30 Ağustos 2024 Cuma

ALLAH RAZI OLSUN YETER

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Ey nefis!

Eğer takva ve amel-i sâlih ile Hâlıkını razı etti isen, halkın rızasını tahsile lüzum yoktur; o kâfidir.

Eğer halk da Allah'ın hesabına rıza ve muhabbet gösterirlerse, iyidir.

Şayet onlarınki dünya hesabına olursa kıymeti yoktur.

Çünki onlar da senin gibi âciz kullardır.

Maahâzâ ikinci şıkkı takib etmekte şirk-i hafî olduğu gibi, tahsili de mümkün değildir.

Evet bir maslahat için sultana müracaat eden adam, sultanı irza etmiş ise, o iş görülür.

Etmemiş ise halkın iltimasıyla çok zahmet olur.

Maamafih yine sultanın izni lâzımdır.

İzni de rızasına mütevakkıftır.

Mesnevi-i Nuriye - 185

DER YA RABBİ, YA RABBİ !

Şakıyan şu bülbüller 

Der ya Rabbi ya Rabbi,

Bunca lâler güller

Der ya Rabbi,ya Rabbi.


Ağaçlar yaprak yaprak

Yeşil, mavi, kara ak,

Ne varsa büyük ufak

Der ya Rabbi,ya Rabbi


Çayır çimen ot yonca

Lâle sümbül gül gonca

Yerde gezen karınca

Der ya Rabbi,ya Rabbi.


Kalp gözünü açıp bak,

Bir an olsun yok durmak,

Şu sular ırmak,ırmak 

Der ya Rabbi,ya Rabbi.


Ne mazi var ne ati 

Her günün her saati,

Bağrı yanık Necati,

Der ya Rabbi,ya Rabbi.

CEHENNEM ODUNU

 İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Senin iktidarın kısa, bekan az, hayatın mahdud, ömrünün günleri ma'dud ve her şeyin fânidir.

Öyle ise, şu kısa, fâni ömrünü fâni şeylere sarfetme ki, fâni olmasın.

Bâki şeylere sarfet ki, bâki kalsın.

   Evet yaşadığın ömürden dünyada göreceğin istifade ancak yüz sene olur.

Bu yüz sene ömrünü yüz tane hurma çekirdeği farzedelim.

Bu çekirdekler iska edilip muhafaza edilirse, ilâ-mâşâallah semere verecek yüz tane ağaç olur.

Aksi takdirde ateşe atıp yakmaktan başka bir istifadeyi temin etmez.

Kezalik senin o yüz senelik ömrün de, şeriat suyu ile iska ve âhirete sarfedilirse, âlem-i bekada ilelebed semerelerinden istifade edeceksin.

Binaenaleyh semeredar yüz tane hurma ağacını terk ve yüz tane çekirdeklerine kanaat ile aldanırsa, o adam, Hutame'ye (cehenneme) hatab olmaya lâyıktır.

Mesnevi-i Nuriye - 182

İKİ ALEMİN SAADETİ İMANDIR

 Eğer iman-ı âhiret bu geniş hanelerde hükmetse, birden samimî hürmet ve ciddî merhamet ve rüşvetsiz muhabbet ve muavenet ve hilesiz hizmet ve muaşeret ve riyasız ihsan ve fazilet ve enaniyetsiz büyüklük ve meziyet o hayatta inkişafa başlarlar.

Çocuklara der: "Cennet var, haylazlığı bırak." Kur'an dersiyle temkin verir.

Gençlere der: "Cehennem var, sarhoşluğu bırak." Aklı başlarına getirir.

Zalime der: "Şiddetli azab var, tokat yiyeceksin." Adalete başını eğdirir.

İhtiyarlara der: "Senin elinden çıkmış bütün saadetlerinden çok yüksek ve daimî bir uhrevî saadet ve taze, bâki bir gençlik seni bekliyorlar.

Onları kazanmağa çalış." Ağlamasını gülmeye çevirir.

Bunlara kıyasen cüz'î ve küllî herbir taifede hüsn-ü tesirini gösterir, ışıklandırır.

Nev'-i beşerin hayat-ı içtimaiyesiyle alâkadar olan içtimaiyyun ve ahlâkiyyunların kulakları çınlasın!

İşte iman-ı âhiretin binler faidelerinden işaret ettiğimiz beş-altı numunelerine sairleri kıyas edilse kat'î anlaşılır ki; iki cihanın ve iki hayatın medar-ı saadeti yalnız imandır.

Asa-yı Musa - 45

AHİRET İNANCI

 Eğer âhirete iman o haneye girse, birden ışıklandıracak, ortalarındaki münasebet ve şefkat ve karabet ve muhabbet kısacık bir zaman ölçüsüyle değil, belki dâr-ı âhirette saadet-i ebediyede dahi o münasebetlerin devamı ölçüsüyle samimî hürmet eder, sever, şefkat eder, sadakat eder, kusurlarına bakmaz gibi ahlâk yükseklenir.

Hakikî insaniyet saadeti o hanede başlar inkişafa.

Bu mana dahi hüccetlerle Risale-i Nur'da beyanına binaen kısa kesildi.

   Hem herbir şehir kendi ahalisine geniş bir hanedir.

Eğer iman-ı âhiret o büyük aile efradında hükmetmezse; güzel ahlâkın esasları olan ihlas, samimiyet, fazilet, hamiyet, fedakârlık, rıza-yı İlahî, sevab-ı uhrevî yerine garaz, menfaat, sahtekârlık, hodgâmlık, tasannu, riya, rüşvet, aldatmak gibi haller meydan alır.

Zahirî asayiş ve insaniyet altında, anarşistlik ve vahşet manaları hükmeder; o hayat-ı şehriye zehirlenir.

Çocuklar haylazlığa, gençler sarhoşluğa, kavîler zulme, ihtiyarlar ağlamağa başlarlar.

Asa-yı Musa - 44

EVİMİZ KÜÇÜK BİR CENNET

 Hem her insanın küçük bir dünyası, belki küçük bir cenneti dahi kendi hanesidir.

Eğer iman-ı âhiret o hanenin saadetinde hükmetmezse, o aile efradı, herbiri şefkat ve muhabbet ve alâkadarlığı derecesinde elîm endişeler ve azablar çeker.

O cenneti, cehenneme döner.

Veyahut muvakkat eğlenceler ve sefahetlerle aklını tenvim edip uyutur.

(Devekuşu gibi avcıyı görür, kaçamıyor, uçamıyor.

Başını kuma sokar, tâ görünmesin.) Başını gaflete sokar, tâ ölüm ve zeval ve firak onu görmesin.

Divanece, muvakkat, ibtal-i his nev'inden bir çare bulur.

Çünki mesela: Vâlide ruhunu feda ettiği evlâdını daima tehlikelere maruz gördükçe titrer.

Ve pederini ve kardeşini eksik olmayan belalardan kurtaramayan evlâdlar, daim bir keder, bir korkaklık hisseder.

Buna kıyasen, bu dağdağalı kararsız hayat-ı dünyeviyede o mes'ud zannedilen aile hayatı çok cihetlerle saadetini kaybeder ve kısacık bir hayattaki münasebet ve karabet dahi, hakikî sadakatı ve samimî ihlası ve garazsız bir hizmeti ve muhabbeti vermez.

Ahlâk o nisbette küçülür, belki sukut 

Asa-yı Musa - 44

29 Ağustos 2024 Perşembe

PEYGAMBER VE SELAVAT

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Cam, su, hava, âlem-i misal, ruh, akıl, hayal, zaman vesaire gibi, tecelli-i timsal akislere mahal ve mazhar olan çok şeyler vardır.

Maddiyat-ı kesifenin timsalleri hem münfasıl, hem ölü hükmündedirler.

Çünki asıllarına gayr oldukları gibi, asıllarının hâsiyetlerinden de mahrumdurlar.

Nuranîlerin timsalleri ise, asıllarıyla muttasıl ve asıllarının hâsiyetlerine mâlik ve asıllarına gayr değillerdir.

Binaenaleyh Cenab-ı Hak şemsin hararetini hayat, ziyasını şuur, ziyadaki renkleri duygu gibi yapmış olsa idi, senin elindeki âyinede temessül eden şemsin timsali seninle konuşacaktı.

Çünki o, timsalinde oldukça harareti, ziyası, renkleri olurdu.

Hararetiyle hayat bulurdu.

Ziyasıyla şuurlu olurdu.

Renkleri ile de duygulu olurdu.

Böyle olduktan sonra, seninle konuşabilirdi.

Bu sırra binaendir ki, Resul-i Ekrem (A.S.M.) kendisine okunan bütün salavat-ı şerifeye bir anda vâkıf olur.

Mesnevi-i Nuriye - 124

MÜLKÜ SAHİPLENMEK

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Eğer dünyanın veya vücudun mülkiyeti, zılliyeti sende ise taahhüd, tahaffuz, korku külfetleriyle nimetlerden lezzet alamazsın, daima rahatsız olursun.

Çünki noksanları tedarik, mevcudları telef olmaktan muhafaza ile daima evham, korkular, meşakkatlere mahal olursun.

Halbuki o nimetler, Mün'im-i Kerim'in taahhüdü altındadır.

Senin işin onun sofra-i ihsanından yeyip içmekle şükretmektir.

Şükürde bir zahmet yoktur.

Bilakis nimetin lezzetini arttırır.

Çünki şükür, nimette in'amı görmek demektir.

İn'amı görmek, nimetin zevalinden hasıl olan elemi def'eder.

Zira nimet zâil olduğunda, Mün'im-i Hakikî onun yerini boş bırakmaz, misliyle doldurur ve teceddüdünden lezzet alırsın.

   Evet

وَ اٰخِرُ دَعْوٰيهُمْ اَنِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ(Onların duaları şu sözler ile sona erer:Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.Yunus:10:10)

olan âyet-i kerime, hamdin ayn-ı lezzet olduğuna delalet eder.

Çünki hamd, in'am şeceresini, nimet semeresinde gösterir.

Ve bu vesile ile zeval-i nimetin tasavvurundan hasıl olan elem zâil olur.

Çünki şecerede çok semere vardır, biri giderse ötekisi yerine gelir.

Demek hamd, ayn-ı lezzettir.

Mesnevi-i Nuriye - 122

28 Ağustos 2024 Çarşamba

ŞİKAYETÇİ OLMAYA HAKKIN VAR MI?

 Ey insan-ı müşteki!

Sen madum kalmadın, vücud nimetini giydin, hayatı tattın, camid kalmadın, hayvan olmadın, İslâmiyet nimetini buldun, dalalette kalmadın, sıhhat ve selâmet nimetini gördün ve hâkeza...

   Ey nankör!

Daha sen nerede hak kazanıyorsun ki, Cenab-ı Hakk'ın sana verdiği mahz-ı nimet olan vücud mertebelerine mukabil şükretmeyerek; imkânat ve ademiyat nev'inde ve senin eline geçmediği ve sen lâyık olmadığın yüksek nimetlerin sana verilmediğinden bâtıl bir hırsla Cenab-ı Hak'tan şekva ediyorsun ve küfran-ı nimet ediyorsun?

Acaba bir adam; minare başına çıkmak gibi âlî derecatlı bir mertebeye çıksın, büyük makam bulsun, her basamakta büyük bir nimet görsün; o nimetleri verene şükretmesin ve desin: "Niçin o minareden daha yükseğine çıkamadım" diye şekva ederek ağlayıp sızlasın.

Ne kadar haksızlık eder ve ne kadar küfran-ı nimete düşer, ne kadar büyük divanelik eder, divaneler dahi anlar.

   Ey kanaatsız hırslı ve iktisadsız israflı ve haksız şekvalı gafil insan!

Kat'iyyen bil ki: Kanaat, ticaretli bir şükrandır; hırs, hasaretli bir küfrandır. Ve iktisad, nimete güzel ve menfaatli bir ihtiramdır.

İsraf ise, nimete çirkin ve zararlı bir istihfaftır.

Eğer aklın varsa, kanaata alış ve rızaya çalış.

Tahammül etmezsen "Yâ Sabûr" de ve sabır iste; hakkına razı ol, teşekki etme.

Kimden kime şekva ettiğini bil, sus.

Her halde şekva etmek istersen; nefsini Cenab-ı Hakk'a şekva et, çünki kusur 

Mektubat - 285

DÖRT ŞEY İÇİN

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Dört şey için dünyayı kesben değil, kalben terketmek lâzımdır:

   1- Dünyanın ömrü kısa olup, sür'atle zeval ve guruba gider.

Zevalin elemiyle, visalin lezzeti zeval buluyor.

   2- Dünyanın lezaizi zehirli bala benzer.

Lezzeti nisbetinde elemi de vardır.

   3- Seni intizar etmekte ve senin de sür'atle ona doğru gitmekte olduğun "kabir", dünyanın zînetli, lezzetli şeylerini hediye olarak kabul etmez.

Çünki dünya ehlince güzel addedilen şey, orada çirkindir.

   4- Düşmanlar ve haşerat-ı muzırra arasında bir saat durmakla dost ve büyükler meclisinde senelerce durmak arasındaki muvazene, kabir ile dünya arasındaki aynı muvazenedir.

Maahâzâ, Cenab-ı Hak da bir saatlik lezzeti terketmeye davet ediyor ki, senelerce dostlarınla beraber rahat edesin.

Öyle ise, kayıdlı ve kelepçeli olarak sevkedilmezden evvel, Allah'ın davetine icabet et.

   Fesübhanallah, Cenab-ı Hakk'ın insanlara fazl u keremi o kadar büyüktür ki, insana vedia olarak verdiği malı, büyük bir semeni ile insandan satın alır, ibka ve himaye eder.

Eğer insan o malı temellük edip Allah'a satmazsa, büyük bir belaya düşer.

Çünki o malı uhdesine almış oluyor.

Halbuki, kudreti taahhüde kâfi gelmiyor.

Çünki arkasına alırsa, beli kırılır; eli ile tutarsa, kaçar, tutulmaz.

En-nihayet meccanen fena olur gider, yalnız günahları miras kalır.

Mesnevi-i Nuriye - 125

GÜNEŞ HEM UZAK HEM YAKIN

 İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Sübhanallah ve Elhamdülillah cümleleri, Cenab-ı Hakk'ı Celal ve Cemal sıfatlarıyla zımnen tavsif ediyorlar.

"Celal" sıfatını tazammun eden "Sübhanallah", abdin ve mahlukun Allah'tan baîd olduklarına nâzırdır.

   Cemal sıfatını içine alan "Elhamdülillah", Cenab-ı Hakk'ın rahmetiyle abde ve mahlukata karib olduğuna işarettir.

Meselâ biri kurb, diğeri bu'd olmak üzere bize nâzır şemsin iki ciheti vardır.

Kurb cihetiyle hararet ve ziyayı veriyor.

Bu'd cihetiyle insanların mazarratlarından tahir ve safi kalıyor.

Bu itibarla insan şemse karşı yalnız kabil olabilir, fâil ve müessir olamaz.

   Kezalik -bilâ teşbih- Cenab-ı Hak rahmetiyle bize karib olduğu cihetle ona hamdediyoruz.

Biz ondan uzak olduğumuz cihetle onu tesbih ediyoruz.

Binaenaleyh rahmetiyle kurbüne bakarken hamdet.

Ondan baîd olduğuna bakarken, tesbih et.

Fakat her iki makamı karıştırma ve her iki nazarı birleştirme ki, hak ve istikamet mültebis olmasın.

Lâkin iltibas ve mezc olmadığı takdirde, her iki makamı ve her iki nazarı hem tebdil, hem cem'edebilirsin.

Evet "Sübhanallahi ve bihamdihi" her iki makamı cem'eden bir cümledir.

Mesnevi-i Nuriye - 124

HÜKMÜ KADER

 Eyyühel-Aziz!

   Nefis daima ızdırablar, kalâklar içinde evhamdan kurtulup tevekküle yanaşmıyor.

Hükm-ü Kadere razı olmuyor.

Halbuki şemsin tulû' ve gurubu muayyen ve mukadder olduğu gibi, insanın da bu dünyada tulû' ve gurubu ve sair mukadderatı, kalem-i kader ile cebhesinde yazılıdır.

İsterse başını taşa vursun ki, o yazıları silsin; fakat başı kırılır, yazılara bir şey olmaz hâ!

   Ve illâ muhakkak bilsin ki: Semavat ve Arz'ın haricine kaçıp kurtulamayan insan, Hâlık-ı Külli Şey'in rububiyetine muhabbetle rıza-dâde olmalıdır.

Mesnevi-i Nuriye - 122

27 Ağustos 2024 Salı

HAŞRİ İNKÂR EDENLER

 "Onlar, daha acib olan birinci yaratılışlarını şehadetle ikrar ettikleri halde, daha ehven, daha kolay ikinci yaratılışlarını uzak görüyorlar." Şu safhanın arkasında haşir ve neşrin pek kolay olduğunu tenvir eden büyük bir bürhan vardır.

   Ey haşir ve neşri inkâr eden kafasız!

Ömründe kaç defa cismini tebdil ediyorsun.

Sabah ve akşam elbiseni değiştirdiğin gibi her senede bir defa tamamıyla cismini tebdil ve tecdid ediyorsun, haberin var mıdır?

Belki her senede, her günde cisminden bir kısım şeyler ölür, yerine emsali gelir.

Bunu hiç düşünemiyorsun.

Çünki kafan boştur.

Eğer düşünebilseydin, her vakit âlemde binlerce numuneleri vukua gelen haşir ve neşri inkâr etmezdin.

Doktora git, kafanı tedavi ettir.

Mesnevi-i Nuriye - 121

26 Ağustos 2024 Pazartesi

BELA VE MUSİBETLER

 İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Dünyada sana ait çok emirler vardır.

Amma ne mahiyetlerinden ve ne âkıbetlerinden haberin olmuyor.

 .... Biri de bela ve musibetlerdir.

Bunlar zâildir, devamları yoktur.

Zevalleri düşünülürse, zıdları zihne gelir, lezzet verir.

   Biri de, sen burada misafirsin ve buradan da diğer bir yere gideceksin.

Misafir olan kimse, beraberce götüremediği bir şeye kalbini bağlamaz.

Bu menzilden ayrıldığın gibi, bu şehirden de çıkacaksın.

Ve keza bu fâni dünyadan da çıkacaksın.

Öyle ise, aziz olarak çıkmaya çalış.

Vücudunu Mûcidine feda et.

Mukabilinde büyük bir fiat alacaksın.

Çünki feda etmediğin takdirde, ya bâd-i heva zâil olur, gider; veya Onun malı olduğundan yine Ona rücu eder.

   Eğer vücuduna itimad edersen, ademe düşersin.

Çünki ancak vücudun terkiyle vücud bulunabilir.

Ve keza vücuduna kıymet vermek fikrinde isen, o vücuddan senin elinde ancak bir nokta kalabilir.

Bütün vücudun cihat-ı erbaasıyla ademler içerisinde kalır.

Amma o noktayı da elinden atarsan, vücudun tam manasıyla nurlar içinde kalır.

   Biri de dünyanın lezzetleridir.

Bu ise, kısmete bağlıdır.

Talebinde kalâka düşer.

Ve sür'at-i zevali itibariyle aklı başında olan onları kalbine alıp kıymet vermez.

   Dünyanın âkıbeti ne olursa olsun, lezaizi terketmek evlâdır.

Çünki âkıbetin ya saadettir, saadet ise şu fâni lezaizin terkiyle olur.

Veya şekavettir.

Ölüm ve i'dam intizarında bulunan bir adam, sehpanın tezyin ve süslendirilmesinden zevk ve lezzet alabilir mi?

Dünyasının âkıbetini küfür saikasıyla adem-i mutlak olduğunu tevehhüm eden adam için de, terk-i lezaiz evlâdır.

Çünki o lezaizin zevaliyle vukua gelen hususî ve mukayyed ademlerden adem-i mutlakın elîm elemleri her dakikada hissediliyor.

Bu gibi lezzetler, o elemlere galebe edemez.

Mesnevi-i Nuriye - 119

22 Ağustos 2024 Perşembe

GURUR VE SÜİZAN

  Üçüncü Hastalık: 

   "Gurur"dur.

   Evet gurur ile insan maddî ve manevî kemalât ve mehasinden mahrum kalır.

Eğer gurur saikasıyla başkaların kemalâtına tenezzül etmeyip, kendi kemalâtını kâfi ve yüksek görürse, o insan nâkıstır.

Böyle insanlar, malûmat ve keşfiyatlarını daha yüksek görmekle, eslaf-ı izamın irşadat ve keşfiyatlarından mahrum kalırlar.

Ve evhama maruz kalarak bütün bütün çizgiden çıkarlar.

Halbuki eslaf-ı izamın kırk günde yaptıkları bir keşfiyatı, bunlar kırk senede bulamazlar.

   Dördüncü Hastalık: 

   "Sû'-i zan"dır.

   Evet insan hüsn-ü zanna memurdur.

İnsan, herkesi kendisinden üstün bilmelidir.

Kendisinde bulunan sû'-i ahlâkı, sû'-i zan saikasıyla başkalara teşmil etmesin.

Ve başkaların bazı harekâtını, hikmetini bilmediğinden, takbih etmesin.

Binaenaleyh eslaf-ı izamın hikmetini bilmediğimiz bazı hallerini beğenmemek, sû'-i zandır.

Sû'-i zan ise, maddî ve manevî içtimaiyatı zedeler.

Mesnevi-i Nuriye - 66

KİBİR

  İkinci Hastalık: 

   "Ucb"dur.

   Arkadaş!

Ye'se düşen adam, azabdan kurtulmak için, istinad edecek bir noktayı aramaya başlar.

Bakar ki, bir miktar hasenat ve kemalâtı var, hemen o kemalâtına bel bağlar.

Güvenerek der ki: "Bu kemalât beni kurtarır, yeter" diye bir derece rahat eder.

Halbuki a'male güvenmek ucbdur.

İnsanı dalalete atar.

Çünki insanın yaptığı kemalât ve iyiliklerde hakkı yoktur; mülkü değildir, onlara güvenemez.

   Hem insanın vücudu ve cesedi bile onun değildir.

Çünki kendisinin eser-i san'atı değildir.

O vücudu yolda bulmuş, lakîta olarak temellük de etmiş değildir.

Kıymeti olmayan şeylerden olduğu için yere atılmış da insan almış değildir.

Ancak o vücud hâvi olduğu garib san'at, acib nakışların şehadetiyle, bir Sâni'-i Hakîm'in dest-i kudretinden çıkmış kıymetdar bir hane olup, insan o hanede emaneten oturur.

O vücudda yapılan binlerce tasarrufattan ancak bir tane insana aittir.

   Ve keza esbab içerisinde en eşref, en kuvvetli bir ihtiyar sahibi insan iken, ef'al-i ihtiyariye namıyla kendisine mal zannettiği ef'alin ekl, şürb gibi en âdi bir fiilin husulünde, yüz cüz'ünden ancak bir cüz'ü insana aittir.

   Ve keza insanın elindeki ihtiyar pek dardır.

Havâssının en genişi hayal olduğu halde, o hayal akıl ve aklın semerelerini ihata edemez.

Bunları, bu kadar büyük iken, nasıl daire-i ihtiyarına idhal edip, onlarla iftihar ediyorsun?

   Ve keza şuurî olmaksızın, senin lehine ve aleyhine çok fiiller cereyan etmektedir.

O fiiller şuurî oldukları halde, şuurun taalluk etmediğinden sabit olur ki, o fiillerin fâili bir Sâni'-i Zîşuur'dur.

Ne sen fâilsin ve ne senin esbabın...

Binaenaleyh mâlikiyet davasından vazgeç.

Kendini mehasin ve kemalâta masdar olduğunu zannetme.

Ve kat'iyyen bil ki, senden sana yalnız noksan ve kusur vardır.

Çünki sû'-i ihtiyarınla, sana verilen kemalâtı bile tağyir ediyorsun.

Senin hanen hükmünde bulunan cesedin bile emanettir.

Mehasinin hep mevhubedir; seyyiatın meksûbedir.

Binaenaleyh

لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ وَلَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ اِلَّا بِاللّٰهِ

de.

Mesnevi-i Nuriye - 65

ÜMİTSİZLİK

 Hâtime 

  (Şu hâtime, dört çeşit hastalıkları beyan eder ve tedavi çarelerini gösterir.) 

   Birinci Hastalık: 

   "Ye's"tir.

   Arkadaş!

Amele ve taate muvaffak olamayan azabdan korkar, yeise düşer.

Böyle bir me'yusun gözüne, dinî mes'elelere münafî edna ve zayıf bir emare, kocaman bir bürhan görünür.

Böyle birkaç emareyi elde eder etmez, diğer emarelerin saikasıyla ilân-ı isyan ederek İslâm dairesinden çıkar, şeytanın ordusuna iltihak eder.

Binaenaleyh a'male muvaffak olamayanlar, yeise düşmemek için şu âyete müracaat etsin:

قُلْ يَا عِبَادِىَ الَّذ۪ينَ اَسْرَفُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِ اِنَّ اللّٰهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَم۪يعًا اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ

Mesnevi-i Nuriye - 65

KALP AYNASI

 İşte mürşidin ruhu ve kalbi bir âyinedir.

Cenab-ı Hak'tan gelen feyze ma'kes olur, müridine aksedilmesine de vesile olur.

Vesilelikten fazla feyiz noktasında makam verilmemek lâzımdır.

Hattâ bazı olur ki, masdar telakki edilen bir üstad, ne mazhardır, ne de masdardır.

Belki müridinin safvet-i ihlasıyla ve kuvvet-i irtibatıyla ve ona hasr-ı nazar ile o mürid başka yolda aldığı füyuzatı, üstadının mir'at-ı ruhundan gelmiş görüyor.

Nasılki bazı adam, manyetizma vasıtasıyla bir cama dikkat ede ede âlem-i misale karşı hayalinde bir pencere açılır.

O âyinede çok garaibi müşahede eder.

Halbuki âyinede değil, belki âyineye olan dikkat-i nazar vasıtasıyla âyinenin haricinde hayaline bir pencere açılmış görüyor.

Onun içindir ki, bazan nâkıs bir şeyhin hâlis müridi, şeyhinden daha ziyade kâmil olabilir ve döner şeyhini irşad eder ve şeyhinin şeyhi olur.

Mesnevi-i Nuriye - 175

GASP SUÇU ZULÜM

  Beşinci Mes'ele: 

   Nasılki bir cemaatın malı bir adama verilse zulüm olur.

Veya cemaata ait vakıfları bir adam zabtetse zulmeder.

Öyle de: Cemaatın sa'yleriyle hasıl olan bir neticeyi veya cemaatın haseneleriyle terettüb eden bir şerefi, bir fazileti, o cemaatın reisine veya üstadına vermek; hem cemaata, hem de o üstad veya reise zulümdür.

Çünki enaniyeti okşar, gurura sevkeder.

Kendini kapıcı iken, padişah zannettirir.

Hem kendi nefsine de zulmeder.

Belki bir şirk-i hafîye yol açar.

Evet bir kal'ayı fetheden bir taburun ganîmetini ve muzafferiyet şerefini, binbaşısı alamaz.

Evet üstad ve mürşid, masdar ve menba telakki edilmemek gerektir.

Belki mazhar ve ma'kes olduklarını bilmek lâzımdır.

Meselâ: Hararet ve ziya, sana bir âyine vasıtasıyla gelir.

Senden Güneş'e karşı minnettar olmaya bedel, âyineyi masdar telakki edip, Güneş'i unutup, ona minnettar olmak, divaneliktir.

Evet âyine muhafaza edilmeli, çünki mazhardır.

Mesnevi-i Nuriye - 175

MADDE VE MANA

 Bütün bunlar önümüzdeki dönemlerde madde ve mânâyı birlikte alan, insanı ve hayatı bütün yönleri ile değerlendiren yaklaşımların gelecekte hakim olacağının işaretleri gibidir. Gelecekte teknoloji, silâh ve paranın değil; sevginin, inancın ve mâneviyatın hakim olacağı artık görünür hâle gelmiştir. Daha önce maddî âlemi kendi iç dinamikleri ile algılayıp bütün işleyişi bu alana ve bu alanın kendi algıladığı şekline sınırlı zanneden insanlık ve bilim eşyayı tanıdıkça önüne çıkan baş döndürücü manzara karşısında acziyetinin farkına varmış ve varlık âleminin işleyişini kendi keyfine göre şekillendirme hevesinden vazgeçmiş gibidir.

Yeni dönemde varlık ve benlik ilişkileri sadece maddî alana sınırlı ve fiziksel etkileşim ya da faydacılık etrafında şekillenmiş olmayacak arka planda olan ancak işleyişteki yeri çok önemli olan değerler de fark edilecektir. Bu çerçevede duânın gücü fark edilecek maddî gücün ötesinde çok güçlü bir inancın sonuca ulaşmak için ne denli önemli olduğu anlaşılacaktır. Bu bir yönü ile varlığın bütününde bir ruhun var olduğundan haberdar olmak ve varlıkla daha sağlıklı iletişim kurmak anlamına gelecektir. Bu iletişim daha mutlu ve huzur benlikler doğuracaktır.

20 Ağustos 2024 Salı

MÜNACAAT

 Ey Rabb-i Rahîmim ve ey Hâlık-ı Kerimim!

Benim sû'-i ihtiyarımla ömrüm ve gençliğim zayi' olup gitti.

Ve o ömür ve gençliğin meyvelerinden elimde kalan, elem verici günahlar, zillet verici elemler, dalalet verici vesveseler kalmıştır.

Ve bu ağır yük ve hastalıklı kalb ve hacaletli yüzümle kabre yakınlaşıyorum.

Bilmüşahede göre göre, gayet sür'atle, sağa ve sola inhiraf etmeyerek, ihtiyarsız bir tarzda, vefat eden ahbab ve akran ve akaribim gibi kabir kapısına yanaşıyorum.

O kabir, bu dâr-ı fâniden firak-ı ebedî ile ebedü'l-âbâd yolunda kurulmuş, açılmış evvelki menzil ve birinci kapıdır.

Ve bu bağlandığım ve meftun olduğum şu dâr-ı dünyayı, kat'î bir yakîn ile anladım ki; hêliktir gider ve fânidir ölür.

Ve bilmüşahede içindeki mevcudat dahi, birbiri arkasından kafile kafile göçüp gider, kaybolur.

Hususan benim gibi nefs-i emmareyi taşıyanlara şu dünya çok gaddardır, mekkârdır.

Bir lezzet verse, bin elem takar çektirir.

Bir üzüm yedirse, yüz tokat vurur.

   Ey Rabb-i Rahîmim ve ey Hâlık-ı Kerimim!

كُلُّ اٰتٍ قَر۪يبٌ sırrıyla ben şimdiden görüyorum ki: Yakın bir zamanda kefenimi giydim, tabutuma bindim, dostlarıma veda eyledim.

Kabrime teveccüh edip giderken, senin dergâh-ı rahmetinde, cenazemin lisan-ı haliyle, ruhumun lisan-ı kàliyle bağırarak derim: "El-Aman el-Aman!

Yâ Hannan!

Yâ Mennan!

Beni günahlarımın hacaletinden kurtar!"

   İşte kabrimin başına ulaştım, boynuma kefenimi takıp kabrimin başında uzanan cismimin üzerine durdum.

Başımı dergâh-ı rahmetine kaldırıp bütün kuvvetimle feryad edip nida ediyorum: "El-Aman el-Aman!

Yâ Rahman!

Yâ Hannan!

Yâ Mennan!

Beni günahlarımın ağır yüklerinden halas eyle!"

   İşte kabrime girdim, kefenime sarıldım.

Teşyi'ciler beni bırakıp gittiler.

Senin afv ü rahmetini intizar ediyorum.

Ve bilmüşahede gördüm ki: Senden başka melce' ve mence' yok.

Günahların çirkin yüzünden ve masiyetin vahşi şeklinden ve o mekânın darlığından bütün kuvvetimle nida edip: El-Aman, el-Aman!

Yâ Rahman!

Yâ Hannan!

Yâ Mennan!

Yâ Deyyan!

Beni çirkin günahlarımın arkadaşlıklarından kurtar, yerimi genişlettir.

İlahî!

Senin rahmetin melceimdir ve Rahmeten lil-Âlemîn olan Habib'in (A.S.M.) senin rahmetine yetişmek için vesilemdir.

Senden şekva değil, belki nefsimi ve halimi sana şekva ediyorum.

   Ey Hâlık-ı Kerimim ve ey Rabb-i Rahîmim!

Senin Said ismindeki mahlukun ve masnuun ve abdin hem âsi, hem âciz, hem gafil, hem cahil, hem alîl, hem zelil, hem müsi', hem müsinn, hem şakî, hem seyyidinden kaçmış bir köle olduğu halde, kırk sene sonra nedamet edip senin dergâhına avdet etmek istiyor.

Senin rahmetine iltica ediyor.

Hadsiz günah ve hatiatlarını itiraf ediyor.

Evham ve türlü türlü illetlerle mübtela olmuş.

Sana tazarru' ve niyaz eder.

Eğer kemal-i rahmetinle onu kabul etsen, mağfiret edip rahmet etsen; zâten o senin şânındır.

Çünki Erhamürrâhimînsin.

Eğer kabul etmezsen, senin kapından başka hangi kapıya gideyim?

Hangi kapı var?

Senden başka Rab yok ki, dergâhına gidilsin.

Senden başka hak Mabud yoktur ki, ona iltica edilsin!..

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اَنْتَ وَحْدَكَ لَا شَر۪يكَ لَكَ اٰخِرُ الْكَلَامِ فِى الدُّنْيَا وَ اَوَّلُ الْكَلَامِ فِى الْاٰخِرَةِ وَ فِى الْقَبْرِ اَشْهَدُ اَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ تَعَالٰى عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ

Mesnevi-i Nuriye - 168

19 Ağustos 2024 Pazartesi

KIYMETLİ ŞEYLERİN İADESİ

  DÖRDÜNCÜ NOTA: 

   Bil ki: Ekseriyetle Fâtır-ı Hakîm'in âdetidir, ehemmiyetli ve kıymetdar şeyleri aynıyla iade ediyor.

Yani, ekser eşyanın misliyle tazelenmesi, mevsimlerin tebeddülünde, asırların değişmesinde o kıymetdar ehemmiyetli şeyleri aynıyla iade ediyor.

Yevmî ve senevî ve asrî haşirlerin umumunda, şu kaide-i âdetullah ekseriyetle muttarid görünüyor.

İşte bu sabit kaideye binaen deriz: Madem fünunun ittifakıyla ve ulûmun şehadetiyle, hilkat şeceresinin en mükemmel meyvesi insandır.

Ve mahlukat içinde en ehemmiyetli insandır.

Ve mevcudat içinde en kıymetdar insandır.

Ve insanın bir ferdi, sair hayvanatın bir nev'i hükmündedir.

Elbette kat'î bir hads ile hükmedilir ki, haşir ve neşr-i ekberde beşerin herbir ferdi aynıyla, cismiyle, ismiyle, resmiyle iade edilecektir.

Mesnevi-i Nuriye - 151

17 Ağustos 2024 Cumartesi

İNSANIN VAZİFESİ

 Demek ki, insanın vazife-i fıtriyesi; taallümle tekemmüldür, dua ile ubudiyettir.

Yani: "Kimin merhametiyle böyle hakîmane idare olunuyorum?

Kimin keremiyle böyle müşfikane terbiye olunuyorum?

Nasıl birisinin lütuflarıyla böyle nâzeninane besleniyorum ve idare ediliyorum?" bilmektir.

Ve binden ancak birisine eli yetişemediği hâcatına dair Kàdıyü'l-Hâcat'a lisan-ı acz ve fakr ile yalvarmaktır ve istemek ve dua etmektir.

Yani aczin ve fakrın cenahlarıyla makam-ı a'lâ-yı ubudiyete uçmaktır.

   Demek insan bu âleme ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir.

Mahiyet ve istidad itibariyle herşey ilme bağlıdır.

Ve bütün ulûm-u hakikiyenin esası ve madeni ve nuru ve ruhu; marifetullahtır ve onun üssü'l-esası da iman-ı billahtır.

   Hem insan, nihayetsiz acziyle nihayetsiz beliyyata maruz ve hadsiz a'danın hücumuna mübtela ve nihayetsiz fakrıyla beraber nihayetsiz hâcata giriftar ve nihayetsiz metalibe muhtaç olduğundan, vazife-i asliye-i fıtriyesi, imandan sonra "dua"dır.

Dua ise, esas-ı ubudiyettir.

Nasıl bir çocuk, eli yetişmediği bir meramını, bir arzusunu elde etmek için, ya ağlar, ya ister.

Yani ya fiilî, ya kavlî lisan-ı acziyle bir dua eder.

Maksuduna muvaffak olur.

Öyle de: İnsan bütün zîhayat âlemi içinde nazik, nâzenin, nazdar bir çocuk hükmündedir.

Rahmanürrahîm'in dergâhında; ya zaaf ve acziyle ağlamak veya fakr ve ihtiyacıyla dua etmek gerektir.

Tâ ki, makasıdı ona musahhar olsun veya teshirin şükrünü eda etsin.

Yoksa bir sinekten vaveylâ eden ahmak ve haylaz bir çocuk gibi; ben kuvvetimle bu kabil-i teshir olmayan ve bin derece ondan kuvvetli olan acib şeyleri teshir ediyorum ve fikir ve tedbirimle kendime itaat ettiriyorum deyip küfran-ı nimete sapmak, insaniyetin fıtrat-ı asliyesine zıd olduğu gibi, şiddetli bir azaba kendini müstehak eder.

Sözler - 316

EY İNSAN AKLINI BAŞINA AL

 Aklını başına al.

Sen ve hususî dünyan, daimî zeval ve fena darbesine maruzsunuz.

Senin bu galat-ı hissin ve mağlatan şu misale benzer ki:

   Bir adam elinde olan âyinesini bir hane veya bir şehre veya bir bahçeye karşı tutsa; misalî bir hane, bir şehir, bir bahçe o âyinede görünür.

Edna bir hareket ve küçük bir tagayyür âyinenin başına gelse, o hayalî hane ve şehir ve bahçede herc ü merc ve karışıklık düşer.

Hariçteki hakikî hane, şehir ve bahçenin devam ve bekası sana faide vermez.

Çünki senin elindeki âyinedeki hane ve sana ait şehir ve bahçe, yalnız âyinenin sana verdiği mikyas ve mizan iledir.

Senin hayatın ve ömrün, âyinedir.

Senin dünyanın direği ve âyinesi ve merkezi, senin ömrün ve hayatındır.

Her dakikada o hane ve şehir ve bahçenin ölmesi mümkün ve harab olması muhtemel olduğundan, her dakika senin başına yıkılacak ve senin kıyametin kopacak bir vaziyettedir.

Madem öyledir; sen, bu hayatına ve dünyana, çekemedikleri ve kaldıramadıkları yükleri yükletme!..

Mesnevi-i Nuriye - 150

CAHİL İNSAN

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   İnsan ne kadar cahil ve gafildir.

Ne kadar yolunu şaşırmış, nefsine zarar veriyor.

Dokuz vecihle menfaatı muhakkak, yalnız bir vecihle zararı mevhum olan büyük bir hayr-ı azîmi terk, dalaleti irtikâb eder.

Evet sofestaînin bir şübhesi için, binlerce menfaat delilleri olan hidayeti terkediyor.

   Halbuki insan çok vehham, ihtiyatlı olduğuna nazaran, dünyevî bir işde onda bir zarar ihtimali varsa içtinab eder.

Âhiret işi olursa onda dokuz zarar ihtimali olduğu halde, içtinab etmez.

İşte cehalet bu kadar olur.

Mesnevi-i Nuriye - 147

TEFEKKÜR VE GAFLET

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Tefekkür, gafleti izale eder.

Dikkat, teemmül; evham zulümatını dağıtıyor.

Lâkin nefsinde, bâtınında, hususî ahvalinde tefekkür ettiğin zaman derinden derine tafsilat ile tedkikat yap.

Fakat âfâkî, haricî, umumî ahvalâta teemmül ettiğin vakit sathî, icmalî düşün, tafsilata geçme.

Çünki icmalde, fezlekede olan kıymet ve güzellik, tafsilatında yoktur.

Hem de âfâkî tefekkür, dipsiz denize benziyor, sahili yoktur.

İçine dalma, boğulursun.

   Arkadaş!

Nefsî tefekkürde tafsilatlı, âfâkî tefekkürde ise icmalî yaparsan, vahdete takarrub edersin.

Aksini yaptığın takdirde kesret fikrini dağıtır, evham seni havalandırır.

Enaniyetin kalınlaşır, gafletin kuvvet bulur, tabiata kalbeder.

İşte dalalete îsal eden kesret yolu budur.

Mesnevi-i Nuriye - 147

16 Ağustos 2024 Cuma

KUR'ANI DİNLERKEN

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Kur'an-ı Kerim okunurken istima'ında bulunduğun zaman muhtelif şekillerde dinleyebilirsin:

   1- Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, nübüvvet kürsüsüne çıkıp nev'-i beşere hitaben Kur'anın âyetlerini tebliğ ederken, kıraatini kalben ve hayalen dinlemek için kulağını o zamana gönder.

O fem-i mübarekinden çıkar gibi dinlemiş olursun.

   2- Veya Cebrail (A.S.) Hazret-i Muhammed'e (A.S.M.) tebliğ ederken her iki Hazretin arasında yapılan tebliğ tebellüğ vaziyetini dinler gibi ol.

   3- Veya Kab-ı Kavseyn makamında, yetmiş bin perde arkasında Mütekellim-i Ezelî'nin Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'a olan tekellümünü dinler gibi hayalî bir vaziyete gir.

Mesnevi-i Nuriye - 140

15 Ağustos 2024 Perşembe

MÜSLÜM SIFATI

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Cenab-ı Hak seni ademden vücuda ve vücudun pek çok eşkâl ve vaziyetlerinden en yükseği müslim sıfatıyla insan suretine getirmiştir.

Mebde-i hareketin ile son aldığın suret arasında müteaddid vaziyetlerin, menzillerin ve etvar ve ahvalin herbirisi sana ait nimetler defterine kaydedilmiştir.

Bu itibarla, senin geçirmiş olduğun zaman şeridine elmas gibi nimetler dizilmiş, tam bir gerdanlık veya nimetlerin enva'ına bir fihriste şeklini veriyor. Binaenaleyh geçirmiş olduğun vücudun her menzilinde ve vaziyetinde, etvarında, ahvalinde: "Nasıl bu nimete vâsıl oldun?

Ne ile müstehak oldun?

Ve şükründe bulundun mu?" diye suale çekileceksin.

Çünki vukua gelen haller suale tâbidir.

Amma imkânda kalıp vukua gelmeyen şeyler suale tâbi değildir.

Geçirmiş olduğun ahval, vukuattır.

Gelecek ahvalin ademdir.

Vücud mes'uldür, adem ise mes'ul değildir.

Öyle ise, mazide şükrünü eda etmediğin nimetlerin şükrünü kaza etmek lâzımdır.

Mesnevi-i Nuriye - 136

İNSAN FITRATI

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Fıtrat-ı insaniyenin garib bir hali, gaflet zamanında letaif ile havâssın hükümlerini, iltibas ile birbirine benzetir, tefrik edemez.

Meselâ: El ile gözü birbirine benzetip hizmetlerini ve vazifelerini tefrik edemeyen bir mecnun, yüksekte gözüyle gördüğü bir şeyi almak için elini uzatıyor.

El gözün komşusu olduğu münasebetle, onun yaptığı işi, el de yapabilir zanneder.

   Kezalik insan-ı gafil, kendi şahsına ait edna, cüz'î bir tanzimden âciz olduğu halde gururuyla, hayaliyle Cenab-ı Hakk'ın ef'aline tahakküm ile el uzatıyor.

   Yine insanın fıtratında acib bir hal: İnsanın efradı arasında cismen ve sureten ayrılık varsa da pek azdır.

Amma manen ve ruhen, aralarında zerre ile şems arasındaki ayrılık kadar bir ayrılık vardır.

Fakat sair hayvanat öyle değildir.

Meselâ balık ile kuş, kıymet-i ruhiyece birbirine pek yakındırlar.

En küçüğü en büyüğü gibidir.

Çünki insanın kuvve-i ruhiyesi tahdid edilmemiştir.

Enaniyet ile o kadar aşağı düşerler ki, zerreye müsavi olur.

Ubudiyet ile de o kadar yükseğe çıkıyor ki, iki cihanın güneşi olur.

-Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm gibi.-

Mesnevi-i Nuriye - 128

14 Ağustos 2024 Çarşamba

KUR'AN VE TEKRARI

 Tekerrür ettikçe misk gibi kokar.

   - Kur'an kalblere kut ve gıdadır.

Ruhlara şifadır.

Gıdanın tekrarı kut'u artırır.

Tekerrür etmekle daha me'luf ve me'nus olduğundan, lezzeti artar.

   - İnsan maddî hayatında; her anda havaya, her vakit suya, her zaman ve her gün gıdaya, her hafta ziyaya muhtaçtır.

Bunların tekerrürü haddizâtında tekerrür olmayıp, ihtiyaçların tekerrürü içindir.

Kezalik insan hayat-ı ruhiyesi cihetiyle Kur'anda zikredilen bütün nevilere muhtaçtır.

Bazı nevilere her anda muhtaçtır.

"Hüvallah" gibi.

Çünki ruh bunun ile nefes alıyor.

Bazı nevilere her vakit, bazılarına her zaman muhtaçtır.

İşte hayat-ı kalbiyenin ihtiyaçlarına binaen Kur'an tekrarlar yapıyor.

Meselâ: "Bismillah", hava-i nesîmî gibi kalbi ve ruhu tatmin ettiğinden kesret-i ihtiyaca binaen Kur'anda çok tekrar edilmiştir.

......

 Hülâsa: 

   Kur'an hem zikirdir, hem fikirdir, hem hikmettir, hem ilimdir, hem hakikattir, hem şeriattır, hem sadırlara şifa, mü'minlere hüda ve rahmettir.

Mesnevi-i Nuriye - 128

Mesnevi-i Nuriye - 127

GÜNAH VE KÜFÜR

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Masiyetin mahiyetinde, bilhâssa devam ederse, küfür tohumu vardır.

Çünki o masiyete devam eden, ülfet peyda eder.

Sonra ona âşık ve mübtela olur.

Terkine imkân bulamayacak dereceye gelir.

Sonra o masiyetinin ikaba mûcib olmadığını temenniye başlar.

Bu hal böylece devam ettikçe, küfür tohumu yeşillenmeye başlar.

En-nihayet, gerek ikabı ve gerek dârü'l-ikabı inkâra sebeb olur.

   Ve keza masiyete terettüb eden hacaletten dolayı, o masiyetin masiyet olmadığını iddia etmekle, o masiyete muttali olan melekleri bile inkâr eder.

Hattâ şiddet-i hacaletten yevm-i hesabın gelmeyeceğini temenni eder.

   Şayet yevm-i hesabı nefyeden edna bir vehmi bulursa, o vehmi kocaman bir bürhan addeder.

En-nihayet nedamet edip terketmeyenlerin kalbi küsufa tutulur, mahvolur gider.

-El'iyazü billah-

Mesnevi-i Nuriye - 126

13 Ağustos 2024 Salı

YENİ DÜNYA DÜZENİ VE KARGAŞA POLİTİKASI


 Dünya düzenini bozan savaşlar, masumların ölmesine ve yaşanır yerlerin de yaşanamaz hale gelmesine sebep oluyor. Seneler önce Irak İran savaşı, dün Suriye Afganistan iç savaşı, bu gün Rusya Ukraynayı işgal hareketi ve sonunda tüm dünyayı rahatsız eden İsrail işgali ile başlayan kanlı Filistin katliyamı.


Dünya tabiri caiz ise kaynıyor.Gücü elinde bulunduranlar; Birleşmiş milletler denilen, dünya ülkeleri arasında barış ve düzeni sağlamak için kurulan güvenlik teşkilatlarına da aldırış etmeden zulme devam ediyor.İnsanlar ölüyor ülkeler işgal ediliyor, birçok maddi manevi zararlar ile karşı karşıya kalınıyor.Gücü elinde bulunduran ve söz sahibi olan devletler ise ya göz yumuyor ya da zalimin yanında yer alıp ona destek oluyor.


-Yeni dünya düzeni kurma sevdası:

Her milletin ve her inasanın en büyük haklarından olan, yaşama hakkı elinden alınıp topraklar haksız ve hukuksuz bir şekilde gasbediliyor.İnsanlık ölüyor mazlumlar göz yaşı döküyor zalimlar zulme devam ederken tüm dünya seyrediyor.


Ülkeler arası çatışmalar dünyayı ilgilendirmesi gerekirken sessiz kalınarak işgalci ve zalimin daha çok şımarmasına ve kan dökmesine sebep olunuyor.


Kapı arkasında gizli yapılan anlaşmalar işgallere göz yummak suretiyle açığa çıkıyor.Bu şekilde planların uygulama safhasına geçiliyor.  Sevr anlaşmasının BOP ile hayata geçirilmeye çalışılması gibi.


DAHİLDEKİ SİYASİ PLAN; Dünyada bu durum devam ederken, ülkemizdeki iç siyasette malesef bundan farklı gözükmüyor.İtifaklarla millet ayrıştırılırken yeni ittifaklar ile güya dünya düzenini sağlamaya çalışan ırkçı bir zihniyet söz sahibi oluyor.Demokrasi ve insan haklarını hiçe sayanlar hani İsrail'e 24 saat mühlet veriyordunuz...! ırkçı zalim İsrail'e kafa tutmaya çalışıyordunuz.

Tek adam dikdatörlüğünün savunucusu olan iktidar destekçisi sözde milliyetçiler, bu günlerde Filistin yanlısı millet ittifakı partilerin liderlerini  ve güya Filistin destekçilerini de, bu hususta ittifak yapmaya davet ediyor.


Ne oldu? Yoksa Cumhur ittifakı zayıfladı da, yeni destekçiye mi ihtiç var? O bu değil, samimi olmak gerekir. Bu gün tüm dünya milletlerinin demokrasi ve insan hakları savunuculuğuna ihtiyaçları var.

Gelin birlikte önce ülke huzurunu demokrasi ile sağlayalım, sonra da dünyaya bu konu da örnek olup dünya milletlerinin huzuru için; Demokratlar başta olmak üzere, herkese çağrı  yapalım. 

Neredesiniz ? Ey insan hakları savunucuları  diye...!

GECE VE GENÇLİK

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

Geceye benzeyen gençliğim zamanında gözlerim uyumuş idi, ancak ihtiyarlık sabahıyla uyandım, mealinde olan:

وَ عَيْن۪ى قَدْ نَامَتْ بِلَيْلِ شَب۪يبَت۪ى ٭ وَ لَمْ تَنْتَبِهْ اِلَّا بِصُبْحِ مَش۪يبِ

şiirin şümulüne dâhilim.

Çünki gençliğimde en yüksek bir intibah şâhikasına çıktığımı sanıyordum.

Şimdi anlıyorum ki, o intibah intibah değilmiş.

Ancak uykunun en derin kuyusunda bulunmaktan ibaret imiş.

Binaenaleyh medenîlerin iftihar ile dem vurdukları tenevvür-ü intibahları, benim gençlik zamanımdaki intibah kabilesinden olsa gerektir.

   Onların misali, rü'yasında güya uyanıp, rü'yasını halka hikâye eden naim meselidir.

Halbuki rü'yasında onun o intibahı, uykunun hafif perdesinden derin ve kalın bir perdeye intikal ettiğine işarettir.

Böyle bir naim ölü gibidir.

Yarıbuçuk uykuda bulunan insanları nasıl ikaz edebilir?

   Ey uykuda iken kendilerini ayık zannedenler!

Umûr-u diniyede müsamaha veya teşebbühle medenîlere yanaşmayın.

Çünki aramızdaki dere pek derindir.

Doldurup hatt-ı muvasalayı temin edemezsiniz.

Ya siz de onlara iltihak edersiniz veya dalalete düşer boğulursunuz.

Mesnevi-i Nuriye - 125

DÜNYA VE TERK

  İ'lem Eyyühel-Aziz!


   Dört şey için dünyayı kesben değil, kalben terketmek lâzımdır:

   1- Dünyanın ömrü kısa olup, sür'atle zeval ve guruba gider.

Zevalin elemiyle, visalin lezzeti zeval buluyor.

   2- Dünyanın lezaizi zehirli bala benzer.

Lezzeti nisbetinde elemi de vardır.

   3- Seni intizar etmekte ve senin de sür'atle ona doğru gitmekte olduğun "kabir", dünyanın zînetli, lezzetli şeylerini hediye olarak kabul etmez.

Çünki dünya ehlince güzel addedilen şey, orada çirkindir.

   4- Düşmanlar ve haşerat-ı muzırra arasında bir saat durmakla dost ve büyükler meclisinde senelerce durmak arasındaki muvazene, kabir ile dünya arasındaki aynı muvazenedir.

Maahâzâ, Cenab-ı Hak da bir saatlik lezzeti terketmeye davet ediyor ki, senelerce dostlarınla beraber rahat edesin.

Öyle ise, kayıdlı ve kelepçeli olarak sevkedilmezden evvel, Allah'ın davetine icabet et.

   Fesübhanallah, Cenab-ı Hakk'ın insanlara fazl u keremi o kadar büyüktür ki, insana vedia olarak verdiği malı, büyük bir semeni ile insandan satın alır, ibka ve himaye eder.

Eğer insan o malı temellük edip Allah'a satmazsa, büyük bir belaya düşer.

Çünki o malı uhdesine almış oluyor.

Halbuki, kudreti taahhüde kâfi gelmiyor.

Çünki arkasına alırsa, beli kırılır; eli ile tutarsa, kaçar, tutulmaz.

En-nihayet meccanen fena olur gider, yalnız günahları miras kalır.

Mesnevi-i Nuriye - 125

EMİR KULUNUN KEYFİ MUAMELESİ

 Cuma namazı ve keyfi muamele

Millet Kürsüsü

31 Mayıs 2020, Pazar

Bugün (29 Mayıs 2020) Cuma namazı kılmak için sevinçle Kayseri Yahyalı İsmet Mahallesi’ndeki yeni yapılan 15 Temmuz Şehitler Camii’ne gittim. Cami avlusunda Cuma kılınma hazırlıkları yapılıyordu.

Sosyal mesafe ve maske gibi kurallara uyarak seccademi de elime aldım. Avluya girer girmez bir polis memuru ‘Sen namaz kılamazsın’ dedi. “Niçin” diye sordum. Kaç yaşındasın dedi. 65 dedim. “Size yasak” dedi.

Dedim ki “Memur bey ben üç aya yakındır evdeyim. Müsaade et, açık avluda bir kenarda bu hafta olsun Cuma namazını kılalım.” “Hayır olmaz, kimliğini ver.” Ben de “kimliğim üzerinde değil” dedim. “Öyleyse kimlik numaranı söyle” dedi. Ben de söylemedim. O zaman ‘Sen burda bulunamazsın’ dedi.


Ben de döndüm evime üzgün bir şekilde gittim, öğle namazını evimde eda ettim. Ama ne yazıkki bana bu muameleyi yapan polis memuru benden sonra gelen kaç tane 65 yaşı ve üstünde olanlara müsaade etmiş. Benden önce de bir 85’lik ihtiyarı evine göndermiş. Bu keyfîlik karşısında ‘Hasbinallahu venimelvekil’ demekten başka birşey yapamadım. Onları Allah’a havale ettim. Hatta “Ben bir emir kuluyum” diyen memura da “Allah’ın kulu ol yeter” diye karşılık verdim.

Ne diyelim istibdat devam ediyor.

R. Özcan

10 Ağustos 2024 Cumartesi

İLİMLERİN ESASI MARİFETULLAH

    Demek insan bu âleme ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir.

Mahiyet ve istidad itibariyle herşey ilme bağlıdır.

Ve bütün ulûm-u hakikiyenin esası ve madeni ve nuru ve ruhu; marifetullahtır ve onun üssü'l-esası da iman-ı billahtır.

   Hem insan, nihayetsiz acziyle nihayetsiz beliyyata maruz ve hadsiz a'danın hücumuna mübtela ve nihayetsiz fakrıyla beraber nihayetsiz hâcata giriftar ve nihayetsiz metalibe muhtaç olduğundan, vazife-i asliye-i fıtriyesi, imandan sonra "dua"dır.

Dua ise, esas-ı ubudiyettir.

Nasıl bir çocuk, eli yetişmediği bir meramını, bir arzusunu elde etmek için, ya ağlar, ya ister.

Yani ya fiilî, ya kavlî lisan-ı acziyle bir dua eder.

Maksuduna muvaffak olur.

Öyle de: İnsan bütün zîhayat âlemi içinde nazik, nâzenin, nazdar bir çocuk hükmündedir.

Rahmanürrahîm'in dergâhında; ya zaaf ve acziyle ağlamak veya fakr ve ihtiyacıyla dua etmek gerektir.

Tâ ki, makasıdı ona musahhar olsun veya teshirin şükrünü eda etsin.

Yoksa bir sinekten vaveylâ eden ahmak ve haylaz bir çocuk gibi; ben kuvvetimle bu kabil-i teshir olmayan ve bin derece ondan kuvvetli olan acib şeyleri teshir ediyorum ve fikir ve tedbirimle kendime itaat ettiriyorum deyip küfran-ı nimete sapmak, insaniyetin fıtrat-ı asliyesine zıd olduğu gibi, şiddetli bir azaba kendini müstehak eder.

Sözler - 316


7 Ağustos 2024 Çarşamba

İNSAN İBADET İÇİN HALK OLUNMUŞ

 Hem insan ibadet için halk olunduğunu, fıtratı ve cihazat-ı maneviyesi gösteriyor.

Zira hayat-ı dünyeviyesine lâzım olan amel ve iktidar cihetinde en edna bir serçe kuşuna yetişmez.

Fakat hayat-ı maneviye ve uhreviyesine lâzım olan ilim ve iftikar ile tazarru' ve ibadet cihetinde hayvanatın sultanı ve kumandanı hükmündedir.

   Demek ey nefsim!

Eğer hayat-ı dünyeviyeyi gaye-i maksad yapsan ve ona daim çalışsan, en edna bir serçe kuşunun bir neferi hükmünde olursun.

Eğer hayat-ı uhreviyeyi gaye-i maksad yapsan ve şu hayatı dahi ona vesile ve mezraa etsen ve ona göre çalışsan; o vakit hayvanatın büyük bir kumandanı hükmünde ve şu dünyada Cenab-ı Hakk'ın nazlı ve niyazdar bir abdi, mükerrem ve muhterem bir misafiri olursun.

   İşte sana iki yol, istediğini intihab edebilirsin.

Hidayet ve tevfikı Erhamürrâhimîn'den iste...

Sözler - 23

6 Ağustos 2024 Salı

GÜNAH VE TÖVBE

    Evet günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra tâ nur-u imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor.

Herbir günah içinde küfre gidecek bir yol var.

O günah istiğfar ile çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir manevî yılan olarak kalbi ısırıyor.

   Meselâ: Utandıracak bir günahı gizli işleyen bir adam, başkasının ıttılaından çok hicab ettiği zaman, melaike ve ruhaniyatın vücudu ona çok ağır geliyor.

Küçük bir emare ile onları inkâr etmek arzu ediyor.

   Hem meselâ: Cehennem azabını intac eden büyük bir günahı işleyen bir adam, Cehennem'in tehdidatını işittikçe istiğfar ile ona karşı siper almazsa, bütün ruhuyla Cehennem'in ademini arzu ettiğinden, küçük bir emare ve bir şübhe, Cehennem'in inkârına cesaret veriyor.

   Hem meselâ: Farz namazını kılmayan ve vazife-i ubudiyeti yerine getirmeyen bir adamın küçük bir âmirinden küçük bir vazifesizlik yüzünden aldığı tekdirden müteessir olan o adam, Sultan-ı Ezel ve Ebed'in mükerrer emirlerine karşı farzında yaptığı bir tenbellik, büyük bir sıkıntı veriyor ve o sıkıntıdan arzu ediyor ve manen diyor ki: "Keşke o vazife-i ubudiyeti bulunmasa idi." Ve bu arzudan bir manevî adavet-i İlahiyeyi işmam eden bir inkâr arzusu uyanır.

Bir şübhe, vücud-u İlahiyeye dair kalbe gelse, kat'î bir delil gibi ona yapışmaya meyleder.

Büyük bir helâket kapısı ona açılır.

O bedbaht bilmiyor ki: İnkâr vasıtasıyla, gayet cüz'î bir sıkıntı vazife-i ubudiyetten gelmeye mukabil, inkârda milyonlar ile o sıkıntıdan daha müdhiş manevî sıkıntılara kendini hedef eder.

Sineğin ısırmasından kaçıp, yılanın ısırmasını kabul eder.

Ve hâkeza.. bu üç misale kıyas edilsin ki

بَلْ رَانَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ

sırrı anlaşılsın.

Lemalar - 9

4 Ağustos 2024 Pazar

EN BAHTİYAR ODUR Kİ:

 Şu dünya hayatında en bahtiyar odur ki: Dünyayı bir misafirhane-i askerî telakki etsin ve öyle de iz'an etsin ve ona göre hareket etsin.

Ve o telakki ile, en büyük mertebe olan mertebe-i rızayı çabuk elde edebilir.

Kırılacak şişe pahasına, daimî bir elmasın fiatını vermez; istikamet ve lezzetle hayatını geçirir.

Evet dünyaya ait işler, kırılmağa mahkûm şişeler hükmündedir; bâki umûr-u uhreviye ise, gayet sağlam elmaslar kıymetindedir.

İnsanın fıtratındaki şiddetli merak ve hararetli muhabbet ve dehşetli hırs ve inadlı taleb ve hâkeza şedid hissiyatlar, umûr-u uhreviyeyi kazanmak için verilmiştir.

O hissiyatı, şiddetli bir surette fâni umûr-u dünyeviyeye tevcih etmek, fâni ve kırılacak şişelere, bâki elmas fiatlarını vermek demektir.

Şu münasebetle bir nokta hatıra gelmiş, söyleyeceğim.

Şöyle ki:

   Aşk, şiddetli bir muhabbettir; fâni mahbublara müteveccih olduğu vakit ya o aşk kendi sahibini daimî bir azab ve elemde bırakır veyahut o mecazî mahbub, o şiddetli muhabbetin fiatına değmediği için bâki bir mahbubu arattırır; aşk-ı mecazî, aşk-ı hakikîye inkılab eder.

Mektubat - 33

İNSANDAKİ DUYGULAR

 İşte insanda binlerle hissiyat var.

Herbirisinin aşk gibi iki mertebesi var.

Biri mecazî, biri hakikî.

Meselâ: Endişe-i istikbal hissi herkeste var; şiddetli bir surette endişe ettiği vakit bakar ki, o endişe ettiği istikbale yetişmek için elinde sened yok.

Hem rızık cihetinde bir taahhüd altında ve kısa olan bir istikbal, o şiddetli endişeye değmiyor.

Ondan yüzünü çevirip, kabirden sonra hakikî ve uzun ve gafiller hakkında taahhüd altına alınmamış bir istikbale teveccüh eder.

Hem mala ve câha karşı şiddetli bir hırs gösterir.. bakar ki: Muvakkaten onun nezaretine verilmiş o fâni mal ve âfetli şöhret ve tehlikeli ve riyaya medar olan câh, o şiddetli hırsa değmiyor.

Ondan, hakikî câh olan meratib-i maneviyeye ve derecat-ı kurbiyeye ve zâd-ı âhirete ve hakikî mal olan a'mal-i sâlihaya teveccüh eder.

Fena haslet olan hırs-ı mecazî ise, âlî bir haslet olan hırs-ı hakikîye inkılab eder.

   Hem meselâ: Şiddetli bir inad ile; ehemmiyetsiz, zâil, fâni umûrlara karşı hissiyatını sarfeder.

Bakar ki, bir dakika inada değmeyen birşey'e, bir sene inad ediyor.

Hem zararlı, zehirli bir şey'e inad namına sebat eder.

Bakar ki, bu kuvvetli his, böyle şeyler için verilmemiş.

Onu onlara sarfetmek, hikmet ve hakikata münafîdir.

O şiddetli inadı, o lüzumsuz umûr-u zâileye vermeyip, âlî ve bâki olan hakaik-i imaniyeye ve esasat-ı İslâmiyeye ve hidemat-ı uhreviyeye sarfeder.

O haslet-i rezile olan inad-ı mecazî, güzel ve âlî bir haslet olan hakikî inada, -yani hakta şiddetli sebata- inkılab eder.

Mektubat - 33

3 Ağustos 2024 Cumartesi

İNSANA VERİLEN CİHAZLAR

 İnsanlar, insana verilen cihazat-ı maneviyeyi, eğer nefsin ve dünyanın hesabıyla istimal etse ve dünyada ebedî kalacak gibi gafilane davransa, ahlâk-ı rezileye ve israfat ve abesiyete medar olur.

Eğer hafiflerini dünya umûruna ve şiddetlilerini vezaif-i uhreviyeye ve maneviyeye sarfetse, ahlâk-ı hamîdeye menşe', hikmet ve hakikata muvafık olarak saadet-i dâreyne medar olur.

   İşte tahmin ederim ki, nâsihlerin nasihatları şu zamanda tesirsiz kaldığının bir sebebi şudur ki: Ahlâksız insanlara derler: "Hased etme!

Hırs gösterme!

Adavet etme!

İnad etme!

Dünyayı sevme!" Yani, fıtratını değiştir gibi zahiren onlarca mâlâyutak bir teklifte bulunurlar.

Eğer deseler ki: "Bunların yüzlerini hayırlı şeylere çeviriniz, mecralarını değiştiriniz." Hem nasihat tesir eder, hem daire-i ihtiyarlarında bir emr-i teklif olur.

Mektubat - 34

ELEKTRİK FEN İLMİNDEN SORULSA

 Fenn-i Elektrik'ten sorulsa, elbette diyecek: "Bu muhteşem saray-ı kâinatın damı, gayet intizamlı, mizanlı hadsiz elektrik lâmbalarıyla tezyin edilmiştir.

Fakat o kadar hârika bir intizam ve mizan iledir ki: Başta Güneş olarak Küre-i Arz'dan bin defa büyük o semavî lâmbalar, mütemadiyen yandıkları halde muvazenelerini bozmuyorlar, patlak vermiyorlar, yangın çıkarmıyorlar.

Sarfiyatları hadsiz olduğu halde, vâridatları ve gazyağları ve madde-i iştialleri nereden geliyor?

Neden tükenmiyor?

Neden yanmak muvazenesi bozulmuyor?..

Küçük bir lâmba dahi muntazam bakılmazsa, söner.

Kozmoğrafyaca Küre-i Arz'dan bir milyondan ziyade büyük ve bir milyon seneden ziyade yaşayan Güneş'i

{(Haşiye): Acaba dünya sarayını ısındıran Güneş sobasına veyahud lâmbasına ne kadar odun ve kömür ve gazyağı lâzım olduğu hesabedilsin.

Her gün yanması için -Kozmoğrafya'nın sözüne bakılsa- bir milyon Küre-i Arz kadar odun yığınları ve binler denizler kadar gazyağı gerektir.

Şimdi düşün; onu odunsuz, gazsız daimî ışıklandıran Kadîr-i Zülcelal'in haşmetine, hikmetine, kudretine Güneş'in zerreleri adedince "Sübhanallah, Mâşâallah, Bârekellah" de.}

kömürsüz, yağsız yandıran; söndürmeyen Hakîm-i Zülcelal'in hikmetine, kudretine bak.

"SÜBHANALLAH" de.

Güneş'in müddet-i ömründe geçen dakikalarının âşiratı adedince "MÂŞÂALLAH, BÂREKELLAH, LÂ İLAHE İLLÂ HU" söyle.

   Demek bu semavî lâmbalarda gayet hârika bir intizam var ve onlara çok dikkatle bakılıyor.

Güya o pek büyük ve pekçok kitle-i nariyelerin ve gayet çok kanadil-i nuriyelerin buhar kazanı ise, harareti tükenmez bir Cehennem'dir ki, onlara nursuz hararet veriyor.

Ve o elektrik lâmbalarının makinesi ve merkezî fabrikası, daimî bir Cennet'tir ki, onlara nur ve ışık veriyor.

İsm-i Hakem ve Hakîm'in cilve-i a'zamıyla, intizamla yanmakları devam ediyor.

Ve hâkeza...

Lemalar - 314

2 Ağustos 2024 Cuma

O MERHAMET SAHİBİ HAŞRİ GETRMEZ Mİ?

    Bir sineğin hakk-ı hayatını rahîmane muhafaza eden bir rahmet, bir hikmet; acaba haşri getirmemekle umum zîşuurların hadsiz hukuk-u hayatlarını ve nihayetsiz mevcudatın nihayetsiz hukuklarını zayi' eder mi?

Ve tabiri caiz ise, rahmet ve şefkatte ve adalet ve hikmette hadsiz hassasiyet ve dikkat gösteren bir haşmet-i rububiyet; ve kemalâtını göstermek ve kendini tanıttırmak ve sevdirmek için bu kâinatı hadsiz hârika san'atlarıyla, nimetleriyle süslendiren bir saltanat-ı uluhiyet, böyle hem umum kemalâtını, hem bütün mahlukatını hiçe indiren ve inkâr ettiren haşirsizliğe müsaade eder mi?

Hâşâ!

Böyle bir Cemal-i Mutlak, böyle bir kubh-u mutlaka bilbedahe müsaade etmez.

   Evet âhireti inkâr etmek isteyen adam, evvelce bütün dünyayı bütün hakaikıyla inkâr etmeli.

Yoksa, dünya bütün hakaikıyla, yüzbin lisanla onu tekzib ederek bu yalanında yüzbin derece yalancılığını isbat edecek.

Onuncu Söz kat'î delillerle isbat etmiştir ki; âhiretin vücudu, dünyanın vücudu kadar kat'î ve şübhesizdir.

Lemalar - 310

1 Ağustos 2024 Perşembe

İNKILAP VE ESASLARI

 Şu inkılab-ı azîmin temel taşları sağlam gerek...

   Şu meclisin şahsiyet-i maneviyesi, sahib olduğu kuvvet cihetiyle, mana-yı saltanatı deruhde etmiştir.

Eğer şeair-i İslâmiyeyi bizzât imtisal etmek ve ettirmekle mana-yı hilafeti dahi vekaleten deruhde etmezse; hayat için dört şeye muhtaç, fakat an'ane-i müstemirre ile günde lâekal beş defa dine muhtaç olan şu fıtratı bozulmayan ve lehviyat-ı medeniye ile ihtiyacat-ı ruhiyesini unutmayan milletin hâcat-ı diniyesini Meclis tatmin etmezse; bilmecburiye mana-yı hilafeti tamamen kabul ettiğiniz isme ve resme ve lafza verecek ve o manayı idame etmek için kuvveti dahi verecek.

Halbuki Meclis elinde bulunmayan ve Meclis tarîkiyle olmayan öyle bir kuvvet, inşikak-ı asâya sebebiyet verecektir.

İnşikak-ı asâ ise,

وَ اعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَم۪يعًا

âyetine zıddır.

   Zaman, cemaat zamanıdır.

Cemaatın ruhu olan şahs-ı manevî daha metindir ve tenfiz-i ahkâm-ı şer'iyeye daha ziyade muktedirdir.

Halife-i şahsî, ancak ona istinad ile vezaifini deruhde edebilir.

Cemaatın ruhu olan şahs-ı manevî eğer müstakim olsa, ziyade parlak ve kâmil olur.

Eğer fena olsa, pek çok fena olur.

Ferdin iyiliği de, fenalığı da mahduddur.

Cemaatın gayr-ı mahduddur.

Harice karşı kazandığınız iyiliği, dâhildeki fenalıkla bozmayınız.

Bilirsiniz ki; ebedî düşmanlarınız ve zıdlarınız ve hasımlarınız, İslâm'ın şeairini tahrib ediyorlar.

Öyle ise zarurî vazifeniz, şeairi ihya ve muhafaza etmektir.

Yoksa şuursuz olarak, şuurlu düşmana yardımdır.

Şeairde tehavün, za'f-ı milliyeti gösterir.

Za'f ise, düşmanı tevkif etmez, teşci' eder.

حَسْبُنَا اللّٰهُ وَ نِعْمَ الْوَك۪يلُ

Tarihçe-i Hayat - 142