Düşündüm ki: Ben üç cihette misafirim; bu menzilcikte misafir olduğum gibi, bu şehirde de(İstanbulda da) misafirim, dünyada da misafirim.
Misafir, yolunu düşünmeli. Nasılki bu odadan çıkacağım, bir gün de bu şehirden de (İstanbuldan da)çıkacağım, diğer bir gün de dünyadan çıkacağım.
İşte bu halette, gayet rikkatli ve firkatli elemli bir hüzün ve gam kalbime, başıma çöktü.
Çünki ben yalnız bir-iki dostu kaybetmiyorum; Bu şehirde(İstanbul'da) binler sevdiğim dostlarımdan müfarakat gibi, çok sevdiğim bu şehirden(İstanbul'dan) da ayrılacağım.
Dünyada yüzbinler dostlarımdan iftirak gibi, çok sevdiğim ve mübtela olduğum o güzel dünyadan da ayrılacağım, diye düşünürken, yine kabristanın o yüksek yerine gittim.
Arasıra sinemaya -ibret için- gittiğimden; bana, bu şehrin(İstanbul'un) içindeki insanlar, o dakikada sinemada geçmiş zamanın gölgelerini hazır zamana getirmek cihetiyle, ölmüş olanları ayakta gezer suretinde gösterdikleri gibi aynen ben de o vakit gördüğüm insanları, ayakta gezen cenazeler vaziyetinde gördüm.
....
Allah'a şükrettim.
İşte ey benim gibi ihtiyarlık içine giren ve ihtiyarlığın ihtarıyla vefatı çok tahattur eden zâtlar!
Kur'anın verdiği ders-i iman nuruyla, ihtiyarlığı ve vefatı ve hastalığı hoş görmeliyiz, belki bir cihette sevmeliyiz.
Madem iman gibi hadsiz derecede kıymetdar bir nimet bizde vardır; ihtiyarlık da hoştur, hastalık da hoştur, vefat da hoştur.
Nâhoş birşey varsa; o da günahtır, sefahettir, bid'atlardır, dalalettir.
Lemalar - 238
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder