Öğretmenler kızıma sosyal medyanın tehlikelerini öğretmek zorunda kalmamalı. Çocuğuma henüz 12 yaşındayken akıllı telefon alma ve ondan, telefonla beraber gelen sorumluluğu anlamasını bekleme “aptallığını” gösteren onlar değil çünkü. Ben kızıma Facebook, Instagram, Snapchat ve diğer sosyal medya sitelerinin zorbalar ve sapıklarla dolup taştığını çoktan öğretmiş olmalıyım ve kızımın öğretmenleri bu durumdan yararlanan insanlar olmalı.
Öğretmenler oğluma hijyen kurallarını öğretmek zorunda kalmamalı. Ona düzenli duş almayı, temiz olmayı ve kıyafetlerini yıkamayı öğretmesi gereken kişi benim. Öğretmenler benim bu davranışımdan yararlanan insanlar olmalı.
Öğretmenler çocuklarıma dünyadaki tek insanın kendileri olmadığını; koca evrenin onların etrafında dönmediğini; kelimelerinin ve davranışlarının önemli olduğunu; kibarlığın kabalıktan daha çok işe yaradığını; bazen susmak gerektiğini; okuldayken telefonu dolapta kilitli tutmanın onlara “acı” vermeyeceğini; elektriği, suyu, bilgisayarları, yemeği ve çocuklarımın başarısını isteyen ilgili öğretmenleri olan bir okula gittikleri için ne kadar şanslı olduklarını öğretmek zorunda kalmamalı.  
Çocuğunuzun okuma yazmayı neden öğrenemediğini merak ettiğinizde, yukarıda sıralanan her şeyi öğretmek zorunda kalmanın öğretmenlerimizin okuma yazma öğretme kabiliyetlerine ciddi şekilde engel olduğunu lütfen unutmayın.  
Yukarıda saydığım şeyleri öğretmek öğretmenlerden beklenmemeli. Bunları çocuklarımıza biz öğretmeliyiz ve öğretmenler de bundan yararlanmalı. Ebeveynler olarak okulda hayat dersleri değil, okulla ilgili şeyler öğrenmeye hazır olan çocuklarımız için daha iyi bir iş çıkarmalıyız.  
Yine de bir ebeveyn olarak, ailevi görevlerimde bazen başarısız olduğumun farkındayım. Ancak böyle durumlarda, çocuğuma “lütfen” ve “teşekkür ederim” demeyi, sosyal medyanın zararlarını, kişisel hijyenine dikkat etmesi gerektiğini hatırlatan; çocuklara iyi birer insan olmayı öğreten, kendini işine adamış öğretmenlerin varolduğunu bilmek içimi rahatlatıyor.

Çeviri: Zeynep Topal