30 Kasım 2023 Perşembe

YAPAN BİLİR BİLEN KONUŞUR

 Bu dünyayı en mükemmel ve muntazam bir şehir, bir saray hükmünde halkeden bir Sâni'-i Zülcelal, mümkün müdür ki; o şehirde, o sarayda en ehemmiyetli misafirleriyle ve dostlarıyla konuşmasın, görüşmesin.

Madem bilerek bu sarayı yapmış ve irade ve ihtiyar ile tanzim ve tezyin etmiş; elbette nasılki "yapan bilir" öyle de "bilen konuşur".

Madem bu sarayı, bu şehri bize güzel bir misafirhane ve ticaretgâh yapmış; elbette bize karşı münasebatını ve bizden arzularını gösterecek bir defteri, bir kitabı bulunacaktır.

   İşte o kudsî defterin en mükemmeli; kırk vecihle mu'cize ve her dakikada hiç olmazsa yüz milyonun dillerinde gezen, nur serpen ve herbir harfinde asgari olarak on sevab ve on hasene ve bazan onbin ve bazan Leyle-i Kadir sırrıyla bir harfine otuzbin hasene ve meyve-i Cennet ve nur-u berzah veren Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyan'dır.

Bu makamda ona rekabet edecek kâinatta hiçbir kitab yoktur ve hiçbir kimse gösteremez.

Madem bu elimizdeki Kur'an, Semavat ve Arz'ın Hâlık-ı Zülcelal'inin rububiyet-i mutlakası noktasından ve azamet-i uluhiyeti cihetinden ve ihata-i rahmeti canibinden gelen kelâmıdır, fermanıdır; bir maden-i rahmetidir.

Ona yapış.

Her derde bir deva, her zulmete bir ziya, her ye'se bir rica, içinde vardır.

   İşte bu ebedî hazinenin anahtarı imandır ve teslimdir ve onu dinleyip kabul etmek ve okumaktır.

Lemalar - 225

HAYAT NEDİR ?

    Evet nasılki hayat, bu kâinattan süzülmüş bir hülâsadır ve şuur ve his dahi, hayattan süzülmüş hayatın bir hülâsasıdır ve akıl dahi, şuurdan ve histen süzülmüş, şuurun bir hülâsasıdır ve ruh dahi, hayatın hâlis ve sâfi bir cevheri ve sabit ve müstakil zâtıdır.

Öyle de, maddî ve manevî hayat-ı Muhammediye (A.S.M.) dahi; hayattan ve ruh-u kâinattan süzülmüş hülâsatü'l-hülâsadır ve risalet-i Muhammediye (A.S.M.) dahi kâinatın his ve şuur ve aklından süzülmüş en sâfi hülâsasıdır.

Belki maddî ve manevî hayat-ı Muhammediye (A.S.M.) -âsârının şehadetiyle- hayat-ı kâinatın hayatıdır ve risalet-i Muhammediye (A.S.M.) şuur-u kâinatın şuurudur ve nurudur.

Ve vahy-i Kur'an dahi, -hayatdar hakaikının şehadetiyle- hayat-ı kâinatın ruhudur ve şuur-u kâinatın aklıdır.

   Evet, evet, evet!..

Eğer kâinattan risalet-i Muhammediye'nin (A.S.M.) nuru çıksa, gitse, kâinat vefat edecek.

Eğer Kur'an gitse, kâinat divane olacak ve Küre-i Arz kafasını, aklını kaybedecek.

Belki şuursuz kalmış olan başını, bir seyyareye çarpacak, bir kıyameti koparacak.

Sözler - 109

SAADET SARAYLARI VE ZİNDANLAR

  BEŞİNCİ SURET: 

   Bak bu işler içinde görünüyor ki, o misilsiz zâtın pek büyük bir şefkati vardır.

Çünki her musibetzedenin imdadına koşturuyor.

Her suale ve matluba cevab veriyor.

Hattâ bak, en edna bir hâcet, en edna bir raiyetten görse, şefkatle kaza ediyor.

Bir çobanın bir koyunu, bir ayağı incinse, ya merhem, ya baytar gönderiyor.

   Gel gidelim, şu adada büyük bir içtima var.

Bütün memleket eşrafı orada toplanmışlar.

Bak, pek büyük bir nişanı taşıyan bir yaver-i ekrem bir nutuk okuyor.

O şefkatli padişahından bir şeyler istiyor.

Bütün ahali: "Evet, evet biz de istiyoruz" diyorlar.

Onu tasdik ve teyid ediyorlar.

Şimdi dinle, bu padişahın sevgilisi diyor ki:

   "Ey bizi nimetleriyle perverde eden sultanımız!

Bize gösterdiğin numunelerin ve gölgelerin asıllarını, menba'larını göster.

Ve bizi makarr-ı saltanatına celbet.

Bizi bu çöllerde mahvettirme.

Bizi huzuruna al.

Bize merhamet et.

Burada bize tattırdığın leziz nimetlerini orada yedir.

Bizi zeval ve teb'id ile tazib etme.

Sana müştak ve müteşekkir şu mutî' raiyetini başı boş bırakıp i'dam etme." diyor ve pek çok yalvarıyor.

Sen de işitiyorsun.

Acaba bu kadar şefkatli ve kudretli bir padişah, hiç mümkün müdür ki; en edna bir adamın en edna bir meramını ehemmiyetle yerine getirsin, en sevgili bir yaver-i ekreminin en güzel bir maksudunu yerine getirmesin?

Halbuki o sevgilinin maksudu, umumun da maksududur.

Hem padişahın marzîsi, hem merhamet ve adaletinin muktezasıdır.

Hem ona rahattır, ağır değil.

Bu misafirhanelerdeki muvakkat nüzhetgâhlar kadar ağır gelmez.

Madem numunelerini göstermek için beş-altı gün seyrangâhlara bu kadar masraf ediyor, bu memleketi kurdu.

Elbette hakikî hazinelerini, kemalâtını, hünerlerini makarr-ı saltanatında öyle bir tarzda gösterecek, öyle seyrangâhlar açacak ki, akılları hayrette bırakacak.

   Demek bu meydan-ı imtihanda olanlar, başı boş değiller; saadet sarayları ve zindanlar onları bekliyorlar...

Sözler - 51

BİR MAHKEME-İ KÜBRA VAR

 Bir mahkeme-i kübra var, bir dâr-ı mükâfat ve ihsan ve bir dâr-ı mücazat ve zindan var ve bu memleket her gün bir derece boşandığı gibi, bir gün gelir ki, bütün bütün boşanıp harab edilecek.

    BİRİNCİ SURET: 

   Hiç mümkün müdür ki: Bir saltanat, bâhusus böyle muhteşem bir saltanat, hüsn-ü hizmet eden mutî'lere mükâfatı ve isyan edenlere mücazatı bulunmasın.

Burada yok hükmündedir.

Demek başka yerde bir mahkeme-i kübra vardır.

   İKİNCİ SURET: 

   Bu gidişata, icraata bak!

Nasıl en fakir, en zaîften tut, tâ herkese mükemmel, mükellef erzak veriliyor; kimsesiz hastalara çok güzel bakılıyor.

Hem gayet kıymetdar ve şahane taamlar, kaplar, murassa' nişanlar, müzeyyen elbiseler, muhteşem ziyafetler vardır.

Bak senin gibi sersemlerden başka, herkes vazifesine gayet dikkat eder.

Kimse zerrece haddinden tecavüz etmez.

En büyük şahıs, en büyük bir itaatle mütevaziane bir havf ve heybet altında hizmet eder.

Demek şu saltanat sahibinin pek büyük bir keremi, pek geniş bir merhameti var.

Hem pek büyük izzeti, pek celalli bir haysiyeti, namusu vardır.

Halbuki kerem ise, in'am etmek ister.

Merhamet ise, ihsansız olamaz.

İzzet ise gayret ister.

Haysiyet ve namus ise, edebsizlerin te'dibini ister.

Halbuki şu memlekette o merhamet, o namusa lâyık binden biri yapılmıyor.

Zalim izzetinde, mazlum zilletinde kalıp buradan göçüp gidiyorlar.

   Demek bir mahkeme-i kübraya bırakılıyor.

Sözler - 50

29 Kasım 2023 Çarşamba

VAZİFENİ GÜZEL GÖR

 Hayat makinesi, Hayy-ı Kayyûma aittir. Masarıf ve levazımatını

O tedarik eder. Ve o hayatın pek kesretli gayeleri ve neticeleri var ve O′na aittir. Sen o gemide bir dümenci neferisin. Vazifeni güzel gör, ücretini al, keyfine bak.

Beşinci Kelime

Lehü’l-hamd. Yani, hamd ve senâ, medih ve minnet O′na mahsustur, O′na lâyıktır. Demek nimetler O′nundur ve O′nun hazinesinden çıkar. Hazine ise daimîdir. İşte şu kelime şöyle müjde verip diyor ki:

Ey insan! Nimetin zevâlinden elem çekme. Çünkü rahmet hazinesi tükenmez. Ve lezzetin zevâlini düşünüp o elemden feryad etme. Çünkü o nimet meyvesi, bir rahmet-i bînihayenin semeresidir. Ağacı bâki ise, meyve gitse de yerine gelen var. Nimetin lezzeti içinde, o lezzetten yüz derece daha ziyade lezzetli bir iltifat-ı rahmeti hamd ile düşünüp, lezzeti, birden yüz derece yapabilirsin. Nasıl ki, bir padişah-ı zîşânın sana hediye ettiği bir elma lezzeti içinde, yüz, belki bin elmanın lezzetinin fevkinde, bir iltifat-ı şahane lezzetini sana ihsas ve ihsan eder. Öyle de, “lehü’l-hamd” kelimesiyle, yani hamd ve şükürle, yani nimetten in’âmı hissetmekle, yani Mün’imi tanımakla ve in’âmı düşünmekle, yani O′nun rahmetinin iltifatını ve şefkatinin teveccühünü ve in’âmının devamını düşünmekle, nimetten bin derece daha leziz, mânevî bir lezzet kapısını sana açar.

Altıncı Kelime

Yuhyî. Yani, hayatı veren O′dur. Ve hayatı rızıkla idame eden de O′dur. Ve levazımat-ı hayatı da ihzar eden yine O′dur. Ve hayatın âlî gayeleri O′na aittir ve mühim neticeleri O′na bakar; yüzde doksan dokuz meyvesi O′nundur. İşte şu kelime, şöyle fâni ve âciz beşere nidâ eder, müjde verir ve der:

Ey insan! Hayatın ağır tekâlifini omuzuna alıp zahmet çekme. Hayatın fenâsını düşünüp hüzne düşme. Yalnız dünyevî, ehemmiyetsiz meyvelerini görüp, dünyaya gelişinden pişmanlık gösterme. Belki, o sefine-i vücudundaki hayat makinesi, Hayy-ı Kayyûma aittir. Masarıf ve levazımatını O tedarik eder. Ve o hayatın pek kesretli gayeleri ve neticeleri var ve O′na aittir. Sen o gemide bir dümenci neferisin. Vazifeni güzel gör, ücretini al, keyfine bak. O hayat sefinesi ne kadar kıymettar olduğunu ve ne kadar güzel faydalar verdiğini ve o sefine sahibi Zâtın ne kadar Kerîm ve Rahîm olduğunu düşün, mesrur ol ve şükret. Ve anla ki, vazifeni istikametle yaptığın vakit, o sefinenin verdiği bütün netâic, bir cihetle senin defter-i amâline geçer, sana bir hayat-ı bâkiyeyi temin eder, seni ebedî ihyâ eder.

Yedinci Kelime

Ve yumît. Yani, mevti veren O′dur. Yani, hayat vazifesinden terhis eder, fâni dünyadan yerini tebdil eder, külfet-i hizmetten âzâd eder. Yani, hayat-ı fâniyeden, seni hayat-ı bâkiyeye alır.

İşte şu kelime, şöylece fâni cin ve inse bağırır, der ki:

Sizlere müjde! Mevt idam değil, hiçlik değil, fenâ değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, fâilsiz bir in’idam değil. Belki, bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Saadet-i ebediye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir sevkiyattır. Yüzde doksan dokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır.
Mektubat, 20. Mektub

SİYASETİN ZARARLARI

  BİRİNCİ NOKTA: 

   Denilmiş: "Ne için siyasetten çekildin?

Hiç yanaşmıyorsun?"

   Elcevab: 

   Dokuz-on sene evveldeki Eski Said, bir mikdar siyasete girdi.

Belki siyaset vasıtasıyla dine ve ilme hizmet edeceğim diye beyhude yoruldu.. ve gördü ki; o yol meşkuk ve müşkilâtlı ve bana nisbeten fuzuliyane, hem en lüzumlu hizmete mani ve hatarlı bir yoldur.

Çoğu yalancılık ve bilmeyerek ecnebi parmağına âlet olmak ihtimali var.

Hem siyasete giren, ya muvafık olur veya muhalif olur.

Eğer muvafık olsa; madem memur ve meb'us değilim, o halde siyasetçilik bana fuzulî ve malayani bir şeydir.

Bana ihtiyaç yok ki, beyhude karışayım.

Eğer muhalif siyasete girsem, ya fikirle veya kuvvetle karışacağım.

Eğer fikirle olsa, bana ihtiyaç yok.

Çünki mesail tavazzuh etmiş, herkes benim gibi bilir.

Beyhude çene çalmak manasızdır.

Eğer kuvvet ile ve hâdise çıkarmak ile muhalefet etsem, husulü meşkuk bir maksad için binler günaha girmek ihtimali var.

Birinin yüzünden çoklar belaya düşer.

Hem on ihtimalden bir-iki ihtimale binaen günahlara girmek, masumları günaha atmak; vicdanım kabul etmiyor diye Eski Said, sigara ile beraber gazeteleri ve siyaseti ve sohbet-i dünyeviye-i siyasiyeyi terketti.

Buna kat'î şahid, o vakitten beri sekiz senedir bir tek gazete ne okudum ve ne dinledim.

Okuduğumu ve dinlediğimi, biri çıksın söylesin.

Halbuki sekiz sene evvel, günde belki sekiz gazete Eski Said okuyordu.

Hem beş senedir bütün dikkat ile benim halime nezaret ediliyor.

Siyasetvari bir tereşşuh gören söylesin.

Halbuki benim gibi asabî ve

اِنَّمَا الْح۪يلَةُ ف۪ى تَرْكِ الْحِيَلِ

düsturuyla, en büyük hileyi hilesizlikte bulan pervasız, alâkasız bir insanın, değil sekiz sene, sekiz gün bir fikri gizli kalmaz.

Siyasete iştihası ve arzusu olsaydı; tedkikata, taharriyata lüzum bırakmayarak top güllesi gibi sadâ verecekti.

Mektubat - 61

28 Kasım 2023 Salı

HAYAT NEDİR ?

 S- Zindan-ı atalete düştüğümüzün sebebi nedir?

   C- Hayat bir faaliyet ve harekettir.

Şevk ise matiyyesidir.

İşte himmetiniz şevke binip mübareze-i hayat meydanına çıktığı vakit, en evvel düşman-ı şedid olan yeis rast gelir.

Kuvve-i maneviyesini kırar.

Siz o düşmana karşı

لَا تَقْنَطُوا kılıncını istimal ediniz.

Sonra müzahametsiz olan hakkın hizmetinin yerini zabteden meylü't-tefevvuk istibdadı hücuma başlar.

Himmetin başına vurur, atından düşürttürür.

Siz

كُونُوا لِلّٰهِ hakikatını o düşmana gönderiniz.

Sonra da ilel-i müteselsiledeki terettübü atlamakla müşevveş eden acûliyet çıkar, himmetin ayağını kaydırır.

Siz,

وَاصْبِرُوا وَ صَابِرُوا وَ رَابِطُوا yu siper ediniz.

Sonra da, medenî-i bittab' olduğundan ebna-yı cinsinin hukukunu muhafazaya ve hakkını onlar içinde aramağa mükellef olan insanın âmâlini dağıtan fikr-i infiradî ve tasavvur-u şahsî karşı çıkar.

Siz de,

خَيْرُ النَّاسِ اَنْفَعُهُمْ لِلنَّاسِ olan mücahid-i âlîhimmeti mübarezesine çıkarınız.

Sonra başkasının tekâsülünden görenek fırsat bulup, hücum edip belini kırar.

Siz de

عَلَى اللّٰهِ لَا غَيْرِهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ olan hısn-ı hasîni himmete melce ediniz.

Sonra da acz ve nefsin itimadsızlığından neş'et eden tefviz ve işi birbirine bırakmak olan düşman-ı gaddar geliyor.

Himmetin elini tutup oturtturur.

Siz de

لَا يَضُرُّكُمْ مَنْ ضَلَّ اِذَا اهْتَدَيْتُمْ olan hakikat-i şâhika üzerine çıkarınız.

Tâ o düşmanın eli o himmetin dâmenine yetişmesin.

Sonra Allah'ın vazifesine müdahale etmek olan dinsiz düşman gelir; himmetin yüzünü tokatlar, gözünü kör eder.

Siz de

اِسْتَقِمْ كَمَا اُمِرْتَ ٭ وَلَا تَتَاَمَّرْ عَلٰى سَيِّدِكَ olan kâr-aşina ve vazifeşinas olan hakikatı gönderiniz.

Tâ onun haddini bildirsin.

Sonra umum meşakkatin anası ve umum rezaletin yuvası olan meylü'r-rahat geliyor.

Himmeti kaydeder, zindan-ı sefalete atar.

Siz de

لَيْسَ لِلْاِنْسَانِ اِلَّا مَا سَعٰى olan mücahid-i âlîcenabı o cellad-ı sehhara gönderiniz.

Evet size meşakkatte büyük rahat var.

Zira fıtratı müteheyyic olan insanın rahatı, yalnız sa'y ve cidaldedir.

اِنَّ لَكُمْ فِى الْمَشَقَّةِ الرَّاحَةَ اِنَّ الْاِنْسَانَ الْمُتَهَيِّجَةَ فِطْرَتُهُ رَاحَتُهُ فِى السَّعْىِ وَ الْجِدَالِ

Münazarat - 95

27 Kasım 2023 Pazartesi

ELMAS,CEVHER NUR

    İşte bu Elmas Cevher Nur'un ikinci kerametini isbat ile, üç yaşından sekiz yaşına kadar akrabalarım ve evlâdım, bu Elmas Cevher Nurlar için fedakârane ve bu yolda hayatlarını hiç düşünmeden feda edeceklerini isbat ederim.

Çünki bu Elmas Cevher Nur'u okurken hepsi başıma toplandı.

Onları sevdim ve birer çay verdim; bu Elmas Cevher Nur'u okumağa devam ettim.

Hepsi birden "Bu nedir?

Bu yazı nasıl yazıdır?" sordular.

Ben de dedim: "Bu Elmas Cevher Nur'dur!" diye bunlara okumağa başladım.

Onuncu Söz'ü okurken saatler geçmiş.

Çocuklar merakından, anlayamadıkları zaman hemen bendenize soruyorlardı.

Ben de bu Elmas Cevher Nur'u onların anlayabileceği şekilde izah ederken çocukların renkleri, renk renk oluyordu ve güzelleşiyordu.

Bendeniz de çocukların yüzüne baktıkça hepsinde ayrı ayrı nurlu Said görüyordum.

   Suallerinde "Nur hangisi?

Cevher hangisi ve Elmas hangisi?" diye sorduklarında; "Evet Nur, bunu okumaktır.

Bak sizde bir güzellik meydana geldi." Onlar da birbirinin yüzüne baktılar, tasdik ettiler.

"Ya Elmas nedir?

Bu sözleri yazmaktır.

O zaman, yani yazdığınız zaman sizin yazılarınız elmas gibi kıymetli olur." Tasdik ettiler.

"Ya Cevher nedir?

İşte o da bu kitabdan aldığınız imandır." Hepsi birden şehadet getirdiler.

Bu sohbette üç dört saat geçmiş, bendeniz farkına varmadım.

   İşte Elmas Cevher Nur budur dedim.

Tasdik ettiler.

Hepsi birden bana bakıyorlardı ve "Bunu kim yazdı?" diyorlardı.

  Âciz talebeniz 

  Şefik 

Lemalar - 278

RİSALE-İ NUR'UN KERAMETLERİ

    Affınıza mağruren Risale-i Nur'un bu defaki taharriyatında iki kerameti meydana aynen çıkmıştır: Hapishane içerisinde polis, jandarma ve gardiyanlar müdhiş arama yaparken, o esnada hiç kimse görmeden, yedi sekiz yaşında, hemşiremin mahdumu, mekteb çantasının içerisine Risale-i Nur'un nüshalarını koyarak alıp gitmiştir.

Arama, bendenizin odasında idi.

Çocuk odaya geldi, odada telaş görünce, odanın bir tarafında ayrıca duran Risale-i Nur'ları çantasına koydu ve içerideki memurların hiçbirisi farkına varmadı, çocuğa da birşey demediler.

Fedakâr çocuk doğruca vâlidesine gidiyor.

"Dayımın daima bize okuduğu Risale-i Nur'ları getirdim.

Bunları alacaklarmış.

Ben onların haberi olmadan, onlar başka mektub, kitab karıştırırlarken aldım, çantama koydum.

Bunları iyice bir yere koyunuz, muhafaza ediniz.

Ben bunların okunmasını çok seviyorum.

Dayım bize bunları okuyordu.

O okurken ben başka bir halet kesbediyordum." diye vâlidesine söylüyor ve mektebine avdet ediyor.

Bu sayede Elmas Cevher Nurlar ele geçmemiş oluyor.

Bu keramet değil de nedir?

Kur'anî bir mu'cize değildir de nedir?

Acaba bu fazilet, acaba bu lezzet, acaba bu Elmas Cevher, hangi te'lifatta vardır ki, bu Elmas Cevher Nurlar, şimdiye kadar hangi zâtın ağzından dökülmüştür?

Ben de; hapis değil, bu Elmas Cevher Nurlar için her an, her dakika, her fedakârlığı memnuniyetle kabul ederim.

Benden sonra bu Elmas Cevher Nurlar yoluna evlâdım Emin de bütün hayatını sarfetmeye hazırdır.

Lemalar - 277

KÜFÜR BİR İNKARDIR

  SUAL: 

   Kısa bir zamandaki küfre mukabil, hadsiz bir zaman Cehennem'de hapis nasıl adalet olur?

   ELCEVAB: 

   Sene, üçyüz altmışbeş gün hesabıyla, bir dakikada katl, yedi milyon sekiz yüz seksen dört bin dakika hapis iktizası kanun-u adalet iken; bir dakika küfür, bin katl hükmünde olduğundan, yirmi sene ömrünü küfürle geçiren ve küfür ile ölen bir adam, kanun-u adaletle elli yedi trilyon ikiyüz bir milyar iki yüz milyon sene beşerin kanun-u adaletiyle hapse müstehak olur.

Elbette خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَدًا adalet-i İlahî ile vech-i muvafakatı bundan anlaşılıyor.

   Birbirinden gayet uzak iki adedin sırr-ı münasebeti şudur ki: Katl ve küfür, tahrib ve tecavüz olduğu için, gayre tesirat yapar.

Bir dakikada katl, lâekal zahirî âdete göre onbeş sene maktûlün hayatını selbeder, onun yerine hapse girer.

Bir dakika küfür, binbir esma-i İlahîyi inkâr ve nukuşlarını tezyif ve kâinatın hukukuna tecavüz ve kemalâtını inkâr ve hadsiz delail-i vahdaniyeti tekzib ve şehadetlerini reddetmek olduğundan.. kâfiri, binler seneden ziyade esfel-i safilîne atar, خَالِد۪ينَ de hapseder.

  Said Nursî 

  *-*-* 

Lemalar - 276

NEFİS

 بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

اِنَّ النَّفْسَ لَاَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ Nefis daima kötüşeylere sevkeder Yunus suresi

   Meali: {(Haşiye): Bu parçanın da herkese faidesi var.} "Nefis daima kötü şeylere sevkeder." âyetinin, hem de

اَعْدٰى عَدُوِّكَ نَفْسُكَ الَّتِى بَيْنَ جَنْبَيْكَ

mana-yı şerifi: "Senin en zararlı düşmanın nefsindir." hadîsinin bir nüktesidir.

   Tezkiyesiz nefs-i emmaresi bulunmak şartıyla kendi nefsini beğenen ve seven adam, başkasını sevmez.

Eğer zahirî sevse de samimî sevemez, belki ondaki menfaatini ve lezzetini sever.

Daima kendini beğendirmeye ve sevdirmeye çalışır ve kusuru nefsine almaz; belki avukat gibi kendini müdafaa ve tebrie eyler.

Mübalağalar ile, belki yalanlarla nefsini medh ve tenzih ederek âdeta takdis eder ve derecesine göre

مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوٰيهُ

âyetinin bir tokadını yer.

Temeddühü ve sevdirmesi ise, aksü'l-amel ile istiskali celbeder, soğuk düşürtür.

Hem amel-i uhrevîde ihlası kaybeder, riyayı karıştırır.

Âkıbeti görmeyen ve neticeleri düşünmeyen ve lezzet-i hazıraya mübtela olan hisse ve heva-yı nefse mağlub olup; yolunu şaşırmış hissin fetvasıyla, bir saat lezzet için bir sene hapiste yatar.

Bir dakika gurur veya intikam yüzünden on sene ceza görür.

Âdeta ders aldığı Amme Cüz'ünü bir tek şekerlemeye satan hevaî bir çocuk gibi; elmas kıymetinde bulunan hasenatını, hissini okşamak için ve hevasını memnun etmek için ve hevesini tatmin etmek için, ehemmiyetsiz cam parçaları hükmündeki lezzetlere, enaniyetlere vesile edip, kârlı işlerde hasaret eder.

اَللّٰهُمَّ احْفَظْنَا مِنْ شَرِّ النَّفْسِ وَالشَّيْطَانِ وَمِنْ شَرِّ الْجِنِّ وَالْاِنْسَانِ

Lemalar - 275

SANA YALVARIYORUM

    Ey Rahmanürrahîm!

Ey Sadıku'l-Va'di'l-Emin!

Ey Mâlik-i Yevmiddin!

Senin Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ının talimiyle ve Kur'an-ı Hakîm'inin irşadıyla anladım ki: Madem kâinatın en müntehab neticesi hayattır.. ve hayatın en müntehab hülâsası ruhtur.. ve zîruhun en müntehab kısmı zîşuurdur.. ve zîşuurun en câmii insandır.. ve bütün kâinat ise, hayata müsahhardır ve onun için çalışıyor.. ve zîhayatlar, zîruhlara müsahhardır, onlar için dünyaya gönderiliyorlar.. ve zîruhlar, insanlara müsahhardır, onlara yardım ediyorlar.. ve insanlar fıtraten Hâlık'ını pek ciddî severler ve Hâlık'ları onları hem sever, hem kendini onlara her vesile ile sevdirir.. ve insanın istidadı ve cihazat-ı maneviyesi, başka bir bâki âleme ve ebedî bir hayata bakıyor.. ve insanın kalbi ve şuuru, bütün kuvvetiyle beka istiyor.. ve lisanı, hadsiz dualarıyla beka için Hâlık'ına yalvarıyor; elbette ve herhalde, o çok seven ve sevilen ve mahbub ve muhib olan insanları dirilmemek üzere öldürmekle, ebedî bir muhabbet için yaratılmış iken, ebedî bir adavetle gücendirmek olamaz ve kabil değildir.

Belki başka bir ebedî âlemde mes'udane yaşaması hikmetiyle, bu dünyada çalışmak ve onu kazanmak için gönderilmiştir.

Ve insana tecelli eden isimlerin, bu fâni ve kısa hayattaki cilveleriyle âlem-i bekada onların âyinesi olan insanların, ebedî cilvelerine mazhar olacaklarına işaret ederler.

   Evet ebedînin sadık dostu, ebedî olacak.

Ve bâkinin âyine-i zîşuuru, bâki olmak lâzım gelir.

Lemalar - 369

26 Kasım 2023 Pazar

FITRAT YALAN SÖYLEMEZ

 Fıtrat yalan söylemez.

Bir çekirdekteki meyelan-ı nümüvv der: "Ben sünbülleneceğim, meyve vereceğim." Doğru söyler.

Yumurtada bir meyelan-ı hayat var.

Der: "Piliç olacağım." Biiznillah olur.

Doğru söyler.

Bir avuç su, meyelan-ı incimad ile der: "Fazla yer tutacağım." Metin demir onu yalan çıkaramaz; sözünün doğruluğu demiri parçalar.

Şu meyelanlar, iradeden gelen evamir-i tekviniyenin tecellileridir, cilveleridir.

   16- Karıncayı emirsiz, arıyı ya'subsuz bırakmayan kudret-i ezeliye; elbette beşeri nebisiz bırakmaz.

Âlem-i şehadetteki insanlara inşikak-ı Kamer, bir mu'cize-i Ahmediye (A.S.M.) olduğu gibi, mi'rac dahi âlem-i melekûttaki melaike ve ruhaniyata karşı bir mu'cize-i kübra-yı Ahmediyedir ki; nübüvvetinin velayeti bu keramet-i bahire ile isbat edilmiştir ve o parlak zât, berk ve Kamer gibi melekûtta şu'le-feşan olmuştur.

Mektubat - 469

VAHİD-İ EHAD VE TAKLİD EDİLMEZ SİKKE

 Bir Vâhid-i Ehad, şu kâinat sarayında taklid edilmez sikkeleriyle, ona mahsus hâtemleriyle, ona münhasır turralarıyla, ona has fermanlarıyla bütün mevcudata damga-i vahdet koyuyor ve tevhidin âyâtını nakşediyor.

Ve âfâk-ı âlemin aktarında vahdaniyetin bayrağını dikiyor ve rububiyetini ilân ediyor.

O da ona mukabil; tasdik ile, iman ile, tevhid ile, iz'an ile, şehadet ile, ubudiyet ile mukabele eder.

   İşte bu çeşit ibadat ve tefekküratla hakikî insan olur, ahsen-i takvimde olduğunu gösterir.

İmanın yümnüyle emanete lâyık, emin bir halife-i arz olur.

   Ey ahsen-i takvimde yaratılan ve sû'-i ihtiyarıyla esfel-i safilîn tarafına giden insan-ı gafil!

Beni dinle.

Ben de senin gibi gençlik sarhoşluğuyla gaflet içinde dünyayı hoş ve güzel gördüğüm halde, gençlik sarhoşluğundan ihtiyarlık sabahında ayıldığım dakikada, o güzel zannettiğim âhirete müteveccih olmayan dünyanın yüzünü nasıl çirkin gördüğümü ve âhirete bakan hakikî yüzü ne kadar güzel olduğunu, sen de gör.

Sözler - 330

25 Kasım 2023 Cumartesi

KULLUK VE KUL OLMANIN ÖNEMİ

 Evet, bir gözsüz akrep ve ayaksız bir yılan gibi haşerata mağlub olan insana, bir küçük kurttan ipeği giydiren ve zehirli bir böcekten balı yediren; onun iktidarı değil, belki onun zaafının semeresi olan teshir-i Rabbanî ve ikram-ı Rahmanîdir.

   Ey insan!

Madem hakikat böyledir; gururu ve enaniyeti bırak.

Uluhiyetin dergâhında acz ve zaafını, istimdad lisanıyla; fakr ve hâcatını, tazarru' ve dua lisanıyla ilân et ve abd olduğunu göster.

Ve

حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ

de, yüksel.

   Hem deme ki: "Ben hiçim; ne ehemmiyetim var ki, bu kâinat bir Hakîm-i Mutlak tarafından kasdî olarak bana teshir edilsin, benden bir şükr-ü küllî istenilsin?"

   Çünki sen çendan, nefsin ve suretin itibariyle hiç hükmündesin.

Fakat vazife ve mertebe noktasında, sen şu haşmetli kâinatın dikkatli bir seyircisi, şu hikmetli mevcudatın belâgatlı bir lisan-ı nâtıkı ve şu kitab-ı âlemin anlayışlı bir mütalaacısı ve şu tesbih eden mahlukatın hayretli bir nâzırı ve şu ibadet eden masnuatın hürmetli bir ustabaşısı hükmündesin.

   Evet ey insan!

Sen, nebatî cismaniyetin cihetiyle ve hayvanî nefsin itibariyle; sağir bir cüz, hakir bir cüz'î, fakir bir mahluk, zaîf bir hayvansın ki; bütün dehşetli mevcudat-ı seyyalenin dalgaları içinde çalkanıp gidiyorsun.

Fakat muhabbet-i İlahiyenin ziyasını tazammun eden imanın nuruyla münevver olan İslâmiyetin terbiyesiyle tekemmül edip; insaniyet cihetinde, abdiyetin içinde bir sultansın ve cüz'iyetin içinde bir küllîsin, küçüklüğün içinde bir âlemsin ve hakaretin içinde öyle makamın büyük ve daire-i nezaretin geniş bir nâzırsın ki, diyebilirsin: "Benim Rabb-i Rahîm'im dünyayı bana bir hane yaptı.

Ay ve güneşi, o haneme bir lâmba; ve baharı, bir deste gül; ve yazı, bir sofra-i nimet; ve hayvanı, bana hizmetkâr yaptı.

Ve nebatatı, o hanemin zînetli levazımatı yapmıştır."

   Netice-i kelâm: Sen eğer nefis ve şeytanı dinlersen, esfel-i safilîne düşersin.

Eğer Hak ve Kur'an'ı dinlersen, a'lâ-yı illiyyîne çıkar, kâinatın bir güzel takvimi olursun.

Sözler - 328

İNSANA VERİLEN CİHAZLAR

 Belki mühim bir ticaret içindir.

   Aynen onun gibi: İnsandaki cihazat-ı maneviye ve letaif-i insaniye ki, herbirisi hayvana nisbeten yüz derece inbisat etmiş.

Meselâ; güzelliğin bütün meratibini farkeden insan gözü ve taamların bütün çeşit çeşit ezvak-ı mahsusalarını temyiz eden insanın zaika-i lisaniyesi ve hakaikın bütün inceliklerine nüfuz eden insanın aklı ve kemalâtın bütün enva'ına müştak insanın kalbi gibi sair cihazları, âletleri nerede?

Hayvanın pek basit yalnız bir-iki mertebe inkişaf etmiş âletleri nerede?

Yalnız şu kadar fark var ki; hayvan, kendine has bir amelde (münhasıran o hayvanda bir cihaz-ı mahsus) ziyade inkişaf eder.

Fakat o inkişaf, hususîdir.

   İnsanın cihazat cihetiyle zenginliği şu sırdandır ki: Akıl ve fikir sebebiyle insanın hâsseleri, duyguları fazla inkişaf ve inbisat peyda etmiştir.

Ve ihtiyacatın kesreti sebebiyle çok çeşit çeşit hissiyat peyda olmuştur.

Ve hassasiyeti çok tenevvü etmiş.

Ve fıtratın câmiiyeti sebebiyle pek çok makasıda müteveccih arzulara medar olmuş.

Ve pek çok vazife-i fıtriyesi bulunduğu sebebiyle, âlât ve cihazatı ziyade inbisat peyda etmiştir.

Ve ibadatın bütün enva'ına müstaid bir fıtratta yaratıldığı için bütün kemalâtın tohumlarına câmi' bir istidad verilmiştir.

İşte şu derece cihazatça zenginlik ve sermayece kesret, elbette ehemmiyetsiz muvakkat şu hayat-ı dünyeviyenin tahsili için verilmemiştir.

Belki şöyle bir insanın vazife-i asliyesi, nihayetsiz makasıda müteveccih vezaifini görüp, acz ve fakr ve kusurunu ubudiyet suretinde ilân etmek ve küllî nazarıyla mevcudatın tesbihatını müşahede ederek şehadet etmek ve nimetler içinde imdadat-ı Rahmaniyeyi görüp şükretmek ve masnuatta kudret-i Rabbaniyenin mu'cizatını temaşa ederek nazar-ı ibretle tefekkür etmektir.

Sözler - 324

24 Kasım 2023 Cuma

EHEMMİYETSİZ HAYATI-I DÜNYEVİİYE

 İnsana verilen bütün cihazat-ı acibe, bu ehemmiyetsiz hayat-ı dünyeviye için değil; belki, pek ehemmiyetli bir hayat-ı bâkiye için verilmişler.

Çünki insanı hayvana nisbet etsek görüyoruz ki: İnsan, cihazat ve âlât itibariyle çok zengindir.

Yüz derece hayvandan daha ziyadedir.

Hayat-ı dünyeviye lezzetinde ve hayvanî yaşayışında yüz derece aşağı düşer.

Çünki her gördüğü lezzetinde, bir elem izi vardır.

Geçmiş zamanın elemleri ve gelecek zamanın korkuları ve herbir lezzetin dahi elem-i zevali, onun zevklerini bozuyor ve lezzetinde bir iz bırakıyor.

Fakat hayvan öyle değil.

Elemsiz bir lezzet alır, kedersiz bir zevk eder.

Ne geçmiş zamanın elemleri onu incitir, ne de gelecek zamanın korkuları onu ürkütür.

Rahatla yaşar, yatar, Hâlıkına şükreder.

   Demek ahsen-i takvim suretinde yaratılan insan, hayat-ı dünyeviyeye hasr-ı fikr etse; yüz derece sermayece hayvandan yüksek olduğu halde, yüz derece serçe kuşu gibi bir hayvandan aşağı düşer.

Sözler - 324

ENANİYET VE İNSAN

     Eğer insan, enaniyetine istinad edip hayat-ı dünyeviyeyi gaye-i hayal ederek derd-i maişet içinde muvakkat bazı lezzetler için çalışsa, gayet dar bir daire içinde boğulur gider.

Ona verilen bütün cihazat ve âlât ve letaif, ondan şikayet ederek haşirde onun aleyhinde şehadet edeceklerdir ve davacı olacaklardır.

Eğer kendini misafir bilse, misafir olduğu Zât-ı Kerim'in izni dairesinde sermaye-i ömrünü sarfetse, öyle geniş bir daire içinde uzun bir hayat-ı ebediye için güzel çalışır ve teneffüs edip istirahat eder.

Sonra, a'lâ-yı illiyyîne kadar gidebilir.

Hem de bu insana verilen bütün cihazat ve âlât, ondan memnun olarak âhirette lehinde şehadet ederler.

Sözler - 323

ŞAKİ DEĞİL,SAİD OLABİLMEK

Hayalen bir şehre girip Kendi ismini görmek. Hem de ismini kurtulmuşlar arasında yazılı görmek, ne büyük mutluluktur. Saray ehli ve "SAİD" ismi !

Merak ettim.

Daha dikkat ettim, suretimi üstünde gördüm gibi bana geldi.

Kemal-i taaccübümden bağırarak, aklım başıma geldi, ayıldım.

   İşte o vakıa-i hayaliyeyi sana tabir edeceğim.

Allah hayır etsin.

   İşte o şehir ise, hayat-ı içtimaiye-i beşeriye ve medine-i medeniyet-i insaniyedir.

O sarayların herbirisi, birer insandır.

O saray ehli ise; insandaki göz, kulak, kalb, sır, ruh, akıl gibi letaif ve nefs ve heva ve kuvve-i şeheviye ve kuvve-i gadabiye gibi şeylerdir.

Herbir insanda her bir latîfenin ayrı ayrı vazife-i ubudiyetleri var.

Ayrı ayrı lezzetleri, elemleri var.

Nefis ve heva, kuvve-i şeheviye ve gadabiye, bir kapıcı ve it hükmündedirler.

İşte o yüksek letaifi, nefis ve hevaya musahhar etmek ve vazife-i asliyelerini unutturmak, elbette sukuttur, terakki değildir.

Sözler - 323

23 Kasım 2023 Perşembe

VESVESE HASTALIĞI

    Ey maraz-ı vesvese ile mübtela!

Biliyor musun vesvesen neye benzer?

Musibete benzer.

Ehemmiyet verdikçe şişer, ehemmiyet vermezsen söner.

Ona büyük nazarıyla baksan büyür.

Küçük görsen, küçülür.

Korksan ağırlaşır, hasta eder.

Havf etmezsen hafif olur, mahfî kalır.

Mahiyetini bilmezsen devam eder, yerleşir.

Mahiyetini bilsen, onu tanısan gider.

Öyle ise, şu musibetli vesvesenin aksam-ı kesîresinden kesîrü'l-vuku olan yalnız beş vechini beyan edeceğim.

Belki sana ve bana şifa olur.

Zira şu vesvese öyle bir şeydir ki, cehil onu davet eder, ilim onu tardeder.

Tanımazsan gelir, tanısan gider.

Sözler - 274

22 Kasım 2023 Çarşamba

BU DÜNYAYA NİÇİN GÖNDERİLDİK

 BU DÜNYAYA NİÇİN GÖNDERİLDİK ?

 Bektaşiye sormuşlar:

“Niçin gömleğini yıkamıyorsun?”

“Kirlenir!” diye cevap vermiş.

“Yıkarsın!”

“Yine kirlenir!”

“Tekrar yıkarsın!”

“Yine kirlenecek!”

“Sen de bir daha yıkarsın…”

“Bu dünyaya gömlek yıkamaya mı geldik birader!”

Çevremizi dikkatle gözlemlediğimizde, en küçük canlılardan en büyüklerine, hatta cansızlara kadar her varlığın bir, hatta birkaç vazifesi, işlevi olduğunu görüyoruz.

Mikroplar (bakteriler, virüsler) yeryüzüne düşen bitki, hayvan artıklarını istihâleye uğratarak azot halinde toprağa verirler. Cenâb-ı Hakk’ın koymuş olduğu şu mükemmel düzene göre konuşacak olursak; eğer mikroplar olmasaydı, sadece sivrisinekler bir senede yeryüzünü 14 metre kalınlığında kaplayacaktı! Bitkiler, ağaçlar olmasaydı, yeme-içme bir yana, oksijen soluyamazdık!

Şu halde, muhteşem ruh/duygu, cihaz ve âletlerle donatılan insanın da, elbette dünyaya gönderilmesinin bir ana ve birçok tâlî gayesi ve hikmeti olmalıdır.

Sahi bu dünyaya niye gönderildik? Neden ruhlar âleminden başlatılarak anne rahmine, oradan bebekliğe, çocukluğa, gençliğe, ihtiyarlığa, kabre, haşre dek uzanan uzun bir sefere gönderildik? “Gönderildik” diyoruz, zirâ, bu seyahati biz planlamadık. Hiç haberimiz olmadan, yokluk karanlıklarından aydınlık varlık âlemine çıkarıldık. Öyle ise, bizi buraya gönderen bizden ne istiyor?

Dünyaya gönderilişimizin asıl gayesinin “Allah’a iman ve ibadet” olduğu, yapımıza takılan hârika duygu ve cihazlardan pekâla anlaşılabilir.

“İnsanın vazife-i fıtriyesi taallümle tekemmüldür, duâ ile ubûdiyettir. Yani, ‘Kimin merhametiyle böyle hakîmâne idare olunuyorum? Kimin keremiyle böyle müşfikàne terbiye olunuyorum? Nasıl birisinin lûtuflarıyla böyle nâzeninâne besleniyorum ve idare ediliyorum?’ bilmektir… Demek, insan bu âleme ilim ve duâ vâsıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir.” 1

İnsanın en önemli vasıflarından birisi de, idrâk, düşünebilme, tefekkür edebilme, “okuma” ve okuduğunu anlayıp “yorumlayabilmesi” değil mi?

Şu halde, dimağımız, zihnimiz, “okuma ve tefekkür”e göre dizayn edilmiştir, diyebiliriz. Tıpkı, göz görmek, kulak işitmek, dil tatmak, burun koklamak, ciğer havayı teneffüs etmek, mide yiyecekleri öğütmek ve kalb zikretmek için dizayn edildiği gibi…

Eğer onların gıdası verilmezse, köreldikleri, hantal hale geldikleri gibi; dimağ, zihin de okuma ve tefekkürle gıdalandırılmazsa, artık işlemez hâle geliyor ve dumura uğruyor.

Dipnot:

1- Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, s. 285-286.

HERŞEYİN HALIKI ALLAH

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Bir kelimeyi yazan harfini yazanın gayrısı, bir sahifeyi yazan satırı yazanın gayrısı, kitabı yazan sahifeyi yazanın gayrısı olması mümkün olmadığı gibi; karıncayı halk eden cins-i hayvanı halkedenin gayrısı, hayvanı yaratan arzı yaratanın gayrısı, arzı halkeden, Rabbü'l-Âlemîn'in gayrısı olması muhaldir.

   Rububiyet-i âmmenin işaretlerindendir ki, kâinat kitabında öyle büyük harfler vardır ki, o harflerin bir kısmında bir kelime yazılıdır.

Bir kısmında bir kelâm, bir kısmında bir kitab yazılıdır.

Meselâ: O kitabda bahr, şecer, arz birer harf makamındadırlar.

Birinci harfte semek kelimesi, ikincisinde şecer kelâmı, üçüncüsünde hayvan kitabı yazılmıştır.

Hattâ, Yâsin suretinde tam Yâsin Suresi yazıldığı gibi, bazı masnuatta, bir kelime olan isminde, çekirdeğinde o masnuun suresi ve kitabı yazılmıştır.

Mesnevi-i Nuriye - 196

İTTİFAKIN VE ŞAHS-I MANEVİYENİN ÖNEMİ

 Bilirsin ki, iki elif ayrı ayrı olsa iki kıymeti var.

Bir çizgi üstünde omuz omuza verse, onbir kıymet aldığı gibi, senin tesirli nasihatınla ihzar ettiğin hizmet-i imaniye tek başıyla kalsa, şimdiki tehacümat-ı müttehideye karşı dayanması çok müşkil.

Eğer Risale-i Nur'un hizmetine iltihak etse, o iki elif gibi onbir, belki yüzonbir kıymetinde ve kuvvetinde olacak ve karşıdaki ittifak etmiş dalaletlere karşı dayanacak.

   Bu zaman ehl-i hakikat için, şahsiyet ve enaniyet zamanı değil.

Zaman, cemaat zamanıdır.

Cemaatten çıkan bir şahs-ı manevî hükmeder ve dayanabilir.

Büyük bir havuza sahib olmak için bir buz parçası hükmündeki enaniyet ve şahsiyetini, o havuza atmaktır ve eritmek gerektir.

Yoksa o buz parçası erir, zayi' olur; o havuzdan da istifade edilmez.

   Hem mûcib-i taaccüb, hem medar-ı teessüftür ki; ehl-i hak ve hakikat, ittifaktaki fevkalâde kuvveti ihtilaf ile zayi' ettikleri halde; ehl-i nifak ve ehl-i dalalet, meşreblerine zıd olduğu halde, ittifaktaki ehemmiyetli kuvveti elde etmek için ittifak ediyorlar.

Yüzde on iken, doksan ehl-i hakikatı mağlub ediyorlar.

Kastamonu - 143

SENEDİN Mİ VAR ?

   Ey nefis!

Bil ki dünkü gün senin elinden çıktı.

Yarın ise senin elinde sened yok ki, ona mâliksin.

Öyle ise hakikî ömrünü, bulunduğun gün bil.

Lâekal günün bir saatini, ihtiyat akçesi gibi, hakikî istikbal için teşkil olunan bir sandukça-i uhreviye olan bir mescide veya bir seccadeye at.

Hem bil ki: Her yeni gün, sana hem herkese, bir yeni âlemin kapısıdır.

Eğer namaz kılmazsan, senin o günkü âlemin zulümatlı ve perişan bir halde gider, senin aleyhinde âlem-i misalde şehadet eder.

Zira herkesin, her günde, şu âlemden bir mahsus âlemi var.

Hem o âlemin keyfiyeti, o adamın kalbine ve ameline tâbi'dir.

Nasılki âyinende görünen muhteşem bir saray, âyinenin rengine bakar.

Siyah ise, siyah görünür.

Kırmızı ise, kırmızı görünür.

Hem onun keyfiyetine bakar.

O âyine şişesi düzgün ise, sarayı güzel gösterir.

Düzgün değil ise, çirkin gösterir.

En nazik şeyleri kaba gösterdiği misillü; sen kalbinle, aklınla, amelinle, gönlünle, kendi âleminin şeklini değiştirirsin.

Ya aleyhinde, ya lehinde şehadet ettirebilirsin.

Sözler - 272

21 Kasım 2023 Salı

DNA VE BİLİM İNSANLARI

 "Bilim insanlar anladı ki, hücre yani canlılık bir matematik program sorunudur. Yani her cins canlı, matematik bir kompitür programıyla yüklenmiştir. Yapısındaki DNA zincirleri, bu programı aktaran binek taşlarıdır. Tıpkı elimizdeki küçük hesap makineleri gibi.”

Küçük bir evren olan insan sarayının yapı taşları hücrenin ve yine onun içindeki DNA denilen bilgi hazinesinin, ne kadar ince kompitür matematiksel hesaplarla işlendiği, İlâhî mucizeleri hayranlıkla ve ibretle müşahede ediyoruz.

Allâh Te’alâ, Kur’an’da çeşitli ayetlerde, “Yarattık ve takdir ettik.” Fermanını bu nedenle sık sık tekrar ederek nazara vermektedir.

Şirkten arınmış Kur’anî bir iman; taraf-ı İâhiden bize en büyük bir lutuftur, en büyük güç ve imkândır. Eğer bir insan bu tahkiki imana ulaşmamışsa; “Okuduğu bütün kitaplar, dimağında bir yüktür.”(3) buyudu, Allâh.

Eyleme dönüşmeyen bir bilgi, benliğe (eneye) dönüşür. Şüphesiz, o da ihtilafta bizi yer bitirir.

Ve iki âyet:

“İyiliği, karşılık beklemeden yap.”(4)

“Yaptığın iyilikleri unut, onları anlatarak kiymetsizleştirme.”(5)

Dipnotlar

(3)Cuma 62/5
(4) Muhammed 47/7
(5) Hucurat 49/10

ÇEVRE VE ÇEVRE TEMİZLİĞİ

 Çağımızda dünya gündeminin en mühim meselelerinden bir kısmı da çevre meseleleridir.

“Çevre, âdemoğluna ruh üfürülüp beden elbisesi giydirildikten sonra o­na takdim edilen bir emanet; çevre büyük bir insan, insan ise büyük bir çevredir.” Allah’ın güzel isimlerinden bir kısmı doğrudan veya dolaylı olarak çevre ile ilgilidir. Bunlardan yedi tanesi: Kayyum, Adl, Hakîm, Kuddüs, Muhsin, Bâri, Muksit’tir.

Çevre kirlenmesi ve tabiatın tahribinin ilk defa ateşin yakılması ile başladığı söylenebilir. 1869 yılında ABD’deki Massachusets Halk Sağlığı Komitesi’nin bildirisi ise, çevre meselelerinin dünyayı tehdit eder boyutlara geldiğinin ilk mühim bilimsel uyarısı niteliğindedir. Günümüzde çevre meseleleri büyük ölçüde, sanayileşme ve o­na bağlı düzensiz şehirleşmeden kaynaklanmaktadır.

Çevrenin korunması için alınabilecek tedbirlerin temelinde temizlik ve israfsızlık bulunmaktadır. Kur’an tefsirlerinde ve hadislerde temizlik üzerinde önemle durulmaktadır. “Şüphesiz ki Allah çok tevbe edenleri sever. Çok temizlenenleri de sever.” (Bakara, 2/222) mealindeki Kur’an âyetinde: Allah’ın sevdikleri olarak önce çok tevbe edenlerden daha sonra da çok temizlenenlerden bahsedilmesi ile, maddî temizlikten başka, tevbe ile yapılan manevî temizliğin önemine de dikkat çekilmektedir. Buna göre, “Hakikî Çevrecilik”, asıl kirlilik olan manevî kirliliğe karşı olmayı ve buna tedbir almayı da ihmal etmeyen; hatta temizliğin manevî yönüne daha fazla ehemmiyet veren çevreciliktir. Peygamberimizin “Temizlik imandandır.” hadisinde bahsedilen temizliğin, maddî boyutu yanında tevbe ile yapılan manevî boyutu da gözden uzak tutulmamalı; manevî temizlik de ihmal edilmemelidir.

Çevre meseleleri çok geniştir: Küresel ısınma, orman tahribatı, toprak erozyonu ve çölleşme, ozon tabakasının delinmesi ve bu deliğin büyümesi, meraların azalması, göller ve akarsuların kirlenmesi, katı atıkların birikmesi, büyük şehirlerin havasının kirlenmesi, elektromanyetik kirlenme, radyoaktif kirlenme, gürültü kirliliği vd. üzerinde ayrı ayrı durulacak konulardır. Bugün dünyanın karşı karşıya bulunduğu çevre meselelerinin en mühimleri :

1 – Küresel ısınma,

2 – Ozon tabakasındaki deliğin büyümesi

olarak ifade edilmektedir. Küresel ısınmadan, son zamanlarda medyada çok bahsedilmiştir. 

NAMAZIN PENCERESİ İLE NEFES ALMAK

  İKİNCİ İKAZ: 

   Ey şikem-perver nefsim!

Acaba her gün her gün ekmek yersin, su içersin, havayı teneffüs edersin; sana onlar usanç veriyor mu?

Madem vermiyor; Çünki ihtiyaç tekerrür ettiğinden, usanç değil belki telezzüz ediyorsun.

Öyle ise: Hane-i cismimde senin arkadaşların olan kalbimin gıdası, ruhumun âb-ı hayatı ve latîfe-i Rabbaniyemin hava-yı nesîmini cezb ve celbeden namaz dahi, seni usandırmamak gerektir.

Evet nihayetsiz teessürat ve elemlere maruz ve mübtela ve nihayetsiz telezzüzata ve emellere meftun ve pür-sevda bir kalbin kut ve kuvveti; herşeye kàdir bir Rahîm-i Kerim'in kapısını niyaz ile çalmakla elde edilebilir.

Evet şu fâni dünyada kemal-i sür'atle vaveylâ-yı firakı koparan giden ekser mevcudatla alâkadar bir ruhun âb-ı hayatı ise; herşeye bedel bir Mabud-u Bâki'nin, bir Mahbub-u Sermedî'nin çeşme-i rahmetine namaz ile teveccüh etmekle içilebilir.

Evet fıtraten ebediyeti isteyen ve ebed için halkolunan ve ezelî ve ebedî bir zâtın âyinesi olan ve nihayetsiz derecede nazik ve letafetli bulunan zîşuur bir sırr-ı insanî, zînur bir latîfe-i Rabbaniye; şu kasavetli, ezici ve sıkıntılı, geçici ve zulümatlı ve boğucu olan ahval-i dünyeviye içinde, elbette teneffüse pek çok muhtaçtır ve ancak namazın penceresiyle nefes alabilir.

Sözler - 270

20 Kasım 2023 Pazartesi

FERYAT ETME, TEVEKKÜL ET!

 Bırak bîçare feryadı, beladan gel tevekkül kıl!

   Zira feryad, bela-ender, hata-ender beladır bil!

   Bela vereni buldunsa, atâ-ender, safa-ender beladır bil!

   Bırak feryadı, şükür kıl manend-i belâbil, demâ keyfinden güler hep gül mül.

   Ger bulmazsan, bütün dünya cefa-ender, fena-ender hebadır bil!

   Cihan dolu bela başında varken, ne bağırırsın küçük bir beladan, gel tevekkül kıl!

   Tevekkül ile bela yüzünde gül, tâ o da gülsün.

   O güldükçe küçülür, eder tebeddül.

   Bil ey hodgâm!

Bu dünyada saadet, terk-i dünyada.

   Hudâbin isen, o kâfidir, bıraksan da bütün eşya lehinde

   Ger hodbin isen, helâkettir, ne yaparsan bütün eşya aleyhinde.

   Demek terki gerektir her iki halde bu dünyada.

   Terki demek: Huda mülkü, onun izni, onun namıyla bakmakta.

   Ticaret istiyorsan ger, şu fâni ömrünü bâkiye tebdilde.

   Eğer nefsine talib isen, çürüktür hem temelsiz de.

   Eğer âfâkı ister isen, fena damgası üstünde.

   Demek değmez ki alınsa, çürük maldır hep bu çarşıda.

   Öyle ise geç, iyi mallar dizilmiş arkasında...

Sözler - 205

19 Kasım 2023 Pazar

EY İNSAN-I GAFİL

 Ey nefis!

Eğer şu dünya hayatına müştaksan, mevtten kaçarsan kat'iyyen bil ki: Hayat zannettiğin hâlât, yalnız bulunduğun dakikadır.

O dakikadan evvel bütün zamanın ve o zaman içindeki eşya-i dünyeviye, o dakikada meyyittir, ölmüştür.

O dakikadan sonra bütün zamanın ve onun mazrufu, o dakikada ademdir, hiçtir.

Demek güvendiğin hayat-ı maddiye, yalnız bir dakikadır.

Hattâ bir kısım ehl-i tedkik, "Bir âşiredir belki bir ân-ı seyyaledir" demişler.

İşte şu sırdandır ki; bazı ehl-i velayet, dünyanın dünya cihetiyle ademine hükmetmişler.

Madem böyledir, hayat-ı maddiye-i nefsiyeyi bırak.

Kalb ve ruh ve sırrın derece-i hayatlarına çık, bak; ne kadar geniş bir daire-i hayatları var.

Senin için meyyit olan mazi, müstakbel; onlar için haydır, hayatdar ve mevcuddur.

Ey nefsim!

Madem öyledir, sen dahi kalbim gibi ağla ve bağır ve de ki: "Fâniyim, fâni olanı istemem.

Âcizim, âciz olanı istemem.

Ruhumu Rahman'a teslim eyledim, gayr istemem.

İsterim, fakat bir yâr-ı bâki isterim.

Zerreyim, fakat bir Şems-i Sermed isterim.

Hiç-ender-hiçim, fakat bu mevcudatı birden isterim."

Sözler - 473

17 Kasım 2023 Cuma

İNSANDA BULUNAN CİHAZ VE DUYGULAR

 İnsan, şu kâinatın hakaiklerine bir vâhid-i kıyasîdir, bir fihristedir, bir mikyastır ve bir mizandır.

Meselâ: Kâinatta Levh-i Mahfuz'un gayet kat'î bir delil-i vücudu ve bir numunesi, insandaki kuvve-i hâfızadır ve âlem-i misalin vücuduna kat'î delil ve numune, kuvve-i hayaliyedir

{(Haşiye): Evet nasılki insanın anasırları, kâinatın unsurlarından; ve kemikleri, taş ve kayalarından; ve saçları nebat ve eşcarından; ve bedeninde cereyan eden kan ve gözünden, kulağından, burnundan ve ağzından akan ayrı ayrı suları, Arz'ın çeşmelerinden ve madenî sularından haber veriyorlar, delalet edip onlara işaret ediyorlar.

Aynen öyle de; insanın ruhu âlem-i ervahtan ve hâfızaları Levh-i Mahfuz'dan ve kuvve-i hayaliyeleri âlem-i misalden.. ve hâkeza herbir cihazı bir âlemden haber veriyorlar.

Ve onların vücudlarına kat'î şehadet ederler.}

ve kâinattaki ruhanîlerin bir delil-i vücudu ve numunesi, insandaki kuvvelerdir ve latîfelerdir ve hâkeza...

İnsan, küçük bir mikyasta, kâinattaki hakaik-i imaniyeyi şuhud derecesinde gösterebilir.

   İşte insanın mezkûr vazifeler gibi çok mühim hizmetleri var.

Cemal-i bâkiye âyinedir, kemal-i sermedîye dellâl-ı mazhardır ve rahmet-i ebediyeye muhtac-ı müteşekkirdir.

Madem cemal, kemal, rahmet bâkidirler ve sermedîdirler; elbette o cemal-i bâkinin âyine-i müştakı ve o kemal-i sermedînin dellâl-ı âşıkı ve o rahmet-i ebediyenin muhtac-ı müteşekkiri olan insan, bâki kalmak için, bir dâr-ı bekaya girecek ve o bâkilere refakat için ebede gidecek ve o ebedî cemal ve o sermedî kemal ve daimî rahmete, ebedü'l-âbâdda refakat etmek gerektir, lâzımdır.

   Çünki ebedî bir cemal, fâni bir müştaka ve zâil bir dosta razı olmaz.

Çünki cemal, kendini sevdiği için, sevmesine mukabil muhabbet ister.

Zeval ve fena ise, o muhabbeti adavete kalbeder, çevirir.

Eğer insan ebede gidip bâki kalmazsa, fıtratındaki cemal-i sermedîye karşı olan esaslı muhabbet yerine adavet bulunacaktır.

Lemalar - 355

16 Kasım 2023 Perşembe

İŞTE HAYATIM,ÖZ GEÇMİŞİM

 Rafet ÖZCAN;

1954 yılında Kayseri'nin Yahyalı ilçesinde doğdu.İlkokulu Yahyalı Cumhuriyet İlkokulunda okudu. Orta ve Lise öğrenimini Niğde İmam Hatip Okulunu ve daha sonra Niğde Lisesini bitirerek tamamladı.

1976 yılında Niğde Eğitim Enstitüsü Sınıf Öğretmenliği bölümünü bitirdi.

Aynı yıl Aksaray Yeşilova Atatürk İlkokulunda sınıf öğretmeni olarak göreve başladı.

İki yıl öğretmen olarak çalıştıktan sonra, askerlik için görevinden ayrıldı. Yedek Subay olarak Askerliğini tamamlayarak 1980 yılında askerlik dönüşü Yahyalı merkez Atatürk ilköğretim okulunda sınıf öğretmenliği görevine başladı. Bu okulda beş yıl sınıf öğretmeni olarak çalıştı. 1984 yılında, Yahyalı İlçesinde bulunan, Yahyagazi  İlkokuluna Müdür Yardımcısı olarak atandı ve sekiz yıl bu görevde kaldı.

         Bundan sonra, 1992 yılında Yahyalı İlçe Milli Eğitim Şube Müdürlüğü görevini vekâleten yürüttü.

1993 yılında Kayseri İli Yeşilhisar İlçesi Milli Eğitim Şube Müdürlüğüne asaleten atandı ve bu görevine 1998 yılına kadar devam etti. Aynı İlçede, İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü görevini vekaleten yürütürken, bu görevinden kendi isteği ile ayrılarak, Mersin İli, Erdemli ilçesi, Tömük kasabası, Yeşildere ilköğretim okuluna atandı.

Burada sınıf öğretmeni olarak beş yıl çalıştı. Sonra oradan tekrar Kayseri'ye dönerek, Kayseri -Yahyalı'da görevine çeşitli okullarda öğretmen ve yönetici olarak devam etti.

         2010 yılında Yahyalı merkez Mehmet Akif Ersoy İlköğretim okuluna Okul Müdürü olarak atanan Rafet Özcan, Okul Müdürlüğü görevini yürütmekte iken, 2011 yılında emekli oldu.

Anadolu Üniversitesinde lisans eğitimini de tamamlayan, emekli eğitimci, eğitim bilimci, yazar Rafet ÖZCAN çeşitli gazete ve dergilerde, makale ve şiirler yazdı.

Evli ve üç çocuk babası olan Rafet ÖZCAN, eğitim yöneticiliği ile ilgili de çeşitli hizmet içi eğitim seminerleri aldı, çalıştığı dönemlerde Eğitim Yöneticiliği görevlerinde de bulundu.

Emekli Yöneticimize bundan sonraki yaşamında başarılar dileriz.

YALAN KÜFÜRDÜR

 Yalan, bir lafz-ı kâfirdir 

   Bir dane sıdk, yakar milyonla yalanı.

Bir dane-i hakikat, yıkar kasr-ı hayali.

Sıdk büyük esastır, bir cevher-i ziyalı.

   Yeri verir sükûta, eğer çıksa zararlı...

Yalana yer hiç yoktur, çendan olsa faydalı.

Her sözün doğru olsun, her hükmün hak olmalı.

   Lâkin hakkın olamaz, her doğruyu söz etmek.

Bunu iyi bilmeli.

خُذْ مَا صَفَا دَعْ مَا كَدَرْ

kendine düstur etmeli.

   Güzel gör, hem güzel bak.

Tâ güzel düşünmeli.

Güzel bil, hem güzel düşün.

Tâ leziz hayatı bulmalı.

   Hayat içinde hayattır, hüsn-ü zanda emeli.

Sû'-i zanla yeistir saadet muharribi, hem de hayatın kàtili.

Sözler - 711

15 Kasım 2023 Çarşamba

KUR'ANIN TARİFİNE GÖRE ÖLÜM

 Kur'anı Hakîm'in verdiği nur ile isbat etmişiz ki: Ehl-i iman için ölüm, vazife-i hayat külfetinden bir terhistir; hem dünya meydanındaki imtihanda, talim ve talimat olan ubudiyetten bir paydostur; hem öteki âleme gitmiş yüzde doksandokuz ahbab ve akrabasına kavuşmak için bir vesiledir; hem hakikî vatanına ve ebedî makam-ı saadetine girmeye bir vasıtadır; hem zindan-ı dünyadan bostan-ı cinana bir davettir; hem Hâlık-ı Rahîm'inin fazlından, kendi hizmetine mukabil ahz-ı ücret etmeye bir nöbettir.

Madem ölümün mahiyeti hakikat noktasında budur; ona dehşetli bakmak değil, bilakis rahmet ve saadetin bir mukaddemesi nazarıyla bakmak gerektir.

Hem ehlullahın bir kısmının ölümden korkmaları, ölümün dehşetinden değildir.

Belki daha fazla hayır kazanacağım diye, vazife-i hayatın idamesinden kazanacakları hayrat içindir.

Evet ehl-i iman için ölüm, rahmet kapısıdır.

Ehl-i dalalet için, zulümat-ı ebediye kuyusudur.

Lemalar - 210

İNSAN HAYAT SAHİPLERİNİN EN MÜKEMMELİ

 Hem insan, zîhayatın en mükemmeli, en yükseği ve cihazatça en zengini, belki zîhayatların sultanı hükmünde iken, geçmiş lezzetleri ve gelecek belaları düşünmek vasıtasıyla, hayvana nisbeten en edna bir derecede, ancak kederli, meşakkatli bir hayat geçiriyor.

Demek insan, bu dünyaya yalnız güzel yaşamak için ve rahatla ve safa ile ömür geçirmek için gelmemiştir.

Belki azîm bir sermaye elinde bulunan insan, burada ticaret ile, ebedî daimî bir hayatın saadetine çalışmak için gelmiştir.

Onun eline verilen sermaye de ömürdür.

Eğer hastalık olmazsa, sıhhat ve âfiyet gaflet verir, dünyayı hoş gösterir, âhireti unutturur.

Kabri ve ölümü hatırına getirmek istemiyor, sermaye-i ömrünü bâd-i heva boş yere sarfettiriyor.

Hastalık ise, birden gözünü açtırır.

Vücuduna ve cesedine der ki: "Lâyemut değilsin, başıboş değilsin, bir vazifen var.

Gururu bırak, seni yaratanı düşün, kabre gideceğini bil, öyle hazırlan." İşte hastalık bu nokta-i nazardan hiç aldatmaz bir nâsih ve ikaz edici bir mürşiddir.

Ondan şekva değil, belki bu cihette ona teşekkür etmek; eğer fazla ağır gelse, sabır istemek gerektir.

Lemalar - 206

14 Kasım 2023 Salı

EY RABB-İ RAHİMİM !

  Ey Rabb-i Rahîm'im ve ey Hâlık-ı Kerim'im!

   Benim sû'-i ihtiyarımla ömrüm ve gençliğim zayi' olup gitti.

Ve o ömür ve gençliğin meyvelerinden elimde kalan, elem verici günahlar, zillet verici elemler, dalalet verici vesveseler kalmıştır.

Ve bu ağır yük ve hastalıklı kalb ve hacaletli yüzümle kabre yakınlaşıyorum.

Bilmüşahede göre göre gayet sür'atle, sağa ve sola inhiraf etmeyerek, ihtiyarsız bir tarzda, vefat eden ahbab ve akran ve akaribim gibi kabir kapısına yanaşıyorum.

O kabir, bu dâr-ı fâniden firak-ı ebedî ile ebedü'l-âbâd yolunda kurulmuş, açılmış evvelki menzil ve birinci kapıdır.

Ve bu bağlandığım ve meftun olduğum şu dâr-ı dünya da, kat'î bir yakîn ile anladım ki; hêliktir gider ve fânidir ölür.

Ve bilmüşahede içindeki mevcudat dahi, birbiri arkasından kafile kafile göçüp gider, kaybolur.

Hususan benim gibi nefs-i emmareyi taşıyanlara şu dünya çok gaddardır, mekkârdır.

Bir lezzet verse, bin elem takar çektirir.

Bir üzüm yedirse, yüz tokat vurur.

   Ey Rabb-i Rahîm'im ve ey Hâlık-ı Kerim'im!

كُلُّ اٰتٍ قَر۪يبٌ sırrıyla ben şimdiden görüyorum ki: Yakın bir zamanda ben kefenimi giydim, tabutuma bindim, dostlarımla veda eyledim.

Kabrime teveccüh edip giderken, senin dergâh-ı rahmetinde, cenazemin lisan-ı haliyle, ruhumun lisan-ı kàliyle bağırarak derim: El-Aman el-Aman!

Yâ Hannan!

Yâ Mennan!

Beni günahlarımın hacaletinden kurtar!

İşte kabrimin başına ulaştım, boynuma kefenimi takıp kabrimin başında uzanan cismimin üzerine durdum.

Başımı dergâh-ı rahmetine kaldırıp bütün kuvvetimle feryad edip nida ediyorum: El-Aman el-Aman!

Yâ Hannan!

Yâ Mennan!

Beni günahlarımın ağır yüklerinden halas eyle!

İşte kabrime girdim, kefenime sarıldım.

Teşyi'ciler beni bırakıp gittiler.

Senin afv ü rahmetini intizar ediyorum.

Ve bilmüşahede gördüm ki: Senden başka melce' ve mence' yok.

Günahların çirkin yüzünden ve masiyetin vahşi şeklinden ve o mekânın darlığından bütün kuvvetimle nida edip diyorum: El-Aman, el-Aman!

Yâ Rahman!

Yâ Hannan!

Yâ Mennan!

Yâ Deyyan!

Beni çirkin günahlarımın arkadaşlıklarından kurtar, yerimi genişlettir.

İlahî!

Senin rahmetin melceimdir ve Rahmeten lil-Âlemîn olan Habib'in senin rahmetine yetişmek için vesilemdir.

Senden şekva değil, belki nefsimi ve halimi sana şekva ediyorum.

Ey Hâlık-ı Kerim'im ve ey Rabb-i Rahîm'im!

Senin Said ismindeki mahlukun ve masnuun ve abdin hem âsi, hem âciz, hem gafil, hem cahil, hem alîl, hem zelil, hem müsi', hem müsinn, hem şakî, hem seyyidinden kaçmış bir köle olduğu halde, kırk sene sonra nedamet edip senin dergâhına avdet etmek istiyor.

Senin rahmetine iltica ediyor.

Hadsiz günah ve hatiatlarını itiraf ediyor.

Evham ve türlü türlü illetlerle mübtela olmuş.

Sana tazarru' ve niyaz eder.

Eğer kemal-i rahmetinle onu kabul etsen, mağfiret edip rahmet etsen; zâten o senin şânındır.

Çünki Erhamürrâhimîn'sin.

Eğer kabul etmezsen, senin kapından başka hangi kapıya gideyim?

Hangi kapı var?

Senden başka Rab yok ki, dergâhına gidilsin.

Senden başka hak Mabud yoktur ki, ona iltica edilsin!.."

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اَنْتَ وَحْدَكَ لَا شَر۪يكَ لَكَ اٰخِرُ الْكَلَامِ فِى الدُّنْيَا وَ اَوَّلُ الْكَلَامِ فِى الْاٰخِرَةِ وَ فِى الْقَبْرِ اَشْهَدُ اَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ تَعَالٰى عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ

Lemalar - 129

NEDEN DÖRT MEZHEP ?

    Eğer desen: Hak bir olur; nasıl böyle dört ve oniki mezhebin muhtelif ahkâmları hak olabilir?

   Elcevab: Bir su, beş muhtelif mizaçlı hastalara göre nasıl beş hüküm alır; şöyle ki: Birisine, hastalığının mizacına göre su ilâçtır, tıbben vâcibdir.

Diğer birisine, hastalığı için zehir gibi muzırdır; tıbben ona haramdır.

Diğer birisine, az zarar verir; tıbben ona mekruhtur.

Diğer birisine, zararsız menfaat verir; tıbben ona sünnettir.

Diğer birisine ne zarardır, ne menfaattir; âfiyetle içsin, tıbben ona mubahtır.

İşte hak burada taaddüd etti.

Beşi de haktır.

Sen diyebilir misin ki: "Su yalnız ilâçtır, yalnız vâcibdir, başka hükmü yoktur."

   İşte bunun gibi, ahkâm-ı İlahiye mezheblere hikmet-i İlahiyenin sevkiyle ittiba edenlere göre değişir, hem hak olarak değişir ve herbirisi de hak olur, maslahat olur.

Meselâ, hikmet-i İlahiyenin tensibiyle İmam-ı Şafiî'ye ittiba eden, ekseriyet itibariyle Hanefîlere nisbeten köylülüğe ve bedeviliğe daha yakın olup cemaatı bir tek vücud hükmüne getiren hayat-ı içtimaiye de nâkıs olduğundan, herbiri bizzât dergâh-ı Kàdıyü'l-Hâcat'ta kendi derdini söylemek ve hususî matlubunu istemek için, imam arkasında Fatiha'yı birer birer okuyorlar.

Hem ayn-ı hak ve mahz-ı hikmettir.

İmam-ı A'zam'a ittiba edenler, ekseriyet-i mutlaka itibariyle, İslâmî hükûmetlerin ekserîsi, o mezhebi iltizam etmesiyle medeniyete, şehirliliğe daha yakın ve hayat-ı içtimaiyeye müstaid olduğundan; bir cemaat, bir şahıs hükmüne girip, bir tek adam umum namına söyler; umum kalben onu tasdik ve rabt-ı kalb edip, onun sözü umumun sözü hükmüne geçtiğinden, Hanefî Mezhebi'ne göre imam arkasında Fatiha okunmaz.

Okunmaması ayn-ı hak ve mahz-ı hikmettir.

   Hem meselâ, madem şeriat, tabiatın tecavüzatına sed çekmekle onu ta'dil edip nefs-i emmareyi terbiye eder.

Elbette ekser etbaı, köylü ve nim-bedevi ve amelelikle meşgul olan Şafiî Mezhebi'ne göre "Kadına temas ile abdest bozulur, az bir necaset zarar verir." Ekseriyet itibariyle hayat-ı içtimaiyeye giren, nim-medenî şeklini alan insanlar, ittiba ettikleri mezheb-i Hanefîye göre "Mess-i nisvan abdesti bozmaz, bir dirhem kadar necasete fetva var."

   İşte bir amele ile bir efendiyi nazara alacağız.

Amele, tarz-ı maişet itibariyle ecnebi kadınlarla ihtilata, temasa ve bir ocak yanında oturmaya ve mülevves şeylerin içine karışmaya mübtela olduğundan; san'at ve maişet itibariyle, tabiat ve nefs-i emmaresi meydanı boş bulup tecavüz edebilir.

Onun için, şeriat onların hakkında, o tecavüzata sed çekmek için, "Abdest bozulur, temas etme; namazını ibtal eder, bulaşma" manevî kulağında bir sadâ-yı semavî çınlattırır.

Amma o efendi, (namuslu olmak şartıyla) âdât-ı içtimaiyesi itibariyle, ahlâk-ı umumiye namına, ecnebi kadınlara temasa mübtela değil, mülevves şeylerle nezafet-i medeniye namına kendini o kadar bulaştırmaz.

Onun için şeriat, mezheb-i Hanefî namıyla ona şiddet ve azimet göstermemiş; ruhsat tarafını gösterip, hafifleştirmiştir.

"Elin dokunmuş ise, abdestin bozulmaz; hicab edip, kalabalık içinde su ile istinca etmemenin zararı yoktur.

Bir dirhem kadar fetva vardır." der, onu vesveseden kurtarır.

İşte denizden iki katre sana misal.. onlara kıyas et.

Mizan-ı Şa'ranî mizanıyla, şeriat mizanlarını bu suretle muvazene edebilirsin .

Sözler - 485

12 Kasım 2023 Pazar

EY İNSAN DİKKAT ET ...!

 Ey nefis!

Eğer şu dünya hayatına müştaksan, mevtten kaçarsan kat'iyyen bil ki: Hayat zannettiğin hâlât, yalnız bulunduğun dakikadır.

O dakikadan evvel bütün zamanın ve o zaman içindeki eşya-i dünyeviye, o dakikada meyyittir, ölmüştür.

O dakikadan sonra bütün zamanın ve onun mazrufu, o dakikada ademdir, hiçtir.

Demek güvendiğin hayat-ı maddiye, yalnız bir dakikadır.

Hattâ bir kısım ehl-i tedkik, "Bir âşiredir belki bir ân-ı seyyaledir" demişler.

İşte şu sırdandır ki; bazı ehl-i velayet, dünyanın dünya cihetiyle ademine hükmetmişler.

Madem böyledir, hayat-ı maddiye-i nefsiyeyi bırak.

Kalb ve ruh ve sırrın derece-i hayatlarına çık, bak; ne kadar geniş bir daire-i hayatları var.

Senin için meyyit olan mazi, müstakbel; onlar için haydır, hayatdar ve mevcuddur.

Ey nefsim!

Madem öyledir, sen dahi kalbim gibi ağla ve bağır ve de ki: "Fâniyim, fâni olanı istemem.

Âcizim, âciz olanı istemem.

Ruhumu Rahman'a teslim eyledim, gayr istemem.

İsterim, fakat bir yâr-ı bâki isterim.

Zerreyim, fakat bir Şems-i Sermed isterim.

Hiç-ender-hiçim, fakat bu mevcudatı birden isterim."

Sözler - 473

KADERE TESLİM OLAN KEDERDEN EMİN OLUR

    Eğer kader ve cüz'-i ihtiyarîden bahseden adam, ehl-i huzur ve kemal-i iman sahibi ise, kâinatı ve nefsini Cenab-ı Hakk'a verir, onun tasarrufunda bilir.

O vakit hakkı var, kaderden ve cüz'-i ihtiyarîden bahsetsin.

Çünki madem nefsini ve herşeyi Cenab-ı Hak'tan bilir, o vakit cüz'-i ihtiyarîye istinad ederek mes'uliyeti deruhde eder.

Seyyiata merciiyeti kabul edip, Rabbini takdis eder.

Daire-i ubudiyette kalıp, teklif-i İlahiyeyi zimmetine alır.

Hem kendinden sudûr eden kemalât ve hasenat ile gururlanmamak için kadere bakar, fahr yerine şükreder.

Başına gelen musibetlerde kaderi görür, sabreder.

Eğer kader ve cüz'-i ihtiyarîden bahseden adam, ehl-i gaflet ise; o vakit kaderden ve cüz'-i ihtiyarîden bahse hakkı yoktur.

Çünki nefs-i emmaresi, gaflet veya dalalet saikasıyla kâinatı esbaba verip, Allah'ın malını onlara taksim eder, kendini de kendine temlik eder.

Fiilini kendine ve esbaba verir.

Mes'uliyeti ve kusuru kadere havale eder.

O vakit, nihayette Cenab-ı Hakk'a verilecek olan cüz'-i ihtiyarî ve en nihayette medar-ı nazar olacak olan kader bahsi manasızdır.

Yalnız, bütün bütün onların hikmetine zıd ve mes'uliyetten kurtulmak için bir desise-i nefsiyedir.

Sözler - 465

EMANETİ SAHİBİ HAKİKİSİNE SATMAK

 "Madem herşey elimizden çıkacak, fâni olup kaybolacak.

Acaba bâkiye tebdil edip ibka etmek çaresi yok mu?" deyip, düşünürken birden semavî sadâ-yı Kur'an işitiliyor.

Der: "Evet var.

Hem, beş mertebe kârlı bir surette güzel ve rahat bir çaresi var."

   Sual: 

   Nedir?

   Elcevab: 

   Emaneti, sahib-i hakikîsine satmak.. İşte o satışta, beş derece kâr içinde kâr var.

   Birinci kâr: 

   Fâni mal, beka bulur.

Çünki Kayyum-u Bâki olan Zât-ı Zülcelal'e verilen ve onun yolunda sarfedilen şu ömr-ü zâil, bâkiye inkılab eder, bâki meyveler verir.

O vakit ömür dakikaları, âdeta tohumlar, çekirdekler hükmünde zahiren fena bulur, çürür.

Fakat âlem-i bekada, saadet çiçekleri açarlar ve sünbüllenirler.

Ve Âlem-i Berzah'ta ziyadar, munis birer manzara olurlar.

   İkinci kâr: 

   Cennet gibi bir fiat veriliyor.

   Üçüncü kâr: 

   Her a'zâ ve hâsselerin kıymeti, birden bine çıkar.

Meselâ: Akıl bir âlettir.

Eğer Cenab-ı Hakk'a satmayıp belki nefis hesabına çalıştırsan, öyle meş'um ve müz'iç ve muacciz bir âlet olur ki; geçmiş zamanın âlâm-ı hazînanesini ve gelecek zamanın ehval-i muhavvifanesini senin bu bîçare başına yükletecek, yümünsüz ve muzır bir âlet derekesine iner.

İşte bunun içindir ki: Fâsık adam, aklın iz'ac ve tacizinden kurtulmak için, galiben ya sarhoşluğa veya eğlenceye kaçar.

Eğer Mâlik-i Hakikî'sine satılsa ve onun hesabına çalıştırsan; akıl, öyle tılsımlı bir anahtar olur ki: Şu kâinatta olan nihayetsiz rahmet hazinelerini ve hikmet definelerini açar.

Ve bununla sahibini, saadet-i ebediyeye müheyya eden bir mürşid-i Rabbanî derecesine çıkar.

Meselâ: Göz bir hâssedir ki, ruh bu âlemi o pencere ile seyreder.

Eğer Cenab-ı Hakk'a satmayıp belki nefis hesabına çalıştırsan; geçici, devamsız bazı güzellikleri, manzaraları seyr ile şehvet ve heves-i nefsaniyeye bir kavvad derekesinde bir hizmetkâr olur.

Eğer gözü, gözün Sâni'-i Basîr'ine satsan ve onun hesabına ve izni dairesinde çalıştırsan; o zaman şu göz, şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir mütalaacısı ve şu âlemdeki mu'cizat-ı san'at-ı Rabbaniyenin bir seyircisi ve şu Küre-i Arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin mübarek bir arısı derecesine çıkar.

Meselâ: Dildeki kuvve-i zaikayı, Fâtır-ı Hakîm'ine satmazsan, belki nefis hesabına, mide namına çalıştırsan; o vakit midenin tavlasına ve fabrikasına bir kapıcı derekesine iner, sukut eder.

Eğer Rezzak-ı Kerim'e satsan; o zaman dildeki kuvve-i zaika, rahmet-i İlahiye hazinelerinin bir nâzır-ı mahiri ve Kudret-i Samedaniye matbahlarının bir müfettiş-i şâkiri rütbesine çıkar.

   İşte ey akıl, dikkat et!

Meş'um bir âlet nerede?

Kâinat anahtarı nerede?

Ey göz, güzel bak!

Âdi bir kavvad nerede?

Kütübhane-i İlahînin mütefennin bir nâzırı nerede?

Ve ey dil, iyi tad!

Bir tavla kapıcısı ve bir fabrika yasakçısı nerede?

Hazine-i hâssa-i rahmet nâzırı nerede?

   Ve daha bunlar gibi başka âletleri ve a'zâları kıyas etsen anlarsın ki: Hakikaten mü'min Cennet'e lâyık ve kâfir Cehennem'e muvafık bir mahiyet kesbeder.

Ve onların herbiri, öyle bir kıymet almalarının sebebi: Mü'min, imanıyla Hâlıkının emanetini, onun namına ve izni dairesinde istimal etmesidir.

Ve kâfir, hıyanet edip nefs-i emmare hesabına çalıştırmasıdır.

   Dördüncü Kâr: 

   İnsan zaîftir, belaları çok.

Fakirdir, ihtiyacı pek ziyade.

Âcizdir, hayat yükü pek ağır.

Eğer Kadîr-i Zülcelal'e dayanıp tevekkül etmezse ve itimad edip teslim olmazsa, vicdanı daim azab içinde kalır.

Semeresiz meşakkatler, elemler, teessüfler onu boğar.

Ya sarhoş veya canavar eder.

   Beşinci kâr: 

   Bütün o a'zâ ve âletlerin ibadeti ve tesbihatı ve o yüksek ücretleri, en muhtaç olduğun bir zamanda, Cennet yemişleri suretinde sana verileceğine; ehl-i zevk ve keşif ve ehl-i ihtisas ve müşahede ittifak etmişler.

Sözler - 26

ZERRELERİN GÖREVİ

 Gözbebeğinde yerleşen zerre, gözün a'sab-ı muharrike ve hassase ve şerayin ve evride gibi damarlara karşı münasib vaziyet alması ve yüzde ve sonra başta ve gövdede, daha sonra heyet-i mecmua-i insaniyede herbirisine karşı birer nisbeti, birer vazifesi, birer faydası kemal-i hikmetle bulunması gösteriyor ki; bütün o cismin bütün a'zâsını icad eden bir zât, o zerreyi o yerde yerleştirebilir.

Ve bilhâssa rızk için gelen zerreler, rızk kafilesinde seyr ü sefer eden o zerreler, o kadar hayret-feza bir intizam ve hikmetle seyr ü seyahat ederler ve öyle tavırlarda, tabakalarda intizamperverane geçip gelirler ve öyle şuurkârane ayak atıp hiç şaşırmayarak gele gele tâ beden-i zîhayatta dört süzgeçle süzülüp rızka muhtaç a'zâ ve hüceyratın imdadına yetişmek için kandaki küreyvat-ı hamraya yüklenip bir kanun-u keremle imdada yetişirler.

Ondan bilbedahe anlaşılır ki: Şu zerreleri binler muhtelif menzillerden geçiren, sevk eden; elbette ve elbette bir Rezzak-ı Kerim, bir Hallak-ı Rahîm'dir ki, kudretine nisbeten zerreler, yıldızlar omuz omuza müsavidirler.    Hem her bir zerre, öyle bir nakş-ı san'atta işler ki; ya bütün zerratla münasebettar, herbirisine ve umumuna hem hâkim ve hem herbirisine ve umumuna mahkûm bir vaziyette bulunmakla, o hayretfeza san'atlı nakşı ve hikmetnüma nakışlı san'atı bilir ve icad eder.

Bu ise, binler defa muhaldir.

Veya bir Sâni'-i Hakîm'in kanun-u kader ve kalem-i kudretinden çıkan, harekete memur birer noktadır.

Nasılki meselâ Ayasofya kubbesindeki taşlar, eğer mimarının emrine ve san'atına tâbi' olmazlarsa; herbir taşı, Mimar Sinan gibi dülgerlik san'atında bir mahareti ve sair taşlara hem mahkûm, hem hâkim olmak, yani "Geliniz, düşmemek, sukut etmemek için başbaşa vereceğiz." diye bir hüküm sahibi olması lâzımdır.

Öyle de: Binler defa Ayasofya kubbesinden daha san'atlı, daha hayretli ve hikmetli olan masnuattaki zerreler, kâinat ustasının emrine tâbi' olmazlarsa; herbirine Sâni'-i Kâinat'ın evsafı kadar evsaf-ı kemal verilmesi lâzım gelir.

   Feyâ Sübhanallah!

Zındık maddiyyun gâvurlar bir Vâcibü'l-Vücud'u kabul etmediklerinden, zerrat adedince bâtıl âliheleri kabul etmeğe mezheblerine göre muztar kalıyorlar.

İşte şu cihette münkir kâfir ne kadar feylesof, âlim de olsa; nihayet derecede bir cehl-i azîm içindedir, bir echel-i mutlaktır.

Sözler - 553

11 Kasım 2023 Cumartesi

SEN HİÇMİSİN ?

    Ey insan!

Madem hakikat böyledir; gururu ve enaniyeti bırak.

Uluhiyetin dergâhında acz ve zaafını, istimdad lisanıyla; fakr ve hâcatını, tazarru' ve dua lisanıyla ilân et ve abd olduğunu göster.

Ve

حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ

de, yüksel.

   Hem deme ki: "Ben hiçim; ne ehemmiyetim var ki, bu kâinat bir Hakîm-i Mutlak tarafından kasdî olarak bana teshir edilsin, benden bir şükr-ü küllî istenilsin?"

   Çünki sen çendan, nefsin ve suretin itibariyle hiç hükmündesin.

Fakat vazife ve mertebe noktasında, sen şu haşmetli kâinatın dikkatli bir seyircisi, şu hikmetli mevcudatın belâgatlı bir lisan-ı nâtıkı ve şu kitab-ı âlemin anlayışlı bir mütalaacısı ve şu tesbih eden mahlukatın hayretli bir nâzırı ve şu ibadet eden masnuatın hürmetli bir ustabaşısı hükmündesin.

   Evet ey insan!

Sen, nebatî cismaniyetin cihetiyle ve hayvanî nefsin itibariyle; sağir bir cüz, hakir bir cüz'î, fakir bir mahluk, zaîf bir hayvansın ki; bütün dehşetli mevcudat-ı seyyalenin dalgaları içinde çalkanıp gidiyorsun.

Fakat muhabbet-i İlahiyenin ziyasını tazammun eden imanın nuruyla münevver olan İslâmiyetin terbiyesiyle tekemmül edip; insaniyet cihetinde, abdiyetin içinde bir sultansın ve cüz'iyetin içinde bir küllîsin, küçüklüğün içinde bir âlemsin ve hakaretin içinde öyle makamın büyük ve daire-i nezaretin geniş bir nâzırsın ki, diyebilirsin: "Benim Rabb-i Rahîm'im dünyayı bana bir hane yaptı.

Ay ve güneşi, o haneme bir lâmba; ve baharı, bir deste gül; ve yazı, bir sofra-i nimet; ve hayvanı, bana hizmetkâr yaptı.

Ve nebatatı, o hanemin zînetli levazımatı yapmıştır."

   Netice-i kelâm: Sen eğer nefis ve şeytanı dinlersen, esfel-i safilîne düşersin.

Eğer Hak ve Kur'an'ı dinlersen, a'lâ-yı illiyyîne çıkar, kâinatın bir güzel takvimi olursun.

Sözler - 

KARUN OLMA

 İşte insan dahi Hâlıkının rahmetini inkâr ve hikmetini ittiham edecek bir tarzda küfran-ı nimet suretinde Karun gibi

اِنَّمَٓا اُوت۪يتُهُ عَلٰى عِلْمٍ

yani: "Ben kendi ilmimle, kendi iktidarımla kazandım" dese, elbette sille-i azaba kendini müstehak eder.

Demek şu meşhud saltanat-ı insaniyet ve terakkiyat-ı beşeriye ve kemalât-ı medeniyet; celb ile değil, galebe ile değil, cidal ile değil, belki ona onun zaafı için teshir edilmiş, onun aczi için ona muavenet edilmiş, onun fakrı için ona ihsan edilmiş, onun cehli için ona ilham edilmiş, onun ihtiyacı için ona ikram edilmiş.

Ve o saltanatın sebebi, kuvvet ve iktidar-ı ilmî değil, belki şefkat ve re'fet-i Rabbaniye ve rahmet ve hikmet-i İlahiyedir ki; eşyayı ona teshir etmiştir.

Evet, bir gözsüz akrep ve ayaksız bir yılan gibi haşerata mağlub olan insana, bir küçük kurttan ipeği giydiren ve zehirli bir böcekten balı yediren; onun iktidarı değil, belki onun zaafının semeresi olan teshir-i Rabbanî ve ikram-ı Rahmanîdir.

Sözler -

9 Kasım 2023 Perşembe

HER YERDE ŞİDDET...!

 Ahsen-i takvim, yani güzel bir şekilde  yaratılan insan, neden bu çirkinliklere düşer?

İmtihan çok çetin ve her yerde. Kıyamete kadar da devam edecektir.

Nefis ve şeytan olduğu müddetçe, insan aldanır ve aldatanlara esir olur.

Güzel ahlak sahibi olması gerekirken zalim vicdansız sui ahlak sahibi biri haline döner. Çünkü ölçüyü kaçırmış nefis ve şeytanın emrine girmiştir.

Ölçü nedir, ifrat ve tefritten uzak orta yol olanvasat değil mi ?Toplumda görülen huzursuzlukların sebebi nedir? Ölçüsüzlük kural tanımamak, hak, hukuk bilmemek, adaleti göz ardı edip, vicdanı elden bırakmak değl mi?

Evde şiddet,sokakta şiddet okulda şiddet. Kurumlarda kavga döğüş. Sebep, sabırsızlık vicdansızlık ve malesef ahlaksızlıktır.

Okullarımızda olan akran şiddetinden tut da öğretmen veli şiddeti çok üzücü ve toplum olarak fertlerin tedaviye ihtiyaç duyulmasının bir işaretidir.

Geçen gün yakınlarımızdan birinin başına gelen bir olay şöyle; Bir okulda görev yapan bir öğretmen vekaleten yöneticilik görevini yürütmektedir.Okul dışında iki öğrenci kavga eder,çocukların velileri kavgaya karışır,daha sonra kavga eden velinin birisi diğer çocuğun okuldan uzaklaştırılması isteği ile okul müdürüne başvurur.Müdür ise okul dışında olan bir olay olduğunu söyler ve veliye birşey yapamayacağını belirtir.Veli israr eder ve başlar yöneticiyi tehdit etmeye.  Olay köy kavgasına dönüşür jandarmaya intikal eder.

Şunu belirtmek istiyorum, okulda öğretmen şiddeti sokakta vatandaş şiddeti ne olacak bu milletin hali?

Yine  basında medyada görülen bir olay; lise öğrencisine öğretmenin kitap vurarak şiddet göstermesi ne eğitime ne eğitimciye ne de insanlığa yakışır.

Bu millet bu hale nasıl geldi ? Neden her yerde şiddet kavga, hepimiz düşünme, ülkeyi yönetenlerin tedbir alma zamanı gelmedi mi ? Yarın çok geç olmadan gereken tedbirleri gözden geçirelim ve acilen yapılması gereken neyse yapalım.

Yoksa ülke maddi ve manevi çok şey kaybeder,bunları telafi etmekte çok zor hale gelir.

Rafet Özcan