31 Temmuz 2023 Pazartesi

SALAVAT

 ALTINCI SIR: 

   Ey hadsiz acz ve nihayetsiz fakr içinde yuvarlanan bîçare insan!

Rahmet ne kadar kıymetdar bir vesile ve ne kadar makbul bir şefaatçi olduğunu bununla anla ki: O rahmet, öyle bir Sultan-ı Zülcelal'e vesiledir ki, yıldızlarla zerrat beraber olarak kemal-i intizam ve itaatle -beraber- ordusunda hizmet ediyorlar.

Ve O Zât-ı Zülcelal'in ve o Sultan-ı Ezel ve Ebed'in istiğna-i zâtîsi var ve istiğna-i mutlak içindedir.

Hiçbir cihetle kâinata ve mevcudata ihtiyacı olmayan bir Ganiyy-i Alel-ıtlak'tır.

Ve bütün kâinat taht-ı emir ve idaresinde ve heybet ve azameti altında nihayet itaatte, celaline karşı tezellüldedir.

İşte rahmet seni ey insan!

O Müstağni-i Alel-ıtlak'ın ve Sultan-ı Sermedî'nin huzuruna çıkarır ve ona dost yapar ve ona muhatab eder ve sevgili bir abd vaziyetini verir.

Fakat nasıl sen Güneşe yetişemiyorsun, çok uzaksın; hiçbir cihetle yanaşamıyorsun.

Fakat Güneşin ziyası Güneşin aksini, cilvesini senin âyinen vasıtasıyla senin eline verir.

Öyle de: O Zât-ı Akdes'e ve o Şems-i Ezel ve Ebed'e biz çendan nihayetsiz uzağız, yanaşamayız.

Fakat onun ziya-i rahmeti, onu bize yakın ediyor.

   İşte ey insan!

Bu rahmeti bulan, ebedî tükenmez bir hazine-i nur buluyor.

O hazineyi bulmasının çaresi: Rahmetin en parlak bir misali ve mümessili ve o rahmetin en beliğ bir lisanı ve dellâlı olan ve Rahmeten-lil-Âlemîn unvanıyla Kur'anda tesmiye edilen Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın sünnetidir ve tebaiyetidir.

Ve bu Rahmeten-lil-Âlemîn olan rahmet-i mücessemeye vesile ise salavattır.

Evet salavatın manası, rahmettir.

Ve o zîhayat mücessem rahmete rahmet duası olan salavat ise, o Rahmeten-lil-Âlemîn'in vusulüne vesiledir.

Öyle ise sen salavatı kendine, o Rahmeten-lil-Âlemîn'e vesile yap ve o zâtı da rahmet-i Rahman'a vesile ittihaz et.

Umum ümmetin Rahmeten-lil-Âlemîn olan Aleyhissalâtü Vesselâm hakkında hadsiz bir kesretle rahmet manasıyla salavat getirmeleri, rahmet ne kadar kıymetdar bir hediye-i İlahiye ve ne kadar geniş bir dairesi olduğunu, parlak bir surette isbat eder.

   Elhasıl: Hazine-i rahmetin en kıymetdar pırlantası ve kapıcısı Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm olduğu gibi, en birinci anahtarı dahi "Bismillahirrahmanirrahîm"dir.

Ve en kolay bir anahtarı da salavattır.

Gençlik Rehberi - 196

SERÇE KUŞU VE İNSAN

    İnsanın sair zîhayatlar üstündeki tefevvuku ve rütbesi ise yüksek seciyeleri ve cem'iyetli istidatları ve küllî ubudiyetleri ve geniş vücudî daireleri itibarıyladır.

Halbuki o insan hem ma'dum hem ölü hem karanlık olan geçmiş ve gelecek zamanların ortasında sıkışmış bir kısa zaman olan hazır vaktin mikyasıyla, ölçüsüyle; hamiyeti, muhabbeti, kardeşliği, insaniyeti gibi seciyeler alır.    Mesela, eskiden tanımadığı ve ayrıldıktan sonra da hiç göremeyeceği babasını, kardeşini, karısını, milletini ve vatanını sever, hizmet eder.

Ve tam sadakate ve ihlasa pek nadir muvaffak olabilir, o nisbette kemalâtı ve seciyeleri küçülür.

Değil hayvanların en ulvisi belki baş aşağı, akıl cihetiyle en bîçaresi ve aşağısı olmak vaziyetine düşeceği sırada, âhirete iman imdada yetişir.

Mezar gibi dar zamanını, geçmiş ve gelecek zamanları içine alan pek geniş bir zamana çevirir.

Ve dünya kadar, belki ezelden ebede kadar bir daire-i vücud gösterir.

   Babasını, dâr-ı saadette ve âlem-i ervahta dahi pederlik münasebetiyle ve kardeşini, tâ ebede kadar uhuvvetini düşünmesiyle ve karısını cennette dahi en güzel bir refika-i hayatı olduğunu bilmesi haysiyetiyle sever, hürmet eder, merhamet eder, yardım eder.

Ve o büyük ve geniş daire-i hayatta ve vücuddaki münasebetler için olan ehemmiyetli hizmetleri, dünyanın kıymetsiz işlerine ve cüz'î garazlarına ve menfaatlerine âlet etmez.

Ciddi sadakate ve samimi ihlasa muvaffak olarak kemalâtı ve hasletleri, o nisbette derecesine göre yükselmeye başlar.

İnsaniyeti teali eder.

   Hayat lezzetinde serçe kuşuna yetişmeyen o insan; bütün hayvanat üstünde, kâinatın en müntehab ve bahtiyar bir misafiri ve Sahib-i kâinat'ın en mahbub ve makbul bir abdi olmasıdır.

Asa-yı Musa

DUANIN GÜCÜ

    Hem insan, nihayetsiz acziyle nihayetsiz beliyyata maruz ve hadsiz a'danın hücumuna müptela ve nihayetsiz fakrıyla beraber nihayetsiz hâcata giriftar ve nihayetsiz metalibe muhtaç olduğundan vazife-i asliye-i fıtriyesi, imandan sonra duadır.

Dua ise esas-ı ubudiyettir.

Nasıl bir çocuk, eli yetişmediği bir meramını, bir arzusunu elde etmek için ya ağlar ya ister.

Yani ya fiilî ya kavlî lisan-ı acziyle bir dua eder, maksuduna muvaffak olur.

Öyle de insan bütün zîhayat âlemi içinde nazik, nâzenin, nazdar bir çocuk hükmündedir.

Rahmanu'r-Rahîm'in dergâhında ya zaaf ve acziyle ağlamak veya fakr ve ihtiyacıyla dua etmek gerektir.

Tâ ki makasıdı ona musahhar olsun veya teshirin şükrünü eda etsin.

Yoksa bir sinekten vaveylâ eden ahmak ve haylaz bir çocuk gibi, ben kuvvetimle bu -kabil-i teshir olmayan ve bin derece ondan kuvvetli olan- acib şeyleri teshir ediyorum ve fikir ve tedbirimle kendime itaat ettiriyorum, deyip küfran-ı nimete sapmak, insaniyetin fıtrat-ı asliyesine zıt olduğu gibi, şiddetli bir azaba kendini müstahak eder.

Sözler[Y] - 350

CAHİL İNSAN

    İnsan ise dünyaya gelişinde her şeyi öğrenmeye muhtaç ve hayat kanunlarına cahil, hattâ yirmi senede tamamen şerait-i hayatı öğrenemiyor.

Belki âhir-i ömrüne kadar öğrenmeye muhtaç, hem gayet âciz ve zayıf bir surette dünyaya gönderilip bir iki senede ancak ayağa kalkabiliyor.

On beş senede ancak zarar ve menfaati fark eder.

Hayat-ı beşeriyenin muavenetiyle ancak menfaatlerini celb ve zararlardan sakınabilir.

   Demek ki insanın vazife-i fıtriyesi; taallümle tekemmüldür, dua ile ubudiyettir.

Yani "Kimin merhametiyle böyle hakîmane idare olunuyorum?

Kimin keremiyle böyle müşfikane terbiye olunuyorum?

Nasıl birisinin lütuflarıyla böyle nâzeninane besleniyorum ve idare ediliyorum?" bilmektir.

Ve binden ancak birisine eli yetişemediği hâcatına dair Kàdıyü'l-Hâcat'a lisan-ı acz ve fakr ile yalvarmaktır ve istemek ve dua etmektir.

Yani aczin ve fakrın cenahlarıyla makam-ı a'lâ-yı ubudiyete uçmaktır.

   Demek insan, bu âleme ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir.

Mahiyet ve istidat itibarıyla her şey ilme bağlıdır.

Ve bütün ulûm-u hakikiyenin esası ve madeni ve nuru ve ruhu, marifetullahtır ve onun üssü'l-esası da iman-ı billahtır.

Sözler[Y] - 349

26 Temmuz 2023 Çarşamba

ALLAH DİLERSE...!

 Aziz kardeşim,

"Takdir-i Hüda kuvve-i bâzû ile dönmez,"

İnsan, kendi cüz’î iradesi ve kuvveti ile Allah’ın vermiş olduğu bir hükmü bozup değiştiremez. Dünyadaki kâfirler bütün maddi imkânlarını, servetlerini, güçlerini ve tekniklerini bir araya getirseler, yine Allah’ın takdirinin bozup değiştiremezler.

"Bir şem'a ki Mevla yaka, üflemekle sönmez!"(1)

Allah’ın yakmış olduğu bir kandili insan üflemekle yani cüz’î kuvveti ile asla söndüremez. Güneş üflemekle söner mi? Allah’ın muradı ve takdiri karşısında insan bir hiçtir ve hiçbir şey elinden gelmez, demektir.

Mesela, Peygamber Efendimiz (asm) Allah’ın insanları aydınlatması için yakmış olduğu bir sirac ve bir nurdu. Mekkeli müşrikler onca gayret ve baskılarına rağmen bu ışık ve nuru söndüremediler.

İki Cihan Güneşi (asm) nuruyla gözleri kamaştırdı, ferağatiyle düşmanlarını ümitsizliğe, sabır ve tahammülüyle hayrete, cesaret ve şecaatiyle dehşete düşürdü...

1) bk. Mektubat, On Altıncı Mektup'un Zeyli.

SÜNNETE İTTİBA

  BİRİNCİ NÜKTE: 

   Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş:

مَنْ تَمَسَّكَ بِسُنَّت۪ى عِنْدَ فَسَادِ اُمَّت۪ى فَلَهُ اَجْرُ مِاَةِ شَه۪يدٍ

Yani: "Fesad-ı ümmetim zamanında kim benim sünnetime temessük etse, yüz şehidin ecrini, sevabını kazanabilir."

   Evet Sünnet-i Seniyeye ittiba, mutlaka gayet kıymetdardır.

Hususan bid'aların istilası zamanında sünnet-i seniyeye ittiba etmek daha ziyade kıymetdardır.

Hususan fesad-ı ümmet zamanında Sünnet-i Seniyenin küçük bir âdâbına müraat etmek, ehemmiyetli bir takvayı ve kuvvetli bir imanı ihsas ediyor.

Doğrudan doğruya Sünnete ittiba etmek, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ı hatıra getiriyor.

O ihtardan o hatıra, bir huzur-u İlahî hatırasına inkılab eder.

Hattâ en küçük bir muamelede, hattâ yemek, içmek ve yatmak âdâbında Sünnet-i Seniyeyi müraat ettiği dakikada, o âdi muamele ve o fıtrî amel, sevablı bir ibadet ve şer'î bir hareket oluyor.

Çünki o âdi hareketiyle Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'a ittibaını düşünüyor ve şeriatın bir edebi olduğunu tasavvur eder ve şeriat sahibi o olduğu hatırına gelir.

Ve ondan şâri-i hakikî olan Cenab-ı Hakk'a kalbi müteveccih olur, bir nevi huzur ve ibadet kazanır.

   İşte bu sırra binaen Sünnet-i Seniyeye ittibaı kendine âdet eden, âdâtını ibadete çevirir, bütün ömrünü semeredar ve sevabdar yapabilir.

Lemalar - 49

TAKVA VE AMEL-İ SALİH

    Ey nefis!

Eğer takva ve amel-i sâlih ile Hâlıkını razı etti isen, halkın rızasını tahsile lüzum yoktur; o kâfidir.

Eğer halk da Allah'ın hesabına rıza ve muhabbet gösterirlerse, iyidir.

Şayet onlarınki dünya hesabına olursa kıymeti yoktur.

Çünki onlar da senin gibi âciz kullardır.

Maahâzâ ikinci şıkkı takib etmekte şirk-i hafî olduğu gibi, tahsili de mümkün değildir.

Evet bir maslahat için sultana müracaat eden adam, sultanı irza etmiş ise, o iş görülür.

Etmemiş ise halkın iltimasıyla çok zahmet olur.

Maamafih yine sultanın izni lâzımdır.

İzni de rızasına mütevakkıftır...

(Mesnevi-i Nuriye 185)

Hizmet Rehberi - 24

24 Temmuz 2023 Pazartesi

AHİRETE İMANIN FAYDALARI

    Hem her bir şehir kendi ahalisine geniş bir hanedir.

Eğer iman-ı âhiret o büyük aile efradında hükmetmezse güzel ahlâkın esasları olan ihlas, samimiyet, fazilet, hamiyet, fedakârlık, rıza-yı İlahî, sevab-ı uhrevî yerine garaz, menfaat, sahtekârlık, hodgâmlık, tasannu, riya, rüşvet, aldatmak gibi haller meydan alır.

Zahirî asayiş ve insaniyet altında, anarşistlik ve vahşet manaları hükmeder; o hayat-ı şehriye zehirlenir.

Çocuklar haylazlığa, gençler sarhoşluğa, kavîler zulme, ihtiyarlar ağlamaya başlarlar.

   Buna kıyasen, memleket dahi bir hanedir ve vatan dahi bir millî ailenin hanesidir.

Eğer iman-ı âhiret bu geniş hanelerde hükmetse birden samimi hürmet ve ciddi merhamet ve rüşvetsiz muhabbet ve muavenet ve hilesiz hizmet ve muaşeret ve riyasız ihsan ve fazilet ve enaniyetsiz büyüklük ve meziyet o hayatta inkişafa başlarlar.    Çocuklara der: "Cennet var, haylazlığı bırak." Kur'an dersiyle temkin verir.

   Gençlere der: "Cehennem var, sarhoşluğu bırak." Aklı başlarına getirir.

   Zalime der: "Şiddetli azap var, tokat yiyeceksin." Adalete başını eğdirir.

   İhtiyarlara der: "Senin elinden çıkmış bütün saadetlerinden çok yüksek ve daimî bir uhrevî saadet ve taze, bâki bir gençlik seni bekliyorlar.

Onları kazanmaya çalış." Ağlamasını gülmeye çevirir.

   Bunlara kıyasen cüz'î ve küllî her bir taifede hüsn-ü tesirini gösterir, ışıklandırır.

Nev-i beşerin hayat-ı içtimaiyesiyle alâkadar olan içtimaiyyun ve ahlâkiyyunların kulakları çınlasın!

   İşte iman-ı âhiretin binler faydalarından işaret ettiğimiz beş altı numunelerine sairleri kıyas edilse kat'î anlaşılır ki iki cihanın ve iki hayatın medar-ı saadeti yalnız imandır.

Asa-yı Musa - 48

BİR EVDE AHIRETE İMAN OLMAZSA

    Hem her insanın küçük bir dünyası, belki küçük bir cenneti dahi kendi hanesidir.

Eğer iman-ı âhiret o hanenin saadetinde hükmetmezse o aile efradı, her biri şefkat ve muhabbet ve alâkadarlığı derecesinde elîm endişeler ve azaplar çeker.

O cenneti, cehenneme döner.

Veyahut muvakkat eğlenceler ve sefahetlerle aklını tenvim edip uyutur.

Deve kuşu gibi avcıyı görür, kaçamıyor, uçamıyor.

Başını kuma sokar, tâ görünmesin.

Başını gaflete sokar, tâ ölüm ve zeval ve firak onu görmesin.

Divanece, muvakkat, iptal-i his nevinden bir çare bulur.

   Çünkü mesela, valide ruhunu feda ettiği evladını daima tehlikelere maruz gördükçe titrer.

Ve pederini ve kardeşini eksik olmayan belalardan kurtaramayan evlatlar, daim bir keder, bir korkaklık hisseder.

Buna kıyasen, bu dağdağalı kararsız hayat-ı dünyeviyede o mesud zannedilen aile hayatı çok cihetlerle saadetini kaybeder ve kısacık bir hayattaki münasebet ve karabet dahi hakiki sadakati ve samimi ihlası ve garazsız bir hizmeti ve muhabbeti vermez.

Ahlâk o nisbette küçülür, belki sukut eder.

AHİRETE İMAN İLE BİRLİKTE

   Eğer âhirete iman o haneye girse birden ışıklandıracak, ortalarındaki münasebet ve şefkat ve karabet ve muhabbet kısacık bir zaman ölçüsüyle değil belki dâr-ı âhirette saadet-i ebediyede dahi o münasebetlerin devamı ölçüsüyle samimi hürmet eder, sever, şefkat eder, sadakat eder, kusurlarına bakmaz gibi ahlâk yükseklenir.

Hakiki insaniyet saadeti o hanede başlar inkişafa.

Asa-yı Musa[Y] - 48

Asa-yı Musa - 47

22 Temmuz 2023 Cumartesi

İNSAN VE EĞİTİM

 İnsan hayatının oluşumunda iki mühim âmil vardı: Veraset ve terbiye.

İnsan bazan verasetin, bazen terbiyenin, bazen de her ikisinin tesiri altında kalır.

âyette bu inceliğe işaret edilmiştir.

Bilgi insan davranışını kısmen değiştirir.

Bununla beraber insanın bilgi ile, çevre tesirleri ve eğitim ile tamamen değiştirilebileceğini, istenilen kalıba sokulabileceğini sanmak yanlıştır.

İyi eğitim görmüş, iyi çevrede yetişmiş, bilgili ve kültürlü olmakla beraber kötü insanlar bulunduğu gibi, kötü çevrede yetişmiş, kötü eğitim görmüş...

fakat iyi olarak kalabilmiş insanlar da vardır.} 

(28-Kasas) (20. Cüz-2. Hizb)

Mealli Kur'an - 385

21 Temmuz 2023 Cuma

NEFİSLE BİR MUHASEBE

 Ey ensemdeki azılı düşman!

Ey her ânının ölümüyle lezzetindeki elemi tattığı halde hâlâ denî olana hırsla sarılan nefsim! Geleceğin geçmiş olsa da, yaptıkların mazi olmaz. Hep hafâ toprağında durmaz. Bilmez misin ki kara toprak altında gizli kalan kusurların gün yüzüne çıkacak. Bilmez misin ki canının arzusunu Cânân’ın rızası yaptığında huzur bulacaksın. Sen canı boğazına gelenleri de gördün.

Onların etrafındakiler nasıl da çaresizdi. Korkmaz mısın canların çekildiği, hesabın başladığı o şedid günden?

Neyi bekliyorsun ensemdeki azılı düşman? Senin gâlip, benim mağlûp olmamı mı? Bir ömür boyunca süren aramızdaki bu çetin mücadelenin sonunda acaba sen mi yoksa ben mi kârlı çıkacağız? Her an ensemdesin, her an tetikte, uykuya dalmamı bekliyorsun! Derin bir gaflet uykusuna dalıp bir daha uyanmamamı istiyorsun!

Ey nefis! Dünyayı bana yakın, ukbâyı uzak göstermeye çalışırken, mühim bir hakikati gözardı ediyorsun. Üstelik çok mühim bir hakikati… Akıllara geldiğinde insanın dünya ile alâkasını kesip, dünya ötesini düşündüren keskin bir hakikat: Ölüm. Hayret ediyorum sana, nasıl da rahat yaşıyorsun! Kurtuluş beratını almış gibi gülüp oynuyorsun! Her şey bitmiş gibi nazlanıyorsun ey nefis! Sanki Cennetten müjde geldi, Cehennemden halâs oldun. Ölüm vakti gelinceye kadar hiçbir şey bitmiş değil. Henüz günahların için af fermanı yazılmadı.

Öyleyse ne diye kibirlisin? Neden başını secdeye koyup inlemezsin? Zaafiyetini, acziyetini derk edip O’nun huzurunda eğilmezsin? Henüz hiçbir şey bitmedi. Çilen tamamlanmadı. Sıkıntıların son bulmadı. Gevşeme.

Mânâdan yoksul ey nefis! Kâinatın kapıları hakikaten açık mı sence? Her şey gözümüze göründüğü gibi mi? Yoksa etrafındaki karsılaştığın hadiselere baktığında gördüğün sadece dıştaki tenteneli, kanaviçeli, süslü püslü tül perde mi? Her varlığın, her hadisenin bir iç, bir de dış yüzü; bir mülk, bir de melekût yönü yok mu? Aklı göze indirme, ten kafesinden geç, ukbayı fenaya tercih et! Çünkü gaflet hicap olur da, basîret peçelenirse, herşeyin rengi değişir. Nur-u Hak nihân olur, varlık yokluk zannedilir, dudakların mânâdan kupkuru kalır ey nefis! Ammâ gaflet perdesi kalkarsa, nur-u Hak ayân olur, her varlık imanın ve tevhidin birer delili olur.

Neye güveniyor, neye bel bağlıyorsun gafil nefis! Seni bu fenâ âleme bağlayan nedir? Geçerli bir sebebin varsa söyle, yoksa ilelebed sus. Abdullah b. Revaha’nın, içindeki azılı düşmana hitap ettiği gibi hitap ediyorum sana: “Eşini mi düşünüyorsun? O zaman bil ki ben onu terkettim. Artık onu düşünemezsin. Köleleri mi? Haberin olsun, ben onların hepsini âzâd ettim. Medine’de bulunan bağ ve hurmalıklara gelince, onların hepsini Resûl-i Ekrem’e hediye ettim. Söyle ey nefis! Diyeceğin başka bir şey kaldı mı?”

Diyeceğin başka bir şey kaldı mı ensemdeki azılı düşman? Başka ne ile beni kandıracaksın? Başka ne ile beni bu aldatıcı dünya oyununa inandıracaksın? Senle ben cephede savaşan askerler gibiyiz. Galip ve mağlûp belli olmadan bu mücadele bitmeyecek.

Unutma azılı düşman! Senin de sonun gelecek! Kıyamet kapında, geldi gelecek. Zira İsrafil (as), ağzında sur, gözü yüce makamda üfledi üfleyecek! Kâinat dağılmaya hazır patladı patlayacak! Sen de istesen de, istemesen de gafil nefis, işte o gün yıldızlar dürülecek, denizler yanacak, gök yarılacak, arz sarsılacak ve paramparça olacak. Sonra mahkeme kurulacak. İşte o gün hesap verme günü ey nefis! Bence iyi hazırlan, çünkü o gün senin için çok zor olabilir. Ah nefis, keşke gafletinin vahim âkıbetini bilseydin! Bilseydin yine böyle kahkahalarla, gırgır şamata ile geçirir miydin acaba koca bir ömrü? Bilseydin seni bekleyen o zor günü, yine böyle umursamaz davranabilir miydin?

Ey dünyaperest nefis?

Bütün bu gerçeklere sırtını dönüp, ukbayı hatırlamak istemiyor, adeta yok farz ediyorsun. Aslında öyle bir mugalâta içindesin ki, haline acıyorum. Ölüm mevzu bahis olduğunda “Herkes ölecek, herkes ne yapacaksa ben de onu yaparım” diyerek kendini kandırıyorsun. Uzun ince bir yoldasın, gidiyorsun nereye gittiğini bilmeden. Neden var olduğunu idrak etmeden, tâ başından sonu gözüken bir yolda gözü kapalı gidiyorsun. Derin meseleleri düşünmek istemiyor, beynini zorlamak istemiyorsun. Çünkü sen rahata, tembelliğe, uyuşukluğa alışmışsın, hep böyle devam etmesini diliyorsun.

İnsana fıtratına, özüne ve tabiatına zıt bir hayat tarzı aşılamaya çalışıyorsun. Fenâ ve zeval ile yoğrulan insanın mayasını değiştirmeye gücün mü var da, ölüme bile kafa tutuyorsun. Ne yaparsan yap, ebediyete müştak ruhlar senin bu gelip geçici oyununa itiraz edecek. Gayr-ı mahdut istidat ve emeller dile gelecek, senin önlerine sunduklarınla yetinmeyecek. Bazı baygın zihinleri uyutabilirsin, ama düşünen kafalara senin bu hilekâr oyunun tesir edemeyecek. Dipdiri, düşünen beyinler sana isyan edip, hodri meydan diyecek.

Ey ensemdeki azılı düşman! Bunları bil de, öyle söyle söyleyeceğini….


20 Temmuz 2023 Perşembe

CEHENNEMİ HAKETMEK

 اِنَّ اللّٰهَ لَا يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِه۪ Muhakkak ki Allah, kendisine ortak koşulmasını affetmez.Nisa 4:48

âyetinin tehdidine müstahak olur.

   Onu cehenneme atmamak, bir yersiz merhamete mukabil, hukuklarına taarruz edilen hadsiz davacılara hadsiz merhametsizlikler olur.

İşte o davacılar, cehennemin vücudunu istedikleri gibi izzet-i celal ve azamet-i kemal dahi kat'î isterler.

   Evet, nasıl bir serseri âsi ve raiyete tecavüz eden bir adam, oranın izzetli hâkimine dese: "Beni hapse atamazsın ve yapamazsın." diye izzetine dokunsa elbette o şehirde hapis olmasa da o edepsiz için bir hapis yapacak, onu içine atacak.

   Aynen öyle de kâfir-i mutlak, küfrüyle izzet-i celaline şiddetle dokunuyor.

Ve azamet-i kudretine inkâr ile dokunduruyor.

Ve kemal-i rububiyetine tecavüzüyle ilişiyor.

Elbette cehennemin pek çok vazifeler için pek çok esbab-ı mûcibesi ve vücudunun hikmetleri olmasa da öyle kâfirler için bir cehennemi halk etmek ve onları içine atmak, o izzet ve celalin şe'nidir.    Hem mahiyet-i küfür dahi cehennemi bildirir.

Evet, nasıl ki imanın mahiyeti eğer tecessüm etse lezzetleriyle bir cennet-i hususiye şekline girebilir ve cennetten bu noktadan gizli haber verir.

   Aynen öyle de Risale-i Nur'da delilleriyle ispat ve baştaki meselelerde dahi işaret edilmiş ki küfrün ve bilhassa küfr-ü mutlakın ve nifakın ve irtidadın öyle karanlıklı ve dehşetli elemleri ve manevî azapları var.

Eğer tecessüm etse o mürted adama bir hususi cehennem olur.

Ve büyük cehennemden bu cihette gizli haber verir.

Ve bu fidanlık dünya mezraasındaki hakikatçikler âhirette sümbüller vermesi noktasından bu zehirli çekirdek, o zakkum ağacına işaret eder.

"Ben onun bir mâyesiyim." der.

"Ve beni kalbinde taşıyan bedbaht için o zakkum ağacının bir hususi numunesi, benim meyvem olur."

   Madem küfür hadsiz hukuka bir tecavüzdür, elbette hadsiz bir cinayettir.

Öyle ise hadsiz bir azaba müstahak eder.

Madem bir dakika katl, on beş sene cezada (sekiz milyona yakın dakikada) hapis azabını çekmesini adalet-i beşeriye kabul edip maslahata ve hukuk-u âmmeye muvafık görür.

Elbette bir küfür bin katl kadar olması cihetiyle bir dakika küfr-ü mutlak, sekiz milyara yakın dakikalarda azap çekmesi, o kanun-u adalete muvafık geliyor.

Bir sene ömrünü o küfürde geçiren, iki trilyon sekiz yüz seksen milyara yakın dakikada azaba müstahak ve خَالِد۪ينَ ف۪يهَا اَبَدًا sırrına mazhar olur.

Her ne ise...

Asa-yı Musa[Y] - 52

18 Temmuz 2023 Salı

ASIL HÜNER

    Bir zaman, müslim olmayan bir zât, tarîkattan hilafet almak için bir çare bulmuş ve irşada başlamış.

Terbiyesindeki müridleri terakkiye başlarken, birisi keşfen mürşidlerini gayet sukutta görmüş.

O zât ise ferasetiyle bildi, o müridine dedi: "İşte beni anladın." O da dedi: "Madem senin irşadın ile bu makamı buldum, seni bundan sonra daha ziyade başımda tutacağım." diye Cenab-ı Hakk'a yalvarmış, o bîçare şeyhini kurtarmış; birdenbire terakki edip bütün müridlerinden geçmiş, yine onlara mürşid-i hakikî kalmış.

Demek bazan bir mürid, şeyhinin şeyhi oluyor.

   Ve asıl hüner, kardeşini fena gördüğü vakit onu terketmek değil, belki daha ziyade uhuvvetini kuvvetleştirip ıslahına çalışmak, ehl-i sadakatın şe'nidir.

Münafıklar, böyle vaziyetlerde kardeşlerin tesanüdünü ve birbirine karşı hüsn-ü zanlarını bozmak için derler: "İşte o kadar ehemmiyet verdiğin zâtlar; âdi, âciz insanlardır." Her ne ise, musibette gerçi çok zararımız var, fakat umum âlem-i İslâmı alâkadar edecek bir keyfiyet, bir vaziyet olmasından pek çok ucuz olarak pek büyük kıymeti var.

Buna benzer vukua gelen hâdiseler, ya siyaset-i diniye veya başka sebebler ile umum âlem-i İslâm namına olamadılar...

  Said Nursî 

   (Şuâlar 319)

Hizmet Rehberi - 44

BİRBUÇUK MÜRİT

 Aziz, sıddık kardeşlerim!

   Eski zamanda bir şeyhin müridleri pek çok olmasından, o memleketin hükûmeti siyasetçe telaş edip onun cemaatini dağıtmak istemiş.

O zât, hükûmete demiş: "Benim yalnız bir buçuk müridim var, başka yok.

İsterseniz tecrübe edeceğiz." O zât bir yerde çadır kurdu, kendi binler müridlerini oraya toplattı.

O da emretti: "Ben bir imtihan yapacağım.

Her kim benim müridim ise ve emri kabul etse, Cennet'e gidecek." Çadıra birer birer çağırdı.

Gizli bir koyun kesti; güya has bir müridini kesti, Cennet'e gönderdi.

O kanı gören binler müridler daha hiçbiri şeyhi dinlemedi, inkâra başladılar.

Yalnız bir adam dedi: "Başım feda olsun." Yanına gitti.

Sonra bir kadın dahi gitti, başkalar dağıldılar.

O zât hükûmet adamlarına dedi: "İşte benim bir buçuk müridim bulunduğunu gördünüz."

   Cenab-ı Hakk'a yüzbinler şükürler olsun ki; Risale-i Nur, Eskişehir imtihan ve mahkemesinde, şakirdlerinden yalnız bir buçuk kaybetti.

O eski şeyhin aksine olarak Isparta ve civar kahramanlarının himmetiyle o zayi' olan bir buçuk adam yerine onbin ilâve oldu.

İnşâallah, bu imtihanda dahi hem şark, hem garbın kahramanlarının himmetleriyle, çokları kaybedilmeyecek ve bir giden yerine on girecek.

(Şuâlar 319)

Hizmet Rehberi - 43

16 Temmuz 2023 Pazar

AKLIMIZI YERİNDE KULLANALIM

İnsan akıllı varlıktır. Mantık ilminde insanın tarifi “Konuşan akıllı varlık” şeklindedir. İnsan Allah’ın kendisine hayat, ruh ve akıl verdiği en mükerrem varlıktır. Aklını kullanması ve geliştirmesi ise eğitime ve okumaya bağlıdır. Bunun için yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde insana ilk hitabı “Rabbinin adıyla oku!” şeklinde olmuştur.

Okumak öğrenmek, anlamak ve yazmak içindir. Bunun için yüce Allah devamında “Allah insanı bir damla sudan ve kan pıhtısından yarattı. Oku ki Rabbinin ikramı olan kalemle yazasın. Allah bu şekilde okuyarak ve yazarak insana ilim öğretendir” (Alak Suresi, 96:1-4.) buyurur.

Akıllı insan aklını kullanan insandır. Aklını nasıl kullanacağını da Peygamberimiz (asm) bize öğretmektedir. Peygamberimiz (asm) “Allah’a iman et, farzları yap insanların en akıllısı olasın, Haramlardan sakın ki, insanların en çok ibâdet edeni olasın. Allah'ın takdir ettiği rızka razı ol ki, insanların en zengini olasın. Komşuna iyilik et ki, olgun mü'min olasın. Kendin için istediğini başkaları için de iste ki, gerçek Müslüman olasın.” (Camiussağir, H. No: 6422) buyurur.

Akıllı İnsanlar şunlara dikkat eder :

1. Akıllı insan aklını kullanır. 

2. Daha akıllı olan plan ve program yapar.

3. Ondan daha akıllısı başkasının aklını da almak için onlara danışır.

4. Ondan daha akıllısı ölümü ve gideceği alemi düşünerek ona göre çalışır. 

Atalarımız “Akıllıya danış ki aklı senin olsun!” demişlerdir. Hz. Hasan (ra) şöyle der: “Üç türlü adam vardır. Tam adam, yarım adam ve sıfır adam. Akıllı olan ve istişare eden tam adamdır. Aklıyla hareket eden ve istişareye değer vermeyen yarım adamdır. Aklıyla hareket etmeyen adam ise sıfır adamdır.”

Madem öyledir akıllı bir adam şu hususlara dikkat etmelidir.

1. “Ey insan düşün! Sen alâ külli hâl öleceksin! Ölüme hazırlıklı ol!

2. “Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku! Yoksa hayvan ve camid hükmünde insan olmak ihtimali vardır.” (Bediüzzaman) 

3. Allah’ın rızasını tahsile çalış! İnsanlar senden razı olurlar. 

4. Ahiret amacına hizmet etmeye bak, dünya sana hizmet eder.

5. Daima imanını güçlendir.( Risale-i Nurları okumak bunu temin eder.) 

6. Tefekkür, şefkat ve şükür mesleği olan Nur Talebeliği mesleğine gir.

7. Hangi amelin ile Allah’ın rızasını kazanacağını bilemezsin. Öyle ise hiçbir ameli basit görme. Hangi günahınla Allah’ın öfkesini çekeceğini bilemezsin öyle ise hiçbir günahı küçük görme! Günahın küçüğünden sakın ki, büyüğünden korunasın.

8. İyi olmanızı istiyorsanız evvela kötü olduğunuza inanın, kendinizi suçlayın ve nefsinizi terbiye etmeye çalışın.

9. Uhrevi meselelerde kendinizden yukarıda olana bakınız, dünyevî meselelerde ise kendinden daha aşağıya bakarak Allah’ın nimetlerine şükredin. Allah’ın size verdiği nimeti hor görmeyin ve nankörlük etmeyin.

10. Başkalarını sık sık affedin; ama kendi nefsinizi aslâ affetmeyin.

15 Temmuz 2023 Cumartesi

SİYASETLÉ DİNE HİZMET

 'Siyasetle dine hizmet’ edilir m

1400 yıllık İslam tarihi bize gösteriyor ki siyasetle dine hizmet etmek muhaldir.

Bazıları “Hz. Muhammed devlet adamıydı. O siyasetle dine hizmet etti, biz niçin edemeyelim?” diyorlar. O, peygamberdir ve Allah’ın koruması altındaydı, bir ayaküstünde kırk yalan söyleyen siyasetçiler ona benzemez. Yine diyorlar, “dört halife dönemi de o şekildeydi. Hz. Ebubekir, Ömer, Osman, Ali ve Hüseyin de devlet adamı idiler.” Fakat bunların üç özelliği vardı. Birincisi sahabe, ikincisi müçtehit, üçüncüsü müceddit idiler.

Günümüz siyasilerde bu özelliklerin hiç birisi yoktur. Kimisi Ömer Bin Abdülaziz’i örnek gösteriyor. 700 yıllarında yaşamış, adaleti ile ün salmış bu mübarek zatın, müçtehit ve müceddit özellikleri vardı ve üç yıl kadar devlet adamlığı yaptı. Peygamberimiz, dört halife dönemi ve Ömer Bin Abdülaziz dönemi yaklaşıl 60 yıllık bir süredir. Bunun dışında siyasetle dine hizmet yapılmadı. Çeşitli saltanatlar dönemlerinde dini hizmetler yapıldı, başarılı olanlar da oldu. Saltanatla musallat kelimeleri aynı kökten gelir, başıma musallat oldun deriz. Asrısaadet döneminde esas olan hür irade ile seçim yapmak esastı. Hz. Ömer öleceği zaman, çevresindekiler, “senden sonra oğlun Abdullah halife olsun” dediler, Hz. Ömer, “halifelik babadan oğla geçer saltanat dönemi başlar” diyerek karşı çıktı. Hz. Ömer’in oğlu Abdullah, toplumda çok beğenilen, takva sahibi, âlim iktidarlı, dürüst bir sahabeydi. Osmanlı döneminde ise bazen çocuklar bazen de deliler padişah oldular, dört halife dönemi gibi insanın iradesinin tecelli ettiği seçimler yapılmamıştır.

Çoğu insanın aklına geliyor, eğer siyasete girersek, devlet ve hazineler elimizden geçer, bol bol büyük camiler, dini okullar, Kur’an kursları yapar, harıl harıl dindar ve milli bir gençlik yetiştirir, dindarları çeşitli makamlara getirir, Allah’ın dinini koruruz.

Allah dinini korur, hırsla makamları ele geçirmeye çalışanların korumasına muhtaç değildir. Kur’an, hep insana vurgu yapar ey insan der, ey devlet demez. En büyük hizmet insana yapılan hizmettir. Allah’ın dini çok hassastır din, Allah rızasından başka bir şeye alet edilirse işler tam aksine döner, dindar gençlik yerine kindar bir nesil yetiştirilir. Mühim olan adalettir, kâinat zıtlıklar üzerine kurulmuştur. İyi kötü, hayır şer gibi, bu şekilde mücadele ile gelişmeler olur. Zıtlıkları kaldırırsan gelişme durur. Kötülükler kanunla değil eğitimle önlenir.

Din; umumun malıdır sağ, sol, milliyetçi sosyalist her düşünce ve görüş ona elini uzatmalı kimse dini kendi tekeline almamalı. Eğer alırsa muhalif siyasi partilerden dini iyi bilmeyenler dinden soğur. Kavgada Kur’an’ı başına siper edersen ilk darbe Kur’an’a iner. Allah, ayetlerimi dünya malı karşılığında satmayın diyor. Dünya küreselleşme ile bir köy konumuna geldi inançlar, ırklar dinler birbirine karıştı. Devlet hazinesi inanan inanmayan her çeşit insanın parası ile dolar. Allah’a inanmayanın, kendi rızası ile vermediği hazine paraları ile dini hizmetler olmaz. Hz. Ali devletin dini adalettir der. Dindara dindar olduğu için makam verilmez, işler ehline verilir, dinde salihlik işte maharet esastır.


14 Temmuz 2023 Cuma

"ZAMAN TARİKAT ZAMANI DEĞİLDİR"

TARİKAT ZAMANI DEĞİLDİR DEDİ Mİ?

Üstad Bediüzzaman, Risale-i Nur'un çok yerlerinde, Tarikat ve Tasavvufu kabul edip müdafaa etmiştir. Hiçbir zaman, Tarikat ve Tasavvufun aleyhinde söz söylememiştir.

Bediüzzaman, Tarikat ve Tasavvufun zatı ve özünü değil, sonradan içine girmiş bazı arıza ve hataları tenkit etmiştir. Ekseri tenkit ettiği hususlar, Tarikat ve Tasavvuf erbabının bazı aşırılık ve hatalarıdır. Üstad, bu hataları Telvihat-ı Tisa adlı risalesinde, sekiz varta şeklinde özetlemiştir.

Yine aynı Telvihat-ı Tisa adlı risalesinde, Tarikat ve Tasavvufun dokuz fayda ve güzelliğini sayarak, Tarikat ve Tasavvuf lehinde olduğunu ilan ediyor..

Bediüzzaman'ın, "zaman tarikat zamanı değildir" demesinden, tarikatı inkar ya da tahkir amacı yoktur. Zira Üstad, zamanın gereği ve ilcaatına göre meseleye bakıyor. Tarikat, ekseri olarak sağlam iman sahibi ve farzları ifa eden ehli takva Müslümanların velayet derecesine çıkmasını temin etmek için tasarlanmış manevi bir seyahattir. Bu yüzden Tarikatın en mühim şahı ve piri olan İmam Rabbani Hazretleri, "imanı tahkiki olmayan ve farzlarda kusuru olanlar tarikat seyahatinde gidemezler" diye hüküm vermiştir. Demek tarikatın mukaddemesi olan; sağlam iman ve farzların ifası olmasa, Tarikatta gitmek esaslı olmuyor.

Halbuki günümüzdeki insanların mutlak çoğunluğu, tahkiki iman sahibi değil ve farzları ifa edemiyor, hatta çoklarının imanı tehlikede. Böyle bir toplumsal yapıda öncelikli görev sağlam bir imanı vermek ve akabinde farzları ifa etmesini temin etmektir. Yoksa Allah’ın varlığından şüphe duyan adamlara, tarikat dersi vermek pek fayda vermez. Üstad, bu toplumsal gerçeği iyi okuduğu için, "zaman tarikat zamanı değil, imanı kurtarmak zamanıdır" diye hüküm veriyor.

13 Temmuz 2023 Perşembe

ŞEKVAYA HAKKIMIZ VAR MI?

    Evet, mevcudatın hiçbir cihette Vâcibü'l-vücud'a karşı hakları yoktur ve hak dava edemezler; belki hakları, daima şükür ve hamd ile, verdiği vücud mertebelerinin hakkını eda etmektir.

Çünkü verilen bütün vücud mertebeleri vukuattır, birer illet ister.

Fakat verilmeyen mertebeler imkânattır.

İmkânat ise ademdir hem nihayetsizdir.

Ademler ise illet istemezler.

Nihayetsize illet olamaz.

   Mesela, madenler diyemezler: "Niçin nebatî olmadık?" Şekva edemezler, belki vücud-u madenîye mazhar oldukları için hakları Fâtır'ına şükrandır.

Nebatat "Niçin hayvan olmadım?" deyip şekva edemez, belki vücud ile beraber hayata mazhar olduğu için hakkı şükrandır.

Hayvan ise "Niçin insan olmadım?" diye şikayet edemez, belki hayat ve vücud ile beraber kıymettar bir ruh cevheri ona verildiği için onun üstündeki hakkı şükrandır.

Ve hâkeza kıyas et.

   Ey insan-ı müşteki!

Sen ma'dum kalmadın, vücud nimetini giydin, hayatı tattın, camid kalmadın, hayvan olmadın, İslâmiyet nimetini buldun, dalalette kalmadın, sıhhat ve selâmet nimetini gördün ve hâkeza...

   Ey nankör!

Daha sen nerede hak kazanıyorsun ki Cenab-ı Hakk'ın sana verdiği mahz-ı nimet olan vücud mertebelerine mukabil şükretmeyerek, imkânat ve ademiyat nevinde ve senin eline geçmediği ve sen lâyık olmadığın yüksek nimetlerin sana verilmediğinden bâtıl bir hırsla Cenab-ı Hak'tan şekva ediyorsun ve küfran-ı nimet ediyorsun?

Acaba bir adam, minare başına çıkmak gibi âlî derecatlı bir mertebeye çıksın, büyük makam bulsun, her basamakta büyük bir nimet görsün; o nimetleri verene şükretmesin ve desin: "Niçin o minareden daha yükseğine çıkamadım." diye şekva ederek ağlayıp sızlasın.

Ne kadar haksızlık eder ve ne kadar küfran-ı nimete düşer ne kadar büyük divanelik eder, divaneler dahi anlar.

   Ey kanaatsiz hırslı ve iktisatsız israflı ve haksız şekvalı gafil insan!

Kat'iyen bil ki kanaat, ticaretli bir şükrandır; hırs, hasaretli bir küfrandır.

Ve iktisat, nimete güzel ve menfaatli bir ihtiramdır.

İsraf ise nimete çirkin ve zararlı bir istihfaftır.

Eğer aklın varsa kanaate alış ve rızaya çalış.

Tahammül etmezsen "Yâ Sabûr!" de ve sabır iste; hakkına razı ol, teşekki etme.

Kimden kime şekva ettiğini bil, sus.

Her halde şekva etmek istersen nefsini Cenab-ı Hakk'a şekva et, çünkü kusur ondadır.

Mektubat[Y] - 312

10 Temmuz 2023 Pazartesi

ALLAH SABREDENLERLE BERABERDİR

 اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِر۪ينَ 

de hikmet ve gaye nedir?

   Elcevap: Cenab-ı Hak, Hakîm ismi muktezası olarak vücud-u eşyada, bir merdivenin basamakları gibi bir tertip vaz'etmiş.

Sabırsız adam teenni ile hareket etmediği için basamakları ya atlar, düşer veya noksan bırakır; maksud damına çıkamaz.

Onun için hırs mahrumiyete sebeptir.

Sabır ise müşkülatın anahtarıdır ki

اَلْحَر۪يصُ خَائِبٌ خَاسِرٌ ٭ وَالصَّبْرُ مِفْتَاحُ الْفَرَجِ

durub-u emsal hükmüne geçmiştir.

Demek, Cenab-ı Hakk'ın inayet ve tevfiki, sabırlı adamlarla beraberdir.

Çünkü sabır üçtür: 

   Biri: Masiyetten kendini çekip sabretmektir.

Şu sabır takvadır اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الْمُتَّق۪ينَ sırrına mazhar eder.

   İkincisi: Musibetlere karşı sabırdır ki tevekkül ve teslimdir اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّل۪ينَ ٭ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الصَّابِر۪ينَ şerefine mazhar ediyor.    Ve sabırsızlık ise Allah'tan şikayeti tazammun eder.

Ve ef'alini tenkit ve rahmetini ittiham ve hikmetini beğenmemek çıkar.

Evet, musibetin darbesine karşı şekva suretiyle elbette âciz ve zayıf insan ağlar fakat şekva ona olmalı, ondan olmamalı.

Hazret-i Yakub aleyhisselâmın اِنَّمَا اَشْكُوا بَثّ۪ى وَ حُزْن۪ى اِلَى اللّٰهِ demesi gibi olmalı.

Yani musibeti Allah'a şekva etmeli, yoksa Allah'ı insanlara şekva eder gibi "Eyvah!

Of!" deyip "Ben ne ettim ki bu başıma geldi?" diyerek, âciz insanların rikkatini tahrik etmek zarardır, manasızdır.

   Üçüncü Sabır: İbadet üzerine sabırdır ki şu sabır onu makam-ı mahbubiyete kadar çıkarıyor.

En büyük makam olan ubudiyet-i kâmile canibine sevk ediyor.

Mektubat[Y] - 307

9 Temmuz 2023 Pazar

YALNIZLIK VE AYRILIK KORKUSU

 Huzurevine yatırılan yaşlı bir kadının yazdığı acı dolu bir mektup.

Bu mektup şimdiki hayatımızın gerçeklerini anlatıyor..??

82 yaşındayım, 4 çocuk, 11 torun, 2 büyük torun sahibiyim. Şimdi ise 

12 metrekarelik bir odada yalnız başımayım.

Artık bir evim, hatta sevdiklerim bile yok. Etrafımda sadece odamı toplayan, yemek yapan, yatağımı havalandıran, tansiyonumu kontrol eden vazifeli insanlar var.

Torunlarımın kahkahaları yok artık, büyümelerini, sarılıp öpmelerini, didişip kavga etmelerini izleyemiyorum. Bazıları 15 günde bir, bazıları üç dört ayda bir beni görmeye geliyor bazıları ise hiç gelmiyor. Oysa ben onları bir gün görmesem bile çok özlüyorum.

Artık nugget,  sahanda yumurta, etli börek yapamıyorum. Tek bir eğlencem var bulmaca çözmek, işte bununla biraz vakit geçiriyorum.

Ne kadar ömrüm kaldı bilmiyorum ama bu yalnızlığa alışmam lazım. Elimden geldiğince benden daha kötü durumda olanlara yardım ediyorum. Sık sık ölenler oluyor çok bağlanmak istemesem de  yine de onlardan ayrıldığıma çok üzülüyorum. Çünkü bir gün sıranın bana da geleceğini biliyorum. Yalnızken ailemin resimlerine ve evden getirdiğim bazı eşyalara bakıp anıları tazeliyorum. Bana ait olan tek şey işte bu hatıralar. En çok da ölürken yanımda kimsenin olmayacağı, son kez evlatlarımın yüzünü göremeyecek olmak beni üzüyor.

Umarım gelecek nesiller ailelerinin kıymetini bilir ve anne babalarına onları yetiştirmek için verdikleri emeğin, harcadıkları zamanın karşılığını fazlasıyla verirler.

Anne babanızı çok sevin ve saygı anlayış gösterin çünkü anne babanın yedeği yok...!!!

.....HER YAŞLI İNSAN BİR ANNE BABADIR...

...........DEĞERLERİNİ BİLELİM....

SAKIN SEN DE ALDANMA !

 Gafil kafaya bir tokmak ve bir ders-i ibrettir.) 

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ

(Dünya hayatı aldatıcı menfaatten başka birşey değildir Al-i İmran 185)

   Ey gaflete dalıp ve bu hayatı tatlı

  görüp ve âhireti unutup dünyaya talip bedbaht nefsim!

Bilir misin neye benzersin?

Deve kuşuna...

Avcıyı görür, uçamıyor; başını kuma sokuyor, tâ avcı onu görmesin.

Koca gövdesi dışarıda.

Avcı görür.

Yalnız o, gözünü kum içinde kapamış, görmez.

....

   Ey nefsim!

Deme: "Zaman değişmiş, asır başkalaşmış, herkes dünyaya dalmış, hayata perestiş eder.

Derd-i maişetle sarhoştur." Çünkü ölüm değişmiyor.

Firak, bekaya kalbolup başkalaşmıyor.

Acz-i beşerî, fakr-ı insanî değişmiyor, ziyadeleşiyor.

Beşer yolculuğu kesilmiyor, sürat peyda ediyor.

   Hem deme: "Ben de herkes gibiyim." Çünkü herkes sana kabir kapısına kadar arkadaşlık eder.

Herkesle musibette beraber olmak demek olan teselli ise kabrin öbür tarafında pek esassızdır.

Hem kendini başıboş zannetme.

Zira şu misafirhane-i dünyada nazar-ı hikmetle baksan hiçbir şeyi nizamsız, gayesiz göremezsin.

Nasıl sen nizamsız, gayesiz kalabilirsin?

Aldatıcı dünya hayatı ile ilgili şöyle bir hikaye anlatılır yeri gelmişken size de anlatmak istedim.(Dünya hayatını iki değişik şekilde yaşayan iki adam biri dininde diyanetin de diğeri namazsız niyazsız.Gün gelir her ikisi de ölür ve kabre konur sorgu sualden sonra dininde diyanetin de olan cennete diğeri cehenneme gönderilir.Cennete giden sessiz sedasız diğer taraftakinden ise eğlence ve müzik sesleri gelir.Cennetteki adam bu yalnızlık ve sessizlikten sıkılır melekleri çağırıp sorar ben bu durumdan sıkıldım şu eğlencenin olduğu cehenneme nasıl giderim der onlarda oraya gitmen için bir dilekçe vermen gerekir deyince hemen dilekçeyi yazar ve Cehenneme gider.Birde ne görsün girer girmez azap işkence başlar.Axam şaşırır ve zebanilere sorar hani eğlence müzik deyince orası reklam yeriydi kazanmak  kolay mı derler.)

....

Nasıl ki bir gün gelecek, şu musahhar zemin, yüzünün ziyneti olan âsâr-ı beşeriyeyi şirk-âlûd, şükürsüz görüp çirkin bulur.

Hâlık'ın emriyle büyük bir zelzele ile bütün yüzünü siler, temizler.

Allah'ın emriyle ehl-i şirki cehenneme döker.

Ehl-i şükre "Haydi, cennete buyurun!" der.

Sözler - 185

5 Temmuz 2023 Çarşamba

HATM DUASI

 Amin!

 Euzübillehimineşeytanirracim Bismillehirrahmanirrahim.

Elhamdülillehi rabbil alemin vessaletü vessalamü ala rasülüne Muhammedin ve ala elihi vesahbihi ecmain.Biberaketi hatmil Kuranil  azim ve bihürmeti ersaltehü rahmetenlil alemin.Vağfü anne ya kerim vağfüanne ya rahim.Vağfirlene zünübena bifazlıke ve cudüke  ve keramike Ya ekremel ekremin ve Ya Erhamerrahimin...

Ya Rabbelalemin! 

Şu anda kapına geldik. Yüce divanına durduk, bütün kötülükleri bir tarafa bıraktık, bizleri yüce huzurundan boş geri çevirme 

Okumuş olduğumuz hatm-i şerifi; aşr-ı şerifleri ahsen surette kabul eyle.

Ya Rabbi !

Bizleri tüm hata ve kusurlardan salim eyle.

hasıl olan sevabı evvela Peygamber (s.a.v.) efendimizin mübarek, aziz, latif ruh-ı tayyibelerine hediye eyledik kabul eyle.

Ya Rabbi !

İlk Peygamber Hz. Adem (a.s.) dan bu güne kadar gelip geçmiş her ne kadar peygamber varsa onların da ruhlarına hediye eyledik, lsâl eyle.

Kur'an-ı Kerim’i elden ele, dilden dile, gönülden gönüle bizlere kadar ulaştıran sahabe-i güzin, tabiin, tebe-i tabiin, Müfessirin ve muhaddisin'in ruhlarına hediye eyledik, isâI eyle.

Din, vatan, hak ve hakikat Uğuruna canlarını seve seve feda eden aziz şehitlerimizin de ruhlarını meclisimizden haberdar eyle

Ya Rabbi !

Bu hatm-ı şerife  vesile olanların emellerini makbul, günahlarını mağfur, ticaretlerini “Len tebür" eyIe.

Her ne murat Ile okutmuşlarsa muratlarına naiI eyle

Ya Rabbi !

Bu aileden ahrete göçenlerin günahlarını affeyle, makamlarını cennet eyle. Peygamberimizin (s.a.v) şefaatine nail eyle.

Uzaktan ve yakından gelip, şurada toplanan aziz din kardeşlerimizin de ölmüşlerine rahmet, geride kalanlarına sıhhat ve afiyet ihsan eyle.

Ya Rabbi !

Yüce dinimize ve aziz vatanımıza göz diken dahili ve harici düşmanlarımıza fırsat vermeyip, onları islah eyle.

Islah olacak halleri yoksa onları KAHHAR ism-i şerifinle kahr u perişan eyle.

Ya Rabbi !

Ümmet-i Muhammed'in hasta kullarına şifalar, dertli kullarına devalar, borçlu kullarına hayırlı edalar ıhsan eyle.

Ya Rabbi !

Kuı-'an-ı Kerim’in nurlu yolundan bizleri ayırma ya Rabbi! Onun ahkamını yaşayıp, tatbik edenlerden eyle.

Kıyamet gününe kadar baki kalacağını vaat ettiğin Din-i İslamı ülkemizde payidar eyle.

Ya Rabbi !

Çocuklarımızı edepli, ahlaklı, faziletli, anasına, babasına, hocasına saygı gösteren, Allah'ına, peygamberine hürmet ve tazim edenlerden eyle.

Ya Rabbi !

Vatanına, milletine, din ve mukaddesatına gönülden bağlı olanlardan eyle.

Namazına-niyazına, ibadat u taatına devam edenlerden eyle.

Ya Rabbi !

Her türlü afetlerden, musibetlerden, hastalıklardan, tehlikelerden. zarar ve ziyanlardan bizleri hıfz u himaye eyle.

Hassaten günah hastalıklarından, haramlardan, ahlaksızlıklardan, yalandan, gıybetten, riyadan, hasetten ve kibirden muhafaza eyle.

Ya Rabbi !

Kabul olunmayacak dua Ile sana el kaldırmaktan, insanlığa ve Islama faydalı olmayan bilgiden, bir müslümana yakışmayan acizlikten, tembellikten, cimrilikten sana sığınıyoruz, bizleri muhafaza eyle.

Dualarımızın kabulü ve son nefesimizde, nasip olması için buyurun bir kelime-i şehadet :

“Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve rasûlühü”

Bu kelime-i mübarekeyi söyleyerek ruh teslim etmek cümlemize nasib eyle.

Ya Rabbi !

"AMIN" diyen şu kullarını iki cihanda aziz eyle. Cennetinle, cemalinle bizleri şereflendir.

“Subhane Rabbike Rabbil izzeti amma yesifun ve salamun alel murselin vel hamdu lillahi Rabbil” alemin.

El-Fatiha

MÜ'MİNİN MÜ'MİNE DUASI

  Birinci Sualiniz: 

   Mü'minin mü'mine en iyi duası nasıl olmalıdır?

   Elcevab: Esbab-ı kabul dairesinde olmalı.

Çünki bazı şerait dâhilinde dua makbul olur.

Şerait-i kabulün içtimaı nisbetinde makbuliyeti ziyadeleşir.

Ezcümle: Dua edileceği vakit, istiğfar ile manevî temizlenmeli, sonra makbul bir dua olan salavat-ı şerifeyi şefaatçi gibi zikretmeli ve âhirde yine salavat getirmeli.

Çünki iki makbul duanın ortasında bir dua makbul olur.

Hem

بِظَهْرِ الْغَيْبِ

  yani "gıyaben ona dua etmek"; hem hadîste ve Kur'anda gelen me'sur dualarla dua etmek.

Meselâ:

اَللّٰهُمَّ اِنِّى اَسْئَلُكَ الْعَفْوَ وَ الْعَافِيَةَ ل۪ى وَ لَهُ فِى الدّ۪ينِ وَ الدُّنْيَا وَ الْاٰخِرَةِ

رَبَّنَٓا اٰتِنَا فِى الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِى الْاٰخِرَةِ حَسَنَةً وَ قِنَا عَذَابَ النَّارِ

gibi câmi' dualarla dua etmek; hem hulus ve huşu' ve huzur-u kalb ile dua etmek; hem namazın sonunda, bilhâssa sabah namazından sonra; hem mevâki'-i mübarekede, hususan mescidlerde; hem Cum'ada, hususan saat-i icabede; hem şuhur-u selâsede, hususan leyali-i meşhurede; hem ramazanda, hususan leyle-i kadirde dua etmek kabule karin olması rahmet-i İlahiyeden kaviyyen me'muldür.

O makbul duanın ya aynen dünyada eseri görünür veyahut dua olunanın âhiretine ve hayat-ı ebediyesi cihetinde makbul olur.

Demek aynı maksad yerine gelmezse, dua kabul olmadı denilmez; belki daha iyi bir surette kabul edilmiş denilir.

Mektubat - 279

2 Temmuz 2023 Pazar

HEM DÜNYA HEM AHİRET SAADETİ

 “Ayağınıza takılan şeyleri toplayın”

İbrahim Günay

WhatsApp

02 Temmuz 2023, Pazar

Zülkarneyn aleyhisselam, gece ordusu ile giderken ordusuna: “Ayağınıza takılan şeyleri toplayın” diye emir verdi.

Ordu bu emri duyunca içlerinden bir grup: “Çok yürüdük ve çok yorgunuz. Gece vakti bir de ayağımıza takılan şeyleri toplayıp boşuna ağırlık mı yapacağız. Hiçbir şey toplamayalım” diyerek hiçbir şey toplamadılar.

İkinci grup ise: “Mâdem komutanımız emretti, birazcık toplayalım, emre muhâlefet etmeyelim, zira ordunun komutanına itâat etmek gerekir” diyerek az bir şey topladılar.

Üçüncü grup ise: “Komutanımız boşuna bir  şey emretmez. Muhakkak bildiği bir şey vardır. Bir hikmeti vardır” diyerek bütün abalarını ağzına kadar doldurdular.

Sabah olunca 3 grup da pişman oldular. Sabah olunca bakarlar ki, meğer bir altın madeninin olduğu alandan geçmişler. Ayaklarına takılan şeylerin altın olduğunun farkına varamamışlar. Bunu anlayınca:

Hiç almayan birinci grup: “Ah! Niçin almadık! Nasıl dinlemedik komutanımızın sözünü. Keşke bir tane olsa alsaydık” diyerek pişman oludular.

Az alan ikinci grup ise: “Ah ne olaydı. Keşke biraz daha alsaydık! Ceplerimizi, abalarımızı iyice doldursaydık” diyerek kendilerine sitem ettiler.

Çok alan üçüncü grup ise: “Keşke gereksiz, lüzûmu olmayan eşyalarımızı atsaydık, daha çok toplasaydık. Her şeyimizi doldursaydık” diyerek üzüldüler.

Misalde olduğu gibi; kâfir, “Keşke inanıp namaz kılıp oruç tutsaydım” diyerek pişman olacak.

Münâfık; “Keşke riyasız ve ihlaslı amel işleseydim” deyip üzülecek.

Mümin ise; “Keşke gıybet etmeden, gıybet dinlemeden orucun sevabını yok etmeseydim. Beş duyuma da oruç tuttursaydım. Gözüme, kulağıma, dilime ve hayâlime de oruç tuttursaydım. Keşke daha çok salih amel işleseydim. Daha çok tefsir okusaydım. Daha çok imâna ve İslama hizmet etseydim. Altından daha kıymetli vaktimi mâlâya’nî ve faydasız şeylerle zayi etmeseydim” diyerek kaybettiği altın fırsatlara üzülüp pişman olacak.

Fakat şu an; hayatta olanların altın toplama ve altından daha kıymetli fısatları mevcuttur. Bu altın fırsatları değerlendirmek için, cüzî irademiz hizmetimizdedir.

Kâinâtın Sultanı emir vermeye devam ediyor. Bizim iki dünyamızın huzur ve mutluluğu için. Cennette altından ve zümrütten sarayların sahibi olabilmemiz için.


1 Temmuz 2023 Cumartesi

HALTEDEN VE ARDAMARI ÇATLAYAN

 Dindar bir Müslüman ferasetli olur. Sözü ölçüp, biçip, tartarak konuşur. Aksi halde İslamofobiye şuursuzca katkıdır!

Tıpkı, yüzü, gözü düzgün,-üstelik “lihye’li” genç adamın “hırsızları övüp, hırsızlığını” ilan etmesi gibi: “Çalıyorlarmış, benim sorunum değil, çalıyorsa Allah’la onun arasında. Biz de çalıyoruz, biz de vergi kaçırıyoruz, 100 tane mal satıyoruz, 20 tane fiş kesiyoruz!” “Çalmakla” ve bunu ilan etmekle iyi halt etmişsin! “Benim sorunum değil!” demekle daha da halt etmişsin! Oysa, “Çalmamak lazım, dürüst olmak lazım!” demen gerekir! Esnaf diye de dolaşıyorsun! Bari kılık-kıyafetinden, utan “bîâr adam!”

Bu dehşetli hal, günümüz siyasetinin, “... ruhunu sersem ve akılın geveze”1 Ve menfaat üzerine dönen siyasetin sonucu değil mi?

Doğru, dürüst ve samimi bir insan çalmaz; Müslüman hiç çalmaz; dindar ise hiç hiç çalmaz, çalamaz! Saniyen, “Çalanlar!”, izzetli, şerefi, vicdanlı, samimi, dürüst, doğru, imanlı bir Müslümanın “sorunudur!” Zira, her mü’min “V’emur-bil-ma’rufi venhe a‘nil-münkeri/iyi olanı emret, kötü olana karşı koy”2 emriyle mükelleftir. Yani, iyi, doğru, güzeli emretmek; yanlış, batıl, kötü, çirkinden “men” kesinlikle farzdır! Ve her mü’minin “sorunudur!”

Peygamberimizin (asm), “Bir kötülüğü gördüğünüzde elinizle, elinizle düzeltemezseniz dilinizle, dilinizle de düzeltemezseniz kalbinizle buğz edin...”3 emrine göre de senin “sorunundur!” Yalnız, “el” ile ilgililer, resmi vazifeliler, kanun; “dil” ile ilim ehli ve bilenler men edecek! Bilmeyenler de, “Buğz” ile duygusal tepkisini ortaya koymakla mükelleftir.

Ey “hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet” batağına saplanan iktidarı müdafaa için yırtınan “bîâr adam!” Enerjini hem dünya hem ahiretini mahvedecek siyasi gevezeliklere değil, “vazife, sorun ve sorularını” öğrenmek için sarf et! Ve ey bilerek, kasten “din adına, dindarlık adına” hareket edip “dinin, dindarlığın ve dindarların” içini boşaltan siyaset cambazları! Böyle yapmakla, “din bu ise, dindarlık bu ise, Müslümanlık bu ise!” dedirtip hak dini arayanlara perde ve engel olup İslamofobiye şuursuzca yardım ediyorsunuz! Tevbe-i istiğfar edin!