25 Kasım 2018 Pazar

ÖĞRTMENLİK

BU ZAMANDA ÖĞRETMEN OLMAK VE ÖĞRETMENLİK GÖREVİNİ YERİNE GETİREBİLMEK, ÇOK ZOR BİR İŞTİR.

 Neden mi dersiniz? İsterseniz anlatayım size;
Öğretmenlik mesleği kutsal bir meslek,öğretmenler ise, mesleği nedeni ile saygı duyulması gereken insanlardır.Toplumları eğitim ile değiştirecek bu eğitim kadrosunun fertleri öğretmenlerimiz maalesef bugün toplumda istenilen saygıyı görmemekte ve istenilen  yerini almamaktadır.Bu durumun başlıca birkaç sebebi vardır.
1-Öğretmenlerimiz yanlış yönetmelikler ve değerlendirmeler sonucu toplumdaki saygınlığını yitirmiş ve öğrencilerin velilerin gözünde sen de kimsin gerekirse sana görev dahi yaptırmamak  için notunu düşürür seni kendimize kul ederiz.
2-Öğretmen değil mi? aldığı maaş nedir ki? Benim çocuk giyim ve kuşamı ile araba ve harcaması ile öğretmene eyvallah etmeyecek durumda.İster okusun ister okumasın bir diploma alsın yeter demek çok yanlıştır.
3-Ögretmene saygı tamamen ortadan kalkmış öğrenci öğretmeni tehdit eder ve disiplin ve ahlaktan yoksun duruma gelmiştir.Böyle bir ortamda öğretmenlik yapmak ve başarılı olmak mümkün mü?
4-Öğretmen çoğu zaman aceb bir iftiraya kurban gider miyim düşüncesi ile rahat hareket edemeyecektir.Bu da öğrenci öğretmen ve öğretmen veli ilişkilerini olumsuz yönde etkilemektedir.
Şikayet edilebilirim korkusu ile ders yapan bir öğretmen ne kadar başarılı olacaktır,bunun takdirini sizlere bırakıyorum.
Veliler, aileler, maalesef çocukları gerekli terbiye vererek okula gönderme yerine, okulu vakit geçirilecek yer olarak görmektedir.Bu nedenle çocuklar gerekli eğitimi okulda alamamaktadır.
Okul yönetimi bu durumu bildiği halde çok zaman koltuk sevdası nedeniyle ya da kendi yetersizlikleri sebebi ile vaziyeti idare etme cihetine gitmektedir.Bu demek değildir ki tüm yöneticiler böyle, hayır. Okulunun başarısı için tüm imkanları seferber edip öğretmenlerine değer veren birçok yöneticimiz vardır elbette. Ben öğretmenini koruyup, çalıştırarak ondan en büyük verimi sağlayan yöneticilere teşekkürü bir borç bilirim.
Değerli öğretmen arkadaşlarım;Her türlü sıkıntı olumsuzluklara rağmen bu zor ve kutsal görevde başarılı olmakla görevlisiniz .Zira siz toplumun geleceğinde söz sahibi olacak kişileri en güzel şekilde eğitip yetiştirmek zorundasınız. Allah yardımcınız olsun.
Değerli yöneticilerimiz unutmamalısınız ki,öğretmenlerimizin huzurlu bir ortamda çalışmaları onları başarılı ve mutlu kılacaktır.Bu başarı sadece onların değil sizin de başarınızdır.Unutmayalım ki,başarı bir ekip işidir. Öğretmenlerimize sahip çıkalım ve onlardan en güzel şekilde faydalanalım.
Bu vesile ile, 24 Kasım öğretmenler gününüzü kutlar, başarılar dilerim.

23 Kasım 2018 Cuma

ELLERİ ÖPÜLEN ÖĞRETMENLER


24 Kasım Öğretmenler günü anısına;

SEVGİ ÇİÇEKLERi

 BU ÇİÇEKLER SOLMASIN

Bu çiçeklerin solması,bizim milletimizin bahtını,talihini de solduracaktır.Açılsın daima,yaprak yaprak,çiçek çiçek açılan goncalar.Bu açılan goncalar,bahtımızın da açılışı olacaktır.Bir gün gelip bu vatan bahçesi gördüğün bu yavru çiçeklerle donanacaktır.O zaman sen ise yetişen bu çiçeklerle iftihar edip mutluluk duyacaksın.
                                           
ELLERİ ÖPÜLECEK İNSAN,

ÖĞRETMENİM !

Öğretmenim siz;
Bizleri aydınlatan bir nur,
Sönmeyen bir güneş,
Bir ışıksınız.

Öyle bir ışık ki;
Bu ışığa herkes muhtaç.
Öyle bir nur ki;
Bu nura herkes hasret.

Öğretmenim siz;
Öyle bir Cevher'siniz ki;
Kıymetinizi ancak ,
Aydınlığa muhtaç olanlar anlar.

Siz öyle bir değersiniz ki;
Bunu ancak öğrenci anlar.

Yine siz, öyle birisiniz ki;
 Öğretmensiniz .

Öğretmenim siz;
Bir rehber ve öndersiniz.
Siz muhtaçlara elini uzatan,
Yardım seversiniz.

Öğretmenim siz ;
Bizler için her şeysiniz.
Öyle ki; Okumayı bize siz öğrettiniz.

Vatanımızı,bayrağımızı,dinimizi sevmeyi,
Mutlu insan olmayı, siz öğrettiniz.
Çünkü siz, hep mutluluk duyup,
Mutlu insan oldunuz.

Siz gönülleri okşayan,
Sevgililer sevgilisinin dostu.

En büyük insan,öğretmensiniz.

Biz biliyoruz ki;
Bir harf öğretene köle olunur.
Ama siz bize köle olmayı değil,
Efendi olmayı öğrettiniz.

Size ne kadar minnet duysak azdır.
Zira siz,elleri öpülen öğretmensiniz.

                               Rafet ÖZCAN


KİME KARŞI GÜNAH İŞLİYORUZ ?

Günahımız kime karşı? 

İnsan iki şeyden mürekkeptir; birisi bedeni, diğeri ise ruhudur. İnsan bedeni bu kâinatın maddesiyle münasebettar olduğu gibi; ruh da o madde­de tecelli eden esmâ-i İlâhiye ve sıfat-ı kudsiye ile ve bunların müsemmâ ve mevsufu olan Sani-i kâinat ve Hâlik-ı ezel ve ebedin marifeti ve mu­habbetiyle alâkadardır. Meselâ; insan bedeni, bir elmadaki vitaminler ile alâkadar olurken ruhu da bu elmada tecelli eden lûtuf ve ihsana, kerem ve in’ama meftûn ve onların Sahib-i Zülkemâl’i olan Rahmân-ı Rahîm’e müteveccihtir. İşte, irade sıfatından gelen Tekvinî şeriatiyle bu kâinat sarayında had ve hesaba gelmez bir nimet sofrasını insan bedeninin önüne seren Sani-i Kerîm; o insanın kalben ve ruhen terakki etmek için yapması icabeden şey­leri de Kelam sıfatından gelen şeriatiyle, yani emir ve nehiylerinin mecmu­ası olan Kur’an-ı Hakîm ile insanın önüne sermiştir. Tekvinî Şeriat âhiretten ziyade dünyaya nâzır olduğundan, bu kâinat sof­rasından maddeten istifade etmek de ruhtan ziyade, bedenle alâkadardır. Dünyadan ziyade âhirete nâzır olan Kur’ân-ı Hakîm ise, insanın hangi mânevî gıdalarla rıza-ı İlâhiye’ye ve saadet-i ebediyeye mazhar olacağını ve nelerden içtinabla gazab-ı İlâhî’den ve şekavet-i dâimeden mahfuz ka­lacağını bizlere bildirmiştir. Ruhun bedenle, ebedî saadetin ise bu fani hayatla kıyas kabul etmeye­ceğini idrak eden insan, Kur’ân-ı Kerîm’in fermanlarına harfiyen riayete azami derecede hassasiyet göstermelidir. Bedenini beslemek için kâinattaki ışıktan, havadan, sudan tut, ta sebze­lerin ve meyvelerin envaına kadar her şeye ihtimam gösteren ve bu noktada aza kanaat etmeyen insanın, bu ihtimamı çok daha fazlasıyla; ruh ve kalbi­ni besleyen mânevî gıdalara yani Kur’ân-ı Kerîm’in emir ve nehiylerine karşı da göstermesi yaratılışının muktezasıdır. Bir insan, bedenini beslemek için bir cihetle kâinatı yiyor, yine de onu muhafaza edemiyor ve ölüyor. Ruhuna karşı ise hakikatın zıddıyla muamele ederek, sadece bir iman ettim demekle yetiniyor ve ruhun gıdası olan amellerde ihmalkârlık yapıyor. Yalnız mücerred bir imanın ruh binamızı ayakta tutacağı ve onu ebedî saadete kavuşturacağı çok şüphelidir. Bedenimizin çeşitli gıdalarla beslen­mesi gibi, ruhumuzun da sıhhatını muhafazası ve terakki etmesi için birçok gıdalar alması lazımdır. Kur’ân-ı kerîm bütün ayetleriyle ve umum ehâdis-i nebeviye bu gıdaların neler olduğunu bize öğretmiş bulunmaktadır. İnsan sadece ekmek yemekle iktifa etmediği gibi, sadece namaz kılmak­la da iktifa etmemelidir. Bir kimse, bedenine ihtimam gösterirken, her âzasıyla alâkadar oluyor ve zararlardan muhafazaya çalışıyor. Meselâ, ayağındaki bir parmağına ehemmiyet vermemezlik etmiyor. Bu parmağa bir arıza geldiğinde bütün kuvvetiyle onun yardımına koşuyor. İnsan bu hassasiyeti ruhu için de gös­termeli ve işlediği hiçbir günahı küçük görmemelidir. Her günahın ruhta açtığı yara, muhtelif ve mütefavit olmakla beraber, en küçük günah dahi, misâldeki parmak yaralanması gibi, ruhu incitmektedir. Meselenin diğer bir yönünü de yine bir misâlle izaha çalışalım: Bir padi­şahın muhtelif emirleri ve bu emirlere uymamanın da muhtelif cezaları var­dır. Cürümler ve cezalar muhtelif olmakla beraber, bütün cürümlerin müş­terek olduğu nokta, padişahın emrine riayet edilmemesi meselesidir. Bir kimse bu noktada küçük suçları da kendi nefsi itibariyle büyük addetmeli ve sultanın emirlerine itaatsizlikten şiddetle çekinmelidir. Aynen bunun gibi, küçük günahların büyük günahlarla ittifak ettikleri husus, her iki hâl­de de bu kâinatın Mâlik-i Ebedî’si ve Sultan-ı Sermedî’sinin emri hilâfına hareket edilmesidir.Yani, günahın küçüklüğüne değil, günahın kime karşı işlendiğine nazar edilmelidir. Yukarıda izah ettiğimiz mesele, kendi nefsimizi günahlardan muhafaza için dikkate almamız gereken önemli bir nokta olmakla beraber, başkaları­nın günahlarını bu düşünce tarzıyla değerlendiremeyiz. Müsbet ve menfî bütün fiillerin fazilet ve mahzur; mükâfat ve ceza dereceleri en ince teferru­atına kadar dinimizce tayin ve tesbit edilmiştir. İşlenen müsbet veya menfî bir fiile terettüb eden bu ceza veya mükâfatı noksanlaştırmak veya çoğaltmak hiç kimsenin haddi değildir. Binaenaleyh, kendi işlediğimiz küçük günahlarımızı büyük görerek sakınmaya çalışabi­leceğimiz hâlde, başkalarının günahlarını ancak dinimizin tesbit ettiği ölçü­ler içinde değerlendirebiliriz. Mehmed Kırkıncı

Kaynak Linki : https://www.nurdanhaber.com/tr-tr/haberler/5125/gunahimiz-kime-karsi/

20 Kasım 2018 Salı

GÜNAHLARDAN KAÇINALIM

Günahlar, hayat-ı ebediyede daimî hastalıklardır. Bu hayat-ı dünyevîde dahi kalb, vicdan, ruh için manevî hastalıklardır. Sen eğer sabredip şekva etmezsen, şu muvakkat bir hastalık ile daimî pek çok hastalıklardan kurtuluyorsun. Eğer günahları düşünmüyorsan, yahut âhireti bilmiyorsan veya ALLAH'ı tanımıyorsan, sende öyle dehşetli bir hastalık var ki; milyon defa sendeki bu küçük hastalıktan daha büyüktür. Ondan feryad et. Çünki bütün dünyanın mevcudatıyla kalbin, ruhun ve nefsin alâkadardır. Mütemadiyen firak ve zeval ile o alâkalar kesilip, sende hadsiz yaralar açılır. Bâhusus âhireti bilmediğin için, ölümü i'dam-ı ebedî tahayyül ettiğinden -âdeta- güya yara bere içinde, dünya kadar hastalıklı bir vücudun var.
   İşte en evvel hadsiz yaralı ve hastalıklı bu büyük manevî vücudun hadsiz hastalıklarına kat'î ilâç ve kat'î şifa verici bir tiryak olan iman ilâcını aramak ve itikadını düzeltmek gerektir ki, o ilâcı bulmakta en kısa yol, bu maddî hastalığın yırttığı gaflet perdesinin altında sana gösterdiği aczin ve zaafın penceresiyle, bir Kadîr-i Zülcelal'in kudretini ve rahmetini tanımaktır. Evet ALLAH'ı tanımayanın dünya dolusu bela başında vardır. ALLAH'ı tanıyanın dünyası nurla ve manevî sürurla doludur. Derecesine göre iman kuvvetiyle hisseder. Bu imandan gelen manevî sürur ve şifa ve lezzet altında, cüz'î maddî hastalıkların elemi erir, ezilir.
Lemalar - 209

BİR HATIRA

İBRET DOLU BİR OTOBÜS YOLCULUĞU HATIRASI

Yine bir aile ziyareti için düşmüştüm yollara. Gecenin karanlığında usûlca ilerleyen otobüsün içerisi karanlık ve sessizdi.

Yolcular kendi koltuğunda oturmuş, ölümün kardeşi olan uyku âlemini ziyaret etmekteydiler. Bu yüzden otobüs Berzah âlemini andırıyordu bana. Yolculuk ettiğim yedi numaralı koltuk kabrimi, diğer yolcular da kabrime komşu olan ruhanileri andırıyordu iç âlemimde. Çünkü gece karanlık, otobüs karanlık, yollar karanlık, âkıbetim de bulanıktı. Takdir-i Hüda neyi nasip eder bilemiyordum. Acizdim.. O an, Üstadımın şu sözü geldi hatırıma “Îman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dâreyni iktiza eder.” Ben de Cenâb-ı Hakk’a teslim olup tevekkül ettim.

Bu tevekkül vesîlesiyle içimde bir saadet, bir sürur hâsıl oldu. Bu saadet ve sürurla kaldırmaya tâkât getiremediğim yüküm hafifledi ve ferah buldum. Yoksa aklım ve kalbim bu hazin hâlet karşısında dayanamayacak, şeytan ve nefsime mudhike olacaktım. Bir kez daha îman ve tevekkül ni’meti için Rabbime hamd ettim. Ne büyük bir ni’mettir îman. Îmansızlık ise şu gecenin karanlığından daha karanlık bir nikmet. Ne de büyük bir illet ve zillet. Ya Rabbim, medet et...

Tevekkülden sonra yolculuk bir başka devam ediyordu artık. Çünkü Rabbime teslim olup, tevekkül etmiştim. Madem O var, huzur var, saadet var kısaca her şey var. Âkıbetim ne olacak düşünmüyor, dert etmiyor, tefekkür ederek yolculuğun derin düşüncelerine dalıyordum.

Ama düşündüm de ben zaten yolcu değil miydim? Âlem-i ervahtan, rahm-ı mâderden, sabavetten, ihtiyarlıktan, dünyadan, kabirden, Berzahtan, haşirden, Sırat’tan geçer uzun bir imtihan seferinin yolcusuydum. Yapmış olduğum bu büyük seferin yanında esamesi dahi okunmayacak bir yolculuktu bu otobüs yolculuğu. Ne de çabuk unutuyorum zaten yolcu olduğumu. İlla küçük yolculuklar mı yapmam gerekiyor bu fânî dünyada yolcu olduğumu hatırlamam için. Hâlbuki unutmamam gerekir, ama gel gör ki insanız, nisyandan geliyoruz ve de çok çabuk unutuyoruz.

Bu küçük otobüs yolculuğu için gün boyu hazırlıklar yaptım. Her şeyimi bu yolculuğa göre planladım. Otobüs saatini kaçırmamak için de a’zamî dikkat ettim. Ve zamanında otobüse bindim. Peki, asıl yolculuğum ve varacağım yer olan kabir için, Berzah âlemi için ne derece hazırlık yapıyorum diye sordum kendime. Meğer ne de hazırlıksızmışım. Bu yolculuk bana ibretlik bir ders oldu. “Bu kısa yolculuğa hazırlandığın gibi asıl yolculuğuna da dikkat et ve gideceğin yer olan kabre, Berzaha iyice hazırlan” diye ikaz etti beni. Çünkü dünya fâni, ölüm âniydi. Her an ecel cellâdı, başımı kesmek için gelebilir. Bu yüzden hayatımı bu büyük yolculuğa göre planlayacağım. Bu günden itibaren her daim yolcu olduğumu unutmayacağım ve ölüme karşı her an hazırlıklı olmaya çalışacağım inşaallah..

Siz de mi benim gibi yolcu olduğunu unutanlardansınız yoksa?

13 Kasım 2018 Salı

SOSYAL MEDYA DEPRESYONA SEBEP OLABİLİR

Sosyal medya depresyona neden olabilir

Sosyal medyada fazla zaman geçirmenin kişileri depresyona sürükleyebileceği belirtildi.

Sosyal medyada fazla zaman geçirmenin kişileri depresyona sürükleyebileceği belirtildi.

Pensilvanya Üniversitesinden psikologların yaptığı çalışmada, ilk kez sosyal medyada geçirilen zaman ile depresyon ve yalnızlık hissi arasında nedensel bir ilişki olduğu ortaya konuldu.

Çalışmanın lideri Profesör Melissa Hunt ve ekibi, birkaç hafta boyuna 143 üniversite öğrencisinin ruh halini ve mutluluk hissini 7 farklı skala kullanarak test etti.

Katılımcıların yarısı, belirlenen sosyal paylaşım sitelerini kullanmaya normal şekilde devam ederken, diğer yarısının belirlenen her bir sosyal paylaşım sitesini günde 10'ar dakika kullanmasına izin verildi.

Kullanım, katılımcıların telefonlarından pil verilerini gösteren düzenli ekran görüntüleri alınarak izlendi.

Çalışma boyunca sosyal medyada vakit geçirme süresini azaltan kullanıcıların depresyon ve yalnızlık hissinde "klinik olarak belirgin" düşüş gözlenirken, sosyal medya alışkanlığını değiştirmeyen katılımcıların sonuçlarında değişiklik kaydedilmedi.

Hunt, "Üç hafta boyunca, sosyal medya kullanımını sınırlayan kişilerdeki depresyon ve yalnızlık hissi oranlarında kayda değer düşüş olduğunu gördük." dedi.

Araştırmacılar, Facebook, Instagram ve Snapchat'in yalnız ve depresif kişiler tarafından sevilmediğini, aksine bu mecraların söz konusu kişileri daha da yalnızlaştırdığı ve depresyona soktuğunu belirtti.

Daha önce, bu konuda yapılan çalışmalar sosyal medya kullanımı ile depresyon ve yalnızlık hissi arasında korelasyon olduğunu ortaya koyarken, bu çalışma her ikisi arasındaki "nedensel ilişkiyi" gösterdi.

Çalışmanın sonuçları "Journal of Social and Clinical Psychology"de yayımlanacak.

AA

4 Kasım 2018 Pazar

Hz.PEYGAMBERİN AÇLIĞA TAHAMMÜLÜ

NEBÎ (S.A.V)’İN AÇLIĞA TAHAMMÜLÜ

Ebu Hureyre (r.a.) şöyle anlatıyor: Allâh Rasûlü’nün ailesine ait hiç bir evde ne ekmek ne de yemek pişirmek için ateş yakılmadığı olurdu. Bu hâl bazan bir ay, bazan da iki ay böyle devam ederdi. Dinleyenler “Peki ne ile yaşıyorlardı, ey Ebu Hureyre?” diye sordular. Ebu Hureyre (r.a.), “Hurma ve suyla geçinirlerdi. Bir de, ensardan bir kaç komşuları vardı. Allâh (c.c.) onları mükâfatlandırsın. Ara sıra Hz. Peygamber (s.a.v.)’e süt gönderirlerdi” dedi.

Mesruk şöyle anlatıyor: Hz. Aişe (r.anha)’nın hanesine gittim. Bana yemek verilmesini söyledi ve “Ben doyuncaya kadar yemek yediğim zaman ağlarım” dedi. Niçin ağladığını sorduğum zaman da “Resûlullâh’ın (s.a.v.) dünyayı terkettiği halini hatırlıyorum. Andolsun, Resûlullâh (s.a.v.) hiç bir zaman, bir günde doyasıya ekmek ile et yemedi” dedi.

Hz. Aişe (r.a.) şöyle diyor: Resûlullâh (s.a.v.) Medine’ye geldiği günden itibaren arka arkaya üç gün buğday ekmeğini doyasıya yememiştir.

Zaman olurdu ki, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hanımlarına ait hücrelerin hiç birinde, aylarca ne ışık yanar, ne de ateş yakılırdı. Zeytinyağını buldukları zaman, onu merhem yerine kullanır ve iç yağını bulurlarsa da onu yerlerdi. Allâh Resûlü (s.a.v.) ailesiyle beraber aç oldukları halde peşpeşe çok gece yemeden gecelemişlerdir. Onlar akşam yemeği bulamazdı. Ekmeklerinin çoğu ise arpa idi.

Ebu Hureyre (r.a.) şöyle anlatıyor: Peygamber oturarak namaz kılarken ben huzuruna girerek “Ey Allâh’ın Resûlü! Bakıyorum oturarak namaz kılıyorsun? Sana isabet eden nedir?” dedim. Hz. Peygamber (s.a.v.) “Ey Ebu Hureyre! Açlıktır” dedi. Bunun üzerine ben ağladım, bana “Ey Ebu Hureyre! Ağlama, kesinlikle kıyamet gününde, hesabın şiddeti dünyada Allâh rızası için açlık çekene isabet etmez” buyurdu.

(Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, c.1, s.268-269)