30 Nisan 2023 Pazar

ÖLMEDEN ÖLMEK

 NEFSİMİZİ HESABA ÇEKELİM                     Eğer insan her günahı için evine bir çakıl taşı atsa, evi taşla dolardı. Ne yazık ki kendisi günahlarını hesap etmez. Hâlbuki melekler onları yazar. Allahü Teâlâ da yaptıklarından onları hesaba çekecektir.

Yine bir rivayette, günün dörde bölünmesi ve bunun bir cüz’ünde nefis muhasebesi yapılması istenmiştir.

İmam-ı Rabbâni Hazretleri Mektubat’ında: “Muhakkak Meşayih-i Kirâmdan bir cemaat, muhasebe yolunu ihtiyar ettiler. Her gece uykudan hemen önce günlük amel defterlerini, sözlerini, harekât ve sekenatlarını mütalâa ederlerdi ve tafsilatıyla her birinin hakikatlerini güzelce anlamaya çalışırlardı. Gaffar ve Aziz olan Allah’a tazarru, iltica, istiğfar ve tövbe ile günahlarını ve taksiratlarını telâfi ederler ve salih amelleri üzerine Allahü Teâlâ’ya hamd ve şükürle meşgul olurlar ve bu salih amellerini Allah’ın muvaffak kılmasına havale ederlerdi. Fütuhat-ı Mekkiye sahibi, bu muhasibînden idi ve şöyle buyurdu: ‘Ben muhasebede diğer Meşayih üzerine ziyade ettim. Hatta niyetlerimi ve kalbime gelen şeylerin hesabını yaptım.”

Nefis muhasebesi, ömrün her günü her saati dikkate alınarak ve vücudun bütün azaları hesaba katılarak yapılmalıdır.

Nitekim İbni Samte (ra) daima kendini hesaba çekerdi. Bir gece hesaba oturmuş ve altmış yaşına geldiği, bunun da 21.500 gün ettiğini görünce “Vay başıma gelene! Her gün bir günahım olsa 21.500 günahla Allah’ın huzuruna çıkıyorum. Halbuki her gün binlerce günahım vardır” diyerek bayıldı ve düştü. Bir daha ayılmayarak ruhunu teslim etti. Bu sırada “Sana Firdevs-i A’lâ ile müjde olsun!” diye gaipten bir ses duyuldu.

Hülâsa; her mü’min, bilhassa İslâmı öğrenme ve öğretme, yaşama ve yaşatma gibi mukaddes vazifeyi üzerine almış olan hizmet erbâbı kendisini her gün, hatta her an hesaba çekmeli, deruhte ettiği ulvî vazife ve hizmetlerde ne noktada bulunduğunu muhasebe etmelidir. Selâm ve duâ ile…

29 Nisan 2023 Cumartesi

ALLAH İÇİN UĞRAŞALIM

 Nasıl Kudüs-ü Şerif, Yahudilerin vahşetine ve peygamberlere yapılan zulümlere sahne olmuşsa Afyon şehri de insan haklarının çiğnenip vatandaş haklarının çarmıha gerildiği ikinci bir şehir oldu.

   14 Mayıs seçimleriyle çeyrek asrın diktatoryası zîr ü zeber edilip, çatır çatır yıkılırken millet, kendi mukadderatına hâkim olmaktan duyduğu hudutsuz bir sevinç içerisinde bayram ediyor.

   ...

   14 Mayıs'tan sonra her şeyin değişeceğini beklerken yine görüyoruz ki vali ve kaymakamlar eski alışkanlıklarına devamdalar.

   Taharri memurları yine konuşan iki üç vatandaşın peşinde ve yine Bedîüzzaman'ın evi tarassud altında.

Öyle ki bir jandarma çavuşu bile elinde arama emri olmadan Türkiye Cumhuriyeti kanunlarıyla müeyyed bulunan mesken masûniyetine tecavüz ediyor.

Ve bu cüretkâr, bir türlü ceza görmüyor.

Yine Üstadın kılık kıyafetiyle uğraşılıyor.

Devr-i sâbıkta olduğu gibi, ziyaretine gelenler yine kaydedilip karakollara çağrılıyor.

   ...

   Kendisini milletine hasreden seksen yaşındaki ihtiyar bir din âlimi, öldürülmek isteniyor hem de Ramazan Bayramı akşamı, iftar yemeğine zehir konulmak suretiyle.

   Bu ne feci, bu ne tahammül edilmez bir haldir.

Tecrit edilmiş, daimî bir tarassud altında, kapısında bekçi...

O, içeride ölümle baş başa bırakılıyor.

   Heyhat!

Geliniz ey ehl-i İslâm!

Hep beraber ağlaşalım.

Hayır, hayır!

Gözyaşlarıyla, feryat ile tedavisi mümkün değil bu derdin.

Allah için uğraşalım.

  Nihat Yazar 


BEDÎÜZZAMAN'I ZEHİRLEDİLER

   Bundan yedi sene önce kanunların çiğnendiği, beşer haklarının çarmıha gerildiği, hürriyetlerin hiçe sayıldığı, şahsî arzu ve ihtirasatın kanunlardan üstün tutulduğu bir devr-i rezilanede, Afyon vilayetinin Emirdağ kazasına seksenlik bir ihtiyar, bir din âlimi sürülüyor.

Nüfus kütüğüne kaydettirilip burada ikamete mecbur ediliyor.

Tek gayesi, Kur'an-ı Kerîm'in ahkâmını tebliğ, insanları doğruya, iyiye ve namusluluğa sevk etmek olan bir fikir adamı, nefyediliyor.

Her cephesinde kan döktüğü kendi öz yurdunda, Engizisyon Mahkemelerinin dahi insanoğluna reva görmeyeceği zulme, işkencelere tabi tutuluyor.

Sakalına, bıyığına, kılık kıyafetine karışılıyor; jandarma dipçikleri altında ölüme mahkûm ediliyor.

   Sürgün olarak gönderildiği yerde dahi rahat bırakılmıyor.

Ecdadından misafirperverliği; ihtiyarların, garib ve kimsesizlerin yardımına koşmayı miras alan her Türk gibi bu kaza halkı da ilmî eserleriyle, ef'al ve hareketleriyle müsellem olan bu zatın yardımına koşmayı vicdanî bir vazife telakki ediyor.

   İslâm'ın ve ilmin izzet ü vakarını şerefle muhafaza etmesini bilen ve aslâ dünya zevkleri için mihnet kabul etmeyen bu şahsın, siyasî hiçbir parti ve teşekkülle de kat'iyen alâkası yoktur.

   Türkiye'de iman ve karakter sahibi her fikir adamına yapıldığı gibi bu kimsenin muhtelif defalar evi aranmış, mahkemelere verilmiş, bütün eserleri, mektupları en ufak teferruatına varıncaya kadar müsadere edilerek suçsuz yere hapishanelerde süründürülmüştür.

   Evet, suçsuz yere diyoruz.

Çünkü vali ve kaymakamından tutunuz da karakoldaki jandarmasına varıncaya kadar Üstada eza ve cefa etmek, hapishanelerde süründürmek bir vesile-i iftihar; şefin gözüne girebilmek, terfi-i makam edebilmek gibi süflî hırslarla yanıp kavrulanlar için ise bulunmaz bir fırsat olmuştur.    Bu zulüm, bu işkencenin sebeplerini, o devrin dine karşı olan temayülünde, vicdan hürriyetine ve İslâmiyet'e yaptığı baskıda aramak lâzımdır.

Bu halin, o devirde hiç de acayip olan bir tarafı yoktur.

Zira o devirde memlekette; dinsiz, materyalist, behimî hislerinin zebunu, köle ruhlu bir nesil yetiştirilmek istenirken, bu zatın kendi hayatını istihkar derecesinde ortaya atılıp hürriyetle, ahlâkla, imanla meşbu', hayvanî hislerin esiri olmayan bir gençlik istemesi ve bu uğurda çalışması elbette hoş görülmezdi.

Millet haklarını çiğneyip milyonların sırtından ahtapotlar gibi geçinmeyi şiar edinenler için korkulacak bir haldir bu.

   Takipler, baskılar senelerce devam etti.

Onunla konuşanların, mektuplaşanların, hizmetine koşanların evleri arandı, kendileri Afyon Hapishanesinde çürütülerek çoluk çocukları sokaklarda sürünmeye mahkûm edildi.

   Onun el yazması Kur'an-ı Kerîm'i ile bunun tefsiri olan Risale-i Nur parçaları birer hıyanet-i vataniye evrakı imiş gibi müsadere edilip savcılıklara devredildi.

Muhakemesine mevkufen devam edilerek, yirmi ay suçsuz yere hapishanede bırakıldı.

   Öyle bir an geldi ki bu vak'aların cereyan ettiği Afyon Hapishanesi, Allah'a inanmaktan ve onun emirlerini yerine getirmekten gayrı hiçbir suçu olmayan masum vatandaşlarla dolup taştı.

Onlara reva görülen zulüm, işkence, şeytanları bile dehşete düşürdü, ayyuka çıktı, vahşet halini aldı.


YILDIZLAR NUTKA GELMİŞ

 YILDIZLARI KONUŞTURAN BİR YILDIZNAME 

   Dinle de yıldızları şu hutbe-i şirinine

   Name-i nurîn-i hikmet, bak ne takrir eylemiş.

   Hep beraber nutka gelmiş, hak lisanıyla derler:

   "Bir Kadîr-i Zülcelal'in haşmet-i sultanına

   Birer bürhan-ı nur-efşanız vücud-u Sâni'a

   Hem vahdete hem kudrete şahitleriz biz.

   Şu zeminin yüzünü yaldızlayan

   Nâzenin mu'cizatı çün melek seyranına.

   Bu semanın arza bakan, cennete dikkat eden

   Binler müdakkik gözleriz biz.

{(Hâşiye): Yani cennet çiçeklerinin fidanlık ve mezraacığı olan zeminin yüzünde hadsiz mu'cizat-ı kudret teşhir edildiğinden semavat âlemindeki melaikeler o mu'cizatı, o hârikaları temaşa ettikleri gibi ecram-ı semaviyenin gözleri hükmünde olan yıldızlar dahi güya melaikeler gibi zemin yüzündeki nâzenin masnuatı gördükçe cennet âlemine bakıyorlar.

O muvakkat hârikaları, bâki bir surette cennette dahi müşahede ediyorlar gibi bir zemine, bir cennete bakıyorlar.

Yani o iki âleme nezaretleri var demektir.}    Tûba-i hilkatten semavat şıkkına, hep Kehkeşan ağsanına

   Bir Cemil-i Zülcelal'in, dest-i hikmetle takılmış pek güzel meyveleriyiz biz.

   Şu semavat ehline birer mescid-i seyyar, birer hane-i devvar, birer ulvi âşiyane

   Birer misbah-ı nevvar, birer gemi-i cebbar, birer tayyareleriz biz.

   Bir Kadîr-i Zülkemal'in, bir Hakîm-i Zülcelal'in birer mu'cize-i kudret, birer hârika-i sanat-ı Hâlıkane,

   Birer nadire-i hikmet, birer dâhiye-i hilkat, birer nur âlemiyiz biz.

   Böyle yüz bin dil ile yüz bin bürhan gösteririz, işittiririz insan olan insana.

   Kör olası dinsiz gözü, görmez oldu yüzümüzü hem işitmez sözümüzü, hak söyleyen âyetleriz biz.

   Sikkemiz bir, turramız bir, Rabb'imize musahharız.

Müsebbihiz, zikrederiz abîdane.

   Kehkeşan'ın halka-i kübrasına mensup birer meczuplarız biz." dediklerini hayalen dinledim.

Sözler

27 Nisan 2023 Perşembe

MEVCUDAT BİRER MODEL

 Sâni'-i Zülcelal herbir nevi mevcudatın mahiyetini birer model ittihaz ederek ve nukuş-u esmasıyla kemalât-ı san'atını göstermek için; herbir şey'e hususan zîhayata, duygularla murassa' bir vücud libasını giydirerek, üstünde kalem-i kaza ve kaderle nakışlar yapar; cilve-i esmasını gösterir.

Herbir mevcuda dahi, ona lâyık bir tarzda bir ücret olarak; bir kemal, bir lezzet, bir feyz veriyor.

مَالِكُ الْمُلْكِ يَتَصَرَّفُ ف۪ى مُلْكِه۪ كَيْفَ يَشَٓاءُ

sırrına mazhar olan o Sâni'-i Zülcelal'e karşı hiçbir şey'in hakkı var mıdır ki, desin: "Bana zahmet veriyorsun.

Benim istirahatımı bozuyorsun." Hâşâ!

Evet mevcudatın hiçbir cihette Vâcibü'l-Vücud'a karşı hakları yoktur ve hak dava edemezler; belki hakları, daima şükür ve hamd ile, verdiği vücud mertebelerinin hakkını eda etmektir.

Çünki verilen bütün vücud mertebeleri vukuattır, birer illet ister.

Fakat verilmeyen mertebeler imkânattır.

İmkânat ise ademdir, hem nihayetsizdir.

Ademler ise, illet istemezler.

Nihayetsize illet olamaz.

Meselâ madenler diyemezler: "Niçin nebatî olmadık?" Şekva edemezler; belki vücud-u madenîye mazhar oldukları için hakları Fâtırına şükrandır.

Nebatat niçin hayvan olmadım deyip şekva edemez, belki vücud ile beraber hayata mazhar olduğu için hakkı şükrandır.

Hayvan ise niçin insan olmadım diye şikayet edemez, belki hayat ve vücud ile beraber kıymetdar bir ruh cevheri ona verildiği için, onun üstündeki hakkı, şükrandır.

Ve hâkeza kıyas et.

Mektubat 

ANNE VE BABA HAKKI

 Evlât olarak-–Allah için—dünyada en nâzik olacağımız insanların birincisi annemiz, ikincisi babamızdır. Onlar bize hangi tür haksızlık yapmış olurlarsa olsunlar; bizi ne tür bir muâmeleye tâbi tutmuş olurlarsa olsunlar; onlar tarafından en horlanan, en hakîr görülen, en sevilmeyen, en çok dışlanan ne kadar biz olursak olalım; onlara saygıda kusur etmeyeceğiz.

Şu hadisleri dikkatle inceleyelim:

* Enes (ra) bildirmiştir: Peygamber Efendimiz (asm) buyurdu ki: “Anne ve babasını râzı eden Allah’ı râzı etmiştir. Anne ve babasını kızdıran Allah’ı kızdırmıştır.”  1

* Abdurrahman bin Semüre (ra) bildirmiştir: Peygamber Efendimiz (asm) buyurdu ki: “Akşam rüyâ-yı sâdıkada gördüm ki, ümmetimden bir adam vardı. Susuzluktan dili dışarıya sarkmış, soluyordu. Tuttuğu Ramazan orucu geldi ve ona su ikrâm etti. Ümmetimden bir adam gördüm ki, önü karanlık, arkası karanlık, sağı karanlık, solu karanlık, üstü karanlık, altı karanlıktı. Yaptığı hac ve umresi geldi ve onu bu karanlıklardan kurtardı. Ümmetimden bir adam gördüm ki, ölüm meleği ruhunu almak için gelmişti. Anne ve babasına yaptığı iyilikler geldi. Meleğin o anda ruhunu almasına mâni oldu. Ümmetimden bir adam gördüm ki, Mü’minlerle konuştuğu halde, onlar kendisiyle konuşmuyorlardı. Akrabalarıyla olan iyi ilişkileri geldi ve onlara hitâben, ‘Bu akrabalarına iyilik ederdi’ dedi. Bunun üzerine onlar onunla konuştular. O da onlara karıştı.” 2

* Hazret-i Âişe (ra) bildirmiştir. Allah Resûlü (asm) buyurdu ki: “Cennete girdim. Orada bir güzel okuma sesi işittim. ‘Bu okuyan kim?’ diye sordum. ‘Hârise bin Nu’man’ dediler. (Hârise bin Nu’man annesine ve babasına iyilikleri dolayısıyla bu makama ulaşmıştır.) İşte anne-babaya yapılan iyilik böyledir. İşte anne-babaya yapılan iyilik böyledir. Kişiyi böyle yükseltir.” 

SAKIN ALDANMA !

   Eyvah!
Aldandık.
Şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik.
O zan sebebiyle bütün bütün zayi ettik.
Evet, şu güzeran-ı hayat bir uykudur, bir rüya gibi geçti.
Şu temelsiz ömür dahi bir rüzgâr gibi uçar gider.
اِنْسَانْ بَزَوَالْ دُنْيَا بَفَنَا اَسْتْ اٰمَالْ ب۪ى بَقَا اٰلَامْ بَبَقَا اَسْتْ
   Kendine güvenen ve ebedî zanneden mağrur insan, zevale mahkûmdur.
Süratle gidiyor.
Hane-i insan olan dünya ise zulümat-ı ademe sukut eder.
Emeller bekasız, elemler ruhta bâki kalır.
بِيَا اَىْ نَفْسِ نَافَرْجَامْ وُجُودِ فَان۪ى خُودْرَا فَدَا كُنْ
خَالِقِ خُودْرَا كِه ا۪ينْ هَسْت۪ى وَد۪يعَه هَسْتْ
   Madem hakikat böyledir, gel ey hayata çok müştak ve ömre çok talip ve dünyaya çok âşık ve hadsiz emeller ile ve elemler ile müptela bedbaht nefsim!
Uyan, aklını başına al!
Nasıl ki yıldız böceği kendi ışıkçığına itimat eder, gecenin hadsiz zulümatında kalır.
Bal arısı, kendine güvenmediği için gündüzün güneşini bulur.
Bütün dostları olan çiçekleri, güneşin ziyasıyla yaldızlanmış müşahede eder.
Öyle de kendine, vücuduna ve enaniyetine dayansan yıldız böceği gibi olursun.
Eğer sen, fâni vücudunu, o vücudu sana veren Hâlık'ın yolunda feda etsen bal arısı gibi olursun.
Hadsiz bir nur-u vücud bulursun.
Hem feda et.
Çünkü şu vücud, sende vedia ve emanettir.
وَ مُلْكِ اُو وَ اُو دَادَه فَنَا كُنْ تَا بَقَا يَابَدْ
اَزْ اٰنْ سِرّ۪ى كِه ، نَفْىِ نَفْىْ اِثْبَاتْ اَسْتْ
   Hem onun mülküdür hem o vermiştir.
Öyle ise minnet etmeyerek ve çekinmeyerek fena et, feda et tâ beka bulsun.
Çünkü nefy-i nefiy, ispattır.
Yani yok, yok ise o vardır.
Yok, yok olsa var olur. خُدَاىِ پُرْكَرَمْ خُودْ مُلْكِ خُودْرَا م۪ى خَرَدْ اَزْ تُو
بَهَاىِ ب۪ى گِرَانْ دَادَه بَرَاىِ تُو نِگَاهْ دَارَسْتْ
   Hâlık-ı Kerîm, kendi mülkünü senden satın alıyor.
Cennet gibi büyük bir fiyatı verir.
Hem o mülkü senin için güzelce muhafaza ediyor.
Kıymetini yükselttiriyor.
Yine sana hem bâki hem mükemmel bir surette verecektir.
Öyle ise ey nefsim!
Hiç durma.
Birbiri içinde beş kârlı bu ticareti yap.
Tâ beş hasaretten kurtulup beş rıbhi birden kazanasın.
Sözler

KUR'ANI DİNLEYELİM

 Kur'an'ı dinleyen insana, Kur'an'daki ilm-i hakikati ve nur-u hakikatle dünyanın mahiyetini bildirmekliğiyle, dünyaya aşk ve alâka pek manasız olduğunu anlatmaktır.

Yani, insana der ve ispat eder ki:

   "Dünya, bir kitab-ı Samedanîdir.

Huruf ve kelimatı nefislerine değil belki başkasının zat ve sıfât ve esmasına delâlet ediyorlar.

Öyle ise manasını bil, al; nukuşunu bırak git.

   Hem bir mezraadır, ek ve mahsulünü al, muhafaza et; muzahrefatını at, ehemmiyet verme.

   Hem birbiri arkasında daim gelen geçen âyineler mecmuasıdır.

Öyle ise onlarda tecelli edeni bil, envarını gör ve onlarda tezahür eden esmanın tecelliyatını anla ve müsemmalarını sev ve zevale ve kırılmaya mahkûm olan o cam parçalarından alâkanı kes.

   Hem seyyar bir ticaretgâhtır.

Öyle ise alışverişini yap, gel ve senden kaçan ve sana iltifat etmeyen kafilelerin arkalarından beyhude koşma, yorulma.    Hem muvakkat bir seyrangâhtır.

Öyle ise nazar-ı ibretle bak ve zahirî çirkin yüzüne değil; belki Cemil-i Bâki'ye bakan gizli, güzel yüzüne dikkat et, hoş ve faydalı bir tenezzüh yap, dön ve o güzel manzaraları irae eden ve güzelleri gösteren perdelerin kapanmasıyla akılsız çocuk gibi ağlama, merak etme.

   Hem bir misafirhanedir.

Öyle ise onu yapan Mihmandar-ı Kerîm'in izni dairesinde ye, iç, şükret.

Kanunu dairesinde işle, hareket et.

Sonra arkana bakma; çık, git.

Herzekârane fuzulî bir surette karışma.

Senden ayrılan ve sana ait olmayan şeylerle manasız uğraşma ve geçici işlerine bağlanıp boğulma." gibi zahir hakikatlerle dünyanın içyüzündeki esrarı gösterip dünyadan müfarakatı gayet hafifleştirir belki hüşyar olanlara sevdirir ve rahmetinin her şeyde ve her şe'ninde bir izi bulunduğunu gösterir.

Sözler

25 Nisan 2023 Salı

ŞİKAYETÇİ İNSAN

 Ey insan-ı müşteki!

Sen madum kalmadın, vücud nimetini giydin, hayatı tattın, camid kalmadın, hayvan olmadın, İslâmiyet nimetini buldun, dalalette kalmadın, sıhhat ve selâmet nimetini gördün ve hâkeza...

   Ey nankör!

Daha sen nerede hak kazanıyorsun ki, Cenab-ı Hakk'ın sana verdiği mahz-ı nimet olan vücud mertebelerine mukabil şükretmeyerek; imkânat ve ademiyat nev'inde ve senin eline geçmediği ve sen lâyık olmadığın yüksek nimetlerin sana verilmediğinden bâtıl bir hırsla Cenab-ı Hak'tan şekva ediyorsun ve küfran-ı nimet ediyorsun?

Acaba bir adam; minare başına çıkmak gibi âlî derecatlı bir mertebeye çıksın, büyük makam bulsun, her basamakta büyük bir nimet görsün; o nimetleri verene şükretmesin ve desin: "Niçin o minareden daha yükseğine çıkamadım" diye şekva ederek ağlayıp sızlasın.

Ne kadar haksızlık eder ve ne kadar küfran-ı nimete düşer, ne kadar büyük divanelik eder, divaneler dahi anlar.

   Ey kanaatsız hırslı ve iktisadsız israflı ve haksız şekvalı gafil insan!

Kat'iyyen bil ki: Kanaat, ticaretli bir şükrandır; hırs, hasaretli bir küfrandır. Ve iktisad, nimete güzel ve menfaatli bir ihtiramdır.

İsraf ise, nimete çirkin ve zararlı bir istihfaftır.

Eğer aklın varsa, kanaata alış ve rızaya çalış.

Tahammül etmezsen "Yâ Sabûr" de ve sabır iste; hakkına razı ol, teşekki etme.

Kimden kime şekva ettiğini bil, sus.

Her halde şekva etmek istersen; nefsini Cenab-ı Hakk'a şekva et, çünki kusur ondadır.

Mektubat - 285

24 Nisan 2023 Pazartesi

SÜNNETİ SENİYYE

 ON BİRİNCİ NÜKTE 

   Üç meseledir.

   Birinci Mesele: Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın sünnet-i seniyesinin menbaı üçtür: Akvali, ef'ali, ahvalidir.

Bu üç kısım dahi üç kısımdır: Feraiz, nevafil, âdât-ı hasenesidir.

   Farz ve vâcib kısmında ittibaa mecburiyet var; terkinde, azap ve ikab vardır.

Herkes ona ittibaa mükelleftir.

   Nevafil kısmında, emr-i istihbabî ile yine ehl-i iman mükelleftir.

Fakat terkinde azap ve ikab yoktur.

Fiilinde ve ittibaında azîm sevaplar var ve tağyir ve tebdili bid'a ve dalalettir ve büyük hatadır.

   Âdât-ı seniyesi ve harekât-ı müstahsenesi ise hikmeten, maslahaten, hayat-ı şahsiye ve neviye ve içtimaiye itibarıyla onu taklit ve ittiba etmek, gayet müstahsendir.

Çünkü her bir hareket-i âdiyesinde, çok menfaat-i hayatiye bulunduğu gibi mutabaat etmekle o âdab ve âdetler, ibadet hükmüne geçer.

   Evet, madem dost ve düşmanın ittifakıyla, Zat-ı Ahmediye (asm) mehasin-i ahlâkın en yüksek mertebelerine mazhardır.

Ve madem bi'l-ittifak nev-i beşer içinde en meşhur ve mümtaz bir şahsiyettir.

Ve madem binler mu'cizatın delâletiyle ve teşkil ettiği âlem-i İslâmiyet'in ve kemalâtının şehadetiyle ve mübelliğ ve tercüman olduğu Kur'an-ı Hakîm'in hakaikinin tasdikiyle, en mükemmel bir insan-ı kâmil ve bir mürşid-i ekmeldir.

Ve madem semere-i ittibaıyla milyonlar ehl-i kemal, meratib-i kemalâtta terakki edip saadet-i dâreyne vâsıl olmuşlardır.

Elbette o zatın sünneti, harekâtı, iktida edilecek en güzel numunelerdir ve takip edilecek en sağlam rehberlerdir ve düstur ittihaz edilecek en muhkem kanunlardır.

Bahtiyar odur ki bu ittiba-ı sünnette hissesi ziyade ola.

   Sünnete ittiba etmeyen, tembellik eder ise hasaret-i azîme; ehemmiyetsiz görür ise cinayet-i azîme; tekzibini işmam eden tenkit ise dalalet-i azîmedir.

   İkinci Mesele: Cenab-ı Hak Kur'an-ı Hakîm'de: وَاِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَظ۪يمٍ ferman eder.

Rivayat-ı sahiha ile Hazret-i Âişe-i Sıddıka (r.anha) gibi sahabe-i güzin, Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâmı tarif ettikleri zaman "Hulukuhu'l-Kur'an" diye tarif ediyorlardı.

Yani Kur'an'ın beyan ettiği mehasin-i ahlâkın misali, Muhammed aleyhissalâtü vesselâmdır.

Ve o mehasini en ziyade imtisal eden ve fıtraten o mehasin üstünde yaratılan odur.

   İşte böyle bir zatın ef'al, ahval, akval ve harekâtının her birisi, nev-i beşere birer model hükmüne geçmeye lâyık iken, ona iman eden ve ümmetinden olan gafillerin, (sünnetine ehemmiyet vermeyen veyahut tağyir etmek isteyen) ne kadar bedbaht olduğunu divaneler de anlar.

   Üçüncü Mesele: Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, hilkaten en mutedil bir vaziyette ve en mükemmel bir surette halk edildiğinden, harekât ve sekenatı, itidal ve istikamet üzerine gitmiştir.

Siyer-i seniyesi, kat'î bir surette gösterir ki her hareketinde istikamet ve itidal üzere gitmiş, ifrat ve tefritten içtinab etmiştir.

Evet, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm فَاسْتَقِمْ كَمَٓا اُمِرْتَ emrini tamamıyla imtisal ettiği için bütün ef'al ve akval ve ahvalinde istikamet, kat'î bir surette görünüyor.

   Mesela, kuvve-i akliyenin fesat ve zulmeti hükmündeki ifrat ve tefriti olan gabavet ve cerbezeden müberra olarak, hadd-i vasat ve medar-ı istikamet olan hikmet noktasında kuvve-i akliyesi daima hareket ettiği gibi...

   Kuvve-i gazabiyenin fesadı ve ifrat ve tefriti olan korkaklık ve tehevvürden münezzeh olarak, kuvve-i gazabiyenin medar-ı istikameti ve hadd-i vasatı olan şecaat-i kudsiye ile kuvve-i gazabiyesi hareket etmekle beraber...

   Kuvve-i şeheviyenin fesadı ve ifrat ve tefriti olan humud ve fücurdan musaffâ olarak, o kuvvenin medar-ı istikameti olan iffette, kuvve-i şeheviyesi daima iffeti, a'zamî masumiyet derecesinde rehber ittihaz etmiştir.

Ve hâkeza...

   Bütün sünen-i seniyesinde, ahval-i fıtriyesinde ve ahkâm-ı şer'iyesinde, hadd-i istikameti ihtiyar edip zulüm ve zulümat olan ifrat ve tefritten, israf ve tebzirden içtinab etmiştir.

Hattâ tekellümünde ve ekl ve şürbünde, iktisadı rehber ve israftan kat'iyen içtinab etmiştir.

Bu hakikatin tafsilatına dair binler cilt kitap telif edilmiştir.

اَلْعَارِفُ تَكْف۪يهِ الْاِشَارَةُ sırrınca, bu denizden bu katre ile iktifa edip kıssayı kısa keseriz.

Lemalar

BAYKUŞUN NASİHATI

 "Bütün hayvanat ve kuşların bütün nevileri ve taifeleri ve milletleri, bil’ittifak lisan-ı kal ve lisan-ı halleriyle “La ilahe illa Hu” deyip, zemin yüzünü bir zikirhane ve muazzam bir meclis-i tehlil suretine çevirmişler.

Bediüzzaman Said Nursî (Asa-yı Musa)

Bir baykuş, Süleyman aleyhisselâmın yanına geldi, selam verdi. Hz. Süleyman selâmını aldı. Sonra aralarında şöyle bir konuşma geçti:

“Ey baykuş, neden topraktan çıkanları yemezsin?”

“Çünkü Hz. Âdem topraktan çıkan şey sebebiyle cennetten çıkarıldı.”

“Peki, neden su içmezsin?”

“Çünkü Nûh aleyhisselâmın kavmi suda boğuldu.”

“Neden imar edilmiş yerleri terk edip harabelerde yaşıyorsun?”

“Harabeler Hz. Allah’ın mirasıdır, ben de Hz. Allah’ın mirasında otururum.”

“Harabe üzerine konduğunda ne dersin?”

“Burada yaşayanlar nerededir? derim.”

“Ya binaların üzerinden geçerken ne dersin?”

“Yazık bu insanlara ki önünde nice güçlükler varken rahat uyumaktadır, derim.”

“Gündüzleri niçin çıkmazsın?”

“İnsanların kendilerine ettiği zulümlerin çokluğundan…”

“Öterken ne dersin?”

“Ey gafil, ahiret yolculuğun için azık hazırla! derim. Ve ‘Subhane hâlikun Nur’ diye zikrederim”

Bu konuşma üzerine Süleyman (as) şöyle buyurdu:

“Kuşlar içinde insanoğluna bu kadar güzel nasihat eden ve bundan daha şefkatli olanı yoktur. Cahillerin ondan nefret etmeleri, onu uğursuz saymaları ne acayip şeydir.”

DÜNYA MALI DÜNYADA KALIR

 Dünyaya değer veren, ahireti unutan, ibadetten uzakta kalan, yaradılış gayesine uymayanlar, maddî çıkar temin etmek için kardeşinin cesedi üzerine basarak dünyada, dünyalık için yükselmek isteyenler hep birlikte aşağıdaki kıssayı okuyup düşünelim.

Ahiretin ebedî, dünyanın fani olduğunu unutmayalım. Yarın mutlaka hepimiz Cenâb-ı Hakk’ın huzurunda hesaba çekileceğiz.

Mekhul (ra) Hazretleri’nden (Meşhur hadis hafızlarından) şöyle bir kıssa rivayet edilmektedir: Bahçesinde çalışan yaşlı bir çiftçi “Ben Hz. Süleyman (as) ulaşabilsem ona bir kaç söz söylemek isterdim” der. Yaşlı ihtiyar çiftçinin bu isteği Hz. Allah (cc) tarafından Süleyman (as) Hazretlerine ulaştırılır.

Süleyman (as) Allah’ın (cc) izni ve rüzgârın yardımı ile anında, bahçesinde çalışan ve Süleyman (as) ile görüşmek arzusunda olan ihtiyarın yanına gelir. Süleyman (as) İhtiyara, “Duydum ki sen Süleyman (as) ile konuşmak ona bazı şeyler söylemek istersin. Ben Süleyman’ım. Allah’ın izni ile yanına geldim haydi söyle söyleyeceğin sözleri seni dinliyorum” der. Yaşlı çiftçi söze başlar ve Hz. Süleymana şöyle der: “Ey Allah’ın Resulu. Sen bir peygambersin aynı zamanda saltanat sahibisin. Sana söyleyeceklerim şunlar: Sende dünün lezzetlerinden, tatlılıklarından şu an hiçbir şey yok. Bende de dünün acı ve ıztıraplarından hiçbir şey yok. O halde sen ve ben müsaviyız. Sen zengin ben fakir olsam da eşitiz. Ne kadar yaşarsan yaşa birgün sen de öleceksin. Zamanı gelince ben de öleceğim. Bunda da müsaviyiz. Saltanatın var, yahut peygambersin diye senin için ölümden kurtuluş yoktur. Benim için de yok. İkimizde yine müsavi olduk.

Sen Cenâb-ı Hakk’ın sana verdiklerinden hesaba çekileceksin malın, mülkün çoksa hesabın ona göre olacaktır. Ben de bana verilenden hesaba çekileceğim. Hesaba çekilme hususunda da yine ikimiz müsaviyiz. Mutlaka bir gün Allah’ın huzurunda hesap vereceğiz.

Süleyman (as) çiftçiyi dinledikten sonra ağlamaya başladı ve şöyle dedi: “Ya Rabbi! Senin lütuf ve keremin olmasaydı ben buradan geri dönemezdim. Hemen Senden ölümü isterdim. Sana dönmeyi isterdim. Ancak Sen kerem sahibisin, Sana sığınıyorum.”

Bahçesinde çalışan çiftçi bu üç sözü ile Süleyman (as)’a çok güzel bir nasihat etmiş oldu. Hz. Allah (cc) bizlere ibret alarak hazırlanmalar nasip eylesin. Amin.

Şurası kesindir ki, bu âleme gelen her canlı bir gün ruhunu teslim edecektir. O bakımdan gönül yıkmaya, kalp kırmaya gerek yoktur. Takdiri İlâhî ne ise o olur. Helâl kazanmak, helal harcamak, Allah yolunda ihlâsla hizmet ederek ebedî hayat için Rabbim bizlere hazırlanmayı nasip eylesin.Amin


İBRETLİK BİR OLAY

 Derviş ve Kuş hikâyesi çok ibretliktir.

Bir gün yaralı bir kuş; Hz. Süleyman’a (as) gelerek, kanadını bir dervişin kırdığını söyler. Hz. Süleyman (as) o dervişi hemen huzuruna çağırtır ve sorar: Bu kuş senden şikâyetçi, neden kanadını kırdın?

Derviş kendini savunur: Sultanım, ben bu kuşu avlamak istedim. Önce kaçmadı, yanına kadar gittim, yine kaçmadı.

Ben de, bana teslim olacağını düşünerek üzerine atladım. Tam yakalayacağım sırada kaçmaya çalıştı, o esnada kanadı kırıldı.

Bunun üzerine Hz. Süleyman kuşa döner ve der ki;

– Bak, bu adam da haklı. Sen niye kaçmadın? O, sana sinsice yaklaşmamış. Sen hakkını savunabilirdin. Şimdi, kolum kanadım kırıldı diye, şikâyet ediyorsun?

Kuş kendini savunur: Efendim, ben onu derviş kıyafetinde gördüğüm için kaçmadım. Avcı olsaydı hemen kaçardım. Derviş olmuş birinden bana zarar gelmez, bunlar Allah’tan korkarlar diye düşündüm ve kaçmadım.

Hz. Süleyman (as) bu savunmayı doğru bulur ve kısasın yerine getirilmesini emrederek:

– Kuş haklı, hemen dervişin kolunu kırın, deyince kuş, o anda öne atlayarak;

– Efendim, sakın öyle bir şey yaptırmayın, der ve sebebini şöyle açıklar:

– Efendim, dervişin kolunu kırarsanız, kolu iyileşince yine aynı şeyi yapar. Siz en iyisi mi, bunun üzerindeki derviş hırkasını çıkartın. Çıkartın ki, benim gibi kuşlar bundan sonra aldanmasın.

Liyakatsiz kişiyi ehil olmadığı alandan uzaklaştırmak, yapılması gerekenlerden sadece bir tanesidir, elbette, ama…

Dipnotlar:

1- ESDE (2017), s. 205 (Münâzarât).

2- Mektubat (2017), s. 524

22 Nisan 2023 Cumartesi

ALLAH'A KUL OLMAK

 Allah, mü'minlerden mallarını ve canlarını karşılığında cenneti vermek suretiyle satınalmak istiyor...tevbe suresi 111

 Emaneti, sahib-i hakikisine satmak.

 Şimdi satmaya bakacağız.

Acaba o kadar ağır bir şey midir ki çokları satmaktan kaçıyorlar.

Yok, kat'â ve aslâ!

Hiç öyle ağırlığı yoktur.

Zira helâl dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir.

Harama girmeye hiç lüzum yoktur.

Feraiz-i İlahiye ise hafiftir, azdır.

   Allah'a abd ve asker olmak, öyle lezzetli bir şereftir ki tarif edilmez.

   Vazife ise yalnız, bir asker gibi Allah namına işlemeli, başlamalı.

Ve Allah hesabıyla vermeli ve almalı.

Ve izni ve kanunu dairesinde hareket etmeli, sükûnet bulmalı.

   Kusur etse istiğfar etmeli.

"Yâ Rab!

Kusurumuzu affet, bizi kendine kul kabul et, emanetini kabzetmek zamanına kadar bizi emanette emin kıl, âmin!" demeli ve ona yalvarmalı.

Sözler

20 Nisan 2023 Perşembe

KOMŞU HAKKI

 Mealen Cenab-ı hak şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.”

(Hucurat, 49/12)

Komşuya en ufak bir eziyet ve sıkıntı vermekten çekinilmelidir. Gürültü yapmak, olur olmaz vakitlerde, halı, yolluk vs. çırpmak, komşuyu incitici söz söylemek, komşunun yardımına koşmamak gibi hâllerden şiddetle sakınılmalıdır.

Komşuyla iyi geçinmek, onlara maddi veya manevi hiçbir şekilde kötülük yapmamak, zarar vermemek gerekir. Maddi kötülük, komşunun evine, bahçesine, malına, mülküne tecavüz etmek; onları bozmak, yıkmak, kirletmek, zorla ele geçirmek, kendisini dövmek ve hırpalamaktır. Manevi kötülük, ırz ve namusuna tecavüz etmek, aile sırlarını çevreye yaymaktır.

Hz.Peygamber(s.a.v); “Allah’a ve ahiret gününe iman eden komşusuna eziyet etmesin.” buyurarak, Müslümanlara komşu hakkının önemini belirtmiştir.

(Müslim, İman 73,75)

Başka bir hadislerinde ise Allah Resulü(s.a.v); “Komşusu, kötülüklerinden emin olamayan kişi, iman etmiş olmaz.” buyurmaktadır.

(Buhârî, Edeb 29; Müslim, İman 73)

Hz.Enes(r.a) rivayetine göre Efendimiz(s.a.v) şöyle buyurmuşlardır: “Komşusuna eza eden, bana eza etmiş ve bana eza eden de Allah’a eza etmiş olur. Kim komşusu ile kavga ederse, benimle kavga etmiş olur. Benimle kavga eden de Allah’la kavga etmiş olur.”

(Ebû Dâvud, Akdiye 31)

Komşularımızın, helal dairesindeki düğün, sünnet ve mevlit gibi münasebetlerle yaptığı davetlerini geri çevirmemeliyiz. Meşru bir engelimiz yoksa davete mutlaka icabet etmeliyiz.

Davete icabet etmek sünnet olmakla birlikte, bir hadiste Müslümanın Müslüman üzerindeki haklarından biri olarak zikredilmektedir.

A’rac, Ebu Hureyre radıyallahu anh’tan naklen anlatıyor: Resulullah aleyhissalatu vesselam diyordu ki: “En şerli yemek, sadece zenginlerin çağrılıp, fakirlerin çağrılmadığı yemektir. Kim de davete icabet etmez, yemeğe gelmezse, Allah ve Resulune asi olmuştur.”

(Buhari, Nikâh 72)

Komşularımızın sahip olduğu dünyevi hüsün ve kuvvet ve mertebe ve servet gibi şeylerin fani ve muvakkat olduğunu düşünerek haset ve kıskançlık hastalıklarına bulaşmamaya, uzak durmaya çalışmalıdır.

Nitekim Resulullah (s.a.v); “Birbirinize haset etmeyin, birbirinize buğz etmeyin ve birbirinizle alakayı kesmeyin. Ey Allah’ın kulları, kardeş olunuz!” buyurmak suretiyle bizleri haset etmekten sakındırmaktadır.

(Buhârî, Edeb 57,58; Müslim, Birr 24,28,30,32)

Bir Müslümanın, diğer Müslüman kardeşiyle veya komşusuyla, aradaki sebep ne olursa olsun üç günden fazla küs, dargın durması helal değildir.

Zira Resulullah(s.a.v), “Bir Müslümana, kardeşine üç günden fazla küsmesi helal değildir.” buyurmaktadır.

(Buhârî, Edeb 62, İsti’zan 9; Müslim, Birr 25)

Komşularımız hakkında, Su-i zan da(kötü zan) bulunmak, manevi hastalıklardan sayılmıştır. Su-i zan, insanlar arasında düşmanlığın yaygınlaşmasına sebep olarak toplum fertleri arasında yardımlaşma ve dayanışma ruhunu ortadan kaldırır.

Bundan dolayı Yüce Allah, müminlere hüsn-ü zan(iyi düşünce) beslemeyi emretmiş ve sui zandan sakınmayı istemiştir. Çünkü hüsn-ü zan, insanlar arasında sevgi ve hoşgörünün yaygınlaşmasına ve bu vesileyle toplumda sosyal barışın sağlanmasına sebep olmaktadır.

Zaten insanî ilişkilerde esas olan hüsn-ü zandır. Kötülük yaptığı çok açık deliller ile belli olunca da o hususta hüküm ne ise ona göre hareket etmelidir.

Allah Resûlü(s.a.v); “Zandan kaçının. Çünkü zan, sözlerin en yalanıdır. Tecessüste bulunmayın, birbirinizin içyüzünü araştırmayın, birbirinizin sözlerine kulak kabartmayın, birbirinizle rekabete girişmeyin, birbirinizi çekememezlik etmeyin, birbirinize karşı buğz etmeyin ve sırtınızı dönmeyin; ey Allah’ın kulları kardeşler olunuz.” buyurmuştur. (Buhârî, Edeb 57,58; Müslim, Birr 24,28,30,32)

Komşulara yapacağımız herhangi bir yardım veya ikramda tercih söz konusu ise, hak evimize en yakın komşunundur.

Hz.Aişe(r.anha) şöyle buyuruyor: Bir gün “Ey Allah’ın Resulü iki komşum var, hangisine öncelikle hediyede bulunayım?” dedim. Resulullah(s.a.v); “Sana kapı itibarıyla yakın olana ver.” cevabını verdi. (Buhari, Edeb 32, Şüf’a 3, Hibe 16; Ebu Davud, Edeb 132

AHİRET İNANCININ ÖNEMİ

 Eğer iman-ı âhiret o büyük aile efradında hükmetmezse; güzel ahlâkın esasları olan ihlas, samimiyet, fazilet, hamiyet, fedakârlık, rıza-yı İlahî, sevab-ı uhrevî yerine garaz, menfaat, sahtekârlık, hodgâmlık, tasannu, riya, rüşvet, aldatmak gibi haller meydan alır.

Zahirî asayiş ve insaniyet altında, anarşistlik ve vahşet manaları hükmeder; o hayat-ı şehriye zehirlenir.

Çocuklar haylazlığa, gençler sarhoşluğa, kavîler zulme, ihtiyarlar ağlamağa başlarlar.

   Buna kıyasen, memleket dahi bir hanedir ve vatan dahi bir millî ailenin hanesidir.

Eğer iman-ı âhiret bu geniş hanelerde hükmetse, birden samimî hürmet ve ciddî merhamet ve rüşvetsiz muhabbet ve muavenet ve hilesiz hizmet ve muaşeret ve riyasız ihsan ve fazilet ve enaniyetsiz büyüklük ve meziyet o hayatta inkişafa başlarlar.

Çocuklara der: "Cennet var, haylazlığı bırak." Kur'an dersiyle temkin verir.

Gençlere der: "Cehennem var, sarhoşluğu bırak." Aklı başlarına getirir.

Zalime der: "Şiddetli azab var, tokat yiyeceksin." Adalete başını eğdirir.

İhtiyarlara der: "Senin elinden çıkmış bütün saadetlerinden çok yüksek ve daimî bir uhrevî saadet ve taze, bâki bir gençlik seni bekliyorlar.

Onları kazanmağa çalış." Ağlamasını gülmeye çevirir.

Asa-yı Musa


ONU TANIYAN...!

 İnsan binler çeşit elemler ile müteellim ve binler nevi lezzetler ile mütelezziz olacak bir zîhayat makine ve gayet derece acziyle beraber hadsiz maddî, manevî düşmanları ve nihayetsiz fakrıyla beraber hadsiz zahirî ve bâtınî ihtiyaçları bulunan ve mütemadiyen zeval ve firak tokatlarını yiyen bir bîçare mahluk iken, birden iman ve ubudiyetle böyle bir Padişah-ı Zülcelal'e intisab edip bütün düşmanlarına karşı bir nokta-i istinad ve bütün hâcatına medar bir nokta-i istimdad bularak, herkes mensub olduğu efendisinin şerefiyle, makamıyla iftihar ettiği gibi, o da böyle nihayetsiz Kadîr ve Rahîm bir padişaha iman ile intisab etse ve ubudiyetle hizmetine girse ve ecelin i'dam ilânını kendi hakkında terhis tezkeresine çevirse ne kadar memnun ve minnettar ve ne kadar müteşekkirane iftihar edebilir, kıyas ediniz.

 Onu tanıyan ve itaat eden zindanda dahi olsa bahtiyardır.

Onu unutan saraylarda da olsa zindandadır, bedbahttır.

Hattâ bir bahtiyar mazlum i'dam olunurken bedbaht zalimlere demiş: "Ben i'dam olmuyorum.

Belki terhis ile saadete gidiyorum.

Fakat ben de sizi i'dam-ı ebedî ile mahkûm gördüğümden sizden tam intikamımı alıyorum." Lâ ilahe illallah diyerek sürur ile teslim-i ruh eder.

Asa-yı Musa 

GENÇLİK NİMETİ

 Gençlik hiç şübhe yok ki gidecek.

Yaz güze ve kışa yer vermesi ve gündüz akşama ve geceye değişmesi kat'iyyetinde, gençlik dahi ihtiyarlığa ve ölüme değişecek.

Eğer o fâni ve geçici gençliğini iffetle hayrata -istikamet dairesinde- sarfetse, onunla ebedî, bâki bir gençliği kazanacağını bütün semavî fermanlar müjde veriyorlar.

   Eğer sefahete sarf etse, nasılki bir dakika hiddet yüzünden bir katl, milyonlar dakika hapis cezasını çektirir.

Öyle de gayr-ı meşru dairedeki gençlik keyifleri ve lezzetleri, âhiret mes'uliyetinden ve kabir azabından ve zevalinden gelen teessüflerden ve günahlardan ve dünyevî mücazatlarından başka, aynı lezzet içinde o lezzetten ziyade elemler olduğunu aklı başında her genç tecrübe ile tasdik eder.

   Mesela, haram sevmekte bir kıskançlık elemi ve firak elemi ve mukabele görmemek elemi gibi birçok ârızalar ile o cüz'î lezzet, zehirli bir bal hükmüne geçer.

Ve o gençliğin sû'-i istimali ile gelen hastalıkla hastahanelere ve taşkınlıklarıyla hapishanelere ve kalb ve ruhun gıdasızlık ve vazifesizliğinden neş'et eden sıkıntılarla meyhanelere, sefahethanelere veya mezaristana düşeceklerini bilmek istersen, git hastahanelerden ve hapishanelerden ve meyhanelerden ve kabristandan sor.

Elbette ekseriyetle, gençlerin gençliğinin sû'-i istimalinden ve taşkınlıklarından ve gayr-ı meşru keyiflerin cezası olarak gelen tokatlardan eyvahlar ve ağlamalar ve esefler işiteceksin.

   Eğer istikamet dairesinde gitse, gençlik gayet şirin ve güzel bir nimet-i İlahiye ve tatlı ve kuvvetli bir vasıta-i hayrat olarak âhirette gayet parlak ve bâki bir gençlik netice vereceğini, başta Kur'an olarak çok kat'î âyâtıyla bütün semavî kitablar ve fermanlar haber verip müjde ediyorlar.

Madem hakikat budur.

Ve madem helâl dairesi keyfe kâfidir.

Ve madem haram dairesindeki bir saat lezzet, bazen bir sene ve on sene hapis cezasını çektirir.

Elbette gençlik nimetine bir şükür olarak, o tatlı nimeti iffette, istikamette sarfetmek lâzım ve elzemdir.

Asa-yı Musa 

19 Nisan 2023 Çarşamba

HAYATI VEREN RIZKINI DA VERİR

 Hayatı kim vermiş, yapmış ise rızıkla o hayatı besleyen ve idame eden de odur.

Ondan başka olmaz.

Delil mi istersin?

En zayıf, en aptal hayvan en iyi beslenir (meyve kurtları ve balıklar gibi).

En âciz, en nazik mahluk en iyi rızkı o yer (çocuklar ve yavrular gibi).

   Evet, vasıta-i rızk-ı helâl, iktidar ve ihtiyar ile olmadığını; belki acz ve zaaf ile olduğunu anlamak için balıklar ile tilkileri, yavrular ile canavarları, ağaçlar ile hayvanları muvazene etmek kâfidir.

   Demek derd-i maişet için namazını terk eden, o nefere benzer ki talimi ve siperini bırakıp çarşıda dilencilik eder.

Fakat namazını kıldıktan sonra Cenab-ı Rezzak-ı Kerîm'in matbaha-i rahmetinden tayinatını aramak, başkalara bâr olmamak için kendisi bizzat gitmek; güzeldir, mertliktir, o dahi bir ibadettir.

Hem insan ibadet için halk olunduğunu, fıtratı ve cihazat-ı maneviyesi gösteriyor.

Zira hayat-ı dünyeviyesine lâzım olan amel ve iktidar cihetinde en edna bir serçe kuşuna yetişmez.

Fakat hayat-ı maneviye ve uhreviyesine lâzım olan ilim ve iftikar ile tazarru ve ibadet cihetinde hayvanatın sultanı ve kumandanı hükmündedir.

   Demek ey nefsim!

Eğer hayat-ı dünyeviyeyi gaye-i maksat yapsan ve ona daim çalışsan en edna bir serçe kuşunun bir neferi hükmünde olursun.

Eğer hayat-ı uhreviyeyi gaye-i maksat yapsan ve şu hayatı dahi ona vesile ve mezraa etsen ve ona göre çalışsan; o vakit hayvanatın büyük bir kumandanı hükmünde ve şu dünyada Cenab-ı Hakk'ın nazlı ve niyazdar bir abdi, mükerrem ve muhterem bir misafiri olursun.

   İşte sana iki yol, istediğini intihab edebilirsin.

Hidayet ve tevfiki Erhamü'r-Râhimîn'den iste.

Sözler

AHİRET YOLCULUĞUNUN BİLETİ

 O bilet ise namazdır.

Bir tek saat, beş vakit namaza abdestle kâfi gelir.

   Acaba yirmi üç saatini şu kısacık hayat-ı dünyeviyeye sarf eden ve o uzun hayat-ı ebediyeye bir tek saatini sarf etmeyen; ne kadar zarar eder, ne kadar nefsine zulmeder, ne kadar hilaf-ı akıl hareket eder.

Zira bin adamın iştirak ettiği bir piyango kumarına yarı malını vermek, akıl kabul ederse halbuki kazanç ihtimali binde birdir.

Sonra yirmi dörtten bir malını, yüzde doksan dokuz ihtimal ile kazancı musaddak bir hazine-i ebediyeye vermemek; ne kadar hilaf-ı akıl ve hikmet hareket ettiğini, ne kadar akıldan uzak düştüğünü, kendini âkıl zanneden adam anlamaz mı?

   Halbuki namazda ruhun ve kalbin ve aklın büyük bir rahatı vardır.

Hem cisme de o kadar ağır bir iş değildir.

Hem namaz kılanın diğer mubah dünyevî amelleri, güzel bir niyet ile ibadet hükmünü alır.

Bu surette bütün sermaye-i ömrünü, âhirete mal edebilir.

Fâni ömrünü, bir cihette ibka eder.

Sözler[Y] - 23

YİRMİDÖRT SAAT, YİRMİ DÖRT ALTIN

 Her gün yirmidört saat sermaye-i hayatı Hâlıkımız bize ihsan ediyor.

Tâ ki, iki hayatımıza lâzım şeyler o sermaye ile alınsın.

Biz kısacık hayat-ı dünyeviyeye yirmiüç saatı sarfedip, beş farz namaza kâfi gelen bir saati, pek çok uzun olan hayat-ı uhreviyemize sarfetmezsek; ne kadar hilaf-ı akıl bir hata ve o hatanın cezası olarak hem kalbî, hem ruhî sıkıntıları çekmek ve o sıkıntılar yüzünden ahlâkını bozmak ve me'yusane hayatını geçirmek sebebiyle, değil terbiye almak, belki terbiyenin aksine gitmekle ne derece hasaret ederiz, kıyas edilsin.

Eğer, bir saati beş farz namaza sarfetsek; o halde hapis ve musibet müddetinin herbir saati, bazen bir gün ibadet ve fâni bir saati bâki saatler hükmüne geçebilmesi ve kalbî ve ruhî me'yusiyet ve sıkıntıların kısmen zeval bulması ve hapse sebebiyet veren hatalara keffareten affettirmesi ve hapsin hikmeti olan terbiyeyi alması ne derece kârlı bir imtihan, bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellidarane bir hoş-sohbet olduğu düşünülsün.

Asa-yı Musa 

ÖLÜM HAKİKATİ

 Ölüm o kadar kat'î ve zahirdir ki; bu günün gecesi ve bu güzün kışı gelmesi gibi ölüm başımıza gelecek.

Hapishaneler nasıl ki mütemadiyen çıkanlar ve girenler için muvakkat bir misafirhanedir.

Öyle de: Bu zemin yüzü dahi, acele hareket eden kafilelerin yollarında bir gecelik konmak ve göçmek için bir handır.

Herbir şehri yüz defa mezaristana boşaltan ölüm, elbette hayattan ziyade bir istediği var.

Bir kısacık hülâsası şudur:

   Madem ölüm öldürülmüyor ve kabir kapısı kapanmıyor; elbette bu ecel celladının elinden ve kabir haps-i münferidinden kurtulmak çaresi varsa, insanın en büyük ve herşeyin fevkinde bir endişesi, bir mes'elesidir.

Evet çaresi var .

Kısacık hülâsası şudur ki:

   Ölüm ya i'dam-ı ebedîdir; hem o insanı, hem bütün ahbabını ve akaribini asacak bir darağacıdır.

Veyahut başka bir bâki âleme gitmek ve iman vesikasıyla saadet sarayına girmek için bir terhis tezkeresidir.

   Ve kabir ise, ya karanlıklı bir haps-i münferid ve dipsiz bir kuyudur veyahut bu zindan-ı dünyadan bâki ve nurani bir ziyafetgâh ve bağistana açılan bir kapıdır.

Asa-yı Musa 

18 Nisan 2023 Salı

İMAN VE MUHABBETULLAH

 İman ve muhabbetullahın neticesi: Ehl-i keşif ve tahkikin ittifakıyla; dünyanın bin sene hayat-ı mesudanesi, bir saatine değmeyen cennet hayatı ve cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat müşahedesine değmeyen bir kudsî, münezzeh cemal ve kemal sahibi olan Zat-ı Zülcelal'in müşahedesi, rü'yetidir ki {(Hâşiye): Hadîsin nassıyla "O şuhud, bütün lezaiz-i cennetin o derece fevkindedir ki onları unutturur.

Ve şuhuddan sonra ehl-i şuhudun hüsn-ü cemali o derece fazlalaşır ki döndükleri vakit, saraylarındaki aileleri çok dikkat ile zor ile onları tanıyabilirler." hadîste vârid olmuştur.} hadîs-i kat'î ile ve Kur'an'ın nassıyla sabittir.    Hazret-i Süleyman aleyhisselâm gibi muhteşem bir kemal ile meşhur bir zatın rü'yetine iştiyaklı bir merak, Hazret-i Yusuf aleyhisselâm gibi bir cemal ile mümtaz bir zatın şuhuduna meraklı bir iştiyak; herkes vicdanen hisseder.

Acaba dünyanın bütün mehasin ve kemalâtından binler derece yüksek olan cennetin bütün mehasin ve kemalâtı, bir cilve-i cemali ve kemali olan bir zatın rü'yeti, ne kadar mergub, merak-âver ve şuhudu ne derece matlub ve iştiyak-aver olduğunu kıyas edebilirsen et.

Sözler

AHİRET HESABINA DÜNYAYI SEVMEK

 Dünyada, dünyanın âhiret mezraası ve esma-i İlahiye âyinesi olan iki güzel yüzüne karşı mütefekkirane muhabbetin uhrevî neticesi: Dünya kadar fakat fâni dünya gibi fâni değil, bâki bir cennet verilecektir.

Hem dünyada yalnız zayıf gölgeleri gösterilen esma, o cennetin âyinelerinde en şaşaalı bir surette gösterilecektir.

   Hem dünyayı, mezraa-i âhiret yüzünde sevmenin neticesi: Dünyayı fidanlık, yani ancak fidanları bir derece yetiştiren küçük bir mezraası hükmünde olacak öyle bir cenneti verecek ki dünyada havas ve hissiyat-ı insaniye, küçük fidanlar olduğu halde, cennette en mükemmel bir surette inkişaf ve dünyada tohumcuklar hükmünde olan istidatları, enva-ı lezaiz ve kemalât ile sümbüllenecek surette ona verileceği, rahmetin ve hikmetin muktezası olduğu gibi, hadîsin nususuyla ve Kur'an'ın işaratıyla sabittir.

   Hem madem dünyanın her hatanın başı olan mezmum muhabbeti değil belki esmaya ve âhirete bakan iki yüzünü, esma ve âhiret için sevmiş ve ibadet-i fikriye ile o yüzleri mamur etmiş, güya bütün dünyasıyla ibadet etmiş.

Elbette dünya kadar bir mükâfat alması, mukteza-yı rahmet ve hikmettir.

   Hem madem âhiretin muhabbetiyle onun mezraasını sevmiş ve Cenab-ı Hakk'ın muhabbetiyle âyine-i esmasını sevmiş.

Elbette dünya gibi bir mahbub ister.

O da dünya kadar bir cennettir.

Sözler

ÇOCUK VE ANNE SEVĞİSİ

 Valideyn ve evlada muhabbet-i meşruanın neticesi: Nass-ı Kur'an ile Cenab-ı Erhamü'r-Râhimîn, onların makamları ayrı ayrı da olsa yine o mesud aileye safi olarak lezzet-i sohbeti, cennete lâyık bir hüsn-ü muaşeret suretinde, dâr-ı bekada ebedî mülakat ile ihsan eder.

Ve on beş yaşına girmeden, yani hadd-i büluğa vâsıl olmadan vefat eden çocuklar وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَ ile tabir edilen cennet çocukları şeklinde ve cennete lâyık bir tarzda gayet süslü, sevimli bir surette, onları cennette dahi peder ve validelerinin kucaklarına verir.

Veled-perverlik hislerini memnun eder.

Ebedî o zevki ve o lezzeti onlara verir.

Zira çocuklar sinn-i teklife girmediklerinden ebedî, sevimli, şirin çocuk olarak kalacaklar.

Dünyadaki her lezzetli şeyin en a'lâsı cennette bulunur.

Yalnız çok şirin olan veled-perverlik, yani çocuklarını sevip okşamak zevki -cennet tenasül yeri olmadığından- cennette yoktur, zannedilirdi.

İşte bu surette o dahi vardır.

Hem en zevkli ve en şirin bir tarzda vardır.

İşte kable'l-büluğ evladı vefat edenlere müjde...

Sözler

HAYAT ARKADAŞINA SEVGİ

 Refika-i hayatına meşru dairesinde, yani latîf şefkatine, güzel hasletine, hüsn-ü sîretine binaen samimi muhabbet ile refika-i hayatını da naşizelikten, sair günahlardan muhafaza etmenin netice-i uhreviyesi ise: Rahîm-i Mutlak, o refika-i hayatı, hurilerden daha güzel bir surette ve daha ziynetli bir tarzda, daha cazibedar bir şekilde, ona dâr-ı saadette ebedî bir refika-i hayatı ve dünyadaki eski maceraları birbirine mütelezzizane nakletmek ve eski hatıratı birbirine tahattur ettirecek enis, latîf, ebedî bir arkadaş, bir muhib ve mahbub olarak verileceğini vaad etmiştir.

Elbette vaad ettiği şeyi kat'î verecektir.

Sözler

EBEDİ GENÇLİK

 Dünyada meşru bir surette nefsine muhabbet, yani mehasinine bina edilen muhabbet değil belki noksaniyetlerini görüp tekmil etmeye bina edilen şefkat ile onu terbiye etmek ve onu hayra sevk etmek neticesi: O nefse lâyık mahbubları, cennette veriyor.

Nefis, madem dünyada heva ve hevesini Cenab-ı Hak yolunda hüsn-ü istimal etmiş.

Cihazatını, duygularını hüsn-ü suretle istihdam etmiş.

Kerîm-i Mutlak, ona dünyadaki meşru ve ubudiyetkârane muhabbetin neticesi olarak cennette, cennetin yetmiş ayrı ayrı enva-ı ziynet ve letafetinin numuneleri olan yetmiş muhtelif hulleyi giydirip nefisteki bütün hâsseleri memnun edecek, okşayacak yetmiş enva-ı hüsün ile vücudunu süslendirip her biri, ruhlu küçük birer cennet hükmünde olan hurileri, o dâr-ı bekada vereceği, pek çok âyât ile tasrih ve ispat edilmiştir.

   Hem dünyada gençliğe muhabbet, yani ibadette gençlik kuvvetini sarf etmenin neticesi: Dâr-ı saadette ebedî bir gençliktir.

Sözler[Y] - 721

ŞÜKÜR VE YİYECEKLER

 Birinci İşaret: Leziz taamlara, hoş meyvelere şâkirane muhabbet-i meşruanın uhrevî neticesi: Kur'an'ın nassıyla, cennete lâyık bir tarzda leziz taamları, güzel meyveleridir.

Ve o taamlara ve o meyvelere müştehiyane bir muhabbettir.

Hattâ dünyada yediğin meyve üstünde söylediğin "Elhamdülillah" kelimesi, cennet meyvesi olarak tecessüm ettirilip sana takdim edilir.

Burada meyve yersin, orada "Elhamdülillah" yersin.

Ve nimette ve taam içinde in'am-ı İlahîyi ve iltifat-ı Rahmanîyi gördüğünden o lezzetli şükr-ü manevî, cennette gayet leziz bir taam suretinde sana verileceği, hadîsin nassıyla, Kur'an'ın işaratıyla ve hikmet ve rahmetin iktizasıyla sabittir.

Sözler[Y] - 720

17 Nisan 2023 Pazartesi

MAKBUL DUALAR

 Kuran-ı Kerîm’de mevcud olan duâlardan birkaçının meâl-i şerifleri şunlardır:

1 - “Ey Rabbimiz! Sen amellerimizi fazl u kereminle kabul buyur. Şüphe yok ki, dâimâ duâlarımızı işiten, niyetlerimizi bilen sensin.”

2 - “Ey Râb! Dinledik, itaat ettik, mağfiretini niyâz ederiz.”

3 - “Ey Rabbimiz î Bize dünyâda da, âhirette de iyilik, güzellik ve düzenlik ver. Bizi ateş azâbından koru.”

4 “Ey Rabbimiz! Bu beldeyi bütün âfetlerden emin kıl. Ahalisinden, Allah’a ve âhiret gününe imân edenleri birtakım meyve ve mahsullerle rızıklandır.”

5 - “Ey Rabbimiz ! Bizi doğru yola kavuşturduktan sonra, kalblerimizi kaydırma. Bize kendi tarafından rahmet ihsân eyle. Şüphesiz herkesin murâdını veren sensin.”

6 - “Ey Yüce Rabbimiz! Şayet unutursak veya hatâ edersek, yaptığımız günahlardan dolayı bizi muâhaze etme.”

7 - “Ey Rabbimiz! Bizden evvelki ümmetlere yüklettiğin gibi bize ağır yük yükleme. 

Ey Rabbimiz! Çekemiyeceğimiz yükü taşıtma; bizi affet; bizi esirge. Mevlâmız, yardımcımız sensin. Kâfirlere (Seni tanımıyan- lara) karşı bize yardım et.”

8 - “Ey Rabbimiz! Bize indirdiğin Kitâb’a îmân ettik. Peygambere tâbî olduk. Artık bizi, birliğini ve peygamberleri tanıyan şâhidlerle beraber yaz.” (1) Kur’ân-ı Kerîm, Bakare, Âl-i İmrân, A’râf, Îbrâhîm sûreleri. 

9 - “Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işlerimizdeki taşkınlıklarımızı bağışla. Ayaklarımızı sabit kıl (Bize metanet ve sebat ver); kâfirlere karşı bize yardım et.”

10 - “Ey Rabbimiz! Peygamberlerin vasıtasiyle va’d buyurduğun şeyleri bize ihsân et. Kıyamet Günü bizi rüsvây etme. Şüphe yok ki Sen vadinden aslâ hulf etmezsin.”

11 - “Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulm ettik. Eğer bizi bağışlamaz, esirgemezsen biz her halde büyük zarar ve ziyan görenlerden oluruz.”

12 - “Ey Rabbimiz! Dünyada da âhirette de bize iyilik yaz. Akıbetimizi hayır eyle. Şüphesiz Sana döndük, gösterdiğin yolu tuttuk.”

13 - “Yâ Râb! Beni de, zürriyetimi de, namazı dosdoğru kılanlardan yap, duâlarımı da kabûl buyur.”

14 - “Ey Rabbimiz! Kıyâmette Hesap Dîvânı kurulduğu zaman, beni, anamı, babamı ve bütün mü’minleri mağfiret buyur; günahlarımızı affet.”



PEYGAMBERİMİZDEN DUALAR

 Resûl-i Ekrem sallâ’llâhü aleyhi ve sellem Efendimizin muhtelif zamanlarda, ümmetini tâlim için îrâd buyurdukları özlü duâlardan mealler:

1 - “İlâhî! Bütün işlerimizi hayırla neticelendir. Dünyâ musibetlerinden ve âhiret azâbmdan bizi koru.”

2 - “İlâhî! Bildiğim ve bilmediğim hayırların hepsini Senden isterim.”

3 - “İlâhî! İhsân etmekte olduğun nimetinin elimden gitmesinden, âfiyetin değişmesinden, ansızın karşılaşacağım mûsibetten Sana sığınırım. Beni bunlardan muhafaza buyur.”

4 - “İlâhî! İşlerimi bir an bile bana bırakma. Verdiğin iyi şeyleri benden alma.”

5 - “İlâhî! Şekl ü Suretimi nasıl güzel yaratmışsan, ahlâkımı da güzelleştir.”

6 - İlâhî! Dînim ve dünyam için, ehlim ve mâlim için Sen’den afiyet dilerim.

7 - İlâhî! Bana öğrettiğin bilgilerle beni faydalandır. Bana fayda sağlayacak şeyleri öğret, ilmini artır.”

8 - “Allah’ım! Yoksulluktan, hor ve hakir olmaktan, zulmetmekten ve zulme uğramaktan Sana sığınırım.”

9 - İlâhî! Vücûdumda, kulağımda, gözlerimde bana devamlı afiyet ver.”

10 - “İlâhî! Geleceğinden korkulan herhangi bir musibetin tasasını çekmekten, zarardan, acizden, tenbellikten, cimrilikten, korkaklıktan Sana sığınırım.” 

11 - “İlâhî! Hâlâl mal ver; haramdan uzak kıl. Kendinden başkasına muhtaç etme.”

12 -. “İlâhî! Beni ilimde zengin kıl. Hilm ile beze, takva ile şereflendir; âfiyetle süsle/’

13 - “İlâhî! Fena huylardan, fena âmellerden, nefsânî arzulardan, maddî ve manevî hastalıklardan Sana sığınırım.”

14 -“İlâhî! Bana sıhhat, iffet, emânet, güzel huy ihsân buyur. Kötü huylardan ve kötü arzulardan, din ve dünyaya zarar verecek herşey- den Sana sığınırım. Bunlardan beni uzak kıl.”

15 - “İlâhî! Faydasız ilimden, hâlis olmayan âmelden, kabûl olunmayacak duâdan Sana sığınırım.”

16 -* “İlâhî! İşlerimi korumaya yarayan dînimi, medâr-ı maişetim olan dünyâmı, ebedî hayâtı muhtevi olan âhiretimi islâh et.”

17 - “İlâhî! Ümmetimin işlerinden bir vazifeye tâyin olunup da onlara haşin muamele edenleri müşkilâta uğrat. Ümmetimin işlerinden birine vâli tâyin olunup da onlara mülâyemet ve sühûlet gösterenlere Sen de rıfk ile muâmele et.”

18 - “İlâhî! Herşeyde Senden sebat, doğru sözlü lisan, temiz bir kalb isterim.”

19 - “Ey Rabbimiz! Bize hakkı hak olarak göster. Ve hak yolunda yürümeye muvaffak kıl. Bâtılı da bâtıl göster. Ondan uzak olmayı mü* yesser kıl.”

20 - “Yâ Rabbi! Bize hakâyık-ı eşyayı olduğu gibi göster.” (H, Hüsnü ERDEM - «Berat Gecesi Hakkında Bir Tetkik», 1959)


16 Nisan 2023 Pazar

İNSANDA BULUNAN CİHAZLAR

 İnsandaki pek kesretli âlât ve cihazatın her birisinin ayrı ayrı hizmeti, ubudiyeti olduğu gibi ayrı ayrı lezzeti, elemi, vazifesi ve mükâfatı vardır.

   Mesela göz, suretlerdeki güzellikleri ve âlem-i mubsıratta güzel mu'cizat-ı kudretin envaını temaşa eder.

Vazifesi, nazar-ı ibretle Sâni'ine şükrandır.

Nazara mahsus lezzet ve elem malûmdur, tarife hâcet yok.

   Mesela kulak, sadâların envalarını, latîf nağmelerini ve mesmuat âleminde Cenab-ı Hakk'ın letaif-i rahmetini hisseder.

Ayrı bir ubudiyet, ayrı bir lezzet, ayrı da bir mükâfatı var.

   Mesela kuvve-i şâmme, kokular taifesindeki letaif-i rahmeti hisseder.

Kendine mahsus bir vazife-i şükraniyesi, bir lezzeti vardır.

Elbette mükâfatı dahi vardır.

   Mesela dildeki kuvve-i zaika, bütün mat'umatın ezvakını anlamakla gayet mütenevvi bir şükr-ü manevî ile vazife görür ve hâkeza...

   Bütün cihazat-ı insaniyenin ve kalp ve akıl ve ruh gibi büyük ve mühim letaifin böyle ayrı ayrı vazifeleri, lezzetleri ve elemleri vardır.

İşte Cenab-ı Hak ve Hakîm-i Mutlak, bu insanda istihdam ettiği bu cihazatın elbette her birerlerine lâyık ücretlerini verecektir.

Sözler[Y] - 719

15 Nisan 2023 Cumartesi

KUR'AN NEDİR ?

 KUR'AN 

   Şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir tercüme-i ezeliyesi.

   Ve âyât-ı tekviniyeyi okuyan mütenevvi dillerinin tercüman-ı ebedîsi.

   Ve şu âlem-i gayb ve şehadet kitabının müfessiri.    Ve zeminde ve gökte gizli esma-i İlahiyenin manevî hazinelerinin keşşafı.

   Ve sutûr-u hâdisatın altında muzmer hakaikin miftahı.

   Ve âlem-i şehadette âlem-i gaybın lisanı.

   Ve şu âlem-i şehadet perdesi arkasında olan âlem-i gayb cihetinden gelen iltifatat-ı ebediye-i Rahmaniye ve hitabat-ı ezeliye-i Sübhaniyenin hazinesi.

   Ve şu İslâmiyet âlem-i manevîsinin güneşi, temeli, hendesesi.

   Ve avâlim-i uhreviyenin mukaddes haritası.

   Ve zat ve sıfât ve esma ve şuun-u İlahiyenin kavl-i şârihi, tefsir-i vâzıhı, bürhan-ı kàtı'ı, tercüman-ı sâtıı.

   Ve şu âlem-i insaniyetin mürebbisi.

   Ve insaniyet-i kübra olan İslâmiyet'in mâ ve ziyası.

   Ve nev-i beşerin hikmet-i hakikiyesi.

   Ve insaniyeti saadete sevk eden hakiki mürşidi ve hâdîsi.

   Ve insana hem bir kitab-ı şeriat

   hem bir kitab-ı dua

   hem bir kitab-ı hikmet

   hem bir kitab-ı ubudiyet

   hem bir kitab-ı emir ve davet

   hem bir kitab-ı zikir

   hem bir kitab-ı fikir

   hem bütün insanın bütün hâcat-ı maneviyesine merci olacak çok kitapları tazammun eden tek, câmi' bir kitab-ı mukaddestir.

   Hem bütün evliya ve sıddıkîn ve urefa ve muhakkikînin muhtelif meşreplerine ve ayrı ayrı mesleklerine, her birindeki meşrebin mezâkına lâyık ve o meşrebi tenvir edecek ve her bir mesleğin mesâkına muvafık ve onu tasvir edecek birer risale ibraz eden mukaddes bir kütüphane hükmünde bir kitab-ı semavîdir.

Sözler- 405

DOKTOR MORİS

    Kur'an nedir?

Her tenkidin fevkinde bir fesahat ve belâgat mu'cizesidir.

Kur'anın, üçyüzelli milyon Müslümanın göğsünü haklı bir gururla kabartan meziyeti, onun her manayı hüsn-ü ifade etmesi itibariyle, münzel kitabların en mükemmeli ve ezelî olmasıdır.

Hâyır, daha ileri gidebiliriz: Kur'an, kudret-i ezeliyenin, inayet ile insana bahşettiği kütüb-ü semaviyenin en güzelidir.

Beşeriyetin refahı nokta-i nazarından Kur'anın beyanatı, Yunan felsefesinin ifadatından pek ziyade ulvîdir.

Kur'an, arz ve semanın Hâlıkına hamd ü şükranla doludur.

Kur'anın her kelimesi, her şeyi yaratan ve her şeyi haiz olduğu kabiliyete göre sevk ve irşad eden Zât-ı Kibriya'nın azametinde mündemicdir.

Edebiyat ile alâkadar olanlar için Kur'an, bir kitab-ı edebdir.

Lisan mütehassısları için Kur'an, bir elfaz hazinesidir.

Şâirler için Kur'an, bir ahenk menbaıdır.

İşarat-ül İ'caz - 214

14 Nisan 2023 Cuma

İNSAN RIZKA MUHTAÇ

 Enva'-ı zîhayat içinde en ziyade rızkın enva'ına muhtaç, insandır.

Cenab-ı Hak insanı bütün esmasına câmi' bir âyine ve bütün rahmetinin hazinelerinin müddeharatını tartacak, tanıyacak cihazata mâlik bir mu'cize-i kudret ve bütün esmasının cilvelerinin ve san'atlarının inceliklerini mizana çekecek âletleri hâvi bir halife-i Arz suretinde halk etmiştir.

Onun için hadsiz bir ihtiyaç verip, maddî ve manevî rızkın hadsiz enva'ına muhtaç etmiştir.

İnsanı, bu câmiiyete göre en a'lâ bir mevki olan ahsen-i takvime çıkarmak vasıtası, şükürdür.

Şükür olmazsa, esfel-i safilîne düşer; bir zulm-ü azîmi irtikâb eder.

   Elhasıl: 

   En a'lâ ve en yüksek tarîk olan tarîk-ı ubudiyet ve mahbubiyetin dört esasından en büyük esası şükürdür ki; o dört esas şöyle tabir edilmiş:

   Der tarîk-ı acz-mendî lâzım âmed çâr çîz:

   Acz-i mutlak, fakr-ı mutlak, şevk-i mutlak, şükr-ü mutlak ey aziz...

Mektubat - 367

SÜNNETE UYGUN BESLENME

 En doğru beslenme şekli, Sünnet–i Seniyyeye uygun olan beslenme tarzıdır.

Aynı zamanda “Tıbb-î Nebevî” olarak da bilinen “Sünnete göre beslenme”nin nasıl olduğunu, nasıl olması gerektiğini anlatan güvenilir kaynaklar vardır. Bu kaynakların hemen tamamında aşağıdaki hususlar bilhassa nazara verilmeye çalışılıyor:

1. Acıkmadan yeme; tam doymadan sofradan kalk.

2. Yediğin vakit az ye, yedikten 4–5 saat kadar daha yeme.

3. Bil ki, şifâ hazımdadır.

4. Mideye-bedene en büyük eziyet, sık sık veya üst üste taam yemektir.

5. En güzel diyet: Sünnete riayet ederek beslenmektir.

6. Sünnete riayet eden, şişmanlık-obezite hastalığına düçâr olmaz.

“Hekim–i hâzık” denilen mütedeyyin, yani güvenilir uzmanların da tavsiye ettiği bu tarz beslenme alışkanlığının, hem duygulara, hem bedene faydalı ve şifâlı geldiği sayısız tecrübe ile da sâbittir.

Son bir hatırlatma: Klasik diyetisyenler ile bazı beslenme uzmanlarının “sık sık, az az yemek” şeklindeki tavsiyeleri, tâ başında beri hiç aklımıza yatmadığı gibi, sonradan birçok kimse bu yöndeki tavsiyeden vazgeçti, uygulayanlar da pişman oldu.

Çünkü, “sık sık, az az yemek” formülündeki beslenme tarzı, “Dolu midenin 4–5 saatte ancak boşaldığı, yağların ve proteinlerin de 4–8 saatte ancak sindirilebildiği” şeklindeki tıbbî-fennî gerçeklerle sûret-i kat’iyyede örtüşmüyor.

Buna göre, günde iki öğünlü yemek alışkanlığının (meselâ, sahur ve iftarda olduğu gibi) en doğru ve en ideal beslenme tarzı olduğu açıkça anlaşılmış oluyor. İşte, bu güzel alışkanlığı da Ramazandaki oruçla kazanmak pekâlâ mümkün görünüyor.

13 Nisan 2023 Perşembe

İNSANIN ÖNÜNDE İKİ YOL

 Ey bîçare insan!

Aklını başına al!

Ehl-i dalaletin vekilini dinleme!

Eğer onu dinlersen hasaretin o kadar büyük olur ki tasavvurundan ruh, akıl ve kalp ürperir.

Senin önünde iki yol var:

   Birisi: Ehl-i dalaletin vekilinin gösterdiği şakavetli yoldur.

   Diğeri: Kur'an-ı Hakîm'in tarif ettiği saadetli yoldur.

   İşte o iki yolun pek çok muvazenelerini, çok Sözlerde, hususan Küçük Sözlerde gördün ve anladın.

Şimdi makam münasebetiyle binde bir muvazenelerini yine gör, anla.

Şöyle ki:

   Şirk ve dalaletin ve fısk ve sefahetin yolu, insanı nihayet derecede sukut ettiriyor.

Hadsiz elemler içinde nihayetsiz ağır bir yükü zayıf ve âciz beline yükletir.

Çünkü insan, Cenab-ı Hakk'ı tanımazsa ve ona tevekkül etmezse o vakit insan; gayet derecede âciz ve zayıf, nihayet derecede muhtaç, fakir, hadsiz musibetlere maruz, elemli, kederli bir fâni hayvan hükmünde olup bütün sevdiği ve alâka peyda ettiği bütün eşyadan mütemadiyen firak elemini çeke çeke, nihayette, bâki kalan bütün ahbabını bir firak-ı elîm içinde bırakıp kabrin zulümatına yalnız olarak gider.

   Hem müddet-i hayatında gayet cüz'î bir ihtiyar ve küçük bir iktidar ve kısacık bir hayat ve az bir ömür ve sönük bir fikir ile nihayetsiz elemler ile ve emeller ile faydasız çarpışır ve hadsiz arzuların ve makasıdın tahsiline semeresiz, boşu boşuna çalışır.

Hem kendi vücudunu yüklenemediği halde, koca dünya yükünü bîçare beline ve kafasına yüklenir.

Daha cehenneme gitmeden cehennem azabını çeker.

Sözler

DÜNYAYI TAHKİR EDENLER DÖRT SINIFTIR

 dünyayı tahkir edenler dört sınıftır: 

   Birincisi: Ehl-i marifettir ki Cenab-ı Hakk'ın marifetine ve muhabbet ve ibadetine set çektiği için tahkir eder.

   İkincisi: Ehl-i âhirettir ki ya dünyanın zarurî işleri onları amel-i uhrevîden men'ettiği için veyahut şuhud derecesinde iman ile cennetin kemalât ve mehasinine nisbeten dünyayı çirkin görür.

Evet, Hazret-i Yusuf aleyhisselâma güzel bir adam nisbet edilse yine çirkin göründüğü gibi; dünyanın ne kadar kıymettar mehasini varsa, cennetin mehasinine nisbet edilse hiç hükmündedir.

   Üçüncüsü: Dünyayı tahkir eder.

Çünkü eline geçmez.

Şu tahkir, dünyanın nefretinden gelmiyor; muhabbetinden ileri geliyor.

   Dördüncüsü: Dünyayı tahkir eder.

Zira dünya, eline geçiyor.

Fakat durmuyor, gidiyor.

O da kızıyor.

Teselli bulmak için tahkir eder.

"Pistir." der.

Şu tahkir ise o da dünyanın muhabbetinden ileri geliyor.

Halbuki makbul tahkir odur ki hubb-u âhiretten ve marifetullahın muhabbetinden ileri gelir.

   Demek makbul tahkir, evvelki iki kısımdır.

Cenab-ı Hak, bizi onlardan yapsın, âmin bi-hürmeti Seyyidi'l-mürselîn.

Sözler[Y] - 696

DÜNYANIN ÜÇ YÜZÜ VAR

 Dünyanın üç yüzü var: 

   Birinci yüzü: Cenab-ı Hakk'ın esmasına bakar.

Onların nukuşunu gösterir.

Mana-yı harfiyle, onlara âyinedarlık eder.

Dünyanın şu yüzü, hadsiz mektubat-ı Samedaniyedir.

Bu yüzü gayet güzeldir.

Nefrete değil, aşka lâyıktır.

   İkinci yüzü: Âhirete bakar.

Âhiretin tarlasıdır, cennetin mezraasıdır, rahmetin mezheresidir.

Şu yüzü dahi evvelki yüzü gibi güzeldir.

Tahkire değil, muhabbete lâyıktır.

   Üçüncü yüzü: İnsanın hevesatına bakan ve gaflet perdesi olan ve ehl-i dünyanın mel'abe-i hevesatı olan yüzdür.

Şu yüz çirkindir.

Çünkü fânidir, zâildir, elemlidir, aldatır.

İşte hadîste vârid olan tahkir ve ehl-i hakikatin ettiği nefret, bu yüzdedir.

   Kur'an-ı Hakîm'in kâinattan ve mevcudattan ehemmiyetkârane, istihsankârane bahsi ise evvelki iki yüze bakar.

Sahabelerin ve sair ehlullahın mergub dünyaları, evvelki iki yüzdedir.

Sözler

12 Nisan 2023 Çarşamba

HUZUR VE MUTLULUK

 "Ey insan! Sen kendini, kendine malik sayma. Çünkü sen kendini idare edemezsin. O yük ağırdır; kendi başına muhafaza edemezsin, belâlardan sakınıp levazımatını yerine getiremezsin. Öyle ise, beyhude ıztıraba düşüp azap çekme. Mülk başkasınındır. O Malik hem kadirdir, hem rahimdir. Kudretine istinad et; rahmetini ittiham etme. Kederi bırak, keyfini çek. Zahmeti at, sefayı bul.”

“Hem der ki: Manen sevdiğin ve alâkadar olduğun ve perişaniyetinden müteessir olduğun ve ıslâh edemediğin şu kâinat, bir Kadir-i Rahim’in mülküdür. Mülkü sahibine teslim et. O’na bırak; cefasını değil, sefasını çek. O hem hâkimdir, hem rahimdir. Mülkünde istediği gibi tasarruf eder, çevirir. Dehşet aldığın zaman, İbrahim Hakkı gibi: “Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler.” de, pencerelerden seyret, içlerine girme!”

Hani halk arasında sık sık dile getirilen, “Şu ölümlü dünyanın bütün hazineleri, yat ve katları senin olsa ne yazar; huzur olmadıktan sonra” şeklinde ifade edildiği gibi.

İnsanın bu noktadan bazen küçücük dikkatli ve güzel bakışı mutlu olmasına yeter de artar bile. 

Gerçekte her şeye, olaylara güzel ve pozitif bakış her zaman daha güzeldir ve böyle bakış sahipleri mutluluğa daha yakındır. 

Bu tarz insanların temel özelliği, sahip olmadıklarının telâş ve endişesiyle değil, sahip olduklarının şükrüyle huzur bulan bir ruh yapısına sahip olmalarıdır.

Onlar, karşılaştıkları insanlara ve diğer varlıklara hep bu pencereden bakarak, “Birçok şeyim eksik olsa da varlıkların en güzeli insan olarak yaratılmış ve akıl nimeti ve daha bir çok nimetlerle donatılmışım; çok şükür sağlıkla nefes alıp-veriyorum; bazıları bu bir nefes huzura o kadar muhtaçken, yersiz şikâyetler benim neyime!” diyerek mutlu olurlar.

11 Nisan 2023 Salı

MELEKLERE İMAN

    Hem hayat, "melaikeye iman" rüknüne dahi bakar, remzen isbat eder.

Çünki madem kâinatta en mühim netice hayattır ve en ziyade intişar eden ve kıymetdarlığı için nüshaları teksir edilen ve zemin misafirhanesini gelip geçen kafilelerle şenlendiren zîhayatlardır.. ve madem Küre-i Arz bu kadar zîhayatın enva'ıyla dolmuş ve mütemadiyen zîhayat enva'larını tecdid ve teksir etmek hikmetiyle her vakit dolar boşanır ve en hasis ve çürümüş maddelerinde dahi kesretle zîhayatlar halkedilerek bir mahşer-i huveynat oluyor.. ve madem hayatın süzülmüş en safi hülâsası olan şuur ve akıl ve en latîf ve sabit cevheri olan ruh, bu Küre-i Arz'da gayet kesretli bir surette halkolunuyorlar; âdeta Küre-i Arz, hayat ve akıl ve şuur ve ervah ile ihya olup öyle şenlendirilmiş...

Elbette Küre-i Arz'dan daha latîf, daha nuranî, daha büyük, daha ehemmiyetli olan ecram-ı semaviye; ölü, camid, hayatsız, şuursuz kalması imkân haricindedir.

Demek gökleri, güneşleri, yıldızları şenlendirecek ve hayatdar vaziyetini verecek ve netice-i hilkat-i semavatı gösterecek ve hitabat-ı Sübhaniyeye mazhar olacak olan zîşuur, zîhayat ve semavata münasib sekeneler, her halde sırr-ı hayatla bulunuyorlar ki, onlar da melaikelerdir.

Lemalar - 335

KİTAP VE PEYGAMBER

 Evet eğer kitablar ve peygamberler olmazsa, o hayat-ı ezeliye bilinmez.

Nasılki bir adamın söylemesiyle, diri ve hayatdar olduğu anlaşılır; öyle de bu kâinatın perdesi altında olan âlem-i gaybın arkasında söyleyen, konuşan, emir ve nehyedip hitab eden bir zâtın kelimatını, hitabatını gösterecek, peygamberler ve ellerinde nâzil olan kitablardır.

Elbette kâinattaki hayat, kat'î bir surette Hayy-ı Ezelî'nin vücub-u vücuduna kat'î şehadet ettiği gibi; o hayat-ı ezeliyenin şuâatı, celevatı, münasebatı olan "irsal-i rusül" ve "inzal-i kütüb" rükünlerine bakar, remzen isbat eder.

Ve bilhâssa risalet-i Muhammediye (A.S.M.) ve vahy-i Kur'anî, hayatın ruhu ve aklı hükmünde olduğundan, bu hayatın vücudu gibi, hakkaniyetleri kat'îdir denilebilir.

   Evet nasılki hayat, bu kâinattan süzülmüş bir hülâsadır.. ve şuur ve his dahi hayattan süzülmüş, hayatın bir hülâsasıdır.. akıl dahi şuurdan ve histen süzülmüş, şuurun bir hülâsasıdır.. ve ruh dahi, hayatın hâlis ve safi bir cevheri ve sabit ve müstakil zâtıdır; öyle de maddî ve manevî hayat-ı Muhammediye (A.S.M.) dahi, hayat ve ruh-u kâinattan süzülmüş hülâsatü'l-hülâsadır.. ve risalet-i Muhammediye dahi (A.S.M.), kâinatın his ve şuur ve aklından süzülmüş en safi hülâsasıdır, belki maddî ve manevî hayat-ı Muhammediye (A.S.M.), âsârının şehadetiyle hayat-ı kâinatın hayatıdır.. ve risalet-i Muhammediye (A.S.M.), şuur-u kâinatın şuurudur ve nurudur.. ve vahy-i Kur'an dahi, hayatdar hakaikının şehadetiyle hayat-ı kâinatın ruhudur ve şuur-u kâinatın aklıdır.

Evet, evet, evet...

Eğer kâinattan risalet-i Muhammediyenin (A.S.M.) nuru çıksa, gitse; kâinat vefat edecek.. eğer Kur'an gitse, kâinat divane olacak ve Küre-i Arz kafasını, aklını kaybedecek, belki şuursuz kalmış olan başını bir seyyareye çarpacak, bir kıyameti koparacak.

Lemalar - 336

ŞÜKÜR VE İBADET

Üçüncü Remiz: 

   Yirmidokuzuncu hâssasında denilmiştir ki; kâinatın neticesi hayat olduğu gibi; hayatın neticesi olan şükür ve ibadet dahi, kâinatın sebeb-i hilkati ve ille-i gaiyesi ve maksud neticesidir.

Evet bu kâinatın Sâni'-i Hayy-ı Kayyum'u bu kadar hadsiz enva'-ı nimetiyle kendini zîhayatlara bildirip sevdirdiğine mukabil, elbette zîhayatlardan o nimetlere karşı teşekkür ve sevdirmesine mukabil sevmelerini ve kıymetdar san'atlarına mukabil medh ü sena etmelerini ve evamir-i Rabbaniyesine karşı itaat ve ubudiyetle mukabele edilmelerini ister.

   İşte bu sırr-ı rububiyete göre teşekkür ve ubudiyet, bütün enva'-ı hayatın ve dolayısıyla bütün kâinatın en ehemmiyetli gayesi olduğundandır ki, Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyan pek çok hararetle ve şiddetle ve halâvetle şükür ve ibadete sevkediyor.

Ve ibadet Cenab-ı Hakk'a mahsus ve şükür ona lâyık ve hamd ona hastır diye çok tekrar ile beyan ediyor.

Lemalar - 332

10 Nisan 2023 Pazartesi

ÜÇÜNCÜ NOTA

  Ey gafil Rafet !

Bil ki: Galat-ı his nev'inden gayet muvakkat dünyayı lâyemut ve daimî görüyorsun.

Etrafına ve dünyaya baktığın zaman bir derece sabit ve müstemir gördüğünden, fâni nefsini de o nazar ile sabit telakki ettiğinden, yalnız kıyametin kopacağından dehşet alıyorsun.

Güya kıyametin kopmasına kadar yaşayacaksın gibi, yalnız ondan korkuyorsun.

Aklını başına al.

Sen ve hususî dünyan, daimî zeval ve fena darbesine maruzsunuz.

Senin bu galat-ı hissin ve mağlatan şu misale benzer ki:

   Bir adam elinde olan âyinesini bir hane veya bir şehre veya bir bahçeye karşı tutsa; misalî bir hane, bir şehir, bir bahçe o âyinede görünür.

Edna bir hareket ve küçük bir tagayyür âyinenin başına gelse, o misalî hane ve şehir ve bahçede herc ü merc ve karışıklık düşer.

Hariçteki hakikî hane, şehir ve bahçenin devam ve bekası sana faide vermez.

Çünki senin elindeki âyinedeki hane ve sana ait şehir ve bahçe, yalnız âyinenin sana verdiği mikyas ve mizan iledir.

Senin hayatın ve ömrün, âyinedir.

Senin dünyanın direği ve âyinesi ve merkezi, senin ömrün ve hayatındır.

Her dakikada o hane ve şehir ve bahçenin ölmesi mümkün ve harab olması muhtemel olduğundan, her dakika senin başına yıkılacak ve senin kıyametin kopacak bir vaziyettedir.

Madem öyledir; sen, bu hayatına ve dünyana, çekemedikleri ve kaldıramadıkları yükleri yükletme!..

Lemalar 

9 Nisan 2023 Pazar

KUR'AN ALLAH KELAMIDIR

 KUR'AN MUCİZESİ

Kur'an-ı Kerim ayetinden yola çıktı! Sonucu gören bilim insanları inanamadı: Kimse böylesini beklemiyordu,

İSTANBUL'da özel bir hastanede çalışan İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Abdülkadir Geylani Şahan, Kur'an-ı Kerim'de teyemmümden bahsedilen Maide Suresinden yola çıkarak ilginç bir araştırma yaptı. İnsanlardan el temizliği yapılmadan örnekler alan Doktor Şahan ve ekibi, ardından teyemmüm yaptırarak yeniden örnek aldı. Çıkan sonuçları karşılaştıran Şahan, teyemmüm sonrası ellerin temizlendiğini gördü.

İstanbul'da özel bir hastanede görev alan İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Abdülkadir Geylani Şahan, Maide Suresinin 6. ayetinden yola çıkarak dikkat çekici bir araştırma yaptı. Ayette geçen "Su bulamadığınız takdirde temiz bir toprağa yönelin (teyemmüm edin), yüzünüzü ve ellerinizi onunla meshedin" ifadelerini inceleyen Şahan, 25 kişilik bir ekiple birlikte 14 denek üzerinde çalışmalara başladı. 14 kişide yapılan araştırmada önce kişiler tuvalete girdi. Tuvalet sonrasında el temizliği yapılmadan örnek alındı. Daha sonra teyemmüm yaptırılıp aynı kişiden tekrar örnek alındı. Alınan örnekler incelendiğinde teyemmüm öncesinde alınan örnekte mikroorganizmaların ürediği görüldü. Teyemmüm sonrasında yapılan araştırmada ise kişilerden alınan örneklerde steril sonuç elde edildi.

Yaptığı araştırma sonucunda şaşkınlık yaşayan İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Abdülkadir Geylani Şahan, yapılan araştırmayı uluslararası kongrelerde de paylaştıklarını söyledi. Araştırmanın 6 ay kadar sürdüğünü dile getiren Şahan, "Araştırmanın içeriği Kuran-ı Kerim'deki ayetlerden geliyor. Kuran-ı Kerim'i okurken Maide Suresi 6. ayette, gördük ki Allah bizim elimizi arındırmak ya da bizi temizlemekle ilgili bir ifade kullanmış. Bu ifadeden yola çıkarak dedik ki 'acaba bu bir manevi temizlik mi yoksa maddi temizlik de var mı bunun boyutunda'. Sonra insanları daha pis olan bir işlemle temas ettirip ondan sonra temizliğe yönlendirelim diye bir durum aklımıza geldi. İnsanları tuvalete soktuk ve dedik ki tuvalete girildikten sonra eller kirli kabul ediliyor. Hepimiz öyle biliyoruz. Sonra onların ellerinde kültür aldık. Kültür aldıktan sonra tekrar bu insanlara teyemmüm yaptırıp sonra tekrar kültür aldık. Teyemmüm aldıktan sonra ellerinden aldığımız kültür örneğinde üreme olmayıp steril kalınca biz hem Allah'ın ayetlerini hem de bu ayetleri açıklayacağım diye ifade ettiği Fussilet suresi 53. ayetini doğrulamış olduk. Bunu görünce de çok şaşırdık. Çok kıymetli ve çok da yeni bir veri olunca da hemen bunu uluslararası kongrede paylaştık. Diğer bilim adamları da bizim gibi şaşkınlıklarını saklayamadılar. Bizi çok şaşırttı ve çok da yüreklendirdi. Bununla ilgili birkaç proje daha yapıyoruz. Ben açıkçası bu projeyi paylaşmak istememin temel nedenlerinden bir tanesi Kuran-ı Kerim, insanların hem bilimsel hayatına hem dünya hayatına akla gelebilecek her duruma çok net açıklamalar verebilen bir kitap. Bunları bağlantılı ayetleriyle okumak hikmet metoduyla okumak çok daha kıymetlidir. Biz bunlara çalışıyoruz herkes de çalışsın istiyoruz" diye konuştu.

"Arkadaşım sonucu bana yollayınca diğer arkadaşımı Allahuekber diye aradım"

Araştırma sonucunda ekibiyle birlikte yaşadıkları şaşkınlığını dile getiren Şahan, "Bu çalışmanın hazırlık aşaması 6 ay kadar sürdü. İlk alınan sonuçları biz kontrol etmek için ailede evdeki herkeste kullandık. Sonra buna ikna olduktan sonra bir bağımsız ekip alalım onlara da bakalım dedik. Çıkan sonuçlar gerçekten bizi çok şaşırttığı için tekrar tekrar emin olmamız gerekiyor. Danışmanları da katarsak bir 25 kişi vardı. 25 kişilik ekiple sürekli çalışıp bu konuyu sürekli istişare üstünde tuttuk. Sonunda da böyle bir sonuca ulaştık. İlk aldığımız sonuçlar hepimizi şaşırttı zaten sonra bu işin üstüne gidince herkesten öğrendik ki kimse böyle bir sonuç beklemiyormuş. Arkadaşım sonucu bana yollayınca telefonu elime alıp diğer arkadaşımı Allahuekber diye aradım." dedi. 



HER ŞEY BİRBİRİNİN YARDIMINA KOŞAR

 Elhasıl, bütün bu âlemin bütün eşyası, birbirine bakar gibi birbirine yardım eder.

Birbirini görür gibi birbirine el ele verir.

Birbirinin işini tekmil için birbirine omuz omuza veriyor.

Bel bele verip beraber çalışıyorlar.

Her şeyi buna kıyas et, ta'dad ile bitmez.

   İşte bütün bu haller, iki kere iki dört eder derecesinde kat'î gösterir ki şu saray-ı acibin ustasına yani şu garib âlemin sahibine her şey musahhardır.

Her şey onun hesabına çalışır.

Her şey ona bir emirber nefer hükmündedir.

Her şey onun kuvvetiyle döner.

Her şey onun emriyle hareket eder.

Her şey onun hikmetiyle tanzim olur.

Her şey onun keremiyle muavenet eder.

Her şey onun merhametiyle başkasının imdadına koşar, yani koşturulur.

Ey arkadaş!

Haddin varsa buna karşı bir söz söyle!

Sözler

PEYGAMBERE TABİ OLMAK

 "Eğer ALLAH'a muhabbetiniz varsa, HABİBULLAH'a ittiba edilecek.

İttiba edilmezse, netice veriyor ki: ALLAH'a muhabbetiniz yoktur." MUHABBETULLAH varsa, netice verir ki: HABİBULLAH'ın Sünnet-i Seniyesine ittibaı intac eder.

   Evet Cenab-ı Hakk'a iman eden, elbette ona itaat edecek.

Ve itaat yolları içinde en makbulü ve en müstakimi ve en kısası, bilâ-şübhe HABİBULLAH'ın gösterdiği ve takib ettiği yoldur.

Evet bu kâinatı bu derece in'amat ile dolduran Zât-ı Kerim-i Zülcemal, zîşuurlardan o nimetlere karşı şükür istemesi, zarurî ve bedihîdir.

Hem bu kâinatı bu kadar mu'cizat-ı san'atla tezyin eden o Zât-ı Hakîm-i Zülcelal, elbette bilbedahe zîşuurlar içinde en mümtaz birisini kendine muhatab ve tercüman ve ibadına mübelliğ ve imam yapacaktır.

Hem bu kâinatı hadd ü hesaba gelmez tecelliyat-ı cemal ve kemalâtına mazhar eden o Zât-ı Cemil-i Zülkemal, elbette bilbedahe sevdiği ve izharını istediği cemal ve kemal ve esma ve san'atının en câmi' ve en mükemmel mikyas ve medarı olan bir zâta, her halde en ekmel bir vaziyet-i ubudiyeti verecek ve onun vaziyetini sairlerine numune-i imtisal edip herkesi onun ittibaına sevkedecek, tâ ki o güzel vaziyeti başkalarında da görünsün.

   Elhasıl: MUHABBETULLAH, Sünnet-i Seniyenin ittibaını istilzam edip intac ediyor.

Ne mutlu o kimseye ki, Sünnet-i Seniyeye ittibaından hissesi ziyade ola.

Veyl o kimseye ki, Sünnet-i Seniyeyi takdir etmeyip, bid'alara giriyor.

Lemalar 

8 Nisan 2023 Cumartesi

EN BÜYÜK GÜNAHKAR BENİM

 Mısır'da müthiş bir kuraklık olmuş ve millet susuzluktan müşkül durumlara düşmüştü. Hatta Nil Nehrinin bile kurumasından korkuluyordu. Halk yağmur duasına çıkmaya karar verdi. Fakat günlerce yağmur duası yapıldığı halde yağmur yağmıyordu. Halktan bir zat, zamanın mânevi reislerinin Zünnün-ü Mısrî Hazretlerinin huzuruna çıkıp: 

    — Ya üstad! Görüyorsun ki, günlerce yağmur duasına çıktığımız halde bir türlü yağmur yağmadı. Bizim duamız kabul olunmuyor, siz bir himmette bulunsanız da yağmur yağsa. Büyüklerin duası her zaman makbuldür, dedi. 

    Kendisinden yağmur duasına çıkması istenen Zünnün Hazretleri Mısır'ı terkedip Medyen'e gitti. Aradan çok geçmeden yağmur da yağmaya başladı. Mısır'a bol miktarda yağmur yağdığını duyan Zünnün Hazretleri geri geldi. 

    Kendisinden neden Mısır'ı terkettiği soruldu. O: 

    — Kötülerin işlediği günahlar yüzünden kurtların, kuşların rızıkları darlaşır, yağmur yağmaz olur, kıtlık başlar. Benden yağmur duasına çıkmam istendi, ben de bu beldede benden daha günahkâr adam yoktur, olsa olsa bu kıtlığa sebep ben olmam lâzım, dedim ve Mısır'i terk ettim, dedi. 

İNSANI HELAK EDEN 7 BÜYÜK GÜNAH

Hz. Peygamber (sav): "(İnsanı) helâk eden şu yedi şeyden kaçının. Onlar nelerdir ya Resulullah dediler. Bunun üzerine:

1-) Allah'a Şirk Koşmak: Günahların en büyüğü

2-) Sihir yapmak: Biri birine varsın diye, eşleri birbirinden ayırmak için de dahil yapılan her türlü sihir 7 büyük günah arasında sayılmıştır.

3-) Cana Kıymak: Adam öldürmek. Allah'ın verdiği masum kıldığı cana kıymak. Adam öldürenin yeri ebedi cehennemdir.

4-) Yetim malı yemek: Anne sevgisi, baba sevgisi, duyamamış kişinin hakkını yemek de 7 günah arasında sayılmıştır. Yetimin ahından arşı ala titrer. Yetim hakkı konusunda hassas davranımalıdır.

 5-) Faiz yemek: Faiz yemek kul hakkına girer. Faiz yemek masum insanların helal paralarını gizli gizli çalması anlamına gelmektedir.

6-) Savaştan kaçmak: Vatan ve din uğruna savaşılan bir harbe gücü kuvveti yerindeyken mazeretsiz katılmamak.

7-) Namuslu bir kadına iftira atmak: Namuslu bir kadına iftara atmak büyük günahlar arasındadır.

(Buhârî, "Vesâyâ", 23, "Tıbb", 48; Müslim," Îmân", 144)