31 Ocak 2023 Salı

KULLUK

 İkinci Meyve: 

   Ey nefis!

Ubudiyet, mukaddeme-i mükâfat-ı lâhika değil, belki netice-i nimet-i sâbıkadır.

Evet biz ücretimizi almışız.

Ona göre hizmetle ve ubudiyetle muvazzafız.

Çünki ey nefis!

Hayr-ı mahz olan vücudu sana giydiren Hâlık-ı Zülcelal, sana iştihalı bir mide verdiğinden Rezzak ismiyle bütün mat'umatı bir sofra-i nimet içinde senin önüne koymuştur.

Sonra sana hassasiyetli bir hayat verdiğinden, o hayat dahi bir mide gibi rızık ister.

Göz, kulak gibi bütün duyguların, eller gibidir ki; rûy-i zemin kadar geniş bir sofra-i nimeti, o ellerin önüne koymuştur.

Sonra manevî çok rızık ve nimetler isteyen insaniyeti sana verdiğinden, âlem-i mülk ve melekût gibi geniş bir sofra-i nimet, o mide-i insaniyetin önüne ve aklın eli yetişecek nisbette sana açmıştır.

Sonra nihayetsiz nimetleri isteyen ve hadsiz rahmetin meyveleriyle tagaddi eden ve insaniyet-i kübra olan İslâmiyeti ve imanı sana verdiğinden, daire-i mümkinat ile beraber esma-i hüsna ve sıfât-ı mukaddesenin dairesine şâmil bir sofra-i nimet ve saadet ve lezzet sana fethetmiştir.

Sonra imanın bir nuru olan muhabbeti sana vermekle, gayr-ı mütenahî bir sofra-i nimet ve saadet ve lezzet sana ihsan etmiştir.

Yani, cismaniyetin itibariyle küçük, zaîf, âciz, zelil, mukayyed, mahdud bir cüz'sün.

Onun ihsanıyla cüz'î bir cüz'den, küllî bir küll-ü nurani hükmüne geçtin.

Zira hayatı sana vermekle, cüz'iyetten bir nevi külliyete ve insaniyeti vermekle hakikî külliyete ve İslâmiyeti vermekle ulvî ve nurani bir külliyete ve marifet ve muhabbeti vermekle muhit bir nura seni çıkarmış.

   İşte ey nefis!

Sen bu ücreti almışsın.

Ubudiyet gibi lezzetli, nimetli, rahatlı, hafif bir hizmetle mükellefsin.

Halbuki, buna da tenbellik ediyorsun.

Eğer yarım yamalak yapsan da, güya eski ücretleri kâfi gelmiyormuş gibi, çok büyük şeyleri mütehakkimane istiyorsun.

Ve hem "Niçin duam kabul olmadı" diye nazlanıyorsun.

Evet, senin hakkın naz değil, niyazdır.

Cenab-ı Hak Cennet'i ve saadet-i ebediyeyi, mahz-ı fazl ve keremiyle ihsan eder.

Sen, daima rahmet ve keremine iltica et.

Sözler - 360

KEŞKE DEMEMEK İÇİN

 Hayat pişmanlığı affetmiyor. ‘Son’lu hayat, sonsuza akıp duruyor. Son pişmanlık fayda vermiyor. Kimse sonsuza kadar kalmıyor. Belki de; hayatı anlamlı kılan kısacık olması..

Hayatı bir yolculuk. Kimse bu yolculuğun süresini, ara ve son durağını bilmiyor. Yolculuk süresince hayatımıza bir çok kimseler dokunduğu gibi; biz de başkaların hayatına dokunuyoruz. Allah, hiç kimseyi boşu boşuna karşımıza çıkarmıyor.

Hayatımıza giren herkes ömür boyu kalmak için girmiyor. Bizlere bir şeyler öğretiyor, hayata karşı bize tecrübe kazandırıyor. Kendinizi tanımanızı sağlıyor. Bir süre de, olsa mutlu ediyor, üzüyor, canımızı sıkıyor. “Keşke tanımasaydım, keşke hayatıma girmeseydi” demek durumu değiştirmiyor.

***

İmtihanda olduğumuzun şuuru ile, hayatımıza dokunanların lütuf olduğunu unutmadan yaşamak en ideali. Herkesin ve her şeyin ebedi hayatımıza bir şeyler kattığını ıskalamadan..

‘Rabbimiz abes iş yapmıyor’ ise, ‘kâinatta tesadüfe tesadüf edilmiyor’ ise, ‘her şey ya bizzat; ya neticeleri itibariyle güzel’ ise, her şey imtihanın bir parçası ise ‘keşke...’ yerine ‘iyi ki...’ demek en güzeli.

Yanlış anlaşılmasın; elbette bir iş yaparken araştırıp soracağız, gerekli istişareleri yapacağız. Ancak; olup bittikten sonra dövünmek değil, hikmet tarafını görmek gerek.

***

İnsanız; hep mutlu olmak istiyoruz.. Sevdiklerimizle yan yana yürüyoruz bir süre. ‘Her şey çok güzel, tam hayalimizdeki gibi’ derken; bir gün karşımıza bir kavşak çıkıyor. Kalmasını istediklerimiz gidebiliyor. Ölüm, hastalık, musibet, ayrılık... İnsanlar mutluluğa kolay alışıyor ve en basit bir kayıpta alışkanlığını arıyor.

Bir şeyin güzel olması, süresiyle alakalı değil; kalitesiyle ilgili. Bazen bir gün, bir ömre bedel olabilir. Öyleyse; öyle bir hayat yaşayalım ki “keşke tanımasaydım seni” yerine ‘iyi ki tanımışım, iyi ki kısa süre de olsa, hayatıma girmişsin’ diyebilelim dostlarımıza, sevdiklerimize.

***

‘Keşke..’ dememek için elimizdekilerin, sevdiklerimizin, hizmetimizin kıymetini bilelim. Kavgaların, yersiz tartışmaların, kıskançlıkların, memnuniyetsizliğin, şükürsüzlüğün ve devamlı şikâyet etmenin; boşa zaman ve enerji kaybı olduğunu anlayalım.

Fani, ehemmiyetsiz bir şey için münâkaşaya, kalp kırmaya değer mi? Zîra yolculuk çok kısa...

Keşke değil, iyi ki demek için.. Affedici ve şükredici olmak ve daimâ gülümsemek

30 Ocak 2023 Pazartesi

DİKKAT TEHLİKE VAR !

 Evet, hem de öyle bir tehlike ki hem dünyevî saadeti mahveden hem de ahiret yurdunu kaybetmeye sebep olabilen bir tehlike. Adı, âhirzaman… Fitnesinden ve şerrinden Hz. Âdem’in (as) dahi Cenâb-ı Hakka iltica edip sığındığı; dehşetinden kalplerin ürktüğü, ruhların titrediği; enbiyanın, asfiyânın helâket ve felaket asrı dediği dehşetli ve acib bir zaman.

Peki, âhirzaman nasıl bir zaman ki yaratılan ilk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem (as) dahi Allah’a sığınmış? Âhirzamanı bu kadar dehşetli hâle getiren husûsiyetler nelerdir? Biz mü’minleri bilhassa gençleri tehdit eden âhirzaman tehlikeleri nelerdir? Evet, bu zaman öyle bir zaman ki helak olan bütün kavimlerin işlediği günahların işlendiği; günahların her taraftan hücum ettiği; maddiyyûnun ve tabiiyyûnun sürekli îmânın erkânına saldırdığı; deizm, kominizim, ateizm gibi îmansızlık akımlarının her yerde hâkim olmaya çalıştığı; film, dizi, sosyal medya gibi araçlarla toplumun en dar dairesi olan ailelerin yıkıma uğratıldığı ve boşanmaların arttığı; fitnenin her eve girdiği; gayr-i meşrû ahlâksızlığın her tarafta kol gezdiği; zinanın, ribânın ve rüşvetin arttığı; zalim idarecilerin ve ehil olmayan kişilerin toplumları idare ettiği; dünyaya ait fânî işlerin bilerek ve isteyerek âhirete ait bâki işlere tercih edildiği; kırk vefiyattan ancak bir ikisinin îmanla kabre girdiği ve daha birçok husûsiyetleri olan tehlikeli ve dehşetli bir zaman. Peygamber Efendimizin (asm) “Haram işlemeyi kolaylaştıran imkânlar artacak, gençler günah işlemeye ve kötülük yapmaya çok meyledecekler.” dediği; îmânın kor ateşi elde tutmak kadar zor olduğu bir zaman.

AHİRZAMAN GENÇLİĞİ

 Hiç şüphesiz böyle bir zamanda çok zordur mü’min bir genç olmak. Zira zamanın şartlarının ağır olmasının yanı sıra genç olmanın da verdiği zorluklar var. Çünkü “Gençlik damarı, akıldan ziyade hissiyatı dinler. His ve heves ise kördür, âkıbeti görmez. Bir dirhem hazır lezzeti, ileride bir batman lezzete tercih eder.” Yani gençlik dönemi, gençlik damarının hâkim olduğu, günaha sevk eden nefis ve hissiyatın baskın olduğu, anlık lezzetlerin ilerideki daha büyük lezzetlere tercih edildiği ve gelecekteki azaptan değil de acele verilen cezalardan daha çok korkulduğu bir dönem.

Peki, böyle bir dönemde âhirzamanın dehşetli fitnelerinden nasıl kurtulacağız? Bu tehlikelere karşı nasıl dayanabileceğiz? Bu cehennemî hâletten nasıl çıkacağız? Âhirzamanda genç olmanın bâdirelerini nasıl atlatacağız?

İlk önce nasıl bir zamanda yaşadığımızın farkında olacağız. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi bu zamanın husûsiyetlerini bileceğiz. Daha sonra bizi günahlara sevk eden nefsimizi tanıyacağız ve ittiham edeceğiz. Zira “Nefsini ittiham eden, kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. İstiğfar eden istiaze eder.” Nefsimizi ittiham ettikten sonra kusurlarımızın farkında olup itiraf edeceğiz. Çünkü “kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar. İtiraf etse, affa müstahak olur.” Bu itirafla birlikte Cenâb-ı Hakka, Tevvab (tövbeleri çokça kabul eden), Settar (gizli ve açık işlediğimiz günahlarımızı örten), Ğafur (biz günahkâr kullarına mağfiret eden) ve Rahîm (biz aciz kullarına merhamet eden) gibi isimlerini şefaatçi edip tövbe ve istiğfar ederek işlediğimiz günahların kalbimizi karartmasına engel olacağız. Çünkü “Günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra tâ nûr-u îmanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Her bir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah istiğfar ile çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir manevî yılan olarak kalbi ısırıyor.” Bu tövbe ve istiğfarın ardından şeytandan istiaze edeceğiz. Zira şeytanı dinleyen bir nefis kusurunu görmek istemez. Kusurunu görmemek ise o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Bunları yaptıktan sonra sabredeceğiz ve istikâmetimizi bozmayacağız. Âhirzaman fitnesine karşı her dâim teyakkuzda olup bu dehşetli fitneden her dâim Allah’a sığınacağız. Her dâim dememizin sebebi ise ecelimiz gelene kadar bu fitnelere maruz kalacağımız içindir.

AHİRZAMAN FİTNELERİ

 

Evet, âhirzamandaki fitneleri ve dinsizlik cereyanları saymakla bitmez. Her gün yeni yeni dinsizlik ve imansızlık cereyanları ortaya çıkmakta ehl-i îmana hücum etmektedir. Bunların yanı sıra TV, sosyal medya, internet gibi dijital ortamlarda da ne yazık ki bu cereyanlar boy göstermektedir. Îmanımızın erkânına saldıran bu fitnelere ve cereyanlara karşı îman ve Kur’ân hakikatlerine sımsıkı sarılacağız. Taklidî îmanı tahkikî îmana çeviren, akıllardaki şüpheleri izale eden, kalplerdeki vesveseleri gideren Kur’ân’ın asrımızdaki manevî bir mu’cizesi olan Risâle-i Nûr’u çokça okuyacağız. Zira Risâle-i Nur “gençliği, dalâlet ve sefahet uçurumuna düşmekten kurtaran ve îmanda, bu dünyada dahi hakikî bir cennet lezzeti ve dalâlette ise cehennemî bir azab ve sıkıntı bulunduğunu misallerle izah ve ispat eden”6 harika bir tefsirdir. Hem “Risâle-i Nur’dan ders alan, elbette çok mâsumların kanını ve hukukunu zâyi eden fitnelere girmez ve bilhassa tecrübeleriyle, mükerreren akîm ve zararlı kalan fitnelere hiçbir cihetle yanaşmaz.” 

Risâle-i Nur’u okumak îmanımızın kuvvetlenmesi için büyük bir önem arz etmektedir. Lâkin bizler okuduğumuz her meseleyi tam olarak anlamayabiliriz. Bu sebeple Risâle-i Nur okunan medreselere gitmeli, Nur derslerine iştirak etmeli ve Nur camiasının şahs-ı mânevîsine dâhil olmaya çalışmalıyız. Çünkü günahlar her cihetten bizi sarıyorlar. Bu kadar günaha karşı husûsî ibadet ve takvamızla tam mukabele etmemiz zor olur. Ama mensup olduğumuz cemaatin mabeynindeki esaslı bir düstur olan uhrevî amellerde iştirak kanunuyla ve samimî dayanışma sırrıyla bir dil ile değil belki cemaatteki kardeşlerimiz adedince diller ile ibadet edip istiğfar ederek bin taraftan hücum eden günahlara mukabele edebiliriz inşâallah.

Îmanımızı kuvvetlendirdikten sonra takvalı bir genç olmak için elimizden geleni yapacağız ve asla yılmayacağız. Zira “bu zamanda tahribat ve menfî cereyan dehşetlendiği için, takva bu tahribata karşı en büyük esastır.” Takva demek “menhiyattan ve günahlardan içtinâb etmek ve amel-i sâlih ve emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmak” demektir. Yani bizi harama ve günaha sevk eden materyallerden, ortamlardan, arkadaş çevrelerinden içtinâb edip uzak duracağız. Hem “helâl dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur.” Ve mutlaka Cenâb-ı Hakkın emir dairesine hareket edip namaz başta olmak üzere farz olan amellerimizi de yerine getirip sebatla devam edeceğiz ve asla ihmal etmeyeceğiz. Zira “Ferâiz-i İlâhîye ise hafiftir, azdır.”

Âhirzaman fitnelerine karşı bir diğer kalkanımız ise sünnet-i seniyyedir. Âhirzamanı bize en güzel şekilde tarif edip, sahabelerin dahi âhirzamandan Cenâb-ı Hakk’a sığınmasına vesile olan Peygamber Efendimizin (asm) sünnet-i seniyyesine ittiba etmeliyiz. Sünnet-i seniyyeyi hayatımızın her ânına yerleştirip yaşamaya çalışacağız. Sünnet-i seniyyeyi ne kadar yaşarsak günlük adetlerimiz de o ölçüde ibadete ve hayrata çevirebiliriz. Bu sayede fânî ve kısa olan ömrümüzü bâkîye müteveccih yapabiliriz.

Rabbim bizleri âhirzamanın dehşetli fitnelerinden, imansızlık cereyanlarından ve dinsizlik akımlarından muhafaza eylesin ve bizleri ibadette sebat eden, Risâle-i Nur’u okuyarak tahkikî îmanı elde edip îmanla kabre giren âhirzaman gençlerinden eylesin. Âmin, âmin, âmin…


YILDIZBÖCEĞİ GİBİ OLMA

 Şimdi ey nefis!

Birkaç Sözde kat'î isbat etmişiz ki; asıl mahiyetin kusur, naks, fakr, acizden yoğrulmuştur ki; zulmet, karanlığın derecesi nisbetinde nurun parlaklığını gösterdiği gibi, zıddiyet itibariyle sen, onlarla Fâtır-ı Zülcelal'in kemal, cemal, kudret ve rahmetine âyinedarlık ediyorsun.

Demek ey nefis!

Nefsine muhabbet değil, belki adavet etmelisin veyahut acımalısın veyahut mutmainne olduktan sonra şefkat etmelisin.

Eğer nefsini seversen, (Çünki senin nefsin lezzet ve menfaatin menşeidir, sen de lezzet ve menfaatin zevkine meftunsun.) o zerre hükmünde olan lezzet ve menfaat-i nefsiyeyi, nihayetsiz lezzet ve menfaatlere tercih etme.

Yıldız böceği gibi olma.

Çünki o, bütün ahbabını ve sevdiği eşyayı karanlığın vahşetine gark eder, nefsinde bir lem'acık ile iktifa eder.

Zira nefsî olan lezzet ve menfaatinle beraber bütün alâkadar olduğun ve bütün menfaatleriyle intifa ettiğin ve saadetleriyle mes'ud olduğun mevcudatın ve bütün kâinatın menfaatleri, nimetleri, iltifatına tâbi' bir Mahbub-u Ezelî'yi sevmekliğin lâzımdır.

Tâ, hem kendinin, hem bütün onların saadetleriyle mütelezziz olasın.

Hem Kemal-i Mutlak'ın muhabbetinden aldığın nihayetsiz bir lezzeti alasın.

   Zâten sana, sende senin nefsine olan şedid muhabbetin, onun zâtına karşı muhabbet-i zâtiyedir ki, sen sû'-i istimal edip kendi zâtına sarfediyorsun.

Öyle ise nefsindeki eneyi yırt, hüveyi göster ve kâinata dağınık bütün muhabbetlerin, onun esma ve sıfâtına karşı verilmiş bir muhabbettir.

Sen sû'-i istimal etmişsin, cezasını da çekiyorsun.

Çünki yerinde sarfolunmayan bir muhabbet-i gayr-ı meşruanın cezası, merhametsiz bir musibettir.

Rahmanürrahîm ismiyle, hurilerle müzeyyen Cennet gibi senin bütün arzularına câmi' bir meskeni, senin cismanî hevesatına ihzar eden ve sair esmasıyla senin ruhun, kalbin, sırrın, aklın ve sair letaifin arzularını tatmin edecek ebedî ihsanatını o Cennet'te sana müheyya eden ve herbir isminde manevî çok hazine-i ihsan ve kerem bulunan bir Mahbub-u Ezelî'nin, elbette bir zerre muhabbeti, kâinata bedel olabilir.

Kâinat onun bir cüz'î tecelli-i muhabbetine bedel olamaz.

Öyle ise o Mahbub-u Ezelî'nin kendi Habibine söylettirdiği şu ferman-ı ezelîyi dinle, ittiba et:

اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ى يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ

Sözler - 359

MUHABBET

  Birinci Meyve: 

   Ey nefisperest nefsim, ey dünyaperest arkadaşım! Muhabbet, şu kâinatın bir sebeb-i vücududur.

Hem şu kâinatın rabıtasıdır.

Hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır.

İnsan, kâinatın en câmi' bir meyvesi olduğu için, kâinatı istila edecek bir muhabbet o meyvenin çekirdeği olan kalbine dercedilmiştir.

İşte şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemal sahibi olabilir.

İşte ey nefis ve ey arkadaş!

İnsanın havfe ve muhabbete âlet olacak iki cihaz, fıtratında dercolunmuştur.

Alâküllihal o muhabbet ve havf, ya halka veya Hâlık'a müteveccih olacak.

Halbuki halktan havf ise, elîm bir beliyyedir.

Halka muhabbet dahi, belalı bir musibettir.

Çünki sen öylelerden korkarsın ki, sana merhamet etmez veya senin istirhamını kabul etmez.

Şu halde havf, elîm bir beladır.

Muhabbet ise, sevdiğin şey, ya seni tanımaz, Allah'a ısmarladık demeyip gider.

-Gençliğin ve malın gibi.- Ya muhabbetin için seni tahkir eder.

Görmüyor musun ki, mecazî aşklarda yüzde doksandokuzu, maşukundan şikayet eder.

Çünki Samed âyinesi olan bâtın-ı kalb ile sanem-misal dünyevî mahbublara perestiş etmek, o mahbubların nazarında sakîldir ve istiskal eder, reddeder.

Zira fıtrat, fıtrî ve lâyık olmayan şeyi reddeder, atar.

(Şehvanî sevmekler, bahsimizden hariçtir.)

   Demek sevdiğin şeyler ya seni tanımıyor, ya seni tahkir ediyor, ya sana refakat etmiyor.

Senin rağmına müfarakat ediyor.

Madem öyledir; bu havf ve muhabbeti, öyle birisine tevcih et ki, senin havfın lezzetli bir tezellül olsun.

Muhabbetin, zilletsiz bir saadet olsun.

Evet Hâlık-ı Zülcelal'inden havf etmek, onun rahmetinin şefkatına yol bulup iltica etmek demektir.

Havf, bir kamçıdır; onun rahmetinin kucağına atar.

Malûmdur ki, bir vâlide, meselâ bir yavruyu korkutup sinesine celbediyor.

O korku, o yavruya gayet lezzetlidir.

Çünki şefkat sinesine celbediyor.

Halbuki, bütün vâlidelerin şefkatleri, rahmet-i İlahiyenin bir lem'asıdır.

Demek havfullahta bir azîm lezzet vardır.

Madem havfullahın böyle lezzeti bulunsa, muhabbetullahta ne kadar nihayetsiz lezzet bulunduğu malûm olur.

Hem Allah'tan havf eden, başkaların kasavetli, belalı havfından kurtulur.

Hem Allah hesabına olduğu için, mahlukata ettiği muhabbet dahi firaklı, elemli olmuyor.

   Evet insan evvelâ nefsini sever.

Sonra akaribini, sonra milletini, sonra zîhayat mahlukları, sonra kâinatı, dünyayı sever.

Bu dairelerin herbirisine karşı alâkadardır.

Onların lezzetleriyle mütelezziz ve elemleriyle müteellim olabilir.

Halbuki şu herc ü merc âlemde ve rüzgâr deveranında hiçbir şey kararında kalmadığından bîçare kalb-i insan, her vakit yaralanıyor.

Elleri yapıştığı şeylerle, o şeyler gidip ellerini paralıyor, belki koparıyor.

Daima ızdırab içinde kalır, yahut gaflet ile sarhoş olur.

Madem öyledir, ey nefis!

Aklın varsa, bütün o muhabbetleri topla, hakikî sahibine ver, şu belalardan kurtul.

Şu nihayetsiz muhabbetler, nihayetsiz bir kemal ve cemal sahibine mahsustur.

Ne vakit hakikî sahibine verdin, o vakit bütün eşyayı onun namıyla ve onun âyinesi olduğu cihetle ızdırabsız sevebilirsin.

Demek şu muhabbet, doğrudan doğruya kâinata sarfedilmemek gerektir.

Yoksa muhabbet en leziz bir nimet iken, en elîm bir nıkmet olur.

   Bir cihet kaldı ki, en mühimi de odur ki, ey nefis!

Sen, muhabbetini kendi nefsine sarfediyorsun.

Sen, kendi nefsini kendine mabud ve mahbub yapıyorsun.

Herşeyi nefsine feda ediyorsun, âdeta bir nevi rububiyet veriyorsun.

Halbuki muhabbetin sebebi, ya kemaldir; zira kemal zâtında sevilir.

Yahut menfaattir, yahut lezzettir veyahut hayriyettir, ya bunlar gibi bir sebeb tahtında muhabbet edilir.

Sözler - 357

29 Ocak 2023 Pazar

BİR ŞEYİN İCADINDA SEBEPLERİN TESİRİ YOK

 "Esbabda hakikî tesir-i icadî yok." Şimdi yalnız bu kadar deriz ki: Esbab içinde, bilbedahe en eşrefi ve ihtiyarı en geniş ve tasarrufatı en vasi', insandır.

İnsanın dahi en zahir ef'al-i ihtiyariyesi içinde en zahiri; ekl ve kelâm ve fikirdir.

Yani: Yemek, söylemek, düşünmektir.

Şu yemek, söylemek, düşünmek ise gayet muntazam, acib, hikmetli birer silsiledir.

O silsilenin yüz cüz'ünden, insanın dest-i ihtiyarına verilen ancak bir cüz'üdür.

Meselâ: Yemekten, bedenin tagaddi-i hüceyratından tut, tâ semeratın teşekkülüne kadar olan silsile-i ef'al içinde, insanın dest-i ihtiyarına verilen yalnız ağızdaki dişlerin değirmenini tahrik edip onu çiğnemektir.

Ve söylemek silsilesinden yalnız meharic-i huruf kalıblarına, havayı sokup çıkarmaktır.

Halbuki ağzında bir tek kelime, bir çekirdek gibi iken, bir ağaç hükmündedir.

Hava içinde milyonlar aynı kelime gibi meyveler verir.

Milyonlarla dinleyenlerin kulaklarına girer.

Bu misalî sünbüle, insandaki hayalin eli ancak yetişebilir.

İhtiyarın kısacık eli, nasıl yetişir?

Madem esbab içinde en eşrefi ve en ziyade ihtiyar sahibi olan insan, böyle hakikî icaddan eli bağlansa, sair cemadat ve behimat ve anasır ve tabiat; nasıl hakikî mutasarrıf olabilirler?

   Yalnız o esbab, birer zarftır ve masnuat-ı Rabbaniyeye birer kılıftırlar ve hedaya-yı Rahmaniyeye birer tablacıdırlar.

Elbette bir padişahın hediyesinin kabı veya hediyeye sarılan mendil veyahut hediye eline verilip getiren nefer, o padişahın saltanatına şerik olamazlar.

Ve onları şerik tevehhüm eden, saçma bir hezeyan eder.

Öyle de esbab-ı zahiriye ve vesait-i suriyenin, rububiyet-i İlahiyeden hiçbir cihette hisseleri olamaz.

Hizmet-i ubudiyetten başka nasîbleri yoktur.

Sözler - 608

MERHAMET SAHİBİ BAŞKASINI MEMNUN ETMEKTEN SEVİNİR

 DÖRDÜNCÜ ŞUÂ: 

   Kâinattaki hayret-nüma faaliyet-i daimenin hikmetinin üçüncü şubesi şudur ki: Her bir merhamet sahibi, başkasını memnun etmekten mesrur olur.

Her bir şefkat sahibi, başkasını mesrur etmekten memnun olur.

Her bir muhabbet sahibi, sevindirmeye lâyık mahlukları sevindirmekle sevinir.

Her bir âlîcenab zat, başkasını mesud etmekle lezzet alır.

Her bir âdil zat, ihkak-ı hak etmek ve müstahaklara ceza vermekte hukuk sahiplerini minnettar etmekle keyiflenir.

Hüner sahibi her bir sanatkâr, sanatını teşhir etmekle ve sanatının tasavvur ettiği tarzda işlemesiyle ve istediği neticeleri vermesiyle iftihar eder.

   İşte bu mezkûr düsturların her biri birer kaide-i esasiyedir ki kâinatta ve âlem-i insaniyette cereyan ediyorlar.

Bu kaidelerin esma-i İlahiyede cereyan ettiklerini gösteren üç misal, Otuz İkinci Söz'ün İkinci Mevkıfı'nda izah edilmiştir.

Bir hülâsası bu makamda yazılması münasip olduğundan deriz:

   Nasıl ki mesela, gayet merhametli, sehavetli, gayet kerîm âlîcenab bir zat, fıtratındaki âlî seciyelerin muktezasıyla büyük bir seyahat gemisine, çok muhtaç ve fakir insanları bindirip gayet mükemmel ziyafetlerle, ikramlarla o muhtaç fakirleri memnun ederek denizlerde arzın etrafında gezdirir ve kendisi de onların üstünde, onları mesrurane temaşa ederek o muhtaçların minnettarlıklarından lezzet alır ve onların telezzüzlerinden mesrur olur ve onların keyiflerinden sevinir, iftihar eder.

   Madem böyle bir tevziat memuru hükmünde olan bir insan, böyle cüz'î bir ziyafet vermekten bu derece memnun ve mesrur olursa elbette bütün hayvanları ve insanları ve hadsiz melekleri ve cinleri ve ruhları, bir sefine-i Rahmanî olan küre-i arz gemisine bindirerek rûy-i zemini, enva-ı mat'umatla ve bütün duyguların ezvak ve erzakıyla doldurulmuş bir sofra-i Rabbaniye şeklinde onlara açmak ve o muhtaç ve müteşekkir ve minnettar ve mesrur mahlukatını aktar-ı kâinatta seyahat ettirmekle ve bu dünyada bu kadar ikramlarla onları mesrur etmekle beraber, dâr-ı bekada cennetlerinden her birini ziyafet-i daime için birer sofra yapan Zat-ı Hayy-ı Kayyum'a ait olarak o mahlukatın teşekkürlerinden ve minnettarlıklarından ve mesruriyetlerinden ve sevinçlerinden gelen ve tabirinde âciz olduğumuz ve mezun olmadığımız şuunat-ı İlahiyeyi "memnuniyet-i mukaddese" "iftihar-ı kudsî" ve "lezzet-i mukaddese" gibi isimlerle işaret edilen maânî-i rububiyettir ki bu daimî faaliyeti ve mütemadî hallakıyeti iktiza eder.

Lemalar[Y] - 418

28 Ocak 2023 Cumartesi

ŞÜKÜR, NİMETİ ARTIRIR, GAFLETİ KAÇIRIR

 بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

   Nev'-i beşerin ağlanacak gülmelerine, endişe-i istikbal ve âkıbet-bînlik adesesiyle, gayet şaşaalı bir gece bayramında, hapishane penceresinden bakarken, nazar-ı hayalime inkişaf eden bir vaziyeti beyan ediyorum.

   Sinemada, eski zamanda mezaristanda yatanların vaziyet-i hayatiyeleri göründüğü gibi, yakın bir istikbalde mezaristan ehli olanların, müteharrik cenazelerini görmüş gibi oldum.

O gülenlere ağladım.

Birden bir tevahhuş, bir acımak hissi geldi.

Aklıma döndüm, hakikattan sordum: "Bu hayal nedir?" Hakikat dedi ki:

   Elli sene sonra, bu kemal-i neş'e ile gülen ve eğlenen zavallılardan, elliden beşi, beli bükülmüş yetmiş yaşlı ihtiyarlar gibi; kırkbeşi, mezaristanda çürümüş bulunacaklar.

O güzel sîmalar, o neş'eli gülmeler, zıdlarına inkılab etmiş olacaklar.

كُلُّ اٰتٍ قَر۪يبٌ kaidesiyle; madem yakında gelecek şeylerin gelmiş gibi görülmesi bir derece hakikattır; elbette gördüğün hayal değildir.

Madem dünyanın gafletkârane gülmeleri, böyle ağlanacak acı hallerin perdesidir ve muvakkat ve zevale maruzdur; elbette bîçare insanların ebedperest kalbini ve aşk-ı bekaya meftun olan ruhunu güldürecek, sevindirecek, meşru dairesinde ve müteşekkirane, huzurkârane, gafletsiz, masumane eğlencelerdir ve sevab cihetiyle bâki kalan sevinçlerdir.

Bunun içindir ki, bayramlarda gaflet istila edip, gayr-ı meşru daireye sapmamak için, rivayetlerde zikrullaha ve şükre çok azîm tergibat vardır.

Tâ ki; bayramlarda o sevinç ve sürur nimetlerini şükre çevirip, o nimeti idame ve ziyadeleştirsin.

Çünki şükür, nimeti ziyadeleştirir, gafleti kaçırır.

Lemalar - 274

27 Ocak 2023 Cuma

ÜÇ ÇEŞİT UYKU

 Uyku üç nevidir:

   Birincisi: 

   Gayluledir ki, fecirden sonra tâ vakt-i kerahet bitinceye kadardır.

Bu uyku, rızkın noksaniyetine ve bereketsizliğine hadîsçe sebebiyet verdiği için, hilaf-ı sünnettir.

Çünki rızık için sa'yetmenin mukaddematını ihzar etmenin en münasib zamanı, serinlik vaktidir.

Bu vakit geçtikten sonra bir rehavet ârız olur.

O günkü sa'ye ve dolayısıyla da rızka zarar verdiği gibi, bereketsizliğe de sebebiyet verdiği, çok tecrübelerle sabit olmuştur.

   İkincisi: 

   Feyluledir ki, ikindi namazından sonra mağribe kadardır.

Bu uyku ömrün noksaniyetine, yani uykudan gelen sersemlik cihetiyle o günkü ömrü nevm-âlûd, yarı uyku, kısacık bir şekil aldığından maddî bir noksaniyet gösterdiği gibi; manevî cihetiyle de o gün hayatının maddî ve manevî neticesi ekseriya ikindiden sonra tezahür ettiğinden, o vakti uyku ile geçirmek, o neticeyi görmemek hükmüne geçtiğinden, güya o günü yaşamamış gibi oluyor.

   Üçüncüsü: 

   Kayluledir ki, bu uyku sünnet-i seniyedir.

Duha vaktinden, öğleden biraz sonraya kadardır.

Bu uyku, gece kıyamına sebebiyet verdiği için sünnet olmakla beraber, Ceziretü'l-Arab'da vaktü'z-zuhr denilen şiddet-i hararet zamanında bir ta'til-i eşgal, âdet-i kavmiye ve muhitiye olduğundan, o sünnet-i seniyeyi daha ziyade kuvvetlendirmiştir.

Bu uyku, hem ömrü, hem rızkı tezyide medardır.

Çünki yarım saat kaylule, iki saat gece uykusuna muadil gelir.

Demek ömrüne her gün bir buçuk saat ilâve ediyor.

Rızık için çalışmak müddetine, yine bir buçuk saati ölümün kardeşi olan uykunun elinden kurtarıp yaşatıyor ve çalışmak zamanına ilâve ediyor.

  Said Nursî 

Lemalar - 270

26 Ocak 2023 Perşembe

YAPAN BİLİR

 Birinci Nükteli İşaret 

  Şu kâinatın Sahip ve Mutasarrıfı, elbette bilerek yapıyor ve hikmetle tasarruf ediyor ve her tarafı görerek tedvir ediyor ve her şeyi bilerek, görerek terbiye ediyor ve her şeyde görünen hikmetleri, gayeleri, fâideleri irade ederek tedvir ediyor. 

  Madem yapan bilir; elbette bilen konuşur. 

  Madem konuşacak; elbette zîşuur ve zîfikir ve konuşmasını bilenlerle konuşacak. 

  Madem zîfikirle konuşacak; elbette zîşuurun içinde en cemiyetli ve şuuru küllî olan insan nev’i ile konuşacaktır. 

  Madem insan nev’i ile konuşacak; elbette insanlar içinde kàbil-i hitap ve mükemmel insan olanlarla konuşacak. 

  Madem en mükemmel ve istidadı en yüksek ve ahlâkı ulvî ve nev-i beşere mukteda olacak olanlarla konuşacaktır; elbette dost ve düşmanın ittifakıyla, en yüksek istidadda ve en âlî ahlâkta ve nev-i beşerin humsu ona iktida etmiş ve nısf-ı arz onun hükm-ü manevîsi altına girmiş ve istikbal onun getirdiği nurunziyasıyla bin üç yüz sene ışıklanmış ve beşerin nurânî kısmı ve ehl-i imanı mütemadiyen günde beş defa onunla tecdid-i biat edip, ona dua-i rahmet ve saadet edip, ona medih ve muhabbet etmiş olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm ile konuşacak ve konuşmuş; ve resul yapacak ve yapmış; ve sair nev-i beşere rehber yapacak ve yapmıştır.

mektubat/19.3#6

25 Ocak 2023 Çarşamba

KAİNAT BU GECEYİ ALKIŞLIYOR

 "Aziz Kardeşlerim!

Size iki pusulayı Leyle-i Regaib’den altı saat evvel yazdım. Hizbü’n-Nuriye kâğıt ile teslimden sonra, kat’iyen benim kanaatimde bir nevi’ mu’cize-i Ahmediye olarak, iki aydan beri mütemadiyen kuraklık ve yağmursuzluk, her tarafta daima namazlardan sonra pek çok duaların akim kaldığı ve herkes me’yusiyetten derd-i maişet endişesiyle kalben ağlarken, birden Leyle-i Regaib –bütün ömrümde hiç mislini işitmediğim ve başkalar da işitmediği– üç saatte yüz defa, belki fazla tekrar ile melek-i ra’dın yüksek ve şiddetli tesbihatıyla öyle bir rahmet yağdı ki, en muannide dahi Leyle-i Regaib’in kudsiyetini ve Hazret-i Risaletin bir derece, bir cihette âlem-i şehadete teşrifinin umum kâinatça ve bütün asırlarda nazar-ı ehemmiyette ve rahmeten lil-âlemîn olduğunu ispat etti ve kâinat o geceyi alkışlıyor diye gösterdi. “Acaba dualarımızda Isparta, bu memleketle beraberdi, bu yağmurda hissesi var mı?” merak ediyorum.

Şimdiye kadar çok emarelerle Risale-i Nur bir vesile-i rahmet olmasından, bu rahmet îma eder ki, herhalde ehemmiyetli bir fütuhatı perde altında vardır ve belki serbestiyetine bir işarettir. Hem burada Lem’alar’ın verdiği iştiyak cihetiyle yazıcıların çoğalması, inşaallah bir nevi’ makbul dua hükmüne geçti.

Emirdağ Lahikası, s. 65"


ÜÇ AYLARI

 

“Receb-i Şerifte oruç tutmak yıl orucu gibi midir?”

Manevi Ticaret Mevsimi

Üç Aylar Âlem-i İslâm’a hayırlar getirsin inşallah.

Üç aylar ve içerisinde yer alan günler, ibadet fırtınaları için programlanmış ve gündemimize taşınmış yepyeni fırsatlarla geldi. Bediüzzaman Hazretleri’nin ifadesiyle şuhur-u selase, yani üç aylar, pek çok uhrevî faydaları kazandırıyor, ticaret-i uhreviyenin bir kudsî pazarı ve ehl-i hakikat ve ibadet için mümtaz bir meşher ve üç ayda seksen senelik bir ömrü ehl-i imana temin ediyor. Başka vakitte ‘on’ olan her bir hasenenin sevabı, Receb-i Şerifte yüzden geçiyor, Şâban-ı Muazzamda üç yüzden ziyade ve Ramazan-ı Mübarekte bine çıkıyor ve Cuma gecelerinde binlere ve Leyle-i Kadirde otuz bine çıkıyor.

Bu üç aylarda rahmet-i Rahmân’ın coştuğu, bu gün ve gecelerin mânevî yükselişimiz için ve günahlarımızdan arınmamız için daha verimli bir zemin teşkil ettiği konusunda çok sayıda haber mevcuttur. Başka zamanda bire on sevap getiren ibadetler, bu aylarda bire yüzden, bire otuz bine kadar mânevî kazanca vesile olabilmektedir.

Bereketli Hayırlar Getiren Aylar

Peygamber Efendimiz (asm) buyurdu ki:

“Recep Allah’ın ayı, Şaban benim ayım, Ramazan ise ümmetimin ayıdır.”

“Bu aya Recep denmiştir. Çünkü bu ayda Şaban ve Ramazan hürmetine büyük hayır ve hürmet lütfedilmiştir.”

“Beş gece vardır ki, onlarda yapılan duâ geri çevrilmez.

Bunlar: 1- Receb ayının ilk gecesi olan Regâib Gecesi, 2- Şaban ayının on beşinci gecesi olan Berat Gecesi, 3- Cuma Gecesi, 4- Ramazan Bayramı Gecesi, 5- Kurban Bayramı Gecesi.”


RIZIKLARI VEREN ALLAH'TIR

 بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ ٭ مَا اُرِيدُ مِنْهُمْ مِنْ رِزْقٍ وَمَا اُرِيدُ اَنْ يُطْعِمُونِ ٭ اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتِينُ

   Şu âyet-i kerimenin zahir manası çok tefsirlerin beyanına göre yüksek i'caz-ı Kur'anîyi göstermediğinden, çok zaman zihnime ilişiyordu.

Kur'anın feyzinden gelen gayet güzel ve yüksek manalarından üç vechini icmalen beyan edeceğiz.

   Birincisi:

   Cenab-ı Hak, Resulüne ait olabilecek bazı halleri, Resulünü tekrim ve teşrif noktasında bazan kendine isnad eder.

   İşte burada da: "Resulüm size vazife-i risalet ve tebliğ-i ubudiyet hizmetine mukabil sizden bir ecir ve ücret ve mükâfat, bir it'am istemez." manasında, "Ben sizi ibadet için halketmişim; bana rızk vermek ve it'am etmek için değil." mealindeki âyet, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'a ait it'am ve irzakı murad etmek gerektir.

Yoksa gayet bedihî bir malûmu i'lam kabîlinden olur; i'caz-ı Kur'anın belâgatına uygun gelmez.    İkinci Vecih: 

   İnsan rızka çok mübtela olduğu için, rızka çalışmak bahanesi, ubudiyete mani tevehhüm edip, kendine bir özür bulmamak için âyet-i kerime diyor ki: "Siz ubudiyet için halkolunmuşsunuz.

Netice-i hilkatiniz ubudiyettir.

Rızka çalışmak, emr-i İlahî noktasında bir nevi ubudiyettir.

Benim mahlukatım ve rızıklarını deruhde ettiğim nefisleriniz ve iyaliniz ve hayvanatınızın rızkını tedarik etmek, âdeta bana ait rızk ve it'amı ihzar etmek için yaratılmamışsınız.

Çünki Rezzak benim.

Sizin müteallikatınız olan ibadımın rızkını ben veriyorum.

Siz bunu bahane edip ubudiyeti terketmeyiniz!"

   Eğer bu mana olmazsa Cenab-ı Hakk'a rızık vermek ve it'am etmek muhaliyeti bedihî ve malûm olduğundan, i'lam-ı malûm kabîlinden olur.

İlm-i Belâgat'ta bir kaide-i mukarreredir ki: Bir kelâmın manası malûm ve bedihî ise, o mana murad değil, onun bir lâzımı, bir tâbii muraddır.

Meselâ, sen birisine desen: "Sen hâfızsın." O, malûmunu i'lam kabîlinden olur.

Demek maksud manası budur ki: "Ben senin hâfız olduğunu biliyorum." Bildiğimi bilmediği için ona bildiriyorum.

   İşte bu kaideye binaen, âyet Cenab-ı Hakk'a rızık vermeyi ve it'am etmeyi nefyetmekten kinaye olan mana şudur: "Bana ait olup ve rızıklarını taahhüd ettiğim mahlukatıma rızık yetiştirmek için halkolunmamışsınız.

Belki asıl vazifeniz ubudiyettir.

Evamirime göre rızka çabalamak da bir nevi ibadettir."

Lemalar - 268

24 Ocak 2023 Salı

SAN-İ ALEM İŞ BAŞINDA

 "Sâni'-i Âlem olan şu kâinatın ustası, iş başında olarak Şems ve Kamer'i hangi çekiç ile yerlerine çakıyorsa; aynı çekiç ile, aynı anda zerreleri yerlerine -meselâ zîhayatların gözbebeklerinde- yerleştiriyor.

Semavatı hangi ölçü ile, hangi manevî âlet ile tertib edip açıyorsa; aynı anda, aynı tertib ile gözün perdelerini açar, yapar, tanzim eder, yerleştirir.

Hem Sâni'-i Zülcelal manevî kudretin hangi manevî çekici ile yıldızları göklere çakıyorsa, aynı o manevî çekiç ile, beşerin sîmasındaki hadsiz alâmet-i farika noktalarını ve zahirî ve bâtınî duygularını yerlerine nakşediyor." diye ifade eder.

Demek o Sâni'-i Zülcelal iş başında...

İşlerini hem göze, hem kulağa göstermek için, âyât-ı Kur'aniye ile, bir çekici zerreye vuruyor; aynı âyetin diğer kelimesiyle, o çekici Şems'e vuruyor; merkezine çakar gibi ulvî üslûb ile vahdaniyeti ayn-ı ehadiyet içinde ve nihayet celali nihayet cemal içinde ve nihayet azameti nihayet hafâ içinde ve nihayet vüs'ati nihayet dikkat içinde ve nihayet haşmeti nihayet rahmet içinde ve nihayet bu'diyeti nihayet kurbiyet içinde gösterir.

Muhal telakki edilen cem'-i ezdadın en uzak mertebesini, vâcib derecesindeki bir suretini ifade eder, isbat edip gösterir.

İşte bu tarz ifadesi ve üslûbudur ki; en hârika edibleri, belâgatına secde ettiriyor.

Mektubat - 391

23 Ocak 2023 Pazartesi

İLLETİ EMİR OLAN HÜKÜMLER

  Dokuzuncu Nükte: 

   Mesail-i şeriattan bir kısmına "taabbüdî" denilir; aklın muhakemesine bağlı değildir; emrolduğu için yapılır.

İlleti, emirdir.

   Bir kısmına "makulü'l-mana" tabir edilir.

Yani: Bir hikmet ve bir maslahatı var ki, o hükmün teşriine müreccih olmuş; fakat sebeb ve illet değil.

Çünki hakikî illet, emir ve nehy-i İlahîdir.

   Şeairin taabbüdî kısmı; hikmet ve maslahat onu tağyir edemez, taabbüdîlik ciheti tereccuh ediyor, ona ilişilmez.

Yüzbin maslahat gelse onu tağyir edemez.

Öyle de: "Şeairin faidesi, yalnız malûm mesalihtir" denilmez ve öyle bilmek hatadır.

Belki o maslahatlar ise, çok hikmetlerinden bir faidesi olabilir.

Meselâ biri dese: "Ezanın hikmeti, müslümanları namaza çağırmaktır; şu halde bir tüfenk atmak kâfidir." Halbuki o divane bilmez ki, binler maslahat-ı ezaniye içinde o bir maslahattır.

Tüfenk sesi, o maslahatı verse; acaba nev'-i beşer namına, yahut o şehir ahalisi namına, hilkat-i kâinatın netice-i uzması ve nev'-i beşerin netice-i hilkati olan ilân-ı tevhid ve rububiyet-i İlahiyeye karşı izhar-ı ubudiyete vasıta olan ezanın yerini nasıl tutacak?

   Elhasıl: 

   Cehennem lüzumsuz değil; çok işler var ki, bütün kuvvetiyle "Yaşasın Cehennem!" der.

Cennet dahi ucuz değildir, mühim fiat ister.

لَا يَسْتَو۪ى اَصْحَابُ النَّارِ وَاَصْحَابُ الْجَنَّةِ اَصْحَابُ الْجَنَّةِ هُمُ الْفَٓائِزُونَ 

Mektubat - 397

SEVDİKLERİNİZİ ÜZMEYİN

 İŞTE HER ŞEY DOYANA KADAR!!!

Adam hanımına pek hoş davranmaz, kalbini kırar. Sonra hanımından sofrayı kurmasını ister. Kadıncağız hiç sesini çıkarmadan kurar sofrayı ve buyur eder kocasını.

Adam sabırsızca sofraya oturur, iştah kabartacak bir zevkle yemeye başlar. Yemek tuzsuz olmuştur. Birkaç lokma yedikten sonra hanımından tuz ister.

Hanımı; “Sen yemeğe devam et ben getiririm” der ve içeri gider.

Adam ikide bir; “tuz nerde kaldı hanım?” diye sorar. Kadın her seferinde “tamam getiriyorum” diye cevap verir. Fakat tuz bir türlü sofraya gelmez.

Adam tuzu isteye isteye karnını doyurur. Sonra aklı başına gelir. Az önce hatununun kalbini kırdığı için özür diler.

Hanım mutfağa gider ve elinde tuzla geri döner. Adam merak eder ve sorar; “Bu ne şimdi karnım doyduktan sonra tuzu ben ne yapayım” der. Hanımı da ona; “Senin kalbimi kırdıktan sonra dilediğin özür, doyduktan sonra sofraya gelen tuz gibidir, ihtiyaç kalmaz” der.

Hani derler ya öfke rüzgâr gibidir, bir süre sonra diner ama birçok dal kırılmıştır bile.

Hayatı boyunca herkes birini bulur ama birbirini bulmak çok az insana nasip olur. O yüzden sevdiğinize sahip çıkın, onu önemseyin ve kırmayın.

Kadın mutluysa güzelleşir, güzelse mutlu olur. Mutlu olursa sen de mutlu olursun. Sevdiğinizi üzmeyin… Sevdiklerinizi üzmemeye özen gösterin. Kırdığınız kalp artık düzelmez. İş işten geçtikten sonra her şey boş

Unutmayın ne ekerseniz onu biçersiniz. ..

TASARRUF TEDBİRLERİ

 Niçin, tasarruf tedbirleri alınmaz?

Rafet Özcan

22 Ocak 2023, Pazar

Devletleri ekonomik krizlere sürükleyen ve toplumu borç bataklığında perişan eden faiz sistemi ve aşırı israf değil mi?

Devleti idare edenler ekonomik tedbirlerle israf ve faizle mücadele seferberliği ilan ederken devletin kurumlarının aşırı harcamalara son vermeye bir türlü yanaşmaması nasıl izah edilebilir. Neden israfta ısrar ediyorlar. Bu durum milleti tedirgin eder hale gelmiştir. Denetim eksikliğinden mi? Yoksa zihniyet değişikliğinden mi, bu şekilde harcama yapılıyor bunu anlamak mümkün değil.

Bir zamanlar ülkeyi “Darulharp” olarak gören ve her türlü haram kazancın mübah olduğunu, bu devlete vergi verilmez diyecek kadar ileri götürenler, devletin gelir kaynağını kurutarak, vergi vermeden kaçınmaları ülkeyi borç bataklığında yüzdürmeyi amaç edinmiş olmasınlar.

Bu zihniyete hakim kadroların bugün iktidarda oldukları ve devlet kademelerine yerleştirildiklerini unutmamamız gerekmektedir. Zam üstüne zam yaparak milleti geçinemez duruma getirmek sonra da maaş ve yardımlarla kendilerine taraftar ve siyasi destek sağlamak ülkeye yapılacak en büyük yanlıştır.

Öyle ise geç kalınmadan tedbirmizi alalım ülke gemisini batırmak isteyen kötü niyetlilere fırsat vermeylim.

FELSEFE VE KUR'AN

 ÜÇÜNCÜ ESAS 

   Hikmet-i felsefe ile hikmet-i Kur'aniyenin hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye verdiği terbiyeler:

   Amma hikmet-i felsefe ise hayat-ı içtimaiyede nokta-i istinadı, "kuvvet" kabul eder.

Hedefi, "menfaat" bilir.

Düstur-u hayatı, "cidal" tanır.

Cemaatlerin rabıtasını, "unsuriyet, menfî milliyet"i tutar.

Semeratı ise "hevesat-ı nefsaniyeyi tatmin ve hâcat-ı beşeriyeyi tezyid"dir.

   Halbuki kuvvetin şe'ni tecavüzdür.

Menfaatin şe'ni her arzuya kâfi gelmediğinden üstünde boğuşmaktır.

Düstur-u cidalin şe'ni çarpışmaktır.

Unsuriyetin şe'ni başkasını yutmakla beslenmek olduğundan tecavüzdür.

İşte bu hikmettendir ki beşerin saadeti selb olmuştur.

   Amma hikmet-i Kur'aniye ise nokta-i istinadı, kuvvete bedel "hakk"ı kabul eder.

Gayede menfaate bedel, "fazilet ve rıza-yı İlahî"yi kabul eder.

Hayatta düstur-u cidal yerine, "düstur-u teavün"ü esas tutar.

Cemaatlerin rabıtalarında unsuriyet, milliyet yerine "rabıta-i dinî ve sınıfî ve vatanî" kabul eder.

Gayatı, hevesat-ı nefsaniyenin tecavüzatına set çekip ruhu maâliyata teşvik ve hissiyat-ı ulviyesini tatmin eder ve insanı kemalât-ı insaniyeye sevk edip insan eder.

   Hakkın şe'ni ittifaktır.

Faziletin şe'ni tesanüddür.

Düstur-u teavünün şe'ni birbirinin imdadına yetişmektir.

Dinin şe'ni uhuvvettir, incizabdır.

Nefsi gemlemekle bağlamak, ruhu kemalâta kamçılamakla serbest bırakmanın şe'ni saadet-i dâreyndir.

Sözler[Y] - 145

SİYASETÇİLERİN DİN İSTİSMARI

 DİYANET DİNİ İSTİSMARA BİGÂNE KALMAMALI

Mesela, görüntüleriyle medyaya yansıyan iktidar partisi adaylarının camide seçim propagandası yapma skandallarına; bir bakanın “Bakara - makara” demesine, “her Cuma bir âyet sallıyorum” sakil saygısızlığına cevap vermeliydi.

Ya da bir iktidar milletvekilinin “Erdoğan’a dokunmak bile ibadettir” gibi garip yakıştırmasına, “Tayyip Erdoğan için her gün iki rekât şükür namazı kılmamız gerekir” sözünü sarfetmesine, bir bakan yardımcısının bir düğünde evlilik cüzdanını geline verirken “Erdoğan’ın sünnetinin gereğidir” demesine, cami avlularında “Tayyibim” başlıklı ilâhiler broşürünün dağıtılmasına, bir tarihçinin “İslâmî kaideye göre Erdoğan’a oy vermek İslâmın gereğidir” garip “fetvası”na karşı çıkmalıydı.  

Yine bir vekilin “referandumda evet çıkacağına dair hadis-i şerif var” uydurmasına, “referandumda hayır oyu verecekler şeytandır’” bühtanına, “AKP’nin seçim kazanması göklerden inen bir karardır” pervasızlığına suskun kalmayıp ikaz etmeliydi... 

Eski bir bakanın “İnanıyorum ki vereceğiniz destek yarın ruz-i mahşerde (kıyamet gününde), yine sizin berat belgelerinizden (kurtuluş belgelerinizden) biri olacak” veya “AKP’ye oy vermeyeni Allah çarpar!” istismarının dinen yanlışlığını ortaya koymalıydı. 

Dini hassasiyette çifte standart olmamalı…

Diyanet mensuplarına duyurulur.

22 Ocak 2023 Pazar

SU KESİNTİSİ VE SU İSRAFI

 

Hani, nimet eldeyken kıymeti bilinmezmiş ya. İşte, aynen o misal gibi, müsrif bir şekilde kullandığımız suyu, damla, damla kullanmaya başlayınca değerini anlıyoruz.Kesintiler başlamadan, yani susuzluk olmadan da kıymetini bilelim.Kuraklık nedeniyle ve arıza sonucu su kesintileri yaşandığı zaman kendi kendime; “Demek ki, su aziz bir varlık, bir nimetmiş” dedim.

Gerçekten de, suyun yaratılması tamamen bir mu’cize, Allah’ın kudretinin bir tezahürüdür. Bir takım, fizikî değişiklikler, suyun yaratılmasına zahir sebeb olarak gösterilse de, tamamen kudret-i İlâhiyedir. Bunu bizzat Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîm’in bazı âyetlerinde beyan ediyor.

Meselâ, bir iki âyet:

“De ki: ‘Yeraltı ve yer üstündeki bütün sularınız, büsbütün çekilip batıp gitse, artık Allah’tan başka size kim su getirebilirdi.’” (Mülk Sûresi, 30) “Biz, rüzgârları aşılayıcı olarak gönderdik ve gökten bir su indirdik de onunla su ihtiyacınızı karşıladık. (Biz bunları yapmasaydık) siz onu (yeterli) suyu depolayamazdınız.” (Hicr Sûresi, 22)

“Ve Biz suyu gökten (belirlediğimiz) bir ölçüye göre indiriyor, sonra da onu yeryüzünde tutuyoruz; ama hiç şüphesiz, bu (nimeti) geri almaya da kadiriz!” (Müminun Sûresi, 18)

“Söyleyin; içtiğiniz suyu buluttan indirenler; sizler misiniz, yoksa onu Biz mi indiririz?” (Vakıa Sûresi, 68-69)

“O, yeri sizin için döşek, göğü de bina yapan, gökten su indirip onunla size rızık olarak çeşitli mahsuller çıkarandır. Öyleyse siz de, bile bile Allah’a ortaklar koşmayın.” (Bakara, 22)

Bundan seneler önce, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde okuyan bir arkadaşım şunları anlatmıştı. “Ders anlatan profesör hocamız, suyun meydana gelmesi ile alâkalı şunları söylemişti: Arkadaşlar, taa ilkokul sıralarından beri yağmurun yağması ile alâkalı şöyle denir değil mi? ‘Denizlerin buharlaşması sonucu gökyüzüne doğru çıkmasından sonra, eğer soğuk bir tabakaya rast gelirse yağmur, daha soğuk bir tabakaya rast gelince de, kar yağar.’ Demek ki, o buhar ne kadar akıllıymış ki, tabakaları seçiyor. Bunların hepsi hikâye arkadaşlar. Yağmurun da, karın da yağması, tamamen Allah’ın kudretidir.’”

İşte, yukarıdaki âyetler de zaten onu söylüyor.

Çeşmelerin, çayların, ırmakların yerden kaynamaları tesadüf olabilir mi? Onlar, ancak Allah’ın kudretiyle yaratılır. Bundan dört sene kadar önce, ailece bir seyahatimiz olmuştu. Gittiğimiz yerlerde gezerken, büyük bir nehrin kaynadığı tepe gibi bir dağın yanına vardık. Gürül gürül ve çok bol akan nehrin suyuna kaynaklık yapan dağa bir baktım, hacim olarak o suya kaynaklık, yataklık yapması mümkün değildi. Akan o suyun bir senelik sarfiyatını buz olarak dondursak, o dağdan kat kat fazla bir cisimde olurdu her hâlde.

Bu da bize gösteriyor ki, bunlar tamamen kudret-i İlâhiyedir.

Hatta İbn-i Abbas’tan (ra) rivayetle bu nehirlerle alâkalı bir hadis-i şerif de şöyledir:

“Cenâb-ı Hak, Cennetten beş nehir indirmiştir: Seyhan, Ceyhan, Dicle, Fırat ve Nil.”

Gerçekten aziz bir varlık olan suyla alâkalı çok şeyler yazılabilir. Her nimeti israf etmemek icab ettiği gibi, suyu da israf etmemeliyiz. Zaten, nimet elden çıkınca kıymeti anlaşılır. O hâle düşmemek için, nimet eldeyken kıymetini bilmek lâzımdır.

Suyun aziz bir varlık olduğunu çok çeşitli şekillerde anlıyoruz. Su kesintisinde, bizi birçok eş-dost aradı. Bunlardan en enteresanı da şuydu. Bir arkadaşımız dedi ki, “Şimdi kombiyi çalıştıramayacak mıyız?” “Yok çalıştırırsınız. Kombinin kazanında yeterli miktarda su olduktan sonra bir problem olmaz. Su aziz bir varlıktır. Bakın, kombinin çalışması için üç unsur: Su, elektrik ve doğalgaz lâzımdır. Elektrik ve doğalgaz kesilse kombi çalışmaz. Ama su kesilse, kombi çalışır” demiştim de, arkadaşım çok şaşırmıştı.

Öyle ise, çok aziz bir varlık, bir nimet olan suyu, israf etmeyelim.


21 Ocak 2023 Cumartesi

HEP BİRLİKTE UMUMİ DUA

 EN BÜYÜK GÜNAHKÂR BENİM

Mısır'da müthiş bir kuraklık olmuş ve millet susuzluktan müşkül durumlara düşmüştü. Hatta Nil Nehrinin bile kurumasından korkuluyordu. Halk yağmur duasına çıkmaya karar verdi. Fakat günlerce yağmur duası yapıldığı halde yağmur yağmıyordu. Halktan bir zat, zamanın mânevi reislerinin Zünnün-ü Mısrî Hazretlerinin huzuruna çıkıp: 

    — Ya üstad! Görüyorsun ki, günlerce yağmur duasına çıktığımız halde bir türlü yağmur yağmadı. Bizim duamız kabul olunmuyor, siz bir himmette bulunsanız da yağmur yağsa. Büyüklerin duası her zaman makbuldür, dedi. 

    Kendisinden yağmur duasına çıkması istenen Zünnün Hazretleri Mısır'ı terkedip Medyen'e gitti. Aradan çok geçmeden yağmur da yağmaya başladı. Mısır'a bol miktarda yağmur yağdığını duyan Zünnün Hazretleri geri geldi. 

    Kendisinden neden Mısır'ı terkettiği soruldu. O: 

    — Kötülerin işlediği günahlar yüzünden kurtların, kuşların rızıkları darlaşır, yağmur yağmaz olur, kıtlık başlar. Benden yağmur duasına çıkmam istendi, ben de bu beldede benden daha günahkâr adam yoktur, olsa olsa bu kıtlığa sebep ben olmam lâzım, dedim ve Mısır'i terk ettim, dedi. 

Allah’ım Suyunu Azap Kılma !

Bu günlerde sıra sıra afetlerden dolayı

Bize duâ yakışır. Hem yağmur için, hem afetlerden Allah’a sığınmak için ellerimizi açalım, amin diyelim:

Elhamdülillahi rabbil âlemin. Vessalâtü vesselâmü âlâ seyyidina Muhammedin ve âlâ alihi ve sahbihi ecmain. Allah’ım! 

Hamd ü senalar Sanadır! Şükür ve minnet Sanadır! Salât ve selâm Resul-i Ekrem Efendimiz (asm) üzerine olsun! Ya Rabbena! Bizler Senin âciz kullarınız! Aff-ı mağfiretine, engin rahmetine, sonsuz lütuf ve ihsanına muhtacız! Sana sığındık.  

Gazabından rahmetine, azabından merhametine, celâlinden cemâline, adaletinden lütf-u keremine sığınıyoruz! Bizi, milletimizi, İslâm milletlerini, gazabından, azabından, celâlinden, gayretinden muhafaza eyle! Rahmetini, lütfunu, keremini yar eyle!

Allah’ım! Bizim hatalarımız, günahlarımız, kusurlarımız, seyyiatımız çoktur! Sana el açacak yüzümüz yoktur! Lâkin Senin affın ve mağfiretin yanında, rahmetin ve lütfun yanında bizim hatalarımız denizde bir damla bile kalmaz! Senin rahmetin her şeyi kuşatmıştır! Bizi rahmetinle kuşat ya Rabbi! 

Allah’ım yağmur ver! Allah’ım topraklarımızı susuz bırakma! Allah’ım dağları, taşları, o dilsiz hayvanları, kuşları, ağaçları, bitkileri susuz bırakma! Allah’ım kullarını, hayvanlarını, canlılarını susuz bırakma! Allah’ım rahmetinle yardım eyle! Rahmetini yar eyle! Allah’ım rahmetinle ölü yerleri dirilt! Ölü yeryüzünü ihya eyle!

Allah’ım! Ateşini nimet kıl; nikmet kılma! Rüzgârını selâmet kıl; azap kılma! Havanı esenlik kıl! kahır kılma! Yağmurunu rahmet kıl; afet kılma! Suyunu ab-ı hayat kıl; azab-ı hayat kılma! Toprağını lütuf kıl; gazap kılma! Tabiatını bütünüyle inayet kıl; felâket kılma!

Çünkü sen bizim, Mevlâ’mızsın!  

Kabul Eyle Allah’ım

Ey âcizlerin sığınağı, ey çaresizlerin çaresi, ey ağlayanların dermanı, ey ümitsizlerin ümidi olan Allah’ım! Dün ormanlarımız yandı, ciğerlerimiz yandı. Dilsiz hayvanlar, böcekler, kuşlar, canlılar yandı. Bu gün yağmurlar afet oldu evlerimizi yıktı, canlarımızı yaktı. Allah’ım! Ateşini azap kılma! Yağmurunu afet kılma! Kurak topraklarımızı yağmurunla suya doyur!   

Hazret-i Nuh tufanını durduran Senin emrin olmuştu. “Ya arzu’blaî mâeki ve ya semai ekliî” (Ey arz suyunu yut, ey sema suyunu tut!) 1 buyurmuştun da, yeryüzü suyunu yutmuştu, gökyüzü suyunu tutmuştu ve afet sona ermişti. 

Hazret-i İbrahim, Nemrut’un ateşine atıldığında; “Ya nâru kûni berden ve selâma” 2 (Ey ateş İbrahim’e serinlik ol, esenlik ol) demiştin de Nemrut’un ateşi İbrahim’i yakmamıştı.

Allah’ım, itiraf edelim ki biz ne Nuh (as) gibi, ne İbrahim (as) gibi Sana hakkıyla kulluk edemedik; Fakat Allah’ım biz de Senin kullarınız, Sen de bizim Rabbimizsin! Sen acımazsan bize kim acır! Sen bizi geri çevirirsen, “Senin kapından başka hangi kapıya gidelim? Hangi kapı var? Senden başka Rab yok ki dergâhına gidilsin! Senden başka hak Ma’bud yoktur ki ona iltica edilsin! 3

Allah’ım! Her türlü afet ve musîbetten Sana sığınıyor ve Senden yardım bekliyoruz.

Memleketimizin her karış toprağını, taşını, ateş azabından, kuraklık musîbetinden ve sel afetinden koru!  

Hamdimizi, şükrümüzü, duâmızı Sana arz ediyoruz. Kabul eyle Allah’ım! 

Rahmetini, inayetini, lütfunu, keremini, yardımını istiyoruz. Lütfeyle Allah’ım!  

Hatalarımızı, günahlarımızı, isyanlarımızı itiraf ediyoruz. Affeyle Allah’ım!

Vatanımızı, milletimizi, âlem-i İslâm’ı he türlü tehlikelerden muhafaza eyle! Bizi salgından, yangından, selden, kıtlıktan, kuraklıktan, her türlü afetlerden koru! Âcizane, fakat halisane yaptığımız duâlarımızı boş çevirme Allah’ım! 

Salgınla, yangınla, sel ve heyelanla, ağır bir imtihandayız. Merhamet ve şefkatinle acılarımızı dindir ya Rabbi! Afet olmayan bol yağmurlar gönder Allah’ım! 

 Sen her şeye kadirsin. Gücümüzü arttır! Sabrımızı arttır. Cesaretimizi arttır! Tesanüdümüzü arttır! Hizmetimizi arttır! İmkânlarımızı arttır! Yardımını arttır! Afeti sona erdir! Yağmurunu afet olmayacak biçimde yağdır Allah’ım!

Esselâtü vesselâmu aleyke yâ Seyyide’l-evveline ve’l-âhirin Veselâmün ale’l-mürselin velhamdü lillahi Rabbi’l âlemin.

Dipnotlar:

1- Hud Sûresi: 44. 2- Enbiya Sûresi: 69. 3- Lem’alar, s. 227.

ÜÇ CİHETTE MİSAFİRİZ

 Düşündüm ki: Ben üç cihette misafirim; bu menzilcikte misafir olduğum gibi, bu şehirde de(İstanbulda da) misafirim, dünyada da misafirim.

Misafir, yolunu düşünmeli. Nasılki bu odadan çıkacağım, bir gün de bu şehirden de (İstanbuldan da)çıkacağım, diğer bir gün de dünyadan çıkacağım.

   İşte bu halette, gayet rikkatli ve firkatli elemli bir hüzün ve gam kalbime, başıma çöktü.

Çünki ben yalnız bir-iki dostu kaybetmiyorum; Bu şehirde(İstanbul'da) binler sevdiğim dostlarımdan müfarakat gibi, çok sevdiğim bu şehirden(İstanbul'dan) da ayrılacağım.

Dünyada yüzbinler dostlarımdan iftirak gibi, çok sevdiğim ve mübtela olduğum o güzel dünyadan da ayrılacağım, diye düşünürken, yine kabristanın o yüksek yerine gittim.

Arasıra sinemaya -ibret için- gittiğimden; bana, bu şehrin(İstanbul'un) içindeki insanlar, o dakikada sinemada geçmiş zamanın gölgelerini hazır zamana getirmek cihetiyle, ölmüş olanları ayakta gezer suretinde gösterdikleri gibi aynen ben de o vakit gördüğüm insanları, ayakta gezen cenazeler vaziyetinde gördüm.

....

Allah'a şükrettim.

   İşte ey benim gibi ihtiyarlık içine giren ve ihtiyarlığın ihtarıyla vefatı çok tahattur eden zâtlar!

Kur'anın verdiği ders-i iman nuruyla, ihtiyarlığı ve vefatı ve hastalığı hoş görmeliyiz, belki bir cihette sevmeliyiz.

Madem iman gibi hadsiz derecede kıymetdar bir nimet bizde vardır; ihtiyarlık da hoştur, hastalık da hoştur, vefat da hoştur.

Nâhoş birşey varsa; o da günahtır, sefahettir, bid'atlardır, dalalettir.

Lemalar - 238

20 Ocak 2023 Cuma

GERÇEK DOSTLAR

 Dünyanın en güçlü ve en zengin insanları sonunda ya yalnız kalmışlar veya güçlerini kaybedip maddeten perişan olmuşlar. Acaba güç ve zenginliğin tabiatında kaybetmek mi var? Yoksa bu kaynakların su-i istimal edilmesi mi insanı bu hale düşürüyor?

Güç ve zenginliğin en fazla etkilediği insanlar arasında ilk sırayı politikacılar almış. Hele siyasette yer edinmiş ve kırmızı plâkalı paha biçilmez bir otomobile binmiş ise, “riyakâr bir şöhret-i kazibeden ibaret olan şan ve şeref-i dünyevîyenin” heva ve hevesine kapılıp gitmişler.

Düğün ve taziyeleri insanlarla dolar, riyakâr dostlar birbirlerini tepeleyerek çevrelerinde pervane olurlar…

Gün gelir zirveden düşüp imkânlar yok olunca, etrafında ki emanetçi dostlar da kaybolup giderler…

Acaba gerçek bir dost edinmek o kadar kolay mı? Elbette hayır.

Kamu kuruluşunda çalışanlar veya bir memleketi yönetenler isteyerek veya istemeyerek köşelerine çekildiklerinde arayıp soranı olmazsa, cenazelerine veya düğünlerine dost ve arkadaşları katılmıyorlarsa üzücü bir durum olmaz mı?

Peki, bu durumda hatalı olan kimdir? Güç ve zenginlik zehirlenmesi ile dengesini kaybedenler mi, yoksa menfaat için çevresinde pervane olanlar mı?

İşin hakikatine bakılırsa insanların gerçek yüzleri zirvede iken daha net görülür. Zirvedeki de dostlarının gerçek yüzünü mevkisini kaybedince daha net görür.

Birçok makam sahibi, çok zengin ve güçlü insanlar tanıdık. Maalesef içlerinde hiç değişmeyenlerin sayısı pek azdı… Değişenler de nihayetinde “dost fakiri” kaldılar.

Demek ki esas zenginlik, paraya ve makama göre değil; Allah’ın rızasına dayalı sevgi, saygı, hoşgörü ve dostluğa göredir. İnsanoğlunun değeri de buna göre artar veya azalır…

 Çok Ağabeyleri âlem-i bekaya duâlarla uğurladık. Cenaze merasimlerinde birçok insanları bir arada gördük.

Bunların ne dünyevî makam ve mevkileri, ne kırmızı plâkalı otomobilleri, ne de maddî zenginlik ve kaba güçleri vardı; sahip oldukları tek şey Allah’ın rızasına dayalı dostluk ve itibarları idi..

Eğer bir insanın arkasında kimse kalmamışsa, kendini yalnız görüyorsa veya öldüğünde kimse cenazesine gitmemişse kabahati başkalarında değil, kendisinde aramalı.

Tarihte namları şerefle yâd edilen nice Allah dostları gördük, sağ iken gördükleri sevgiyi, vefayı ve dostluğu vefatlarından sonra da aynı şekilde görmüşlerdir.

İşte, hakikî sevgi, vefa ve dostluk bu olsa gerek…


19 Ocak 2023 Perşembe

DEMOKRAT MİSYON VE DEMOKRATLAR


Olmadı, olmuyor, olmayacak…

Tutmadı, tutmuyor, tutmayacak…

Her türlü yol denendi.

Sonuç?

Tam bir fiyasko…

Demeye çalıştığımız şu:

Demokrat misyon ve Demokratlar üzerinde oynanan oyunlar.

Demokratları yok etme, siyaset sahnesinden silme çabaları…

Şöyle bir hatırlayalım.

1950’de iktidarı ele alan Demokratlar 27 Mayısta büyük bir darbe yedi.

Bu büyük demokrat çınarın ana gövdesi kesildi.

Ancak:

1965’de Adalet Partisi olarak büyük bir sürgün verdi bu çınar.

12 Mart ve 12 Eylülde tekrar budandı ağaç.

Hatta 12 Eylül sonrası ANAP aşısı yapıldı…

Tutmadı…

Sonra dindar milliyetçilik…

Ardından laik milliyetçilik…

Yine tutmadı.

Çünkü ana gövdeden çıkan Doğru Yol Partisi vardı.

Gencecik bir dal olarak büyüdü, 1991’de tekrar iktidara geldi.

28 Şubat tahrası ile bu dal da kesildi.

2002 de bu sefer de AKP aşısı yapıldı.

28 Şubatla diğer tüm dallar kesilince AKP aşısı tek başına kaldı.

AKP’den milli görüş gömleği çıkartıldı.

Garip bir şeklide demokrat gömlek giydirilmeye çalışıldı.

Doğrusu…

Bir süre de AKP gerçekten demokrat sanıldı.

Bazı olumlu ve güzel uygulamalarla AB yolunda demokratlıkla anıldı.

Demokrat misyonu, 9. Cumhurbaşkanı merhum Demirel, 2011’de bir vesileyle kısaca şöyle özetlemişti:

“Bu misyon Türkiye’nin birliği, bütünlüğü, beraberliği ve kardeşliğidir. Misyon, Türkiye’de demokrasinin geliştirilmesidir. Misyon, Türkiye’de uygar olan her şeyin varlığıdır. Misyon, Türkiye’de millî ve manevî değerlere sadâkattir, kalkınmadır, büyümedir, güçlenmedir. Misyon, milletimizin geleceğine güvenle bakması, geçmişiyle övünmesidir.”

2008'DEN SONRA AKP

Önce fabrika ayarlarına döndü AKP.

Bir süre sonra tek parti idaresine benzemeye başladı.

En sonunda ise Tek Adam hareketine dönüştü.

Şu günkü hale bir bakın.

Gerçekten de öyle değil mi?

Bu gün AKP denen siyasi kurumun yerini Sayın Erdoğan almış durumda.

Nam-ı diğer Reis…

Ya muhalefet ne durumda dersiniz?

Yenikapı ruhu ile yeni bir sürece girdi.

Bir cephe Reis’in tam bir ruh ikizi oldu.

Diğeri ise sanki ruh öküzü…

Siyaset adeta ‘ruh çağırma’ seanslarına döndü.

Yani sözün kısası tüm siyaset bir çıkmaza girdi.

Arkasına seçmenin yarısını alan iktidar bir türlü ülkeyi yönetmeye muktedir olamıyor.

Hatta günden güne cemiyet geriliyor.

Adalet, hak, hukuk, güven, huzur, asayiş mumla aranır hale geldi.

Ekonomi süslü laflarla idare ediliyor.

Ümitsizlik günden güne bir karabasan gibi cemiyetin üstünü kaplamaya başlamış.

İşte tam bu noktada, yeni bir ümide yeni bir heyecana ihtiyaç var.

Devlet ve milleti hakka, hukuka, adalete sevk edecek bir siyasi hareket şiddetle beklenir oldu.

Bu siyasi hareket ise Demokratlardır.

Bu gün için ülkenin sosyal ve siyasi yapısında başka da çözüm gözükmüyor.

Öyle ise Demokratların bir an önce uyanması gerekiyor.

Ey Demokratlar!..

Artık yeter, uyanın.

Silkin şu üzerinizdeki ölü toprağını, haşir zamanıdır.

İyice kararan siyaset semasında bir güneş gibi doğun.

Elli baharında olduğu gibi yine milleti hakka, hukuka, adalete, hürriyete sevk edin.

Unutmayın!..

Millet sizi bekliyor.

Sizi gözlüyor…

Sizi özlüyor…

Biz her şeyden önce şuna inanıyoruz ki; din, vatan ve milletin hayrına Allah için çalışanlar her hal ile kârdadırlar. Hem de netice ne olursa olsun kârdadırlar. Bunda da yol gösterici olan, “Vazifeni yap, vazife-i İlahîyeye karışma” düsturudur.

“Biz, kul hakkı yiyenle ittifak yapmayacağız.”

“Biz Türkiye ile, Türk milleti ile ittifak yapacağız.”

Diyenlere destek vererek..


16 Ocak 2023 Pazartesi

KALKINMA HÜRRİYETÇİ SİSTEMLE OLUR

 Terakkinin ve yükselmenin zembereği hürriyetçi sistemlerdir. Baskı rejimleri zihin tarlasını çoraklaştırır. Ondan bol verim almak mümkün olmaz. Allah kullarına bu noktada baskı yapmazken, kullar kendi emsâllerine nasıl baskı uygular? Hangi hakla bunu yapar?

Dünyada en kıymetli şey hayattır. Hayat şartları içinde ise en kıymetlisi hürriyettir. Zillet içinde yaşanan bir hayat Cehennemdir. Başı dik, alnı açık bir hayat, büyük sıkıntılar içinde de olsa iftihar edilecek bir durumdur. Sıkıntıları aşmanın yolu da hürriyetten geçmektedir. Hür düşünemeyen insanlar çözüm üretemezler. İnsanlar hürriyetsiz yaşayamaz. Hürriyetine göz dikenler, onu elinden alanlar, çok geçmeden ekmeğini de elinden alacaktır. Ondan kimsenin şüphesi olmasın. Onun için hürriyetin bedeli ancak hürriyettir. Ekmeğin kazanılması hürriyet sayesinde olmaktadır. Hürriyeti olmayanın ekmeği de olmaz. Baskıcı sistemlerin en bariz özelliklerinden biri insanları hürriyet ile ekmek arasında bir tercihe zorlamak, ekmeği tercih edenlerin ellerinden önce hürriyetini alıp sonra da ekmeğini almaktır. Uygulama hep böyle olmuştur.

HASTALIKLARA DAVETİYE

 Acıkmadan yemek hem sağlığımıza ve hem de şükrümüze bakan pek çok cihetleri vardır. Mısır meliki Mukavkıs’ın özel doktorunu Medine’ye göndermesinden 1,5 yıl geçmesine rağmen kimse hastalık sebebiyle kendisine başvurmamıştır. Bu durumu Efendimiz (asm) şu şekilde izah etmiştir: “Biz hasta olmayız. Çünkü biz asla acıkmadan yemek yemeyiz. Yemek yediğimizde de sofradan doymadan kalkarız ve senede bir hacamat yaptırırız.” 1 Görüldüğü üzere acıkmadan yememek ve doymadan kalkmak çoğu hastalıktan korunmamıza vesiledir.

Tıbbın özeti

Hıristiyan bir tabibin Kur’ân-ı Kerîm’de tıpla ilgili bir şey olmadığını iddia etmesi üzerine Hz. Hüseyin’in (ra) “Allah-ü Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de tıp ilmini yarım âyette özetler” diye cevap verir. Hıristiyan tabibin hangi âyet olduğunu da sorması üzerine Hz. Hüseyin (ra) “Yiyiniz, içiniz, fakat israf etmeyiniz…” 2 âyetini okur. Bunun üzerine aynı hekim “Peki Peygamberiniz tıpla ilgili bir şey söylemiş midir?” diye sorar. Hz. Hüseyin bu kez de, “Mide hastalıkların evidir. Perhiz ise tedavi ve ilâçların başıdır. Her vücuda alışık olduğu şeyleri veriniz!” buyurmuştur dediğinde Hıristiyan tabip şu çarpıcı itirafta bulunmak zorunda kalır: “Sizin Kitabınız ve Peygamberiniz tıp konusunda Câlinus’a 3 hiçbir şey bırakmamıştır.” 4

Efendimiz (asm) çok sayıda hadisi şerifiyle çok yemek ve şişmanlık hususunda ümmetini uyararak açlığın önemini vurgulamıştır. Birkaçını hatırlamaya çalışalım: “Öyle bir topluluk gelecek ki, tıka basa yemek, içmek hayatın gayesi olacak şişmanlık ortaya çıkacaktır.” 5 Keza İmam-ı Gazali, İhya’da Hz. Aişe validemizin, “Hz. Peygamber’den sonra icat edilen ilk bid’at, doyasıya yemektir” dediğini naklediyor. Ayrıca, mealen, “Kıyamet günü, şişman, iri bir adam mizana getirilip tartılır da Allah indinde sinek kanadı kadar ağırlığı olmadığı görülür” 6 buyurmasından sonra Kehf Sûresi’nin 105’inci Âyet-i Kerime’sini okudu: “Onlar, Rab’lerinin âyetlerini ve O’na kavuşacaklarını inkâr eden, böylece amelleri boşa çıkan, o yüzden de kıyamet gününde amelleri için bir terazi kurmayacağımız kimselerdir.” “Dünyada doyasıya en çok yiyenin, kıyamet günü açlığı en uzun olacaktır.” 7

Dipnotlar:

1- Mehmet Ali Bulut, Can Boğazdan Çıkar s. 51-52.

2- Araf Sûresi, 31.

3- Antik Roma döneminde yaşayan ve 400’den fazla eser veren meşhur hekim.

4- Kemal Özer, Müslüman’ın Diyeti s. 14-15.

5- Sahih-i Müslim, 52/2287.

6- Buharî, Tefsir, Kehf 6; Müslim, Kıyame 18/2785.

7- Kütüb-i Sitte Muhtasarı, c. 17, s. 425, Hadis No: 6988.

15 Ocak 2023 Pazar

KAZANMAK MI,HARCAMAK MI ÖNEMLİ ?

 Bir insanın ve toplumun kumaşını kazandığı parayı nelere harcadığından anlayabilirsiniz.

Gelişmiş ülkelere bakalım; 

İdarecileri bisikletle işine gider, küçücük dairelerde yaşarlar, dolaplarında bir kaç kıyafet, son teknoloji telefonlar, lüks arabalar ilgi alanlarında bile değil.

Ama dünyada gezmedikleri görmedikleri yer yoktur, evleri kitap dolu, sergiler, festivaller, filmler, hepsini takip ederler.

Bir de bize bakalım parayı bulunca neler yapıyoruz?

Önce daha büyük bir ev, yeni eşyalar, son teknoloji telefonlar alınır.

Kadınlar arazi jipiyle kuaföre, alışverişe gider.

150 çift ayakkabısı için özel dolap yaptırır ama evinde kütüphanesi yoktur.

Gerekirse kredi çekilip düğün yapılır, maksat namımız yürüsün.

Sade bir nikâhla evlilik mi olur, sonra elalem ne der?

Bizde bütün vitrin elalem için, paramız elalemin beğenisine hizmet eder.

Başkaları küçük dilini yutsun diye değil, kendimizi geliştirmek için para bize hizmet etmeli.

Görgüsüzlük ve şatafat insanların cehaletten kaynaklanan eksikliğini kapatma çabasıdır, başka bir şey değil.

Ne kadar sade bir hayat tarzın varsa o kadar gelişmişsin demektir.

HAYATIN RUHU

    Evet nasılki hayat, bu kâinattan süzülmüş bir hülâsadır ve şuur ve his dahi, hayattan süzülmüş hayatın bir hülâsasıdır ve akıl dahi, şuurdan ve histen süzülmüş, şuurun bir hülâsasıdır ve ruh dahi, hayatın hâlis ve sâfi bir cevheri ve sabit ve müstakil zâtıdır.

Öyle de, maddî ve manevî hayat-ı Muhammediye (A.S.M.) dahi; hayattan ve ruh-u kâinattan süzülmüş hülâsatü'l-hülâsadır ve risalet-i Muhammediye (A.S.M.) dahi kâinatın his ve şuur ve aklından süzülmüş en sâfi hülâsasıdır.

Belki maddî ve manevî hayat-ı Muhammediye (A.S.M.) -âsârının şehadetiyle- hayat-ı kâinatın hayatıdır ve risalet-i Muhammediye (A.S.M.) şuur-u kâinatın şuurudur ve nurudur.

Ve vahy-i Kur'an dahi, -hayatdar hakaikının şehadetiyle- hayat-ı kâinatın ruhudur ve şuur-u kâinatın aklıdır.

   Evet, evet, evet!..

Eğer kâinattan risalet-i Muhammediye'nin (A.S.M.) nuru çıksa, gitse, kâinat vefat edecek.

Eğer Kur'an gitse, kâinat divane olacak ve Küre-i Arz kafasını, aklını kaybedecek.

Belki şuursuz kalmış olan başını, bir seyyareye çarpacak, bir kıyameti koparacak.

Sözler - 109

13 Ocak 2023 Cuma

İHSANLAR ZEKAT NAMINA OLMALI

 Ey ehl-i kerem ve vicdan ve ey ehl-i sehavet ve ihsan!

   İhsanlar zekat namına olmazsa, üç zararı var.

Bazan da faidesiz gider.

Çünki Allah namına vermediğin için, manen minnet ediyorsun; bîçare fakiri minnet esareti altında bırakıyorsun.

Hem makbul olan duasından mahrum kalıyorsun.

Hem hakikaten Cenab-ı Hakk'ın malını ibadına vermek için bir tevziat memuru olduğun halde, kendini sahib-i mal zannedip bir küfran-ı nimet ediyorsun.

Eğer zekat namına versen; Cenab-ı Hak namına verdiğin için bir sevab kazanıyorsun, bir şükran-ı nimet gösteriyorsun.

O muhtaç adam dahi sana tabasbus etmeğe mecbur olmadığı için, izzet-i nefsi kırılmaz ve duası senin hakkında makbul olur.

Evet zekat kadar, belki daha ziyade nafile ve ihsan, yahut sair suretlerde verip riya ve şöhret gibi, minnet ve tezlil gibi zararları kazanmak nerede?

Zekat namına o iyilikleri yapıp, hem farzı eda etmek, hem sevabı, hem ihlası, hem makbul bir duayı kazanmak nerede?

Mektubat - 274

12 Ocak 2023 Perşembe

RİSALE-İ NUR'DAN VECİZELER

 *Zalim izzetinde, mazlum zilletinde kalıp buradan göçüp gidiyorlar. Demek bir mahkeme-i kübraya bırakılıyor.

*İslamiyet güneş gibidir, üflemekle söndürülmez gündüz gibidir, göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan, yalnız kendine gece yapar.

*Eğer vermek istemeseydi, istemek vermezdi.

*Ey alem-i İslam! 

Uyan, Kur’an’a sarıl, İslamiyete maddi ve manevi bütün varlığınla müteveccih ol.

*Her şey mânen Bismillâh der. Allah nâmına Allah’ın ni’metlerini getirip bizlere veriyorlar.

*Sünnet-i Seniye, edebdir. Hiçbir mes’elesi yoktur ki, altında bir nur, bir edeb bulunmasın!

*Sultan-ı kâinat birdir, her şey’in anahtarı O’nun yanında, her şeyin dizgini O’nun elindedir.

İnsanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gâyesi; Hâlık-ı Kâinat’ı tanımak ve O’na îmân edip ibâdet etmektir.

*Bu çiçek kimin turrası, kimin mührü ve kimin nakşı ise, elbette bütün yeryüzündeki o nevi çiçekler onun mühürleridir.

*Ey insan! Sen kendine mâlik değilsin… Rahmeti hadsiz bir Rahîm-i Zât-ı Zülcelal’in memluküsün.

*Kâinatta en yüksek hakikat imandır.

*Amelinizde rıza-yı İlâhî olmalı. Eğer O razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok.

*Zaman gösterdi ki: Cennet ucuz değil, Cehennem dahi lüzumsuz değil.

*İman hakikati öyle bir çekirdektir ki; eğer tecessüm etse bir cennet-i hususiye ondan çıkar, o çekirdeğin şecere-i tubası olur.

*Risale-i Nur Kuran-ı Mu’ciz-ül Beyanın taht-ı tasarrufunda olduğundan,ona uzanan,ilişmek isteyen her el kırılır ve her dil kurur.

*Şu misafirhane-i dünyada nazar-ı hikmetle baksan,hiçbir şeyi nizamsız gayesiz göremezsin.Nasıl sen nizamsız,gayesiz kalabilirsin?

Ebedi ömrün önündedir. O ömr-ü bakide göreceğin rahat ve lezzet, ancak bu fani ömürde sa’y ve çalışmalarına bağlıdır.


*Ahirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fâni dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme.

*Allah için işleyiniz, Allah için görüşünüz, Allah için çalışınız. O vakit sizin ömrünüzün dakikaları, seneler hükmüne geçer.

*Cisminin küçüklüğüne bakıp da günahlarını küçük zannetme.

*Bak çeşmelere, çaylara, ırmaklara; yerden, dağlardan kaynamaları tesadüfi değildir.

*Evet her hakikî hasenat gibi cesaretin dahi menbaı, imandır, ubudiyettir.

*Elde Kur’ân gibi bir burhan-ı hakikat varken, Münkirleri ilzam için gönlüme sıklet mi gelir?

Elde Kur’ân gibi bir mucize-i bâki varken, Başka burhan aramak aklıma zâid görünür.

*Her kim hayat-ı fâniyeyi esas maksad yapsa, zahiren bir Cennet içinde olsa da manen cehennemdedir.

*Kuran kalblere kuvvet ve gıdadır, ruhlara şifadır.

*Evet ümidvar olunuz. Şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sadâ, İslâmın sadâsı olacaktır.

*Bir şey tamamiyle elde edilemediği takdirde, o şeyi tamamiyle terketmek câiz değildir.

*Asıl musibet ve muzır musibet, dine gelen musibettir.

*Adâvet etmek istersen, kalbindeki adâvete adâvet et, onun ref’ine çalış.

*Allah’ın hesabına kâinata bakan adam her ne müşahede ederse ilimdir.

Mâlâyâniyle iştigal, maksudu geri bırakıyor.

*Haksızlığa karşı sükût etmek, hakka karşı bir hürmetsizliktir.

*Evet, herşeyi maddiyatta arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise maneviyatı göremez.

*“Ne kadar güzel yapılmış” de, “Ne kadar güzeldir.” deme.

*Kabir, bu dâr-i fâniden firâk-ı ebedî ile ebedü’l-âbâd yolunda kurulmuş, açılmış evvelki menzil ve birinci kapıdır.

*Herbir şeyde hususen zîhayatlarda öyle harika bir nakış, öyle mucizekârbir sanat var ki; onu öyle yapan elbette O olacaktır.

*Kalb, ebedü’l-âbâda müteveccih açılmış bir penceredir; bu fâni dünyaya razı değildir.

SIHHAT VE AFİYET

 Sıhhat ve afiyet dilimizde dualarımız ve temennilerimiz içerisinde çokça yer etmiş olan benzer anlamda kullandığımız sözcüklerdir, fakat birbirlerine benziyorlarsa da farklıdırlar.

Sıhhat sağlık demektir. Afiyet; dinin ve itikadın bid’atlardan, amelin ve ibadetin afetlerden, nefsin şehvetlerden, kalbin heva ve vesveseden, bedenin hastalıklardan selamet bulması kurtulması demektir. Duaların efdali hangisi diye sorulduğunda Efendimiz (asm) şöyle buyuruyor: “Allahtan af, afiyet, yakîn (sağlam iman) isteyin. Çünkü imandan sonra afiyetten büyük nimet yoktur.”

Hastalık zahiren çirkin gibi görünse de perdeler altında gayet güzel neticeleri var. Bizler de herbir hadisede Rahmet-i ilahiyenin izini, özünü, yüzünü görmekle yükümlüyüz.

Hastalık denilince aklımıza elbette ilk olarak sabır peygamberi olan Hz. Eyyüb (a.s.) gelir. İkinci Lem’a’da, “Hazret-i Eyyub Aleyhisselâmın zâhirî yara hastalıklarının mukabili, bizim bâtınî ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız vardır. İç dışa, dış içe bir çevrilsek, Hazret-i Eyyüb’den daha ziyade yaralı ve hastalıklı görüneceğiz. Çünkü işlediğimiz herbir günah, kafamıza giren herbir şüphe, kalb ve ruhumuza yaralar açar” denilmiş.

Burada hastalığın yalnızca bedende olmadığı, batında, ruhta ve kalpte yaralarımız olduğuna dikkat çekiliyor. Fakat bedendeki hastalığın şöyle hikmetli bir yönü vardır ki, maraz içerisinde acziyeti ve ölümü her vakit ihtar ettiğinden ruh ve kalbin nurlanması ve sıhhatlenmesine sebebiyet veriyor ve vazifesini yapıp gittiğinde şükrü, sıhhatin kıymetini, hayatını anlamlı ve doğru bir işleyişle yaşamayı, tövbe ve istiğfara sevki, zikirden nefretkarane uzaklaşan kalbin nurlanması ve yeniden ihya olmasını beraberinde getiriyor ve bizlere emaneten verilen nimetlerin farkında olmamızı sağlıyor.

Adeta Cenab-ı Hak bu hastalık sürecinde peşpeşe Esma-i Hüsnasını bizlere gösteriyor; Celal isminden Kuddüs ismine Rezzak, Şafi, Kafi,Rahman, Rahim, Gafur, Semi… ilaahir. Marifetullaha açılan pencelerden biridir hastalık. Bu yüzden Bediüzzaman Hazretleri Risale-i Nur’da “Hastalar Risalesi”nde hastalıktan musibetten mahiyetindeki hikmetlerini düşünüp şekva etmek yerine şükretmemizi istiyor ve tavsiye ediyor .

Şifa ve afiyet için en tesirli dualardan birisi şu salavattır bizlerde sözlerimizi bu dua ile sonlandıralım: Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin tıbbil gulubi ve devaiha ve afiyetil ebdani ve şifaiha ve nuril ebsari ve ziyaiha ve ala alihi ve sahbihi vesellim./ Ey Allah’ım, kalplerin devacısı, vücutların şifası, gözlerin nur ve ziyası olan Efendimiz Muhammed (asm) aline ve ashabına salat ve selam eyle. Amin

CENNET'TE DOST DOSTUYLA BERABER!

 Dost, Dostuyla Beraber Cennet'te Bulunacaktır

Bir çok insanın kafasına takılan bu soruya Bediüzzaman Said Nursi hazretleri hiç bir şüphe ve soru işareti bırakmayacak şekilde çok açık cevaplar vermiş, dikkatlice okumanızı tavsiye ederiz.

SORU : Peygamberimiz buyurdu ki  "Dost, dostuyla beraber Cennet'te bulunacaktır." 

Halbuki basit bir bedevi, bir dakikada sohbet-i Nebeviyede Lillah için bir muhabbet peyda eder; o muhabbetle, Cennet'te Peygamber Aleyhissalatü Vesselam'ın yanında bulunması lazım gelir. Halbuki gayr-ı mütenahi feyze mazhar Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselam'ın feyzi, bir basit bedevi feyziyle nasıl birleşir?

CEVAP: Bir temsil ile, şu ulvi hakikata şöyle bir işaret ederiz ki,

Mesela: Gayet güzel ve şaşaalı bir bağda muhteşem bir zat gayet büyük bir ziyafet, gayet müzeyyen bir seyrangah öyle bir surette ihzar etmiş ki:

Kuvve-i zaikanın hissedecek bütün lezaiz-i mat'umatı cami',

Kuvve-i basıranın hoşuna gidecek bütün mehasini şamil,

Kuvve-i hayaliyeyi keyiflendirecek bütün garaibi müştemil ve hakeza..

Bütün havass-ı zahire ve batınayı okşayacak ve memnun edecek herşeyi içine koymuştur.

Şimdi iki dost var.

Beraber o ziyafete giderler. Bir locada, bir sofrada oturuyorlar.

Fakat birisinin kuvve-i zaikası pek az olduğundan cüz'i zevk alır. Gözü de az görüyor. Kuvve-i şammesi yok. Sanayi-i garibeden anlamaz. Harika şeyleri bilmez. O nüzhetgahın, binden ve belki milyondan birisini, kabiliyeti nisbetinde ancak zevkederek istifade eder.

Diğeri ise bütün zahiri ve batıni duyguları, akıl ve kalb ve his ve latifeleri, o derece mükemmel ve o mertebe inkişaf etmiştir ki; o seyrangahtaki bütün incelikleri, güzellikleri ve letaifi ve garaibi ayrı ayrı hissedip zevkederek, ayrı ayrı lezzet aldığı halde o dost ile omuz omuzadır.

Madem bu karmakarışık, elemli ve daracık şu dünyada böyle oluyor. En küçük ile en büyük beraber iken, seradan süreyyaya kadar fark oluyor. Elbette dar-ı saadet ve ebediyet olan Cennet'te bittarik-ıl evla dost dostu ile beraber iken, herbirisi istidadına göre sofra-i Rahmanürrahim'den, istidadları derecesinde hisselerini alırlar.

Bulundukları cennetler ayrı ayrı da olsa, beraber bulunmalarına mani olmaz. Çünki Cennet'in sekiz tabakası birbirinden yüksek oldukları halde, umumun damı Arş-ı A'zam'dır.

Nasılki mahruti bir dağın etrafında, birbiri içinde, birbirinden yüksek, kaidesinden zirvesine kadar surlu daireler bulunsa; o daireler birbirinin üstündedir fakat birbirinin güneş görmelerine mani olmaz, birbirinden geçebilir, birbirine bakar. Öyle de Cennetler de buna yakın bir tarz ile olduğu, ehadisin mütenevvi rivayatı işaret ediyor.

Said Nursi 


11 Ocak 2023 Çarşamba

OKUMAK

İslam’da vakit ayırma, değer verme önemlidir.

Okumakla dünle, geçmişle ilgili bilgileri günümüze taşırız. Sosyalleşiriz. Dolayısiyle hem cinsimiz olan diğer insanlarla olan bağımızı, ilişkilerimizi geliştiririz. Değişik kitapları okuyarak, hayatımızı monotonluktan kurtarırız. Bu şekilde vücudumuz değişik analizler yapmayı öğrenir. Beynimizin değişik hücrelerinin çalışmasını, devreye girmesini sağlarız. Bu da aynı hücrelerin aynı şeyleri yaparak yorulmasını önler. Bu durum unutkanlık hastalığının okuyan kişiye yaklaşmasına mani olur. Çünki okumak, anlamayı; anlamak düşünmeyi; düşünmek ise karar verme kabiliyetimizi, yeteneğimizi artırır. Okumak rahatlamaktır. Nefes almaktır. Lise yıllarında edebiyat dersinde münazara ederdik. Çok okuyan mı? Çok gezen mi? Medeni diye. Dünyayı ve Avrupa’yı gezdiği halde, hala yontulmamış vaziyette, kaba saba insanları görünce, okumanın önemi artıyor. Tabii burada aile terbiyesi de göz ardı edilemez.

Okumak insana daha çok kelime ile konuşma ve düşünmeyi öğretir. Okumayanlar konu sıkıntısı yaşar. Her gün aynı mevzuları, bilemedin üç konu başlığını tekrarlar dururlar. Okuduğumuz kitaplar insanı olgunlaştırdığı gibi hem hayattan, hem de okuduklarımızdan bilgi alırız. Kendimizi yetiştirerek tecrübe kazanırız. İyi bir kitap, dili olmadan seninle konuşan bir arkadaştır. Peygamberimiz(ASM) bir hadislerinde:’ Bilgi sahibi, alim bir kişi olmak için okumalıdır.’ Buyurmuştur. Yine başka bir hadisinde de:’İlim hazine, anahtarı da okumaktır.’ Sözleri, hadisleri ile okumaya dikkatimizi çekmek istemiştir. Az olan bilgimizi okumakla artırırız. İnsan okudukça cehaletini, cahilliğini anlar. Öğrenmesi icap eden şeylerin çokluğunu görür. Beşikten mezara kadar okumak. Çünki mezarda okuyamayız. Okumağa küçükken başlarsak yaşlılığımızda da bu alışkanlığımız sürer. Yaşayan insan okur. Okuyan insan da yazabilir. Kainat yüzündeki hakikatları tefekkür etmek. Kur’ân okur gibi insanı, yeryüzünü ve onları yaratanı düşünmek az şey midir.

Dine zarar vermek istemiyorsak, ilmi gelişmeleri takip etmeliyiz. Yoksa fikri yönden uykuda oluruz. Dini koruyoruz zannı ile dine zarar verebiliriz. İnsanları eski zamana çekmek değil, belki insanımıza günümüzün ölçüleri ile hitap edebiliriz. O imkânı yakalayabiliriz. Onları aydınlatma imkânına kavuşuruz. Hele seherde okumak. Kortizol hormonlarının en yüksek olduğu, vücudun zinde vaktinde okumak. Kâinat canlılarının şakıdığı, topluca zikir yaptıkları anı yaşamak insan için az şey midir? Yunus Emre’nin dediği gibi: İlim ilim bilmektir. İlim kendini bilmektir. Sen kendin bilmezsen ya nice yaşamaktır. Evet! Okumak. Ömür boyu okumak. Bilhassa 20-60 yaş arası okumak. Parkinson, Alzheimer gibi hafıza kaybı ve sinir sistemi hastalıklarına yakalanma riskini azaltmak, riski 1/3 düşürmek. Güzel olsa gerek. Okumak; ebedi saadetin, cennetin anahtarıdır. Öğrenmektir. Güçlü olmaktır. Bilgi ile donanmaktır.


10 Ocak 2023 Salı

HURMA VE ÜZÜM MUCİZESİ

 وَمِنْ ثَمَرَاتِ النَّخ۪يلِ وَالْاَعْنَابِ تَتَّخِذُونَ مِنْهُ سَكَرًا وَرِزْقًا حَسَنًا اِنَّ ف۪ى ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ

Bu âyet, nazar-ı dikkati hurma ve üzüme celbedip der ki: "Aklı bulunanlara, bu iki meyvede tevhid için büyük bir âyet, bir delil ve bir hüccet vardır." Evet bu iki meyve, hem gıda ve kut, hem fakihe ve yemiş, hem çok lezzetli taamların menşe'leri olmakla beraber, susuz bir kumda ve kuru bir toprakta duran bu ağaçlar, o derece bir mu'cize-i kudret ve bir hârika-i hikmettir ve öyle bir helvalı şeker fabrikası ve ballı bir şurub makinesi ve o kadar hassas bir mizan ve mükemmel bir intizam ve hikmetli ve dikkatli bir san'attırlar ki; zerre kadar aklı bulunan bir adam, "Bunları böyle yapan, elbette bu kâinatı yaratan zât olabilir." demeğe mecburdur.

Çünki meselâ bu gözümüz önünde bir parmak kadar asmanın üzüm çubuğunda yirmi salkım var ve her salkımda şekerli şurub tulumbacıklarından yüzer tane var.

Ve her tanenin yüzüne incecik ve güzel ve latîf ve renkli bir mahfazayı giydirmek ve nazik ve yumuşak kalbinde, kuvve-i hâfızası ve programı ve tarihçe-i hayatı hükmünde olan sert kabuklu, ceviz içli çekirdekleri koymak ve karnında cennet helvası gibi bir tatlıyı ve âb-ı kevser gibi bir balı yapmak ve bütün zemin yüzünde, hadsiz emsalinde aynı dikkat, aynı hikmet, aynı hârika-i san'atı, aynı zamanda, aynı tarzda yaratmak, elbette bedahetle gösterir ki; bu işi yapan bütün kâinatın Hâlıkıdır ve nihayetsiz bir kudreti ve hadsiz bir hikmeti iktiza eden şu fiil, ancak onun fiilidir.

   Evet bu çok hassas mizana ve çok maharetli san'ata ve çok hikmetli intizama, kör ve serseri ve intizamsız ve şuursuz ve hedefsiz ve istilacı ve karıştırıcı olan kuvvetler ve tabiatlar ve sebebler karışamazlar, ellerini uzatamazlar.

Şualar - 156

SÜT FABRİKASI HAYVANLAR

 وَ اِنَّ لَكُمْ فِى الْاَنْعَامِ‌ لَعِبْرَةً نُسْق۪يكُمْ مِمَّا ف۪ى بُطُونِه۪ مِنْ بَيْنِ فَرْثٍ وَ دَمٍ لَبَنًا خَالِصًا سَٓائِغًا لِلشَّارِب۪ينَ

Ehli hayvanlarda da sizin için birer ibret vardır.Onların karınlarından kan ile fışkı arasından çıkan ve içenlerin boğazlarından kolayca geçen halis bir süt ile sizleri besleriz.(Nahl Suresi.16:66)

âyeti, ibret-feşan bir fermandır.

Evet başta inek ve deve ve keçi ve koyun olarak süt fabrikaları olan vâlidelerin memelerinde, kan ve fışkı içinde bulaştırmadan ve bulandırmadan ve onlara bütün bütün muhalif olarak hâlis, temiz, safi, mugaddi, hoş, beyaz bir sütü koymak; ve yavrularına karşı o sütten daha ziyade hoş, şirin, tatlı, kıymetli ve fedakârane bir şefkati kalblerine bırakmak; elbette o derece bir rahmet, bir hikmet, bir ilim, bir kudret ve bir ihtiyar ve dikkat ister ki; fırtınalı tesadüflerin ve karıştırıcı unsurların ve kör kuvvetlerin hiçbir cihetle işleri olamaz.

İşte böyle gayet mu'cizeli ve hikmetli bu san'at-ı Rabbaniyenin ve bu fiil-i İlahînin, umum rûy-i zeminde, yüzbinlerle nevilerin, hadsiz vâlidelerinin kalblerinde ve memelerinde aynı anda, aynı tarzda, aynı hikmet ve aynı dikkat ile tecellisi ve tasarrufu ve yapması ve ihatası, bedahetle vahdeti isbat eder.

Şualar - 156

9 Ocak 2023 Pazartesi

BALARISI DA İLHAMA MAZHAR

 وَ اَوْحٰى رَبُّكَ اِلَى النَّحْلِ اَنِ اتَّخِذ۪ى مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا

ilh...(Rabbin başarısına ilham etti; Dağlardan kendine evler edin.Nahl suresi.16:68)

Evet balarısı fıtratça ve vazifece öyle bir mu'cize-i kudrettir ki; koca Sure-i NAHL, onun ismiyle tesmiye edilmiş.

Çünki o küçücük bal makinesinin zerrecik başında, onun ehemmiyetli vazifesinin mükemmel programını yazmak ve küçücük karnında taamların en tatlısını koymak ve pişirmek ve süngücüğünde zîhayat a'zâları tahrib etmek ve öldürmek hâsiyetinde bulunan zehiri o uzuvcuğuna ve cismine zarar vermeden yerleştirmek; nihayet dikkat ve ilim ile ve gayet hikmet ve irade ile ve tam bir intizam ve muvazene ile olduğundan, şuursuz, intizamsız, mizansız olan tabiat ve tesadüf gibi şeyler elbette müdahale edemezler ve karışamazlar.

İşte bu üç cihetle mu'cizeli bu san'at-ı İlahiyenin ve bu fiil-i Rabbanînin, bütün zemin yüzünde hadsiz arılarda, aynı hikmetle, aynı dikkatle, aynı mizanda, aynı anda, aynı tarzda zuhuru ve ihatası, bedahetle vahdeti isbat eder.

Şualar - 155

ADİL KADER

 Müslümanların hata ve kusurları !

Peki, dünya Müslümanlarına nasıl tesir etti? Biz ne yaptık da, hangi fiilimiz yüzünden, Kâbe’de tavaf, camilerde namaz, dershanelerimizde tefekkürî ibadet ve zikirlerimizi yapamadık?

En geniş dairede, dünya Müslümanları olarak; Kur’an ve Sünnete münasip işlerimiz azaldı, mugayir işler yapmaya başladık. Allah’ın emirleri, Peygamber’in (asm) sünnet-i seniyyesinden ziyade, âdeta nefsimizin, egomuzun ve enemizin emrettiği, kafamıza göre bir din anlayışı ile hareket etmeye başladık. Kur’ân’ın dört büyük maksadından; Tevhid, Nübüvvet, Haşir,Adalet ve ibadetten, hangisini bîhakkın îfa ettik, yerine getirdik? Yoksa bunları, kafamıza göre mi yorumladık? Bunlardan en sonuncusu olan adalet-ki, hani Rabbimizin “Yanıma kul hakkıyla gelmeyin” dediği- hususunda bir çok kul hakkının zedelenmesine sebeb olan fiillere tevessül ettik. Âhirzaman âlametlerinden olan, Müslüman Müslümanı haksız yere öldürdü.

Bu ve buna benzer sebebler yüzünden Rabbimiz, Kâbe’de kardeş kardeşe tavaf yapamamamız suretiyle bizlere ceza verdi.

Herkesin kendi memleketindeki Müslümanlar ise, maalesef fer’î, teferruat mes’eleleri, aslî ve esas olan iman kardeşliğinin önüne geçirip, birbirine destek olup ilâ-yı Kelimetullah davasında bayrağı bir an evvel burçlara dikmek yerine, Müslüman kardeşiyle uğraşmış, ona düşman olmuş. Adaleti zîr ü zeber edip, insanlara haksızlık yapmış, zulüm yapmış, kanına girmiş, canına kıymış. Siyasetin sokulmaması îcab eden yerlerin en başında olan camiye siyaseti sokmuş; Müslümanlar arasında fitne, nifak çıkarmış; Allah’ın marziyatının, arzu ve isteklerinin, hakiki İslâmiyetin anlatılması gereken kürsü ve minberlerde, bazen mihrapta da siyaset yapılmış. Ondan sonra da Allah, sana camileri öyle bir yasaklar ki giremezsin! (Akılları başlarına gelmemiş, hâlâ da aynı şeyi, camiiler açıldıktan sonra da yapıyorlar.)

En dar daire olan ders, sohbet ve zikir mahallerinde ise; dünkü can-ciğer kardeşlerin, neredeyse birbirini yiyip hasım olması, ihlâs-uhuvvet düsturlarını hiçe sayıcı hareket etmesi, haricî düşmanın yapamayacağı kötülükleri yapması, yapmaya çalışması, gıybet, iftira, adavet, kin göstermesi gibi sebeplerin girmesiyle, kader bizleri oralardan uzaklaştırdı diye düşünüyorum.

Rabbimiz, inşaallah, hata ve kusurlarımızdan dönmeyi nasip edip, ettiğimiz kusurları da affedip, bizlere tekrar, gerçek mânâda, o mübarek yerlerde ibadet, zikir ve fikir etmeyi nasib etsin. Âmin.

8 Ocak 2023 Pazar

HER AYI'YA DAYI DEME


İnsan aldanır,bazan insan şeytana uyar aldanır, bazan insan sanılan ayılara dayı der aldanır.
Bilirsiniz menfaat uğruna bazı menfaatperst insanlar kendi çıkarı için herşeyini feda eder.Şerefini haysiyetini feda edenler olduğu gibi ülkesini ve arkadaşını dostlarını hatta en yakınlarını dahi feda edebilenler de vardır.İnsanın hırs ile gözü dönerse o insanın yapmayacağı densizlik yoktur.
Ülkenin idaresini eline geçiren ihtilalci ve dikdatörlere yağcılık yalakalık yapanları mı dersin yoksa küçücük bir makam ve çıkar için her gelene, dayı diyenleri mi ararsın.Sorsan niçin böyle yapıyosun diye hemen yapıştırır cevabı,köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı demek gerekir der.Bilmez ki  sen böyle yaptığında ne köprü  biter ne ayı biter.Önemli olan her ayıya dayı dememektir.Hem ne demişler ayıfan post dikdatörden dost olmaz diye.Siyaset icabı bugün oy için dost olanlar yarın boğaz boğaza sarılırlar.Çünkü çıkarları bitene kadar birbirlerine dost olanlar.Ne istedinde vermedik diyenler yakın zamanda verdiklerinin bin mislini burunlarından fitil fitil getirerek geri aldılar.Hem ülke hemde alanlar zarar etti verenler ise bir seçim sonucu iktidarlarını kaybettiklerinde ülkeye verdikleri zararı adaletin önünde hesap vererek ödeyecekler.Biz inanıyoruz ki kimsenin yaptığının yanına kalmayacağı bir gün gelecek herkesten hesap sorulcaktır.Allah mazlumların yardımcısı olsun."Zalimler için yaşasın cehennem"

ADALET VE ÇEŞİTLERİ

 Evet adalet iki şıktır.

Biri müsbet, diğeri menfîdir.

Müsbet ise, hak sahibine hakkını vermektir.

Şu kısım adalet, bu dünyada bedahet derecesinde ihatası vardır.

Çünki "Üçüncü Hakikat"ta isbat edildiği gibi; herşeyin istidad lisanıyla ve ihtiyac-ı fıtrî lisanıyla ve ızdırar lisanıyla Fâtır-ı Zülcelal'den istediği bütün matlubatını ve vücud ve hayatına lâzım olan bütün hukukunu mahsus mizanlarla, muayyen ölçülerle bilmüşahede veriyor.

Demek adaletin şu kısmı, vücud ve hayat derecesinde kat'î vardır.

İkinci kısım menfîdir ki, haksızları terbiye etmektir.

Yani haksızların hakkını, tazib ve tecziye ile veriyor.

Şu şık ise çendan tamamıyla şu dünyada tezahür etmiyor.

Fakat o hakikatın vücudunu ihsas edecek bir surette hadsiz işarat ve emarat vardır.

Ezcümle: Kavm-i Âd ve Semud'dan tut, tâ şu zamanın mütemerrid kavimlerine kadar gelen sille-i te'dib ve tâziyane-i tazib, gayet âlî bir adaletin hükümran olduğunu hads-i kat'î ile gösteriyor.}

Sözler - 85

7 Ocak 2023 Cumartesi

ÇOCUKLARIMIZA EŞİT DAVRANALIM

 “Dünyâ ve âhiretin intizâmı adâlete bağlıdır. Çocuklar arasında farklı muâmele, (kardeşler arasında) karşılıklı kin, buğz ve adâvete, ebeveyne karşı da bir kısmının muhabbeti ve diğer bir kısmının buğzuna sebep olur. Bu durumdan ebeveyne ve kardeşlere karşı haksızlıklar neşet eder.” 

Şu hâlde, gerek evde ve gerek okulda çocuklar arasında adâletsiz davranış, çocukları çok farklı cürümlere itecek bir vetîrenin başlangıcı olmaktadır. Yûsuf sûresi bu meselede güzel mesajlar vermektedir.

Babanın evlatlarına eşit davranması her zaman için en iyi olanıdır. Ancak bir baba eşit davranmadığı zaman mesela, birine diğerinden fazla mal verse, ona haram işliyorsun denilmemeli. Nitekim, insan malından dilediği gibi helal yerlere harcama yetkisine sahiptir, hürdür. Bir kişi bir başkasına bir ev, araba veya başka bir malını verebilir. O halde neden evlatlarından birine veremesin, diye düşünmek mümkündür.

Ancak yukarıda geçen hadislerde de belirtildiği gibi evlatlar arası kıskançlık ve kırgınlıklara sebebiyet verebilir.

Özetle söylemek gerekirse, bu konuda iki asıl görüş bulunmaktadır:

1. Babanın evlatları arasında eşit muamele yapması şarttır, yoksa günahkâr olur.

2. Evlatlar arası eşit muamele istenen bir durum ise de bu konuda babayı zorlamak gerekmez. Yani eşit uygulama yapmazsa, haram işledin, denilmez. Nitekim, Peygamberimiz (asm) yasaklamamış, ancak memnun olmadığını da belirtmiş. Öyleyse haram derecesinde değildir. Mekruh, yani hoş olmayan fakat caiz olan bir durumdur.

Diğer taraftan, evladın baba-anaya hürmeti ve onları üzmemesi de farzdır. Eğer davranışımız onları üzecekse çok dikkatli olmamız gerekir. Kaş yapalım derken göz çıkarmayalım. Biz de ana ve baba olacağız.

HAYIRLI VE ŞERLİ AMELLER

 

Amellerin en güç olanı şunlardır:

1. Öfke anında affetmek

2. Sıkıntılı zamanında cömert olmak

3. Tenhada nefsini kötülükten men etmek

4. Korku ve menfaat fark etmeden doğru konuşmak. (Hz. Ali (ra))

Riyakarlık alametleri dörttür:

1. Tenhada ibadetlerde tembel olmak

2. İnsanların yanında gayretli olmak

3. Övüldüğü zaman sevinip gayrete gelmek

4. Yerildiği zaman öfkelenmek ve kin gütmek. (Hz. Ali (ra))

Günahkarın kalbini şu altı şey parlatır

1. Günahsız alimlerle konuşmak

2. Kur’ân-ı Kerimi okumak

3. Az yemek ve az uyumak

4. Namazı vaktinde kılmak

5. Seherlerde Allah’a yalvarmak

6. Risale-i nurları anlayarak okumak.

Altı şeye hâkim olan cennete girer:

1. Diline hâkim olup yalan söylemeyen

2. Emanete emin olan ve riayet eden

3. Sözüne sadık olan ve ifa eden

4. Gözünü haramdan koruyan

5. Elini haramdan koruyan

6. Fercini haramdan koruyan

Beş şeyi hatırlamak insanı olgunlaştırır

1. Geçmiş günahları hatırlayıp tevbe etmek

2. İyilikleri Allah’ın lütfu bilip şükretmek ve riyadan kaçmak

3. Ömrünün kalan günlerini değerlendirme gayreti içinde olmak

4. Allah’ın rızasını esas alarak onu kazanmaya çalışmak.

Peygamberimize birisi geldi sordu:

“- İnsanların en bilgini olmak istiyorum.

“- Allah’tan kork. Allah’tan ancak alimler korkar.

“- İnsanların en zengini olmak istiyorum.

“- Kanaatkâr ol. Kanaat en büyük hazinedir.

“- İnsanların en hayırlısı olmak istiyorum.

“- İnsanlara faydalı olan insanların en hayırlısıdır.

“- İnsanların efendisi olmak istiyorum

“- İnsanlara hizmet eden insanların efendisidir.

“- İnsanların en adili olmak istiyorum.

“- Kendin için sevip istediğini insanlar için de iste buyurdular.

Kim altı şeyi yaparsa saadet kapısını açmış olur:

1. Allah’ın bilerek gönülden itaat etmek

2. Şeytanı bilerek düşman bilip ona uymamak

3. Hak ve hakikati görüp muhalefet etmemek

4. Batılı batıl bilip ona uymamak

5. Dünyayı bilerek ona göre davranmak

6. Ahireti tanıyarak ona hazırlanmak. (Hz. Ali (ra))


İNSAN VÜCUDU BİR SARAY

  İKİNCİ NÜKTE: 

   Fâtır-ı Hakîm, insanın vücudunu mükemmel bir saray suretinde ve muntazam bir şehir misalinde yaratmış.

Ağızdaki kuvve-i zaikayı bir kapıcı, a'sab ve damarları telefon ve telgraf telleri gibi (kuvve-i zaika ile, merkez-i vücuddaki mide ile bir medar-ı muhabereleridir) ki; ağıza gelen maddeyi o damarlarla haber verir.

Bedene, mideye lüzumu yoksa "Yasaktır!" der, dışarı atar.

Bazan da bedene menfaatı olmamakla beraber zararlı ve acı ise; hemen dışarı atar, yüzüne tükürür.    İşte madem ağızdaki kuvve-i zaika bir kapıcıdır; mide, cesedin idaresi noktasında bir efendi ve bir hâkimdir.

O saraya veyahut o şehre gelen ve sarayın hâkimine verilen hediyenin yüz derece kıymeti varsa, kapıcıya bahşiş nev'inden ancak beş derecesi muvafık olur, fazla olamaz.

Tâ ki; kapıcı gururlanıp, baştan çıkıp vazifeyi unutup, fazla bahşiş veren ihtilalcileri saray dâhiline sokmasın.

İşte bu sırra binaen, şimdi iki lokma farzediyoruz.

Bir lokma, peynir ve yumurta gibi mugaddi maddeden kırk para; diğer lokma, en a'lâ baklavadan on kuruş olsa.. bu iki lokma, ağıza girmeden, beden itibariyle farkları yoktur, müsavidirler; boğazdan geçtikten sonra, cesed beslemesinde yine müsavidirler belki bazan kırk paralık peynir daha iyi besler.

Yalnız, ağızdaki kuvve-i zaikayı okşamak noktasında yarım dakika bir fark var.

Yarım dakika hatırı için kırk paradan on kuruşa çıkmak, ne kadar manasız ve zararlı bir israf olduğu kıyas edilsin.

Şimdi, saray hâkimine gelen hediye kırk para olmakla beraber, kapıcıya dokuz defa fazla bahşiş vermek, kapıcıyı baştan çıkarır, "Hâkim benim" der.

Kim fazla bahşiş ve lezzet verse onu içeriye sokacak, ihtilal verecek, yangın çıkaracak, "Aman doktor gelsin, hararetimi teskin etsin, ateşimi söndürsün." dedirmeye mecbur edecek.

   İşte iktisad ve kanaat, hikmet-i İlahiyeye tevfik-i harekettir.

Kuvve-i zaikayı kapıcı hükmünde tutup, ona göre bahşiş verir.

İsraf ise; o hikmete zıd hareket ettiği için çabuk tokat yer, mideyi karıştırır, iştiha-yı hakikîyi kaybeder.

Tenevvü-ü et'imeden gelen sun'î bir iştiha-yı kâzibe ile yedirir, hazımsızlığa sebebiyet verir, hasta eder.

Lemalar - 139

6 Ocak 2023 Cuma

ANNE VE BABALAR!


Çocuğunuzu geleceğe hazırlayın, onları tembel ve beceriksiz yetiştirmeyin. Onlara acımayın, hayatın zorluklarını gösterin ve bundan kurtulma becerilerini kazandırın. Şefkatinizi yanlış kullanmayın. Çalışma isteğini artırın ve kabiliyetlerini keşfederek kabiliyetlerini geliştirme yönünde motive edin.

Üniversiteyi ve yüksek tahsili hayatın tek bir amacı gibi göstermeyin ve onları memur olmaya zorlamayın. Bırakın erken hayata atılsınlar, meslek edinsinler, iş ve aş sahibi olsunlar. Onlardan yüksek başarı beklemeyin, kendisine, ailesine ve ülkesine faydalı olmalarını isteyin.

Allah her insana bir kabiliyet vermiştir ve bir iş için yaratmıştır. Kabiliyeti olan iş sevdiği iştir. Allah onu sevdirmiştir. Sevdiği işi yapan hem başarılı hem mutlu olur. Bırakın yüksek bir bürokrat olmasın, bir dalda usta olsun; ama en iyi usta olsun. Bırakın bir çiftçi olsun, ama en iyi ürünü o üretsin. Böylece hem mutlu olur, hem zengin olur.

AKILLI İNSAN,AKLINI KULLANAN İNSANDIR

 İnsan akıllı varlıktır. Mantık ilminde insanın tarifi “Konuşan akıllı varlık” şeklindedir. İnsan Allah’ın kendisine hayat, ruh ve akıl verdiği en mükerrem varlıktır. Aklını kullanması ve geliştirmesi ise eğitime ve okumaya bağlıdır. Bunun için yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde insana ilk hitabı “Rabbinin adıyla oku!” şeklinde olmuştur.

Okumak öğrenmek, anlamak ve yazmak içindir. Bunun için yüce Allah devamında “Allah insanı bir damla sudan ve kan pıhtısından yarattı. Oku ki Rabbinin ikramı olan kalemle yazasın. Allah bu şekilde okuyarak ve yazarak insana ilim öğretendir” (Alak Suresi, 96:1-4.) buyurur.

Akıllı insan aklını kullanan insandır. Aklını nasıl kullanacağını da Peygamberimiz (asm) bize öğretmektedir. Peygamberimiz (asm) “Allah’a iman et, farzları yap insanların en akıllısı olasın, Haramlardan sakın ki, insanların en çok ibâdet edeni olasın. Allah'ın takdir ettiği rızka razı ol ki, insanların en zengini olasın. Komşuna iyilik et ki, olgun mü'min olasın. Kendin için istediğini başkaları için de iste ki, gerçek Müslüman olasın.” (Camiussağir, H. No: 6422) buyurur.

Akıllı İnsan Aklını Kullanır

1. Akıllı insan aklını kullanır. 

2. Daha akıllı olan plan ve program yapar.

3. Ondan daha akıllısı başkasının aklını da almak için onlara danışır.

4. Ondan daha akıllısı ölümü ve gideceği alemi düşünerek ona göre çalışır. 

Atalarımız “Akıllıya danış ki aklı senin olsun!” demişlerdir. Hz. Hasan (ra) şöyle der: “Üç türlü adam vardır. Tam adam, yarım adam ve sıfır adam. Akıllı olan ve istişare eden tam adamdır. Aklıyla hareket eden ve istişareye değer vermeyen yarım adamdır. Aklıyla hareket etmeyen adam ise sıfır adamdır.”

Madem öyledir akıllı bir adam şu hususlara dikkat etmelidir.

1. “Ey insan düşün! Sen alâ külli hâl öleceksin! Ölüme hazırlıklı ol!

2. “Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku! Yoksa hayvan ve camid hükmünde insan olmak ihtimali vardır.” (Bediüzzaman) 

3. Allah’ın rızasını tahsile çalış! İnsanlar senden razı olurlar. 

4. Ahiret amacına hizmet etmeye bak, dünya sana hizmet eder.

5. Daima imanını güçlendir. Risale-i Nurları okumak bunu temin eder. 

6. Tefekkür, şefkat ve şükür mesleği olan Nur Talebeliği mesleğine gir.

7. Hangi amelin ile Allah’ın rızasını kazanacağını bilemezsin. Öyle ise hiçbir ameli basit görme. Hangi günahınla Allah’ın öfkesini çekeceğini bilemezsin öyle ise hiçbir günahı küçük görme! Günahın küçüğünden sakın ki, büyüğünden korunasın.

8. İyi olmanızı istiyorsanız evvela kötü olduğunuza inanın, kendinizi suçlayın ve nefsinizi terbiye etmeye çalışın.

9. Uhrevi meselelerde kendinizden yukarıda olana bakınız, dünyevî meselelerde ise kendinden daha aşağıya bakarak Allah’ın nimetlerine şükredin. Allah’ın size verdiği nimeti hor görmeyin ve nankörlük etmeyin.

10. Başkalarını sık sık affedin; ama kendi nefsinizi aslâ affetmeyin.