28 Şubat 2022 Pazartesi

GÜNÜMÜZ İNSANI MUTSUZ

 Günümüzde pek çok insan sağlıklı göründüğü halde, hasta bir ruh hâli taşımaktadır. Yaldızlı, şatafatlı bir hayat, lüks ve zenginlik her şeyin yolunda gittiğinin bir göstergesi değildir. Hızla dünyevîleşen, maddîleşen insanlık mutlu, huzurlu, inançlı bir hayatı neredeyse unutmuş gibidir.

Sağlıklı görünen, işinde ve kariyerinde başarılı olan fakat hayatı, insanlığı, kulluğu başaramayan onca insan birer ruh hastası olarak cemiyet hayatında gezmektedir.

Mesleğinde, zenginlikte, kariyerinin zirvesinde olup, yalnızlık, alkol ve uyuşturucu tuzağına düşmüş, zavallı insan hikâyeleri her geçen gün artmaktadır.

Kitlelere mal olmuş, fakat etrafında samimi bir dostu olmayan, marjinal hayat tarzından dolayı temiz, sosyal bir çevre edinemeyen böyle insanlar genelde hayatı yalnız yaşamakta ve yalnız ölmektedir.

Evet, insan mesleğinde, yaptığı işte zirve olabilir. Fakat hayatı yaşamada maalesef aciz kalabilmektedir. Çünkü her iki hayatın kriterleri, kanunları farklıdır. İnsanın, hayatı yaşayışındaki sağlıklılık ve başarı ancak bazı değerlere ve inanca sahip olmakla mümkündür. Öncelikle Yaratıcısıyla barışık olmayan bir insanın, kendisiyle ve etrafındakilerle barışık yaşaması mümkün değildir. Şahsiyetli, güvenilir, sabırlı, kanaatkâr, büyük küçük bilip seven ve sayan bir yapı, haya, iffet, inanç, vefa, sözünde durmak, gıybet etmemek, insanların arasında nifak çıkarmamak gibi değerlere sahip olanlar ancak hayatı başarılı ve sağlıklı yaşayabilirler.

Sadece akademik kariyer, para pul ve zenginlikle her şeyi halledeceğini düşünenler, er ya da geç bir yalnızlık girdabına düşmeye mahkûmdurlar.

İşte bu yüzden çocuklarımızı yetiştirirken, onların sadece akademik başarılarını esas alıp, ahlâkî ve manevî değerler verilmez ise, kişi, şefaatçi evlatlar yerine şikâyetçi ve hayırsız evlatlar yetiştirecektir. Bediüzzaman’ın şu tespiti çok önemlidir: “‘Oğlum paşa olsun’ diye bütün malını verir, hafız mektebinden alır, Avrupa’ya gönderir. Fakat o çocuğun hayat-ı ebediyesi tehlikeye girdiğini düşünmüyor. Ve dünya hapsinden kurtarmaya çalışıyor; Cehennem hapsine düşmemesini nazara almıyor.”

Sadece meslekî başarı üzerinde duran ve hatta bunu adeta putlaştırıp, en nihaî hedef olarak çocuklarının önüne koyan anne ve babalar hayatlarının en acı tokatlarını da bu evlatlarından yemektedir.

Başarılı-başarısız, kayıp-kazanç, sağlıklı-sağlıksız gibi kavramlar dünyamızda karışmış ve kısırlaşmış bulunmaktadır. Bediüzzaman, 9. Mektub’da şöyle der: “Şu dünya hayatında en bahtiyar odur ki, dünyayı bir misafirhane-i askerî telâkki etsin ve öyle de iz’an etsin ve ona göre hareket etsin… Dünyaya ait işler kırılmaya mahkûm şişeler hükmündedir. Bâki umur-u uhreviye [ahirete yönelik işler] ise, gayet sağlam elmaslar kıymetindedir. İnsanın fıtratındaki [yaratılışındaki] şiddetli merak ve hararetli muhabbet ve dehşetli hırs ve inatlı talep ve hâkezâ şedit hissiyatlar, umur-u uhreviyeyi kazanmak için verilmiştir. O hissiyatı şiddetli bir surette fâni umur-u dünyeviyeye [geçici dünyevî işlere] tevcih etmek [yönlendirmek], fâni ve kırılacak şişelere bâki elmas fiyatlarını vermek demektir.”

Hâsılı, günümüz insanı kalabalıklar içinde kendini yalnız hissetmektedir. Yalnızlığın en koyu hâli küfürdür. Zira kâfir, bütün kâinatı kendine düşman bilir.

Asır insanı makam, mevki, mal, mülk, servet, iş, teknolojik imkân, eğlence vs. içinde bir dünyada yaşamasına rağmen yalnızlık ve kimsesizlik duygusundan bir türlü kurtulamamaktadır. O halde, huzuru, mutluluğu bunlarda aramak beyhudedir. Böyle yalnızlıklardan kurtulmanın yolu, hayatın, sahip olduklarımızın, kendimizin ve insanın anlamını okuyabilmekten geçer. Eğer insan, sağlam bir iman sahibi ise, teslim ve tevekkül gibi değerlere sahip ve ulvî bir gayesi de varsa, hiçbir zaman kendisini yalnız hissetmez.


25 Şubat 2022 Cuma

ÇOCUK AİLENİN AYNASIDIR

 Demokratik aile olun.

 Aileler; mükemmeliyetçi, otoriter, tutarsız ya da demokratik aile profilinde davranış sergiler. Mükemmeliyetçi aileler, sıfır hata çocuk yetiştirmeye çalışırken, sorunlu bir çocuğu topluma kazandırırlar. Tutarsız aile, tutarsız davranışları ile iyiyi, kötüden, doğruyu eğriden ayırt edemeyen bir çocuk yetiştirmiş olur. Otoriter aileler, kaygılı, korkak, çekingen ve özgüveni gelişemeyen bir çocukla başetmek zorunda kalabilir.

 En uygunu demokratik ailedir. 
Demokratik ailelerde yetişen çocuklar, korku kültürü ile yetişmediklerinden dolayı, herşeyi konuşup tartışabilirler. Açık yüreklilikle sorunlarını anlatıp, aile bireylerinden destek alabilirler. Kuralları içselleştirdikleri için, kalıplanmış insan davranışı sergilemezler.

Çocuklarınıza rol model olun.
 Ailelerin, en çok şikâyet ettikleri konuların başında, ders çalışmama, kitap okumama ve akademik başarının düşük olmasıyla ilgidir. Ailede; anne-baba, ağabey, abla, hatta ailede onlarla birlikte yaşayan hala ya da teyze kitap okumuyorsa, eğitimli davranışlar sergilemiyorsa, akademik beklentiler sekteye uğrar. Çocuklara iyi rol model olmanın en kolay yolu, birlikte okunan ve tartışılan kitaplardır. Aile içerisinde, kitaplar üzerine yapılan sohbetlerdir. Çocuğa, sen git odanda derse çalış, biz annenle dizi izleyeceğiz diyorsanız ve bu çocuktan da, akademik başarı bekliyorsanız, büyük bir yanılgı içerisindeniz demektir. Evde çocuğa uygun ders çalışma ortamı yaratmak, çocuğun programına uygun olarak misafir kabul etmek ve aile programını buna göre düzenlemek, sağlıklı bir aile davranışıdır.

Çocuklar, etik değerleri, anne-babalarını taklit ederek öğrenir.
 Çocuklar, anne-babalarını izler ve çoğu zaman taklit ederler. Annesiyle birlikte çanta almaya giden çocuk, annesinin satıcı ile yaptığı konuşmayı izler ve sosyalleşme sürecini geliştirmeye çalışır. Anne, satıcıya: Çanta kaç tl? Diye sorar. Satıcı: 60 tl. cevabını verir. Anne: Fiş almazsak, kaç tl olur? Diye sorar. Satıcı: O zaman 45 tl olur cevabını verir. Anne, 60 liralık çantayı 45 liraya almanın mutluluğunu yaşarken, çocuk da, devlete vergi kaçırarak nasıl zarar verileceğinin inceliklerini keşfetmiş olur.

21 Şubat 2022 Pazartesi

GENÇLERE TAVSİYELER…


1. Ne kadar emin olursanız olun, her duyduğunuz ve gördüğünüze inanmayın!

2. Ne kadar kendinize güvenirseniz güvenin, araştırmadan emin olmayınız.

3. Ne kadar bilirseniz bilin, ama bir bilene sormadan emin olmayınız.

4. Ne kadar isterseniz isteyin, hislerinizle hareket etmeyiniz.

5. Ne kadar zekânıza ve bilginize güvenseniz de tecrübeli kişileri dinleyiniz.

6. Ne kadar kararlı olursanız olun; ama burnunuzun dikine gitmeyiniz.

7. Kalbiniz ne kadar size gerçeği söylese de aklınıza sormadan karar vermeyin.

8. Ne kadar dua etmiş olsanız da talihinize fazla güvenmeyin, çalışmaya bakın.

9. Ne kadar bilseniz de bilginize güvenmeyin, bilmediklerinizin olacağını bilin.

10. Kendinizi ne kadar beğenseniz de başkasının sizi nasıl gördüğüne bakın.

11. Yaptıklarınızın ne kadar doğru olduğunu bilseniz de kendinizi sorgulayın.

12. Biri hakkında ne kadar emin olsanız da yine de peşin hükümlü olmayınız.

13. Olayları ne kadar iyi bilseniz de perde arkasını bilmeden karar vermeyiniz.

14. Ne kadar özgür fikirli olsanız da sabit fikirli olmayınız.

15. Ne kadar çok bilgiye sahip olsanız da detayları atlamayınız.

16. Ne kadar çok zamanınız olsa da bu günün işini yarına bırakmayınız.

17. Ne kadar katı tutumlu olsanız da şartları ve zamanı düşünerek esnek olunuz.

18. Kendinize ne kadar güvenirseniz güvenin; ama başkasının penceresinden de bakınız.

19. Karşınızdaki ne kadar kusurlu olursa olsun, onu kusurunu yüzüne vurmayınız.

20. Arkadaşlarınız ne kadar çok olursa olsun güveneceğiniz arkadaşınızı iyi seçiniz.

21. Olayları ve sorunları sadece kendi açınızdan değerlendirmeye çalışmayınız.

22. Bulunduğunuz ortamda yerinizi ve haddinizi bilin.

23. Ne zaman konuşacağınızı ve nerede susacağınızı iyi tespit edin.

24. Başkalarının hayallerine ve ideallerine inanmasanız da saygı duymasını bilin.

25. Ağzınıza girenlerle, dudaklarınızdan çıkanlara dikkat ediniz.

26. Karşınızdaki insana ne kadar güvenseniz de kendinize saklayacağınız sırrınız olsun.

27. Başkalarının dürüst olmadıklarından şikâyet etmeden önce kendiniz sorgulayın.

28. Vicdanınız rahatsa sizi suçlayanlara fazla önemsemeyin.

29. Ne kadar akıllı olursanız olun, öfkeli olduğunuz zaman karar vermeyiniz.

30. Doğru şartların oluşmasını beklemek yerine, şartları siz kendiniz oluşturun.

31. Bir konuda “Evet!” derken de, “Hayır!” derken de iyi düşünün.

32. Haksızlık karşısında tepki göstermekten çekinmeyiniz.

33. Hatalarınızı size söyleyenlerin sizin dostlarınız olduğunu unutmayınız.

34. Başkalarının sizi suçlamasına fırsat vermeyiniz.

35. Başarısızlığınızın sebeplerini asla dışarıda aramayın.

36. Bir şeyi kaybederken bir başka şeyi kazandığınızı unutmayın.

37. Canınızı sıkan şeylerin sizi üzmesine fırsat vermeyiniz; unutunuz gitsin.

38. Geçmişe takılıp kalmayınız; istikbal geçmişte değil, gelecektedir.

39. Sizi cesaretlendirecek ve motive edecek arkadaşlar edinin.

40. Kalbinizden imanı, dilinizden duayı eksik etmeyiniz.


17 Şubat 2022 Perşembe

KUR'AN ALLAH KELAMIDIR

 KUR'AN MUCİZESİ

16.02.2022 

Kur'an-ı Kerim ayetinden yola çıktı! Sonucu gören bilim insanları inanamadı: Kimse böylesini beklemiyordu,

İSTANBUL'da özel bir hastanede çalışan İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Abdülkadir Geylani Şahan, Kur'an-ı Kerim'de teyemmümden bahsedilen Maide Suresinden yola çıkarak ilginç bir araştırma yaptı. İnsanlardan el temizliği yapılmadan örnekler alan Doktor Şahan ve ekibi, ardından teyemmüm yaptırarak yeniden örnek aldı. Çıkan sonuçları karşılaştıran Şahan, teyemmüm sonrası ellerin temizlendiğini gördü.

İstanbul'da özel bir hastanede görev alan İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Abdülkadir Geylani Şahan, Maide Suresinin 6. ayetinden yola çıkarak dikkat çekici bir araştırma yaptı. Ayette geçen "Su bulamadığınız takdirde temiz bir toprağa yönelin (teyemmüm edin), yüzünüzü ve ellerinizi onunla meshedin" ifadelerini inceleyen Şahan, 25 kişilik bir ekiple birlikte 14 denek üzerinde çalışmalara başladı. 14 kişide yapılan araştırmada önce kişiler tuvalete girdi. Tuvalet sonrasında el temizliği yapılmadan örnek alındı. Daha sonra teyemmüm yaptırılıp aynı kişiden tekrar örnek alındı. Alınan örnekler incelendiğinde teyemmüm öncesinde alınan örnekte mikroorganizmaların ürediği görüldü. Teyemmüm sonrasında yapılan araştırmada ise kişilerden alınan örneklerde steril sonuç elde edildi.

Yaptığı araştırma sonucunda şaşkınlık yaşayan İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Abdülkadir Geylani Şahan, yapılan araştırmayı uluslararası kongrelerde de paylaştıklarını söyledi. Araştırmanın 6 ay kadar sürdüğünü dile getiren Şahan, "Araştırmanın içeriği Kuran-ı Kerim'deki ayetlerden geliyor. Kuran-ı Kerim'i okurken Maide Suresi 6. ayette, gördük ki Allah bizim elimizi arındırmak ya da bizi temizlemekle ilgili bir ifade kullanmış. Bu ifadeden yola çıkarak dedik ki 'acaba bu bir manevi temizlik mi yoksa maddi temizlik de var mı bunun boyutunda'. Sonra insanları daha pis olan bir işlemle temas ettirip ondan sonra temizliğe yönlendirelim diye bir durum aklımıza geldi. İnsanları tuvalete soktuk ve dedik ki tuvalete girildikten sonra eller kirli kabul ediliyor. Hepimiz öyle biliyoruz. Sonra onların ellerinde kültür aldık. Kültür aldıktan sonra tekrar bu insanlara teyemmüm yaptırıp sonra tekrar kültür aldık. Teyemmüm aldıktan sonra ellerinden aldığımız kültür örneğinde üreme olmayıp steril kalınca biz hem Allah'ın ayetlerini hem de bu ayetleri açıklayacağım diye ifade ettiği Fussilet suresi 53. ayetini doğrulamış olduk. Bunu görünce de çok şaşırdık. Çok kıymetli ve çok da yeni bir veri olunca da hemen bunu uluslararası kongrede paylaştık. Diğer bilim adamları da bizim gibi şaşkınlıklarını saklayamadılar. Bizi çok şaşırttı ve çok da yüreklendirdi. Bununla ilgili birkaç proje daha yapıyoruz. Ben açıkçası bu projeyi paylaşmak istememin temel nedenlerinden bir tanesi Kuran-ı Kerim, insanların hem bilimsel hayatına hem dünya hayatına akla gelebilecek her duruma çok net açıklamalar verebilen bir kitap. Bunları bağlantılı ayetleriyle okumak hikmet metoduyla okumak çok daha kıymetlidir. Biz bunlara çalışıyoruz herkes de çalışsın istiyoruz" diye konuştu.

"Arkadaşım sonucu bana yollayınca diğer arkadaşımı Allahuekber diye aradım"

Araştırma sonucunda ekibiyle birlikte yaşadıkları şaşkınlığını dile getiren Şahan, "Bu çalışmanın hazırlık aşaması 6 ay kadar sürdü. İlk alınan sonuçları biz kontrol etmek için ailede evdeki herkeste kullandık. Sonra buna ikna olduktan sonra bir bağımsız ekip alalım onlara da bakalım dedik. Çıkan sonuçlar gerçekten bizi çok şaşırttığı için tekrar tekrar emin olmamız gerekiyor. Danışmanları da katarsak bir 25 kişi vardı. 25 kişilik ekiple sürekli çalışıp bu konuyu sürekli istişare üstünde tuttuk. Sonunda da böyle bir sonuca ulaştık. İlk aldığımız sonuçlar hepimizi şaşırttı zaten sonra bu işin üstüne gidince herkesten öğrendik ki kimse böyle bir sonuç beklemiyormuş. Arkadaşım sonucu bana yollayınca telefonu elime alıp diğer arkadaşımı Allahuekber diye aradım." dedi. 

KAYNAK : İNTERNET HABER


16 Şubat 2022 Çarşamba

MİLLET VE TOPLUM HUZURU, AİLE MUTLULUĞU İLE SAĞLANIR

 

Millet; fertlerin meydana getirdiği aynı topraklar üzerinde yaşayan vatandaşlık bağlarıyla birbirne bağlı toplulktur.Vatan ise bağımsız bayrak ile bütünlüğü diğer ülkelerce kabul edilmiş sınırları belli toprak parçasıdır.Toplum fertlerden oluşur.Bireylerden meydana gelen en küçük birim ailedir.Aile eş ve çocuklar büyük anne ve babadan ibarat çekirdek birimdir.Çekirdek aile dediğimiz anne baba ve çocuklar bir  erkek ve kadının evlilik ile meydana getirdiği birliketliktir. Bu evlilik sonucu çocukların vücuda gelmesi aile bağlarının güçlenmesini sağlar.Evlenmeden önce farklı bireyler evlilikle birlikte eşit şartlarda bir bütün olarak yeni bir biz bir bütün oluştururlar.Yani eskiden iki ayrı fertler, evlilik akdi ile yeni bir oluşum meydana getirmiş olurlar ki bu oluşuma aile adı verilir.İki ben evlilikle fedakarlıklar sonucu bir bütün haline gelir.Evlilik ile kendi yarısını eşine feda edip  iki yarım şeklinde bir başka yapıda bir bütün olurlar.Artık kendi için değil eşi içinde düşünüp fedakarlıkta daha sonra çocukları içinde fedakarlıkta bulunmak zorundadırlar.Mutluluk karşılıklı sevgi ve fedakarlığın neticesidir.Allah'ın insanlar  verdiği sevgi sayesinde eşlerin ortak varlıkları olan çocuklar doğar büyür ve gelişir.Sıcak bir ailede sevgi ile büyüyen çocuklar hem aile hemde toplum için faydalı bireyler olur.Bir bütün  olmanın şuurunda olan aile fertleri sevgi ve hoşgörü sayesinde birbirlerine kenetlenir.Öyle güçlü bağlar ile bağlanırlar ki hiç bir  güç onları birbirkrinden ayırıp koparamaz.Tıpkı bir aşının tutmasıyla yeni meyveye dönüşen ağaç gibi sağlam meyve veren kırılmaz ve sarsılmaz ağaca dönüşür.Bu aile bireylerini dağıtmaya kimin gücü yeter ki.İşte toplum güçlü aile bağları ile birbirine bağlı fertlerden oluşursa o millet ayakta durur o vatan bayrağı ezanı ve ordusuyla güçlü olarak ayakta dimdik kıyamete kadar baki kalır.Bundan anlaşılıyor ki,aile içi

basit meseleleri büyütüp aile bağlarını koparan insanlar yalnız kendilerine değil çocuklarına çevrelerine ve dolayısıyla ülkesine zarar vermiş olur.

İstenmeyen sonuçlarla karşılaşmamak için,

ne olur her birimiz, gelin bu konuyu birlikte tekrar düşünüp öyle karar verelim.

R.Özcan


DÜNYA KIRILIP KÜSMEYE DEĞER Mİ?

 İnsan yaratılış itibari ile kırılgan bir yapıya sahiptir.En küçük bir olaydan ve basit bir meseleden çabucak mütessir olur üzülür. Belki hiç beklemediği bir durum, ummadığı bir kişiden gelirse kırılır.İnsan bu  şekilde zayıf bir surette yaratılmıştır. Kendisine verilen vücut nimeti, demirden taştan değil et ve kemikten meydana gelmiştir. Bununla birlikte çeşitli  tad ve lezzetleri alabilecek duygular ile techiz edilmiştir.Bu nedenle çabuk etkilenebilen nazik bir vücut yapısı ile kırılmaya üzülmeye müsait bir gönül ve kalp ile süslenmiştir.Maddi cisim bakımından dayanıksız bir yapıya sahip olduğu gibi, manevi duygular yönünden de mukavemet edemeyeceği  sıkıntılar kendisini kuşatmaktadır. Şeytan ve nefis gibi düşmanlarla içiçe yaratılmıştır.İnsan hem zayıf, hem aciz, hem düşmanları çok bir varlık olması hasebiyle, kendisini yaratan Rabbine yönelip kulluk vasıtasıyla imtisal ederek güç kazanır.Maddi manevi düşmanların şerrinden muhafaza olmanın yollarını arar. Allah'a kul olmanın büyük bir nimet olduğunu, acziyet ve muhtaçlık içerisinde ganiyyi mutlakın dergahına iltica ederek yalvarıp onun rızasını kazanmaya çalışır.

Kırılıp üzüldüğü olaylar dünyanın sıkıntılı hayatının bir sonucu olduğunu bilerek üzülmenin ve kırılmanın yersiz olduğunu anlayarak, bundan teselli bulup,bu da geçer ya hu deyip ferahlar.Kırılganlık bir alışkanlık haline gelmişse onu, karşı tarafın da insan olduğunu düşünerek dargınlkların giderilmesine çalışmalıdır ve çalışırsa mesele ve problemleri çözmek daha kolay olur.Bilmeliyiz ki, dünya kırgınlık ve dargınlıklara değen bir meta değildir.Evimizdeki eşimiz  çocuklarımız annemiz babamız, yakın akraba ve  hatta komşularımız bile bizim için bir değer ve imtihan vesilesidir.Bu dünya bir imtihan yeri dünyanın türlü türlü önümüze çıkan olayları bizim manen gelişmemiz için serilmiş engellerdir.Yeter ki, aşmasını bilelim. Bir gün bile kırılıp, darılıp küsmeyi değmeyen basit meseleleri büyüterek eş  çocuklar ana babalarımıza küsüp darılmayalım. Akrabalar ve komşularımıza darılıp kırılırak  aramıza soğukluk girmesine fırsat verip onları terk etmeyelim.Onlar ile aramızı açmaya çalışan başta nefis ve şeytan ile zararlı kimselere fırsat vermeyelim.

Geçer ya hu bunlarda geçer diyerek dünya işlerini kırılmaya mahkum cam parçacıkları bilip hiç ehemmiyet vermeyelim.Ahırete yönelik işler ise, mukavemetli elmaslar hükmündedir.Dünyanın değersiz ve geçici şeylerini kırılıp dağılmaya mahkum cam parçaları bilmeliyiz. sonra da düşünüp onları elmaslara tercih etmek, akıl karı bir iş değildir deyip teselli bulmalıyız.Böyle düşünürsek, aceba hiç birşey ve hiçbir olay kırılıp üzülmemize değer mi?Zira dünya bir meta değil ki bir niza değsin.Koca dünya bu ise dünyanın kıymetsiz değersiz işleri kavga ve didişip kırılıp darılmaya değer mi?

Allah hepimizin yâr ve yardımcısı olsun.Bizleri nefsin ve şeytanın şerrinden korusun.

R.Özcan


14 Şubat 2022 Pazartesi

ÜÇÜNCÜ NOKTA

 İnsanın hayat-ı içtimaiyesini ifsad eden bir desise-i şeytaniye şudur ki:Bir mü'minin bir tek seyyiesiyle bütün hasenatını örter.Şeytanın bu desisesini dinleyen insafsızlar,o mü'mine adavet ederler.Halbuki Cenab-ı Hak,haşirde adalet-i mutlaka ile mizan-ı ekberinde,a'mal-i mütekellifini tarttığı zaman,hasenatı seyyiata galibiyeti-mağlubiyeti noktasında hükmeyler.Hem seyyiatın esbabı çok vücudları kolay olduğundan,bazen bir tek hasene ile çok seyyiatını örter.

Demek bu dünyada, o adalet-i İlahiye noktasında muamele gerektir.

Eğer bir adamın iyilikleri fenalıklarına kemmiyeten veya keyfiyeten ziyade gelse, o adam muhabbete ve hürmete müstehaktır.

Belki kıymetdar bir tek hasene ile, çok seyyiatına nazar-ı afv ile bakmak lâzımdır.

Halbuki insan, fıtratındaki zulüm damarıyla, şeytanın telkiniyle, bir zâtın yüz hasenatını bir tek seyyie yüzünden unutur, mü'min kardeşine adavet eder, günahlara girer.

Nasıl bir sinek kanadı göz üstüne bırakılsa; bir dağı setreder, göstermez.

Öyle de insan garaz damarıyla, sinek kanadı kadar bir seyyie ile dağ gibi hasenatı örter, unutur; mü'min kardeşine adavet eder, insanların hayat-ı içtimaiyesinde bir fesad âleti olur.

   Şeytanın bu desisesine benzer diğer bir desise ile, insanın selâmet-i fikrini ifsad ediyor, hakaik-i imaniyeye karşı sıhhat-i muhakemeyi bozuyor ve istikamet-i fikriyeyi ihlâl ediyor.

Şöyle ki:

   Bir hakikat-i imaniyeye dair yüzer delail-i isbatiyenin hükmünü, nefyine delalet eden bir emare ile kırmak ister.

Halbuki kaide-i mukarreredir ki: "Bir isbat edici, çok nefyedicilere tereccuh ediyor." Bir davaya müsbit bir şahidin hükmü, yüz nâfîlere racih olur.

Bu hakikata bu temsil ile bak.

Şöyle ki:

   Bir saray, yüzer kapalı kapıları var.

Bir tek kapı açılmasıyla, o saraya girilebilir, öteki kapılar da açılır.

Eğer bütün kapılar açık olsa, bir iki tanesi kapansa, o saraya girilemeyeceği söylenemez.

   İşte hakaik-i imaniye o saraydır.

Herbir delil, bir anahtardır, isbat ediyor, kapıyı açıyor.

Bir tek kapının kapalı kalmasıyla o hakaik-i imaniyeden vazgeçilmez ve inkâr edilemez.

Şeytan ise, bazı esbaba binaen, ya gaflet veya cehalet vasıtasıyla kapalı kalmış olan bir kapıyı gösterir; isbat edici bütün delilleri nazardan ıskat ediyor.

"İşte, bu saraya girilmez, belki saray değildir, içinde birşey yoktur." der kandırır.

   İşte ey şeytanın desiselerine mübtela olan bîçare insan!

Hayat-ı diniye, hayat-ı şahsiye ve hayat-ı içtimaiyenin selâmetini dilersen ve sıhhat-i fikir ve istikamet-i nazar ve selâmet-i kalb istersen; muhkemat-ı Kur'aniyenin mizanlarıyla ve Sünnet-i Seniyenin terazileriyle a'mal ve hatıratını tart ve Kur'anı ve Sünnet-i Seniyeyi daima rehber yap ve "

اَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ

" de, Cenab-ı Hakk'a ilticada bulun.

   İşte bu onüç işaret, onüç anahtardır.

Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyan'ın en âhirki suresi ve "

اَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ

"in mufassalı ve madeni olan

اَسْتَع۪يذُ بِاللّٰهِ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

قُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ النَّاسِ ٭ مَلِكِ النَّاسِ ٭ اِلٰهِ النَّاسِ ٭ مِنْ شَرِّ الْوَسْوَاسِ الْخَنَّاسِ ٭ الَّذ۪ى يُوَسْوِسُ ف۪ى صُدُورِ النَّاسِ ٭ مِنَ الْجِنَّةِ وَ النَّاسِ ٭

Suresinin hısn-ı hasîni ve kal'a-i metininin kapısını o onüç anahtarla aç, gir, selâmeti bul!

سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ

وَ قُلْ رَبِّ اَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاط۪ينِ ٭ وَاَعُوذُ بِكَ رَبِّ اَنْ يَحْضُرُونِ

Lemalar - 88

İKİNCİ NOKTA

KUSURUNU GÖRMEMEK

Şeytanın mühim bir desisesi (tuazağı aldatması),insana kusurunu itiraf ettirmemektir.Tâ ki istiğfar ve istiaze(şeytandan Allah'a sığınma) yolunu kapasın.Hem nefsi insaniyenin enaniyetini tahrik edip,tâ ki nefis kendini avkat gibi müdafaa etsin,âdeta taksirattan takdis etsin.
Evet şeytanı dinleyen bir nefis,kusurunu görmek istemez;görse de,yüz tevil ile tevil ettirir.(Tarafgirlikle bakan hiçbir kusuru görmez) sırrıyla,nefsine nazarı rıza ile baktığı için aybını görmez.Aybını görmediği için itiraf etmez,istiğfar etmez,istiaze etmez,şeytana maskara olur.Hazreti Yusuf A.S. gibi bir peygamber-i âlişan;Ben nefsimi temize çıkarmam;çünkü nefis daima kötülüğe sevkeder,ancak Rabbim rahmet ederse,o başka.(Yusuf suresi:53) dediği halde ,nasıl nefse itimat edilebilir.
Nefsini ittiham eden,kusurunu görür.Kusurunu itiraf eden istiğfar eder.İstiğfar eden,istiaze eder.İstiaze eden, şeytanın şerrinden kurtulur.Kusurunu görmemek,o kusurdan daha büyük bir kusurdur.Ve kusurunu itiraf etmemesi büyük bir noksanlıktır.Ve kusurunu görse o kusur kusurluktan çıkar.İtiraf etse, affa müstahak olur.

10 Şubat 2022 Perşembe

BEDİÜZZAMAN'A GÖRE SIDK VE KİZB:

 DOĞRULUK VE YALAN

Sıdk ve kizbin İslam içtimaiyyatındaki yeriyle ilgili bir tahlili Bediüzzaman merhumdan aynen iktibas ediyoruz. Tahlilin sonunda göreceğiz ki merhum, zamanımızda hiç bir suretle yalana fetva vermemekte, ya sıdk ya sükut demektedir.

"Bütün hayatımdaki tahkikatımla ve hayat-ı içtimaiyenin çalkamasıyla hülasa ve zübdesi bana kat'î bildirmiş ki, sıdk, İslamiyet'in üssü'l- esasıdır ve ulvî seciyelerinin râbıtasıdır ve hissiyat-ı ulviyesinin mizacıdır. Öyle ise, hayat-ı içtimaiyemizin esası olan sıdkı, doğruluğu içimizde ihya edip onunla mânevî hastalıklarımızı tedâvi etmeliyiz.

Evet sıdk ve doğruluk, İslâmiyet'in hayat-ı içtimâiyesinde ukde-i hayatiyesidir. Riyakârlık, fiilî bir nevi yalancılıktır. Dalkavukluk ve tasannu alçakça bir yalancılıktır. Nifâk ve münâfıklık muzır bir yalancılıktır. Yalancılık ise: Sâni-i Zülcelâl'in kudretine iftirâ etmektir. Küfür, bütün envâıyla kizbdir, yalancılıktır. İman sıdktır, doğruluktur. Bu sırra binaen kizb ve sıdkın ortasında hadsiz bir mesafe var. Şark ve Garb kadar birbirinden uzak olmak lâzım geliyor. Nar ve nur gibi birbirine girmemek lazım. Halbuki, gaddar siyaset ve zalim propaganda birbirini karıştırmış, beşerin kemalâtını da karıştırmış.

Bu sıdk ve kizb, küfür ve iman kadar birbirinden uzak, Asr-ı saadette sıdk vâsıtasiyle Muhammed aleyhissalâtu vesselâmın âlâ-yı illiyyîne çıkması ve o sıdk anahtarıyla hakaik-i mânîye ve hakaik-i kâinat hazinesi açılması sırrıyla, içtimâiyat-ı beşeriye çarşısında sıdk en revâçlı bir mal ve satın alınacak en kıymetli bir meta hükmüne geçmiş.

Ve kizb vasıtasıyla Müseylime-i Kezzab'ın emsâli, esfel-i sâfiline sükût etmiş ve kizb o zamanda küfriyat ve hurafatın anahtarı olduğunu o inkılâb-ı azîm gösterdiğinden kâinat çarşısında en fena, en pis bir mal olup, o malı satın almak değil; herkes nefret etmesi hükmüne geçen kizb ve yalana, elbette o inkılâb-ı azîmin saff-ı evveli olan ve fıtratlarında en revaçlı ve medâr-ı iftihar şeyleri almak ve en kıymetli ve revâçlı mallara müşteri olmak fıtratında bulunan Sahabeler; elbette, şüphesiz bilerek ellerini yalana uzatmazlar. Kizb ile kendilerini mülevves etmezler. Müseylime-i Kezzab'a kendilerini benzetmezler. Belki, bütün kuvvetleriyle ve meyl-i fıtrîleriyle en revâçlı mal ve en kıymettâr meta ve hakikatların anahtarı Muhammed aleyhissalâtu vesselâm'ın âlâ-yı illiyyine çıkmasının basamağı olan sıdk ve doğruluğa müşteri olup, mümkün olduğu kadar sıdk'tan ayrılmamaya çalıştıklarından, ilm-i Hadisçe ve ulema-i şeriat içinde bir kaide-i mukarrere olan "Sahabeler, daima doğru söylerler. Onlardaki rivayet, tezkiyeye muhtaç değil. Peygamberden (aleyhissalâtu vesselâm) rivayet ettikleri hadisler, bütün sahihdir" diye ehl-i şeriat ve ehl-i Hadisin ittifakına kat'î hüccet ve mezkûr hakikattir.

İşte Asr-ı Saadet'teki inkılâb-ı azîm, sıdk ile kizb, iman ile küfür kadar birbirinden uzak iken zaman geçtikçe gele gele birbirine yakınlaştı. Ve siyâset propagandası bazan yalana ziyade revaç verdi. Fenâlık ve yalancılık bir derece meydan aldı. İşte bu hakikat içindir ki Sahabelere kimse yetişemez...


KURTULUŞUMUZ DOĞRULUKTADIR

 Necat yalnız sıdkla, doğrulukla olur. "Urvetü'l-vüska" sıdktır. Yani, en muhkem ve onunla bağlanacak zincir doğruluktur. Amma maslahat için kizb ise, zaman onu neshetmiş. Maslahat ve zaruret için bazı âlim "muvakkat" fetvâsı vermişler. Bu zamanda o fetvâ verilmez. Çünkü, o kadar su-i istimal edilmiş ki yüz zararı içinde bir menfaatı olabilir. Onun için hüküm maslahata bina edilmez. Meselâ: Seferde namazı kasretmenin sebebi, meşekkattir. Fakat illet olamaz. Çünkü muayyen bir haddi yok. Su-i istimale düşebilir. Belki illet yalnız sefer olabilir. Aynen öyle de maslahat dahi yalan söylemeye illet olamaz. çünkü muayyen bir haddi yok, su-i istimale müsait bir bataklıktır. Hükm-ü fetva ona bina edilmez. Öyle ise: اِمَّا الصِّدْقُ وَاِمَّا السُكُوتُ. yani yol ikidir, üç değildir. Ya doğru, ya yalan, ya sükût değildir.

İşte şimdi beşerin ortadaki dehşetli yalancılığıyla ve tezviratlarıyla emniyet-i umumiyenin ve rûy-i zemin asâyişlerinin zir-ü zeber olması kizble ve maslahatın su-i istimâli ile olmasından, elbette o üçüncü yolu kapatmaya beşeri mecbur ediyor ve kat'î emir veriyor. Yoksa, bu yarım asırda gördükleri umumî harpler ve dehşetli inkılâblar ve sükutlar ve tahribatlar, başlarına bir kıyâmeti koparacak.

Evet, her söylediğin doğru olmalı; fakat her doğruyu söylemek doğru değil. Bazan zarar verse sukut etmek, yoksa yalana hiç fetva yok. Her söylediğin hak olmalı, fakat her hakkı söylemeye senin hakkın yok. Çünkü hâlis olmazsa su-i tesir eder, hak, haksızlıkta sarf olur."[3]

YALAN VE YALANCI HAKKINDA

 YALAN HAKKINDA

Kizb, yalan demektir. Dilimize kizb kelimesi aynen girmiştir. Tekzib şekliyle yalanlama manasında daha çok kullanırız. Dinimiz yalancılığı kötü huyların başında kabul eder ve şiddetle reddeder. Kur'an-ı Kerim'de  küfr bazan kizble ifade edilir. Mükezzib yani  yalancı, "kâfir"  manasındadır.

"Allah adına yalan söyleyen ve hak kendisine geldiği zaman onu yalanlayan kimseden daha  zalim kim vardır? Kâfirler için cehennemde yer mi yok?" (Zümer 32) ayetinde kizb küfür manasında kullanılmıştır.

Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), bir müslümanın hırsızlık, zina, içki gibi hakkında had cezası gelen  en ağır suçları işleyenlerin bile cennete gidebileceğini belirtir, fakat yalanı Müslümana bir türlü yakıştıramaz. Aleyhissalâtu vesselâm'ın ifadelerinden, yalanın sayılan bu günahlardan çok daha çirkin,  çok daha alçaltıcı bir cürüm, en bayağı bir ahlaksızlık olduğunu anlamaktayız: "Mü' minde  her huy bulunabilir, yalan ve hıyanet hariç."

Kizb, sıdkın zıddıdır. Sıdkla ilgili olarak gerekli açıklamaları yaparken, kizbten de bahsedilmiştir. Bu bahisle ilgili mütemmim malumat için oraya bakılsın. [1

YALANIN VE YALANCININ ZEMMİ .

1. (5202)- Safvan İbnu Süleym (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resulü! dedik, mü'min korkak olur mu?"

"Evet!" buyurdular. "Pekiyi cimri olur mu?" dedik, yine:

"Evet!" buyurdular. Biz yine:

"Pekiyi yalancı olur mu?" diye sorduk. Bu sefer: "Hayır! buyurdular." [Muvatta, Kelam 19, (2, 990).]

8 Şubat 2022 Salı

HÜRRİYET NEDİR ?

 Hürriyet: “Serbestlik, hür olmak, meşru dairede herkesin tam serbest olması.” demektir.

Ders kitaplarında çocuklarımıza öğrettiğimiz en yaygın hürriyet anlayışına göre, “insan başkasına zarar vermemek şartıyla dilediğini icra edebilir.” Yani, insanlar başkalarına zarar vermekte hür değildirler.

İslâm, bu vadide daha geniş bir çerçeve çizer. İslâm’da kişinin kendine zarar verme, kendi aleyhine iş görme hürriyeti de yoktur. Bu vücut, bu ruh, bu akıl hepsi insana emanettir. Ve insan bu emanetlere hıyanet etme hürriyetine sahip değildir.

İnsan intihar edemez, zira bu can onun şahsî malı değildir. Değil intihar etmek, bir tek parmağını dahi kesemez. Ve yine insan, içki ve uyuşturucu kullanamaz, zira bu aklı o yapmış değildir.

Bundan dolayı İslâm’a göre “gerçek hürriyet, insanın ne nefsine ne de başkasına zarar verme yetkisine sahip olmaması, iradesini ancak bu sınırlar içinde serbestçe kullanması” şeklinde karşımıza çıkar.

Madem ki, insan Allah’ın kulu, Onun eseri, Onun mahlûkudur. Ve yine, bu dünyayı kendisi döndürmüyor, baharı o getirmiyor; öyle ise bir genç kızımız, bir bahar günü, sokağa dilediği kıyafetle çıkıp, başkalarının şehvetini tahrik edemez. Onun Allah’a karşı isyan hürriyeti olmadığı gibi, başkalarını günaha sokma, onların ruhlarını yaralama, hayallerini ifsat etme hürriyeti de yoktur.

Hürriyetin, hem dünya hem de ahiret hayatına bakan yönleri var. Ahirete bakan yönü; insanın kendi iradesini, hayır olsun şer olsun, dilediği sahada kullanabilmesiyle bu dünyada İlâhî bir imtihana tâbi tutulmuş olmasıdır.

Hürriyetin dünyaya bakan yönü ise, insanların değişik sahalarda faaliyet göstermeleriyle, bir tek canlı türü olan insandan sayılamayacak kadar çok meslek çeşidinin doğabilmesidir. İnsanoğlu, dülgerlikten mimarlığa, ressamlıktan doktorluğa kadar nice meslek guruplarından dilediğini icra edebiliyor ve etmiş de. Manevî sahada da insanlar, farz ibadetler yanında, diledikleri nafileleri istedikleri kadar icra etme hürriyetine sahipler. İstedikleri ilim dalında ilerleyebiliyorlar. Farklı hayırlar, değişik ibadetler yapabiliyorlar. Bütün bunlar, her mümin için ahirette ayrı bir cennet makamı olarak tezahür ediyor.

İşte hürriyetin ahirete bakan yönü de bu şekilde karşımıza çıkıyor. Ahiret denilince elbette ki sadece cenneti hatırlamak eksik olur; onun bir de cehennem ülkesi var. İşte hürriyeti yanlış anlayarak, hiçbir kayıt altına girmek istemeyen asi ruhlar, bu dünyada çok çeşitli günahlar ve isyanlar sergiliyorlar. Bunlar ise, cehennemdeki farklı azap menzillerini netice veriyor

6 Şubat 2022 Pazar

KİŞİNİN FİTNESİ

 

Fitne kelimesinin taşıdığı bu çeşitli mânalar, aslında, birbirinden tamamen uzak değildir. Birçoğu birbirine yakındır ve ebedî bir hayat içinde ve tekamülden geçmek üzere yaratılmış bulunan insanın imtihanında düğümlenmektedir. Yani insan bir imtihan için yaratılmıştır (Mülk 2). O, çeşitli şekillerde, hayırlaşerle (Enbiya 35); bollukladarlıkla, hastalıklasağlıkla (Bakara 155), dünyevî derece ve nimetlerde üstünlük ve alçaklıkla (En'am 165) vs. imtihan edilmektedir. Maruz kaldığı imtihanların hepsi, Kur'an ve hadisin dilinde "fitne"dir, yani imtihandır. "(Ey iman edenler) mallarınız, evladlarınız herhalde sizin için bir fitnedir (imtihandır) ..." (Tegâbün, 15). Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) de şöyle buyurur: "Kişinin fitnesi, ailesinde, malında, nefsinde, çocuğunda ve komşusundadır. Bu fitneyi, oruç, namaz, sadaka, emr-i bi'lma'ruf ve nehy-i ani'lmünker (yani iyiliği emir, kötülükten men etmek) yollarıyla örter (telafi eder)."

Burada fitne olarak tavsif edilen mal, nefis, evlad gibi şeyler diğer hadislerde düşman ve hatta en büyük düşman olarak tavsif edilir: "Öldürdüğün takdirde, senin için bir nur olan, seni öldürdüğü takdirde (şehadetine sebep olarak) cennete gönderen düşman değildir. Hakiki ve en büyük düşmanın kendi sulbünden gelen evladın, sonra tasarrufun altında bulunan malındır."

Şu hadiste ise bu sayılanlar arasında birinci planda nefsin yer aldığı, kişinin afaki, dış hadisatta boğularak kendini unutmaması, ruhunu güzel ahlak, iyiniyet, hayırhahlık gibi faziletlerle tezyin edip, kötü huylarını baskı ve kontrol altına alması için mücadeleye çağırır: "Senin en büyük düşmanın, içindeki nefsindir."

Allah'ın verdiği her çeşit nimet (sağlık, mal, mülk, evlad...) mü'minin vermekte olduğu imtihanı kazanmasına vesile olursa, bunlar gerçek mânada nimet olur. Aksi takdirde, düşmandır. İnananların bu mühim hakikattan gafil olmamaları için, Kur'an ve hadiste çok çarpıcı ifadelerle dikkatler çekilir. Mesela bir ayette: "Ey iman edenler, eşlerinizin, evlatlarınızın içinde hakikaten size düşman (olanlar) da var. O halde onlardan sakının" (Tegâbün, 14) denmektedir.

Şu ayet de mal ve evladın nasıl düşman olabileceğini açıklar: "Ey iman edenler, sizi ne mallarınız, ne evladlarınız Allah'ın zikrinden alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir" (Münafıkûn 9).


Bu bahsi, Abdullah İbnu Ömer'in bir sözü ile noktalayabiliriz: "Sizden hiç kimse "Ya Rabbi, fitneden (imtihandan) sana sığınıyorum" demesin. Zîra, sizden hiç kimse fitnenin (imtihanın) dışında kalmaz. Ancak istiazede bulunan kimse fitnenin şerrinden (muhtemel maddî ve manevî zararlarından) istiazede bulunsun. Nitekim Cenab-ı Hak: "Mallarınız ve evlatlarınız sizin için bir fitnedir" buyuruyor." Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şu hadisinde de kaçınılması mümkün olmayan, ancak alınacak tedbirlerle zararı asgariye düşürülebilecek bir fitneden söz edildiği görülmektedir: "Ben, arkamda, erkekler için kadından daha zararlı bir fitne bırakmıyorum."

Kişinin nefsî meseleleriyle alakalı bu açıklamalar, esas mevzumuzdan uzaklaşma sayılmamalıdır. Zîra ileriki bahislerde daha iyi görüleceği üzere, cemiyeti kasıp kavuran asıl fitnenin sebebini, kişinin ailesindeki fitneyi (imtihanı) hafife alması ve bu küçük dairedeki imtihanı kaybetmesi teşkil etmektedir.[16]


İNSAN VE İBADET


Kaç trilyon hücreden, yaratırsın bedeni,

Her bedene yüklersin, bir varoluş nedeni.

Evrendeki her zerre, tesbih ederken seni,

Baş eğerken emrine, bu kâinat , bu mîzan;

Nasıl olur da Sana, secde etmez bir insan !.

Mûcizeler verirsin; kulak duyar, göz görür,

Kalp atar, dil konuşur, el tutar, ayak yürür.

Mal, mülk, evlât verirsin; hepsi de yüz güldürür,

Sağnak sağnak yağarken, bunca rahmet ve ihsan;

Nasıl olur da Sana, secde etmez bir insan !.

Fırtınalı denizden, kurtarırsın kulunu,

Bir şans daha verirsin, ve açarsın yolunu,

Lâkin; Sana eş koşar, cübbesini, çulunu,

Bu büyük nankörlüğü, reddederken o vicdan,

Nasıl olur da Sana, secde etmez bir insan !.

İçki, zina ve kumar, birer şeytan oltası,

Dünyaya hükmediyor, cehâletin sultası,

Din, cahilin elinde, oldu zulüm baltası,

Peygamber ahlâkını, emrederken o Kur’ân,

Nasıl olur da Sana, secde etmez bir insan !.

Şeytan ki; unutturur, o mahşer dehşetini,

Gıybet ile yedirir, ölmüş kardeş etini.

Cehenneme yol eder, bu dünya servetini;

Davul zurna çalarak, gelirken bunca hüsran;

Nasıl olur da Sana, secde etmez bir insan !.

Çok şükür ! Rahmetinin, farkındayım nicedir,

Sensiz geçen saniye, sabahsız bir gecedir.

Bilirim.. Senin affın, azâbından yücedir;

Yetmiyor kudretine, hiçbir söz, hiçbir lisan;

Nasıl olur da Sana, secde etmez bir insan !.






MAL VE SERVET İLE İMTİHAN OLUYORUZ

 

"Mal ve servet insan için bir imtihandır." (Zümer, 39/49-52) Bu imtihandan başarılı çıkmanın yolu da cömertliktir. (Tegabün, 64/15-17).

İnsanların cömertlikten kaçmasının sebepleri başında: "Benim olan varlığı başkalarına niçin vereyim?" duygusu ile, "Başkalarına verirsem,benim varlığım azalır ve zaruret zamanında zahmete düşerim" düşüncesi gelir. İslam dini ise bu duygu ve düşünceyi kökünden kaldırmıştır. İslâm'a göre mal ve servet herhangi bir şahsın inhisarı altında değildir. Mal ve servet yalnız Allah Teâlâ'nındır. Her şeyin gerçek Mâlik'i O'dur. (Âli İmrân, 3/179; Hadîd, 57/10) Kur'an-ı Kerîm'de bu durum yirmiyi aşkın ayette vurgulanmaktadır. Mülk Allah Teâlâ'nın olduğuna göre, tabiî olarak sahibinin yolunda sarfedilmesi, inanan için en makûl bir hadise olarak değerlendirilir. Mümindeki cömertlik duygusu da bu düşünceden kaynaklanır. Hz. Peygamber, şöyle buyurur:

"Cömert kişi, Allah'a yakın, Cennet'e yakın, insanlara yakın ve Cehennem ateşinden uzaktır. Hasis insan, Allah'tan uzak, Cennet'ten uzak ve Cehennem ateşine yakındır. Cömert cahil, ibadet eden cimriden Allah'a daha sevimlidir" (Tirmizî, Birr, 40) "Gıbta edilecek kişilerden biri de cömertlerdir" (Buhârî, Temennâ, 5; Tevhid, 45). Peygamberimiz, insanlara dünyada yaşadıkları sürece cömert olmalarını, işi öldükten sonraya bırakmamalarını tavsiye eder: "Sadakanın en iyisi bizzat kendisinin vereceği sadakadır. Sadaka sağ iken, malınız elinizde iken, istediğiniz kimseye istediğiniz kadar verdiğinizdir. Yoksa can boğaza geldikten sonra geç kalmış olursunuz. Sizden sonrakiler istediklerini yapar. " (Buhârî, Vesâya, 14).

Abdullah b. Abbâs, Hz. Peygamber'in cömertliğini şöyle anlatır: "Allah'ın Rasûlü, insanların en cömerdi ve en iyilik severi idi. Ramazan'da Cebrâil ile beraber bulunduğu zamanlarda her şeyini verirdi." Cebrâil, her Ramazan gecesi Rasûlullah'ın yanına gelir, ona Kur'an öğretirdi. Cebrâil şöyle derdi: "Allah'ın Râsulü bereket getiren rüzgârlardan daha cömerttir" (Müslim, Fezâil, 12, 2308).

Câbir b. Abdullah şöyle derdi:

"Rasûlullah (s.a.s.) kendisinden herhangi bir şey istendiğinde, asla, "hayır" dememiştir." (Y. Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, III, 1181).

Hz. Ali'den şöyle rivayet edilmiştir: "Rasûlullah'dan bir şey istendiği zaman, eğer bu isteği yerine getirmek isterse, "peki" derdi. Yapmak istemediği zaman da susardı. Hiç bir şey için "hayır" dememiştir" (Y. Kandehlevî, aynı yer).

"Öyle zamanlar yaşadık ki, aramızdan hiç biri, müslüman kardeşinden daha çok altın ve gümüşe sahip olmayı düşünmedi..." diyen Abdullah b. Ömer (r.a.)'ın sözü, bize, ashabın cömertlik ve isâr konusunda nasıl davrandığını göstermektedir. Şu halde, sonradan pişmanlık duymamak için, müslümanın cömert davranarak Allah Teâlâ'nın kendisine ihsan ettiği malını sağlığında Allah yolunda ve O'nun rızasına uygun bir biçimde harcaması gerekir. Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor: "Sizden birinize ölüm (alâmetleri) gelip de: "-Ey Rabbim, beni yakın bir zamana kadar geciktirsen de, sadaka versem ve salihlerden olsam" demeden önce size, rızık olarak verdiğimiz şeylerden (Allah yolunda) harcayın." (Münâfikûn, 63/10).

Gazzali der ki: "Malı olmayan kişide hırs değil kanaat olmalıdır. Malı olan kişide ise cimrilik değil cömertlik olmalıdır."

Rafet Özcan