10 Ekim 2014 Cuma

DEYİM NEDİR NASIL OLUŞMUŞTUR ?

                          DEYİM NEDİR ?

                    Tüm dillerde olduğu gibi Türkçe'de de bazı kalıplaşmış anlatımlar vardır.Atasözleri,deyimler,tekrar grupları(ikilemler),tamlamalar gibi vb.
                    En az iki sözcükten oluşan,konuşmada ve yazıda anlatım gücünü artıran,genellikle mecaz anlamda söylenen kalıplaşmış sözlere deyim adı verilir.
                   Eskiden deyim yerine  "tabir" sözcüğü kullanılıyordu."Tabir" tek bir sözcük de olabiliyordu.Oysa deyimin temel özelliği en az iki sözcükten meydana gelmiş olmasıdır.
                 
                        DEYİMLER NASIL OLUŞMUŞTUR ?

                   Türkçe'de kullanılan tüm deyimlerin kaynaklarını tespit etmek imkansızdır.Bununla birlikte bazı araştırmacılar,bugün deyim olarak kullanılan sözcüklerin hangi olaylardan kaynaklandıklarını tespit etmişlerdir.
                   Deyimlerin kaynakları arasında Nasrettin Hoca ve Bektaşi Fıkraları yer almaktadır.Ayrıca bazı masallar,tarihi olaylar,efsaneler vb.deyimlerin oluşmasında bazı ip uçları vermektedir.
                  Burada birkaç deyimin öyküsünü aktarmayı faydalı buluyorum.

                        "ÇİZMEDEN YUKARI ÇIKMAK"

                 Eski zamanlarda bir sultan varmış.Bir gün sarayın çizmeci başını çağırmış:
                -Usta, öyle bir çizme istiyorum ki bir eşi kimsede olmasın demiş.
                 Çizmeci başı,özene bezene öyle bir çizme diker ki pırıl pırıl,sağlam mı sağlam.İnsan ayağına giyip yere basmaya kıyamazmış.Sultan çizmeleri pek beğenmiş.Hemen giymiş ve çevresindekilere sormuş:
                -Nasıl beğendiniz mi?
                 Herkes bir tarafını övmüş."Güzel de söz mü efendimiz" demişler.Bundan yüz bulan çizmeci başı:
                -Pantolonunuz şu şekilde,ceketiniz şu şekilde ve şapkanız da şöyle olsaydı, derken sultan gülmüş ve:
                 -Dur,demiş.Sen çizmeden yukarı çıkma.

                       DEYİMLER İLE ATASÖZLERİ ARASINDAKİ FARKLAR NELERDİR ?

                  Deyimler ile atasözlerini birbirinden ayırmak genellikle kolaydır.Deyimler,anlamsal bütünlüğü olan söz kümeleridir.Tam bir cümle özelliği pek bulunmaz.Atasözleri ise cümle cümle değeri taşıyan anlatım birimleridir.
                 Atasözleri,uzun deneyimler ve gözlemler sonucu bir olayı açıklar,yorumlar.Bu olaydan ders çıkarılması gerektiğini vurgular,öğüt vericidir.Deyimlerin bu tür bir özelliği yoktur.
                 Atasözlerinin söz diziminde hiçbir değişiklik yapılamaz.Deyimler ise bazı sözcükler kip ve kişi eklerini alabilirler:baş göz etmek(Baş göz ettik),aceleye gelmek (Aceleye geldi)...gibi.

ATASÖZLERİ İLE İLGİLİ AÇIKLAMALAR

             ATASÖZLERİMİZ;

             Atalarımızın deneyimlerini,kesin yargılar durumunda sunan,az sözle çok anlam ifade eden kalıplaşmış sözler topluluğudur.
             Atalarımızın binlerce yıllık deneyimlerinin bir ürünü olan atasözleri kimin tarafından söylendiği belli olmayan özlü sözlerdir.Ulusun dünya görüşünü,yaşayış tarzını yansıtır.Toplumun kültürü ve tarihi ile ilgili bazı bilgileri de taşır.Çünkü atasözleri,bir milletin varlığının ve benliğinin aynasıdır.Milletin zekası,hayal genişliği ve duygu incelikleri atasözlerine yansır.
            .Atasözlerinin özellikleri şunlardır:
            .Kalıplaşmış sözlerdir.
            .Söyleyeni belli değildir.
            .Her zaman bir yargı bildirirler:
            .Kısa ve özlü sözlerdir.
            .Gözlem ve deneyimlerden doğarlar.
            .Atasözlerinin pek çoğu mecaz anlamlıdır.
            .Az sözle çok anlam ifade ederler.
            .Doğa ve toplumsal olaylar da atasözlerinin kaynağıdır.
            .Bir milletin varlığının ve milli benliğinin aynasıdır.
            .Öğüt verici ve yol göstericidir.
            .Atasözlerini oluşturan cümlelerin yüklemleri geniş zamanlı ya da emir kipindendir.

             ATASÖZLERİMİZİN KAYNAKLARI NELERDİR ?

             Bütün atasözlerimizin kaynaklarını tespit etmek zordur.Bu konuda yapılan incelemelerden anlaşıldığına göre,atasözlerimizin bazıları yaşanmış olaylardan bazıları ise Nasrettin Hoca fıkralarından kaynaklanmaktadır.Bazı öykülerinde atasözlerine uydurulmuş olabileceğini de hesaba katmak gerekir.

            ATASÖZLERİMİZDEN YAZMADA VE KONUŞMADA NASIL FAYDALANIRIZ?
            Atasözleri güzel özlü sözlerdir.Atalarımızın binlerce yıldan beri oluşmuş kültürlerini,deneyimlerini, durgu ve düşüncelerini yansıtırlar.
            Konuşurken ve yazarken atasözlerimizden sıkça yararlanırız.Atasözleri konuşmalarımıza renk katar,dinleyenleri ikna etmemizi kolaylaştırır.


8 Ekim 2014 Çarşamba

ATASÖZLERİ NASIL AÇIKLANIR ?

             Atasözleri belli bir yönteme göre açıklanır.Gelişigüzel yapılan açıklamalar anlam yönünden doğru olsa bile,biçim yönünden kusurlu olur.
             Atasözlerinin doğru ve kolay açıklanabilmesi için bir takım noktalara dikkat etmeliyiz.
             1-Kelimelerin kullanımındaki anlamını bilmeliyiz.Kelimeler ya sözlük(gerçek) ya da mecaz anlamda kullanılır.Örneğin,"İyilik eden iyilik bulur". atasözünde"iyilik" sözlük anlamında kullanılmıştır.
             Atasözlerinin çoğu mecaz anlamlıdır.Mecaz anlamını bulabilmek için kelimenin sözlük anlamını bilmek gerekir.Sözlük anlamından yararlanılarak sözlük anlamı bulunur.
             "Mum dibine ışık vermez". atasözünde "mum" bir aydınlatma aracıdır.Atasözünün sözlük anlamı:"Mum kendini aydınlatmaksızın çevresine ışık vererek eriyip gider."şeklinde ifade edilebilir.Oysa burada "mum" ve "ışık vermek" kelimeleri üzerinde durmak gerekir."Mum", "idealit insan"; "ışık vermek" ise düşünceleriyle topluma yol göstermek,aydınlatmak" anlamında mecazi olarak kullanılmıştır.Burada olduğu gibi kelimenin sözlük anlamından  hareketle mecazi anlamını kavrayarak düşüncelerimizi vurgulamış oluruz.Bu atasözünü bir cümle halinde şöyle açıklayabiliriz:
            "İdealist insanlar,kendi çıkarlarını bir kenara itip,toplumun,insanlığın çıkarı için uğraşırlar,didinirler ve bu yolda çok sıkıntı çekerler."
              2-Atasözünün "ana düşüncesi"ni bilmek gerekir.Her atasözü bir özlü söz olduğuna göre,bir ana düşünce etrafında toplanmıştır.
              "Aç ayı oynamaz." atasözünde ana düşünce açlıktır."İyilik et denize at, balık bilmezse,Halık bilir." atasözünde ana düşünce iyiliktir.
               Ana düşünce,çoğu atasözünü açıklarken başlık bile yapılabilir.Örneğin,yukarıdaki atasözlerinde "açlık" ve "iyilik" birer başlık olabilir.
               Atasozlerini açıklamak için önce "giriş,gelişme,sonuç" bölümleri olan bir plan hazırlanır.Açıklamalar bu plana uygun olarak yapılır;ana düşünceye açıklık kazandırılır.Bunu şöylece planlayabiliriz:
               a-Atasözünün söyleniş anlamı belirtilir.
               b-Sözün insan yaşamıyla ilişkisi kururlur ve bu ilişki(mecaz anlam) açıklanır.
               c-Açıklama,ders çıkarılaak özlü bir sözle bitirilir.
             
       

2 Mayıs 2014 Cuma

(NOMOFOBİ) AKIL ZEHİRLENMESİ


“Telefonum yanımda olmayınca huzursuz oluyorum, bir telaş kaplıyor içimi. Sürekli kontrol etmek istiyorum. Ya bozulursa diye yedek üstüne yedek telefonlar biriktiriyorum” mu diyorsunuz? Öyleyse nomofobiniz yükselişte! 
Sürekli telefonunu yatağına alan kişilerde daha çok görünen nomofobi (no-mobile-phone) yani telefonsuz kalma korkusu gün geçtikçe insanoğlunda artan olumsuz davranışlardan biri haline geldi.
Birleşik Krallıkta bin kişilik bir deney yapıldı. Bunların 666 kişi civarında yani %66’sı  telefonsuz kalmadan duydukları korkuyu ifade ettiler.  Geçen yıla oranla %13 civarında bir artış olduğu gözüküyor. Bu araştırmaya katılan kadınların ve erkeklerin oranında ise kadınlar galip. Kadınların %70’i, erkeklerin ise %61’i şikâyetlerini ifade ettiler. Kadınlar bu korkuyu erkeklerden daha fazla yaşadığı apaçık. Yaş ilerledikçe ise bu korku daha da arttığı söyleniliyor. Nomofobinin en sık görüldüğü yaş dilimi ise 55 ve üstü yaşlar!
Akıl zehirlenmesi olarak tabir ettiğim bu korku insanlarla göz göze gelmemek için elden sürekli telefonu düşürmeyenler, kalabalıklar içinde yaşayıp kalabalıktan saklanma isteği, özgüven problemi, sürekli öne eğik başlar ve ekranlarda kaybolan göz nurları…
“Telefonsuz ne yaparım” şeklinde iç muhasebe geçiren ve bu korkuyla yaşayan insanlar o kadar bağımlı oluyorlar ki telefonun şarjının bitmesi halinde veya telefonlarını nereye koyduklarını bilemedikleri zaman çok büyük stres yaşıyorlar. Cep telefonu yoluyla iletişimden kopmaktan aşırı korkunca bu seferde durum panik atak, nefes darlığı, baş dönmesi, titreme, terleme, kalp hızının artması, göğüs ağrısı ve bulantı gibi fiziksel yan etkilere sebep olmaya başlıyor.
Robotik bir tiptir nomofoblar. Bunun yegâne kurtuluş reçetesi meşguliyeti telefonlardan uzaklaştırmak. Telefonu kendinden uzaklaştırmak yani.. Çünkü yanında oldukça bakmak isteyecektir bu tip kişiler.  Nomofobi, adeta çağımızın vebası haline gelmiştir.
Bu kavram teknolojinin yeni getirdiği psikolojik rahatsızlık olması sebebiyle kısa kesiyoruz.  Huzurunuz daim olsun, aklınızı koruyun,  kalınız sağlıcakla!
Muhammed Zorlu
zorlu@yeniasya.com.tr

22 Nisan 2014 Salı

ÇOCUKLARIMIZA SAHİP ÇIKALIM

22.5 milyon çocuğumuz var


Nüfusun yüzde 30’u çocuk 1935’te Türkiye nüfusunun yüzde 45’ini çocuklar oluştururken, 2013’te bu oran yüzde 29,7 oldu. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2013 yılına ilişkin çocuk istatistiklerini açıkladı. Buna göre, 2013 sonu itibariyle 76 milyon 667 bin 864 kişi olan Türkiye nüfusunun, 22 milyon 761 bin 702 kişisi çocuklardan oluşuyor. Birleşmiş Milletler tanımına göre “0-17” yaş grubu çocuk nüfus olarak tanımlanıyor. 1935’te Türkiye nüfusunun yüzde 45’ini çocuklar oluştururken, 2013’te bu oran yüzde 29,7 oldu. Yaş grubuna göre incelendiğinde, 2013’te çocuk nüfusun yüzde 27,3’ünü “0-4” yaş grubu, yüzde 27,6’sını “5-9”, yüzde 28’ini “10-14” ve yüzde 17,2’sini ise “15-17” yaş grubu çocuklar oluşturdu. Bu oranlar, hem yıl hem de cinsiyet bazında önemli bir değişim göstermedi.
1 milyon 283 bin bebek doğdu
Nüfusumuza 2013 yılında yaklaşık 1 milyon 283 bin bebek dahil oldu. Doğum istatistiklerine göre 2013 yılında 1 milyon 283 bin 62 doğum gerçekleşmiş olup, doğan bebeklerin yüzde 51,4’ünü erkek, yüzde 48,6’sını kız bebekler oluşturdu. Doğum olayları yıla göre incelendiğinde, cinsiyet bazında doğumlarda önemli bir değişim gözlenmedi. Doğuşta cinsiyet oranı 2013 yılında 105,8 oldu. Yani 100 kız çocuğuna karşılık yaklaşık olarak 106 erkek çocuğu doğdu.
Çocuk nüfus oranı 2075’te yüzde 17,6’ya düşecek
Şehirleşme, kadının eğitim düzeyinin artması, kadının çalışma hayatına aktif katılımı gibi gelişmeler doğurganlığın azalmasına, doğumların ileri yaşlara ertelenmesine, kadın başına düşen ortalama çocuk sayısının düşmesine sebep oluyor. Bu değişimler, çocuk nüfusun toplam nüfus içindeki oranının azalmasına etki ediyor. Çocuk nüfus oranının 2023’te yüzde 25,7’ye, 2050 yılında yüzde 19,1’e ve 2075 yılında yüzde 17,6’ya düşeceği tahmin ediliyor. AB üye ülkeleri ile karşılaştırıldığında en fazla çocuk nüfus Türkiye’de görüldü. Çocuk nüfusun toplam nüfus içindeki oranı Avrupa Birliği üyesi ülkelerle karşılaştırıldığında, 2013 yılında en yüksek çocuk nüfus oranına yüzde 29,7 ile Türkiye’nin, en düşük çocuk nüfus oranına ise yüzde 16 ile Almanya’nın sahip olduğu görüldü. Çocuk nüfus oranının Fransa’da yüzde 22,2, İngiltere’de yüzde 21,2, İsveç’te yüzde 20,2, Yunanistan’da yüzde 17,6 ve İtalya’da yüzde 16,8 olduğu görüldü. 
En popüler isimler: Yusuf ve Zeynep
Bebeklere konulan en popüler erkek ismi Yusuf, kız ismi ise Zeynep oldu. Yeni doğan bebeklere konulan en popüler üç erkek ismi 2013 yılında; Yusuf, Berat ve Mustafa oldu. En popüler üç kız ismi ise Zeynep, Elif ve Ecrin oldu. 0-17 yaştaki çocuklar arasında kullanılan en popüler üç erkek isminin Mehmet, Yusuf ve Mustafa, en popüler üç kız isminin ise Zeynep, Elif ve Merve olduğu görüldü.

21 Nisan 2014 Pazartesi

BİR NESLİN MAHVOLUŞU

Bir nesli nasıl mahvettiler?10.04.2014

Bizler mahvedilen bir neslin çocukları veya torunlarıyız. Bir neslin nasıl mahvedildiğini okuyor, duyuyoruz. Bu mahvedilen bir neslin torunlarının nasıl mahvedildiğini bir düşünelim. Mahvedildiğini ve mahvedilmeye devam edildiğini… Ancak unutmamamız gereken şu: Tahrip varsa tamir de vardır. Önemli olan bunu bilip ümitvar olmaktır. 
Bu yazımızda tahripten bahsedeceğiz. “Ne Batıyı tanıyoruz, ne Doğuyu... En az tanıdığımızsa kendimiziz. Biz Müslümanlığından, doğululuğundan, Türklüğünden utanan, tarihinden utanan, dilinden şuursuz bir yığın haline geldik” diyor Cemil Meriç. “Bir nesli nasıl mahvettiler?” diye cesurane soruyor ve bu tahribin nasıl yapıldığını bol örnekle açıklıyor Osman Yüksel Serdengeçti. 
Evet, Serdengeçti’den bahsedeceğiz. “Bir kahraman bekliyoruz” diye Üstad’a şiir yazan İslâm dâvâsının Serdengeçti’sinden, Üstad’dan  “Bir oğlum olsaydı adını Serdengeçti kordum’ iltifatına mazhar olan Osman Yüksel’den bahsedeceğiz.
“Bir Nesli Nasıl Mahvettiler?” Bir neslin nasıl mahvedildiğini anlatan bu eser, Osman Yüksel’in en çok ilgi toplayan eseridir. Kitapta, Hilal Hasreti, Radyo Konuşmaları, Ayasofya, Mevlânâ ve Mehmed Âkif başlığı altında çok sayıda yazı vardır. 173 sayfadan oluşan eserde, Osman Yüksel’in yazdığı bir de önsöz yer almaktadır. Bir Nesli Nasıl Mahvettiler? Osman Yüksel’in bütün eserlerinin 3. kitabıdır. Türk Edebiyatı Vakfı tarafından yayınlanmıştır.
Bu kitapta geçen bazı can alıcı bölümler de şöyledir: “Bir vatandaş bir adam yaralar. Cezası: Yıllarca hapis yatmaktır. Bir insan, bir zümre bir nesli mahveder, bir milleti öldürür. Cezası: Yıllarca saltanat sürmektir.”
“Ana bizim mektebe gâvurlar geldi. Şapkalı şapkalı adamlar: Babamı öldüren herifler. Anan, ‘Onlar senin muallimlerin oğlum’ dediyse de bir türlü inanamıyordun. ‘Şapkaları var anacağım, şapkaları var’ diyordun”
“Sen istemeye istemeye, çekine çekine mektebe devam ediyordun. Bir gün muallim bey, size dönerek ‘Çocuklar Allah var mı söyleyin bakayım?’ dedi. Çocuklar şimdiye kadar duymadıkları düşünmedikleri bu sual karşısında şaşkına döndüler. Belki de korkularından ses çıkaramadılar. Fakat sen duramadın! ‘Var’ diye bağırıvermiştin… Muallim bey güldü. ‘Böyle bir şey yok çocuklar. Bunlar kocakarı masalı, yalan…’ dedi”
“Eski mektep-Yeni mektep müsameresi. Sen ömründe böyle pis pis geğiren, adeta geviş getiren hoca görmemiştin. Bunu nereden bulmuşlardı. Ne iğrenç adamdı bu. O günlerde kasabada Kur’ân-ı Kerîm’i yere atmışlar, yırtmışlar gibi dedikodular alıp yürüyordu. İhtiyarlar, ‘Allahım ne günlere kaldık’ diye hararetli konuşuyorlardı”
Evet, bir neslin nasıl mahvedildiğinin örnekleriyle doludur bu kitap. Müsbet ilim, müsbet ilim diye tutturulan maneviyatı unutturulan çocukların halini görüyoruz. Hepimizin efsane sandığı öğretmenin, “çocuklar Allah’tan şeker isteyin bakalım, bir de benden isteyin” örneğinin nasıl Allah’ı inkâr etmeye kadar vardığının göstergesini görüyoruz. Derslere giren bütün muallimlerin hep bir ağızdan Allah’ı inkâr ve ehadiyeti çürütme çalışmaları…
Serdengeçti’nin Üstad’a yazdığı mektubu okuyunca ve “Said Nursî yirminci asır karanlığını delerken!.
“Çık nerdesin zuhur et, biz seni bekliyoruz...
Yıllardır yollarında yorgun emekliyoruz!
Musa ol! Hakk’a yüksel, tecelli et Tûr’a..
Zulmet yıkılsın gitsin, cihan gark olsun Nura!..” 
şiirini görünce tahrip ve tamiri daha iyi bir şekilde anlıyor insan. Unutulmamalıdır ki: “Biz, bizden evvelkilerin ekip biçtikleriyiz; bizden sonraki nesiller de bizim gayretimizin semeresi olacaklardır.” 
Hayırlı okumalar…

MEHMET TOSUN

1 Nisan 2014 Salı

SEVGİ ÇİÇEKLERİ

        BU ÇİÇEKLER SOLMASIN

 Bu çiçeklerin solması,bizim milletimizin bahtını,talihini de solduracaktır.Açılsın daima,yaprak yaprak,çiçek çiçek açılan goncalar.Bu açılan goncalar,bahtımızın da açılışı olacaktır.Bir gün gelip bu vatan bahçesi gördüğün bu yavru çiçeklerle donanacaktır.O zaman sen ise yetişen bu çiçeklerle iftihar edip mutluluk duyacaksın. 
                                             

ÖĞRETMENİM ! 

Öğretmenim siz;
Bizleri aydınlatan bir nur,
Sönmeyen bir güneş,
Bir ışıksınız.
Öyle bir ışık ki;
Bu ışığa herkes muhtaç.
Öyle bir nur ki;
Bu nura herkes hasret.
Öğretmenim siz;
Öyle bir Cevher'siniz ki;
Kıymetinizi ancak ,
Aydınlığa muhtaç olanlar anlar.
Siz öyle bir değersiniz ki;
Bunu ancak öğrenci anlar.
Yine siz, öyle birisiniz ki;
 Öğretmensiniz .
Öğretmenim siz;
Bir rehber ve öndersiniz.
Siz muhtaçlara elini uzatan,
Yardım seversiniz.
Öğretmenim siz ;
Bizler için her şeysiniz.
Öyle ki; Okumayı bize siz öğrettiniz.
Vatanımızı,bayrağımızı,dinimizi sevmeyi,
Mutlu insan olmayı, siz öğrettiniz.
Çünkü siz, hep mutluluk duyup,
Mutlu insan oldunuz.
Siz gönülleri okşayan,
Sevgililer sevgilisinin dostu.
En büyük insan,öğretmensiniz.
Biz biliyoruz ki;
Bir harf öğretene köle olunur.
Ama siz bize köle olmayı değil,
Efendi olmayı öğrettiniz.
Size ne kadar minnet duysak azdır.
Zira siz,elleri öpülen öğretmensiniz. 


                               Rafet ÖZCAN

28 Mart 2014 Cuma

"MENFEAT ÜZERE DÖNEN SİYASET CANAVARDIR"



Bediüzzaman’dan Başvekil’e Mesajlar
Bediüzzaman ve Risale-i Nurlar, her geçen gün medyanın, bürokrasinin ve halkın gündemine yoğun bir şekilde oturmaya devam etmektedir. Meselenin ne olup, ne olmadığının ciddi bir şekilde aklıselim insanlarca tartışılması ve kabullenilmesi güzel bir olay. Çoğunlukla yargısız infazların, söz hakkı bile tanınmadan hissi olarak yapılan zulümlerin yerini artık hakkaniyet ve öğrenme merakı almıştır. İnsanların birbirlerini dinlemeleri ve anlamaya çalışmaları kalitenin arttığını gösterir.
Bediüzzaman Said Nursi (1878-1960), “İstibdat”, “Meşrutiyet” ve “Cumhuriyet” dönemlerinde yaşayan İslam düşünürüdür. “İstibdat Dönemi”nde Sultan Abdulhamid’e karşı Hürriyeti; “Meşrutiyet Dönemi”nde İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne karşı Meşrutiyet-i Meşrua’yı; “Cumhuriyet Dönemi”nde de Tekparti Diktatörlüğü’ne karşı hukuk devletini savunan yegâne muhalif belki de oydu. Her üç devirde de siyasî baskılara ve hapislere maruz kalışının ardında Bediüzzaman’ın sadece siyasî tercihi yoktu. Aynı zamanda bir medeniyet projesi olarak İslam’ı ve İslamî çerçevedeki rasyonaliteyi benimsemesi ve bu noktadan hareketle heves edilen Batı medeniyetinin temelini teşkil eden materyalist ve pozitivist felsefeye karşı yürüttüğü mücadelenin de önemli payı vardı. Risale-i Nur Külliyatı hem materyalist ve pozitivist felsefenin eleştirisini hem de Kur’an’ın imana müteallik hakikatlerinin aklî delillerle izah ve ispatını içeren eserlerden müteşekkildir.
Bediüzzaman, huzur ve mutluluğu sağlayacak reçeteyi “Kur’an’ın Eczahanesi”nde hazırlayarak insanlığa sunmuştur. Said Nursi, “Eski hal muhal (batıl), ya yeni hal; ya da izmihlâl (perişan olmak)” diyerek, yeni dönemlerin temel insani problemlerine Kur’anî yorumlar getirmiştir. Modern dönemlerin yaygın maddeci, tabiatçı ve esbabperest ideolojisi haline gelen Pozitivizm ve bundan kaynaklanan inkâri fikirlere karşı ikna edici argümanlar sunmuştur. Risale-i Nur’a muhatap olanlar, “iman-ı tahkiki” kazanarak, zamanın hakim cereyanlarına karşı kendilerini koruyabilmişlerdir. Bediüzzaman, kendisine en acımasız hakareti ve dayanılmaz işkenceyi layık görenleri bile iman hakikatleriyle tanıştırmak ve kurtarmak telaşındaydı.
Bediüzzaman Kur’an’ın seslendiği herkese hitap etmiştir. Bediüzzaman’ın günlük politikada partilerden uzak durduğunu, ancak partilere dine, vatana, millete hizmet ettirmek için ikazlarda bulunduğunu görmekteyiz. 1950 öncesi Mustafa Kemal’e, İsmet İnönü’ye, CHP Genel Sekreteri Hilmi Uran’a mektuplar göndererek ikazlarda bulunmuştur. Fakat bu ikazlar kulak ardı edilmiştir. 1950 sonrası aynı ikazları Başvekil Adnan Menderes ve hükümetine yapmıştır. 
Bediüzzaman Said Nursi, 1923 yılı başında Mecliste yaptığı konuşmanın ardından, Ankara'nın siyasi havasından rahatsız olup Van'a giderek, mesaisinin tamamını iman hizmetine teksif etti. Yıllarca siyasi atmosferi, basını takip etmediği gibi İkinci Dünya Savaşı sırasında dahi dünya ile alaka kurmadı. Ancak, savaşın acı sonuçlarından da kaynaklanan hürriyet arayışları ve bizdeki yansıması olan çok partili hayata geçişle birlikte siyasetle alakadar olup Demokratları destekledi.
Demokrat Partinin 14 Mayıs 1950 seçimlerini kazanıp iktidara geldikten sonra yaptığı ilk icraatlardan birisi, on sekiz yıldan beri inananları rahatsız eden ezanın Arapça aslıyla okunması yasağının kaldırılması olmuştur.
Seçimden 20 gün sonra yayınlanan demecinde Menderes; herkesin dinî vecibe ve ibadetlerini yerine getirebilmesini, vicdan hürriyetinin gereği ve laikliğin esası olarak ifade etmiştir. Bu yüzden ezanın asliyetiyle okunması yasağının devamı laikliğin gereği değil aksine, bunun ihlâli olduğunu beyan etmiştir. Ayrıca, bu yasak devam ederken cami içinde bütün ibadet ve duâların Arapça olarak yapıldığını ifade ederek, bir bakıma yasağın mantıksızlığına dikkat çekmiştir.

Menderes Hükümetinin bir ayı dahi dolmadan meclise kanun teklifi vererek yasağın kalkmasını sağlaması ve Ramazan ayının başına tevafuk eden serbestiyetin sağlanması, halk nezdinde büyük bir memnuniyete vesile olmuştur. Bediüzzaman, Ezan-ı Muhammedi’nin (a.s.m.) neşriyle Demokratların on kat güçlendiğini beyan etmiştir. Başvekil Menderes'i açık bir şekilde destekleyerek talebelerini de bu doğrultuda yönlendirdi. Bu desteğinin sebeplerini muhtelif vesilelerle izah etmiştir. Bu izahlarının bir kısmı şöyledir: Demokratları küfre karşı muhafaza edip destekliyoruz. Desteğimizi çekersek Demokratlar yıkılacak ve küfür ortaya çıkacaktır. (1) Menderes komünizm, anarşizm tehlikesini bertaraf etmek, dinsizlik hareketini durdurmak konusunda Risale-i Nurların önemini anlamış olup, bu Nurların okullarda ders kitabı olarak okutulması için etrafındakileri iknaya çalışmaktadır. (2) Adnan Menderes Nurların neşri için maarif vekili Tevfik Beye emir verdi. (3) Menderes İslamiyet'in ulviyetini anlayan samimi bir Müslüman'dır. (4) Adnan Menderes'le çok alakadarım. O'nu duama dahil ettim. (5)
Bediüzzaman Hazretleri bir yandan Demokratları desteklemiş, diğer yandan da ikazlarıyla onlara Kur'an hakikatlerini hatırlatmaya devam etmiştir. Menderes'e bir mektup yazarak, İslam'ın çok önemli olan ancak günümüz siyasi cereyanları tarafından dikkate alınmayan ve ihmali büyük cinayetlerin işlenmesine sebep olan üç hususa özellikle dikkatini çekmiştir:
1- "Birisinin cinayetiyle başkaları, akraba ve dostları mes'ul olamaz" (En'am Suresi, 164. ayet) esası, tarafgirlik ve particilikle ihlal edilmemeli, bu tehlikeye karşı İslam kardeşliği esas alınıp Kur'an'ın söz konusu hükmü dayanak yapılmalı.
2- "Kavmin efendisi, onlara hizmet edendir" şeklindeki Peygamber (a.s.m.) emri hayata geçirilmeli, memuriyetin bir hizmetkarlık olduğu şuuru yerleştirilmelidir. Memurluk, hakimiyet ve tahakküm aracı olmamalıdır. Memuriyeti hizmetkarlıktan çıkarıp tahakküme dönüştürmek, kıblesiz namaz kılmaya benzer.
3- "Mümin mümine karşı bir binanın kenetlenmiş taşları gibidir" hadisini esas yapıp hariçteki düşmanlara karşı dahildeki adavet unutulmalı, dayanışma sağlanmalıdır. Bu esas göz önüne alınırsa sosyal hayatı sağlam temele oturtmak mümkün olacaktır. (6)
Bediüzzaman, Menderes'i ziyarete giden talebelerine; kendisinden selam söylemelerini, kendisini dindar bir vekil olarak bildiğini, onun hatırı için bu memlekette kaldığını, kendilerine yardımcı olunmasını söylemiştir. (7) Menderes selamı hürmetle almış ve kendilerinin müsterih olmalarını, arzularının yerine getirileceğini beyan etmiştir. Bilahare Menderes'in, milletvekili Tahsin Tola'ya: Seni vazifelendiriyorum. Hemen faaliyete geçin, Diyanet İşlerine gidin.... Eyüp Sabri Efendi (Hayırlıoğlu) ile görüşün... Risale-i Nurları neşretsin, (8) dediği ifade edilmektedir.
Bediüzzaman'ın Menderes ve kendisi ile ilgili tespiti de çok dikkat çekicidir. "Menderes bir din kahramanıdır. Dine büyük hizmetleri olmuş ve olacaktır. Fakat Adnan Bey arzu ettiği hizmetinin semeresini göremeyecektir. Benim de dine hizmetim olmuştur. Ketm etmeyeyim... Ama ben de hizmetimin semeresini Adnan Bey gibi göremeyeceğim. Her ikimizin de hizmetlerimizin semeresi ileride görülecektir." (9)
Bediüzzaman'ın Menderes'e desteğinden en çok rahatsız olanların başında CHP lideri İnönü gelir. Bu konuda gerek kendisi, gerekse partisinin yayın organı gibi hizmet gören bazı gazeteler çok sert eleştirilerde bulunmuşlardır.

Bediüzzaman Said Nursi, CHP'lilere göre Cumhuriyet düşmanıydı, yobazdı, mürteciydi. Ona bu sıfatların yakıştırılması, biraz da kızgınlığın ve öfkenin ürünüydü. Çünkü Said Nursi, siyaseti hiç sevmemesine ve siyasetten hep uzak durmasına rağmen, 1950 seçimlerinde ve sonrasında da Demokrat Parti'yi desteklemişti.

CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, ona 'Said-i Kürdi' diyordu. Oysa Said Nursi'nin CHP ile bir sorunu yoktu. Kırgınlığı, tek parti döneminde çok çile çektiği, sürgünden sürgüne, cezaevinden cezaevine gönderildiği içindi. Şahsına yapılan baskılardan da önemlisi, CHP’nin dine ve dindarlara yaptığı baskılardı.
Bediüzzaman, DP'nin iktidara gelmesi ve Celal Bayar'ın Cumhurbaşkanı seçilmesi üzerine Bayar'a ve Menderes’e bir kutlama telgrafı çekmiş, onlardan da teşekkür telgrafı almıştı. Ezan tekrar Arapça okunmaya başlandığı için, DP'ye, Cumhurbaşkanı Celal Bayar'a ve Başbakan Adnan Menderes'e özel bir sempatisi vardı.
Said Nursi, atılan bu adımı çok önemser, tarihi bir karar olarak memnuniyetini belirtir. Anadolu’nun bağrına saplanan, kalbine isabet eden ve manevi gücünü imhaya yönelik geçen döneme karşılık yeni hamlelerin devamını ister.
“Nasıl ezan-ı Muhammediyenin (a.s.m.) neşriyle Demokratlar on derece kuvvet bulduğu gibi, öyle de, Ayasofya'yı da beş yüz sene devam eden vaziyet-i kudsiyesine çevirmektir. Ve âlem-i İslâmda çok hüsn-ü tesir yapan ve bu vatan ahalisine âlem-i İslâmın hüsn-ü teveccühünü kazandıran, bu yirmi sene mahkemeler bir muzır cihetini bulamadıkları ve beş mahkeme de beraatine karar verdikleri Risale-i Nur'un resmen serbestiyetini dindar Demokratlar ilân etmelidirler. Tâ, bu yaraya bir merhem vurmalı. O vakit âlem-i İslâmın teveccühünü kazandıkları gibi, başkalarının zalimane kabahati da onlara yüklenmez fikrideyim. Dindar Demokratlar, hususan Adnan Menderes gibi zatların hatırları için, otuz beş seneden beri terk ettiğim siyasete bir iki gün baktım ve bunu yazdım.” (10)
Bu mektupta görüleceği üzere, Said Nursi Ayasofya’nın ibadete açılmasını ve Risale-i Nur eserlerinin resmen yayınlanmasını talep etmektedir. “Otuz beş seneden beri terk ettiğim siyaset”in dediği, aynı zamanda İttihat ve Terakki dönemi ile birlikte savaş yılları ve CHP dönemidir. Otuz beş yıl öncesinde Bediüzzaman Said Nursi, Ahrar Fırkasını mevcut şartlarda benimseyerek, hürriyet hareketlerini desteklemektedir. İttihat ve Terakki’nin müspet kanadını tasvip etmektedir. Ayrıca eleştiri ve uyarı hakkını da kullanmaktadır. Desteği ve tasvibi ilkeseldir. İkinci meşrutiyet döneminde bireyin iman ve hürriyet ihtiyacını merkeze koyan bir siyasi çerçeveyi belirleyen Said Nursi, otuz beş yıllık kesintiden sonra (1915-1950), aynı çizginin yeni versiyonu olarak DP’yi kendine yakın bulmaktadır. Bu anlamda Adnan Menderes’e dostane tavsiyelerde bulunmaktadır. (11)
Bediüzzaman’ın Menderes’e ve demokratlara mektuplar göndermesinin esas sebebi, onlara Kur’an’ın bazı “kanun-u esasilerini” hatırlatmaktı. Bu mektuplarında onları doğrudan şeriatı yürürlüğe koymaya çağırmıyordu. Fakat yeni kanunların bu temel prensipler doğrultusunda yapılmasını, yeni politikaların bu yolla belirlenmesini ve mevcut kanunların yine bu yolla uygulanmasını teklif ediyordu. (12)
Bediüzzaman’ın, Başvekil Adnan Menderese yazdığı mektuptaki isteklerden sadece Ezanı Muhammedi isteği tam manasıyla gerçekleşmiştir.
Risale-i Nurun neşri ise kısmen gerçekleşmiştir. Yani Üstadın isteği hükümetin bir dairesince resmen basılması idi. Bu istek maalesef bugüne kadar gerçekleşememiştir. Diğer istek ki, Ayasofya’nın ibadete açılması ise yine maalesef tahakkuk etmemiştir. 1980 yılında kısmen bir teşebbüs olmuşsa da daha sonra ihtilaller ve başka sebeblerden gündeme gelmemiştir. Halbuki bu şerefe nail olacak bir hükümet ebediyen Müslümanların gönlünde taht kuracak ve güçlerinden daha fazla güce kavuşacaklardır.

DP iktidara gelince devletin toplum üzerindeki baskısı yavaş yavaş azalmaya başladı. Partinin hürriyetçi yaklaşımları geniş toplum kesimlerinin bilhassa dini hayatında hissedilir ölçüde bir rahatlamaya neden oldu. Ezanın Türkçe okunmasına dair uygulamadan dönülmesi, Kur’an talimini hedef alan çalışmalardan vazgeçilmesi, DP'nin geniş toplum kesimleri tarafından kısa sürede benimsenmesini kolaylaştırdı.
Said Nursi, DP'yi bu hürriyetçi tutumundun dolayı destekledi. Hatta, CHP'nin iktidara gelmemesi için "Demokrat Partiyi, Kur'an, vatan ve İslamiyet namına muhafazaya⁹ çalışıyorum" diyordu.
Ayrıca DP'nin yanlış icraatlarını da yapıcı ikazlarla eleştiriyor, demokratik bir partinin taşıması gereken özelliklere dikkat çekiyordu. Bu bağlamda, gazetelerde okuduğu "Din propagandası yapan dindarların serbestiyet kanunu geri kalmış, fakat solcular hakkındaki kanunu ta'cil edip tasdik etmişler." şeklindeki bir haber üzerine, "Demokrat dindar milletvekillerine bir hakikatı ihtar" başlığı altında bir ikaz neşretmiştir.

Bediüzzaman, Menderes hükümetleri şahsında bütün hükümetlere, millet ve vatanı, sosyal ve siyasi hayatı, anarşi ve büyük tehlikelerden kurtarmak için beş esasın gerekli ve zaruri olduğunu hatırlatıyor. Bu esaslar: Merhamet, hürmet, emniyet, haram helali bilip haramdan kaçınmak ve serseriliği bırakıp itaat etmektir.
İşte Risale-i Nurlar sosyal hayata baktığında bu beş esası temin edip asayişin temel taşlarını yerlerine yerleştirmek maksadıyla bakmaktadır. Bunun içindir ki Bediüzzaman, “Bu vatan, bu millet ve bu vatandaki ehl-i hükümet, ne şekilde olursa olsun, Risale-i Nura eşedd-i ihtiyaçla muhtaçtırlar” der, değil ondan korkmak ve ona düşman olmak, aksine en dinsizlerin de onun dindarane ve hakperestane düsturlarına taraftar olmaları gerektiğini söylemektedir. (13)

27 Mart 2014 Perşembe

BİZİM EN BÜYÜK DÜŞMANIMIZ "CEHALET"

Standart SAID NURSI,SEYH SAID VE SAID MOLLA VE ÜCÜNÜ BIRBIRINE KARISTIRAN CEHALET

Said Nursi, Şeyh Said ve Said Molla'nın fikirleri ve yaşantıları birbirine karıştıralacak kadar yakın mı? Bu üç Said'in birbirine sık sık karıştırılması cehalet mi, kasıt mı? Halbuki Said Nursi ve başlattığı hareket hakkında bir şeyler bilmek, bugünü ve geleceği anlamak için mutlaka gerekli.
“Said Nursi ile Şeyh Said’i birbirine karıştıran yaygın bir cehalet var. Bu cehalet, uluslararası niteliği olan bilimsel bir toplantıyı sadece küçük bir ayrıntıdan yakalayarak ilgi menziline alıyor. Halbuki Said Nursi ve başlattığı hareket hakkında bir şeyler bilmek, bugünü ve geleceği anlamak için mutlaka gerekli.”
Bu ifadeler Prof. Mümtaz’er Türköne’nin Zaman gazetesinin 23.11.2007 tarihli nüshasında yayınlanan “Bediüzzaman Said Nursi” başlıklı yazısında yer almakta.
Prof. Türköne’nin üzerine basarak ifade ettiği “cehalet,” Bediüzzaman Said Nursi’ye bilgisizce ve bilinçsizce muhalefet etmenin ilginç ve ibret verici örneğini ortaya koyuyor. Tabii işin içinde kolaycılık ve “el çabukluğu marifet” anlayışı da var. Böyle bir yaklaşım ise, yine Prof. Türköne’nin de yazısında konu ettiği uluslararası bir sempozyuma, “dünyanın değişik yerlerinden, ağırlıklı olarak Batı dünyasından bilim adamları”nın bir araya geldiği, “ciddi ve önemli konuların” konuşulduğu akademik bir organizasyona karşı kolaylıkla sergilenebiliyor. Üstelik aynı dönemlerde yaşayıp, ülke olarak yaşanan hadiselere birbirine taban tabana zıt tavır ve yaklaşım sergileyen iki isim Bediüzzaman Said Nursi’yi ve Şeyh Said’i aynı kefeye koyarak. Daha da ötesi onları aynı kişiymiş gibi görerek ve göstererek.
Bilinçli bir şekilde karıştırılıyor
Aynı yaklaşım ve art niyetin bir diğer örneğine TBMM çatısı altında da şahit olundu.
18-20 Kasım 2007 tarihlerinde İstanbul Kongre ve Gösteri Merkezi’nde gerçekleştirilen “Adalet: Risale-i Nur’a Göre Daha İyi Bir Dünyanın İnşasında Adaletin Yeri ve Rolü” başlıklı uluslararası sempozyumun sponsorları arasında Türk Hava Yolları (THY) da bulunuyordu. CHP milletvekili Kemal Anadol, Meclis TBMM Başkanlığı’na bir önerge sunmuş, bu önergesinde “Atatürk önderliğinde kurulan THY’nin, 1925’teki Şeyh Said isyanı nedeniyle hakkında soruşturma açılan ve sürgün edilen Said-i Nursi’nin kurucusu olduğu dini cemaatin öğretilerini konu alan toplantıya sponsor olması sizce doğru mudur?” sorusunu yöneltmişti. Bu ifadelerde üç ismin, Atatürk, Şeyh Said ve Said Nursi’nin gayet bilinçli ve özellikle tercih edildiği açıkça görülmekte. Hele Said Nursi’nin böyle bir olayda yer almadığı, hatta engellemek için elinden gelen gayreti sarfettiğinin bilincinde olduğu da kendisini göstermekte. Bu yüzden de böyle bir hareketin mazlumları arasında yer aldığını söylemek yerine, hakkında soruşturma açıldığı ve sürgün edildiği sinsice dile getirilmekte.
Aynı programla ilgili sergilenen bilinçli bilgisizlik zincirinin bir başka halkasına daha değinelim. CHP’li Anadol’un soru önergesini 22 Kasım 2007 tarihli nüshasında “THY’den cemate sponsor olur mu?” başlığıyla veren Milliyet gazetesi, okurlarını Bediüzzaman’la ilgili bilgilendirme maksadıyla şu kısa tanıtım yazısını sunmayı ihmal etmemişti:
“Said-i Nursi, Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi’nde ‘Yapıtlarıyla çağdaş uygarlığın, laikliğin karşısında yer aldı’ diye tanıtılıyor. Atatürk’e deccal diye saldıran Said-i Nursi, radyo, otomobil, elektrik gibi buluşları cin ve meleklerle açıkladı.”
Tezat içinde tezat, kasıt içinde kasıt, art niyet içinde art niyet dolu ifadeler, yaklaşımlar ve iftiralar…


BİRBİRİNE ZIT İKİ SAİD

Sanki Bediüzzaman, 13 Şubat 1925’te patlak veren ve adını Palulu Şeyh Said’den alan Şeyh Said Hadisesi öncesi ve sonrasında olaya kesinlikle katılmadığını söylememiş gibi. Sanki çevresindeki insanlara da katılmamaları yönünde ısrarlı telkinlerde bulunmamış gibi. Sanki o hararetli dönemde görüşlerini dikkate alan binlerce kişinin hayatının kurtulmasına vesile olmamış gibi. Sanki haksız ve mesnetsiz bir şekilde yerinden yurdundan alınıp ömrünün son demine kadar maruz kaldığı sürgünlere, baskı ve zulümlere rağmen müsbet tavrından ve duruşundan taviz vermemiş gibi…
Bir yanda yüzlerce kişinin ölümü, idamı; onbinlerce kişinin yerinden yurdundan sürülmesiyle neticelenen silahlı mücadeleye kalkışan Şeyh Said. Diğer yanda bu hareketin yanlışlığını ifade için çırpınan, engellemek için elinden geleni yapan Said Nursi.
Aralarında bir benzerlik, bir yakınlık kurabilen var mı?

KARIŞTIRILAN DİĞER İSİM: SAİD MOLLA

Bediüzzaman Said Nursi ile karıştırılan, özellikle karışık gösterilen bir başka isim daha var: Said Molla.
Dilerseniz biraz tanıyalım.
Uzun süre Osmanlı topraklarında misyonerlik faaliyetlerinde bulundu. Mondros Mütarekesi’nden (30 Ekim 1918) sonra İngiliz haber alma servisi ajanı olarak İstanbul’da bulunan, Milli Mücadeleyi engelleyebilmek için çalışmalar yürüten, Batı Anadolu’da Albay Emiling adıyla faaliyetlerde bulun İngiliz ajanı rahip Robert Frew (Rahip Fru) ile yakın ilişkileri oldu. 20 Mayıs 1920’de İstanbul’da İngiliz Muhipleri Cemiyeti’ni kurdu. Ajan Robert Frew aracılığıyla İngiliz yönetiminden parasal destek sağladı.
Hürriyet ve İtilaf Partisi’ne kurucu üye olarak katıldı.
1918-1921 arasında İstanbul Gazetesi’ni yayımladı. İngiliz casusu olduğu saptanınca, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Romanya’ya kaçtı. 1924’te “Yüzellilikler” listesine alındı ve 1927’de vatandaşlıktan çıkarıldı.
Sait Molla’nın Rahip Frew’a yazdığı bazı mektupların Nutuk’taki belgeler bölümünde “Said” imzasıyla yer verildiğini, Said Molla’nın Rahip Frew’a “Üstadım” “Sayın Üstad,” “Aziz Üstadım” gibi ifadeler kullandığını ifade edelim. Prof. Dr. Zeynep Korkmaz tarafından sadeleştirilerek tekrar düzenlenen “Kemal Atatürk Nutuk” isimli eserde “Said Molla Nasıl Çalışıyordu” başlığı altında sunulan mektuplar ibretli ifadelerle dolu. Mustafa Kemal’in Said Molla hakkındaki şu cümlesinde, bir vatan haininin portresi çok net olarak ortaya konulmakta:
“Said Molla’nın cemiyetin alenî teşebbüsatında olduğu gibi hafî (gizli) cihetinde de ondan daha ziyade rolü olduğu görülecektir.”

 EN