16 Mayıs 2024 Perşembe

"ÖFKE VE ŞİDDET"

 Engellenme, incinme veya gözdağı karşısında gösterilen şiddetli kızgınlık duygusu; gazap, hiddet. Kişi kendisine yapılan kadar, başkasına karşı yapılandan da incinebilir ve bundan dolayı öfkelenebilir.

Öfke, ahlâkî eksikliklerdendir. İnsanda varolan gazab kuvvetinin ifrat derecesi olan öfke, bir âfettir. Öfke anında insan doğru düşünemez. Normal davranışlarda bulunamaz. Öfkeli olarak yapılan işler hep sonradan pişmanlık duyulan işlerdir. Bunun için "Öfke ile kalkan zararla oturur" denilmiştir.

Bir anlık öfke ile cinayet işleyenlere sık sık rastlanır. Öfke ev ve iş yerlerinde huzursuzluklara ve rahatsızlıklara sebep olur. İnsan, iradesini kullanarak öfkesini yenmeye, kendisini öfkelendirenleri bağışlamaya çalışmalıdır. Cenab-ı Hak;

"(O takva sahipleri) bollukta ve darlıkta harcayıp yedirenler, öfkelerini tutanlar, insanların kusurlarını bağışlayanlardır. Allah da iyilik edenleri sever" (Âl-i İmran, 3/ 134) buyurmuştur.

Peygamberimiz'e gelerek kendisine öğüt vermesini isteyen bir adama Resulullah (s.a.s); "Öfkelenme!" demiş ve bu sözünü birkaç kere tekrarlamıştır (Riyazü's-Salihîn, I, 80).

Öfke anında Allah'a sığınmak ve öfkenin geçmesini istemek gerekir. Öfkeli birisini gören Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

"Ben bir kelime biliyorum ki, eğer şu adam o kelimeyi söylese muhakkak öfkesi geçer. O kelime: Eûzü billahi mineş-şeytânirracîm", sözüdür" (Müslim, Birr ve Sıla, 109).

Başka bir hadis-i şerifte de şöyle buyurulmuştur:

"Kuvvetli ve kahraman pehlivan, herkesi yenen kimse değildir. Kuvvetli ve kahraman pehlivan ancak öfke zamanında nefsine mâlik olan ve öfkesini yenen kimsedir" (Müslim, Birr ve Sıla, 107).

Peygamber Efendimiz bir başka hadisinde şöyle buyurmuştur:

Bir kimse öfkesinin gereğini yapmaya kadir olduğu halde öfkesini yenerse, Allah Teâlâ kıyamet gününde halkın gözü önünde onu çağırır, huriler içinden istediğini seçmekte muhayyer kılar" (Riyazü's-Salihîn, I, 80).

Kur'an-ı Kerim'de genellikle kâfirlerin müminlere karşı duydukları öfkeden bahsedilmiştir. Aksine müminler öfkelerini yenen insanlardır.

Peygamber Efendimiz, Cenab-ı Hakk'a sığınmayı öfkenin ilâcı olarak tavsiye etmiş, insanın kendi kendine telkinle ulaşacağı irade sağlamlığının onu öfkelenmekten kurtaracağına işaret etmiştir. Yine Peygamberimiz, öfkeyi güç ve kuvvetin değil zayıflığın ve aczin alâmeti olarak görmüştür. Öfke nefse hâkim olamamanın işaretidir. Nefislerine hâkim olamayanların sonu ise hüsrandır. Müslüman, işlerini öfke ile değil; teennî, sabır ve yumuşaklıkla halletmelidir.

Rafet Özcan

14 Mayıs 2024 Salı

TEK ADAM YÖNETİMİNİN NETİCESİ, İFLAS !

İnsan yaratılış itibari ile çeşitli kabiliyetlerle donatılmış farklı farklı özellikler taşımaktadır.Hiç bir insan kişilik ve kabiliyetler açısından birbirine benzemez.Tek yumurta ikizleri dahi kişilik ve yetenekler açısından farklılık arzeder.Onun için dünya işlerinde başarı kişileri istidatları yönünde isdihtam ederek elde edilir yani kişi başarılı olduğu alanda görevlendirilmelidir.Salih olan kişi liyakatli olmadığı bir işe talip olmaması gerektiği gibi bilip anlamadığı bir işe görevlendirmekte hem o insana hem de ülkeye verilecek en büyük zarardır. Bu nedenle adama iş değil işe adam prensibiyle hareket eden kurum ve kurluşlar başarı ve kalkınmayı elde ederek ayakta kalır.

Çevremize bir göz attığımız da işinin ehli olan kimseler başarılı olmakta ve hem kendi hem çalıştığı kuruluş başarılı olarak mutlu bir hayat sürmektedir.

Bu durum ülke yönetiminde de aynıdır.Kurum ve kurluşların başarısı liyakat ve işin ehli olanların isdihdamına bağlıdır.Tek adam otoriter sistemi ile yönetilen devletler ve devlet kuruluşları ileride sıkıntı yaşamaktadır.  Otoriter yönetim biçimi ile bir müddet ayakta kalsa bile uzun ömürlü olmamaktadır.Reyi vahid istibdattır.Tek adamın tek düşüncesi ve tek görüşü zulme kapı açar.

Senelerce tek parti, tek adam ile yönetilen ülkelerin durumu ortada.Kişiler otoriterleşip milleti köleleştirmişler.Nice istidat ve kabiliyetler baskı ve otorite neticesi yok olmuştur.

Tek adam ise, kendisi herşeyden anlayan bir despot olarak başa bela olmuştur.İşte ülkemizin Cumhuriyet dönemindeki 1950 öncesi hali ortada. Demokrasi ye ve çok  Partili  sisteme geçene  kadarki yıllarda yaşanan ekenomik ve siyasi durum.Hem zulüm, hem baskı hem de tek tiplilik ve otoriterlik  sonucu inançsızlık ve küfre giden yol. Baştakilerin insanları kendilerine boyun eğdirip köleleştirdikleri haller.Putçuluk  ve Firavunluk Nemrutluk dönemi .Haşa baştakilerin ilah haline gelmesi.Senelerce bu keferelerden kurtulmaya çalışırken ne yazık ki millet daha  beter bir belaya uğrayacak.Tıpkı yağmurdan kaçarken  doluya tutulan insan gibi.Bir otoriterden kurtulmuş başka bir despot fecerelere boyun eğmiştir. Tek adamlar her dönem başa bela olmuşlar ve halkı inim inim inletmşler. Ne yazzık ki millet Yirmi küsür senedir de bu zulmü çekmek zorunda kalmıştır.Yani bir ateist zalimden kurtulup başka bir günahkarın esiri haline gelmiştir.Allah bu milleti keferelerin ve fecerelerin şerrinden korusun. Günümüz münafık fecerelerinin elinden de en kısa zamanda kurtarsın.

Kurtulmanın yolu ise, demokrasinin ve hür iradenin aracı olan, sandıktan geçer. "Yeter artık söz milletin diyelim". Haydi hayırlısı inşallah istenilen olur demokrasi yerleşir,hak hukuk ve adalet güç kazanır.

Rafet Özcan

13 Mayıs 2024 Pazartesi

ANAYASA" ŞAHSIN DEĞİL, MİLLETİN ANAYASASI OLMALI !

 Anayasalar, ülke yönetiminde yöneticiler için bir pusuladır.Yasalar Ana yasaya uygun olarak çıkarılır, yöneticiler de Anayasaya uygun kanunlara göre hareket ederler.Yani  çıkarlan kanunlar  anayasaya aykırı olamaz.Buna göre hiç kimse de anayasaya aykırı hareket edemez.Son günler de Anayasa tartışmalar gündemde.İhtilalcilerin yaptığı 12 Eylül anayasası değiştirildiği halde beğenilmemektedir.Elbette ki İhtilâl dönemi Anayasaları  sivillerin yapacağı anayasadan farklıdır. Çünkü olaganüstü şartlarda yapılmaktadır.

O zaman akla şu soru takılıyor neden sivil iktidarlar ve muhalefet biraraya gelerek müşterek bir anlayışla milletin büyük çoğunluğunun kabul edeceği bir anayasa yapamazlar? Fırsat elde iken neden bu konuda bir çalışma yapmazlar? İlla ki, anayasa yapmak için olağanüstü bir durumun mu olması gerekir?İktidarı da muhalefeti de, İhtilal ürünü anayasalardan çok çekti.Sivillerin yani milleti temsil eden parlementerlerin anayasa yapma zamanı gelmedi mi? Ne duruyorsunuz madem millet istiyor seçim ile birlikte  Anayasayı da milletin oyuna sunun.Yalnız her şeyde olduğu gibi ben yaptım oldu değil, eşit şartlarda ,istişare ile herkesin tasvip edeceği, Parlementer sisteme uygun demokratik bir anayasa yapın.İktidarı da muhalefeti de kişiye göre anayasa değil de ülkeye faydalı bir anayasa yapsınlar. Böylece hem  millet rahatlar hem de ülke güzel bir Anayasaya kavuşur.Seçilmiş milletvekilleri de milletin emrinde ve hizmetinde olduğunu göstermiş olurlar.İşte birlik olunacaksa bunda birlik olun. Millete hiç olmazsa bir sefer olsun birlik olduğunuzu gösterin.Senin benim istediğim değil,sana göre bana göre de değil, bize göre bir Anayasa yapın.Bir sefer olsun birbirinizi aldatmadan ülkeniz için dürüst bir iş yapın.

Herkes şunu unutmasın ve bilsin ki, aldatmayla ile iş yapanlar, bir gün kendileri de aldanırlar.Anayasa da, anayasa olmaktan çıkar ,"Banayasa "yani şahsı mahsus yasa olur.Bunu da hiç kimse, ne beğenir, ne de kabullenir.

Eskisi değişti işe yaramaz hale geldi.Yeni yapılacak Anayasa ise milletin tasvibinden geçerse ülke huzura kavuşur.

Gayret sizden, yardım ve muaffakiyet Allah'tan.


10 Mayıs 2024 Cuma

İSTİĞFAR VE TEVBE

  Yedincisi: 

   İrade-i cüz'iye-i insaniye ve cüz'-i ihtiyariyesi çendan zaîftir, bir emr-i itibarîdir, fakat Cenab-ı Hak ve Hakîm-i Mutlak, o zaîf cüz'î iradeyi, irade-i külliyesinin taallukuna bir şart-ı âdi yapmıştır.

Yani manen der: "Ey abdim!

İhtiyarınla hangi yolu istersen, seni o yolda götürürüm.

Öyle ise mes'uliyet sana aittir!" Teşbihte hata olmasın, sen bir iktidarsız çocuğu omuzuna alsan, onu muhayyer bırakıp "Nereyi istersen seni oraya götüreceğim" desen, o çocuk yüksek bir dağı istedi, götürdün.

Çocuk üşüdü yahut düştü.

Elbette "Sen istedin" diyerek itab edip üstünde bir tokat vuracaksın.

İşte Cenab-ı Hak, Ahkemü'l-Hâkimîn, nihayet zaafta olan abdin iradesini bir şart-ı âdi yapıp, irade-i külliyesi ona nazar eder.

   Elhasıl: 

   Ey insan!

Senin elinde gayet zaîf, fakat seyyiatta ve tahribatta eli gayet uzun ve hasenatta eli gayet kısa, cüz'-i ihtiyarî namında bir iraden var.

O iradenin bir eline duayı ver ki, silsile-i hasenatın bir meyvesi olan Cennet'e eli yetişsin ve bir çiçeği olan saadet-i ebediyeye eli uzansın.

Diğer eline istiğfarı ver ki, onun eli seyyiattan kısalsın ve o şecere-i mel'unenin bir meyvesi olan Zakkum-u Cehennem'e yetişmesin.

Demek dua ve tevekkül, meyelan-ı hayra büyük bir kuvvet verdiği gibi; istiğfar ve tövbe dahi, meyelan-ı şerri keser, tecavüzatını kırar.

Sözler - 468

9 Mayıs 2024 Perşembe

EN LÜZUMLE ESAS İHLAS

    Şimdi terbiye-i İslâmiyeden ve a'mal-i uhreviyeden en kıymetli ve en lüzumlu esas, ihlastır.

Bu çeşit şefkatteki kahramanlıkta o hakikî ihlas bulunuyor.

   Eğer bu iki nokta o mübarek taifede inkişafa başlasa, daire-i İslâmiyede pek büyük bir saadete medar olur.

Halbuki erkeklerin kahramanlıkları mukabelesiz olamıyor; belki, yüz cihette mukabele istiyorlar.

Hiç olmazsa şan ve şeref istiyorlar.

Fakat maatteessüf bîçare mübarek taife-i nisaiye, zalim erkeklerinin şerlerinden ve tahakkümlerinden kurtulmak için, başka bir tarzda, za'fiyetten ve acizden gelen başka bir nevide riyakârlığa giriyorlar.

Lemalar - 201

ŞEFKATİN SÛ'İSTİMAL EDİLMESİ

    Eğer hakikî şefkat sû'-i istimal edilmeyerek, bîçare veledini haps-i ebedî olan Cehennem'den ve i'dam-ı ebedî olan dalalet içinde ölmekten kurtarmaya o şefkat sırrı ile çalışsa; o veledin bütün ettiği hasenatının bir misli, vâlidesinin defter-i a'maline geçeceğinden, vâlidesinin vefatından sonra her vakit hasenatları ile ruhuna nurlar yetiştirdiği gibi, âhirette de değil davacı olmak, bütün ruh u canı ile şefaatçi olup ebedî hayatta ona mübarek bir evlâd olur.

   Evet insanın en birinci üstadı ve tesirli muallimi, onun vâlidesidir.

Bu münasebetle ben kendi şahsımda kat'î ve daima hissettiğim bu manayı beyan ediyorum:

   Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zâtlardan ders aldığım halde, kasem ediyorum ki; en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi merhum vâlidemden aldığım telkinat ve manevî derslerdir ki; o dersler fıtratımda, âdeta maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş.

Sair derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini, aynen görüyorum.

Demek bir yaşımdaki fıtratıma ve ruhuma, merhum vâlidemin ders ve telkinatını, şimdi bu seksen yaşımdaki gördüğüm büyük hakikatler içinde birer çekirdek-i esasiye müşahede ediyorum.

   Ezcümle; meslek ve meşrebimin dört esasından en mühimi olan şefkat etmek ve Risale-i Nur'un da en büyük hakikatı olan acımak ve merhamet etmeyi, o vâlidemin şefkatlı fiil ve halinden ve o manevî derslerinden aldığımı yakînen görüyorum.

Evet bu hakikî ihlas ile hakikî bir fedakârlık taşıyan vâlidelik şefkati sû'-i istimal edilip, masum çocuğunun elmas hazinesi hükmünde olan âhiretini düşünmeyerek, muvakkat fâni şişeler hükmünde olan dünyaya o çocuğun masum yüzünü çevirmek ve bu şekilde ona şefkat göstermek, o şefkatı sû'-i istimal etmektir.    Evet kadınların şefkat cihetiyle bu kahramanlıklarını hiçbir ücret ve hiçbir mukabele istemeyerek, hiçbir faide-i şahsiye, hiçbir gösteriş manası olmayarak ruhunu feda ettiklerine; o şefkatın küçücük bir numunesini taşıyan bir tavuğun yavrusunu kurtarmak için arslana saldırması ve ruhunu feda etmesi isbat ediyor.

Lemalar - 200

ŞEFKAT

 BİRİNCİ NÜKTE:

   Risale-i Nur'un en mühim bir esası şefkat olmasından, nisa taifesi şefkat kahramanları bulunmaları cihetiyle daha ziyade Risale-i Nur'la fıtraten alâkadardırlar.

Ve LİLLAHİLHAMD, bu fıtrî alâkadarlık çok yerlerde hissediliyor.

Bu şefkatteki fedakârlık, hakikî bir ihlası ve mukabelesiz bir fedakârlık manasını ifade ettiğinden, şimdi bu zamanda pek çok ehemmiyeti var.

Evet bir vâlide veledini tehlikeden kurtarmak için hiçbir ücret istemeden ruhunu feda etmesi ve hakikî bir ihlas ile vazife-i fıtriyesi itibariyle kendini evlâdına kurban etmesi gösteriyor ki; hanımlarda gayet yüksek bir kahramanlık var.

Bu kahramanlığın inkişafı ile; hem hayat-ı dünyeviyesini, hem hayat-ı ebediyesini onunla kurtarabilir.

Fakat bazı fena cereyanlarla, o kuvvetli ve kıymetdar seciye inkişaf etmez veyahut sû'-i istimal edilir.

   Yüzer numunelerinden bir küçük numunesi şudur: O şefkatli vâlide, çocuğunun hayat-ı dünyeviyede tehlikeye girmemesi, istifade ve fayda görmesi için her fedakârlığı nazara alır, onu öyle terbiye eder.

"Oğlum paşa olsun" diye bütün malını verir; hâfız mektebinden alır, Avrupa'ya gönderir.

Fakat o çocuğun hayat-ı ebediyesi tehlikeye girdiğini düşünmüyor ve dünya hapsinden kurtarmağa çalışıyor, Cehennem hapsine düşmesini nazara almıyor.

Fıtrî şefkatin tam zıddı olarak o masum çocuğunu, âhirette şefaatçi olmak lâzım gelirken davacı ediyor.

O çocuk, "Niçin benim imanımı takviye etmeden bu helâketime sebebiyet verdin?" diye şekva edecek.

Dünyada da terbiye-i İslâmiyeyi tam almadığı için, vâlidesinin hârika şefkatının hakkına karşı lâyıkıyla mukabele edemez, belki de çok kusur eder.

Lemalar - 199