30 Nisan 2018 Pazartesi

BERAT KANDİLİ

MÜJDELER GECESİ   
Hadislerde “Nısf-u Şaban” olarak ifadesini bulan mübarek bir güne daha ulaştık elhamdülillah. Nısf-u Şaban, üç ayların ikincisi olan Şaban ayının ortası. Berat Gecesi. Kurtulmak isteyen için, beratını almak isteyenler için büyük fırsatlardan birisi daha!
Resûl-i Ekrem Efendimiz (asm) Şaban ayının on üçüncü gecesi geldiğinde mübarek başını secdeye koydu. Ümmeti için af istedi. Kendisine ümmetinin üçte birinin bağışlandığı müjdelendi. Resul-i Ekrem (asm), on dördüncü gece tekrar secdedeydi. Ümmetinin üçte ikisinin mağfiret edildiği müjdelendi. Ve on beşinci gece yeniden o mübarek baş Allah’ın huzurunda secdeye kapandı. Allah Resulü (asm) ümmetinin tamamının bağışlanmasını isti- yordu. Bu gece, Allah’tan yüz çevirenler dışında, ümmetinin tamamının bağışlandığı müjdelendi.1
AZABINDAN AFFINA SIĞINIRIM  
Resul-i Ekrem Efendimiz (asm) Şaban’ın on beşinci gecesinde:
“Ya Aişe, bu gece nasıl bir gece, bilir misin?” buyurdu. Hz. Aişe (ra):
“Allah ve Resulü daha iyi bilir.” dedi.
Peygamber Efendimiz (asm):
“Bu gece Nısf-u Şaban’dır. (Şaban ayının yarısıdır.) Dünya işleri ve kulların işleri bu gece Yüce Hakk’a arz edilir. Bu gece Cehennemden azat edilenlerin sayısı; kelb kabilesinin koyunlarının kılları sayısından daha fazladır. Bu gece bana ibadet yapmam için izin verir misin?” buyurdu. Hazret-i Aişe (ra), “Olur ya Rasulallah!” dedi.
Peygamber Efendimiz (asm) namaza durdu. Ayakta durması uzun sürmedi. Fatiha Sûresi’ni okudu; sonra küçük bir sûre okudu. Ardından secde yaptı. Gecenin yarısına kadar secdede kaldı. Daha sonra ikinci rekâta kalktı. Ayakta iken, birinci rekâtta okuduğu kadar bir şey okudu. Sonra yine secdeye vardı. Bu defa da tan yeri ağarıncaya kadar secdede kaldı. Secdede o kadar kaldı ki, Hazret-i Aişe Resulullah’ın (asm) ruhunun kabzolunduğunu sandı. Secdeden kalkması uzayınca, Hazret-i Aişe (ra) telâşlandı. Mübarek ayaklarına dokundu. Canlılık hissedince rahatladı.
Peygamber Efendimiz (asm) secdesinde şöyle yalvarıyordu: “Allah’ım! Azabından affına. Gaza- bından rızana. Senden Sana sığınırım. Şanın yücedir. Sen kendi zatını övdüğün gibisin. Seni övmeye güç yetiremem!”
Sonra Hazret-i Aişe (ra):
“Ya Resulallah, bu gece secdende bir şeyler okuduğunu duydum. Bun- ları daha önce okuduğunu hiç duymamıştım.” diye sordu.
Peygamber Efendimiz (asm):
“Tam duydun mu?” buyurdu. Hazret-i Aişe (ra):
“Evet ya Resulallah!” deyince, Peygamber Efendimiz (asm) bundan hoşlandı:
“Ya Aişe! Onları öğren, başkalarına da öğret.” buyurdu.2
Bu Gece Her Bir Harfe Yirmi Bin Sevap!
Peygamber Efendimiz (asm) devamla: “Şâban’ın 15. gecesi geldiğinde geceyi uyanık ibadetle, gün- düzü de oruçlu olarak geçirin. O gece güneş battıktan sonra Allah rahmetiyle dünya semasına tecelli eder ve şöyle seslenir: ‘İstiğfar eden yok mu, affedeyim ve bağışlayayım. Rızık isteyen yok mu, rızık vereyim! Bir musîbete uğrayan yok mu, sağlık ve afiyet vereyim!’ Tan yerinin ağarmasına kadar bu böylece devam eder.”3
Bir mektubunda hizmet ehlinin her bir gecesinin, Leyle-i Mi’rac, Leyle-i Berat ve Leyle-i Kadir kadar kıymettar olmasını Cenâb-ı Hak’tan niyaz eden Bediüzzaman 4, Berat Gecesi’nin mahiyetini ve bu gecede neler yapacağımızı şöyle ifade eder: “Bu gelen gece olan Leyle-i Berat, bütün senede bir kudsî çekirdek hükmünde ve mukadderat-ı beşeriyenin programı nev’inden olması cihetiyle Leyle-i Kadr’in kudsiye- tindedir. Herbir hasenenin Leyle-i Kadir’de otuz bin olduğu gibi, bu Leyle-i Berat’ta her bir amel-i sâlihin ve her bir harf-i Kur’ân’ın sevabı yirmi bine çıkar. Sair vakitte on ise, şuhur-u selâsede yüze ve bine çıkar. Ve bu kudsî leyali-i meşhurede on binler, yirmi bin veya otuz binlere çıkar. Bu geceler, elli senelik bir ibadet hükmüne geçebilir. Onun için elden geldiği kadar Kur’ân’la ve istiğfar ve salâvatla meşgul olmak büyük bir kârdır.”5
Berat Geceniz mübarek olsun. Âmin.
Dipnotlar:
1- M. H. Yazır, H. Dini K. Dili, S. 4294. 

Günün Duâsı
Allah’ım! Sana sonsuz hamd olsun ki, bizi Şaban’a ulaştırdın, bizi Berat’a ulaştırdın. Berat Gecesi’ni âlem-i İslâm için ve bütün insanlık için hayırlı eyle! Bu geceyi âlem-i İslâm’ın kucaklaşmasına vesile kıl! Bu gecede elli senelik ibadete denk kılacak ameller yapmayı bütün ümmete müyesser kıl Âmin.

29 Nisan 2018 Pazar

BÜYÜK VELÎ MUHİDDİN-İ ARABÎ

Muhiddini Arabî bir dağa çıkıp:

— Sizin taptıklarınız benîm ayağımın altındadır; diye bağırmaya başladı. Bu söz üzerine zamanın uleması Muhiddin Arabi'nin (Allah benim ayağımın altındadır) dediğine hükmederek küfrüne; kail oldular ve idamına hükmettiler. Kabrini bile belli bir yere değil bir dağa yaptılar. Fakat Muhiddin Arabî Hazretleri bir sözünde: — İza dehaleşşini ilâşşın, zahara kabr-i Muhiddin (Sin sına girdiği zaman Muhiddin'in kabri ve muradı anlaşılır) demişti.

Aradan asırlar geçti. Yavuz Sultan Selim Han Şam'ı fethetti. Orada bu hadiseyi duyup Muhiddin Arabi'nin kabrinin nerede olduğunu sordu. Kimse Muhiddin-i Arabi'nin kabrinin nerede olduğunu bilmiyordu

Dağda koyun otlatmakta olan çobanlara kadar Muhiddin Arabi'nin kabrinin nerede olduğunu soruyor fakat kimseden mutmain bir cevap alamıyordu. Sadece çobanın bir tanesi:

— Efendim dedi, ben kabrin nerede olduğunu bilmiyorum. Fakat şurada bir yer var ki, oradan ne koyunların birisi bir ot yer ne de oraya bir hayvan basar. Oranın otları kendi halinde büyür ve zamanı gelince de kurur gider, dedi. Bunun üzerine Sultan Selim, oranın Muhiddin Arabi'nin kabri olduğuna karar verip kazdırdı. Baktılar ki, cesedleri olduğu gibi duruyor. Oraya muhteşem bir türbe yaptırdı. Sonra O'nun niçin İdam edildiğini sordu. Oradakiler:

— Sizin taptığınız benim ayağımın altındadır, dediği için idam edildiğini söylediler.-Bu:defa'Sultan Selim Han, bu sözü nerede söylediğini araştırıp orayı da buldu. Orayı kazmalarını emretti: Kazdıklarında oradan bir küp altının çıktığını gördüler. Yavuz Sultan Selim şöyle söyledi:

— Hazreti Peygamberimiz, «Dininiz paranız, kıbleniz kadınlarınız» buyurmadı mı? İşte Muhiddin-i Arabî de buna dayanarak, taptığınız ayağımın altında demekle, benim a yağımın altında altın var demek istemiş ama, o zaman bunu kimse anlayamamış ve Muhiddin'i haksız yere idam etmişler, buyurdu. Böylece Muhiddin-i Arabi'nin iki kerameti birden zuhur etmiş oluyordu; biri paranın yerini bildirmesi, biri de Yavuz'un gelip hadiseyi aydınlığa kavuşturması...

Muhiddini Arabî H. 638 (M. 1240)'da vefat etmiş ve Şam'ın Kasyon dağına defnedilmiştir. (R.A.)

KİMSEYİ KIRMAYIN

HERKES OKUSUN !
Adam hanımına pek hoş davranmaz, kalbini kırar. Sonra hanımından sofrayı kurmasını ister. Kadıncağız hiç sesini çıkarmadan kurar sofrayı ve buyur eder kocasını.

Adam sabırsızca sofraya oturur, iştah kabartacak bir zevkle yemeye başlar. Yemek tuzsuz olmuştur. Birkaç lokma yedikten sonra hanımından tuz ister.

Hanımı; “Sen yemeğe devam et ben getiririm” der ve içeri gider.

Adam ikide bir; “tuz nerde kaldı hanım?” diye sorar. Kadın her seferinde “tamam getiriyorum” diye cevap verir. Fakat tuz bir türlü sofraya gelmez.

Adam tuzu isteye isteye karnını doyurur. Sonra aklı başına gelir. Az önce hatununun kalbini kırdığı için özür diler.

Hanım mutfağa gider ve elinde tuzla geri döner. Adam merak eder ve sorar; “Bu ne şimdi karnım doyduktan sonra tuzu ben ne yapayım” der. Hanımı da ona; “Senin kalbimi kırdıktan sonra dilediğin özür, doyduktan sonra sofraya gelen tuz gibidir, ihtiyaç kalmaz” der.

Hani derler ya öfke rüzgâr gibidir, bir süre sonra diner ama birçok dal kırılmıştır bile.

Hayatı boyunca herkes birini bulur ama birbirini bulmak çok az insana nasip olur. O yüzden sevdiğinize sahip çıkın, onu önemseyin ve kırmayın.

Kadın mutluysa güzelleşir, güzelse mutlu olur. Mutlu olursa sen de mutlu olursun. Sevdiğinizi üzmeyin… Sevdiklerinizi üzmemeye özen gösterin. Kırdığınız kalp artık düzelmez. İş işten geçtikten sonra her şey boş
Unutmayın ne ekerseniz onu biçersiniz. ..

27 Nisan 2018 Cuma

PEYGAMBERİMİZİN GÖĞSÜNÜN YARILMASI


Peygamber Efendimiz (S.A.V) süt kardeşi
Abdullah ile beraber evlerine yakın çayırlıkta
kuzularını otlatıyordu. Bir ağacın altında
çimenden yemyeşil halının üzerine oturmuş,
tatlı tatlı konuşuyorlardı. Bir müddet sonra da
Abdullah ağacın serin gölgesinde uykuya
daldı...
Kainatın Efendisi (asm) ise, oturduğu yerden
kâinatı kuşatan eşsiz güzelliklerin Yaratıcısını
düşünmeye koyuldu...
Bu sırada kuzular yayıla yayıla epeyce
uzaklaşmışlardı. onları geri çevirmek için
Peygamberimiz (S.A.V), ..
Abdullah'ın yanından ayrıldı. Bir müddet
gittikten sonra, karşısına beyaz elbiseli iki
kişinin çıktığını gördü. İkisi de güler yüzlü ve
sevimli idiler...
Birinin elinde içi karla dolu altın bir tas vardı.
Nur yüzlü Efendimizin (S.A.V) yanına usulca
yaklaştılar. Onu tutup İlâhî bir halı gibi duran
yemyeşil çimenlerin üzerine uzattılar....
Efendimizde (asm) ne ses, ne seda, ne de telâş
vardı. Bu güler yüzlü, bu temiz sîmalı ve bu
sevimli insanların kendisine kötülük
yapmayacağını biliyordu...
Ağacın serin gölgesinde uyumakta olan
Abdullah bu sırada uyandı. Manzarayı görünce
olanca hızıyla telâşlı telâşlı eve vardı.
Gördüğü manzarayı anne ve babasına anlattı.
Heyecan ve telâşlarından, evlerinden nasıl
çıktıklarının farkında bile olmayan...
Halîme ile kocası, bir anda Peygamberimizin
(asm) yanına vardılar. Fakat, Abdullah'ın
anlattıklarından eser yoktu....
Ortalıkta kimseler görünmüyordu. Zira, gelenler
memur edildikleri vazifelerini bir anda bitirip,
gözden kaybolmuşlardı. Sadece ayakta duran
Kainatın...
Efendisinin (S.A.V) benzi uçuktu ve hafiften
gülümsüyordu....
Fazlasıyla telâşa kapılan Halîme ve kocası,
"Ne oldu sana yavrucuğum?" diye sordular....
Kâinatın Efendisi (S.A.V) şunları anlattı...
Yanıma beyaz elbiseli iki kişi geldi. Birinin
elinde içi karla dolu bir tas vardı. Beni
tuttular, göğsümü yardılar...
Kalbimi de çıkarıp yardılar. Ondan siyah bir
kan pıhtısı çıkarıp bir yana attılar. Göğsümü
ve kalbimi o karla temizledikten sonra ayrılıp
gittiler..
Aradan yıllar geçecek, kendilerine
peygamberlik vazifesi verilecekti. Birgün
sahabîlerden bazıları, "Yâ Resulallah, bize
kendinizden bahseder misiniz?"diyecekler;
Resûlullah (S.A.V) da,..
"Ben babam İbrâhim'in duâsıyım. Kardeşim
İsâ'nın müjdesiyim. Annemin ise rüyâsıyım. O,
bana hâmile iken Şam saraylarını aydınlatan
bir nurun kendisinden çıktığını görmüştü....
dedikten sonra, bahsi geçen hâdiseyi de şöyle
anlatacaktır:...
"Ben, Sa'd bin Bekroğulları yanında emzirilip
büyütüldüm. Birgün süt kardeşimle birlikte
evlerimizin arkasında kuzuları otlatıyorduk. O
sırada yanıma beyaz elbiseli iki kişi geldi.
Birinin elinde içi karla dolu bir altın tas vardı.
Beni tuttular, göğsümü yardılar. Kalbimi de
çıkarıp yardılar. Ondan siyah bir kan parçası
çıkarıp bir yana attılar...
Göğsümü ve kalbimi o karla temizlediler...
2 Bu hâdise ile Peygamber Efendimizin (asm)
mübârek kalbi, İlâhî bir nur ve Cenâb-ı Hak
tarafından bir sekînet ve bir ruh ile
genişletilmiş oluyordu. Aynı zamanda...
Resûlullah Efendimizin (asm) nefsi o yaşından
itibaren kudsî duygular ve İlâhî nurlar ile te'yid
edilerek, her türlü vesvese ve şüpheden temiz
hale getiriliyordu...
Anlaşılan odur ki, maddî kalbin îmân, ilim,
hikmet, şefkat gibi mâneviyat ile yakın alakası
vardır. Aynı şekilde, maddî temizliğin de
mânevî temizlik ile münasebeti mevcutur...
Bu itibarla Resûl-i Ekrem Efendimizin (asm)
maddî kalbinin yıkanıp temizlendikten sonra
ilim, hikmet, İlâhî nur ve feyizlerle
doldurulmasını akıldan uzak görmemek
lâzımdır..

ŞEYTAN İŞBAŞINDA !

Günlerden bir gün şeytanın yolu bir köye düşmüş.
Keyfi yerinde olan şeytan sırtını bir ağaca dayamış ve buzağısı kazığa bağlı
olan ineğini sağan genç bir kadını uzaktan izlemiş.

Şeytan kadını epeyce izledikten sonra yerinden kalkıp kazığa bağlı buzağının
ipini biraz gevşetmiş.

Buzağı bu az ötede annesinin sütünün kovaya sağılmasını aç karnına izlemeye
daha fazla dayanamamış debelenmiş ve boynundaki ip çözülmüş.

Koşarak annesini emmeye giden buzağı süt kovasını devirmiş.

Sağdığı süt ziyan olunca sinirlenen genç kadın eline geçirdiği odunu
buzağıya vurunca yavru yere yığılmış.

Yavrusuna saldırılan inek kayıtsız kalamayıp bir tekmede kadını yere serip öldürmüş.

Uzaktan geçmekte olan kadının kayın pederi, ineğin ´gelinini öldürdüğünü görüp ineği tüfekle vurmuş.

Silah sesini duyan koca , karısını yerde cansız yatar babasını da elinde tüfekle görünce silahını çekip babasını öldürmüş.

Kısa bir süre sonra gerçeği öğrenen genç adam , bu kadar acıya dayanamayıp intihar etmiş.

Bütün bu olayları bir kenardan izleyen şeytan;

"BU FELAKETİ DE BANA YÜKLERLER, BUZAĞININ İPİNİ GEVŞETMEKTEN BAŞKA BEN NE YAPTIM ŞİMDİ" demiş.

26 Nisan 2018 Perşembe

RABİA HATUN

RABİA KÖLE OLAMAZ
Râbia-tül Adeviyye biraz büyümüştü. Annesi ve babası vefât etti. Üstelik, Basra'da kıtlık ve fevkalâde pahalılık vardı. Bu hengâmede Râbia'nın ablaları dağıldılar. Kimsesiz kalan Râbia'yı zâlim bir kimse yakaladı ve hizmetçi olarak iş gördürdü. Sonra da köle olarak altı gümüş karşılığı bir ihtiyara sattı. O ihtiyarın hizmetçisi olarak, gösterilen zor işleri sabırla yapmaya çalışıyordu. Çok sıkıntılı günler geçirdi. Çok zahmetler çekti, fakat isyân etmedi. Allahü teâlânın takdirine râzı oldu. Edebi fevkalâde idi.
Bir gün karşısına bir nâmahrem, yabancı çıktı. Ondan sakınayım diye hızla giderken düşüp kolu kırıldı. Acz ve kırıklık içinde, mahzûn olmuş bir kalb ile Allahü teâlâya yalvardı.
"Yâ Rabbî! Garib ve kimsesizim. Yetim ve öksüzüm. Köle edildim. Bir de kolum kırıldı. Lâkin ben bunların hiç birine üzülmüyor, yalnız senin rızânı istiyorum. Benden râzı olup olmadığını da bilmiyorum" dedi.
Bu sırada bir ses duydu.
 "Üzülme, sen âhirette meleklerin bile imreneceği bir makamda bulunacaksın." diyordu.
Râbia tekrar efendisinin evine döndü. Günlük hizmetleri yerine getirir, akşama kadar ayakta dururdu. Bununla beraber her gün oruçlu olur, geceleri de Allahü teâlâya ibâdet ve tâatle geçirirdi. Bir gece efendisi uyandığında Râbia'nın odasından sesler geldiğini işitti. Pencereden bakınca, Râbia'nın, secde ettiğini, Allahü teâlâya şöyle yalvardığını duydu. Diyordu ki:
"Ey Rabbim! Benim arzumun senin emrine uymak olduğunu biliyorsun. Benim saâdetim senin huzûrunda bulunmaktır. Eğer elimden gelse, sana ibâdetten, bir ân geri kalmam. Fakat ev sâhibimin hizmetinde bulunduğum için ona hizmet ediyorum ve sana gereği gibi ibâdet edemiyorum..."
Ev sâhibi, bunları duydu. Ayrıca, Râbia'nın başı üstünde bir kandil bulunduğunu, kandilin bir yere asılı olmadan havada durduğunu, odanın o kandilin nûru ile aydınlandığını gördü ve hayretten dona kaldı.
 "Artık Râbia köle olamaz!" diyordu.
Sabaha kadar uyuyamadı. Sabah olunca hemen Râbia'yı çağırdı ve dedi ki:
"Artık serbestsin. Dilediğini yap. Ama burada kalırsan ben sana hizmet ederim."
Râbia;
"Gideyim." dedi.
Oradan ayrılıp küçük bir eve yerleşti. Bütün vakitlerini ibâdetle geçirir, bir gün ve gecesinde bin rekat namaz kılardı. Kefenini dâimâ yanında taşır, namaz kılacağı zaman onu serer, üzerine secde ederdi. Kefeni yanında olmadan gezdiğini, kefenini beraberine almadan konuştuğunu kimse görmedi. Süfyân-ı Sevrî ve Hasan-ı Basrî, ondan feyz alırlardı.

24 Nisan 2018 Salı

EY ÇOCUK !



Sen mübarek ecdadı hiç unutma ey çocuk,
Şanla şerefle yaşa,haram yutma ey çocuk,

Sensin kutlu toprağın mabedinin bekçisi
Zalim ve alçaklara alkış tutma ey çocuk
                                     
                                                                                        EY  ÖĞRETMEN !


     Sana emanet edilen bu masum çocuklar birer çiçektir.Bu çiçekler sakın solmasın.Bunları sakın sen soldurmayasın.Milyonlarca vatan evladı senin vicdanına emanettir.Cıvıldaşan kuşlar gibi yuvadan uçup gelen bu masum yavrular sana emanet edilmiştir.Yetiştireceğin bu çiçekler senin ebedi iftihar kaynağın olacaktır.Ya da ebedi utancın veya yüz karan olacaktır.

    
                EY ANA- BABA ! 
 Sana Allah’ın bir emaneti olan bu
küçük yavruları,güzel terbiye et ve
onları iyi koru.Vücudunu madde ile
beslerken aklını ve ruhunu ilim ve
maneviyatla süsle.Üstünü başını
giyindirirken,vücudunu örterken,ar
ve namusunu iffet ve haysiyetini
kısacası ahlaki değerlerini
kazandırmayı unutma.
  Yavrum okusun adam olsun       derken,dürüst bir adam olsun   helal  kazansın helal yesin vatanını
milletini sevsin bu değerlere saygı duyan bir adam olsun demeyi unutma.Kısacası her iki dünyayı kazanan bir adam olmasını istemelisin .Yoksa senin öz çocuğun ileride menfaatini öne çıkarıp seni kendini memleketini ve bütün insanları perişan edebilir.Bu vebalden hiçbir ana baba kurtulamaz.


                   RAFET ÖZCAN

"BİR ZAMANLAR"


Nerede, nerede  o çağlar ki?
Irmak ,ırmak coşardık biz
Ak tolgalı beyler ile,
Dağdan dağa koşardık biz.
Koparırdık ayı gökten,
Sancaklarımız ipekten
Çekinmezdik hiçbir cenkten
At üstünde gezerdik biz
Yıldırım’la şimşek idik,
Demirden taştan pek idik,
Zafer dolu erler idik
Cenkten cenge koşardık biz.
Sesimiz şimşekten gürdü
Bütün ülkeyi bürürdü
“Yürü” de dağlar yürürdü,
Yüce dağdan aşardık biz.

22 Nisan 2018 Pazar

ÖĞRENCİLERİN MUZİPLİĞİ


#ÇOCUKTAN #AL #HABERi
Kafamıza giren her şüphe ehemmiyet verdikçe büyür,
önemsenmezse küçülür. Tıpkı bu hikayemizdeki gibi...
Öğrenciler ders dinlemekten, ödev yapmaktan ve çalışmaktan usanmıştı. Medresede iken, gözleri hocada, kulakları sokaktaydı. Bunalıyor, sokakta oynaşan küçüklerin seslerini duydukça çileden çıkıyorlardı.
Ders bitimini sabırsızca bekliyor, biter bitmez sokağa koşuyor,
oyuna dalıyorlardı.
Bir gün ders arasında, hocanın en azından bir süre medreseye gelmemesini sağlamak için ne yapabileceklerini konuştular.
İçlerinden biri,
“Arkadaşlar...” dedi. “Hocamız hastalansa mesela, şöyle bir hafta gelmese... Hı, nasıl olur?” dedi.
Öteki,
“Adam taş gibi!” dedi. “Hiç hastalanmaya niyeti yok!”
Cin fikirli biri,
“Ama her an olabilir bu!” dedi. “Benim bir önerim var.” deyince, ötekiler atıldı,
“Nedir, anlat hele...”
Ertesi gün derse erkenden girdiler. Hocayı beklemeye başladılar.
Hoca girer girmez, biri,
“Hayrola hocam...” dedi. “Hasta mısınız? Yüzünüz sapsarı!” diye sordu.
Hoca,
“Yoo..” dedi. #ALLAH’a şükür hiçbir şeyim yok, gayet iyiyim.”
“Bilmem!” dedi öğrenci. “Ama kötü görünüyorsunuz .”
Hoca kuşkulanmaya başladı. Az sonra,
derse geç kalan bir başka öğrenci girdi.
İzin istedi, “Hadi geç.” dedi hoca. “Bir daha olmasın ama!”
Çocuk yerine geçerken, şaşırmış gibi bakınca yüzüne, Hoca,
“Ne oldu, niye bakıyorsun?” diye sordu.
Çocuk,
“Hocam geçmiş olsun rahatsız mısınız?” diye sorunca Hoca’nın vehmi arttı,
“Niye?” diye sordu. “Kötü mü görünüyorum?”
Çocuk,
“Hocam kötü de söz mü, basbayağı hastasınız siz!”
Sonra sırayla bir başka, öteki, diğeri, beriki derken
Hoca da inandı hasta olduğuna. Kendi kendine,
#ALLAH #ALLAH...” diye mırıldandı. “Yahu sabah hanım nasıl fark etmedi yüzümdeki solgunluğu. Tabi ya, aklı başında değil ki...
Beni düşündüğü mü var, kendi derdinde kadın.”
Yine de derse başladı ama kaygı içinde ne anlattığını ne dinlediğini bilemedi. Çocuklar alışılmışın aksine gürültü yaptı, kafasını kazan gibi şişirmişlerdi.
Akşam eve dönerken Hoca artık kendini hasta hissediyordu. Eşini payladı,
“Kör müsün!” dedi. “Herkes yüzümün sararmış solmuş halini gördü de sen görmedin? Çabuk yatağımı hazırla, ayakta duracak halim kalmadı!”
Kadın,
“Ayol senin bir şeyin yok, istersen getireyim aynayı bak, boşuna vehimlenmişsin!” dediyse de inandıramadı.
Hoca, abartarak,
“Daha konuşuyor, ser şu yatağımı, baksana bedenim tir tir titriyor.” Dedi.
Karısı yatağını hazırladı. Yattı, yorgunluktan başını yastığa koyar koymaz uyudu.
Çocuklar sabah bayram sevinci içinde herkese söyleyip, yaydılar Hoca’nın hasta olduğunu.
Akın akın ziyaretine koştu insanlar,
#ALLAH #ALLAH yahu yeni haberimiz oldu, hayırdır neyin var, geçmiş olsun.” Dediler.
Hoca,
“Yahu sormayın benim de haberim yoktu, çocuklar fark etti, meğer bayağı hastaymışım!” dedi.

ŞİMDİ DUA ZAMANI

ÇOCUKLARIMIZ İÇİN MÜTHİŞ BİR DUA
Ya Rabbi! Kızım ...  oğlum ...  hiçbir dahlim olmadan bana emanet ettin. Hiçbir dahlim olmadan Sen onları hıfzet.
Ya Rabbi! Beni onlarla imtihan etme.
Ya Rabbi! Onları açık, gizli hertürlü fitneden muhafaza et.
Ya Rabbi! Onları kitabını hıfzeden, dinlerini samimi yaşayan, ibadetlerine azami dikkat eden, güzel ahlakla bezenmiş salih kullarından eyle. Dünyadaki en mutlu ve azdırmayan bolluk, ferahlık içinde yaşayan insanlardan olsunlar.
Ya Rabbi! Onları helallerinle haramlardan muhafaza et ve fazlınla Senden başkasına muhtaç etme.
Ya Rabbi! Kitabını muhafaza ettiğin gibi onları da şeytanın şerrinden muhafaza et.
Ya Rabbi! Onları en hayırlıların sohbetleriyle,  en temizlerin ahlaklarıyla ve sana tevekkülle rızıklandır.
Ya Rabbi! Kalp ve beden hastalıklarından onları koru. Havlinle, kuvvetinle onlarla ilgili hayırlı muradımı nasip et.
Ya Rabbi! Hayatımda beni onların iyilikleriyle nimetlendir ve öldükten sonra da hayır dualarıyla beni mesut et.
Ya Rabbi! Kalbimden birer parça olan çocuklarımı gözümle göremediğim bir yerde Sana emanet ettim. Ama herşey Sana âyan. Azametine, yüceliğine yakışır bir şekilde onları muhafaza et, koru.
Ya Rabbi! Yavrularımızı her türlü kötülükten, kötülerden, kötü anlayışlardan muhafaza buyur. Onlara Müslümanca bakış , duruş, düşünüş,tutum , davranış, şuur , razı olduğun makbul ameller nasip et. Kendine kul, Râsulüne ümmet eyle…
Ya Rabbi! Zihinlerini her türlü boş şeylerden arındır. Akıllı ve ferasetli davranmalarını inayet buyur.
Ya Rabbi! Nefislerinin ve arzularının yanlış isteklerine uyduklarında, onları doğru yola ilet.
Ya Rabbi! Kaldırıp götüremeyecekleri imtihanlarla sınama. Son nefeslerine kadar dinin üzere yaşamalarını nasip buyur.
Ya Rabbi! Anneye, babaya ve tüm Ümmeti Muhammed'e iyilik yapma ve hayırlı olma gibi güzel huylar nasip eyle..
Ümmet i Muhamede faydalı, güzel   ahlakı kuşanmış , örnekler , öncüler eyle.
Ya Rabbi! Son nefeslerine kadar yolundan ve rızandan ayırma.
Ya Rabbi! O, incecik kalp ve gönül dünyalarına bulaşmak isteyen şerlerin, şerirlerin kötülüklerinden “Hafiz” isminle muhafaza eyle.
Ya Rabbi! Kardeşler olarak aralarındaki sevgiyi, muhabbeti, samimiyeti, yakınlığı arttır.
Ya Rabbi! Son nefesleri dahil  imana ve Kuran’a hizmetten ayırma.
Ya Rabbi! Bilip söyleyemediğim, düşünüp dile getiremediğim inayet ve ihsanlarının en güzelini, bütün kardeşlerimizin çocuklarına ve  benimkilere de nasip eyle…
Ya Rabbi! Sen onları üzecek, kıracak, inciteceklerin şerrinden emin eyle. Haklarında hayırlı olacak istekleriyle rızıklandır.
Salatu selam insanların en hayırlısı Efendimiz Sallallahü Aleyhi ve Sellem'in , âl ve ashabının üzerine olsun. Amin

21 Nisan 2018 Cumartesi

MUTLULUK SENİN ELİNDE


Akıllı iki kız kardeş varmış, bilgiye açlarmış ve okullarındaki, etraflarından aldıkları bilgi yetersiz olmuş.
Yörelerindeki en büyük bilgeye gitmeye, ondan da bilgi almaya karar vermişler.
Bilge adam kızların sorduğu bütün soruları bilmiş. Kızlar daha fazla bilgi almak için bir süreliğine daha bilgenin yanında kalmışlar.
Ama sonra bilgenin her sordukları soruyu bilmelerinden sıkılmışlar.
“Bilgenin dahi bilemeyeceği bir soru bulalım” demiş birisi.
Kızlardan biri, bilgenin bile bilemeyeceği bir soru buldum diye sevinmiş. Avucumun içine bir kelebek alacağım “Avucumun içinde bir kelebek var. Canlı mı, ölü mü?” diye bilgeye soracağım, ölü derse kelebeği serbest bırakacağım. Canlı derse, avucumu hafifçe bastıracağım.
Kızlardan biri avucu kapalı bilgeye uzatmış ve sormuş :
* Avucumun içinde bir kelebek var; bilin bakalım canlı mı, ölü mü?
Bilge, kızın gözlerine uzun uzun bakmış ve cevap vermiş :
* Senin elinde kızım senin elinde…
Hayat akarken, iyi veya kötü, güzel veya çirkin, doğru veya yanlış, mutluluk veya hüzün, senin elinde…

19 Nisan 2018 Perşembe

İYİLİĞİN GÜCÜ

Mutlaka Okuyun Derim...
Yatakta yatan adam, başucundaki genç doktora:
-Allah senden razı olsun evladım dedi. Bu ameliyatı yapmak için yurtdışından buraya kadar gelmeni, yaşadığım sürece unutmayacağım.
Ameliyat edilen hasta, büyük bir hastanenin başhekimiydi. Tedavisi sadece yurtdışında mümkün görülen hastalığı aniden artınca, çoğu öğrencisi olan diğer doktorlar onun böyle bir yolculuğa dayanamayacağını anlamışlar ve az bir kurtarma ümidine rağmen bu işi üstlenmeye karar vermişlerdi. Fakat o hastalığın sayılı uzmanlarından olan bu genç doktor, nereden haber almışsa almış ve bir hızır gibi yetişip onu kurtarmıştı.
Yaşlı doktor, yattığı yerden genç adamın elini tutuyor ve onu bırakmamak için durmadan konuşuyordu O elleri okşar gibi sıvazlarken:
-Ben, doğum uzmanıyım, diye devam etti. Bir zamanlar anne karnındaki bir bebeğin sakat olduğunu anlamış, onu bu şekilde yaşamaktansa öldürmeyi düşünürken, kıyamayıp doğmasına müsade etmiştim. Sapasağlam yavruları bile ana rahminde öldürenlere inat, onun yaşamasını istediğim için, hayatta bildiğim o tek iyiliğime karşılık Allah seni bana göndermiş olmalı.
Genç doktor, ellerini gevşetip biraz geriye çekildi ve dizlerinden aşağısı takma olan bacaklarını gösterirken:
-Ben de öyle düşünüyorum efendim, diye gülümsedi. Kurtardığınız o çocuk, bendim.

EDEN BULUR

BU DUNYA KIMSEYE KALMAZ
  Halife Harun er-Reşid'e, o zamanın Fransa Kralı bir gül fidanı hediye etmişti..Harun er-Reşid, o gül fidanına çok itibar göstererek bahçıvana verdi ve:

— Buna iyi bak. Bahçeye dik. Yetiştiği zaman da ilk çiçeğinden bana getir, dedi.

Bahçıvan gülü bahçeye dikti. Gül çok güzel olmuştu. Aradan zaman geçti, çok güzel bir gül açtı. Bahçıvan gülü koparmak için o tarafa doğru giderken, gülün dalına konmuş bir bülbülün yanık yanık öttüğünü görüp onu seyre daldı.

— Nasıl olsa uçar gider. Ben de ondan sonra koparırım, diyordu. Fakat yazık ki, bülbül bir hayli öttükten sonra gülü darma - dağın etti. Bahçıvan çök üzülmüştü. Ne diyecekti şimdi padişaha... Doğru padişahın huzuruna çıkıp meseleyi anlattı ve üzüntüsünü bildirdi.

Halife üzülmemesini söyledikten sonra:

— Bu dünya etme - bulma dünyası derler. Bu dünya bülbüle de kalmaz, canın sağ olsun, dedi ve bahçıvanı affetti

Aradan zaman geçti. Bahçıvan bir gün o bülbülü bir yılanın yutmakta olduğunu görüp doğru halifenin huzuruna çıktı. Vaziyeti anlattı:

— Efendim, keramet gösterdiniz. Hakikaten dünya bülbüle kalmadı, dedi.

Padişah, yine aynı sözleri tekrarlayarak:

— Bu dünya yılana da kalmaz. O da birgün belâsını bulur, dedi.

Lihikmetin o yılan bahçe sulamakta olan bahçıvanın ayaklarına doğru hücuma geçti. Bahçıvan yılandan daha çabuk davranıp elindeki kürekle yılanı ortadan, ikiye böldü ve öldürdükten sonra halifenin huzuruna çıkıp meseleyi anlattı. Halife yine aynı şekilde:

— Bu dünya sana da kalmaz. Sen de bulursun bir gün belânı, dedi.

Olacak ya, bir suçundan dolayı padişah bahçıvana kızıp idamına karar verdi. Cellâtları çağırdı, bahçıvanı ellerine vererek kellesini kesmelerini söyledi. Cellâtlar adamı alıp götürdüler. Fakat hüküm infaz edilmeden önce bir isteği olup olmadığını sordular. Bahçıvan:

— Var bir isteğim ama, onu ancak padişaha söylerim, başkasına söylemem hiçbir mânâ ifade etmez, deyip padişahla görüştürmelerini istedi.

Bahçıvanın bu isteği cellâtların çok acaibine gitmişti. Durumu halifeye bildirdiler. O da görüşmeyi kabul edip ne diyeceğini sordu. Bahçıvan:

— Sultanım, mesele malûmunuzdur. Bu dünya bülbüle, yılana ve bana kalmadığı gibi sana da kalmayacak. Sen beni en ufak bir sebepten cellâtlara teslim ettin. Bu yalancı dünyanın sana kalacağını mı sanıyorsun. Bu dünyaya etme - bulma dünyasıdır, derler diyen sendin, dedi ve söyleyeceğinin bundan ibaret olduğunu bildirdi.

Bu hatırlatma halifeye çok tesir etmişti. Bu adamı öldürüp de elime ne geçecek? diyerek adamı affetti. Adam da bu şekilde ölümden bir müddet için kurtulmuş oldu.

BİR ANNENİN YÜREĞİNDE BÜYÜMEK

Okulda birinci sınıf öğrencileri, bir aile fotografı üzerinde tartışıyorlardı. Fotograftaki küçük çocugun saç rengi ailenin öteki bireylerinin saç renginden degişikti... Ögrencilerden biri o erkek çocugunun belki de evlat edinilmiş olabilecegini söyledi. Onun bu sözünü duyan başka bir küçük kız ögrenci, birden sesini yükseltti;
- Ben evlat edinme konusunda her şeyi bilirim, çünkü bende evlatlıgım!...
Arkadaşı sordu;
- Madem biliyorsun, bize de anlatsana... Evlat edinilmek ne demektir...?
Küçük kız ögrenci kendinden emin bir biçimde bilgisini özetledi;
- Annenin karnında degil, yüreginde büyümüşsün demektir...

SABRIN MEYVESİ TATLIDIR

Besmelenin Fazileti

Saliha bir kadının,  münafık ve cahil     bir    kocası     vardı.     Bu  kadın “Bismillahirrahmanirrahıym”   diye   besmele çekmeden hiçbir işine başlamazdı. Münafık kocası, onun bu haline çok kızar, kadıncağıza yapmadığı eziyeti bırakmazdı. O saliha kadın ise, kocasının eza ve cefalarına sabreder ve onun doğru yola gelmesi için, Allah’a dua ederdi.

Bir gün, o zalim adam iyice öfkelenmişti. Karısına yapacağı eziyet ve kötülük için bir bahane arıyor ve kendi kendine: Şuna biroyun çevireyim de görsün. Bakalım onu rezil olmaktan kim kurtaracak?” diye söylenip duruyordu. Başkalarına açıkça söyleyemediği inkarcılığı, artık bütün çirkinliğiyle, içinde dolup taşmıştı.

Hanımını çağırdı.  Ona bir kese altın vererek:

“Bunu iyi sakla” diye tenbih etti. O saliha kadın da, kocasının emri üzerine hemen gitti. Besmele’yi çekerek keseyi iyice sakladı. Fakat kocası olan münafık adam da onu gizlice takip ediyordu. Sonra, karısının haberi olmadan keseyi oradan aldı. İçindeki altınları boşaltarak keseyi derin bir kuyuya attı. Aradan çok geçmeden, yine hanımını çağırdı ve:

“Sana  verdiğim  bir  kese   altını hemen getir” dedi. Kadın koştu, keseyi sakladığı   yere   “bismillahirrahmanirrahıym” diyerek elini uzattı. tam o anda, Allahü Teala Hazretleri’nin emriyle melekler tarafından kese kuyudan çıkarılıp, yerine konuldu. İçindeki altınlar da aynen duruyordu. Yalnız ıslanan keseden sular damlıyordu. Kadın, kesenin neden ıslandığını anlayamadı, getirdi.

Kocasına teslim etti. Adam, içi altınla dolu ıslak keseyi   görünce   çok  şaşırdı.   Karısının söylediklerinin ne kadar doğru olduğunu anladı. sonra, karısına:

“Sana çok zulmettim, çok canını yaktım, beni affet” diye yalvarmaya başladı.

Allah’a Tevbe ve istiğfar etti. Allah’ın salih kullarından biri oldu. O günden sonra, dua ve yakarışlarında hep şöyle derdi:

“Ya Rabbi! bana dünyam ve ahiretim için hayırlı, saliha bir kadını eş olarak verdiğin için, sana hakkıyla şükretmekten acizim, beni affet Allah’ım.”

O saliha kadın ise: “Ya Rabbi! sana şükürler olsun ki, duamı kabul edip, kocamı salihlerden eyledin” diye dua ediyordu.

Bu hikayeden alınacak ibretler ve çıkarılacak hikmetler çoktur. Büyükler demişler ki: “Sabrın kendisi acıdır, lakin meyvesi tatlıdır.

ZORU BAŞARMANIN HİKAYESİ

~İNSAN DEDİĞİN~
Haylazlıklarından bıkıp usandığı oğlunu kulaklarından tutup,Cemil ustanın atölyesine getirmiş ve"eti senin,kemiği benim" diyerek,günler önce sözleştikleri gibi bıraķıp gitmişti.Ustamın yeni gelen bu çırağı babasının istediği gibi nasıl sorumluluk sahibi olarak eğiteceğini merak ediyordum gerçekten.Zira  adamın ustamdan istediği sadece meslek ögretmesi değildi çocuğuna.İbrahim gerçekten babasının dediği kadarda vardı hani.Daha ilk günden dükkkandan kaçmış,altmış yaşındaki Cemil ustam hiç üşenmeden peşine düşüp sokak sokak aradığı çocuğu bulup getirmişti atölyeye.Fakat yaptığı hiçbir haylazlığa kızmamış aksine,sevgiyle ve güleryüzle yakĺaşıp herdefasında sabırla tezgahın başına oturtmuştu İbrahim'i.Agacın nasıl yontulup,nasıl şekil verildiğini ve bunun öncesinde hayal kurmasını ve hayalindeki şekli nasıl bir esere dönüştüreceğini  ince ince anlattı küçük çocuğa.İbrahim ilk günlerde sürekli dükkandan kaçsada ustam hep aynı içten ve arkadaşca tavrını göstermeye devam etmişti ona.Ve çocuk günden güne değişmeye başlamış ve ustama karşı içinde oluşan sevgi kırıntıları ona saygı duymasına sebep olmuştu.Ve ağaca şekil verme işini fazlasıyla benimseyip,bir yılın ardından küçük bir usta olup çıkmıştı.İbrahimin bu kısa zaman içindeki büyük değişimi beni de çok şaşırtmıştı elbette.Babasıda oğlundaki bu değişimi farketmiş olacakki birgün dükkana gelmişti geçen onca zamanın ardından.Ustamla karşılıklı çay içerlerken bir ara şevkle tezgahta çalısan oğluna bakmış ve elini ustamın omzuna koyup sormuştu."Haylaz,tembel ve bir işe yaramayan bu oğlanı nasıl olduda adam ettin ustam?İnan olsun ne evden oyuna kaçıyor,nede eskisi gibi bana asi duruyor.Sanatının ehliymişsin vesselam"Bunun üzerine ustam derin bir iç çekip gülen gözlerle baktı İbrahim'e ve gözlerini babasına çevirip"Efendi maharet ustalıkta degil.Ağaca sekil vermek için gerektir ustalık.İnsan dediğin ise sevgiyle ilgiyle şekillenir.Hamuruna biraz bunları katıp,sabırla harmanlarsan istediğin sekle girecektir elbet.Ama sen çocuğunu işe yaramaz olarak görüp,sövüp sayarak bu hale getirmişsin.Hasılı maharet ustalıkta değil,insanlıktadır"Yazar Suat

BİR HİKAYEM VAR !

KAZA GELİNCE GÖZ BAĞLANIR

Süleyman aleyhisselam bir sefere çıkmıştı. Divan çadırı kurulunca, bütün kuşlar huzuruna geldiler. Her biri bütün hünerlerini birer birer sayıp dökmeye başladılar. Sıra Hüdhüd'e gelince:

"Padişahım, ben yükseklerde uçarken yer altındaki suyu görebilirim. Ey büyük padişah! Sefere giderken beni de yanına al. Sana konaklayacağın yerde suyu bulmana faydalı olurum." dedi.

Hüdhüd'ü duyan hasetçi karga:
"Hüdhüd yükseklerde uçarken yer altındaki suyu görebilirim diyor ama, basit bir tuzağa yakalanıyor. Böyle bir hüneri olsa idi yerdeki tuzağı görüp ona yakalanmazdı" dedi.

Bunun üzerine Süleyman aleyhisselam:
"Ey Hüdhüd, yaptığını beğendin mi? Bizim huzurumuzda yalan söylemek olur mu?" diye Hüdhüd'ü azarladı.

Hüdhüd:
"Ey yüce padişah! Dediklerimin hepsi doğrudur. Fakat benim tuzağı göremeyişimin sebebi, kazâ ve kaderin gözümü kapaması, aklımı bağlamasıdır. Ne yazık ki kazâ gelince bilgi uykuya dalar, el ayak tutulur ve göz bağlanır" dedi.

Huzur Pınarı

18 Nisan 2018 Çarşamba

KAZ YOLAN KIZ

Padişahın biri veziriyle birlikte tebdil-i kıyafet gezintiye çıkmış.
Tebaası nasıl yaşıyor, nasıl geçiniyor, sıkıntıları neler görmek istemiş.
Gezi sırasında bir köye gelmişler. Küçük, şirin bir evin önünde oturmuş,
örgü ören bir genç kız görmüşler. Padişah kızın yanına yaklaşıp sormuş:

- Merhaba kızım. Baban evde mi?

Kız: - Babam evde yok! Azı çok etmeye gitti.

Padişah: - Annen evde mi?

Kız: - Annem de evde yok! O da biri iki etmeye gitti.

Padişah: - Kızım eviniz çok güzel ama bacası eğri.

Kız: - Bacası eğridir ama dumanı doğru tüter.

Padişah: - Sana bir kaz yollasam yolar mısın?

Kız: - İzninizle en ince tüylerine kadar yolarım!

Padişah kıza "Öyleyse selametle kal!" deyip, veziriyle tekrar yola koyulmuş.
Saraya varınca padişah vezirine sormuş:

- Kız ile ne konuştuğumuzu anladın mı?

Verzir:

- Doğruyu söylemek gerekirse anlamadım padişahım, demiş.

Padişah:

- O halde tez vakitte git öğren! Yoksa seni vezirlikten azlederim! demiş.

Vezir telaşla fırlamış. "Nasıl öğrenirim?" diye düşünürken, en iyisi ilk ağızdan bilgi almak deyip, gitmiş padişahın konuştuğu kızı bulmuş. Vezir:
- Aman kız, hanım kız!... Biz bu gün yanımda biriyle senin yanına gelmiştik. Yanımdaki kişi senle sohbet etmişti. O sohbette konuştuklarınız ne anlama geliyordu? Onları bana bir deyiver. Dile benden ne dilersen.

Kız:

- Konuştularımızı açıklarım ama her cevap için on altın isterim, demiş.

Vezir kabul etmiş. Kız anlatmaya başlamış:

- O amca bana babamı sorduğunda "Azı çok etmeye gitti" demekle; babamın çiftçi olduğunu, tarlaya tohum ekmeye gittiğini anlatmak istedim.

Vezir on altını vermiş, kız devam etmiş:

- O amca annemi sorduğunda "Annem biri iki etmeye gitti" demekle; annemin ebe olduğunu, doğum yaptırmaya gittiğini anlatmak istedim.

Kız vezirden on altın daha alıp devam etmiş:

- Amca "Eviniz çok güzel ama bacası eğri" demekle; benim güzel olduğumu ama gözelerimin şaşı olduğunu söyledi. Ben de "Bacası eğridir ama dumanı doğru tüter" diyerek; şaşıyım ama gözlerim iyi görür demek istedim.

Vezir kıza on altınını verip hemen atılmış:

- Peki ya "Sana bir kaz yollasam yolar mısın?" ne demek?

Kız tebessüm edip açıklamış:

- O kazı da siz düşünün…  :)

17 Nisan 2018 Salı

MESLEĞİMİZ TARİKAT DEĞİL,HAKİKAT MESLEĞİDİR

   Evet yol iki görünüyor. Cadde-i Kübra-yı Kur'aniye olan şu mesleğimizden şimdi ayrılanlar, bize düşman olan dinsizlik kuvvetine bilmeyerek yardım etmek ihtimali var. İNŞÂALLAH Risale-i Nur yoluyla Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyan'ın daire-i kudsiyesine girenler; daima nura, ihlasa, imana kuvvet verecekler ve öyle çukurlara sukut etmeyeceklerdir.
   Ey hizmet-i Kur'aniyede arkadaşlarım! İhlası kazanmanın ve muhafaza etmenin en müessir bir sebebi, rabıta-i mevttir. Evet ihlası zedeleyen ve riyaya ve dünyaya sevkeden, tûl-i emel olduğu gibi; riyadan nefret veren ve ihlası kazandıran, rabıta-i mevttir. Yani: Ölümünü düşünüp, dünyanın fâni olduğunu mülahaza edip, nefsin desiselerinden kurtulmaktır. Evet ehl-i tarîkat ve ehl-i hakikat, Kur'an-ı Hakîm'in
 ﻛُﻞُّ ﻧَﻔْﺲٍ ﺫَٓﺍﺋِﻘَﺔُ ﺍﻟْﻤَﻮْﺕِ ٭ ﺍِﻧَّﻚَ ﻣَﻴِّﺖٌ ﻭَﺍِﻧَّﻬُﻢْ ﻣَﻴِّﺘُﻮﻥَ

gibi âyetlerinden aldığı dersle, rabıta-i mevti sülûklarında esas tutmuşlar; tûl-i emelin menşei olan tevehhüm-ü ebediyeti o rabıta ile izale etmişler. Onlar farazî ve hayalî bir surette kendilerini ölmüş tasavvur ve tahayyül edip ve yıkanıyor, kabre konuyor farz edip; düşüne düşüne nefs-i emmare o tahayyül ve tasavvurdan müteessir olup uzun emellerinden bir derece vazgeçer. Bu rabıtanın fevaidi pek çoktur. Hadîste
 ﺍَﻛْﺜِﺮُﻭﺍ ﺫِﻛْﺮَ ﻫَﺎﺩِﻡِ ﺍﻟﻠَّﺬَّﺍﺕِ

-ev kema kal- yani "Lezzetleri tahrib edip acılaştıran ölümü çok zikrediniz!" diye bu rabıtayı ders veriyor.
   Fakat mesleğimiz tarîkat olmadığı, belki hakikat olduğu için, bu rabıtayı ehl-i tarîkat gibi farazî ve hayalî suretinde yapmağa mecbur değiliz. Hem meslek-i hakikata uygun gelmiyor. Belki âkıbeti düşünmek suretinde, müstakbeli zaman-ı hazıra getirmek değil, belki hakikat noktasında zaman-ı hazırdan istikbale fikren gitmek, nazaran bakmaktır. Evet hiç hayale, faraza lüzum kalmadan bu kısa ömür ağacının başındaki tek meyvesi olan kendi cenazesine bakabilir. Onunla yalnız kendi şahsının mevtini gördüğü gibi, bir parça öbür tarafa gitse, asrının ölümünü de görür; daha bir parça öbür tarafa gitse, dünyanın ölümünü de müşahede eder, ihlas-ı etemme yol açar.
   İkinci Sebeb:
   İman-ı tahkikînin kuvvetiyle ve marifet-i Sâni'i netice veren masnuattaki tefekkür-ü imanîden gelen lemaat ile bir nevi huzur kazanıp, Hâlık-ı Rahîm'in hazır nâzır olduğunu düşünüp, ondan başkasının teveccühünü aramayarak; huzurunda başkalarına bakmak, meded aramak o huzurun edebine muhalif olduğunu düşünmek ile o riyadan kurtulup ihlası kazanır. Her ne ise..
Lemalar - 163

TEFANİ SIRRI

 DÖRDÜNCÜ DÜSTURUNUZ:
   Kardeşlerinizin meziyetlerini şahıslarınızda ve faziletlerini kendinizde tasavvur edip, onların şerefleriyle şâkirane iftihar etmektir. Ehl-i tasavvufun mabeyninde "fena fi'ş-şeyh, fena fi'r-resul" ıstılahatı var. Ben sofi değilim. Fakat onların bu düsturu, bizim meslekte "fena fi'l-ihvan" suretinde güzel bir düsturdur. Kardeşler arasında buna "tefani" denilir. Yani, birbirinde fâni olmaktır. Yani: Kendi hissiyat-ı nefsaniyesini unutup, kardeşlerinin meziyat ve hissiyatıyla fikren yaşamaktır. Zâten mesleğimizin esası uhuvvettir. Peder ile evlâd, şeyh ile mürid mabeynindeki vasıta değildir. Belki hakikî kardeşlik vasıtalarıdır. Olsa olsa bir üstadlık ortaya girer. Mesleğimiz "Haliliye" olduğu için, meşrebimiz "hıllet"tir. Hıllet ise, en yakın dost ve en fedakâr arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmerd kardeş olmak iktiza eder. Bu hılletin üssü'l-esası, samimî ihlastır. Samimî ihlası kıran adam, bu hılletin gayet yüksek kulesinin başından sukut eder. Gayet derin bir çukura düşmek ihtimali var. Ortada tutunacak yer bulamaz.
Lemalar - 162

FİTNECİNİN ZARARI

FİTNE ÇIKARMAK…
Rivayetlere göre, sâlih kişilerden biri elindeki cariyesini satılığa çıkarır, müşteri çıkınca, sâlih kişi müşteriye der ki:
- Bak kardeşim, bu cariyenin hiç bir ayıp ve kusuru yoktur. Yalnız koğuculuk yapar, laf taşır. Müşteri böyle olmasına itiraz etmeyerek cariyeyi satın alıp evine götürür. Çok geçmez ki, câriye huyu itibariyle yerinde duramaz olur. Efendisiyle hanımının arasını açmayı düşünür ve bunun için bir plân hazırlar. Bir gün hanımefendisine giderek mühim bir şeyden bahsetmek istediğini söyler. Hanımefendi kulak kesilip, dinliyorum seni der.
Câriye gözleri nemlenerek der ki :
- Çok sevgili hanımım! Çok iyiliğinizi gördüm. Beni evlâdınız gibi seviyor ve koruyorsunuz. Fakat efendiniz başka bir kadına meyletmiş vaziyette. Buna bir çare bulunmazsa yakın gelecekte aile yuvanız yıkılabilir ve bu saadetli günleriniz karanlığa boğulabilir!
Bu haber hanımefendiyi birdenbire sarsar, adetâ şuursuz kesilir ve:
- Çabuk söyle, kiminle bu anlaşma? Efendim nasıl olur da benden başkasını sevebilir?
Câriye yine o nemli gözleriyle :
- Muhterem hanımım! Üzülmeyin bunun bir çâresi vardır, becerebilirseniz, her şey hallolur, efendimiz de yalnız kendi evine bağlanıp kalır. Bu gece efendi uyuyunca usturayla onun sakalından bir kıl koparın, kâfi...
Hanımefendi bütün samimiyet ve saflığıyla buna inanır. Câriye bu kez oradan kalkıp efendisinin yanına gider ve ona :
- Size çok mahrem bir haberim vardır, müsaade buyurursanız anlatayım! der.
Efendisi müsaade edince câriye şöyle bir haber verir:
- Efendim, siz veliyy-î ni'metim olarak bulunuyorsunuz. Sizin aleyhinizde olacak bir şeyi duyar da haber vermezsem, nankörlüğün en kötüsünü yapmış olurum. Hanımefendi başka bir erkekle anlaştığı için bu gece sizi usturayla boğazlamaya karar vermiştir. Aman bir hal olmasın, sakın uyumayın!
Bu haber efendiyi sarsar, önce inanamaz, cariyenin gözlerinin nemine, konuşmasındaki ciddiyet ve samimiyetine bakarak inanmak zorunda kalır. O gece hiç uyumamaya karar verir. Netice uyku zamanı gelince herkes odasına çekilir. Efendi de uyur gibi gözlerini kapatır, beklemeye başlar. Gecenin üçte biri geçmez ki, hanımı elindeki usturayla odaya girer.
Efendi hemen yerinden fırlayıp karısını bir hamlede vurup öldürür, derken iki tarafın akrabası birbirine girer bir nice kişiler bir fitne yüzünden yok yere can verir.

SELAM VE DUA İLE..!

15 Nisan 2018 Pazar

GENÇLİĞİM EYVAH !

Betam’ın yaptığı araştırmaya göre, Türkiye genelinde 15 ve 19 yaş arasındaki en az 850 bin genç eğitimine devam edemiyor ve işgücüne katılamıyor. Gençliğin zararlı alışkanlıkların pençesinde olduğunu gösteren görüntüler ise her geçen gün artıyor.
Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi’nin (Betam) yaptığı araştırmanın sonuçlarına göre, Türkiye genelinde 15 ve 19 yaş arasındaki en az 850 bin genç “eğitimine devam edemiyor ve işgücüne katılamıyor.” Betam’dan, Yrd. Doç. Dr. Gökçe Uysal ve Araştırma Görevlisi Selin Köksal tarafından hazırlanan, “15-19 Yaş Arasındaki 850 Bin Genç Ne İşgücünde Ne Eğitimde” başlıklı araştırma notu yayımlandı. Hanehalkı İşgücü Anketi verileri kullanılarak hazırlanan araştırma notunda, Türkiye’de 15-19 yaş aralığındaki gençlerin eğitim durumları değerlendirildiği belirtilen Betam notunda, “Buna göre 2015 yılında yaklaşık  üç gençten biri başka bir deyişle 2 milyon 43 bin genç eğitime devam etmiyor. Okula devam etmeyen gençlerin yaklaşık yüzde 71.4’ü en fazla ilköğretim mezun. Eğitim hayatını bırakmış gençlerin azımsanmayacak bir kısmı işgücü piyasasına da giremiyor; 850 binden fazla genç ise ne eğitimine devam ediyor ne de işgücü piyasasında bulunuyor. Ne eğitimde ne de işgücünde olan gençlerin yüzde 72’sini kadınlar oluşturuyor” denildi.
Gençlerin beşeri sermaye stokları heba edilmeli
15-19 yaş arasında yaklaşık 2 milyon 42 bin genç eğitime devam etmiyor. Türkiye’de toplam nüfusun yaklaşık dörtte birinin 15-29 yaş arasında, yüzde 8.3’ünün de 15-19 yaş arasında olduğuna işaret edilen Betam notunda, “Genç nüfusun görece yoğun olması ekonomik dönüşümler için önemli bir fırsattır. Zira emek verimliliği gençlerin beşeri sermaye birikimlerine paralel olarak artacaktır. Dolayısıyla gençlerin beşeri sermaye stokları ekonomik büyüme ve kalkınma açısından göz ardı edilemeyecek kadar değerlidir” denildi ve şu değerlendirme yapıldı: “Bu araştırma notunda, TÜİK tarafından yayınlanan 2014 ve 2015 yılları Hanehalkı İşgücü Anketleri (HİA) mikro veri setleri kullanılarak  15-19 yaş grubundaki gençlerin beşeri sermayesinin temelini oluşturan eğitim durumları incelendi. HİA’da hanedeki bireylere bir eğitim kurumuna devam edip etmedikleri ve en son bitirdikleri eğitim kurumu soruldu. Dolayısıyla bireyler eğitim kurumlarına kayıtlı olma durumlarını değil, eğitim kurumuna devam etme durumlarını beyan ediyor. Buna karşılık Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) istatistikleri eğitim kurumlarına kayıtlı olma durumunu takip etmektedir. Soruların yapısı nedeniyle HİA istatistikleri ile MEB istatistiklerinin farklı kavramları ölçtüğü dikkate alınmalıdır.”
93 bin gencin iş aramak için umudu yok 
Erkeklerin yüzde 30.4’ü daha önce çok iş aradığını ancak bulamadığını veya yeteneklerine uygun bir iş olmadığını düşündükleri için iş aramaktan vazgeçtiklerini, yani umudu kırık olduklarını belirttikleri vurgulanan Betam notunda, “Kadınlar arasında ümidi kırık olanların oranı ise genç erkeklere göre yüzde 3.1 ile çok düşük. Umudu olmadığı için iş aramaktan vazgeçmiş yaklaşık 75 bin genç erkek, 18 bin genç kadın bulunuyor” denildi ve eklendi: “Umudu kırık genç erkeklerin yüzde 88.4’ü, genç kadınların ise yüzde 86.7’si en fazla ilköğretim seviyesini tamamladı. Buna göre, düşük eğitim seviyesine sahip olmak, gençlerin işgücü piyasasına katılmaya dair motivasyonlarını da düşürmektedir. Sonuç olarak, eğitim çağındaki gençlerin örgün eğitime dönmelerini kolaylaştıracak politikalar kadar gençlerin işgücü piyasasına uyumlarını destekleyecek eğitimlerin sağlanması ve işgücü piyasasına geçişlerini kolaylaştıracak politikaların geliştirilmesi önem arz etmektedir.”

GENÇLERİMİZİN ACINACAK HALİ VAR

Gençlerin hali yürekleri sızlatıyor
İstanbul Taksim’de bir altgeçitte uyuşturucu maddenin etkisiyle kendinden geçen 3 gencin hali yürekleri sızlattı. Otobüs bekleyen vatandaşlar kaldırımda sızan gençlerin arasından geçerek yollarına devam etti.
Taksim Cumhuriyet altgeçidinde uyuşturucu maddenin etkisiyle kendinden geçerek, kaldırımda sızan 3 genç kameralara yansıdı. Altgeçitte otobüs bekleyen vatandaşların arasında sızan gençler, içler acısı hali yürekleri burktu. Bazı vatandaşlar, kaldırımda düzensiz bir şekilde sızan gençlerin arasından geçerken bazıları da kaldırımdan inerek yollarına devam etti. Gençlerin yürekleri sızlatan hali ise kameralara yansıdı.
Gençler iyi mi?
Türkiye’de bugüne kadar yapılmış en geniş kapsamlı araştırma olan Türkiye’deki Gençlerin İyi Olma Hali Raporu’nun sonuçları, gençlik haftasında 81 ilden gelen yüzlerce gencin önünde açıklandı.
Araştırma, Türkiye’nin önde gelen sivil toplum kuruluşlarından Habitat Derneği tarafından yürütüldü. Gençlerin iyi olma halinden yola çıkan raporda, iş hayatından sağlığa, yaşanılan şehirden güvenliğe kadar 62 başlıkta veriler toplandı. Geliştirilecek yeni gençlik politikalarına ve gençlere yönelik projelere yol göstermesi amacıyla hazırlanan araştırmayı, Habitat Derneği Başkanı Sezai Hazır ve Bilgi Üniversitesi’nden Doç. Dr. Emre Erdoğan açıkladı. Türkiye’deki gençlerin iyi olma halini mercek altına alan araştırma hakkında bilgiler veren Habitat Derneği Başkanı Sezai Hazır; “Bu araştırmamızla Türkiye gençliğinin bir fotoğrafını çekmeyi hedefledik. Yüz yüze anketler aracılığıyla 16 ilde 1209 gencin katılımını sağlayarak Türkiye’de Gençliğin İyi Olma Hali Raporu araştırmasını gerçekleştirdik. Gençlik araştırmamızı maddi durum, eğitim, sağlık, ilişkiler, katılım, risk ve güvenlik başlıkları altında şekillendirdik” açıklamasında bulundu.
Siyasete katılım yalnızca oy kullanmak
Hazır, “Araştırmamız gençlerin siyasete katılımı, yalnızca oy kullanmaktan ibaret gördüklerini ortaya çıkardı. Genel ve yerel seçimlerde oy kullanan gençlerin oranı % 78,2 iken gençlerin aktif siyasette yer alma oranının sadece % 3,9 olduğu görüldü. Rapor aynı zamanda gençlerin gönüllülük oranlarının da düşük seviyede olduğuna dair veriler ortaya koymaktadır. Rapora göre gençlerin gönüllü faaliyetlere katılım oranı % 5 seviyesindedir” dedi. Bu arada, raporda internetle sürekli iç içe olan gençlerin, interneti kişisel gelişim veya eğitimleri için kullanmadıkları ortaya çıktı. 
İstanbul - Yeni Asya

ÇOCUKLARIMIZI İNTERNETTEN KORUYALIM

İnternete bağlı kalma;

İnternet bağımlılığı, modern çağın hastalıklarından biri olarak kabul ediliyor. Psikiyatri Uzmanı Dr. Murat Altın, bu bağımlılığın hem psikolojik hem de fizikÎ sorunlara yol açtığını söyledi.
Hızla gelişen teknoloji ile birlikte internetsiz bir hayat düşünülemez hale geldi. İnternetle birlikte ‘sosyal medya’ da hayatımızın bir parçası oldu. Artık okulda, evde, toplu taşımada, Türkiye’nin hatta Dünya’nın diğer yerlerinde olan dostlarımızın neler yaptıklarını, neler yediklerini, nereleri gezdiklerini cep telefonumuzdan öğrenebiliyoruz. Fakat bu durum yavaş yavaş kontrolden çıkmaya başlayarak insanların ya- şantılarını olumsuz anlamda etkilemeye başladı. Bazı insanlar sosyal medya için yaşıyor desek abartı sayılmaz! İnternet bağımlılığının hafife alınmayacak bir problem olduğunu belirten İstinye Üniversite Hastanesi Medical Park Gaziosmanpaşa Psi- kiyatri Uzmanı Dr. Murat Altın önemli uyarılarda bulundu.
Oyun uğruna uykusuz kalıyorlar
İnternetin sosyal hayatımızın içinde bu denli yer almasıyla eski sosyal ortamlara olan ihtiyaçlar da azaldı. Eskiden bilgisayar oyunları tek başına oynanan ve sadece zaman geçirmeye yönelik aktivitelerdi. Şimdi internet üzerinden geniş bir oyuncu ağı ile birlikte sosyal etkileşimlerin olduğu karmaşık bir yapı haline geldi. Bilgisayar oyunlarını bağımlılık haline getirenler, ‘oyunda geride kalırım’ kaygısıyla kendi kşahsî hayatının en temel ihtiyaçları olan beslenme, uyuma, okula veya işe gitme, evde yaşayan insanlar ile sohbet etme gibi aktivitelerden dahi kaçar hale geldi. Sosyal medya ortamında paylaşılan bir resmin daha çok kişi tarafından beğenilmesinin yaşattığı haz duygusu, internet üzerinden oynanan bir oyunda daha yüksek seviyelere ulaşmanın diğer arkadaşlar tarafından takdir edilmesi, çocuklar, ergenler hatta yetişkinler için sosyal bir başarı olmanın ötesinde kişisel bir başarı olarak görülmeye başlandı. Bu haz duygusunun bir sonucu olarak; internet kullanımının bu kadar önemsenir hale gelmesi, psikolojik ve fizikî sorunları da beraberinde getirdi. 
ONLAR TOPLUMDAN UZAK
İnternet bağımlılığı sosyal, meslekî ve ailevî kayıplara yol açmasına karşın, kişi kendini bu kullanımdan alıkoyamaz. Kişi internet ve bağlantılı uygulamalara ulaşamadığı durumlarda ciddî stres, kaygı ve öfke ile giden bir yoksunluk durumu yaşar. Bu durum depresyon, anksiyete bozuklukları, fizikî aktivitenin azalmasına bağlı obezite gibi birçok sağlık sorunlarına sebep olur. İnternette geçirilen sürenin artması ile birlikte kişiler günlük yapmaları gereken rutin işler için ayırdıkları zamanı azaltırlar. Sosyal iletişimlerinde zayıflama, özgüven eksikliği ve buna bağlı olarak toplumdan uzaklaşma başlar.
6 YAŞINDAKİ ÇOCUK BİLE KULLANIYOR
Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) verileri, 6 yaşından itibaren internet kullanımının başladığını gösterdi. Ülkemizde özellikle üniversite öğrencileri arasında yapılan çalışmalarda, ergenlerin yaklaşık yüzde 10’unun internet kullanımına bağlı psikolojik sorunlar yaşadıkları belirlenmiştir. Özellikle erişkinlerde internet üzerinden kumar bağımlılığı daha sık olarak karşımıza çıkarken; ergenlerde sosyal medya bağımlılığı, çocuklarda ise internet üzerinden oynanan oyunlara bağlı so- runları daha sık görmekteyiz. Kişilerin yaş ve internet kullanım alanlarındaki farklıklara göre değişik bağımlık tipleri ortaya çıkabilir. İnternet bağımlılığında da diğer birçok başka bağımlılık sorunlarında olduğu gibi hem ilâç hem de psikoterapi teknikleri faydalı olabilir. 
Bağımlılıktan kurtulmak için şu yolları da deneyebilirsiniz:
•  Evde durmak yerine dışarı çıkın, 
•  Temiz havada egzersiz yapın,
• Arkadaşlarınızla veya ailenizle daha sık bir arada olun,
• Canınız sıkıldığında telefona sarılmak yerine kitap okuyun, ya da film izleyin,
• Kendinize internet sınırlaması getirin,
• Sürekli telefonunuza veya bilgisayarınıza bakmayın. Bu dürtünüze engel olmaya çalışın.
• Çocuklarınıza interneti yasaklamayın. Onları tehlikelere karşı uyarın ve süre şartı koyun.
HABER: SEYHAN ŞENTÜRK
seyhan@yeniasya.com.tr

GENÇLİK GİDİYOR VE GİDECEK...!

Elhasıl, gençlik gidecek. Sefahette gitmiş ise, hem dünyada, hem âhirette, binler bela ve elemler netice verdiğini ve öyle gençler ekseriyetle sû'-i istimal ile, israfat ile gelen evhamlı hastalıkla hastahanelere ve taşkınlıklarıyla hapishanelere veya sefalethanelere ve manevî elemlerden gelen sıkıntılarla meyhanelere düşeceklerini anlamak isterseniz; hastahanelerden ve hapishanelerden ve kabristanlardan sorunuz. Elbette hastahanelerin ekseriyetle lisan-ı halinden, gençlik saikasıyla israfat ve sû'-i istimalden gelen hastalıktan enînler, eyvahlar işittiğiniz gibi; hapishanelerden dahi, ekseriyetle gençliğin taşkınlık saikasıyla gayr-ı meşru dairedeki harekatın tokatlarını yiyen bedbaht gençlerin teessüflerini işiteceksiniz. Ve kabristanda ve mütemadiyen oraya girenler için kapıları açılıp kapanan o âlem-i berzahta -ehl-i keşfelkuburun müşahedatıyla ve bütün ehl-i hakikatın tasdikıyla ve şehadetiyle- ekser azablar, gençlik sû'-i istimalâtının neticesi olduğunu bileceksiniz. Hem nev'-i insanın ekseriyetini teşkil eden ihtiyarlardan ve hastalardan sorunuz. Elbette ekseriyet-i mutlaka ile esefler, hasretler ile "Eyvah gençliğimizi bâdiheva, belki zararlı zayi' ettik. Sakın bizim gibi yapmayınız." diyecekler. Çünki beş-on senelik gençliğin gayr-ı meşru zevki için, dünyada çok seneler gam ve keder ve berzahta azab ve zarar ve âhirette cehennem ve sakar belasını çeken adam, en acınacak bir halde olduğu halde
 ﺍَﻟﺮَّﺍﺿِﻰ ﺑِﺎﻟﻀَّﺮَﺭِ ﻟﺎَ ﻳُﻨْﻈَﺮُ ﻟَﻪُ

sırrıyla hiç acınmaya müstehak olamaz. Çünki zarara rızasıyla girene merhamet edilmez ve lâyık değildir. Cenab-ı Hak bizi ve sizi, bu zamanın cazibedar fitnesinden kurtarsın ve muhafaza eylesin, âmîn...
İman ve Küfür Müvazeneleri - 57

KELİMELERİN İLGİNÇ KÖKENLERİ

Volkan Erikçi
volkanerikci@gmail. com
Kelimelerin manası nereden gelir; kelime hangi durumla, kavramla ilgilidir; hangi kelimeyle akrabalık ilişkisi vardır bunları öğrenmek beni mutlu eder. Her şeyin aslını öğrenmek gibi kelimelerin de aslını bilmek önemlidir. Bir kelimenin nereden geldiğini ve manasının tam olarak ne olduğunu bilmeden o kelime nerede ve nasıl kullanılır bilemezsin. Buyrun bazı kelimelerin kökenleri hakkında sizinle biraz sohbet edelim.
1- Hani kelime dağarcığı deriz ya. Allah aşkına hep kullanırız da nedir bu “dağarcık”? Ben size deyivereyim. Yılan sokması, yardan düşme veya herhangi bir sebepten dolayı ölen gebe koyunun karnındaki ölen cenin halindeki kuzu çıkarılır, derisi yüzülür ve dikilir. Böylelikle tarak, makas, para, incik boncuk gibi ufak tefek şeylerin konulabileceği marka olmasa da bir çanta elde edilmiş olur. İşte kuzu derisinden yapılmış bu çantaya “dağarcık” denir. Bu bilgiyi okuyana hediye atasözü: “Ben çalışıp kazanırım davarcık olsun diye, hanım vurup öldürür dağarcık olsun diye.” Çanta, kadının bir eşyası değil bir uzvudur. Markasının olup olmaması fark etmez.
2- “Hasret” kelimesi “hasar” kelimesi ile aynı kökten gelir. Çünkü hasret insana hasar verir.
3- Çarşamba kelimesi Farsça “çahar şenbe” kelimesinden gelir. Şenbe gün demektir ve çahar kelimesi de (tavla oynayanlar bilir) “dört” demektir. Çahar şenbe, 4. gün demektir. “Bizde çarşamba 3. gün ama” demek için acele etmeyin. İranlılar Avrupalılarla aynı köklerden gelmelerinden olsa gerek onlar da haftayı tıpkı Batılılar gibi pazardan başlatırlar. Ha bu arada hafta kelimesi de “heft”ten gelir. Heft yedi, hefte/hafta yedili demektir. Perşembe de “penç şenbe”den gelir. Penç; beş demek, penç şenbe/perşembe 5. gün demektir. Madem söz Farsça sayılardan açıldı o halde şunları da deyiverelim: Farsçada yek bir, “yekpare” tek parça demektir. Anadolu'da hamilelere “dü can” dendiğini bilmem duydunuz mu? Dü iki, dü can iki canlı demektir. Se, üç. Sehpanın aslı da “se pa” yani 3 ayaklı demektir. Yukarıda değindiğimiz gibi çahar dört demektir. Dört köşeden oluştuğu için “çarşı”, dört direk üzere kurulduğu için “çardak”, “çahar yek” yani dörtte biri anlamına gelen “çeyrek”, dört köşesi olduğu için “çarmıh” kelimeleri de çahardan gelir. Penç, beş demekti hatırlarsanız. “Pençe” beş parmak anlamındadır. 
4- Arapça bir kelime olan “hela” ile boşaltmak anlamına gelen “tahliye” aynı kökten gelir. Niye mi? Niyesini söylemeye gerek var mı?
5- Daha önce söylediğimiz gibi Farslar ile Avrupalılar akrabadırlar. Dilleri de öyle. “New-nev”, “father-peder”, “name-nâm”, “brother-birâder”, “mother-mâder”, “daughter-dohter” “ruj/rose-rôj(kırmızı)”, “two-dü” gibi uzayıp giden pek çok Farsça kelime Avrupa dilleriyle ortaktır.
6- “Papaz” kelimesi eski Yunanca “papas/papad” kelimesinden gelir. “Papatya” ise papaz karısı demektir.
7- “Sofra” kelimesi “sefer” kelimesiyle ilgilidir. Sofra, “yolcu yemeği” demektir.
8- “Çeyiz” kelimesi donanım anlamına gelen “cihaz” kelimesi ile alakalıdır. Çeyiz, kızın evlenmek için donanımlı olduğunu gösterir.
9- -lan eki eski Türkçede hayvan adı üretmek için kullanılan bir ektir. “Aslan, kaplan, sırtlan, yılan” gibi.
10- “Şirazeden çıkmak” tabirini duymuşsunuzdur. Nedir “şiraze”? Kitap sayfalarını düzgünce bir arada tutmaya yarayan ince örülmüş şerittir. O şerit bozulursa sayfalar dağılır. Tıpkı şirazeden çıkan insanın dağıttığı gibi.
11- “Zıvanadan çıkmak” deyimini de duymuşsunuzdur ama “zıvana” nedir bilir misiniz? Değirmenin iki taşını bir arada tutmak için ortalarından geçirilmiş demir çubuğa zıvana denir. O çıkarsa taşlar dağılır ve her şeyi dağıtır. Zıvanadan çıkan insan gibi.
 Avrupa kelimesi Arapça “gurub” kelimesinden gelir. Grub, güneşin batması demektir. Güneşin battığı yerde olan yer yani Avrupa.

14 Nisan 2018 Cumartesi

MUTLAKA BİR AÇIK KAPI VARDIR

BİR KAPI AÇIK KALSIN

Eski zamanlarda bir zat, seyahati sırasında çok ilginç bir olaya şahid olur..
Çölde, eşkiyaların bir kervana saldırdıklarını, ne var ne yoksa zorbaca gasbettiklerini  korkuyla seyreder uzaktan..
Biraz sonra bakar ki, soygun yapan eşkiyaların reisi bir kenarda abdest alıp, namaza duruyor..
Adam hayretlerdedir..
Dayanamaz, namazdan sonra yanına varır ve sorar ona;
“Merak ve hayretler içindeyim” der..
“Yaptığın iş zalimce ve haram..Günahlar içindesin..Sonra da kalkıp, o yaptıklarını men’edenin huzuruna varıyorsun! Bu nasıl iştir?”
Yani bu ne perhiz bu ne lahana turşusu hesabı
Eşkiyaların reisi olabildiğince hüzünlü, şu ilginç ve ibretli cevabı verir;
“ Ey yolcu! Ben yıllardır şeytana ve ayartıcı benliğime uyarak, Rabbimle aramda faraza 100 kapı varsa, 99 unu kapattım İstiyorum ki hiç değilse BİR KAPI AÇIK KALSIN!”
Aradan zaman geçer, o zatın yolu, nasibolur Kabe’ye düşer..Tavaf esnasında bir de bakar ki, yıllardır hiç unutamadığı o eşkiya reisi de orada!.. Kabe’ye sarılmış, huşu ile dua etmekte, hıçkırıklarla ağlamaktadır..
Yine hayretlerdedir o zat..
Yanına varır selamlar onu, kendini tanıtır ve sorar;
“Oradan buraya...Nasıl oldu bu iş? Nedir bunun hikmeti?”
Tebessüm eder tövbekar adam ve ışıl ışıl gözleri, boynu bükük der ki;
“Sana demiştim ya hani; Hiç değilse BİR KAPI AÇIK KALSIN O’nunla aramda..İşte ben, tüm acizliğim ve samimiyetimle o kapıyı hep açık tuttum..Rabbim de rahmetiyle, muhabbetiyle lutfetti tüm kapıları açıverdi.

GENÇLİKTE KÖTÜ ALIŞKANLIKLAR

Gençlikte karşılaşılan en büyük tehlikelerden birisi kötü alışkanlıklardır.
Bir çok zararlı alışkanlıklar bu dönemde edinilir. Bunların başında sigara, alkol, madde ve sosyal medya bağımlılığı geliyor. Maalesef gençler, hislerinin galeyanda olması sebebiyle kolayca bu tuzaklara düşebiliyor. Özellikle sosyal medya, cazip hale getirilerek, manevî değerleri tahrip etmekte.  Maddî hayatta kazanılan başarılar, gösterişli eğlenceler, sahte mutluluğu gizlemeye kâfi gelmiyor. 
Evet bir ülkeyi düşürmek isteyenler, gençlerden başlar. Çünkü ahlaksızlıklar arttığında toplum çöker. Ayrıca Allah’ı ve ahireti düşündürmemek, insanların mane- vî hayatıyla birlikte maddî hayatını da tehdit ediyor. Çünkü Allah korkusu olmayan bir insan her şeyi yapabilir. 
Toplumda gerçek anlamda bir huzurun ve güvenliğin sağlanması için Kur’ân ahlâkıyla ahlâklanmış bireylere ihtiyaç vardır. Dini bütün gençlerin yetişmesi bu ihtiyacı ortadan kaldırır. 
Bağlanacağımız şey, zarara götürecek bağımlılıklar yerine, Kur’ân ve hakikatleri olmalı. Gençleri zararlı olan her şeyden uzaklaştırmak için manevî takviyelerle birlikte çalışmalar yapılmalı. Bu konuda devlete, sivil toplum kuruluşlarına ve ailelere büyük görev düşüyor. Fransa’da okullarda sigara bağımlılığına karşı sivil toplumların verdiği mücadele ile sigara alışkanlığını önleme konusunda çok ciddî adımlar atıldı. Bizde de çok daha ciddî çalışmalar yapılabilir. Çünkü sigara kötü alışkanlıklara başlamak için ilk adım gibi. Zararlı alışkanlıklar, bir kereyle başlayabiliyor. 
Bu konuda Bediüzzaman’ın şu ifadesini ders almak lâzım. “Hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem’a, bir işarette, bir öpmekte batma. Dünyayı yutan büyük letâiflerini onda batırma...” 1
Zaman geçiyor. Bizim bir anımız bile çok kıymetliyken, onu öldürmek ne kadar hakikate zıt görüyoruz. Demek bir kereden bir şey olmaz dememek lâzım. Nefis, bildiğini daha çok ister. His, şeytan uğraşır, daima kötülüğe teşvik eder. Zararlı alışkanlıkları yasaklamak yerine, insanların eğitilmesi şart. Maalesef eğitim seviyeleri yükseldikçe bu alışkanlıklar artabiliyor. Bu durum, Japonya yada ABD gibi eğitim seviyesi yüksek toplumlarda da tehlike arz ediyor. Ki bizde iman gibi güzellikler varken daha fazla yaşamak gerekir.
Eğitim de öncelik din ve ahlak olmalı. Akıl, kalp ve ruh aç bırakıldığında, yerini kötü alışkanlıklara verir. Halbuki duygularımızı iman ve ibadetle doyurursak, her anımızı güzelleştirmiş oluruz. Dünya lezzetlerine dalmamak ve ahireti hatırlatmak için şu hakikati okumakta fayda var: 
"En hayırlı genç odur ki, ihtiyar gibi ölümü düşünüp âhiretine çalışarak, gençlik hevesâtına esir olmayıp gaflette boğulmayandır.”2
Dipnotlar:
1) Lem’alar, On yedinci lem’a.
2) Mektubat, s. 399.

12 Nisan 2018 Perşembe

SEVGİ VE HOŞGÖRÜ


Yeryüzünün en güzel misafiri olan insan, diğer bütün canlılardan daha mükemmel bir şekilde yaratılmış ve onlara kumandanlık edebilecek vasıflarla donatılmıştır. Bu yönüyle insan sevgiyle dolu olduğu gibi, varlıklara da hoşgörüyle yaklaşmakla sorumludur.

“Biz muhabbet fedaileriyiz husûmete vaktimiz yoktur” diyen asrın sahibi Bediüzzaman Hazretleri, toplumda sevginin ne derece önemli olduğunu belirtmektedir. Fertlerin gönüllerine yerleştirilen sevgi tohumları yeşerdiği vakit, muhabbet gülleri açacak büyük bir ağaç olacaktır. Sevginin olduğu yerde hoşgörü vardır. Hoşgörünün yerleştiği toplumlarda huzur, sükûn ve güzellikler hâkim olur. Kin ve nefretin ortadan kalkması, sevgi ve hoşgörünün her tarafta yayılması ile mümkündür. Yüce Rabbimizin Allah Resûlüne “Habibim” diye hitap etmesi sevginin büyüklüğünü bizlere ikaz mahiyetindedir. “Eğer Allah’ı seviyorsanız Habibullaha ittiba ediniz. Yani onun emirlerine uyunuz, onu dinleyiniz. Eğer onu dinlemiyorsanız bilmelisiniz ki Allah’ı sevmiyorsunuz” demektir. Bu İlâhî ikaz karşısında aklı başında olan her insan düşünüp kendisini sorgulamak zorundadır.

Muhabbetin yani sevginin bu kadar önem kazandığı bir dinin mensupları olan biz Müslümanlar, değil sadece Müslümanlar arasında bütün dünyada sevgiyi esas kılmak zorundayız. Hoşgörüyü topluma ve gönüllere yerleştirmek zorundayız. Toplumdaki bugünkü sıkıntıların kaynağı da büyük ölçüde hoşgörüsüzlük değil mi? Yunus Emre ne güzel söylemiş: “Yaratılanı hoşgörürüm yaratandan ötürü” diyerek sevgiyi herkese yaymanın ve herkesi sevmenin, Allah’ı sevmeye ve bundan dolayı mahlûkatı sevmeye yönelik olduğunu belirtmiştir.

Medenî toplumlarda şiddete yer yoktur. “Medenilere galebe çalmak ikna iledir. Söz anlamayan vahşiler gibi icbar ile değildir” sözü ile asrın müceddidi bizim tebliğ metodumuzu belirtmiş. Kavl-i leyyin ile tebliğ etmemiz gerektiği de Allah Resûlünün sözlerinden anlaşılmaktadır. Sevgisizliğin ve hoşgörüsüzlüğün olduğu yerde şiddet, kin, nefret ve her türlü kötülük yayılarak toplum hayatımız da zarar görür. Çevremizde gördüğümüz olaylar karşısında düşünüp nerede yanlış yaptığımızı araştırmamız gerekir. Sevgiyi esas tutan bir dinin mensupları olan bu milletin çocuklarının birbirinden nefret etmesi kadar korkunç birşey olamaz. Hırsızlığın, yolsuzluğun, şiddetin, nefretin yaygınlaşması toplumlarda manevî değerlerin yok olmasının ya da zaafa uğramasının belirtileridir.

Netice itibari ile her insan mahiyetinde bulunan ailesinden, çocuklarından sorumlu; her yönetici idaresindeki kişilerden mesuldur. Bunları eğitmek, güzeli göstermek, kötülüklerden uzaklaştırmak her sorumluluk taşıyan insanın birinci vazifesi olmalıdır. Belki bu şekilde kötülükler azalır, sevgi ve hoşgörü topluma hâkim olur.

Rafet ÖZCAN

10 Nisan 2018 Salı

DUA HER KAPIYI AÇAR

"
MUHTEŞEM BİR KISSA

Vaktiyle bir padişah kendisine bir vezir bulmaya karar vermiş ve böyle kocaman bir kapı yaptırmış.
Yaptırdığı kapının ortasına onlarca kilit yaptırmış. Kimisi sürgülü, kimisi halka kilit vesaire derken baştan aşağı her tarafa kilit yaptırmış.
Ve sonra vezir adaylarını bir bir buyur etmiş.
İlk giren adama demiş ki:
- "Sen benim vezirim olmak istiyorsun, değil mi?"
O da demiş:
- "Evet efendim."
- "Eğer benim vezirim olmak istiyorsan, şu kapıyı anahtar kullanmadan, levye kullanmadan, hiç bir alet kullanmadan açmanı
istiyorum" demiş.
Vezir adayı şöyle bir dönmüş kapıya, bakmış ve demiş ki:
- "Efendim bu mümkün değil, kaldı ki anahtar bile olsa bu kapıyı açmak saatler sürer."
O da demiş ki:
- "Peki, sen git ötekisi gelsin."
Öteki gelmiş, ona aynısını söylemiş, O demiş: "Efendim mümkün değil anahtar bile olsa..."
Öteki gel, öteki gel falan derken, en son vezir adayı girmiş içeriye. Padişah demiş ki:
- "Sen vezir olmak istiyorsan, şu kapıyı anahtarsız, levyesiz, hiç bir alet edavat kullanmadan açmanı istiyorum."
Adam şöyle bakmış kapıya, bakmış, dönmüş demiş ki padişaha:
- "Devletli Sultanım! Aslında aklım der ki: 'Bu kapı böyle açmaya açılmaz.' Lakin bize itmek düşer" demiş ve elini uzatıp o kapıyı şöylece ittiğinde kapının açılıverdiğini ve aslında kilitlerin hiç birinin kapalı olmadığını görmüş.
Yani şunu demek istiyoruz;
Cenâb-ı Hakk'ın rızası nerede saklı hiç birimiz bilmiyoruz...
Belki bir vakit namazda saklı...
Belki bir yetimin başını okşayacağız şefkatle...
Belki bir kediye su vereceğiz merhametle...
Belki yanımızdan geçen ve hiç tanımadığımız birine: 'Esselamu aleyküm ve rahmetullah' diyeceğiz,
Ve belki o da mukabele de bulunacak: 'Ve aleyküm selam ve rahmetullah' diyecek...
Bu yüzden Cenab-ı Allah'ın rızası hangi kapıda saklı diye, biz kullara itmek düşer..Yani İnancımızın Gereğini Yapmak Düşer.

8 Nisan 2018 Pazar

HZ.ALİ'NİN OĞLU HASAN'A TAVSİYESİ

Hz . Ali , hain bir el tarafından yaralandığında oğlu Hz . Hasan ağlayarak yanına girer .
Hz . Ali : “ Seni ağlatan nedir oğlum?” der . Oğlu : “ Nasıl ağlamayayım , sen vefat etmek üzeresin.” der .
Hz . Ali : “ Yaptığında sana zarar vermeyecek sekiz tavsiyemi ezberle oğlum” der ve sözlerine şöyle devam eder :
“Zenginliğin en iyisi akıl zenginliğidir .
En büyük fakirlik de ahmaklıktır .
En büyük yalnızlık kendini beğenmektir .
En büyük şeref güzel ahlâktır .”

Hz . Hasan , “ Babacığım bu dört tanesi . Bana diğer dördünü öğret .” dediğinde ise Hz . Ali şöyle buyurur:
“Ahmakla arkadaş olmaktan sakın .
Sana faydalı olmak isterken zararı dokunur .
Yalancı ile arkadaş olmaktan sakın . Çünkü o sana uzağı yakın , yakını uzak gösterir .
Cimri ile arkadaş olmaktan sakın .Çünkü o kendisine en çok ihtiyaç duyduğun anda senden uzaklaşır .
Fâsıkla , kötü kimse ile arkadaş olmaktan sakın . Çünkü o , çok değersiz bir şeye seni satar.”

6 Nisan 2018 Cuma

DÜNYA ASKERİ BİR MİSAFİRHANE

Görüyorum ki: Şu dünya hayatında en bahtiyar odur ki dünyayı bir misafirhane-i askerî telakki etsin ve öyle de iz'an etsin ve ona göre hareket etsin. Ve o telakki ile en büyük mertebe olan mertebe-i rızayı çabuk elde edebilir. Kırılacak şişe pahasına, daimî bir elmasın fiyatını vermez; istikamet ve lezzetle hayatını geçirir.
   Evet dünyaya ait işler, kırılmaya mahkûm şişeler hükmündedir; bâki umûr-u uhreviye ise gayet sağlam elmaslar kıymetindedir. İnsanın fıtratındaki şiddetli merak ve hararetli muhabbet ve dehşetli hırs ve inatlı talep ve hâkeza şedit hissiyatlar, umûr-u uhreviyeyi kazanmak için verilmiştir. O hissiyatı, şiddetli bir surette fâni umûr-u dünyeviyeye tevcih etmek, fâni ve kırılacak şişelere, bâki elmas fiyatlarını vermek demektir. Şu münasebetle bir nokta hatıra gelmiş, söyleyeceğim. Şöyle ki:
   Aşk, şiddetli bir muhabbettir. Fâni mahbublara müteveccih olduğu vakit ya o aşk kendi sahibini daimî bir azap ve elemde bırakır veyahut o mecazî mahbub, o şiddetli muhabbetin fiyatına değmediği için bâki bir mahbubu arattırır; aşk-ı mecazî, aşk-ı hakikiye inkılab eder.
   İşte insanda binlerle hissiyat var. Her birisinin aşk gibi iki mertebesi var: Biri mecazî, biri hakiki.
   Mesela, endişe-i istikbal hissi herkeste var; şiddetli bir surette endişe ettiği vakit bakar ki o endişe ettiği istikbale yetişmek için elinde senet yok. Hem rızık cihetinde bir taahhüd altında ve kısa olan bir istikbal, o şiddetli endişeye değmiyor. Ondan yüzünü çevirip kabirden sonra hakiki ve uzun ve gafiller hakkında taahhüd altına alınmamış bir istikbale teveccüh eder.
   Hem mala ve câha karşı şiddetli bir hırs gösterir. Bakar ki muvakkaten onun nezaretine verilmiş o fâni mal ve âfetli şöhret ve tehlikeli ve riyaya medar olan câh, o şiddetli hırsa değmiyor. Ondan, hakiki câh olan meratib-i maneviyeye ve derecat-ı kurbiyeye ve zâd-ı âhirete ve hakiki mal olan a'mal-i salihaya teveccüh eder. Fena haslet olan hırs-ı mecazî ise âlî bir haslet olan hırs-ı hakikiye inkılab eder.
   Hem mesela, şiddetli bir inat ile ehemmiyetsiz, zâil, fâni umûrlara karşı hissiyatını sarf eder. Bakar ki bir dakika inada değmeyen bir şeye, bir sene inat ediyor. Hem zararlı, zehirli bir şeye inat namına sebat eder. Bakar ki bu kuvvetli his, böyle şeyler için verilmemiş. Onu onlara sarf etmek, hikmet ve hakikate münafîdir. O şiddetli inadı, o lüzumsuz umûr-u zâileye vermeyip âlî ve bâki olan hakaik-i imaniyeye ve esasat-ı İslâmiyeye ve hidemat-ı uhreviyeye sarf eder. O haslet-i rezile olan inad-ı mecazî, güzel ve âlî bir haslet olan hakiki inada yani hakta şiddetli sebata inkılab eder.
Mektubat[Y] - 35

BİZE VERİLEN MANEVİ CİHAZLARI NASIL KULLANMALIYIZ ?

insanlar, insana verilen cihazat-ı maneviyeyi, eğer nefsin ve dünyanın hesabıyla istimal etse ve dünyada ebedî kalacak gibi gafilane davransa ahlâk-ı rezileye ve israfat ve abesiyete medar olur. Eğer hafiflerini dünya umûruna ve şiddetlilerini vezaif-i uhreviyeye ve maneviyeye sarf etse ahlâk-ı hamîdeye menşe, hikmet ve hakikate muvafık olarak saadet-i dâreyne medar olur.
   İşte tahmin ederim ki nâsihlerin nasihatleri şu zamanda tesirsiz kaldığının bir sebebi şudur ki: Ahlâksız insanlara derler: "Hased etme! Hırs gösterme! Adâvet etme! İnat etme! Dünyayı sevme!" Yani, fıtratını değiştir gibi zahiren onlarca mâlâyutak bir teklifte bulunurlar. Eğer deseler ki: "Bunların yüzlerini hayırlı şeylere çeviriniz, mecralarını değiştiriniz." Hem nasihat tesir eder hem daire-i ihtiyarlarında bir emr-i teklif olur.
Mektubat[Y] - 36

İNSANI ALLAH'A ULAŞTIRACAK YOLLAR

   Cenab-ı Hakk'a vâsıl olacak tarîkler pek çoktur. Bütün hak tarîkler Kur'andan alınmıştır. Fakat tarîkatların bazısı, bazısından daha kısa, daha selâmetli, daha umumiyetli oluyor. O tarîkler içinde, kàsır fehmimle Kur'andan istifade ettiğim "Acz ve fakr ve şefkat ve tefekkür" tarîkıdır. Evet acz dahi, aşk gibi belki daha eslem bir tarîktir ki; ubudiyet tarîkıyla mahbubiyete kadar gider. Fakr dahi, Rahman ismine îsal eder. Hem şefkat dahi aşk gibi, belki daha keskin ve daha geniş bir tarîktir ki Rahîm ismine îsal eder. Hem tefekkür dahi aşk gibi, belki daha zengin, daha parlak, daha geniş bir tarîktir ki, Hakîm ismine îsal eder. Şu tarîk, hafî tarîkler misillü, "Letaif-i Aşere" gibi on hatve değil ve tarîk-ı cehriye gibi "Nüfus-u Seb'a" yedi mertebeye atılan adımlar değil, belki "Dört Hatve"den ibarettir. Tarîkattan ziyade hakikattır, şeriattır. Yanlış anlaşılmasın: Acz ve fakr ve kusurunu, Cenab-ı Hakk'a karşı görmek demektir. Yoksa onları yapmak veya halka göstermek demek değildir. Şu kısa tarîkın evradı: İttiba-ı sünnettir, feraizi işlemek, kebairi terketmektir. Ve bilhâssa namazı ta'dil-i erkân ile kılmak, namazın arkasındaki tesbihatı yapmaktır.
Sözler - 476

HAKİKİ ÖMRÜN BULUNDUĞUN GÜNDÜR

   Ey nefis! Bil ki dünkü gün senin elinden çıktı. Yarın ise senin elinde sened yok ki, ona mâliksin. Öyle ise hakikî ömrünü, bulunduğun gün bil. Lâekal günün bir saatini, ihtiyat akçesi gibi, hakikî istikbal için teşkil olunan bir sandukça-i uhreviye olan bir mescide veya bir seccadeye at. Hem bil ki: Her yeni gün, sana hem herkese, bir yeni âlemin kapısıdır. Eğer namaz kılmazsan, senin o günkü âlemin zulümatlı ve perişan bir halde gider, senin aleyhinde âlem-i misalde şehadet eder. Zira herkesin, her günde, şu âlemden bir mahsus âlemi var. Hem o âlemin keyfiyeti, o adamın kalbine ve ameline tâbi'dir. Nasılki âyinende görünen muhteşem bir saray, âyinenin rengine bakar. Siyah ise, siyah görünür. Kırmızı ise, kırmızı görünür. Hem onun keyfiyetine bakar. O âyine şişesi düzgün ise, sarayı güzel gösterir. Düzgün değil ise, çirkin gösterir. En nazik şeyleri kaba gösterdiği misillü; sen kalbinle, aklınla, amelinle, gönlünle, kendi âleminin şeklini değiştirirsin. Ya aleyhinde, ya lehinde şehadet ettirebilirsin. Eğer namazı kılsan, o namazın ile o âlemin Sâni'-i Zülcelal'ine müteveccih olsan; birden, sana bakan âlemin tenevvür eder. Âdeta namazın bir elektrik lâmbası ve namaza niyetin, onun düğmesine dokunması gibi, o âlemin zulümatını dağıtır ve o herc ü merc-i dünyeviyedeki karmakarışık perişaniyet içindeki tebeddülat ve harekât, hikmetli bir intizam ve manidar bir kitabet-i kudret olduğunu gösterir.
 ﺍَﻟﻠَّﻪُ ﻧُﻮﺭُ ﺍﻟﺴَّﻤَﻮَﺍﺕِ ﻭَﺍﻟْﺎَﺭْﺽِ

âyet-i pür-envârından bir nuru, senin kalbine serper. Senin o günkü âlemini, o nurun in'ikasıyla ışıklandırır. Senin lehinde nuraniyetle şehadet ettirir.
Sözler - 272

5 Nisan 2018 Perşembe

ALLAH NEFİS VE MALLARIMIZI CENNET KARŞILIĞINDA SATIN ALMAK İSTİYOR

   Emaneti, sahib-i hakikîsine satmak.. İşte o satışta, beş derece kâr içinde kâr var.
   Birinci kâr:
   Fâni mal, beka bulur. Çünki Kayyum-u Bâki olan Zât-ı Zülcelal'e verilen ve onun yolunda sarfedilen şu ömr-ü zâil, bâkiye inkılab eder, bâki meyveler verir. O vakit ömür dakikaları, âdeta tohumlar, çekirdekler hükmünde zahiren fena bulur, çürür. Fakat âlem-i bekada, saadet çiçekleri açarlar ve sünbüllenirler. Ve Âlem-i Berzah'ta ziyadar, munis birer manzara olurlar.
   İkinci kâr:
   Cennet gibi bir fiat veriliyor.
   Üçüncü kâr:
   Her a'zâ ve hâsselerin kıymeti, birden bine çıkar. Meselâ: Akıl bir âlettir. Eğer Cenab-ı Hakk'a satmayıp belki nefis hesabına çalıştırsan, öyle meş'um ve müz'iç ve muacciz bir âlet olur ki; geçmiş zamanın âlâm-ı hazînanesini ve gelecek zamanın ehval-i muhavvifanesini senin bu bîçare başına yükletecek, yümünsüz ve muzır bir âlet derekesine iner. İşte bunun içindir ki: Fâsık adam, aklın iz'ac ve tacizinden kurtulmak için, galiben ya sarhoşluğa veya eğlenceye kaçar. Eğer Mâlik-i Hakikî'sine satılsa ve onun hesabına çalıştırsan; akıl, öyle tılsımlı bir anahtar olur ki: Şu kâinatta olan nihayetsiz rahmet hazinelerini ve hikmet definelerini açar. Ve bununla sahibini, saadet-i ebediyeye müheyya eden bir mürşid-i Rabbanî derecesine çıkar. Meselâ: Göz bir hâssedir ki, ruh bu âlemi o pencere ile seyreder. Eğer Cenab-ı Hakk'a satmayıp belki nefis hesabına çalıştırsan; geçici, devamsız bazı güzellikleri, manzaraları seyr ile şehvet ve heves-i nefsaniyeye bir kavvad derekesinde bir hizmetkâr olur. Eğer gözü, gözün Sâni'-i Basîr'ine satsan ve onun hesabına ve izni dairesinde çalıştırsan; o zaman şu göz, şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir mütalaacısı ve şu âlemdeki mu'cizat-ı san'at-ı Rabbaniyenin bir seyircisi ve şu Küre-i Arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin mübarek bir arısı derecesine çıkar. Meselâ: Dildeki kuvve-i zaikayı, Fâtır-ı Hakîm'ine satmazsan, belki nefis hesabına, mide namına çalıştırsan; o vakit midenin tavlasına ve fabrikasına bir kapıcı derekesine iner, sukut eder. Eğer Rezzak-ı Kerim'e satsan; o zaman dildeki kuvve-i zaika, rahmet-i İlahiye hazinelerinin bir nâzır-ı mahiri ve Kudret-i Samedaniye matbahlarının bir müfettiş-i şâkiri rütbesine çıkar.
   İşte ey akıl, dikkat et! Meş'um bir âlet nerede? Kâinat anahtarı nerede? Ey göz, güzel bak! Âdi bir kavvad nerede? Kütübhane-i İlahînin mütefennin bir nâzırı nerede? Ve ey dil, iyi tad! Bir tavla kapıcısı ve bir fabrika yasakçısı nerede? Hazine-i hâssa-i rahmet nâzırı nerede?
   Ve daha bunlar gibi başka âletleri ve a'zâları kıyas etsen anlarsın ki: Hakikaten mü'min Cennet'e lâyık ve kâfir Cehennem'e muvafık bir mahiyet kesbeder. Ve onların herbiri, öyle bir kıymet almalarının sebebi: Mü'min, imanıyla Hâlıkının emanetini, onun namına ve izni dairesinde istimal etmesidir. Ve kâfir, hıyanet edip nefs-i emmare hesabına çalıştırmasıdır.
   Dördüncü Kâr:
   İnsan zaîftir, belaları çok. Fakirdir, ihtiyacı pek ziyade. Âcizdir, hayat yükü pek ağır. Eğer Kadîr-i Zülcelal'e dayanıp tevekkül etmezse ve itimad edip teslim olmazsa, vicdanı daim azab içinde kalır. Semeresiz meşakkatler, elemler, teessüfler onu boğar. Ya sarhoş veya canavar eder.
   Beşinci kâr:
   Bütün o a'zâ ve âletlerin ibadeti ve tesbihatı ve o yüksek ücretleri, en muhtaç olduğun bir zamanda, Cennet yemişleri suretinde sana verileceğine; ehl-i zevk ve keşif ve ehl-i ihtisas ve müşahede ittifak etmişler.
   İşte bu beş mertebe kârlı ticareti yapmazsan, şu kârlardan mahrumiyetten başka, beş derece hasaret içinde hasarete düşeceksin.
Sözler - 27 devamı var...