Marîz bir asrın, hasta bir unsurun, alîl bir uzvun reçetesi; ittiba'-ı Kur'andır.
* * *
Azametli bahtsız bir kıt'anın, şanlı tali'siz bir devletin, değerli sahibsiz bir kavmin reçetesi; ittihad-ı İslâmdır.
* * *
Arzı ve bütün nücum ve şümusu tesbih taneleri gibi kaldıracak ve çevirecek kuvvetli bir ele mâlik olmayan kimse, kâinatta dava-yı halk ve iddia-yı icad edemez.
Zira herşey, herşeyle bağlıdır.
* * *
Sivrisineğin gözünü halkeden, Güneş'i dahi o halketmiştir.
* * *
Pirenin midesini tanzim eden, Manzume-i Şemsiyeyi de o tanzim etmiştir.
* * * Nasraniyet, ya intıfa veya ıstıfa edip İslâmiyet'e karşı terk-i silâh edecektir.
Nasraniyet birkaç defa yırtıldı, protestanlığa geldi.
Protestanlık da yırtıldı, tevhide yaklaştı.
Tekrar yırtılmağa hazırlanıyor.
Ya intıfa bulup sönecek veya hakikî Nasraniyetin esasını câmi' olan hakaik-i İslâmiyeyi karşısında görecek, teslim olacaktır.
* * *
İnsan fıtraten mükerrem olduğundan, hakkı arıyor.
Bazan bâtıl eline gelir; hak zannederek koynunda saklar.
Hakikatı kazarken, ihtiyarsız dalalet başına düşer; hakikat zannederek kafasına giydiriyor.
* * *
Bâtıl şeyleri iyice tasvir, safi zihinleri idlâldir.
* * *
Âlim-i mürşid, koyun olmalı; kuş olmamalı.
Koyun, kuzusuna süt; kuş, yavrusuna kay verir.
* * *
Menfaat üzerine dönen siyaset, canavardır.
* * * Aç canavara karşı tahabbüb; merhametini değil, iştihasını açar.
Hem de diş ve tırnağının kirasını da ister.
* * *
Zaman gösterdi ki: Cennet ucuz değil, Cehennem dahi lüzumsuz değil.
* * *
Güzel gören, güzel düşünür.
Güzel düşünen, hayatından lezzet alır.
* * *
İnsanları canlandıran emeldir; öldüren ye'stir.
* * *
Hristiyanlığın malı olmayan mehasin-i medeniyeti ona mal etmek ve İslâmiyetin düşmanı olan tedenniyi ona dost göstermek, feleğin ters dönmesine delildir.
* * *
Herşeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir, göz ise maneviyatta kördür.
* * *
Mecaz, ilmin elinden cehlin eline düşse, hakikata inkılab eder; hurafata kapı açar.
* * * Şöhret, insanın malı olmayanı dahi insana maleder.
* * *
Hadîs, maden-i hayat ve mülhim-i hakikattır.
* * *
İhya-yı din, ihya-yı millettir.
Hayat-ı din, nur-u hayattır.
* * *
Düşmanın düşmanı, düşman kaldıkça dosttur; düşmanın dostu, dost kaldıkça düşmandır.
* * *
Zaman ihtiyarlandıkça, Kur'an gençleşiyor; rumuzu tavazzuh ediyor.
Nur, nâr göründüğü gibi; bazan şiddet-i belâgat dahi, mübalağa görünür.
* * *
Sıkıntı, sefahetin muallimidir.
Ye's, dalalet-i fikrin; zulmet-i kalb, ruh sıkıntısının menba'ıdır.
* * *
Bir lokma kırk paraya, diğer bir lokma on kuruşa.
Ağıza girmeden ve boğazdan geçtikten sonra birdirler.
Yalnız, birkaç sâniye ağızda bir fark var.
Müfettiş ve kapıcı olan kuvve-i zaikayı taltif ve memnun etmek için birden ona gitmek, israfın en sefihidir.
* * *
Lezaiz çağırdıkça, sanki yedim demeli.
Sanki yedimi düstur yapan; "Sanki yedim" namındaki bir mescidi yiyebilirdi, yemedi.
* * *
Bir meclis-i ihvana güzel bir karı girdikçe; riya, rekabet, hased damarı intibah eder.
Demek inkişaf-ı nisvandan, medenî beşerde ahlâk-ı seyyie inkişaf eder.
* * *
En bedbaht, en muzdarib, en sıkıntılı; işsiz adamdır.
Zira atalet ademin biraderzadesidir; sa'y, vücudun hayatı ve hayatın yakazasıdır.
* * *
Sabrın mükâfatı zaferdir, ataletin mücazatı sefalettir, sa'yin sevabı servettir, sebatın mükâfatı galebedir.
B.Cevab Veriyor - 231