30 Eylül 2022 Cuma

İSTİBDAT; ZULÜM VE TAHAKKÜMDÜR


“İstibdad, zulüm ve tahakkümdür.

Meşrûtiyet, adalet ve şeriattır. Padişah, Peygamberimizin (asm) emrine itaat etse ve yoluna gitse halifedir. Biz de ona itaat edeceğiz. Yoksa, Peygambere (asm) tâbi olmayıp zulüm edenler, padişah da olsalar haydutturlar. Bizim düşmanımız cehalet, zaruret, ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı; san’at, marifet, ittifak silâhıyla cihad edeceğiz. Ve bizi bir cihette teyakkuza ve terakkiye sevk eden hakikî kardeşlerimiz Türklerle ve komşularımızla dost olup el ele vereceğiz.

Zira husûmette fenalık var, husûmete vaktimiz yoktur. Hükûmetin işine karışmayacağız.

Zira, hikmet-i hükûmeti bilmiyoruz...” (Divan-ı Harbi Örfi - 15)

Üstad Bediüzzaman Hazretleri bindokuzyüzlü yılların başlarında İstanbul’da Osmanlı İmparatorluğu’nun durumunu görmüş ve hastalığı tesbit ederek tedavi yollarını zamanın idarecilerine ve başta padişah olmak üzere yetkililere iletilmek üzere çeşitli fırsatta cehalet, zaruret ve ihtilâfın üç büyük belâ ve düşman olduğunu bu üç düşmana karşı koymanın ise marifet, sanat ve ittifak ile mümkün olacağını belirtmiştir.

Ne yazık ki o zamanın idarecileri ve günümüz yöneticileri bu ikazlara pek önem vermemiş toplumun çöküşüne göz yummuşlar. İstibdat ise zulüm ve tahakkümdür diyerek, meşrûtiyetin adalet ve şeriat olduğunu belirtmiştir.

Günümüz yöneticilerimizin bu esaslara dikkat etmesi bizi medeni dünya ile bütünleştirecek ve hürriyet ile birlikte ülke insanlarımızın rahatlaması sağlanmış olacaktır.


Hem de içeride bütün halkın birlik ve beraberliği sağlanıp dış düşmanlara fırsat verilmemiş olacaktır.

29 Eylül 2022 Perşembe

İSTİBDAT VE HÜRRİYET

 Ekmeksiz hürriyet

Son günlerde hürriyetin ne kadar büyük bir nimet olduğunu anladık.

Sokağa çıkma yasakları, kısıtlama tedbirleri, sosyal mesafe ve kucaklaşmalar…

Oysa, eski hayatlarımızda, bu haller aklımıza bile gelmezdi... Hürriyeti, Cenab-ı Hak insanlara sınırsız bir şekilde ihsan etti… Ve bizler, kendi istikametimizde onu kullanıyoruz. Yani, hidayetin yolları da açık, dalâletin yolları da…

Hürriyetin nasıl bir nimet olduğunu en fazla hisseden Bediüzzaman’dı.  “Ben ekmesiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam” demişti. Ama, kaderin bir cilvesi olarak, otuz yaşından hayatının sonuna kadar hürriyeti sınırlanmak istendi. Esaret zindanları, memleket hapishaneleri, mecburî ikamete tabi tutulduğu köy, ilçe ve iller… Dört duvar arasında kalmasını istediler. Hava almak için kırlara bile gitmesine müsaade etmediler... Onun için, hürriyet çok önemliydi. Vefatından sonra bile onu rahat bırakmak istemediler.

Ancak vefatı ile tam hürriyetine kavuştu... Kabri, Cennet bahçelerinden bir bahçe oldu.

Kabrinde de rahat bırakılmadı... Hürriyetin en büyük bir nimet olduğunu en iyi anlayanlar hapis hayatı yaşayanlardır. Şimdi bu nimeti en fazla hisseden benim gibi ihtiyarlardır. İstediği zaman çarşıya çıkamayan, hareket halindeki 18 yaş altı gençler de aynı hasretin özlemini yaşıyorlar.

Daha düne kadar isteyen istediği ile ve bir başka ülkeye gidemiyordu. Ne kadar acı ve zor şeylerdi bunlar... Allah’ın verdiği bu hürriyeti bazı krallar ve idareciler hep yok saydılar...

Kimi dar ağaçlarında vefat ettiler, kimileri kurşuna dizildiler.

“İstibdat, hangi suret ile gelse sille vuracağım. Velev meşrûtiyet libası giyse de” demişti Bediüzzaman.

Adı Cumhuriyet olduğu halde, idaresi mutlak istibdat ve baskı olan nice ülkeler vardır.

İşte ülkemiz! Tek kişinin ağzından çıkan söz, daha metne geçmeden kanun gibi kabul ediliyor. Asık surat ve kin dolu insanlardan çocuklar bile kaçarlar. Fakat, muameleler insanın fıtratına uygun olmalıdır.

Sınırsız hürriyet, mahkûmiyetin adıdır. Yüz elli kilometre hızla giden vasıtanın akıbeti çok iyi değildir.

Zira, virajı var, tepesi var, inişi vardır. Onun gibi insan, hürriyetinin sınırlarını iyi bilmesi gerekir.

28 Eylül 2022 Çarşamba

EY GAFİL RAFET

  İ'lem Eyyühe'r Rafet

   Nedir bu gurur ve nedir bu gaflet?

Nedir bu haşmet, nedir bu istiğna, nedir bu azamet?

Elindeki ihtiyar bir kıl kadardır ve iktidarın bir zerre kadardır.

Ve hayatın söndü, ancak bir şu'le kaldı.

Ömrün geçti, şuurun söndü, bir lem'a kaldı.

Şöhretin gitti, ancak bir an kaldı...

   Zamanın geçti, kabirden başka mekânın var mı?

Bîçare!

Aczine ve fakrına bir had var mı?

Emellerin nihayetsizdir, ecelin yakındır.

Evet böyle acz ve fakrınla iktidar ve ihtiyardan hâlî bir insanın ne olacak hali?

Hazain-i rahmet sahibi Hâlık-ı Rahmanu'r-Rahîm'e, böyle bir acz ile itimad etmek lâzımdır.

Odur herkese nokta-i istinad.

Odur her zaîfe cihet-i istimdad...

Mesnevi-i Nuriye - 96

27 Eylül 2022 Salı

SİSTEM DEĞİŞİKLİĞİ İSTİBDAT MI ?

  Sana verdiğimiz sıkıntıdan şekvaya ve küsmeye hakkın yoktur?

   Elcevab: 

   Hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede bir çığır açan, eğer kâinattaki kanun-u fıtrata muvafık hareket etmezse; hayırlı işlerde ve terakkide muvaffak olamaz.

Bütün hareketi şerr ve tahrib hesabına geçer.

Madem kanun-u fıtrata tatbik-i harekete mecburiyet var; elbette fıtrat-ı beşeriyeyi değiştirmek ve nev'-i beşerin hilkatindeki hikmet-i esasiyeyi kaldırmakla, mutlak müsavat kanunu tatbik edilebilir.

Evet ben, neseben ve hayatça avam tabakasındanım.

Ve meşreben ve fikren "müsavat-ı hukuk" mesleğini kabul edenlerdenim.

Ve şefkaten ve İslâmiyetten gelen sırr-ı adalet ile, burjuva denilen tabaka-i havassın istibdad ve tahakkümlerine karşı eskiden beri muhalefetle çalışanlardanım.

Onun için bütün kuvvetimle adalet-i tamme lehinde, zulüm ve tagallübün ve tahakküm ve istibdadın aleyhindeyim.    Fakat nev'-i beşerin fıtratı ve sırr-ı hikmeti, müsavat-ı mutlaka kanununa zıddır.

Çünki Fâtır-ı Hakîm, kemal-i kudret ve hikmetini göstermek için, az bir şeyden çok mahsulât aldırır ve bir sahifede çok kitabları yazdırır ve birşey ile çok vazifeleri yaptırdığı gibi, beşer nev'i ile de binler nev'in vazifelerini gördürür.

   İşte o sırr-ı azîmdendir ki: Cenab-ı Hak, insan nev'ini binler nevileri sünbül verecek ve hayvanatın sair binler nevileri kadar tabakat gösterecek bir fıtratta yaratmıştır.

Sair hayvanat gibi kuvalarına, latîfelerine, duygularına hadd konulmamış; serbest bırakıp hadsiz makamatta gezecek istidad verdiğinden, bir nevi iken binler nevi hükmüne geçtiği içindir ki, arzın halifesi ve kâinatın neticesi ve zîhayatın sultanı hükmüne geçmiştir.

   İşte nev'-i insanın tenevvüünün en mühim mâyesi ve zenbereği; müsabaka ile, hakikî imanlı fazilettir.

Fazileti kaldırmak, mahiyet-i beşeriyenin tebdiliyle, aklın söndürülmesiyle, kalbin öldürülmesiyle, ruhun mahvedilmesiyle olabilir.

Evet şu hürriyet perdesi altında müdhiş bir istibdadı taşıyan şu asrın gaddar yüzüne çarpılmaya lâyık iken ve halbuki o tokada müstehak olmayan gayet mühim bir zâtın yanlış olarak yüzüne savrulan kâmilane şu sözün:

  Ne mümkün zulm ile, bîdâd ile, imha-yı hürriyet; 

  Çalış idraki kaldır, muktedirsen âdemiyetten.


Sözünün yerine, bu asrın yüzüne çarpmak için ben de derim:

  Ne mümkün zulm ile, bîdâd ile, imha-yı hakikat; 

  Çalış kalbi kaldır, muktedirsen âdemiyetten.

Veyahut:

  Ne mümkün zulm ile, bîdâd ile, imha-yı fazilet; 

  Çalış vicdanı kaldır, muktedirsen âdemiyetten.

   Evet imanlı fazilet, medar-ı tahakküm olmadığı gibi, sebeb-i istibdad da olamaz.

Tahakküm ve tagallüb etmek, faziletsizliktir.

Ve bilhâssa ehl-i faziletin en mühim meşrebi, acz ve fakr ve tevazu ile hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye karışmak tarzındadır.

"LİLLAHİLHAMD" bu meşreb üstünde hayatımız gitmiş ve gidiyor.

Ben kendimde fazilet var diye fahr suretinde dava etmiyorum.

Fakat nimet-i İlahiyeyi tahdis suretinde, şükretmek niyetiyle diyorum ki:

   Cenab-ı Hak fazl u keremiyle, ulûm-u imaniye ve Kur'aniyeye çalışmak ve fehmetmek faziletini ihsan etmiştir.

Bu ihsan-ı İlahîyi bütün hayatımda "LİLLAHİLHAMD" tevfik-i İlahî ile şu millet-i İslâmiyenin menfaatine, saadetine sarfederek; hiçbir vakit vasıta-i tahakküm ve tagallüb olmadığı gibi; ekser ehl-i gafletçe matlub olan teveccüh-ü nâs ve hüsn-ü kabul-ü halk dahi, mühim bir sırra binaen benim menfurumdur; onlardan kaçıyorum.

Yirmi sene eski hayatımı zayi' ettiği için onları kendime muzır görüyorum.

Fakat Risale-i Nur'u beğenmelerine bir emare biliyorum, onları küstürmüyorum.

   İşte ey ehl-i dünya!

Dünyanıza hiç karışmadığım ve prensiplerinizle hiçbir cihet-i temasım bulunmadığı ve dokuz sene esaretteki bu hayatımın şehadetiyle yeniden dünyaya karışmaya hiçbir niyet ve arzum yokken, bana eski bir mütegallib ve daima fırsatı bekleyen ve fikr-i istibdad ve tahakkümü taşıyan bir adam gibi yapılan bunca tarassud ve tazyikiniz, hangi kanun iledir?

Hangi maslahat iledir?

Dünyada hiçbir hükûmet böyle fevka'l-kanun ve hiçbir ferdin tasvibine mazhar olmayan bir muameleye müsaade etmediği halde; bana karşı yapılan bu kadar bed muamelelere, yalnız değil benim küsmem, belki eğer bilse nev'-i beşer küser, belki kâinat küsüyor!..

Lemalar - 170

26 Eylül 2022 Pazartesi

AHİRZAMAN FİTNELERİNE KARŞI

 Ahir zaman fitneleri nasıl ortaya çıkacak ve bu fitnelere karşı kendimizi nasıl koruyacağız?

Cevap;

Bir mümin olarak Asr-ı saadette hangi ibadetler yapılıyor, hangi yasaklardan kaçınılıyor idiyse, aynı yolu takip etmek esastır. Ahir zamanda öncelikli bazı konuları şöyle sırlayabiliriz:

Ahir zamanda en tehlikeye giren husus iman esaslarıdır. Bunları öğrenmeye azamî çaba göstermek gerekir. Deccallerin en büyük tahribatı, doğrudan Kur’an’a ve iman esaslarına yöneliktir. Allah’ın inkârı, haşrin inkârı deccalizmin, süfyanizmin temel felsefisidir. O hâlde en öncelikli husus başta tevhit ve ahiret inancı olmak üzere, iman esasları üzerinde yoğunlaşmak, -anadan, babadan gelen bir taklitle değil- ilmî araştırmayla tahkik mesleğini esas alarak, tahkikî imanı elde etmeye çalışmak gerekir.

Bir hadis-i şerifte “deccale karşı İhlas suresinin okunması” tavsiye edilmiştir. Bu hadisten anlaşılıyor ki, ahir zaman fitnesinde en fazla ihtiyaç duyulan husus Allah’ın birliğine imandır. İhlas suresinin okunmasından maksat, onun ders verdiği tevhit akidesini pekiştirmektir.

"Ahir zaman fitnesi" demek, İslam’ın öngördüğü tevhit ve istikametin bozulması demektir.

25 Eylül 2022 Pazar

AHİRZAMAN ALÂMETLERİNDEN

 

Bir hadis-i şerifte , ahir zamanda, kişiyi kardeşinden ve babasından ayıracak fitneler çıkacağı haber verilmektedir:

“İlerde büyük fitneler olacak, kişi o fitnelerde kardeşinden ve babasından ayrılacak. (O zaman) fitneler erkeklerin kalplerinde kıyamete kadar yayılacak. Hatta O fitne zamanında bir kimse, zinakâr kadının zinasıyla ayıplandığı gibi, Allah’ın emirlerine uymasından dolayı ( ayıplanacak.” 

Rasulullah (asm.)’ın bu haberine göre, kıyamete kadar devam edecek şiddetli fitnelerde, özellikle ahir zamanda gelecek fitnede, kişi düşünce, fikriyat, hayatı anlama ve yorumlama, hatta din edinme hususunda kardeşinden ve babasından farklı olacak. İki kardeş, baba ile oğul bu hususta aynı değerleri paylaşmayacak. Çünkü O zaman fitne çok yaygın hâle gelecek, kişiler ailelerinden, ana babalarından kopup, başka kaynaklardan etkilenecekler. Çok uzaklarda ortaya çıkan yanlış bir fikir, gönülden gönüle, zihinden zihine, dilden dile yazı ile veya başka yollardan hemen yayılacak. Fitne kuş gibi kalpten kalbe uçacak, zihinlerde yuvalanacak. Elbette böyle kritik ve tehlikeli zamanlarda İslâm’ı yaşamak, benimsemek, onu dosdoğru şekilde hayatı boyunca devam ettirmek, güç olduğu kadar da sevaplı olacaktır.

23 Eylül 2022 Cuma

EN BÜYÜK DÜŞMAN CEHALET

 Kur’ân’ı iyi bilen, kalb ve aklını onun kutsî hakikatleriyle dolduran kişiye Deccalın hile, şüphe ve vesveselerinin hiçbir etkisi olamaz.

Dinî ilimlerle fen bilimlerini birlikte okumak, asrın durumunu müşahedeye çalışmak önemlidir. Çünkü, ahir zaman fitnesinin en önemli sıkıntılarından biri de cehalettir. Bu devirde bir yandan fen ilmini bilmedikleri için mekteplileri tekfir eden bağnaz medrese softaları, bir yandan da dinî ilimlerden habersiz olduklarından medrese alimlerini cehaletle suçlayan mektep bağnazları cehalet kaynağı durumundadır. Özellikle bu iki cehalet de ilim örtüsüne bürünmüş bir cehl-i mürekkep konumunda olduğu için, izalesi de oldukça zordur.

Her zaman kötülükten sakınmak iyilik yapmaktan daha önce gelir. Şu ahir zamanda ise, bu husus daha da önem arz etmektedir. Çünkü, devir kötülük çarkı gibi dönmektedir. Bu sebeple, maddî eylemlerden mutlaka uzak durmak gerekir. Bu tür örgütlerden fersah, fersah uzaklaşmak lazımdır.

Hadislerde ahir zamanın dehşetli fitnelerinden haber verilmiştir.

Ebu Hureyre’den (ra.) rivayet edildiğine göre Resulullah ümmetin sefih gençlerine dikkat çekerek

“Ümmetimin helaki sefih gençler eliyle olacaktır.” buyurmuştu.

“İçimizde salihler (dindarlar) olduğu halde helak olur muyuz?” sorusuna

“Kötülükler çok olunca.”

diye cevap vermişti. Yine Medine’de sahabelerine,

“Ben şüphesiz evlerinizin içine yağmur gibi girecek fitneler görüyorum.”

buyurmuştu. Bir hadis-i şeriflerinde de,

“Zaman yavaş yavaş yaklaşıyor. Amel azalacak, (kalplere) cimrilik atılacak, fitne hakim olacak. Ölümler artacak.”

buyurarak gittikçe ümmette bozulmaların olacağını haber vermişti. Bir başka Hadis-i Şerif de,

“Şu önümüzdeki günlerde cehalet iner, o zaman din ilmi kaldırılır. Hem o zaman ölümler çoğalır.”(5) haberi verilmişti.

GÜN,BUGÜNDÜR


Şu devirde bilmemek ne kadar mazerettir bilemem, ama bildikten sonraki bilmezlik, affedilir şey değil; hataların büyüğü.

İnsan bazı gerçeklere vâkıf olduktan, güzellikleri tanıdıktan sonra buna bigâne kalması gönle bar, kalbe hasar oluyor. Tanımak, bilmek, duygu ve lâtifelerin güzel şeye yönelmesi Allah’ın kullarına bir lütfu. 

Yanmak yakınmak kaybedilen zamanı, boşa geçen yılları telâfi etmiyor; giden, geri gelmiyor. 

“Neden yapmadım?”, “neden yaşamadım?” diyerek ahu figân faydasız. Hasan-ı Basri (ra), insan hayatının kısalığına dikkat çekiyor ve şöyle öğüt veriyor:   

“Dünya üç gündür; dün, bugün ve yarın. Dün geçti, yarının geleceği belli değil. Öyle ise bugünün kıymetini bil.” 

Gerçek de bu değil mi? 

Bu hesaba göre, gün, bugün! 

Kurtarabildiğini kâr say, zayi olanı ise zarar. 

Zira “İnsan bin yıl yaşasa bile, arzu ve ihtiyaçlarının hepsini tamamlayamaz.” 1 

Gaybı, Allâm’ül-guyûb olan Allah’tan başka kimse bilmez.  

Bildiğini, bilip; bitmek tükenmek bilmeyen isteklerle, insana, gidilmeyecekmiş hissi veren ebediyet tevehhümüyle aldanmakta fayda yok. 

Değişmeyen hakikat; her canlının behemahal gideceği âhiret.   

İşte, bunun içindir ki, Hz. Geylânî (ks); “Hayatta olduğunuz müddetçe, ömrü fırsat biliniz. Bir müddet sonra hayat kapısı kapanacak, bu dünyadan ayrılacaksınız” ikazının ardından, “Gücünüz yettiği müddetçe hayırlı işler yapmayı ganimet biliniz”diyor. 

Demek ki, her zaman, her şeylere hamile! 

Yunus Emre’nin, “Mal da yalan mülkte yalan, var birazda sen oyalan” mısraında olduğu gibi; makam mevki, şan şöhret; mal mülk, evlât ıyal bu yerlerde oyalanma aracı. 

Haylazlığa harcanacak zaman yok! 

“Zaman, iman kurtarma zamanıdır.” 

Esasen, oturup; “Bugün Allah adına, hayırlı amel olarak hangi şeyleri yapmadım?” diye ihmallerimizi, yapmadıklarımızı gözden geçirmemiz, kendimizi murakabe etmemiz gerekmez mi? 

Bunu, burada kendimize sormazsak, yarın orada, elbet soran olacak. 

“Ömür kısa, lüzumlu işler pek çoktur.”  Madem öyle, henüz buradayken, gafletten uyanıp, bu sualin arkasına düşelim! 

Uyanamayıp, sabah namazını kaçıran Sultan III. Murat Hanın hicranının sesi olarak,  

“Bu dünya fanidir sakın aldanma 

“Mağrur olup tacu tahta dayanma 

“Yedi iklim benim diye güvenme 

“Uyan ey gözlerim gafletten uyan” dediği gibi; uyanıp silkinen, kusurunu görenlere ne gam... 

Dipnotlar: 

1- Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig: 5431. 

20 Eylül 2022 Salı

ZULÜM VE CİMRİLİK

 Hadis-i şerifte dinimizin şiddetle yasakladığı iki fenalığa işaret edilmekte ve onlardan uzak durulması istenmektedir. Bunlardan birincisi zulüm; ikincisi cimriliktir.

1. Zulüm

Zulüm, bir şeyin gereğini değil de zıddını yapmak, hakkı yerli yerine koymamak diye tarif edilir. Zulüm, başkasının hakkı üzerinde haksız bir tasarrufta bulunmak, herhangi bir konuda haddi aşmaktır. Haksız yere başkasının malını almak, ırzına, namusuna sataşmak gibi uygunsuz davranışlar, zulüm diye adlandırılır.

Zulüm, adaletin zıddıdır. Adalet bir fazilet, zulüm ise bir zillet, faziletsizlik, gayriahlakilik ve haysiyetsizliktir. İslam, yeryüzünde adaleti hakim kılmayı, zulmün her çeşidini ortadan kaldırmayı hedefler, mensuplarını, özenle zulümden sakındırır.

Zalim, haksızlık yapan kimsedir. Bu haksızlık ya Allah’a karşı veya Allah’ın kullarına karşı yapılır.

Allah Teâlâ, Kur'an-ı Kerîm’de, kendisine inanmayanları, Hz. Peygamber (asm) Efendimizi tanımayanları, Kuran’ı bir hayat nizamı olarak kabul etmeyenleri, emirlerine uymayanları, yasaklarını çiğneyenleri ve bu nevi kötülükleri yapanları zalim olarak nitelemiştir. (Mesela bk. Bakara, 2/229, 254; Maide, 5/45; Furkan, 25/8)

Allah’a karşı zulmedenler olduğu gibi, onun kullarına zulmedenler de vardır. Kullarını çok seven Allah Teâlâ, onlara haksızlık edilmesine razı olmaz. Kullarına haksızlık edenleri de sevmez.

Zulmedenleri Bekleyen Felaketler

Bu hadis-i şerifte belirtildiğine göre, ahirette zalimler zifirî karanlıklar içinde kalacaklar, çevrelerini göremeyeceklerdir. Zifirî karanlıklar içinde kalmak onlara büyük bir sıkıntı ve işkence verecektir. Buna karşılık müminlerin önlerinde ve yanlarında nurlar parıldayıp duracak, nerede olduklarını, nereye gittiklerini ayan beyan göreceklerdir.

Demek ki insanlar ahirete karanlığı da ışığı da dünyadan alıp götüreceklerdir.

Öte yandan Allah Teâlâ zalimleri çok iyi tanıdığını, yakalarını ilahî adaletin pençesinden kurtaramayacak olan bu kimseleri ahirette rezil ve perişan edeceğini haber vermektedir. Hadisimizde işaret edilen zifirî karanlıklar ifadesiyle, aynı zamanda bu korkunç akıbet kastedilmiş olabilir.

Zulmün kıyamet gününde karanlıklar olması, zalimin o gün karanlıklar içinde kalarak yolunu bulamaması, zulmünün cezasının, şiddetli ve dehşetli olacağı anlamındadır. Zalimler, dünyada zulmettiklerinin hayatlarını karartmış, onlara âdeta dünyayı zindan etmişlerdir. Şimdi burada hesap gününde karşılaştıkları acıklı manzara, mazlumlara yaptıklarının kendi başlarına gelmesinden başka bir şey değildir.

Zulüm, çoğunlukla Allah’tan başka dostu ve yardımcısı olmayan zayıflara, biçarelere yapılır. Bunu yapanlar ise kalpleri kararmış, Allah korkusundan mahrum kimselerdir. Çünkü kalplerinde Allah korkusu olsa ve hidayet nurundan nasipleri bulunsa yaptıklarının sonunu düşünürler. İşte böyle kimselerin kıyamet günündeki cezaları, dünyada yaptıklarının karşılığıdır.

19 Eylül 2022 Pazartesi

CİMRİLİK ZULÜM SEBEBİDİR

 Resûl-i Ekrem Efendimiz (asm);

- Bir kimsenin hem mümin hem cimri olamayacağını (bk. Nesai, Cihad 8),
- Cimrinin cennete giremeyeceğini (bk. Tirmizî, Birr 41) belirtmiştir.

Cimri diye bilinmekten çok korktuğu için de kendisinin cimri olmadığını, gerektiğinde ashabına hatırlatmıştır. Onun sık sık yaptığı şu dua, cimriliğin ne kötü bir huy olduğunu, onun hangi fenalıklar seviyesinde bulunduğunu ve cimrilikten Allah’a sığınılması gerektiğini göstermektedir:

“Rabbim! Cimrilikten, tembellikten, çok yaşlanıp bunamaktan, kabir azabından, deccâlin oyununa gelmekten, hayatın ve ölümün getireceği huzursuzluktan sana sığınırım.” [Buhârî, Tefsîru sûre (16), 1]

Kendisinde bu hastalık bulunan kimse, cimriliği hem Allah’ın hem Resûlü’nün kötülediğini, insanların cimrilerden nefret ettiğini düşünmeli, kendisinin cömert olduğunu gören kişiler tarafından sevileceğini ve böylece nice gönülleri kazanacağını hesap etmelidir. Şunu da bilmelidir ki, kendisine bile faydası olmayan ihtiyaç fazlası altını biriktirmekle parlak ve cilâlı taşları biriktirmek arasında hiçbir fark yoktur.

Zenginler cimri davranır, fakirler de sabırsız olurlarsa, toplumun düzeni ve dengesi bozulur. Çünkü bir toplum içinde hem zenginler hem de fakirler bulunur. Bunların birbirlerine yardımcı olmaları gerekir.

Aksi takdirde, tarihin her döneminde ve günümüzde de örnekleri görüldüğü gibi, toplumda çatışmalar, kan dökmeler başlar. Bu ise bir toplumun helâkine sebep olur. İnsanlar kan dökmeyi, haramları helal saymayı meşru görmeye başlarlar. Zenginle fakir arasındaki mesafe açıldıkça, zulüm artar ve her çeşidi icra edilmeye başlar. Zulmün artması ve yayılması ise, yıkılışa yaklaşıldığının alâmeti sayılır.

O halde cimrilik de zulmün sebeplerinden biridir. Cimriliğin zulümle bir arada zikredilmesinin böyle bir alakaya dayandığını söyleyebiliriz. Buna göre:

- Zulümden sakınıp kaçınmak, başkalarını da bu yönde uyarmak görevlerimiz arasındadır. Bu, Allah ve Resulünün emridir.

- Zulme sebep ve vasıta olmak da aynı şekilde günahtır.

- Zulüm büyük günahlardandır. Çünkü her zulümde, kulların hakkına tecavüz vardır. Kıyamet günündeki cezası da şiddetli olacaktır.

- Mümin olduğunu söyleyen bir kimse, zulüm ve cimrilik yapmamalı, âdil ve cömert olmalıdır.

- Cimrilikten uzak durmak, sakınıp kaçınmak Müslümanlar için bir vecibedir.

- Cimrilik, zulme de kaynaklık eder.

- Adalet ve cömertlik bir fazilet, bunların aksi olan zulüm ve cimrilik ise alçaklık ve düşüklüktür.

- Dünya zevkine ve malına aşırı düşkünlük, cimrilik insanı günaha ve dinin yasaklarını çiğnemeye iter. 

ALLAH SABREDENLERLE BERABERDİR

  Dördüncü Sualiniz: 

اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِر۪ينَ de hikmet ve gaye nedir?

   Elcevab: 

   Cenab-ı Hak, Hakîm ismi muktezası olarak, vücud-u eşyada bir merdivenin basamakları gibi bir tertib vaz'etmiş.

Sabırsız adam teenni ile hareket etmediği için, basamakları ya atlar düşer veya noksan bırakır; maksud damına çıkamaz.

Onun için hırs mahrumiyete sebebdir.

Sabır ise müşkilâtın anahtarıdır ki,

اَلْحَر۪يصُ خَائِبٌ خَاسِرٌ ٭ وَالصَّبْرُ مِفْتَاحُ الْفَرَجِ

durub-u emsal hükmüne geçmiştir.

Demek Cenab-ı Hakk'ın inayet ve tevfiki, sabırlı adamlarla beraberdir.

Çünki sabır üçtür:

   Biri: 

   Masiyetten kendini çekip sabretmektir.

Şu sabır takvadır, اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الْمُتَّق۪ينَ sırrına mazhar eder.

   İkincisi: 

   Musibetlere karşı sabırdır ki, tevekkül ve teslimdir.

اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّل۪ينَ ٭ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الصَّابِر۪ينَ

şerefine mazhar ediyor. Ve sabırsızlık ise Allah'tan şikayeti tazammun eder.

Ve ef'alini tenkid ve rahmetini ittiham ve hikmetini beğenmemek çıkar.

Evet musibetin darbesine karşı şekva suretiyle elbette âciz ve zaîf insan ağlar; fakat şekva ona olmalı, ondan olmamalı.

Hazret-i Yakub Aleyhisselâm'ın

اِنَّمَٓا اَشْكُوا بَثّىِ وَ حُزْن۪ٓى اِلَى اللّٰهِ

demesi gibi olmalı.

Yani: Musibeti Allah'a şekva etmeli, yoksa Allah'ı insanlara şekva eder gibi, "Eyvah!

Of!" deyip, "Ben ne ettim ki, bu başıma geldi" diyerek, âciz insanların rikkatini tahrik etmek zarardır, manasızdır.

   Üçüncü Sabır: 

   İbadet üzerine sabırdır ki, şu sabır onu makam-ı mahbubiyete kadar çıkarıyor.

En büyük makam olan ubudiyet-i kâmile canibine sevkediyor.

Mektubat - 280

17 Eylül 2022 Cumartesi

AİLE TİPLERİ VE HUZUR

Sıcak bir yuva her insanın vazgeçemediği bir ortamdır.
Bu bakımdan ben aileleri üç kategoride tasnif ediyorum.
1-Tam ve mükemmel  aile ;(Büyük aile) Dede nine, anne baba çocuklar dayı teyze amca hala, yeğen ve torunları içine alan ata erkil aile.Bu ailede ilişkilerin sıcaklığı, saygı sevgi esasına dayanır.Büyüklerin saygınlığı ve adil yönetimi aileyi dağılıp parçalanmadan korur.Mutlak iteat esastır.Huzursuzluklar anında büyüklerin müdahalesi ile giderilir.
2-Küçük aile (çekirdek aile);Anne baba ve çocuklardan meydana gelir.
Eşler arası tartışmalar zaman zaman kavga ile neticelenir.Önce dışarıya sızmayan huzursuzlıklar daha sonra büyüklerin müdahalesine ihtiyaç duyacak hale gelir zamanında müdahale yapılırsa evlilik müessesesi yara almadan kurtarılır.Bu aile tipinde görülen asıl sıkıntı sen ben senin benim ailem yada şuyum buyum meselesidir.Aile dağılımı zaman zaman yaşanır ama çoğu zaman problemler büyümeden önlenir.Aile dağılmadan çocuklar perişan olmadan kurtarılabilinir.
3-SIRADIŞI AİLE ;Bu aile tipi başlangıcı da sonu da ayrılmaya müsait sözde birliktelik kuran içe kapanık ve herkesin kendi alemini yaşadığı dağınık (kozmapolit internet aile), ya da anlaşmalı aile tipidir ki ,toplumun kapanmaz yarası haline gelmiştir. Anlaşmalı birliktelik ve anlaşmalı ayrılık yaşanan kâğıt üzerindeki evliliklerdir.Ne ana belli ne baba belli ne çocuk belli ne nesil.İşte boşanmaların dağılmaların ençok olduğu bu düzensiz aile tipidir. Toplumu saran en büyük tehlike budur.Bir yangın mesabesindeki bu tehlikeden nasıl kurtulacağımızı gece gündüz düşünmemiz gerekir.Buna zaten aile bile denmez.Bu birliktelikte,Anne elinde telefon iş peşinde, baba elinde telefon düş peşinde, çocuklar dersen hak getire,her biri toplumun birer kanayan yarası.Bu nesil ülke geleceğini tehlikeye atmakta ve bu yangın belki de istikbalimizi yok eder duruma gelecektir.İşte her birimiz bir değil bin düşünüp neslimiz başta olmak üzere, ülkemizi ve geleceğimizi nasıl kurtarırız bu  aileleri ve çocuklara
nasıl yardımcı olur ve topluma kazandırabiliriz diye çaba sarfetmeliyiz.
AİLEDE HUZUR
İnsanlar yuva kurdukları kadar o yuvanın huzur içinde devamını sağlamakla da yükümlüdür.Atalarımız yapmak zor yıkmak kolay diyerek aile yuvasındaki mutluluğun devamına da dikkat çekmişlerdir.Yuvayı dişi kuş yapar diyerek annenin önemini, aileyi koruyacak olan babadır diyerek geçiminin temin sorumluluğunu babaya ve çocukları büyütürken bakım ve yetişmesinin anne ile birlikte babaya ait olduğu belirtilmiştir.Evlenip yuva kurmak sonra o yuvayı çocuklarla birlikte hatta büyük anne büyük baba amca dayı teyze hala ile birlikte yürütebilmek hayli zor ama o zoru başarabilmekte o kadar zevklidir.
Kayınbabanın gelinlerini evlatları gibi görmesi, torunlarını bağrına basması, çocukları arasında eşit davranarak örnek olması ne kadar güzel birşeydir.Sabah erken kalkıp seherde rızık için koşmak akşama kadar tüm aile fertleri birlike çalışıp yemek zamanı bir sofra etrafında birlikte yemek yemek ve işbirliği içerisinde işleri çabucak görüp bitirmek  gelinler arasındaki sevgi saygı bağlarını geliştirmek ve büyük küçük ilişkilerinde sevgi saygıyı esas tutmak hem dinimizin hemde örfümüzün gereği güzel hasletlerdir.Bu sıcak aile yuvasını bozmaya değil şeytan hiç bir şerrin gücü yetmez.Yeter ki samimi ve dürüst olalım.İnsan içten pazarlıklı eksik ve ayıp arayıcı insan olmadıktan sonra her şey güzel olur.Yeter ki güzel düşünüp güzel görelim. Muhakkak ki, Allah'ın yardımı da bizimle birlikte olacaktır.Bu şekilde ibadet ve Allah'a kulluk ile birlikte hem dünya işlerimiz ibadet hükmüne geçecek, hem de ahiretimiz kurtulacak. Böylece hem dünyamız hem de ahiretimiz mamur olacaktır.
Son söz olarak şunu belirtmek isterim ki, dünyada huzurda huzursuzlukta bizim elimizde,sonunda Cennette Cehennemde bizim önümüzdedir.Ey insan akıl ile birlike irade de senin elinde.Öyle ise, aklını başına al, nefsin ve şeytanın esiri olma.Sıcak yuvanı dağıtıp çocuklarını boynu bükük üksüz seni sevenleri üzüntü içinde bırakma.Allah'ın svmediği bir helal olan boşanma fiilini aklından bile geçirme.Şu geçici yalan dünyada nefse ve şeytana uyup ahiretini tehlikeye atma.
Rafet Özcan


AİLE VE AİLE BÜTÜNLÜĞÜ

 Günümüz insanlarının en önemli sorunu, bozulan aile düzeni ve sonunda ailelerin ayrılklarla dağılmasıdır.

Sıcak bir aile yuvası kimi mutlu etmez ki? Basit gerekçeler ile aile düzenini altüst etmek, hem toplumu hemde fertleri huzusuz eder.Allah'ın hoşuna gitmeyen bir helal olan boşanmalar aile fertlerinin en son düşünmesi gereken bir çözüm yolu iken daha nikah esnasında ayrılmayı kafaya koyan kişilerin ileride basit gerekçelerle yuvasını dağıtması kaçınılmaz olacaktır.Anlaşmalı evlilikten tutun da, anlaşmalı boşanmaya kadar hertürlü akıl almaz işleri düşünmek bu milletin fertlerine yakışmayacak davranışlardır.Hele bir de çocuklu ailelerde çocuklar ayrılıklar sonunda analı babalı öksüz durumuna düşünce toplumun huzuru tamamen altüst olmaktadır.Ülkeyi yönetenlerin başta olmak üzere tüm akıl sahiplerinin bu konular üzerinde düşünüp önlemler almaları zamanı çoktan gelmiş geçiyor bile.Eğer bu ülkenin insanları olarak aynı topraklar üzerinde kardeşçe yaşayıp hem kendimizi hem başkalarını mutlu görmek ve huzurlu olmak istiyorsak huzur ve mutluluğun yolu sorumluluklarımızı yerine getirmekten geçer.

HUZURA DOĞRU

Huzura doğru adımlar atalım ki huzuru yakalayalım.Bozuk düşünce ve bozuk niyet ile iyi netice elde etmek mümkün mü? Önce aile fertlerinin her bireyi üzerine düşen görevleri yaparak büyük ve huzurlu bir aile ortamına katkı sağlamalıdır.

Ailelerin huzur içerisinde bir arada olması toplumun dayanışmasını sağlar. Dayanışma ise ülkenin çalışarak kalkınmasına yardımcı olur. Dolayısıla fert ve ailelerin düzelmesi toplumun düzgün ve huzurlu olmasında büyük rol oynar.

Herkes kendinden sorumludur.Önce nefsimize, sonra yakınlarımıza, daha sonra yakın çevremize etkili olmalıyız.Daha sonra geniş dairede mahallemiz ,kasabamız ,şehrimiz ülkemiz hatta içinde yaşadığımız dünyamız dahi bizim bu gayretlerimizle yaşanır hale gelecektir.

Gayret ve çalışma bizden, yardım ve tevfik Allah'tandır.

R.Özcan 

16 Eylül 2022 Cuma

HUZURLU AİLE

 İnsanlar yuva kurdukları kadar o yuvanın huzur içinde devamını sağlamakla da yükümlüdür.Atalarımız yapmak zor yıkmak kolay diyerek aile yuvasındaki mutluluğun devamına da dikkat çekmişlerdir.Yuvayı dişi kuş yapar diyerek annenin önemini, aileyi koruyacak olan babadır diyerek geçiminin temin sorumluluğunu babaya ve çocukları büyütürken bakım ve yetişmesinin anne ile birlikte babaya ait olduğu belirtilmiştir.Evlenip yuva kurmak sonra o yuvayı çocuklarla birlikte hatta nüyük anne büyük baba amca dayı teyze hala ile birlikte yürütebilmek hayli zor ama o zoru başarabilmekte o kadar zevklidir.

Kayınbabanın gelinlerini evlatları gibi görmesi, torunlarını bağrına basması, çocukları arasında eşit davranarak örnek olması ne kadar güzel birşeydir.Sabah erken kalkıp seherde rızık için koşmak akşama kadar tüm aile fertleri birlike çalışıp yemek zamanı bir sofra etrafında birlikte yemek yemek ve işbirliği içerisinde işleri çabucak görüp bitirmek  gelinler arasındaki sevgi saygı bağlarını geliştirmek ve büyük küçük ilişkilerinde sevgi saygıyı esas tutmak hem dinimizin hemde örfümüzün gereği güzel hasletlerdir.Bu sıcak aile yuvasını bozmaya değil şeytan hiç bir şerrin gücü yetmez.Yeter ki samimi ve dürüst olalım.İnsan içten pazarlıklı eksik ve ayıp arayıcı insan olmadıktan sonra her şey güzel olur.Yeter ki güzel düşünüp güzel görelim. Muhakkak ki, Allah'ın yardımı da bizimle birlikte olacaktır.Bu şekilde ibadet ve Allah'a kulluk ile birlikte hem dünya işlerimiz ibadet hükmüne geçecek, hem de ahiretimiz kurtulacak. Böylece hem dünyamız hem de ahiretimiz mamur olacaktır.

Son söz olarak şunu belirtmek isterim ki, dünyada huzurda huzursuzlukta bizim elimizde,sonunda Cennette Cehennemde bizim önümüzdedir.Ey insan akıl ile birlike irade de senin elinde.Öyle ise, aklını başına al, nefsin ve şeytanın esiri olma.Sıcak yuvanı dağıtıp çocuklarını boynu bükük üksüz seni sevenleri üzüntü içinde bırakma.

Allah'ın sevmediği bir helal olan boşanma fiilini aklından bile geçirme.Şu geçici yalan dünyada nefse ve şeytana uyup ahiretini tehlikeye atma.


14 Eylül 2022 Çarşamba

ASIL DÜŞMAN...İNGİLİZ AJANLARI

İngiltere emperyalist Avrupa sömürgeciliğinin başını çeken, Osmanlının çöküşünde ve İslam dünyasının parçalanmasında en çok payı olan bir devlet. 

Bugünkü Ortadoğu sınırları ve İsrail’in bir çıban başı gibi Filistin’e yerleştirilmesi, dessas İngiliz siyasetinin doğurduğu sonuçlardan.

19. yüzyılın sonunda parlamentosunda yapılan bir konuşmada “Kur’an Müslümanların elinde olduğu sürece onlara hâkim olamayız, ya bu kitabı ortadan kaldırmalı veya Müslümanları ondan soğutmalıyız” mesajının verildiği adres de yine bu ülkenin başkentiydi.

Osmanlının idam fermanı olan Sevr’de de, Lozan’daki gizli pazarlıklarda da aynı İngiliz siyasetinin öne çıkan rolü belgelerle sabit.

Birinci Dünya Harbi yıllarında geçemediği Çanakkale’yi daha sonra geçerek İstanbul’u işgal edip boğazına basan da yine İngiltere.

O vaziyette kendisine bağlı olan Anglikan Kilisesi Başpapazına sordurduğu sorularla İslamı güya aşağılamaya çalışan da aynı devlet.

İşte bunlara karşı “Kur’an’ın sönmez ve söndürülemez bir manevî güneş olduğunu dünyaya göstereceğim ve ispat edeceğim” diyen ve Risale-i Nur’la bunu başaran bir Bediüzzaman var.

Aynı Said Nursî İngiliz işgaline karşı Hutuvat-ı Sitte’yi kaleme alıp neşretmiş ve bizzat dağıtmış; propagandalarını boşa çıkarıp tuzaklarını bozduğu işgalciye ve maşalarına “Tükürün ehl-i zulmün merhametsiz yüzüne!” diye haykırmış; Kur’an’ı imha etme veya gözden düşürme planlarını eserleriyle akamete uğratmış.

Ve son derece ağır ve zor şartlarda tek başına başlattığı Nur hizmeti bütün engelleri aşarak İlahî bir tavzif ve inayetle muvaffak olduktan sonra, diğer dünya güçleri gibi İngiltere’ye de sağduyu ve vicdan eksenli çağrılar yapmıştır.

13 Eylül 2022 Salı

YENİ ASYA CEMAATİ

 YENİ ASYA PUSULADIR

 Demirel rahmetli olmadan, Yeni Asya mensupları adına Kazım Güleçyüz'ün son görüşmesinde kendisine;

Sizlerin durumu nasıl? Gerçi,“Yeni Asyacılar gayri nizamî iş yapmaz” ama der. 

Bu ne demek? Yani,Yeni Asya mensupları ölçülüdür,ölçüsüz bir iş yapmaz.Dolayısıyla demokratlara noktay-ı istinad olduğu için, Demokratlar da ölçüsüz bir iş yapmaz ve yapmamalıdır demek istemiştir.

Ve sözlerine şöyle devam etmiştir:

“Tasfiye işine gidildiğinde adalet yok demektir. Tasfiyeler, görevden almalar... Devlette kural var. Rule of law; hukukun üstünlüğü, hukuk devleti, kanun devleti diye birşey var. Kurallar belli. Bunlar ortadan kalktığı zaman fetret  olur. Kim tasfiye ediyor, belli değil. Kim? Meçhul olan o kim? Görünüşte hükümet yapıyor, ama gerçekte bütün bunları yapan kim? Keyfî idarelerde böyle olur.”

Demirel şayet 15-20 Temmuz sürecinde yapılanları görseydi, eminiz ki, bunları çok daha kuvvetli vurgularla seslendirirdi. Ve ta 1987’de Meclisteki bütçe görüşmelerinde KHK’lar için yaptığı ikazları da tekrar ederdi:

“KHK’larla herşeyi halledemezsiniz. Bilhassa kişi haklarıyla ilgili KHK olmaz, olmaması lâzımdır. Temel hakları düzenleyen KHK olmaz. Temel haklar mutlaka Meclislerin işidir. 

“Ayrıca devlet memurlarının, çalışanların haklarını tanzim eden KHK’lar da olmaz. Bunlar kazanılmış hakları zedeleyebilir. 

“KHK’lar daha çok ekonomik faaliyetlerin daha çabuk görülmesi için düşünülmüştür. Öyle de olmalıdır.  Ama bunu bir toplumun her safhasına teşmil ederseniz o takdirde işin içinden çıkma imkânınız olmaz.”

Keza şunları da yine söylerdi:

“İnsanlık tarihi Hz. İbrahim’i masum, Nemrud’u zalim tanıyor. Firavun’u zalim, Musa’yı masum tanıyor. Ülke idaresini eline geçirenler için en önemli hadise geriye ne bırakacaklarıdır. Geriye kötü ad bıraktığınız takdirde, asırlar da geçse, silinmez, unutulmaz. İyi ad bıraktığınız zaman onun da unutulması mümkün değildir. ‘Bunlar zalimdir’ dedirtmek de vardır, ‘âdildir’ dedirtmek de vardır.”

Demokrat misyonu temsil iddiasındakilerin da kulak vermesi gereken ikazlar bunlar.

Yeni Asya ve Yeni Asya mensupları da her zaman her yerde bunları savundu.Bundan dolayı insanlara bilhassa demokratlara rehber oldu.

Hiç bir zaman zulmü alkışlayıp zalimin yanında olmadı. Mazlumların haklarını savundu zalimlere karşı ise, Üstaddan aldığı ilhamla,"Zalimler için yaşasın cehennem" demeyi ihmal etmedi.

12 Eylül 2022 Pazartesi

EĞİTİME BAŞLARKEN...!

 Eğitim,kişide davranış değişikliği kazandırma sanatıdır.Eğitim bir yapıp etmedir.Eğitim bir plan dahilinde örgün ve yaygın şekilde yapılır.Bir plan ve program dahilinde yapılan eğitim verimli eğitimdir.Örgün eğitimin yapıldığı yer okullar yaygın eğitimin yapıldığı yer ise çevredir.Eğitimin başarıya ulaşması için Okul,öğrermen, öğrenci ve çevre unsurları gereklidir.Öğretmensiz ve öğrencisiz eğitim düşünülemez.

Eğitimin önemini belirten şu söz çok önemlidir;
"Öyle gün gelecek ki çocuğu eğitmek,hayvanı eğitmekten zor olacak" işte bu söz günümüz eğitimini tam olarak yansıtmaktadır.Hangi öğretmenle karşılaşsam, hal hatırdan sonra okul işleri nasıl gidiyor desem, ilk söylediği söz malesef durumun hiç iyi olmadığı eğitim ve öğretimin içler acısı durumda olduğu, bilhassa öğrencilerin başıboşluk içerisinde, disiplinin olmaması nedeniyle öğretimde zorluk çekildiği belirtilmektedir.
Öğrencileri eğitmekte, terbiye etmekte zorluk çektiklerini anlatmakta ve  mesleklerini çok zorluklar içerisinde icra ettiklerini belirtmektedirler. İdare, öğrenci  ve veli kıskacında nefes alamaz halde olduklarından dert yanmaktadırlar.Öğrenci ağa,öğretmen köle, idare yetkisiz ve etkisiz bir vaziyette.Böyle bir sistemde eğitimci ne yapsın öğretmen ne yapsın veli ne yapsın? Eğitim öğretim bu şartlarda, içler acısı şeklinde sürüp gitmektedir.

Disiplinin olmadığı bir ortamda eğitim ve öğretim verilemez.Çocuk kendini dokunulmaz kabul eder, veli buna destek çıkar, idare yani yönetim de öğretmenin değil öğrencinin yanında olursa,(bu demek değil ki tüm okul yöneticileri böyle hayır.) Eğitim ve öğretimi hakkıyla yerine getiren çok okullarımız , idarecilerimiz ve öğretmenlerimiz var, onlara minnettarız.Fakat şunu da aklımızdan çıkarmayalım ki,eğer okul yönetimi öğrenciyi korumak adına olumsuz davranışlara göz yumarsa o okulda öğretmen çocuğa hiç bir şey veremez.Bu durum seneler sonra diplomalı cahiller ordusu olarak karşımıza  çıkar.Bu şartlarda yetişen öğrencinin ne kendine ne ailesine ne de topluma hiçbir faydası olmaz olamaz.
İşte bugünkü eğitim ve öğretimin durumu . Öğretim yok eğitim ise can çekişmektedir. Hatta can çekişen hastaya verilen  ilaç mesabesinde bile değil.Gelde bu vaziyette olan öğretmen verimli olabilsin. Öğretmenlik mesleğinin saygınlığı varmı ki,  öğretmenler verimli olsun?Gelin önce öğretmenlerimize saygınlığını kazandıralım.Başta öğrenciler  olmak üzere, toplumda herkes Öğretmenlik mesleği ve öğretmenlerimize saygı duysun.Onları maddi manevi sıkıntılardan kurtaralım kendilerine ve mesleklerine olan güvenlerini kazandıralım.Öğretmenlerimizin toplumun geleceğini hazırlayan değerli insanlar olduğunu unutmayalım.Allah, eğitim ve öğretim camiasının değerli mensupları olan öğretmenlermize kolaylıklar nasip etsin.
Rafet Özcan

10 Eylül 2022 Cumartesi

MÜTHİŞ BİR YANGIN VAR !

    Bana "Sen şuna buna niçin sataştın?" diyorlar.

Farkında değilim.

Karşımda müdhiş bir yangın var.

Alevleri göklere yükseliyor.

İçinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor.

O yangını söndürmeğe, imanımı kurtarmağa koşuyorum.

Yolda biri beni kösteklemek istemiş de, ayağım ona çarpmış.

Ne ehemmiyeti var?

O müdhiş yangın karşısında bu küçük hâdise bir kıymet ifade eder mi?

Dar düşünceler!

Dar görüşler!

   Beni, nefsini kurtarmayı düşünen hodgâm bir adam mı zannediyorlar?

Ben, cem'iyetin imanını kurtarmak yolunda dünyamı da feda ettim, âhiretimi de.

Seksen küsur senelik bütün hayatımda dünya zevki namına bir şey bilmiyorum.

Bütün ömrüm harb meydanlarında, esaret zindanlarında, yahut memleket hapishanelerinde, memleket mahkemelerinde geçti.

Çekmediğim cefa, görmediğim eza kalmadı.

Divan-ı Harblerde bir câni gibi muamele gördüm, bir serseri gibi memleket memleket sürgüne yollandım.

Memleket zindanlarında aylarca ihtilattan men'edildim.

Defalarca zehirlendim.

Türlü türlü hakaretlere maruz kaldım.

Zaman oldu ki, hayattan bin defa ziyade ölümü tercih ettim.

Eğer dinim intihardan beni men'etmeseydi, belki bugün Said topraklar altında çürümüş gitmişti.

   Benim fıtratım, zillet ve hakarete tahammül etmez.

İzzet ve şehamet-i İslâmiye beni bu halde bulunmaktan şiddetle men' eder.

Tarihçe-i Hayat - 629

TEKNOLOJİ ÇAĞI VE...

 GÜNÜMÜZ TEKNOLOJİSİ 

Teknoloji çağı dediğimiz günümüzde, bilgiye ulaşmak artık çok kolaylaştı.Bu durum insanların birazda hantallaşmasına ve hazırcılığa alışmasına sebep oldu.Bir tıkla bilgiye ulaşabilen insan okumaktan, düşünerek iş yapmaktan ve bedenen yorulmaktan kurtuldu.Fakat tıpkı bir çocuk gibi eline aldığı cep telefonunu, tabletini bırakamaz bir alışkanlık haline getirdi ve zihnen yoruldu.Güzel bir iletişim ve haberleşme aleti olan cep telefonları tabletler ve bilgisayarlar tıpkı bir  oyuncak aletine dönüştü.

Çocuklarımızı bu aletlerin zararından (radyasyon ve göz yorgunluğu gibi) korumak isterken malesef anne baba ve yetişkinler olarak bizler teknolojinin esiri olduk.Anne çocuğunu okşayıp koklama yerine telefon  yada tabletini bilgisayarını tıpkı bir oyuncak gibi elinden bırakamaz hale geldi.Baba oğlum kızım dersinize çalışın derken kendisi cep telefonu ile meşgul oldu.Çocuk ders çalışma yerine telefon oyunlarına merak sardı ve fırsat buldukça açık yada gizli olarak oyuncağına sarıldı.Evler sessizliğe büründü insanlar yalnızlaştı.Yemek sofrasında sohbetler unutuldu aile bağları zayıfladı.Hatta zaman zaman aile içi münakaşalar ve sürtüşmeler dahi  başladı.En acısı ise, kimse kimseyi dinlemez oldu ve ailelerde iç huzursuzluklar başgösterdi.Gelin kaynana, baba oğul tartışmaları başladı.Herkes kendi bildiğini okuyarak sonunda kendini haklı bulup biraz daralınca hemen, isyan edercesine kalkıp oturmalar, çekip gitmeler söz konusu oldu.

İşte, yerinde kullanılınca faydalı bir alet, yerinde kullanılmayınca zararlı hale geldi.İnsanlar çocuklaşarak emziği elinden alınınca ağlayan çocuk gibi oldu.Telofonuna müdahale edileceği düşüncesinde olan fertler bir bahane ile sıcak yuvalarını terkederek sokağı yada tek başına yaşamı tercih etti. Yalnızlaşan bu insanlar ev köşelerinde teknolojinin esiri olarak yaşamlarına devam ediyorlar.

Evliler evlilikten sıkılarak, bekârlar evlenmekten vazgeçerek, aile ocağını  terkettiler. Evli aileler eş ve yavrularını yapayalnız, analı babalı öksüz durumda bırakıp sıcak yuvalarını dağıttılar.Saçma sapan bahanelerle ayrılığı tercih edip boşanma yolunu seçtiler.

Ne diyelim, demek ki, Z kuşağı adı verlen gençlerin sınavı da,  belki bu oyuncak teknolojidir. 

İçinde yaşadığımız çevremizdeki bu durumu görünce, böyle düşünmekten başka birşey söyleyemiyorum.Allah sonumuzu hayreylesin.

Rafet Özcan


9 Eylül 2022 Cuma

EĞİTİMDE BAŞARININ SIRLARI

 2022-2023 eğitim ve öğretim yılına başlarken.

 Öğretmenlerin öğrencilerini mutlaka kayıtsız şartsız sevmesi gerekiyor.
Şimdilerde velileri “Acaba özel okula mı versem yoksa devlet okuluna mı?” diye bir telâş aldı. Haliyle bu işte bir rant haline geldi. Bazı devlet okulları da bağış (!) miktarlarını güncelliyorlar.
Aslında eğitim ve öğretim işi öğretmende bitiyor. Gelir getirsin diye memurluk hele de öğretmenlik yapan kişiler, maalesef yaptığı mesleği hizmet değil de kazanç olarak görmektedir.
Bediüzzaman Hazretleri, Münâzarât adlı eserinde: “Bence memuriyete veya imarete giren, yalnız hamiyet ve hizmet için girmelidir. Yoksa yalnız maişet ve menfaat için girse, bir nevi çingenelik eder. 
Haşiye: {Ey memurlar, Eski Said’in kırkbeş sene evvel söylediği bu sözünden gücenmeyiniz.}
Öğretmenlik yaptığım yıllarda bir ingilizce öğretmenine sordum.
“İngilizce derslerini nasıl sevdirdin?” diye.  Cevaben, “Öğrencilerime soruyorum ‘en çok sevdiğiniz yabancı oyuncu kim’ diye. Onlar da hep bir ağızdan ‘Jackie Chan’ diyorlar. Peki şimdi Jackie Chan gelse, onunla nasıl konuşacaksınız? Biliyorsunuz ki; Türkçe bilmiyor. Ya Çince ya da İngilizce konuşmanız lâzım. İşte başlıyoruz deyip ‘What is your name?, Where are you from?’ gibi İngilizce cümleleri, meraklarını çekecek şekilde zihinlerine yerleştiriyorum.”
Bediüzzaman Hazretleri hakikat çekirdeklerinde “... merak ilmin hocadır” diyor.
Son olarak ‘Pozitif Pencere’ adlı kitaptan bir örnek vermek istiyorum:
“Bir profesör, sosyoloji sınıfındaki öğrencilerini Baltimore şehrinin kenar mahallelerine göndermiş ve o bölgede yaşayan 200 erkek çocuğunun durumlarını araştırmalarını ve her bir çocuğun geleceği hakkında bir değerlendirme yapmalarını istemişti. Öğrenciler hemen hepsi bu çocukların gelecekte hiçbir şanslarının olmadığını dile getirmişlerdi. Bundan tam yirmi beş yıl sonra bir başka sosyoloji profesörü tesadüfen bu çalışmayı buldu ve öğrencilerinden bu projeyi sürdürmelerini ve aynı çocuklara ne olduğunu araştırmalarını istedi. Öğrenciler, o bölgeden taşınan ya da ölen 20 çocuk dışındaki 180 çocuktan 176’sinin olağanüstü bir başarı gösterip, avukat, doktor ya da iş adamı olduklarını ortaya çıkardılar. Profesör çok etkilenmişti ve bu konuyu izlemeye karar verdi. Birer yetişkin olan o çocukların hepsi o bölgede yaşadıkları için, her biriyle buluşma şansı oldu.
“O koşullarda nasıl bu kadar başarılı oldunuz?” sorusuna verdikleri cevap hep aynıydı: “Mahalle okulunda bir öğretmenimiz vardı. Onun sayesinde.”
Profesör, bu öğretmeni çok merak etmişti. Hâlâ hayatta olduğunu öğrendiği yaşlı öğretmenin izini bulması zor olmadı. Kendisini ziyaret etmek için evine kadar gitti. Karşısında yılların yüzüne eklediği kırışıklıklara rağmen hâlâ dinç duran bir yaşlı kadın buldu. Merakla yaşlı kadına bu çocukları kenar mahallelerden kurtarıp, başarılı birer yetişkin olmalarını sağlamak için kullandığı sihirli formülün ne olduğunu sordu.
Yaşlı öğretmenin gözleri parladı ve dudaklarının kenarında bir gülümseme belirdi: “Çok basit” dedi, “Ben o çocukları çok sevdim...’’
Bu duygular ile ,tüm eğitim camiasının yeni ders yılının hayırlı olmasını diler, her birine başarılar temenni ederim.

KISKANÇLIK BÜYÜK TEHLİKE


Kardeşlerim, enaniyetin işimizde en tehlikeli ciheti kıskançlıktır. Eğer sırf lillâh için olmazsa, kıskançlık müdahale eder, bozar. Nasıl ki bir insanın bir eli bir elini kıskanmaz ve gözü kulağına hased etmez ve kalbi aklına rekabet etmez. Öyle de, bu heyetimizin şahs-ı manevîsinde, her biriniz bir duygu, bir aza hükmündesiniz. Birbirinize karşı rekabet değil, bilâkis birbirinizin meziyetiyle iftihar etmek, mütelezziz olmak bir vazife-i vicdaniyenizdir.

  Bir şey daha kaldı; en tehlikelisi odur ki: İçinizde ve ahbabınızda, bu fakir kardeşinize karşı bir kıskançlık damarı bulunmak, en tehlikelidir. Sizlerde mühim ehl-i ilim de var. Ehl-i ilmin bir kısmında bir enaniyet-i ilmiye bulunur. Kendi mütevazi de olsa, o cihette enaniyetlidir; çabuk enaniyetini bırakmaz. Kalbi, aklı ne kadar yapışsa da, nefsi, o ilmî enaniyeti cihetinde imtiyaz ister, kendini satmak ister, hatta yazılan risalelere karşı muaraza ister. Kalbi risaleleri sevdiği ve aklı istihsan ettiği ve yüksek bulduğu halde, nefsi ise, enaniyet-i ilmiyeden gelen kıskançlık cihetinde zımnî bir adavet besler gibi, Sözlerin kıymetlerinin tenzilini arzu eder; tâ ki kendi mahsulât-ı fikriyesi onlara yetişsin, onlar gibi satılsın. Halbuki, bilmecburiye bunu haber veriyorum ki:

  Bu dürus-u Kur’âniyenin dairesi içinde olanlar, allâme ve müçtehidler de olsalar, vazifeleri, ulûm-u imaniye cihetinde, yalnız yazılan şu Sözlerin şerhleri ve izahlarıdır veya tanzimleridir. Çünkü, çok emarelerle anlamışız ki, bu ulûm-u imaniyedeki fetva vazifesiyle tavzif edilmişiz. Eğer biri, dairemiz içinde, nefsin enaniyet-i ilmiyeden aldığı bir his ile, şerh ve  izah haricinde bir şey yazsa, soğuk bir muaraza veya nâkıs bir taklitçilik hükmüne geçer. Çünkü, çok delillerle ve emarelerle tahakkuk etmiş ki, Risale-i Nur eczaları Kur’ân’ın tereşşuhatıdır; bizler, taksimü’l-a’mâl kaidesiyle, her birimiz bir vazife deruhte edip o âb-ı hayat tereşşuhatını muhtaç olanlara yetiştiriyoruz.

  Mektubat, s. 501-503.


İNSANİ DEĞERLERE SAHİP ÇIKALIM

 “Şeriatta; yüzde doksan dokuz ahlâk, ibadet, âhiret ve fazilete aittir. Yüzde bir nisbetinde siyasete mütealliktir. Onu da ulû’l-emirlerimiz düşünsünler” diyen Bediüzzaman Hazretleri’nin yüzde birlik olarak bahsettiği siyasi yönetimi İslam dinine yakın hale getirmişlerdir. 

Hristiyan âleminde bu güzel gelişmeler olurken; maalesef İslam âleminin istibdat rejimleri ile ayak sürümesi ‘zillet’ içerisinde ‘İlâhî tokatlara’ müstahak olmasına yol açmıştır. İslam milletlerinin cehalet, zaruret, fakirlik, düşmanlık ve hukukunu bilip savunamama gibi hastalıklara maruz kaldığını gören Bediüzzaman Hazretleri bu durumlardan kurtuluş çarelerini eserlerinde izah etmiştir.

Peki, madem demokratik ülkeler idare sistemleriyle nispeten huzur bulmuşken neden aynı ülkeler Müslüman ülkelerde ve üçüncü dünya ülkelerinde sömürgeci zihniyetlerine devam etmektedirler?

Mesela Fransa; Afrika kıtasındaki on beş ülkenin gelirlerinin yüzde seksen beşini şirketler vasıtasıyla gasp ederken ancak yüzde on beşlik geliri bu ülkelere bırakarak, ‘bir sonraki seneye de köleliklerine devam etsinler’ mantığıyla hareket etmektedir. Uyanıp itiraz eden ülkelerde karışıklık çıkararak ya da darbe yaptırarak kendilerine hizmet eden idarecileri yönetime getirmektedir.

Bediüzzaman’ın tespiti şöyledir: “Devletler, milletler muharebesi, tabakat-ı beşer muharebesine terk-i mevki ediyor. Zira beşer esir olmak istemediği gibi, ecîr [ücretli] olmak da istemez.” (Sünuhat, Rüyada Bir Hitabe). 

Bediüzzaman Hazretlerinin ‘gizli zındık komiteleri’ ve ‘dinsizlik cereyanları’ diye isimlendirip dikkat çektiği bu ‘güç ve sermaye’ odakları hem ‘dindar İsevî’leri hem de Müslüman ülkeleri taciz etmeye devam etmektedir. 

İşte bu yüzden ‘insani değerler’e sahip çıkılması önem kazanmaktadır.

8 Eylül 2022 Perşembe

DİKDATÖRLÜK VE KUL HAKKI

 Kul hakkı İslam dininde çok önemlidir. Şehidlere bile bu konuda ayrıcalık tanınmamıştır.

Yani kulun hakkını ancak hak sahibi olan kul affedebilir. Her insanın Rabbine karşı yapması gereken kulluk vazifelerini ihmal etmesi durumunda tövbe ile Cenab-ı Allah’tan af dileyerek kurtulması ihtimal dahilindeyken kul hakkında bu durum mümkün olmamaktadır.

Demokrasinin ileri düzeyde uygulandığı ülkelerde kişilerin özlük hakları korunduğu gibi toplum içerisindeki ilişkilerinden doğan hakları da korunmaktadır. Bu da “adalet, meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvet [güç ve kuvvetin sınırlandırılması; kuvvetin denetim altına alınarak yasal çerçevede kullanılması]” ile sağlanmaktadır. Yani ‘kul hakkı’ demokratik devlet güvencesiyle korunmaktadır.

Bu durum ‘dindar İsevîler’in başarısıdır. Dolayısıyla İsa Aleyhisselâm’ın başarısıdır. Çünkü adı demokrasi de olsa ‘istibdat’ uygulayan hiçbir ‘diktatöryal rejim’ kul hakkına önem vermez. Çünkü bizzat rejimin başındakiler baskıyla ve zorbalıkla kul hakkına tecavüz ederler.

Dindar İsevîler, Bediüzzaman Hazretlerinin; Peygamber Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam’ın bildirdiği Âhirzaman müjdesini yüz yıl öncesinden yorumlayarak ‘Hristiyanlık dininin saflaşarak İslam dinine yaklaşacağı’ tesbitini doğrulamışlardır.

VEFA NEDİR BİLMEYENLERE !


Vefa nedir bilirmisiniz?
Vefa ;dostluktur,kadirşinaslıktır.

Vefa;hakkın hatırını ali tutmaktır.Vefa gönül adamı olmak ve kendisini sevenleri yüz üstü bırakmamak,menfaat uğruna sevenlerini söz ve davranışlarla hançerlememektir."Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır" Bunu bilerek sevdiklerini ve yakınlarını hayel kırıklığına uğratacak davranışlardan uzak olmak demektir.
Tabi bütün bu saydıklarım sılay-ı Rahimi bilen hak hukuk gözeten insanlar için geçerlidir.Kendini bilmez ne oldum delisi olan insanları maddi varlığı ve makam mevkisi ile değerlendiren adam olamamış insanlar için geçerli değildir.Ne yapalım onunda kafasına akıl koyacak halimiz yokya.Kimi söz söyler sözmüdür lafmıdır anlaşılmaz kimi nasihat eder kendi uymaz kimi şair kesilir uslüp nedir bilmez gelde bu kendini bilmez akıl fukaralarına acıyıp da Allah akıl fikir versin deme.Behey ahmak önce kendine bir bak, üstad demiyor mu ki, nefsini ıslah edemeyen başkasını ıslah edemez diye.Hem Yunus Emre demiyor mu, İlim ilim bilmektir,ilim kendin bilmektir.Sen kendini bilmezsen ,Bu bir kuru emektir.
Hem Hz.Ali ,Kendini bilen Rabbini bilir dememişmidir?
Sorarım ey değerli dostlar diye fecabookta yazı yazan ve gönül pınarından damlalar diye dizeler düzen zatı muhterem;Sen önce kendine yakın çevrene söz dinlet birazda vefa nedir onu öğren biliyorsan eğer vefasızlık yapma sonra da gel millete nasihat et.Yoksa kusura bakma efendi "ele verir telkini kendi yutar salkımı" sözüne muhatap olursun benden söylemesi. Birazcık akıl dağarcığında azıcık akıl kırıntısı varsa düşünür ona göre hareket edersin ya da susar köşene çekilirsin. Birilerinden tenkit yemeden kalemini bırakırsın.
Eğer yine de bu dost sözlerini dinlemezsen artık orasını sen bilirsin.Benden söylemesi, aklın varsa göle...

GÖRELİM MEVLÂ NEYLER,NEYLERSE GÜZEL EYLER

 Her geçen gün, yoksul insanlar için zorlaşan hayat şartları, ardarda yapılan enerji ve akaryakıt zamları ile birlikte doğalgaza yapılan zamlar  fakir fukarayı kara kara düşündürmektedir. Daha kış gelmeden kışı bu şartlarda nasıl geçireceklerini şimdiden düşünüp  durmaktadırlar.

Ülkede yirmi yılı aşkın iktidarda bulunan Ak parti hükümeti, her geçen gün iktidarı kaybetme korkusuna kapılarak ne alırsam ne satarsam kar anlayışı içerisine girerek yanlış üstüne yanlış politikalar üretmektedir. Milleti ümitsizlik ve korkuya kaptırarak hayatı çekilmez ülkeyi yaşanmaz hale getirmeye devam etmektedirler.Millet ne yapacağını şaşırmış vaziyette. Tek parti dikdası ile önünü göremez ve sesi ve yetkisi kısılan muhalefete de güvenemez duruma düşmüştür.
Üç Y ile mücadele edeceği yerde yanına nice Y ler ekleyerek milletin güvenini iyice kaybetmiş durumdadırlar.Ümit ve ışık işareti olan Ampül amblemi bile millet için birşey ifade etmemekte hatta seçim sonunda ampül patlayarak dağılıp gitme sinyalleri vermektedir.Biliyoruz ki bu devran böyle gitmez, gün olur yapılan her yanlışın hesabı sorulur.Yapılan zam ve zulüm aşırı yüklenen enerji sonucu elektronik cihazların ve  ampüllerin arıza görüp patlaması gibi, milletin sabır sınırı taşma noktasına gelmiş, toplum patladı patlayacak. Tıpkı AKP iktidarı ve amblemi olan ampülün yaklaşan seçimler sonrası patlayıp dağılacağı gibi.AK parti gider, diğer bir parti gelir fakat yaptıkları tahribat belki yıllarca onarılamaz.
Yine de ümitsizliğe düşmemek lazım, zira gün doğmadan neler doğar.Bu millet sahipsiz değil. Görelim Mevla neyler, neylerse güzel eyler.

Rafet Özcan

6 Eylül 2022 Salı

ÜMİTSİZLİK Mİ ? ASLA...!

 Umut Kapımız İmanımız

Biz mü’miniz; Allah’a inanıyoruz, güveniyoruz, itimad ediyoruz. İmânımız bize öyle bir ümit ve ricâ kapısı açıyor ki, aslında yüz bin dünya derdi de gelse yine hafif kalır, yine çekilir cinsten olur. Fakat biz şüphesiz, dertten ve belâdan Allah’a sığınıyoruz, sığınmalıyız. Çünkü Allah’a sığınmak bir ibadettir.

Cenâb-ı Hak bütün canlıların, bütün hayvanâtın, bütün mahlûkatın, bütün kullarının yegâne umududur. Herkes, her derdinde, her kederinde, her ıztırabında yalnız Cenâb-ı Allah’a sığınır, yalnız Cenâb-ı Allah’tan ümit eder. Umutların tükendiği noktada, Allah’ın rahmet ve umut kapısı hep açıktır. Emin olmalıyız ki, Allah Kendisine iltica edenlere şefkatle ve merhametle yardım eder.

Her zaman ve her yerde, her darlıkta ve her olumsuzlukta kullarının mutlak ümidi olan Cenâb-ı Hak, bütün kapıların kapandığı zamanlarda kullarına yeni kapılar açar, yeni çıkış yolları gösterir. Mü’min, Allah’tan umudunu hiçbir zaman kesmez.

Mü’min Umutsuz Olmaz

Cenâb-ı Hak, “Allah size yardım ederse, artık size üstün gelecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi bırakıverirse, ondan sonra size kim yardım eder? O halde Mü’minler ancak Allah’a tevekkül etsinler.”1 buyuruyor.

Acziyetini bilen bir kulun Allah’a tevekkülden eşsiz bir tesellî bulacağını beyan eden Bediüzzaman, Fâtihâ Sûresi’ndeki “Nestaîn” kelimesinin tevekkül manasını ihtiva ettiğini, bu mukaddes kelimenin çaresi tükenmiş kullara tesellî verdiğini ve Allah’ın recâ ve ümit kapısını her an, her an açık tuttuğunu kaydediyor.

Allah’ın emrine muhatap olan insanlar, korku ve ümit ortasında bulunurlar. Takvâyı umarak Rabbine ibâdet etmesi gereken insan, ibadetini yeterli saymamalı, ibadetinden çok Allah’ın rahmetine güvenmelidir. Ümidin kaynağı imandır. İman, dünya ve âhireti nimetlerle süslenmiş iki sofra olarak insanın önüne sürer. İmân nimetini bize ihsan eden Rabbimiz, bize her bakımdan kâfidir. 

Recânın ve umudun cemâlî bir tecellî olduğunu kaydeden Üstad Hazretleri, Cenâb-ı Hakk’ın, tesellî isteyen kullarının dâima refîki, arkadaşı ve dostu olduğunu, şefkatini kullarından esirgemediğini  beyan eder.


5 Eylül 2022 Pazartesi

İNSANI HAYVANDAN AYIRAN ÖZELLİKLER

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   İnsanı hayvandan ayıran şeylerden:

   Biri, mazi ve müstakbel ile alâkadar olmasıdır.

Hayvan bu iki zamanı bihakkın düşünecek bir idrake mâlik değildir.

   İkincisi, gerek enfüsî, gerek âfâkî, yani dâhilî ve haricî şeylere taalluk eden idraki, küllî ve umumîdir.

   Üçüncüsü, inşaata lâzım olan mukaddemeleri keşf ve tertib etmektir.

Meselâ: Bir evin yapılması için lâzım olan taş, ağaç, çimento misillü lüzumlu mukaddemeleri ihzar ve tertib etmek gibi.

   Binaenaleyh insanın en evvel ve en büyük vazifesi, tesbih ve tahmiddir.

Evvelâ mazi, hal ve istikbal zamanlarında görmüş veya görecek nimetler lisanıyla, sonra nefsinde veya haricinde görmekte olduğu in'amlar lisanıyla, sonra mahlukatın yapmakta oldukları tesbihatı şehadet ve müşahede lisanıyla Sâni'i hamd ü sena etmektir.

Mesnevi-i Nuriye - 206

 İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Cenab-ı Hakk'ın atâ, kaza ve kader namında üç kanunu vardır.

Atâ, kaza kanununu, kaza da kaderi bozar.

   Meselâ: Bir şey hakkında verilen karar, kader demektir.

O kararın infazı, kaza demektir.

O kararın ibtaliyle hükmü kazadan afvetmek, atâ demektir.

Evet yumuşak bir otun damarları katı taşı deldiği gibi, atâ da kaza kanununun kat'iyyetini deler.

Kaza da ok gibi kader kararlarını deler.

Demek atânın kazaya nisbeti, kazanın kadere nisbeti gibidir.

Atâ, kaza kanununun şümulünden ihraçtır.

Kaza da kader kanununun külliyetinden ihracdır.

Bu hakikate vâkıf olan ârif:

   "Yâ İlahî!

Hasenatım senin atâ'ndandır.

Seyyiatım da senin kaza'ndandır.

Eğer atâ'n olmasa idi, helâk olurdum." der.

Mesnevi-i Nuriye - 206

1 Eylül 2022 Perşembe

ANSIZIN GELİVERİR AZRAİL

 İnsan bu; çok zayıf.. çok aceleci.. Ayrılık ölümün küçük kardeşi.. Beklemek ise; çok zor.. çok acı..

Unutmak insanın mayası.. unutulmak yokluğa özdeş.. Unutmaması gereken kesin gerçekleri unutur da insan; gerçekleşmeyecek hülyaların peşine düşüverir.

Kur’an der: “İnsanoğlu aceleci bir yaradılışa sahiptir” (21:37). “İnsan hayrı istediği kadar, şerri de ister. İnsan pek acelecidir!” (17:11)

Bu zaafa karşı Allah’ın muamelesi ise şöyledir:

“Eğer onların nimeti istemede acele ettikleri gibi; Allah da insanlar için (hak ettikleri) cezayı vermede acele etseydi, onların sonunu getirecek hüküm hemen infaz edilirdi” (10:11).

Aceleci insana hadiseler beklemeyi, sabretmeyi öğretir.

Herkes birilerini, bir şeyleri bekler.. Sevenler gurbetteki sevdiklerini.. Anneler çocuklarını, çocuklar büyümeyi.. Hastalar şifayı.. Kader mahkumları affı ve tahliye gününü.. Askerler tezkereyi..

Günler, aylar geçer.. Beklenen gelmez.. belki gelir ama; bu defa bekleyeni bulamaz...

“Ne zormuş meğer beklemek, beklenen bundan habersizken” diyor şair:

‘Âh mine’l aşk.. âh mine’l-firâk..’

Ve hayat.. ve bekleyiş.. ve imtihan devam eder.

Ve.. ecelini bekler insan.. Eceli de insanı... Gerçek huzur dünyada mümkün değildir. 

Çoğu zaman beklenen gelmese de; beklenmeyen ecel, bekletmeden geliverir süre dolunca.

Bilge bir insan, arkadaşının dükkanını önüne çeker arabasını ve çağırır: “Çabuk gel, çok önemli!”

“Elimdeki işi bitireyim, bekleyebilir misin?”

“Bekleyemem, yardımcın yapsın. Çok önemli.. hayat-memat meselesi!”

Çaresiz biner arabaya ve meraklı gözlerle açıklama bekler.. suskun.. Araba süratle gider, şehirden çıkarlar..

Issız bir yerde durur araba. “Aşağı in ve beni bekle” der ve gözden kaybolur.

Şaşkınlık ve bekleyiş..

Sonra döner Bilge ve açıklar:

“Azrail’de birgün böyle ansızın geliverecek. Bizim işlerimizi bitirmemizi beklemeyecek. Herkes kabre yalnız girecek ve hesabını kendi verecek.

Cennet de bekler insanı, cehennem de.. Hazırlıklı olmak lazım!”