29 Ekim 2023 Pazar

ZAMANIN MÜCEDDİDİ

    "Bu dürûs-u Kur'aniyenin dairesi içinde olanlar, allâme ve müçtehidler de olsalar vazifeleri -ulûm-u imaniye cihetinde- yalnız yazılan şu Sözler'in şerhleri ve izahlarıdır veya tanzimleridir.

Çünkü çok emarelerle anlamışız ki: Bu ulûm-u imaniyedeki fetva vazifesiyle tavzif edilmişiz.

Eğer biri, dairemiz içinde nefsin enaniyet-i ilmiyeden aldığı bir his ile şerh ve izah haricinde bir şey yazsa; soğuk bir muaraza veya nâkıs bir taklitçilik hükmüne geçer.

Çünkü çok delillerle ve emarelerle tahakkuk etmiş ki Risale-i Nur eczaları, Kur'an'ın tereşşuhatıdır; bizler, taksimü'l-a'mal kaidesiyle her birimiz, bir vazife deruhte edip o âb-ı hayat tereşşuhatını muhtaç olanlara yetiştiriyoruz!.."

Mektubat - 474

ENANİYET DAMARI

 İnsanda en tehlikeli damar, enaniyettir ve en zayıf damarı da odur.

Onu okşamakla, çok fena şeyleri yaptırabilirler.

Ey kardeşlerim!

Dikkat ediniz; sizi enaniyette vurmasınlar, onunla sizi avlamasınlar.

   Hem biliniz ki: Şu asırda ehl-i dalalet eneye binmiş, dalalet vâdilerinde koşuyor.

Ehl-i hak, bilmecburiye eneyi terk etmekle hakka hizmet edebilir.

Enenin istimalinde haklı dahi olsa; mademki ötekilere benzer ve onlar da onları kendileri gibi nefis-perest zannederler, hakkın hizmetine karşı bir haksızlıktır.

Bununla beraber etrafına toplandığımız hizmet-i Kur'aniye, eneyi kabul etmiyor.

"Nahnü" istiyor.

"Ben demeyiniz, biz deyiniz." diyor.

   Elbette kanaatiniz gelmiş ki bu fakir kardeşiniz ene ile meydana çıkmamış.

Sizi enesine hâdim yapmıyor.

Belki enesiz bir hâdim-i Kur'anî olarak kendini size göstermiş.

Ve kendini beğenmemeyi ve enesine taraftar olmamayı meslek ittihaz etmiş.

Bununla beraber, kat'î deliller ile sizlere ispat etmiştir ki: Meydan-ı istifadeye vaz'edilen eserler, mîrî malıdır; yani Kur'an-ı Hakîm'in tereşşuhatıdır.

Hiç kimse enesiyle onlara temellük edemez!

Haydi farz-ı muhal olarak ben enemle o eserlere sahip çıkıyorum, benim bir kardeşimin dediği gibi: Madem bu Kur'anî hakikat kapısı açıldı, benim noksaniyetime ve ehemmiyetsizliğime bakılmayarak ehl-i ilim ve kemal arkamda bulunmaktan çekinmemeli ve istiğna etmemelidirler.

   Selef-i salihînin ve muhakkikîn-i ulemanın âsârları, çendan her derde kâfi ve vâfi bir hazine-i azîmedir fakat bazı zaman olur ki bir anahtar bir hazineden ziyade ehemmiyetli olur.

Çünkü hazine kapalıdır fakat bir anahtar, çok hazineleri açabilir.

Zannederim ki o enaniyet-i ilmiyeyi fazla taşıyan zatlar da anladılar ki: Neşrolunan Sözler, hakaik-i Kur'aniyenin birer anahtarı ve o hakaiki inkâr etmeye çalışanların başlarına inen birer elmas kılınçtır.

O ehl-i fazl ve kemal ve kuvvetli enaniyet-i ilmiyeyi taşıyan zatlar bilsinler ki bana değil, Kur'an-ı Hakîm'e talebe ve şakird oluyorlar.

Ben de onların bir ders arkadaşıyım.

Mektubat - 473

27 Ekim 2023 Cuma

YAHUDİLERİN PEYGAMBERİMİZEDÜŞMANLIĞI

    -Nakl-i sahih ile- Yahudiler sû'-i kasd niyetiyle, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın oturduğu yere üstünden büyük bir taş atmak ânında, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm o dakikada hıfz-ı İlahî ile kalkmış; o sû'-i kasd de akîm kalmış.

   Bu yedi misal gibi çok hâdiseler vardır.

Başta İmam-ı Buharî ve İmam-ı Müslim ve eimme-i hadîs, Hazret-i Âişe'den naklediyorlar ki:

وَاللّٰهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِ

âyeti nâzil olduktan sonra, arasıra Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ı muhafaza eden zâtlara ferman etti:

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ انْصَرِفُوا فَقَدْ عَصَمَن۪ى رَبّ۪ى عَزَّ وَجَلَّ

Yani: "Nöbetdarlığa lüzum yok, benim Rabbim beni hıfzediyor."

   İşte şu risale de, baştan buraya kadar gösteriyor ki: Şu kâinatın her nev'i, her âlemi; Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ı tanır, alâkadardır.

Herbir nev'-i kâinatta, onun mu'cizatı görünüyor.

Demek o Zât-ı Ahmediye (A.S.M.) Cenab-ı Hakk'ın -fakat kâinatın Hâlıkı itibariyle ve bütün mahlukatın Rabbi unvanıyla- memurudur ve resulüdür.

Mektubat - 161

Hz..ALİ VE HAVARİÇ

    Hem -nakl-i sahih-i kat'î ile- İmam-ı Ali'ye (R.A.) demiş: Sende Hazret-i İsa (A.S.) gibi iki kısım insan helâkete gider.

Birisi, ifrat-ı muhabbet; diğeri, ifrat-ı adavetle.

Hazret-i İsa'ya Nasrani muhabbetinden hadd-i meşru'dan tecavüz ile hâşâ "İbnullah" dediler.

Yahudi, adavetinden çok tecavüz ettiler, nübüvvetini ve kemalini inkâr ettiler.

Senin hakkında da bir kısım, hadd-i meşru'dan tecavüz edecek, muhabbetinden helâkete gidecektir.

لَهُمْ نَبْزٌ يُقَالُ لَهُمُ الرَّافِضِيَّةُ

demiş.

Bir kısmı, senin adavetinden çok ileri gidecekler, onlar da Havariç'tir ve Emevîlerin müfrit bir kısım tarafdarlarıdır ki, onlara Nâsibe denilir.

Mektubat - 106

26 Ekim 2023 Perşembe

DÜNYANIN LEZZETİ VE ZEVKİ

    İşte ey hayat-ı dünyeviyenin zevkine mübtela ve endişe-i istikbal ile istikbalini ve hayatını temin için çabalayan bîçareler!

Dünyanın lezzetini, zevkini, saadetini, rahatını isterseniz; meşru dairedeki keyfe iktifa ediniz.

O, keyfinize kâfidir.

Haricinde ve gayr-ı meşru dairedeki bir lezzetin içinde bin elem olduğunu sâbık beyanatta elbette anladınız.

Eğer mazi, yani geçmiş zamanın hâdisatını, sinema ile halihazırda gösterdikleri gibi; istikbaldeki ahval dahi, meselâ elli sene sonraki halleri bir sinema ile gösterilse idi, ehl-i sefahet şimdiki güldüklerine yüzbinlerce nefrin ve nefret edip ağlayacaktılar.

Dünya ve âhirette ebedî ve daimî süruru isteyen, iman dairesindeki terbiye-i Muhammediyeyi (A.S.M.) kendine rehber etmek gerektir.

Sözler - 144

GENÇ KARDEŞİM

 [Cazibedar bir fitne içinde bulunan ve daha aklını kaybetmeyen bazı gençlerle bir muhaveredir.] 

   Bir kısım gençler tarafından şimdiki aldatıcı ve cazibedar lehviyat ve hevesatın hücumları karşısında "Âhiretimizi ne suretle kurtaracağız" diye, Risale-i Nur'dan meded istediler.

Ben de Risale-i Nur'un şahs-ı manevîsi namına onlara dedim ki: Kabir var, hiç kimse inkâr edemez.

Herkes ister istemez oraya girecek.

Ve oraya girmek için de üç tarzda üç yoldan başka yol yok.

   Birinci yol: 

   O kabir, ehl-i iman için bu dünyadan daha güzel bir âlemin kapısıdır.

   İkinci yol: 

   Âhireti tasdik eden, fakat sefahet ve dalalette gidenlere, bir haps-i ebedî ve bütün dostlarından bir tecrid içinde bir haps-i münferid, yalnız başına bir hapis kapısıdır.

Öyle gördüğü ve itikad ettiği ve inandığı gibi hareket etmediği için öyle muamele görecek.

   Üçüncü yol: 

   Âhirete inanmayan ehl-i inkâr ve dalalet için bir i'dam-ı ebedî kapısı...

Yani hem kendisini, hem bütün sevdiklerini i'dam edecek bir darağacıdır.

Öyle bildiği için, cezası olarak aynını görecek.

Bu iki şık bedihîdir, delil istemiyor, göz ile görünür.

   Madem ecel gizlidir; her vakit ölüm, başını kesmek için gelebiliyor ve genç ihtiyar farkı yoktur.

Elbette daima gözü önünde öyle büyük dehşetli bir mes'ele karşısında bîçare insan; o i'dam-ı ebedî, o dipsiz, nihayetsiz haps-i münferidden kurtulmak çaresini aramak ve kabir kapısını bir âlem-i bâkiye, bir saadet-i ebediyeye ve âlem-i nura açılan bir kapıya kendi hakkında çevirmek hâdisesi; o insanın dünya kadar büyük bir mes'elesidir.    Bu kat'î hakikat, bu üç yol ile bulunduğunda ve bu üç yolun da mezkûr üç hakikat ile olacağını ihbar eden yüzyirmidört bin muhbir-i sadık, ellerinde nişane-i tasdik olan mu'cizeler bulunan enbiyalar ve o enbiyaların haber verdikleri aynı haberleri, keşf ve zevk ve şuhud ile tasdik eden ve imza basan yüzyirmidört milyon evliyanın aynı hakikate şehadetleri ve hadd ü hesaba gelmeyen muhakkiklerin, kat'î delilleriyle -o enbiya ve evliyanın verdikleri aynı haberleri- aklen ilmelyakîn derecesinde

{(*): Onlardan birisi Risale-i Nur'dur.

Meydandadır.}

isbat ettikleri ve yüzde doksandokuz ihtimal-i kat'î ile "İ'dam ve zindan-ı ebedîden kurtulmak ve o yolu saadet-i ebediyeye çevirmek, yalnız iman ve itaat iledir." diye ittifaken haber veriyorlar.

Sözler - 142

25 Ekim 2023 Çarşamba

YAHUDİ MİLLETİ İLE İLGİLİ

 Bismihî sübhânehû

[“Onlara zillet ve meskenet damgası vuruldu” (Bakara/61) âyet-i celîlesinin bir nüktesi.]

Aziz Nur kumandanı ve Kur’ân’ın hâdimi kardeşim Refet Bey,

Yahudî milleti hubb-u hayat ve dünyâperestlikte ifrat ettikleri için, her asırda zillet ve meskenet tokadını yemeye müstehak olmuşlar. Fakat bu Filistin meselesinde; hubb-u hayat ve dünyaperestlik hissi değil, belki enbiyâ-yı Benîisrailiyenin mezaristanı olan Filistin, o eski peygamberlerin kendi milliyetlerinden bulunması cihetiyle, bir cihette bir ehemmiyetli hiss-i millî ve dinî olmasından, çabuk tokat yemiyorlar. Yoksa, koca Arabistan’da az bir zümre hiç dayanamayacaktı, çabuk meskenete girecekti.

Şuâlar, s. 435

***Hırs, sebeb-i haybettir ve illet ve zillettir; ve mahrumiyet ve sefaleti getirir. Evet, her milletten ziyade hırsla dünyaya saldıran Yahudi milletinin zillet ve sefaleti, bu hükme bir şahid-i kàtı’dır.

....Hem daire-i insaniye içinde her milletten ziyade hırsla dünyaya yapışan ve aşk ile hayat-ı dünyeviyeye bağlanan Yahudi milleti, pek çok zahmetle kazandığı, kendine faydası az, yalnız hazinedarlık ettiği gayr-ı meşru bir servet-i ribâ ile bütün milletlerden yedikleri sille-i zillet ve sefalet, katl ve ihanet gösteriyor ki, hırs maden-i zillet ve hasârettir.

DÜNYA AHİRETİN TARLASI

    Demek, bu hayat ve mevt içinde yuvarlanan, toplanıp dağılan mevcudat içinde başka maksad var.

Temsilde kusur yoktur: Şu ahval, taklid ve temsil için teşkil ve tertib edilen ahvale benzer.

Nasıl büyük masrafla kısa içtimalar, dağılmalar yapılıyor.

Tâ suretler alınsın, terkib edilsin, sinemada daim gösterilsin.

Onun gibi, bu dünyada kısa bir müddet zarfında hayat-ı şahsiye ve hayat-ı içtimaiye geçirmenin bir gayesi şudur ki; suretler alınıp terkib edilsin, netice-i amelleri alınıp hıfzedilsin.

Tâ bir mecma-ı ekberde muhasebesi görülsün ve bir meşher-i a'zamda gösterilsin ve bir saadet-i uzmaya istidadı gösterilsin.

Demek hadîs-i şerifte "Dünya âhiret mezraasıdır" diye bu hakikatı ifade ediyor.    Madem dünya var.

Ve dünya içinde bu âsârıyla hikmet ve inayet ve rahmet ve adalet var.

Elbette dünyanın vücudu gibi kat'î olarak âhiret de var.

Madem dünyada herşey bir cihette o âleme bakıyor.

Demek oraya gidiliyor.

Âhireti inkâr etmek, dünya ve mâfîhayı inkâr etmek demektir.

Demek ecel ve kabir insanı beklediği gibi, Cennet ve Cehennem de insanı bekliyor ve gözlüyor.

Sözler - 86

MEYVELERİN BİZE RIZIK OLMASI

 Bizlere rızık olması ise; o binler hikmetlerinden bir tek hikmettir ki, vazifesi biter, manasını ifade eder, vefat eder, midemizde defnedilir.

Madem bu fâni eşya, başka yerde bâki meyveler verirler ve daimî suretler bırakır ve başka cihette ebedî manalar ifade eder, sermedî tesbihat yapar.

Ve insan ise, onların şu cihetine bakan yüzlerine bakmakla insan olur, fânide bâkiye yol bulur.

   Demek, bu hayat ve mevt içinde yuvarlanan, toplanıp dağılan mevcudat içinde başka maksad var.

Temsilde kusur yoktur: Şu ahval, taklid ve temsil için teşkil ve tertib edilen ahvale benzer.

Nasıl büyük masrafla kısa içtimalar, dağılmalar yapılıyor.

Tâ suretler alınsın, terkib edilsin, sinemada daim gösterilsin.

Onun gibi, bu dünyada kısa bir müddet zarfında hayat-ı şahsiye ve hayat-ı içtimaiye geçirmenin bir gayesi şudur ki; suretler alınıp terkib edilsin, netice-i amelleri alınıp hıfzedilsin.

Tâ bir mecma-ı ekberde muhasebesi görülsün ve bir meşher-i a'zamda gösterilsin ve bir saadet-i uzmaya istidadı gösterilsin.

Demek hadîs-i şerifte "Dünya âhiret mezraasıdır" diye bu hakikatı ifade ediyor.    Madem dünya var.

Ve dünya içinde bu âsârıyla hikmet ve inayet ve rahmet ve adalet var.

Elbette dünyanın vücudu gibi kat'î olarak âhiret de var.

Madem dünyada herşey bir cihette o âleme bakıyor.

Demek oraya gidiliyor.

Âhireti inkâr etmek, dünya ve mâfîhayı inkâr etmek demektir.

Demek ecel ve kabir insanı beklediği gibi, Cennet ve Cehennem de insanı bekliyor ve gözlüyor.

Sözler - 86

24 Ekim 2023 Salı

İNSAN ANTİKA BİR SANAT

  İnsan, Cenab-ı Hakkın  antika bir sanatıdır ve en nazik ve nazenin bir mu’cize-i kudretidir ki insanı bütün esmasının cilvesine mazhar ve nakışlarına medar ve kâinata bir misal-i musağğar suretinde yaratmıştır. 

  Eğer, nur-u iman, içine girse, üstündeki bütün manidar nakışlar o ışıkla okunur. O mü’min, şuur ile okur ve o intisabla okutur. Yani “Sâni-i Zülcelâl’in masnuuyum, mahlûkuyum, rahmet ve keremine mazharım” gibi manalarla, insandaki sanat-ı Rabbaniye tezahür eder. Demek Sâniine intisabdan ibaret olan iman, insandaki bütün âsâr-ı sanatı izhar eder. İnsanın kıymeti, o sanat-ı Rabbaniyeye göre olur ve âyine-i Samedâniye itibarıyladır. O hâlde, şu ehemmiyetsiz olan insan, şu itibarla bütün mahlûkat üstünde bir muhatab-ı İlâhî ve Cennete lâyık bir misafir-i Rabbanî olur. 

  Eğer kat-ı intisabdan ibaret olan küfür insanın içine girse, o vakit bütün o manidar nukuş-u esma-i İlâhiye karanlığa düşer; okunmaz. Zira Sâni unutulsa, Sânia müteveccih manevî cihetler de anlaşılmaz; âdeta baş aşağı düşer. O manidar âlî sanatların ve manevî âlî nakışların çoğu gizlenir; bâkî kalan ve gözle görülen bir kısmı ise süflî esbaba ve tabiata ve tesadüfe verilip, nihayet sukut eder. Her biri birer parlak elmas iken, birer sönük şişe olurlar. Ehemmiyeti yalnız madde-i hayvaniyeye bakar. Maddenin gayesi ve meyvesi ise dediğimiz gibi, kısacık bir ömürde, hayvanatın en âcizi ve en muhtacı ve en kederlisi olduğu bir hâlde, yalnız cüz’î bir hayat geçirmektir. Sonra tefessüh eder, gider. İşte küfür, böyle, mahiyet-i insaniyeyi yıkar; elmastan kömüre kalbeder.

https://risale.de/iman-kufur-muvazeneleri

HAYAT BU KAİNATIN HÜLASASI

   Risalet-i Muhammediye (A.S.M.) ve vahy-i Kur'anî, hayatın ruhu ve aklı hükmünde olduğundan, bu hayatın vücudu gibi, hakkaniyetleri kat'îdir denilebilir.

   Evet nasılki hayat, bu kâinattan süzülmüş bir hülâsadır.. ve şuur ve his dahi hayattan süzülmüş, hayatın bir hülâsasıdır.. akıl dahi şuurdan ve histen süzülmüş, şuurun bir hülâsasıdır.. ve ruh dahi, hayatın hâlis ve safi bir cevheri ve sabit ve müstakil zâtıdır; öyle de maddî ve manevî hayat-ı Muhammediye (A.S.M.) dahi, hayat ve ruh-u kâinattan süzülmüş hülâsatü'l-hülâsadır.. ve risalet-i Muhammediye dahi (A.S.M.), kâinatın his ve şuur ve aklından süzülmüş en safi hülâsasıdır, belki maddî ve manevî hayat-ı Muhammediye (A.S.M.), âsârının şehadetiyle hayat-ı kâinatın hayatıdır.. ve risalet-i Muhammediye (A.S.M.), şuur-u kâinatın şuurudur ve nurudur.. ve vahy-i Kur'an dahi, hayatdar hakaikının şehadetiyle hayat-ı kâinatın ruhudur ve şuur-u kâinatın aklıdır.

Evet, evet, evet...

Eğer kâinattan risalet-i Muhammediyenin (A.S.M.) nuru çıksa, gitse; kâinat vefat edecek.. eğer Kur'an gitse, kâinat divane olacak ve Küre-i Arz kafasını, aklını kaybedecek, belki şuursuz kalmış olan başını bir seyyareye çarpacak, bir kıyameti koparacak.

Lemalar - 336

23 Ekim 2023 Pazartesi

BU DÜNYA SARAYI NEDİR ?

 Fenn-i Elektrik'ten sorulsa, elbette diyecek: "Bu muhteşem saray-ı kâinatın damı, gayet intizamlı, mizanlı hadsiz elektrik lâmbalarıyla tezyin edilmiştir.

Fakat o kadar hârika bir intizam ve mizan iledir ki: Başta Güneş olarak Küre-i Arz'dan bin defa büyük o semavî lâmbalar, mütemadiyen yandıkları halde muvazenelerini bozmuyorlar, patlak vermiyorlar, yangın çıkarmıyorlar.

Sarfiyatları hadsiz olduğu halde, vâridatları ve gazyağları ve madde-i iştialleri nereden geliyor?

Neden tükenmiyor?

Neden yanmak muvazenesi bozulmuyor?..

Küçük bir lâmba dahi muntazam bakılmazsa, söner.

Kozmoğrafyaca Küre-i Arz'dan bir milyondan ziyade büyük ve bir milyon seneden ziyade yaşayan Güneş'i

{(Haşiye): Acaba dünya sarayını ısındıran Güneş sobasına veyahud lâmbasına ne kadar odun ve kömür ve gazyağı lâzım olduğu hesabedilsin.

Her gün yanması için -Kozmoğrafya'nın sözüne bakılsa- bir milyon Küre-i Arz kadar odun yığınları ve binler denizler kadar gazyağı gerektir.

Şimdi düşün; onu odunsuz, gazsız daimî ışıklandıran Kadîr-i Zülcelal'in haşmetine, hikmetine, kudretine Güneş'in zerreleri adedince "Sübhanallah, Mâşâallah, Bârekellah" de.}

kömürsüz, yağsız yandıran; söndürmeyen Hakîm-i Zülcelal'in hikmetine, kudretine bak.

"SÜBHANALLAH" de.

Güneş'in müddet-i ömründe geçen dakikalarının âşiratı adedince "MÂŞÂALLAH, BÂREKELLAH, LÂ İLAHE İLLÂ HU" söyle.

   Demek bu semavî lâmbalarda gayet hârika bir intizam var ve onlara çok dikkatle bakılıyor.

Lemalar - 314

MERHAMET SAHİBİ

    Bir sineğin hakk-ı hayatını rahîmane muhafaza eden bir rahmet, bir hikmet; acaba haşri getirmemekle umum zîşuurların hadsiz hukuk-u hayatlarını ve nihayetsiz mevcudatın nihayetsiz hukuklarını zayi' eder mi?

Ve tabiri caiz ise, rahmet ve şefkatte ve adalet ve hikmette hadsiz hassasiyet ve dikkat gösteren bir haşmet-i rububiyet; ve kemalâtını göstermek ve kendini tanıttırmak ve sevdirmek için bu kâinatı hadsiz hârika san'atlarıyla, nimetleriyle süslendiren bir saltanat-ı uluhiyet, böyle hem umum kemalâtını, hem bütün mahlukatını hiçe indiren ve inkâr ettiren haşirsizliğe müsaade eder mi?

Hâşâ!

Böyle bir Cemal-i Mutlak, böyle bir kubh-u mutlaka bilbedahe müsaade etmez.

   Evet âhireti inkâr etmek isteyen adam, evvelce bütün dünyayı bütün hakaikıyla inkâr etmeli.

Yoksa, dünya bütün hakaikıyla, yüzbin lisanla onu tekzib ederek bu yalanında yüzbin derece yalancılığını isbat edecek.

Onuncu Söz kat'î delillerle isbat etmiştir ki; âhiretin vücudu, dünyanın vücudu kadar kat'î ve şübhesizdir.

Lemalar - 310

İKTİSAD VE İSRAFSIZLIK

    Evet İsm-i Hakîm'in cilve-i a'zamından olan hikmet-i âmme-i kâinat, iktisad ve israfsızlık üzerinde hareket ediyor; iktisadı emrediyor.

Ve İsm-i Adl'in cilve-i a'zamından gelen kâinattaki adalet-i tamme, umum eşyanın muvazenelerini idare ediyor ve beşere de adaleti emrediyor.

Sure-i Rahman'da وَالسَّمَٓاءَ رَفَعَهَا وَوَضَعَ الْم۪يزَانَ٭ اَلَّا تَطْغَوْا فِى الْم۪يزَانِ ٭ وَاَق۪يمُوا الْوَزْنَ بِالْقِسْطِ وَلَا تُخْسِرُوا الْم۪يزَانَ

âyetindeki dört mertebe, dört nevi mizana işaret eden dört defa "mizan" zikretmesi, kâinatta mizanın derece-i azametini ve fevkalâde pek büyük ehemmiyetini gösteriyor.

Evet hiçbir şeyde israf olmadığı gibi, hiçbir şeyde de hakikî zulüm ve mizansızlık yoktur.

Ve İsm-i Kuddüs'ün cilve-i a'zamından gelen tanzif ve nezafet, bütün kâinatın mevcudatını temizliyor, güzelleştiriyor.

Beşerin bulaşık eli karışmamak şartıyla, hiçbir şeyde hakikî nezafetsizlik ve çirkinlik görünmüyor.

   İşte hakaik-i Kur'aniyeden ve desatir-i İslâmiyeden olan "adalet, iktisad, nezafet" hayat-ı beşeriyede ne derece esaslı birer düstur olduğunu anla.

Ve ahkâm-ı Kur'aniye ne derece kâinatla alâkadar ve kâinat içine kök salmış ve sarmış bulunduğunu ve o hakaikı bozmak, kâinatı bozmak ve suretini değiştirmek gibi mümkün olmadığını bil!. Ve bu üç ziya-yı a'zam gibi; rahmet, inayet, hafîziyet misillü yüzer ihatalı hakikatlar haşri, âhireti iktiza ve istilzam ettikleri halde, hiç mümkün müdür ki: Kâinatta ve umum mevcudatta hükümferma olan rahmet, inayet, adalet, hikmet, iktisad ve nezafet gibi pek kuvvetli ihatalı hakikatlar; haşrin ademiyle ve âhiretin gelmemesiyle merhametsizliğe, zulme, hikmetsizliğe, israfa, nezafetsizliğe, abesiyete inkılab etsinler?

Hâşâ, yüzbin defa hâşâ!

Lemalar - 309

EY ŞİKAYETÇİ İNSAN !

 Ey insan-ı müşteki!

Sen madum kalmadın, vücud nimetini giydin, hayatı tattın, camid kalmadın, hayvan olmadın, İslâmiyet nimetini buldun, dalalette kalmadın, sıhhat ve selâmet nimetini gördün ve hâkeza...

   Ey nankör!

Daha sen nerede hak kazanıyorsun ki, Cenab-ı Hakk'ın sana verdiği mahz-ı nimet olan vücud mertebelerine mukabil şükretmeyerek; imkânat ve ademiyat nev'inde ve senin eline geçmediği ve sen lâyık olmadığın yüksek nimetlerin sana verilmediğinden bâtıl bir hırsla Cenab-ı Hak'tan şekva ediyorsun ve küfran-ı nimet ediyorsun?

Acaba bir adam; minare başına çıkmak gibi âlî derecatlı bir mertebeye çıksın, büyük makam bulsun, her basamakta büyük bir nimet görsün; o nimetleri verene şükretmesin ve desin: "Niçin o minareden daha yükseğine çıkamadım" diye şekva ederek ağlayıp sızlasın.

Ne kadar haksızlık eder ve ne kadar küfran-ı nimete düşer, ne kadar büyük divanelik eder, divaneler dahi anlar.

   Ey kanaatsız hırslı ve iktisadsız israflı ve haksız şekvalı gafil insan!

Kat'iyyen bil ki: Kanaat, ticaretli bir şükrandır; hırs, hasaretli bir küfrandır. Ve iktisad, nimete güzel ve menfaatli bir ihtiramdır.

İsraf ise, nimete çirkin ve zararlı bir istihfaftır.

Eğer aklın varsa, kanaata alış ve rızaya çalış.

Tahammül etmezsen "Yâ Sabûr" de ve sabır iste; hakkına razı ol, teşekki etme.

Kimden kime şekva ettiğini bil, sus.

Her halde şekva etmek istersen; nefsini Cenab-ı Hakk'a şekva et, çünki kusur ondadır.

Mektubat - 285

NE HAKKIN VAR ?

 Evet mevcudatın hiçbir cihette Vâcibü'l-Vücud'a karşı hakları yoktur ve hak dava edemezler; belki hakları, daima şükür ve hamd ile, verdiği vücud mertebelerinin hakkını eda etmektir.

Çünki verilen bütün vücud mertebeleri vukuattır, birer illet ister.

Fakat verilmeyen mertebeler imkânattır.

İmkânat ise ademdir, hem nihayetsizdir.

Ademler ise, illet istemezler.

Nihayetsize illet olamaz.

Meselâ madenler diyemezler: "Niçin nebatî olmadık?" Şekva edemezler; belki vücud-u madenîye mazhar oldukları için hakları Fâtırına şükrandır.

Nebatat niçin hayvan olmadım deyip şekva edemez, belki vücud ile beraber hayata mazhar olduğu için hakkı şükrandır.

Hayvan ise niçin insan olmadım diye şikayet edemez, belki hayat ve vücud ile beraber kıymetdar bir ruh cevheri ona verildiği için, onun üstündeki hakkı, şükrandır.

Ve hâkeza kıyas et.

Mektubat - 285

22 Ekim 2023 Pazar

YENİ DÜNYA DÜZENİ VE DAHİLDEKİ YENİ PLAN...!

 Dünya düzenini bozan savaşlar, masumların ölmesine ve yaşanır yerlerin de yaşanamaz hale gelmesine sebep oluyor. Dün Irak İran savaşı bu gün Suriye Afganistan iç savaşı, Rusya Ukrayna işgal hareketi ve sonunda tüm dünyayı rahatsız eden İsrail işgali ile başlayan kanlı Filistin katliyamı.Dünya tabiri caiz ise kaynıyor,gücü elinde bulunduranlar, Birleşmiş milletler denilen, dünya ülkeleri arasında barış ve düzeni sağlamak için kurulan güvenlik teşkilatlarına da aldırış etmeden zulme devam ediyor.İnsanlar ölüyor ülkeler işgal ediliyor, birçok maddi manevi zararlar ile karşı karşıya kalınıyor.Gücü elinde bulunduran ve söz sahibi olan devletler ise ya göz yumuyor ya da zalimin yanında yer alıp ona destek oluyor.


Yeni dünya düzeni kurma sevdası:

Her milletin ve her inasanın en büyük haklarından olan, yaşama hakkı elinden alınıp topraklar haksız ve hukuksuz bir şekilde gasbediliyor.İnsanlık ölüyor mazlumlar göz yaşı döküyor zalimlar zulme devam ederken tüm dünya seyrediyor.

Ülkeler arası çatışmalar dünyayı ilgilndirmesi gerekirken sessiz kalınarak işgalci ve zalimin daha çok şımarmasına ve kan dökmesine sebep olunuyor.

Kapı arkasında gizli yapılan anlaşmalar işgallere göz yummak suretiyle açığa çıkıyor.Bu şekilde planların uygulama safhasına geçiliyor.  Sevr anlaşmasının BOP ile hayata geçirilmeye çalışılması gibi.

DAHİLEDEKİ SİYASİ PLAN Dünyada bu durum devam ederken, ülkemizdeki iç siyasette malesef bundan farklı gözükmüyor.İtifaklarla millet ayrıştırılırken yeni ittifaklar ile güya dünya düzenini sağlamaya çalışan ırkçı bir zihniyet söz sahibi oluyor.Demokrasi ve insan haklarını hiçe sayanlar bu günlerde İsrail'e 24 saat mühlet vererek ırkçı zalim İsrail'e kafa tutmaya çalışıyor.Tek adam dikdatörlüğünün savunucusu olan iktidar destekçisi sözde milliyetçiler, bu günlerde Filistin yanlısı millet ittifakı partilerin liderlerini güya Filistin destekçileri de bu hususta ittifak yapmaya davet ediyor.

Ne oldu yoksa Cumhur ittifakı zayıfladı da yeni destekçiye mi ihtiç var? O bu değil samimi olmak gerekir. Bu gün tüm dünya milletlerinin demokrasi ve insan hakları savunuculuğuna ihtiyaçları var.Gelin birlikte önce ülke huzurunu demokrasi ile sağlayalım, sonra da dünyaya bu konu da örnek olup dünya milletlerinin huzuru için herkese çağrı  yapalım. 

Demokratlar başta olmak üzere herkese ,neredesiniz ey insan hakları savunucuları diye...

DÜNYA SALONU VE RAHMET SOFRASI

    İşte dünya bir divanhane-i Rahman'dır.

Zemin yüzü, bir sofra-yı rahmettir.

Derecat-ı erzak ve meratib-i nimet dahi, iskemleler hükmündedir.

   Hem en cüz'î işlerde de herkes hırsın sû'-i tesirini hissedebilir.

   Meselâ: İki dilenci bir şey istedikleri vakit, hırs ile ilhah eden dilenciden istiskal edip vermemek; diğer sâkin dilenciye merhamet edip vermek, herkes kalbinde hisseder.

Hem meselâ: Gecede uykun kaçmış, sen yatmak istesen, lâkayd kalsan uykun gelebilir.

Eğer hırs ile uyku istesen: "Aman yatayım, aman yatayım" dersen, bütün bütün uykunu kaçırırsın.

Hem meselâ: Mühim bir netice için birisini hırs ile beklersin; "Aman gelmedi, aman gelmedi" deyip en nihayet hırs senin sabrını tüketip kalkar gidersin; bir dakika sonra o adam gelir; fakat beklediğin o mühim netice bozulur.

   Şu hâdisatın sırrı şudur ki: Nasılki bir ekmeğin vücudu, tarla, harman, değirmen, fırına terettüb eder.

Öyle de: Tertib-i eşyada bir teenni-i hikmet vardır.

Hırs sebebiyle teenni ile hareket etmediği için, o tertibli eşyadaki manevî basamakları müraat etmez; ya atlar düşer veyahut bir basamağı noksan bırakır; maksada çıkamaz.

   İşte ey derd-i maişetle sersem olmuş ve hırs-ı dünya ile sarhoş olmuş kardeşler!

Hırs bu kadar muzır ve belalı bir şey olduğu halde, nasıl hırs yolunda her zilleti irtikâb ve haram helâl demeyip her malı kabul ve hayat-ı uhreviyeye lâzım çok şeyleri feda ediyorsunuz?

Hattâ erkân-ı İslâmiyenin mühim bir rüknü olan zekatı, hırs yolunda terkediyorsunuz?

Halbuki zekat, her şahıs için sebeb-i bereket ve dâfi-i beliyyattır.

Zekatı vermeyenin herhalde elinden zekat kadar bir mal çıkacak; ya lüzumsuz yerlere verecektir, ya bir musibet gelip alacaktır.

Mektubat - 272

EY SERSEM NEFİS

 Nefs-i emmareme bir sille-i te'dib:

   Ey fahre meftun, şöhrete mübtela, medhe düşkün, hodbinlikte bîhemta sersem nefsim!

Eğer binler meyve veren incirin menşei olan küçücük bir çekirdeği ve yüz salkım ona takılan üzümün siyah kurucuk çubuğu; bütün o meyveleri, o salkımları kendi hünerleri olduğu ve onlardan istifade edenler o çubuğa, o çekirdeğe medih ve hürmet etmek lâzım olduğu, hak bir dava ise; senin dahi sana yüklenen nimetler için fahre, gurura belki bir hakkın var.

Halbuki sen, daim zemme müstehaksın.

Zira o çekirdek ve o çubuk gibi değilsin.

Senin bir cüz'-i ihtiyarın bulunmakla, o nimetlerin kıymetlerini fahrin ile tenkis ediyorsun, gururunla tahrib ediyorsun ve küfranınla ibtal ediyorsun ve temellükle gasbediyorsun.

Senin vazifen fahr değil, şükürdür.

Sana lâyık olan şöhret değil, tevazudur, hacalettir.

Senin hakkın medih değil istiğfardır, nedamettir.

Senin kemalin hodbinlik değil, hudâbinliktedir.

   Evet sen benim cismimde, âlemdeki tabiata benzersin.

İkiniz, hayrı kabul etmek, şerre merci olmak için yaratılmışsınız.

Yani fâil ve masdar değilsiniz, belki münfail ve mahalsiniz.

Yalnız bir tesiriniz var: O da hayr-ı mutlaktan gelen hayrı, güzel bir surette kabul etmemenizden şerre sebeb olmanızdır.

Hem siz birer perde yaratılmışsınız.

Tâ güzelliği görülmeyen zahirî çirkinlikler size isnad edilip, Zât-ı Mukaddese-i İlahiyenin tenzihine vesile olasınız.

Halbuki bütün bütün vazife-i fıtratınıza zıd bir suret giymişsiniz.

Kabiliyetsizliğinizden hayrı şerre kalbettiğiniz halde, Hâlıkınızla güya iştirak edersiniz.

Demek nefisperest, tabiatperest gayet ahmak, gayet zalimdir.

   Hem deme ki: "Ben mazharım.

Güzele mazhar ise, güzelleşir." Zira, temessül etmediğinden mazhar değil, memer olursun.

   Hem deme ki: "Halk içinde ben intihab edildim.

Bu meyveler benim ile gösteriliyor.

Demek bir meziyetim var." Hâyır, hâşâ!

Belki herkesten evvel sana verildi; Çünki herkesten ziyade sen müflis ve muhtaç ve müteellim olduğundan en evvel senin eline verildi.

Sözler - 230

19 Ekim 2023 Perşembe

AHLAKSIZLIKLARIN NEDENİ İKİ KELİME

 Beşerin hayat-ı içtimaîsinde bütün ahlâksızlığın ve bütün ihtilalatın menşei iki kelimedir:

   Birisi: "Ben tok olduktan sonra, başkası açlıktan ölse bana ne?"

   İkincisi: "Sen çalış, ben yiyeyim."

   Bu iki kelimeyi de idame eden, cereyan-ı riba ve terk-i zekâttır.

   Bu iki müthiş maraz-ı içtimaîyi tedavi edecek tek çare, zekâtın bir düstur-u umumî suretinde icrasıyla vücub-u zekât ve hurmet-i ribadır.

   Hem değil yalnız eşhasta ve hususi cemaatlerde, belki umum nev-i beşerin saadet-i hayatı için en mühim bir rükün belki devam-ı hayat-ı insaniye için en mühim bir direk, zekâttır.

Çünkü beşerde, havas ve avam iki tabaka var.

Havastan avama merhamet ve ihsan ve avamdan havassa karşı hürmet ve itaati temin edecek, zekâttır.

Yoksa yukarıdan avamın başına zulüm ve tahakküm iner, avamdan zenginlere karşı kin ve isyan çıkar.

İki tabaka-i beşer daimî bir mücadele-i maneviyede, bir keşmekeş-i ihtilafta bulunur.

Gele gele tâ Rusya'da olduğu gibi sa'y ve sermaye mücadelesi suretinde boğuşmaya başlar.

   Ey ehl-i kerem ve vicdan ve ey ehl-i sehavet ve ihsan!

   İhsanlar, zekât namına olmazsa üç zararı var.

Bazen de faydasız gider.

Çünkü Allah namına vermediğin için manen minnet ediyorsun, bîçare fakiri minnet esareti altında bırakıyorsun.

Hem makbul olan duasından mahrum kalıyorsun.

Hem hakikaten Cenab-ı Hakk'ın malını ibadına vermek için bir tevziat memuru olduğun halde, kendini sahib-i mal zannedip bir küfran-ı nimet ediyorsun.

   Eğer zekât namına versen Cenab-ı Hak namına verdiğin için bir sevap kazanıyorsun, bir şükran-ı nimet gösteriyorsun.

O muhtaç adam dahi sana tabasbus etmeye mecbur olmadığı için izzet-i nefsi kırılmaz ve duası senin hakkında makbul olur.    Evet, zekât kadar belki daha ziyade nâfile ve ihsan, yahut sair suretlerde verip riya ve şöhret gibi minnet ve tezlil gibi zararları kazanmak nerede?

Zekât namına o iyilikleri yapıp hem farzı eda etmek hem sevabı hem ihlası hem makbul bir duayı kazanmak nerede?

Mektubat

18 Ekim 2023 Çarşamba

KEŞKE SARI ÖKÜZÜ VERMESEYDİK

 Ormanın birinde Aslanlar toplanmış. "Yahu" demişler, "hesapta kralız, açlıktan öleceğiz birader!.."

Maymuna saldırsak, ağaca kaçıyor; Fillere saldırsak, fazla büyük...

Ceylanlar hızlı, yetişemiyoruz; kuşa dalsak, uçuyor, ee balık yakalayacak halimiz de yok...

Ne yapsak?


Bir tanesi "en iyisi, öküzlere saldıralım" demiş,

"İri yarı görünüyorlar ama ne pençeleri var, ne dişleri diş... Tam dişimize göre!"


Olur mu? Olur.

Hücum!

Ama evdeki hesap çarşıya uymamış;

Öküz, öyle yabana atılacak hayvan değilmiş meğer...

Organize oluyorlar, topluca savunma yapıyorlar, püskürtüyorlarmış.


Aslanlar aç bilaç.

N"apsak, n"apsak?

"tilkiye danışalım" demişler.

Tilki "kolay" demiş, "beni, öküzlerin yaşadığı zengin otlakların prensi yapın, işinizi halledeyim..."

Kabul etmişler.


Tilki, elinde beyaz bayrakla öküzlere gitmiş, "saygıdeğer öküzler" demiş, "aslında aslanlar uysaldır, sizi de çok seviyorlar... Ama; Şu aranızdaki sarı öküz var ya, sarı öküz, işte sorun o... Görünce tahrik oluyorlar, canları çekiyor, verin şu sarı öküzü, kurtulun kardeşim, huzur içinde yaşayın! "


Öküz heyeti düşünmüş taşınmış,

"bana dokunmayan yılan bin yaşasın" mantığıyla, verivermişler sarı öküzü...

Aslanlar da afiyetle yemiş.


Bir gün, iki gün...


Tilki gene gelmiş.

"Bakın gördüğünüz gibi, saldırılar kesildi, mutlu mutlu yaşıyorsunuz" demiş.

Ve eklemiş:

"Ama şu var ya benekli öküz, benekli öküz, O burada olduğu sürece size rahat yüzü yok arkadaş. Canları çekiyor, verin, kurtulun!"


Öküz heyeti düşünmüş, "otlağın selameti için" teslim etmiş benekli öküzü...


Üç gün, dört gün...

Tilki gene gelmiş.


Kuyruğu uzun olanı... Burnu beyaz olanı... Tombul olanı...


Tek tek alıp, gitmiş. Otlak seyrelmiş. Semirmiş aslanlar.


Günlerden bir gün... Artık tilki gelmemiş! Gerek kalmamış çünkü. Doğrudan aslan gelmiş.

"Hanginizi istiyorsam, canım hanginizi çekiyorsa, onu vereceksiniz, adamı hasta etmeyin" demiş.


Otların arasında tir tir titreyen, tek tük kalmış öküzler, "keşke sarı öküzü vermeseydik" demiş ama artık iş işten geçmiş...


Alıntı

17 Ekim 2023 Salı

HAKİKAT ÇEKİRDEKLERİ

    Marîz bir asrın, hasta bir unsurun, alîl bir uzvun reçetesi; ittiba'-ı Kur'andır.

  * * * 

   Azametli bahtsız bir kıt'anın, şanlı tali'siz bir devletin, değerli sahibsiz bir kavmin reçetesi; ittihad-ı İslâmdır.

  * * * 

   Arzı ve bütün nücum ve şümusu tesbih taneleri gibi kaldıracak ve çevirecek kuvvetli bir ele mâlik olmayan kimse, kâinatta dava-yı halk ve iddia-yı icad edemez.

Zira herşey, herşeyle bağlıdır.

  * * * 

   Sivrisineğin gözünü halkeden, Güneş'i dahi o halketmiştir.

  * * * 

   Pirenin midesini tanzim eden, Manzume-i Şemsiyeyi de o tanzim etmiştir.

  * * *     Nasraniyet, ya intıfa veya ıstıfa edip İslâmiyet'e karşı terk-i silâh edecektir.

Nasraniyet birkaç defa yırtıldı, protestanlığa geldi.

Protestanlık da yırtıldı, tevhide yaklaştı.

Tekrar yırtılmağa hazırlanıyor.

Ya intıfa bulup sönecek veya hakikî Nasraniyetin esasını câmi' olan hakaik-i İslâmiyeyi karşısında görecek, teslim olacaktır.

  * * * 

   İnsan fıtraten mükerrem olduğundan, hakkı arıyor.

Bazan bâtıl eline gelir; hak zannederek koynunda saklar.

Hakikatı kazarken, ihtiyarsız dalalet başına düşer; hakikat zannederek kafasına giydiriyor.

  * * * 

   Bâtıl şeyleri iyice tasvir, safi zihinleri idlâldir.

  * * * 

   Âlim-i mürşid, koyun olmalı; kuş olmamalı.

Koyun, kuzusuna süt; kuş, yavrusuna kay verir.

  * * * 

   Menfaat üzerine dönen siyaset, canavardır.

  * * *     Aç canavara karşı tahabbüb; merhametini değil, iştihasını açar.

Hem de diş ve tırnağının kirasını da ister.

  * * * 

   Zaman gösterdi ki: Cennet ucuz değil, Cehennem dahi lüzumsuz değil.

  * * * 

   Güzel gören, güzel düşünür.

Güzel düşünen, hayatından lezzet alır.

  * * * 

   İnsanları canlandıran emeldir; öldüren ye'stir.

  * * * 

   Hristiyanlığın malı olmayan mehasin-i medeniyeti ona mal etmek ve İslâmiyetin düşmanı olan tedenniyi ona dost göstermek, feleğin ters dönmesine delildir.

  * * * 

   Herşeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir, göz ise maneviyatta kördür.

  * * * 

   Mecaz, ilmin elinden cehlin eline düşse, hakikata inkılab eder; hurafata kapı açar.

  * * *     Şöhret, insanın malı olmayanı dahi insana maleder.

  * * * 

   Hadîs, maden-i hayat ve mülhim-i hakikattır.

  * * * 

   İhya-yı din, ihya-yı millettir.

Hayat-ı din, nur-u hayattır.

  * * * 

   Düşmanın düşmanı, düşman kaldıkça dosttur; düşmanın dostu, dost kaldıkça düşmandır.

  * * * 

   Zaman ihtiyarlandıkça, Kur'an gençleşiyor; rumuzu tavazzuh ediyor.

Nur, nâr göründüğü gibi; bazan şiddet-i belâgat dahi, mübalağa görünür.

  * * * 

   Sıkıntı, sefahetin muallimidir.

Ye's, dalalet-i fikrin; zulmet-i kalb, ruh sıkıntısının menba'ıdır.

  * * * 

   Bir lokma kırk paraya, diğer bir lokma on kuruşa.

Ağıza girmeden ve boğazdan geçtikten sonra birdirler.

Yalnız, birkaç sâniye ağızda bir fark var.

Müfettiş ve kapıcı olan kuvve-i zaikayı taltif ve memnun etmek için birden ona gitmek, israfın en sefihidir.

  * * * 

   Lezaiz çağırdıkça, sanki yedim demeli.

Sanki yedimi düstur yapan; "Sanki yedim" namındaki bir mescidi yiyebilirdi, yemedi.

  * * * 

   Bir meclis-i ihvana güzel bir karı girdikçe; riya, rekabet, hased damarı intibah eder.

Demek inkişaf-ı nisvandan, medenî beşerde ahlâk-ı seyyie inkişaf eder.

  * * * 

   En bedbaht, en muzdarib, en sıkıntılı; işsiz adamdır.

Zira atalet ademin biraderzadesidir; sa'y, vücudun hayatı ve hayatın yakazasıdır.

  * * * 

   Sabrın mükâfatı zaferdir, ataletin mücazatı sefalettir, sa'yin sevabı servettir, sebatın mükâfatı galebedir.

B.Cevab Veriyor - 231

İMAN HAKİKATLERİ

 Konuşan yalnız hakikattır, hakikat-i imaniyedir.

Madem ki, nur-u hakikat, imana muhtaç gönüllerde tesirini yapıyor; bir Said değil, bin Said feda olsun.

Yirmisekiz sene çektiğim eza ve cefalar, maruz kaldığım işkenceler, katlandığım musibetler helâl olsun.

Bana zulmedenlere, beni kasaba kasaba dolaştıranlara, hakaret edenlere, türlü türlü ittihamlarla mahkûm etmek isteyenlere, zindanlarda bana yer hazırlayanlara hakkımı helâl ettim.

   Âdil kadere de derim ki: Ben senin bu şefkatli tokatlarına müstehak idim.

Yoksa herkes gibi gayet meşru ve zararsız olan bir yol tutarak şahsımı düşünseydim, maddî manevî füyuzat hislerimi feda etmeseydim, iman hizmetinde bu büyük ve manevî kudreti kaybedecektim.

Ben maddî ve manevî her şeyimi feda ettim, her musibete katlandım, her işkenceye sabrettim.

Bu sayede hakikat-i imaniye her tarafa yayıldı.

Bu sayede Nur mekteb-i irfanının yüzbinlerce, belki de milyonlarca talebeleri yetişti.

Artık bu yolda, hizmet-i imaniyede onlar devam edeceklerdir ve benim maddî ve manevî her şeyden feragat mesleğimden ayrılmayacaklardır.

Yalnız ve yalnız Allah rızası için çalışacaklardır.

   Bize işkence edenler bilmeyerek, kader-i İlahînin sırlarına, derin tecellilerine akıl erdiremeyerek bizim davamıza, hakikat-i imaniyenin inkişafına hizmet ettiler.

Bizim vazifemiz onlar için yalnız hidayet temennisinden ibarettir.


14 Ekim 2023 Cumartesi

KURU ÇUBUK HÜKMÜNDE

 Sözler hakkında tevazu suretinde demiyorum; belki bir hakikatı beyan etmek için derim ki: Sözler'deki hakaik ve kemalât, benim değil Kur'anındır ve Kur'andan tereşşuh etmiştir.

Hattâ Onuncu Söz, yüzer âyât-ı Kur'aniyeden süzülmüş bazı katarattır.

Sair risaleler dahi umumen öyledir.    Madem ben öyle biliyorum ve madem ben fâniyim, gideceğim; elbette bâki olacak birşey ve bir eser, benimle bağlanmamak gerektir ve bağlanmamalı.

Ve madem ehl-i dalalet ve tuğyan, işlerine gelmeyen bir eseri, eser sahibini çürütmekle eseri çürütmek âdetleridir; elbette sema-yı Kur'anın yıldızlarıyla bağlanan risaleler, benim gibi çok itirazata ve tenkidata medar olabilen ve sukut edebilen çürük bir direk ile bağlanmamalı.

Hem madem örf-i nâsta, bir eserdeki mezaya, o eserin masdarı ve menba'ı zannettikleri müellifinin etvarında aranılıyor ve bu örfe göre, o hakaik-i âliyeyi ve o cevahir-i galiyeyi kendim gibi bir müflise ve onların binde birini kendinde gösteremeyen şahsiyetime mal etmek, hakikata karşı büyük bir haksızlık olduğu için risaleler kendi malım değil, Kur'anın malı olarak, Kur'anın reşehat-ı meziyatına mazhar olduklarını izhar etmeye mecburum.

Evet lezzetli üzüm salkımlarının hâsiyetleri, kuru çubuğunda aranılmaz.

İşte ben de öyle bir kuru çubuk hükmündeyim...

Hizmet Rehberi - 27

YALVARALIM ALLAH'A

    Ey Kàdir-i Mutlak!

   Kur'an-ı Hakîm'inin dersiyle ve Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın talimiyle anladım: Nasıl ki gökler, yıldızlar, senin mevcudiyetine ve vahdetine şehadet ederler.

Öyle de cevv-i sema bulutlarıyla ve şimşekleri ve ra'dları ve rüzgârları ve yağmurlarıyla, senin vücub-u vücuduna ve vahdetine şehadet ederler.    Evet camid, şuursuz bulut, âb-ı hayat olan yağmuru, muhtaç olan zîhayatların imdadına göndermesi ancak senin rahmetin ve hikmetin iledir; karışık tesadüf karışamaz.

   Hem elektriğin en büyüğü bulunan ve fevaid-i tenviriyesine işaret ederek ondan istifadeye teşvik eden şimşek ise senin fezadaki kudretini güzelce tenvir eder.

   Hem yağmurun gelmesini müjdeleyen ve koca fezayı konuşturan ve tesbihatının gürültüsüyle gökleri çınlatan ra'dat dahi lisan-ı kàl ile konuşarak seni takdis edip, rububiyetine şehadet eder.

   Hem zîhayatların yaşamasına en lüzumlu rızkı ve istifadece en kolayı ve nefesleri vermek, nüfusları rahatlandırmak gibi çok vazifeler ile tavzif edilen rüzgârlar dahi cevvi, âdeta bir hikmete binaen "levh-i mahv ve ispat" ve "yazar, ifade eder, sonra bozar tahtası" suretine çevirmekle, senin faaliyet-i kudretine işaret ve senin vücuduna şehadet ettiği gibi senin merhametinle bulutlardan sağıp zîhayatlara gönderilen rahmet dahi mevzun, muntazam katreleri kelimeleriyle, senin vüs'at-i rahmetine ve geniş şefkatine şehadet eder.


BİRAZ TEFEKKÜR EDELİM

    Evet, bu dünya memleketine ve misafirhanesine gelen her bir misafir, gözünü açıp baktıkça görür ki: Gayet keremkârane bir ziyafetgâh ve gayet sanatkârane bir teşhirgâh ve gayet haşmetkârane bir ordugâh ve talimgâh ve gayet hayretkârane ve şevk-engizane bir seyrangâh ve temaşagâh ve gayet manidarane ve hikmet-perverane bir mütalaagâh olan bu güzel misafirhanenin sahibini ve bu kitab-ı kebirin müellifini ve bu muhteşem memleketin sultanını tanımak ve bilmek için şiddetle merak ederken; en başta göklerin nur yaldızı ile yazılan güzel yüzü görünür: "Bana bak, aradığını sana bildireceğim!" der.

O da bakar görür ki:

   Bir kısmı arzımızdan bin defa büyük ve o büyüklerden bir kısmı top güllesinden yetmiş derece süratli yüz binler ecram-ı semaviyeyi direksiz, düşürmeden durduran ve birbirine çarpmadan fevka'l-had çabuk ve beraber gezdiren, yağsız söndürmeden mütemadiyen o hadsiz lambaları yandıran ve hiçbir gürültü ve ihtilal çıkartmadan o nihayetsiz büyük kütleleri idare eden ve güneş ve kamerin vazifeleri gibi hiç isyan ettirmeden o pek büyük mahlukları vazifelerle çalıştıran ve iki kutbun dairesindeki hesap rakamlarına sıkışmayan bir nihayetsiz uzaklık içinde, aynı zamanda, aynı kuvvet ve aynı tarz ve aynı sikke-i fıtrat ve aynı surette, beraber, noksansız tasarruf eden ve o pek büyük mütecaviz kuvvetleri taşıyanları, tecavüz ettirmeden kanununa itaat ettiren ve o nihayetsiz kalabalığın enkazları gibi göğün yüzünü kirletecek süprüntülere meydan vermeden pek parlak ve pek güzel temizlettiren ve bir muntazam ordu manevrası gibi manevra ile gezdiren ve arzı döndürmesiyle, o haşmetli manevranın başka bir surette hakiki ve hayalî tarzlarını her gece ve her sene sinema levhaları gibi seyirci mahlukatına gösteren bir tezahür-ü rububiyet ve o rububiyet faaliyeti içinde görünen teshir, tedbir, tedvir, tanzim, tanzif, tavziften mürekkeb bir hakikat, bu azameti ve ihatatı ile o semavat Hâlık'ının vücub-u vücuduna ve vahdetine ve mevcudiyeti, semavatın mevcudiyetinden daha zahir bulunduğuna bilmüşahede şehadet eder.


DUAYI HACET

 بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

يَا اَللّٰهُ يَا رَحْمٰنُ يَا رَح۪يمُ يَا فَرْدُ يَا حَىُّ يَا قَيُّومُ يَا حَكَمُ يَا عَدْلُ يَا قُدُّوسُ

   İsm-i a'zamın hakkına ve Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyan'ın hürmetine ve Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın şerefine, bu eserleri okuyan, neşreden ve mübarek yardımcılarını cennetü'l-firdevste saadet-i ebediyeye mazhar eyle, âmin!

   Ve hizmet-i imaniye ve Kur'aniyede daima muvaffak eyle, âmin!

Ve defter-i hasenatlarına Kuran'ın  her bir harfine mukabil bin hasene yazdır, âmin!

   Ve Kuran'ın rehberliğinde sebat ve devam ve ihlas ihsan eyle, âmin!

   Yâ Erhame'r-râhimîn!

Umum kardeşlerimizi iki cihanda mesud eyle, âmin!

   İnsî ve cinnî şeytanların şerlerinden muhafaza eyle, âmin!

Ve bu âciz ve bîçare Rafet'in kusuratını affeyle, âmin!


13 Ekim 2023 Cuma

ÖLÜMÜ BÖYLE GÖRMEK

    Büyük şairimiz, edebiyatımızın medar-ı iftiharı merhum Mehmed Âkif, bir üdeba meclisinde "Viktor Hügolar, Şekspirler, Dekartlar; edebiyatta ve felsefede, Bedîüzzaman'ın bir talebesi olabilirler." demiştir.

   Edib ve şairler, zeval ve firaktan ağlamışlar, ölümden vaveylâ etmişlerdir.

Güz mevsimini hüzünle tasvir etmişlerdir.

Hattâ dünyaca meşhur Arap edibleri "Eğer firak olmasa idi, ölüm ruhlarımızı almak için yol bulup gelemezdi." Manasında لَوْلَا مُفَارَقَةُ الْاَحْبَابِ مَا وَجَدَتْ لَهَا الْمَنَايَا اِلٰى اَرْوَاحِنَا سُبُلًا

demişlerdir.

   Bedîüzzaman ise "Kâinattaki zeval, firak ve adem zahirîdir.

Hakikatte firak yok, visal var.

Zeval ve adem yok, teceddüd var.

Ve kâinatta her şey, bir nevi bekaya mazhardır.

Ölüm, bu âlem-i fâniden âlem-i bâkiye gitmektir.

Ölüm, ehl-i hidayet ve ehl-i Kur'an için öteki âleme gitmiş eski dost ve ahbaplarına kavuşmaya vesiledir.

Hem hakiki vatanlarına girmeye vasıtadır.

Hem zindan-ı dünyadan, bostan-ı cinana bir davettir.

Hem Rahman-ı Rahîm'in fazlından, kendi hizmetine mukabil ahz-ı ücret etmeye bir nöbettir.

Hem vazife-i hayat külfetinden bir terhistir.

Hem ubudiyet ve imtihanın talim ve talimatından bir paydostur.

Azrail aleyhisselâm bugün gelse hoş geldin, safa geldin diye gülerek karşılayacağım" der.

12 Ekim 2023 Perşembe

KÜDDÜS İSMİNİN CİLVESİ

 بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

وَالْاَرْضَ فَرَشْنَاهَا فَنِعْمَ الْمَاهِدُونَ Yeri de düzenleyip döşedik.Biz ne güzel donatıcıyız (Zariat 51:48)

âyetinin bir nüktesi ve bir ism-i a'zam veyahut ism-i a'zamın altı nurundan bir nuru olan Kuddüs isminin bir cilvesi şaban-ı şerifin âhirinde, Eskişehir Hapishanesinde bana göründü.

Hem mevcudiyet-i İlahiyeyi kemal-i zuhurla hem vahdet-i Rabbaniyeyi kemal-i vuzuhla gösterdi.

Şöyle ki gördüm:

   Bu kâinat ve bu küre-i arz, daim işler bir büyük fabrika ve her vakit dolar boşalır bir han, bir misafirhanedir.

Halbuki böyle işlek fabrikalar, hanlar ve misafirhaneler; muzahrefatla, enkazlarla, süprüntülerle çok kirleniyorlar, bulaşık oluyorlar ve ufunetli maddeler her tarafında teraküm ediyorlar.

Eğer pek çok dikkatle bakılmazsa ve tanzif edilmezse ve süpürülüp temizlenmezse içinde durulmaz, insan onda boğulur.

Halbuki bu fabrika-i kâinat ve misafirhane-i arz o derece pâk, temiz ve naziftir ve o kadar kirsiz ve bulaşıksızdır ve ufunetsizdir ki bir lüzumsuz şey ve bir menfaatsiz madde ve tesadüfî bir kir bulunmaz.

Zahirî bulunsa da çabuk bir istihale makinesine atılır, temizlenir.

Demek bu fabrikaya bakan zat, çok iyi bakıyor.

   Ve bu fabrikanın öyle tanzifçi bir sahibi var ki o koca fabrikayı ve o büyük sarayı küçük bir oda gibi süpürtür, temizler, tanzim ve tanzif eder.

Ve o pek büyük fabrikanın büyüklüğü nisbetinde muzahrefatı ve enkazından kalma kirli maddeleri, süprüntüleri bulunmuyor.

Belki büyüklüğü nisbetinde, temizliğine ve nezafetine dikkat ediliyor.

Lemalar[Y] - 364

GÖZLE GÖRÜLEN TEMİZLİK

 Bir insan, bir ayda yıkanmazsa ve küçük odasını süpürmezse çok kirlenir, pislenir.

Demek bu saray-ı âlemdeki pâklık, safilik, nuranilik, temizlik; mütemadiyen hikmetli bir tanziften, bir dikkatli tathirden ileri geliyor.

   Ve eğer o daimî tathir ve süpürmek ve dikkat ile bakmak olmasaydı, bir senede bütün hayvanların yüz bin milletleri arzın yüzünde boğulacaklardı.

Ve semavatın fezasında, tahribe ve mevte mazhar olan kürelerin ve peyklerin, belki yıldızların enkazları, başımızı ve diğer hayvanatın başlarını, belki küre-i arzın başını, belki dünyamızın başını kıracaklardı.

Dağlar büyüklüğündeki taşları başımıza yağdıracaklardı ve bizi bu vatan-ı dünyevîmizden kaçıracaklardı.

Halbuki eskiden beri o yukarı âlemlerdeki tahrip ve tamirden, medar-ı ibret olarak yalnız birkaç semavî taşlar düşmüş ise de hiç kimsenin başını kırmamış.

   Hem zeminin yüzünde her sene mevt ve hayatın değişmeleri ve dövüşmeleri yüzünden yüz binler hayvanat milletlerinin cenazeleri ve iki yüz bin nebatatın taifelerinin enkazları, berr ve bahrin yüzlerini fevkalâde öyle kirleteceklerdi ki zîşuur, o yüzleri değil sevmek, âşık olmak belki öyle çirkinlikten nefret edip mevte ve ademe kaçacaklardı.

Lemalar[Y] - 364

YERYÜZÜNDEKİ NEZAFET

 Bir kuş kolayca kanatlarını ve bir kâtip rahatça sahifelerini temizlediği gibi, bu tayyare-i arzın ve bu tuyûr-u semaviyenin kanatları ve bu kitab-ı kâinatın sahifeleri de öylece temizleniyor, güzelleşiyor ki âhiretin hadsiz güzelliğini görmeyen ve imanla düşünmeyen insanlar, dünyanın bu temizliğine, bu güzelliğine âşık olurlar, perestiş ederler.

   Demek bu saray-ı âlem ve bu fabrika-i kâinat, ism-i Kuddüs'ün bir cilve-i a'zamına mazhardır ki o tanzif-i kudsîden gelen emirleri, değil yalnız denizlerin âkilü'l-lahm tanzifatçıları ve karaların kartalları, belki kurtlar ve karıncalar gibi cenazeleri toplayan sıhhiye memurları dahi dinliyorlar.

Belki o kudsî evamir-i tanzifiyeyi, bedende cereyan eden kandaki küreyvat-ı hamra ve beyza dahi dinleyip bedenin hüceyratında tanzifat yaptıkları gibi nefes dahi o kanı tasfiye eder, temizler.

   Ve o emri; göz kapakları, gözleri temizlemek ve sinekler, kanatlarını süpürmek için dinledikleri gibi koca hava ve bulut dahi dinler.

Hava zeminin sathına, yüzüne konan toz toprak gibi süprüntülere üfler, tanzif eder.

Bulut süngeri, zemin bahçesine su serper, toz toprağı yatıştırır.

Sonra gökyüzünü çok zaman kirletmemek için çabuk süprüntülerini toplayıp kemal-i intizamla çekilir, gizlenir.

Göğün güzel yüzünü ve gözünü, silinmiş ve süpürülmüş, parıl parıl parlar gösteriyor.

   Ve o evamir-i tanzifiyeyi yıldızlar, unsurlar, madenler, nebatlar dinledikleri gibi bütün zerreler dahi dinliyorlar ki hayret-engiz tahavvülat fırtınaları içinde o zerreler nezafete dikkat ediyorlar.

Bir yerde lüzumsuz toplanmıyorlar, kalabalık etmiyorlar.

Mülevves olsalar çabuk temizleniyorlar.

Lemalar[Y] - 365

İNSAN ÇOK CAHİL

 İ'lem eyyühe'l-aziz!

İnsan ne kadar cahil ve gafildir.

Ne kadar yolunu şaşırmış, nefsine zarar veriyor.

Dokuz vecihle menfaati muhakkak, yalnız bir vecihle zararı mevhum olan büyük bir hayr-ı azîmi terk, dalaleti irtikâb eder.

Evet, sofestaînin bir şüphesi için binlerce menfaat delilleri olan hidayeti terk ediyor.

   Halbuki insan çok vehham, ihtiyatlı olduğuna nazaran, dünyevî bir işte onda bir zarar ihtimali varsa içtinab eder.

Âhiret işi olursa onda dokuz zarar ihtimali olduğu halde, içtinab etmez.

İşte cehalet bu kadar olur.

Mesnevi[Y] - 147

11 Ekim 2023 Çarşamba

MESİH DECCAL

 BİRİNCİ MESELE: Rivayetlerde Hazret-i İsa aleyhisselâma "Mesih" namı verildiği gibi her iki Deccal'a dahi "Mesih" namı verilmiş ve bütün rivayetlerde مِنْ فِتْنَةِ الْمَس۪يحِ الدَّجَّالِ مِنْ فِتْنَةِ الْمَس۪يحِ الدَّجَّالِ denilmiş.

Bunun hikmeti ve tevili nedir?

   Elcevap: اَللّٰهُ اَعْلَمْ bunun hikmeti şudur ki: Nasıl ki emr-i İlahî ile İsa aleyhisselâm, şeriat-ı Museviyede bir kısım ağır tekâlifi kaldırıp şarap gibi bazı müştehiyatı helâl etmiş.

Aynen öyle de büyük Deccal, şeytanın iğvası ve hükmü ile şeriat-ı İseviyenin ahkâmını kaldırıp Hristiyanların hayat-ı içtimaiyelerini idare eden rabıtaları bozarak, anarşistliğe ve Ye'cüc ve Me'cüc'e zemin hazır eder.

   Ve İslâm Deccalı olan Süfyan dahi şeriat-ı Muhammediyenin (asm) ebedî bir kısım ahkâmını nefis ve şeytanın desiseleriyle kaldırmaya çalışarak, hayat-ı beşeriyenin maddî ve manevî rabıtalarını bozarak, serkeş ve sarhoş ve sersem nefisleri başıboş bırakarak, hürmet ve merhamet gibi nurani zincirleri çözer; hevesat-ı müteaffine bataklığında, birbirine saldırmak için cebrî bir serbestiyet ve ayn-ı istibdat bir hürriyet vermek ile dehşetli bir anarşistliğe meydan açar ki o vakit o insanlar, gayet şiddetli bir istibdattan başka zapt altına alınamaz.

Şualar[Y] - 485

9 Ekim 2023 Pazartesi

MÜ'MİN İNSANIN KIYMETİ

  İ'lem Eyyühel-Aziz!


   İnsan-ı mü'minin kıymeti, ihtiva ettiği san'at-ı âliye ile esma-i hüsnadan in'ikas eden cilvelerin nakışları nisbetindedir.

İnsan-ı kâfirin kıymeti ise, et, kemikten ibaret fâni ve sâkıt maddesinin kıymetiyle ölçülür.

Kezalik bu âlem de, eğer Kur'anın tarif ettiği gibi mana-yı harfiyle, yani Cenab-ı Hakk'ın azametine bir âlet nazarıyla bakılırsa, o nisbette kıymetdar olur.

Eğer felsefenin dediği gibi, mana-yı ismiyle yani hiçbir fâil, Hâlık ile bağlı olmayıp müstakill-i bizzât nazarıyla bakılırsa, kıymeti camid, mütegayyir maddesinde münhasır kalır.

Kur'andan istifade edilen ilmin felsefe ilminden ne derece yüksek olduğu, şu misal ile tebarüz eder:

وَجَعَلَ الشَّمْسَ سِرَاجًا

Bu hükm-ü Kur'anî esma-i hüsnanın cilvelerine bakmak için bir pencere açıyor.

Şöyle ki:

   Ey insan!

Bu şems, azametiyle beraber size müsahhardır.

Meskenlerinize nur veriyor.

Yemeklerinizi hararetiyle pişirtiyor.

Sizin öyle Azîm, Rahîm bir Mâlikiniz var ki, bu şems onun bir lâmbası olup misafirhanesinde sâkin misafirlerini ziyalandırıyor.

   Felsefenin hikmetince, şems büyük bir ateştir, yerinde dönüyor.

arz ile seyyarat, ondan uçan parçalardır.

Cazibe ile şemse merbut kalarak medarlarında hareket ediyorlar.

Mesnevi-i Nuriye - 228

8 Ekim 2023 Pazar

NEDEN BAĞIRARAK KONUŞURUZ?

 Peki öfkelendiğimizde neden yüksek sesle konuşuruz?

Bir bilge öğrencileriyle gezerken birbirlerine öfkeyle bağıran bir aile görür ve talebelerine sorar; “İnsanlar neden birbirlerine öfkeyle bağırır?” Öğrencilerinden biri, ‘Sakinliğimizi kaybettiğimiz için.’ der. Bunun üzerine bilge, ‘Ama öfkelendiğimiz insan yanı başımızdayken ona neden bağırırız?’ diyerek sorusunu tekrarlar. ‘O kişiye söyleyeceklerimizi alçak bir sesle aktarabilecek iken neden yüksek sesle anlatma ihtiyacı duyarız?’ diye sorunu bir daha yineler. Öğrenciler cevap veremez.

Bilge şöyle açıklar, ‘İki insan birbirine öfkelendiği zaman kalpleri birbirinden uzaklaşır. Bu uzak mesafeden birbirlerine seslerini duyurabilmek için bağırmak zorunda kalırlar. Ne kadar çok öfkelenirlerse arada açılan bu kalbi mesafeyi kapatabilmek için o kadar çok bağırırlar.’ der.

Demek bağırarak konuşan insanlar ya özgüven problemlerini enaniyet göstergesi olarak bağırarak konuşma yoluyla tatmin ederler ya da bağırarak konuştuğu insanla kalbî bir mesafeden dolayı yani muhabbet ve sevgi probleminden dolayı bağırarak konuşurlar. Kalbî mesafelerin sebebi ise ya yapılan gıybetler ya da gelişi güzel düşüncesizce yapılan konuşmalardır.

Hasılı, Mevlânâ’nın dediği gibi;

Zerzevatçı bağırır, sarraf bağırmaz

Eskici bağırır, antikacı bağırmaz,

Söyleyecek sözü, fikri değerli olan bağırmaz,

Bağıran düşünemez, düşünmeyen kavga eder.

Alıntı

7 Ekim 2023 Cumartesi

DUAYA İCABET

 * 

اُدْعُون۪ٓى اَسْتَجِبْ لَكُمْ

   İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Bazı dualar icabete iktiran etmez, diye iddiada bulunma.

Çünki dua bir ibadettir.

İbadetin semeresi âhirette görünür.

Dünyevî maksadlar ise, namaz vakitleri gibi, dualar ibadeti için birer vakittirler.

Duaların semeresi değillerdir.

Meselâ: Şemsin tutulması küsuf namazına, yağmursuzluk yağmur namazına birer vakittir.

   Ve keza zalimlerin tasallutu ve belaların nüzulü, bazı hususî dualara vakittir.

Bu vakitler bâki kaldıkça, o namazlar, o dualar yapılır.

Eğer bu vakitlerde dünyevî maksadlar hasıl olursa, zâten nurun alâ nur.

Ve illâ, icabet duaya iktiran etmedi, diyemezsin.

Ancak, henüz vakit inkıza etmemiş, duaya devam lâzımdır, diyebilirsin.

Çünki o maksadlar duaların mukaddemesidir, neticesi değillerdir.

Cenab-ı Hakk'ın duaların icabetine vaadetmesi ise, icabet ayn-ı kabul değildir.

Yani, icabet kabulü istilzam etmez.

Duaya her halde cevab verilir.

Cevabsız bırakılmaz.

Matluba olan is'af ise, Mücîbin hikmetine tâbidir.

Meselâ: Doktoru çağırdığın zaman, herhalde: "Ne istersin" diye cevab verir.

Fakat: "Bu yemeği veya bu ilâcı bana ver" dediğin vakit, bazan verir, bazan hastalığına, mizacına mülayim olmadığından vermez.

   Adem-i kabul esbabından biri de, duayı ibadet kasdıyla yapmayıp, matlubun tahsiline tahsis ettiğinden aksü'l-amel olur.

O dua ibadetinde ihlas kırılır, makbul olmaz.

Mesnevi-i Nuriye - 225

6 Ekim 2023 Cuma

EY GAFİL İNSAN !

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Gafil olan insan, kendi vazifesini terkeder, Allah'ın vazifesiyle meşgul olur.

Evet insan, gafletten dolayı iktidarı dâhilinde kolay olan ubudiyet vazifesinin terkiyle, zaîf kalbiyle rububiyet vazife-i sakîlesinin altına girer, altında ezilir.

Ve aynı zamanda bütün istirahatını kaybetmekle âsi, şakî, hain adamların partisine dâhil olur.

   Evet insan bir askerdir.

Askerlik vazifesi başka, hükûmetin vazifesi başkadır.

Askerlik vazifesi talim, cihad gibi din ve vatanı koruyacak işlerdir.

Hükûmetin vazifesi ise, erzakını, libasını, silâhını vermektir.

Binaenaleyh erzakını temin için askerliğe ait vazifesini terk edip ticaretle -meselâ- iştigal eden bir asker, şakî ve hain olur.

Bu itibarla insanın Allah'a karşı ubudiyet, vazifesidir.

Terk-i kebair takvasıdır.

Nefis ve şeytanla uğraşması, cihadıdır.

   Amma gerek nefsine, gerek evlâd ve taallukatına hayat malzemesini tedarik etmek Allah'ın vazifesidir.

Evet madem hayatı veren odur.

O hayatı koruyacak levazımatı da o verecektir.

Yalnız, hükûmetin asker için ofislerde cem'ettiği erzakı askerlere taşıttırdığı, temizlettirdiği, öğüttürdüğü, pişirttirdiği gibi, Cenab-ı Hak da hayat için lâzım olan levazımatı küre-i arz ofisinde yaratıp cem'ettikten sonra, o erzakın toplanmasını ve sair ahvalini insana yaptırır ki, insana bir meşguliyet, bir eğlence olsun ve atalet, betalet azabından kurtulsun.

Ey insan!

Rahm-ı maderde iken, tıfl iken, ihtiyar ve iktidardan mahrum bir vaziyette iken, seni pek leziz rızıklar ile besleyen Allah, sen hayatta kaldıkça o rızkı verecektir.

Baksana!

Her bahar mevsiminde sath-ı arzda yaratılan enva'-ı erzakı kim yaratıyor ve kimler için yaratıyor?

Senin ağzına getirip sokacak değil ya!

Yahu, eğlencelere, bahçelere gidip dallarda sallanan o güleç yüzlü leziz meyveleri koparıp yemek zahmet midir?

Allah insaf versin!    Hülâsa: 

   Allah'ı ittiham etmekle işini terk edip Allah'ın işine karışma ki nankör âsiler defterine kaydolmayasın.

Mesnevi-i Nuriye - 224

Mesnevi-i Nuriye - 224

4 Ekim 2023 Çarşamba

VELİLERİMİZ GÖREVLERİNİ YAPIYOR MU ?

 Çocuklarımıza iyi insan olmayı öğretmek öğretmenlerin görevi olmamalı.

Emekli öğretmenim, 

ancak bir ebeveyn ve torun sahibi olarak konuşuyorum; öğretmenlerimizden bizim yapmamız gereken şeyleri yapmalarını istiyoruz. Öğretmenler öğrencilerin gelişimlerine yardım etmekten mutluluk duyarlar, ancak çocuklarımıza iyi birer vatandaş olmayı öğretmek onların görevi değil. Biz çocuklarımıza iyi insanlar olmayı öğretirken öğretmenler de bundan yararlanan insanlar olmalı.  

Öğretmenler çocuklarıma “lütfen” ya da “teşekkür ederim” demeyi öğretmek zorunda kalmamalı. Öğretmenler, benim zaten terbiye verdiğim çocuğumun davranışlarından yararlanan insanlar olmalı.

Öğretmenler çocuklarıma zorbalık yapmamayı öğretmek zorunda kalmamalı. Zorbalık yapmamayı ve diğer çocuklara sataşmamayı kendi çocuğuma öğretmek benim işim. Çocuklarımı nazik ve düşünceli insanlar olarak yetiştirmeliyim ve öğretmenler de bundan yararlanan insanlar olmalı.

Öğretmenler çocuklarımıza otoriteye saygı göstermeyi öğretmek zorunda kalmamalı. Öğretmenler, bunu onlara zaten öğretmiş olan eşim ve benden yararlanan insanlar olmalı. Öğretmeni oğlumdan bir şey yapmasını istediğinde “tabii, öğretmenim” demesi ya da en azından saygılı bir şekilde “neden” diye sorması gerektiğini ona zaten öğretmiş olmalıyım.

Öğretmenler kızıma sosyal medyanın tehlikelerini öğretmek zorunda kalmamalı. Çocuğuma henüz 12 yaşındayken akıllı telefon alma ve ondan, telefonla beraber gelen sorumluluğu anlamasını bekleme “aptallığını” gösteren onlar değil çünkü. Ben kızıma Facebook, Instagram, Snapchat ve diğer sosyal medya sitelerinin zorbalar ve sapıklarla dolup taştığını çoktan öğretmiş olmalıyım ve kızımın öğretmenleri bu durumdan yararlanan insanlar olmalı.

Öğretmenler oğluma hijyen kurallarını öğretmek zorunda kalmamalı. Ona düzenli duş almayı, temiz olmayı ve kıyafetlerini yıkamayı öğretmesi gereken kişi benim. Öğretmenler benim bu davranışımdan yararlanan insanlar olmalı.

Öğretmenler çocuklarıma dünyadaki tek insanın kendileri olmadığını; koca evrenin onların etrafında dönmediğini; kelimelerinin ve davranışlarının önemli olduğunu; kibarlığın kabalıktan daha çok işe yaradığını; bazen susmak gerektiğini; okuldayken telefonu dolapta kilitli tutmanın onlara “acı” vermeyeceğini; elektriği, suyu, bilgisayarları, yemeği ve çocuklarımın başarısını isteyen ilgili öğretmenleri olan bir okula gittikleri için ne kadar şanslı olduklarını öğretmek zorunda kalmamalı.  

Çocuğunuzun okuma yazmayı neden öğrenemediğini merak ettiğinizde, yukarıda sıralanan her şeyi öğretmek zorunda kalmanın öğretmenlerimizin okuma yazma öğretme kabiliyetlerine ciddi şekilde engel olduğunu lütfen unutmayın.  

Yukarıda saydığım şeyleri öğretmek öğretmenlerden beklenmemeli. Bunları çocuklarımıza biz öğretmeliyiz ve öğretmenler de bundan yararlanmalı. Ebeveynler olarak okulda hayat dersleri değil, okulla ilgili şeyler öğrenmeye hazır olan çocuklarımız için daha iyi bir iş çıkarmalıyız.  

Yine de bir ebeveyn olarak, ailevi görevlerimde bazen başarısız olduğumun farkındayım. Ancak böyle durumlarda, çocuğuma “lütfen” ve “teşekkür ederim” demeyi, sosyal medyanın zararlarını, kişisel hijyenine dikkat etmesi gerektiğini hatırlatan; çocuklara iyi birer insan olmayı öğreten, kendini işine adamış öğretmenlerin varolduğunu bilmek içimi rahatlatıyor.

Rafet Özcan



ÖMÜR SERMAYESİ PEK AZDIR

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Senin önünde çok korkunç büyük mes'eleler vardır ki, insanı ihtiyata, ihtimama mecbur eder.

   Birisi: 

   Ölümdür ki, insanı dünyadan ve bütün sevgililerinden ayıran bir ayrılmaktır.

   İkincisi: 

   Dehşetli korkulu ebed memleketine yolculuktur.

   Üçüncüsü: 

   Ömür az, sefer uzun, yol tedariki yok, kuvvet ve kudret yok, acz-i mutlak gibi elîm elemlere maruz kalmaktır.

Öyle ise, bu gaflet ü nisyan nedir?

Devekuşu gibi başını nisyan kumuna sokar, gözüne gaflet gözlüğünü takarsın ki Allah seni görmesin.

Veya sen Onu görmeyesin.

Ne vakte kadar zâilat-ı fâniyeye ihtimam ve bâkiyat-ı daimeden tegafül edeceksin?

Mesnevi-i Nuriye - 214

YARATILIŞ GAYESİ İBADET

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   İnsandaki kusur sonsuz olduğu gibi, acz, fakr ve ihtiyacına da nihayet yoktur.

İnsana tevdi edilen açlık ile nimetlerin lezzetleri tebarüz ettiği gibi; insandaki kusur, kemalât-ı Sübhaniye derecelerine bir mirsaddır.

İnsandaki fakr, gına-i rahmetin derecelerine bir mikyastır.

İnsandaki acz, kudret ve kibriyasına bir mizandır.

İnsandaki tenevvü-ü hâcat, enva'-ı niam ve ihsanatına bir merdivendir.

Öyle ise fıtratından gaye ubudiyettir.

Ubudiyet ise, dergâh-ı izzetine kusurlarını "Estağfirullah" ve "Sübhanallah" ile ilân etmektir.

  * * * 

اِنَّ الْاَبْرَارَ لَف۪ى نَع۪يمٍ ٭ وَاِنَّ الْفُجَّارَ لَف۪ى جَح۪يمٍ

Mesnevi-i Nuriye - 222

ÖLÜM ÖLDÜRÜLMEZ

 "Eğer dünyadan zeval ve ölümü ve insandan acz ve fakrı kaldırmaya iktidarınız varsa, pekâlâ, dini de terk ediniz, şeairi de kaldırınız.

Ve illâ dilinizi kesin, konuşmayınız.

Bakınız arkamızda pençelerini açmış hücuma hazır ecel arslanı tehdid ediyor.

Eğer iman kulağıyla Kur'anın sadâsını dinleyecek olursan o ecel arslanı bir burak olur.

Bizleri rahmet-i Rahmana ulaştıracaktır.

Ve illâ o ecel, yırtıcı bir hayvan gibi bizleri parçalar.

Bâtıl itikadınız gibi, ebedî bir firak ile dağıtacaktır.

Ve keza önümüzde i'dam sehpaları kurulmuştur.

Eğer iman îkanla Kur'anın irşadını dinlersen, o sehba ağaçlarından, sefine-i Nuh gibi sahil-i selâmete, yani âlem-i âhirete ulaştırıcı bir sefine yapılacaktır.

   Ve keza sağ yanımızda fakr yarası, solda da acz, zaaf cerihası vardır.

Eğer Kur'anın ilâçlarıyla tedavi edersen, fakrımız rahmet-i Rahmanın ziyafetine şevk u iştiyaka inkılab edecektir.

Acz ve za'fımız da Kadîr-i Mutlak'ın dergâh-ı izzetine iltica için bir davet tezkeresi gibi olur.

   Ve keza bizler uzun bir seferdeyiz.

Buradan kabre, kabirden haşre, haşirden ebed memleketine gitmek üzereyiz.

O yollarda zulümatı dağıtacak bir nur ve bir erzak lâzımdır.

Güvendiğimiz akıl ve ilimden ümid yok.

Ancak Kur'an'ın güneşinden, Rahman'ın hazinesinden tedarik edilebilir.

Eğer bizleri bu seferden geri bırakacak bir çareniz varsa, pekâlâ.

Ve illâ sükût ediniz, 

Mesnevi-i Nuriye - 219

2 Ekim 2023 Pazartesi

DÜNYA VE AHİRET

 Fesübhanallah!

Mülk ile melekût arasındaki hicab ne kadar incedir, aralarındaki mesafe ne kadar büyüktür.

Dünya ile âhiret arasındaki yol ne kadar kısa ve ne kadar uzundur.

İlim ile cehil arasındaki hicab ne kadar latîf ve ne kadar kalındır.

İman ile küfür arasındaki berzah ne kadar şeffaf ve ne kadar kesiftir.

İbadetle masiyet arasındaki mesafe ne kadar kısadır.

Halbuki araları Cennet ile Nâr'ın araları kadardır.

Hayat ne kadar kısa, emel ne kadar uzundur.

Evet hal ile mazi arasında öyle ince bir perde vardır ki, ruhun mazi cihetine geçmesine mani değildir.

Cesede nisbeten bitmez bir mesafedir.

   Kezalik mülk ile melekût, dünya ile âhiret arasında ehl-i kalb için şeffaf, ehl-i heva için kesif ince bir perde vardır.

Kezalik gece ile gündüz arasında latîf bir perde var ki, gözün kapanmasıyla gece olup, açılmasıyla gündüz olduğu gibi; nefsin âlem-i maneviyata gözü kapanırsa ebedî bir gece içinde kalır, gözü maneviyata açılırsa neharı inkişaf eder.

   Kezalik Allah'ın hesabına kâinata bakan adam her ne müşahede ederse ilimdir.

Eğer gafletle esbab hesabına bakarsa, ilim zannettiği şey de cehl olur.

   Kezalik iman ve tevhid ile bakan, âlemi nurlu görür ve illâ âlemi zulümat içerisinde görecektir.

   Kezalik ef'al-i beşer için iki cihet vardır.

Eğer niyet ile Allah'ın hesabına olursa, tecelliyata ma'kes, şeffaf, parlak olur.

Eğer Allah hesabına olmasa, zulmetli bir manzarayı göstermiş olur.

   Kezalik hayatın da iki vechi vardır.

Biri siyah, dünyaya bakar.

Diğeri şeffaf, âhirete nâzırdır.

Nefis, siyah vechin altına girer.

Şeffaf veche terettüb eden saadet-i ebediyeyi ister.

Mesnevi-i Nuriye - 198