30 Eylül 2018 Pazar

ÖĞRETMENİN İYİSİ ÇOK İYİ...

İlk okul öğretmeni...

 
  Neva 78 aylık. Bu sene ilkokula başladı. İlk heyecan, ilk forma, ilk teneffüs, ilk yazı tahtası... Bir aydır heyecanla okulun açılacağı günü bekliyor(uz). Onu bu kadar heyecanlandıran, okul açılsın diye gün saydıran küçük bir telefon görüşmesi oldu. Kızımı hiç görmediği halde bayramda bayramını kutlayan güzel yürekli öğretmenimiz, onun icine bir kıvılcım düşürmeyi başardı.
   Geçen yıl, yarı yıl tatilinden itibaren kızımız için doğru öğretmeni arıyoruz. Hangi okuldan ziyade hangi öğretmen sorusunun peşine düştük. Şunu bütün kalbimle söyleyebilirim ki bir öğretmenden beklediğim şey evladıma bilgi yükleyip, kurulmuş bir robot gibi duyarsız ama bilgili bir birey olarak hayatın kollarına salması değil. Günümüzde bilgiye ulaşmak o kadar kolay ki. Her şey bir tık ötemizde. Hele ki robotların hakim olacağı bir dünyada robot gibi insanlara hiç ihtiyacımız kalmayacak.  Biz insan gibi gençleri özlüyor olacağız zamanla. Soru sorunca göz teması kuran, çevresinde olup bitene duyarlı, paylaşmayı, konuşmayı, selamlaşmayı bilen, düşeni kaldıran, sabretmeyi-beklemeyi bilen, dertli olanla dertleşen insan sayısı giderek azalırken yetiştirdiğimiz robotlarla başbaşa kalacağız....
 
   Her şey ailede başlıyor ama sadece aileyle bitmiyor çocuk yetiştirmek. Okula adımını atar atmaz çocuk öğretmenini öyle bir yere koyuyor ki gönlünde ne annesi ne babası o yere ulaşamıyor. Öğretmenin sözleri herkesinkinden üstün oluyor bir anda. O ne derse doğru oluyor çocuğun gözünde. İşte tam da çocuğun öğretmeni  hayatının merkezine koyduğu bu dönemde,çekim noktasına ne koyarsak ruhuyla bedeniyle o noktaya doğru sorgusuz sualsiz gidiyor çocuklar.
     O çekim noktasına doğru kişiyi yerleştirmek için hem çok dua ettim hem de çok sorup soruşturdum. Dediler ki sorduklarım "Levent Yıldırım "diye bir öğretmen var. Çocuğunu gözü kapalı emanet edebilirsin. Öyle her duyduğuma inanır mıyım.... Eve mutfak robotu alırken bile kaç farklı kişiye soruyorum, öğretmen tercih ederken tek kişiyle yetinir miyim, konuşup tanişmadığım insana çocuğumu bırakır mıyım hiç, bırakmaaammm;)))
    Duyduklarım içime sindi ama görmeden olmazdı değil mi? Google'a yazdım kimmiş bu öğretmen diye. Hemen web sitesi çıktı karşıma. X kuşağından teknolojiyi iyi kullanan biri olması hem hoşuma gitti hem de buna zaman ayırmasını takdir ettim. Yaptığı etkinliklere baktım. Tam öğrenme, yaparak yaşayarak öğrenme ( yapılandırmacı) birleşimi bir sistemi var diye düşündüm. Ayrıca Tema Vakfı Kırşehir yetkilisi olması doğasever olduğunu gösterdi. Web sitesinden telefon numarasını öğrenip randevu alıp  okulda tanıştık. İlk izlenim harikaydı. 40 yıldır tanıyormuş gibi davrandı eşimle bana. Sonra dedim ki; hocam sizin ögretme stiliniz nedir, eğitim felsefeniz nedir?
- Çocuğun kendi kendine yeten bir birey olmasını hedefliyorum dedi.
    Aradığım cevabı bulmuştum. Bu öğretmen robot yetiştirmiyordu. Klasik müfredatı uygulamıyordu ayrıca güleryüzlü ama disiplinli oluşu her halinden belliydi . O gün vedalaştık. Sonrasında ara ara görüştük. Hep aynı  samimiyet, hep aynı ilgi... Ben bu öğretmenin sırrını çözdüm o herkese kendini özel hissettiriyordu. Onun formülü buydu. Nereden mi biliyorum. Sınıfımızda üst düzey bürokrat olan veliler var. Okulun ilk günü öğretmenimizin onlara ve bize davranışı aynıydı. Diger velilere de aynı  bize davrandığı gibi davranıyordu . Ona hep Öğretmenimiz diyorum çünkü biz de ondan çok şey öğreniyoruz. Sevmeyi öğreniyoruz ilk önce , öyle güzel seviyor ki herkesi...Dakikliği, zaman yönetimini, emeğe saygıyı...Ailemizin öğretmeni;)
   6 gündür kızım öğretmeniyle başbaşa. İçim öyle rahat ki. Gözüm hiç  arkada kalmıyor. Levent öğretmen var diyorum, o halleder.
    Şimdi öğretmenimden tek isteğim bu güzel karakterini çocuğuma aktarması. Başka hiç bir şey istemiyorum. Kendisi gibi işine, çevresine saygılı, emeğini esirgemeyen biri olarak yetişsin evladım bu bize ondan miras olarak yeter de artar bile...
     Bu kadar konuştuk merak edenler  için öğretmenimizin web sitesi burada

27 Eylül 2018 Perşembe

ALLAH VE RASÜLÜNÜN YASAKLADIĞI BİR DURUM

DÖVME

İnsan vücudunun muhtelif yerlerine yüze, kola, ele, göğse, derinin iğne vb. sivri âletlerle şekle uygun olarak delinip, üzerine mürekkep, çivit vs. dökülmek sûretiyle yapılan nişan ve resim hakkında kullanılan bir tabir.

Dövme süs olarak yapılırdı. Câhiliye Arapları arasında yaygın bir âdetti. Bilhassa Arap kadınları dövme hususunda çok ileri gitmişler, vücutlarının birçok kısımlarını nakışlarla doldurmuşlardı. Hattâ bazıları vücutlarına, tapındıkları put şekillerini kazımışlardı.

Eski Trakyalılarda dövme asalet nişanesi, eski Yunanlılarda da ahlâksızlık damgası sayılırdı. Hristiyanlar'da da vücutlarına dövme usulüyle haç resmi kazıtanlar vardı. Kudüs'e hacca giden hristiyanlar, kol ve ellerine dövme yaptırırlardı. Osmanlılar'da yeniçeriler arasında dövme çok yaygındı. (Tecrid-i Sarih Terr., 351, 381).

Eski çağlardan türlü şekillere bürünerek zamanımıza kadar gelen dövme geleneği bugün bile garip şekillerde sürmektedir. Cahiliye devirlerine ait ilkel bir süs halinde kalması yirminci yüzyıl mantığına daha çok yakışacak dövme; Mısırlılar'ın mumyası, Asurlular'ın örgü sakalı gibi, tarih yapraklarında birer hatıra gibi kalmamış, garip bir ilgi ile günümüze kadar gelmiştir. Dövmecilikte Japonlar oldukça ileridirler. Onlar bu işi güzel sanatların bir dalı olarak kabul etmişlerdir.

Dövme, domuz yahut balık ödü, is karası, susam yağı gibi ilaçlarla yapılır. İşlem sırasında kişi büyük bir ızdırap duyar. Büyük boyda dikiş iğneleri yanyana dizilerek bir deste halinde bağlanır. Beğenilen resim ve şekil çizilir, sonra bu iğne destesi o şekil üzerine bastırılarak zımbalanır. Bu cılk yaranın üstüne renk verici madde sürülüp bezle sarılır. Renk maddesi yukarıda saydıklarımızın dışında normal boya veya kara barut olabilir. Genellikle barut ve çin mürekkebi kullanılır. Dövme iğnelerinin acısı bittikten sonra yaranın acısı başlar. İğnelenen yer şişer, iltihap yapar, tıpkı normal bir yara gibi işler ve kabuklanır. Bir de cilt altına yabancı bir cisim gömerek yapılan dövme vardır ki, buna en fazla Eskimolar'da, Çukçiler'de Gurdenlandlılar'da ve İtalya'nın bazı bölgelerinde rastlanır.

Veşm; hem eziyet, hem de Allah'ın yarattığı güzel sûreti değiştirip bozmak olduğu için çirkin bir harekettir. İnsanları bu kötü işe teşvik eden şeytandır. Cenâb-ı Hak bu durumu şöyle özetliyor: "Şeytan dedi ki: Elbette senin kullarından belli birtakımı alıp onları saptıracağım. Onlara kuruntu kurduracağım, develerin kulaklarını yarmalarını emredeceğim, Allah'ın yarattığını değiştirmelerini emredeceğim. " (en-Nisâ, 4/119) Hz. Muhammed (s.a.s.) "Allah'u Teâlâ dövme yapan ve yaptırana kaşlarını incelten ve güzellik için dişlerini törpüleyip Allah'ın yarattığı şekli değiştiren kadınlara lânet etmiştir. " (İbn Hacer el-Heytemî, ez-Zevacir, Mısır 1970, I, 141) demiştir.

Bazı âlimler dövme yaptırmayı büyük günahlardan saymışlardır. Lânet edilen bir hareketin ne derece kötü olduğu ortadadır. Hadis-i şerifte sadece kadınların zikredilmesi, bu hareketin bilhassa kadınlar arasında yaygın olmasından dolayıdır. Kadınlar için yasak olunca erkekler için de yasak olacağı tabiidir. Yasağın bu derece şiddetli olması özellikle Allah'ın yarattığı tabii güzelliği beğenmeyip bozmaya kalkışmaktan dolayıdır. İslâmiyet insan tabiatına en uygun din olduğu için insanların her hal ve hareketlerinden daima tabii olmalarını, sun'i ve sahte hareket ve fiillerden sakınmalarını istemektedir. İnsanın şekli fıtrîdir. Allah'ın bahşettiği bu tabiî şekil ve güzelliğin üstünde bir güzellik var mıdır? Şayet daha güzel bir şekil olsaydı meselâ Allah dudaklarımızı, kırmızı yaratırdı (Tecrid-i Sarih Trc. V, 351-352).

Dövme günümüzde birçok ülkelerde bilhassa Afrika'da yaygın haldedir. İnsanın tabii halini bozup zaman zaman çok gülünç ve iğrenç hallere girmesi günümüzde çokça görülmektedir. Ruh ve ahlâk güzelliğinin değerini kavrayamayanlar, kendilerini iman, ilim ve edeple süsleyecekleri yerde, çürüyüp toprak olacak fâni vücutlarını süslemekle meşguldürler.

26 Eylül 2018 Çarşamba

BİRLİKTEN KUVVET DOĞAR

BİRLİK BERABERLİK

İslâm'ın hakimiyeti için mümin kulların bir arada bulunup birlikte hareket etmeleri ile ilgili olarak kullanılan bir tabir. Cenâb-ı Hak, Kur'an-ı Kerîm'de: "Hepiniz birden Allah'ın ipine (İslâm'a) sarılın, asla ayrılmayın, " (Âli İmrân, 3/103) buyurmuş ve müslümanları Kur'an'ın etrafında birlik olmaya çağırmıştır. Aslında bütün semavî dinler gibi İslâmiyet de vahdet dinidir. Bu vahdetin (birliğin) temelinde "tek Allah inancı" vardır. İnsanca yaşamanın, huzura kavuşmanın tek yolu birlik ve beraberliktir.

Dinimizin emirleri müslümanlar arasında birliği sağlamağa yöneliktir. Tek Allah'a inanan müslümanların tek bir kitabı, tek bir kıblesi vardır. Her gün beş kere camide cemaatle namaz kılan ve bir araya gelen müslümanlar, birlik olmanın huzurunu duyarlar. Cuma ve bayram namazları da böyledir. Hac ibadeti ise İslâm birliğinin sembolüdür. Dünyanın dört bir tarafından gelen müslümanların, aynı anda Arafat'ta buluşmaları, tanışıp görüşmeleri gönüllerde İslâm'ın birlik ve beraberlik anlayışını kökleştirmektedir.

Sevgili Peygamberimiz bu konuda şöyle buyurmaktadır:

"Size birlik halinde bulunmanızı tavsiye eder; ayrılıp dağılmaktan şiddetle kaçınmanızı isterim. Zira şeytan, yalnız başına yaşayan insana yakın olup, beraber bulunan iki kişiden uzaktır. Kim Cennet'in ta ortasında yaşamak isterse, toplu halde bulunmaya baksın." (Tirmizî, Fiten, 7).

"Müslüman topluluğundan bir karış da olsa ayrılan kimse boynundaki İslâm bağını çözmüş demektir. " (Tirmizi, Âdâb, 78).

"Cemaatten ayrılmayınız. Şunu biliniz ki sürüden ayrılanı kurt kapar. "

" Allah'ın yardımı cemaatle (toplulukla) beraberdir. " (Ebû Davûd, Salat, 46).

Bu hadis-i şeriflere ve dinimizin birlik ve beraberlikle ilgili emir ve tavsiyelerine dikkat etmeli ve "cemaatin (birlik ve beraberliğin) rahmet, ayrılığın azap" (Tirmizî, Fiten, 7) olduğu unutulmamalıdır.

Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor: " Allah'a ve O'nun Rasûlüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin, sonra içinize korku düşer ve kuvvetiniz elden gider. Bir de sabırlı olun. Çünkü Allah, sabredenlerle beraberdir. " (el-Enfâl, 8/46).

Toplum düzeni birlik ve beraberlikle sağlanır. Sevgili Peygamberimiz bir hadislerinde, birlik ve beraberlik içinde yaşamanın toplum hayatı bakımından ne kadar önemli olduğunu, birliğin temin edilememesi halinde sosyal bünyede nasıl huzursuzluklar çıkacağını toplumu bir insan vücûduna benzeterek anlatmak istemiştir. Bazı organları hasta olan bir insanın vücudu nasıl zayıf ve güçsüz düşerse; düşmanlıkların yaygınlaştığı,birlik ruhunun kaybolduğu toplumlar da öyle güçsüzleşirler. Bu da düşmanın işine yarar. Bunun için bir milleti yıkmak,isteyenler, önce, o milleti meydana getiren fertler arasında ayrılık tohumları ekerek onları birbirine düşürürler. Birlik ve beraberliklerini bozarlar. Maddî ve manevî güçlerini kardeşlerine karşı kullanan ve düşmanlarını unutanlar kolayca başkalarına yem olurlar. Bu gerçek öteden beri bilindiği için, dünyaya hükmetmiş nice büyük devletler, düşmanları tarafından önce içeriden parçalanmış, sonra yıkılıp tarihten silinmişlerdir. Cenâb-ı Hak yukarıdaki ayet-i kerimede bu değişmez gerçeği hatırlatmakta ve böyle bir akibete uğramamak için Allah'ın ve O'nun Peygamberi'nin emirleri çerçevesinde birlik ve beraberliğin korunmasını emretmektedir.

İBADETİN ÖNEMİ

Elhasıl: Ey nefis! Bil ki, dünkü gün senin elinden çıktı. Yarın ise, senin elinde senet yok ki ona malik olasın. Öyle ise hakiki ömrünü, bulunduğun gün bil; en azından günün bir saatini, ihtiyat akçesi gibi, uhrevi bir sandıkça hükmündeki bir mescide veya bir seccadeye at.
Hem bil ki, her yeni gün, sana, hem herkese bir yeni âlemin kapısıdır. Eğer namaz kılmazsan, senin o günkü âlemin karanlıklı ve perişan bir halde gider, senin aleyhinde ahirette şehadet eder. Zira herkesin, her günde, şu âlemden kendine mahsus bir âlemi vardır. O âlemin keyfiyeti, o adamın kalbine ve ameline tâbidir. Nasıl ki, aynada görünen muhteşem bir saray, aynanın rengine bakar. Siyah ise siyah görünür; kırmızı ise kırmızı görünür. Hem onun keyfiyetine bakar. O ayna düzgünse, sarayı güzel gösterir. Düzgün değilse çirkin gösterir. Aynen bunun gibi, sen de kalbinle, aklınla, amelinle ve gönlünle kendi âleminin şeklini değiştirirsin. Ya aleyhinde, ya lehinde şehadet ettirebilirsin. Eğer namazı kılsan ve o namazınla o âlemin sahibine yönelsen, birden, sana bakan âlemin nurlanır, aydınlanır. Adeta namazın, bir elektrik lambası ve namaza niyetin, onun düğmesine dokunmak gibi, o âlemin karanlıklarını dağıtır. Senin o günkü âlemini, o nurun aksiyle ışıklandırır, senin lehinde nuraniyetle şehadet ettirir.
Namazın kıymetine dair hazırladığımız eser burada tamam oldu. Eserimizde Bediüzzaman hazretlerinin Risale-i Nur Külliyatı kaynak eser olarak kullanılmıştır. Osmanlıca bilmeyenler için metinleri sadeleştirerek ve şerh ederek naklettik. Ancak şunu itiraf edelim ki, Üstad hazretlerinin ifadesindeki tesiri muhafaza edemedik. Bu sebeple sizleri, kaynak eser olarak kullandığımız Risale-i Nur Külliyatına davet ediyor ve hakikatlerin kendisini Üstad hazretlerinin lisanıyla okumanızı tavsiye ediyoruz.
Ya Rab! Rahmetinin hürmetine, bizlere başta namaz olarak bütün ibadetleri sevdir ve onların edasında bizlere kuvvet ve şevk ver. Sana ibadet etmenin lezzetini kalplerimize ilka eyle! Seninle ünsiyet bulmayı ve zikrinden lezzet almayı bizlere ihsan et. Ve bu eseri, hem emeği, hem de seyreden kardeşlerimizin günahlarına bir keffaret olarak kabul eyle. Âmin, âmin, âmin…

25 Eylül 2018 Salı

ŞİMDİ OKULLU OLDUK,SINIFLARI DOLDURDUK

Okul korkusunu yenmek ekip işidir.

Okula gitmek istemeyen çocuklara ailelerin yaklaşımının önemli olduğunu söyleyen Psikolog Şebnem Turhan, “Okul korkusunu yenmek bir ekip işidir. Başta aile ve öğretmen desteği son derece önemlidir” dedi.
OKULA yeni başlayan ve gitmek istemeyen çocuklara ailelerin yaklaşım şekli oldukça büyük bir önem taşıyor. Sorun oluşmasını engelleme veya sorunu ortadan kaldırma konusunda ailelere önerilerde bulunan Psikolog Şebnem Turhan “Okul korkusunu yenmek bir ekip işidir. Başta aile ve öğretmen desteği son derece önemlidir“ dedi.
Okul korkusunun oluşma nedenlerine değinerek sözlerine başlayan Medicana Kadıköy Hastanesi  Psikoloğu Şebnem Turhan, “Genellikle kaygılı, endişeli, huzursuz anne babanın varlığı, evlilik uyuşmazlığının olduğu aile ilişkileri, çocuktan kapasitesinin üstünde akademik performans göstermesinin istenmesi, aşırı koruyucu tutuma sahip anne ve soğuk bir duruşa sahip baba, sevdiği bağlı olduğu bir yakınını kaybetme, okula başladığı zamana eş zamanlı başka stresli bir olayın daha varlığı çocuklarda bu korkuyu oluşturuyor” dedi.
“Okul korkusu, çocuklarda karın ağrısı yapabilir”
Çocukların, duygularını daha çok bedensel olarak ifade ettiklerine değinen Psikolog Turhan, “Okul korkusu çocuklarda karın veya baş ağrısı, mide bulantısı, kusma, iştahsızlık, uyuyamama veya uyanamama olarak görülebilir. Ve eve geldiklerinde şikayetleri genellikle ortadan kalkar” şeklinde konuştu. Okul korkusu okulun özelliklerinden kaynaklanıyorsa okulu değiştirmenin de bir çözüm olabileceğini dile getiren Psikolog Turhan, “Okul korkusunu yenmek bir ekip işidir. Başta aile ve öğretmen desteği son derece önemlidir” dedi.
“Çocuğu ayrılığa hazırlamak önemli”
Çocuklardaki okul korkusunu önlemenin yollarına da değinen Psikolog Turhan, konuşmasına şöyle devam etti, “Okula başlamadan önce çocuğu böyle ayrılığa hazırlamak önemlidir. Okula başladığı ilk günün anne ve babadan da ayrıldığı ilk gün olmaması gerekiyor. Öncesinde anne ve babayla yaşına uygun şekilde güvendiği bir yere bırakılıp geri alındığı ayrılıklar yaşaması bu konuda yardımcı olacaktır. Akranlarıyla vakit geçirmesi desteklenmeli. Gideceği okulu öncesinde ziyaret etmek ve öğretmeniyle tanışmak da bu korkuyu önlemek için başlıca yöntemlerdendir. Ayrıca ebeveynlerin sakin, tutarlı, sabırlı, güven verici ve destekleyici bir tavır sergilemesi gerekir”
Uzmandan yardım alınabilir
Çocuğun ilk olarak kendisini okulda güvende hissetmediği için gitmek istemediğini ifade eden Psikolog Turhan, “Başarılı ve yeterli hissetmesi, huzurlu olduğunu düşünmemesi, okulda olmak stres sebebi olduğunda orada yaşadığı olumsuz duygulara katlanmak istememesi bu olumsuz duruma destek olacaktır. Çocuğu okuldan kaçmaya iten sebebin tespit edilmesi ve sebebin ortadan kaldırılması için öğretmen aile ve çocuk işbirliği yapmak gerekir. Durum daha ciddi ise bir uzmandan yardım alınması da doğru bir seçenek olacaktır” diye konuştu
DHA

20 Eylül 2018 Perşembe

ESKİ VE YENİ


ESKİDEN.....
*Çocuklar doğduğunda telefon başvurusu yapılırdı. (Telefon sırası 8-10 yılda gelirdi.)
* Telefonun ve radyonun üzerine dantel örtü konurdu.
* Gazocağı ve tel dolabımız vardı. Annem, tıkanan gazocağını, ucunda kılcal tel olan bir aletle açmaya çalışırken habire söylenirdi.
* Banyoda tuhaf bir soba vardı ve tuhaf bir yakacakla ısıtılırdı.
* Banyomuz kurnalıydı, hamam tasımız vardı.
* Naylon terlikler çıkmadan önce tuvalette takunya bulunur, ve herkesin ayağına olması için en büyük numara seçilirdi.
* Okul kapısında ayva, şam tatlısı,macun şeker,susamlı şeker,pamuk helva,kestane satılırdı.5 kuruşa ince bir dilim şam tatlısı,alırdık.
* Renkli patiskadan dikilme beli lastikli külotlarımız vardı. Artık yünlerden örülen fanilalara, nazardan korunmamız için muska takarlardı !!
* Okul açılacağı zaman Sümerbank ayakkabıları alınır, çok sevdiğim modeller için de bayramı beklemem söylenirdi.
* Bayramlarda, kıyafetlerimiz ve yeni ayakkabılarımız başucumuzda dururdu.Bazılarımız koynuna alır, yatardı.
* Uyduruk oyuncaklarımız vardı. Hatırlı bir kişiden çok güzel bir oyuncak araba veya bebek geldiği zaman, bozulmaması için kaldırırlır, bize verilemezdi !! Biz ona o bize bakardık.
* İlkokulda sepet kadar kurdele takardık. Ne kadar kabarık ve büyük olursa o kadar makbuldü. 2 kafa gezerdik !!
* Babalarımızın gömlek yakaları, bizim okul yakalarımız pazar akşamları kolalanırdı.
* Genellikle herkes pazar günleri yıkanırdı!! banyo kazanı merasimle yanar, banyolar yapılır çamaşırlar yıkanırdı.
* Filmler, sokak sokak dolaşan arabalardan bağırarak duyurulur, reklamı yapılırdı.
* Sokaklardan, yoğurtçu, yorgancı, kalaycı, dondurmacı, eskici, bileyci , sülükçü(!!) geçerdi.
* 25 kuruşa Bisiklet kiralar, ''şans kader kısmet talih niyet 5 kuruuş'' diye bağıran ve yuvarlak delikleri kazıtarak ilkel piyango çektiren çocukların peşine Fareli Köyün Kavalcısı gibi takılırdık
* Herkesin en güzel ve en büyük odası misafir odası olarak ayrılır, kapısı kapatılırdı. Sonra da tüm aile küçük bir odaya tıkılınır, hayat geçirilirdi.
* Radyo en kıymetli eğlencemizdi. Orhan Boran ve Yuki kaçırılmazdı . Uğurlugil ailesindeki Arap Bacı'ya herkes hayrandik.
* İlkokulda okuma bayramı, kurdele bilmezdik. Herkes okurdu, kimse de bayram etmezdi.
Aşı oluncağı zaman tek iğne ile neredeyse koca sınıf bitirilirdi. Aids henüz çıkmamıştı, eşcinsellik duyulmamıştı.
* Okulda, Kürt ,Türk, Ermeni, Yahudi, köylü, şehirli bilmezdik. Kimse kimseye böyle garip soru sormaz, merak dahi edilmezdi.
Herhangi bir sebeple götürülen hediye paketini açmak , geleneklerimize aykırıydı,ayıptı. Misafir gidince ilk iş onu açmak olurdu.
* Misafirlikte ne kadar aç olursanız olun, ikram tabağındakileri bitirmek de ayıptı. Görgülüler bir lokma mutlaka bırakır, görgüsüzler hepsini yerdi.
* Dondurma mayıs sonunda çıkar, annem temmuza kadar izin vermezdi.
* Erkek çocuklar misket,kuka,bezden yapılmış topla futbol oynarlar;kızlar daha çok ip atlarlardı.
* Kız ve erkek çocukların en sevdiği oyun Saklambaç ve 7 adet kırık testi parçasının üst üste konularak önce topla yıkılıp sonra tekrar dizilmesi suretiyle oynanan Dalya diğer adıyla dombik oyunu idi.
* Sokakta oynarken en sevdiğimiz yiyecek, bir dilim taze ekmek üzerine sana yağı ve toz şekerdi.
* Külotlu çoraptan önce tüm kadınlar jartiyer kullanır, yaşlılar, baldırlarına lastik takardi.
* Fotoğraflarda gülmek laubalilikti. Pek çok kişinin düğün resimleri cenaze törenlerini andırırdı. Ağır, vakur ve ciddi olmak önemliydi.
* Anneler, vapurda, trende, otobüste rahatlıkla bebek emzirirlerdi.
* Çarşıda, pazarda anne ve babamızdan bir şey istemek ayıptı. Ancak sorulursa yanıtlardık. Canımız istediği halde çoğunlukla da red ederdik.
* Defter-kitap kaplama kağıtları ya kırmızı ya da mavi olurdu. * Gazete kağıtlarından kese kağıdı yapar, undan yapılmış tutkalla yapıştırırdık.
* 'Bir maniniz yoksa annemler bu akşam size gelecek ' bir teklif değil, bir kararın iletilmesi gibiydi. Bu soruya 'hayır' demek mümkün değildi, adetlerimize göre ayıptı. Önemli bir program varsa (bilet, başka ziyaret vs) derhal iptal edilir, aile telaş yumağına dönerdi...
(alıntı)

13 Eylül 2018 Perşembe

SABIR VE TEVEKKÜL

Sabır Ve Tevekkül

Sabır insana verilen bir hazine olmasına rağmen , neden  insan sabrını doğru kullanmayıp maksadının aksine sıkıntılar yaşıyor?
Sabır hiç bir şey yapmamak mı? gibi sorulara Bediüzzaman Said Nursi Eserlerinde cevap veriyor ve müthiş tespitlerde bulunuyor.
Bu
"DÖRDÜNCÜ SUALİNİZ:   اِنَّ اللهَ مَعَ الصَّابِرِينَ de hikmet ve gaye nedir?"

"Elcevap: Cenab-ı Hak, Hakim ismi muktezası olarak, vücud-u eşyada, bir merdivenin basamakları gibi bir tertip vaz etmiş. Sabırsız adam, teenni ile hareket etmediği için, basamakları ya atlar düşer veya noksan bırakır, maksut damına çıkamaz. Onun için hırs mahrumiyete sebeptir. Sabır ise, müşkülatın anahtarıdır ki,

     اَلْحَرِيصُ خَاۤئِبٌ خَاسِر  *  وَالصَّبْرُ مِفْتَاحُ الْفَرَجِ  durub-u emsal hükmüne geçmiştir. Demek, Cenab-ı Hakk'ın inayet ve tevfiki, sabırlı adamlarla beraberdir. Çünkü sabır üçtür":
"Biri: Masiyetten kendini çekip,sabretmektir. Şu sabır takvadır;  اِنَّ اللهَ مَعَ الْمُتَّقِينَ sırrına mazhar eder.

"İkincisi: Musibetlere karşı sabırdır ki, tevekkül ve teslimdir. اِنَّ اللهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ - وَاللهُ يُحِبُّ الصَّابِرِينَ şerefine mazhar ediyor.Ve sabırsızlık ise Allah’tan şikayeti tazammun eder. Ve ef’alini tenkit ve rahmetini ittiham ve hikmetini beğenmemek çıkar."
"Evet, musibetin darbesine karşı şekva suretiyle elbette aciz ve zayıf insan ağlar. Fakat şekva Ona olmalı; Ondan olmamalı. Hazret-i Yakup Aleyhisselamın  اِنَّمَاۤ اَشْكُوا بَثِّى وَحُزْنِى اِلَى اللهِ  demesi gibi olmalı. Yani, musibeti Allah’a şekva etmeli; yoksa Allah’ı insanlara şekva eder gibi “Eyvah! Of!” deyip “Ben ne ettim ki bu başıma geldi?” diyerek aciz insanların rikkatini tahrik etmek zarardır, manasızdır."

"Üçüncü sabır: İbadet üzerine sabırdır ki, şu sabır onu makam-ı mahbubiyete kadar çıkarıyor, en büyük makam olan ubudiyet-i kamile canibine sevk ediyor."

Tevekkül Allah’ın taksimatına ve kazasına razı olup teslim olmaktır. Lakin bu halinde çekirdekten ağaca kadar çok mertebe ve makamları vardır. Şartları yaptıktan sonra neticesine razı olmak ve takdiri Allah’tan bilmek tevekkülün asgari ve çekirdek bir tanımıdır. Bundan sonrası kişilerin marifet ve imanına göre tecelli eder.
Tevekkül imanın bir meyvesi ve neticesi olduğu için iman ne kadar sağlam ve kuvvetli olursa, tevekkül de o nispette kuvvetli ve sağlam olur. İmanı tahkiki olan birisinin tevekkülü de tahkiki olacağı için hayat kalitesi de ona göre  yüksek olur. Olaylar ona azap değil, sadece ibret verir.
Tevekkül ile tembellik görünüşte birbirine yakın durur. Tevekkül sebeplere müracaat ettikten sonra neticeyi Allah’tan beklemektir. Tembellik ise, sebeplere müracaat etmeden neticeyi beklemek demektir.
Allah kainatta sebeplere de bir görev ve değer vermiştir; iş ve icraatlarını da sebepler vasıtası ile icra ediyor. Bu yüzden insanları da sebeplere riayet etmeye davet ediyor. Sebeplere riayet etmek Allah’ın rububiyet ve uluhiyetine zıt bir şey değildir. Zira sebepler sadece bir şart ve perdedir, yoksa hakiki icraatçı değildirler. Yani sebeplere başvurmak tevekküle zıt bir şey değil, bilakis Allah’ın emrine uymak olduğu için, tevekkülü teyit ve takviye niteliğindedir.
"Mesela, tertib-i mukaddematta tefviz, tembelliktir. Terettüb-ü neticede tevekküldür. Semere-i sa'yine, kısmetine rıza kanaattir; meyl-i sa'yi kuvvetlendirir. Mevcuda iktifa, dunhimmetliktir."
Tevekkülün çerçevesi ve sınırları şu şekildedir: "Tertibi mukaddematta tefviz, tembelliktir." hükmünün manası; bir şeye ulaşmakta vasıta olan sebeplerin terk edilip Allah’a havale edilmesine denilir ki, bu da tembellikten başka bir şey değildir. Mesela, buğdayı elde etmek için Allah sebepleri tertip ile sıraya koymuştur. Önce tarlayı süreceksin, sonra tohumlayacaksın, sonra sulayacaksın, sonra ilaçlayacaksın, vs... Bu tertiplerden birini atlasan ya da sana bakan bu işlerden birini Allah’a havale edip, ben tevekkül ehliyim desen, buğdayı alamadığın gibi, tembellik damgasını da yersin.
Zira Allah sana meşgale olsun diye sebeplerin hazırlanmasını ve uyulmasını mecbur kılmıştır. Sen sebepler noktasında tevekkül edip, sebeplerin hazırlanmasını Allah’a havale etsen, hem neticeyi  alamazsın, hem de tembel olursun.
"Terettüb-ü neticede tevekkülün" manası ise; insan kendine düşen kısmını tamamıyla yaptıktan sonra, yani yukarıda denildiği gibi, buğdayı almak için gerekli tüm sebepleri yerine getirdikten sonra, artık neticeyi Allah’tan beklemek gerekir. İşte buna tevekkül denir. Neticeyi Allah’a havale etmek gerekir. Zira insanın bu hususta yapacak bir şeyi kalmıyor. Bulutları toplamak, yağmur vermek, buğdayın kızarıp olgulaşmasını sağlamak için güneşi istihdam etmek, bütün bunlar insanın elinin ulaşacağı şeyler olmadığı için, tevekkül gerekiyor. Onun için sebeplerde değil, neticede tevekkül etmek gerekiyor. Sebeplere teşebbüs edip yerine getirmek çalışkanlık, neticeyi Allah’a havale etmek ise tevekkül oluyor. İkisi de güzel ahlaktan sayılmışlardır.

Kaynak : Sorularla Risale


12 Eylül 2018 Çarşamba

EVLİLİKTE MUTLU OLMA SIRLARI

Said Nursi'den Mutlu Evlilik Sırları

İnsanın şahsi hayatını ve toplum hayatını düzenleyen en önemli kurumların başında aile hayatı gelir. Bir toplumun aile hayatı bozuksa, o toplumun da insanlığa yapacağı katkı yok denecek kadar azdır. Boşanmaların hızla arttığı, aile içi huzursuzlukların yaşandığı günümüzde evlilik müessesi ve onun hangi temeller üzerine kurulması gerektiği üzerinde durmak gerekir.

Bediüzzaman'ın Evlilik Tanımı

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, evlilik konusuna Risale-i Nur Külliyatı’nın çeşitli yerlerinde vurgu yapmaktadır. Bediüzzaman, bir çok konuda olduğu gibi evlilik konusunda da değişik bakış açıları geliştirerek evliliği kısaca; 

“Evet insan, bir refikaya veya bir refike muhtaçtır ki, tarafeyn, aralarında, hayatlarına lazım olan şeyleri muavenet suretiyle yapabilsinler. Ve rahmetten neş’et eden muhabbet iktizasıyla, yekdiğerinin zahmetlerini tahfif etsinler. Ve gamlı, kederli zamanlarını, ferah ve sürura tebdil edebilsinler. Zaten dünyada insanların tam ünsiyeti, ancak refikasıyla olur.” şeklinde açıklar. 

Zaten  Cenab- Hak Kur’an-ı Kerim’de “İçinizden, kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp; aranızda muhabbet ve rahmet var etmesi, O’nun varlığının belgelerindendir. Bunlarda, düşünen kavim için dersler vardır.”(Rum Suresi-21) diyerek evliliğin hikmet boyutunu insanlara bildirmektedir.

Gerçek sevgi nasıl olmalı ?

Günümüz evliliklerinde yapılan en büyük hatalardan biriside, eşlerin birbirlerine olan sevgisinin hangi yönde olması gerektiğidir. Çağımızın modern toplum insanı bu dengeyi ayarlayamadıkları için evliliklerin çoğu huzursuzluklarla ve kısa sürede boşanmalarla sonuçlanmaktadır. Eşler arasındaki muhabbetin nasıl olması gerektiğini ise Bediüzzaman şöyle açıklar ; 

“Hem, refika-i hayatını, rahmet-i İlahiyenin munis, latif bir hediyesi olduğu cihetiyle sev ve muhabbet et. Fakat çabuk bozulan hüsn-i suretine muhabbetini bağlama. Belki kadının en cazibedar, en tatlı güzelliği, kadınlığa mahsus bir letafet ve nezaket içindeki hüsn-i siretidir.
 
Ve en kıymettar ve en şirin cemali ise, ulvi, ciddi, samimi, nurani şefkatidir. Şu cemal-i şefkat ve hüsn-i siret, ahir hayata kadar devam eder, ziyadeleşir. Ve o zaife, latife mahlukun hukuk-u hürmeti o muhabbetle muhafaza edilir. Yoksa, hüsn-i suretin zevaliyle, en muhtaç olduğu bir zamanda, biçare, hakkını kaybeder.”

Evlilikte denklik

Evliliğe adım atmadan önce evlenecek kişilerin birbirine denk olması gerektiğini belirten Bediüzzaman bu denkliğin en önemli kısmının “diyanet” noktasında olması gerektiğini ifade eder. Ve eşlerin birbirlerini bu konuda taklit etmesi gerektiğini şu ifadelerle açıklar;

“Bahtiyardır  o adam ki, refika-i ebediyesini  kaybetmemek için saliha zevcesini  taklit eder, o da salih olur. Hem bahtiyardır o kadın ki, kocasını mütedeyyin  görür, ebedi dostunu ve arkadaşını kaybetmemek için o da tam mütedeyyin olur, saadet-i dünyeviyesi  içinde saadeti uhreviyesini kazanır."

Gerçek evliliğin insana sağladığı faydalar

Eşler arasındaki muhabbetin Kur’an ve Sünnet ışığı altında olduğu taktirde insana sağlayacağı faydaların neler olacağını da belirten Bediüzzaman Hazretleri tüm bu bilgilerin ışığı altında mutlu evliğin sırlarını insanlara verir.
Bu faydaları şöyle ifade eder ; 

“Refika-i hayatına meşru dairesinde, yani, latif şefkatine, güzel hasletine, hüsn-i siretine binaen samimi muhabbet ile refika-i hayatını da naşizelikten, sair günahlardan muhafaza etmenin netice-i uhreviyesi ise, Rahim-i mutlak, o refika-i hayatı hurilerden daha güzel bir surette ve daha ziynetli bir tarzda, daha cazibedar bir şekilde, ona dar-ı saadette ebedi bir refika-i hayatı ve dünyadaki eski maceraları birbirine mütelezzizane nakletmek ve eski hatıratı birbirine tahattur ettirecek enis, latif, ebedi bir arkadaş, bir muhip ve mahbup olarak verileceğini vaat etmiştir. Elbette vaat ettiği şeyi kat’i verecektir.”

Bediüzzaman  Hazretleri Risale-i Nur Külliyatı’nda 24. Lem’a (Tesettür Risalesi)’da evlilik konusuna değinmektedir. Ayrıca Külliyat’ın çeşitli yerlerinde evlilik kurumuna vurgu yapmaktadır. 

Toplumun büyük bir yarası haline gelen boşanmalar konusunda, mutlu evlilik konusunda Bediüzzaman Hazretleri’nin Kur’an ve Sünnet ışığında bu asrın insanına vereceği çok şey vardır. 

Bu hastalıklı asrın tedavisinde Kur’anın manevi bir tefsiri olan Risale-i Nur’un söyleyeceği çok şey vardır. Manevi hastalıklarımızın tedavisi onu dinlemekten geçer.
Kaynak : Risale Ajans

ÖĞRETMENİN ÖNEMİ

BEDİÜZZAMAN;
''DİNDAR ÖĞRETMELERE ÇOK EHEMNİYET VERİRDİ.''

'' Üstadımız , muallimler ziyarete geldiklerinde onlarla çok fazla alakadar olurdu. ''Şu zamanın dindar bir muallimine , eski zamanın velileri nazarı ile bakıyorum.Çünki eski zamanda dini terbiye ebeveyne verilmişti, bu zamanda o vazife muallimlere verilmiş.Muallimin iyisi çok iyi , fenası çok fenadır. Çünkü masum çocuklar muallimlere çok dikkat ederler, adeta mıknatıs gibi hocalarından ne görürse , iyiyi de fenayı da çekerler. Muallimin iyisi minare başında ,kötüsü kuyu dibindedir.Muallimler için ortası yoktur, ya alay-ı illiyyinde veya esfel-i safiindedirler'' derdi.

'' Onun için dindar muallimlere çok ehemmiyet veriyordu. Eğer vaktim olsa her gün dindar bir muallime on altın veririm.Çünkü dünyada benim çocuğum olmadığından, bütün dünyadaki çocuklarla şefkat cihetiyle alakadarım '' derdi.Muallimlere ders verirken , merhum Hasan Feyzi ,Mustafa SUNGUR , Abdurrahman YÜKSEL gibi zatları misal verirdi. ve sizleri de onlar gibi kabul ettim'' derdi.

Talebeliğine kabul edilmek isteyen bir öğretmene tebessüm ederek ''Sizi kabul ediyorum sizlerde vazifenizi güzel yapınız öncelikle iman dersi verin demiştir.

Konya'lı öğretmen Mustafa ÖZSOY (merhum) Emirdağda'ki bir ziyaretinde , Bediüzzaman'ın öğretmenlerle ilgili şunları söylediğini nakleder:

''Üstadın sözlerini hiç unutamıyorum , dedi ki : '' Kardeşim benim nazarımda iki sınıf çok ehemmiyetlidir. Birisi subay diğeri öğretmendir.
Bence bir öğretmen yüz vaiz kadar bu memlekete faydalıdır.Subay ordunun , en sağlam temeli ve unsurudur.
Bu iki sınıf mesleğe çok ehemmiyet verirdi..''