Demek insan bu âleme ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir.
Mahiyet ve istidad itibariyle herşey ilme bağlıdır.
Ve bütün ulûm-u hakikiyenin esası ve madeni ve nuru ve ruhu; marifetullahtır ve onun üssü'l-esası da iman-ı billahtır.
Hem insan, nihayetsiz acziyle nihayetsiz beliyyata maruz ve hadsiz a'danın hücumuna mübtela ve nihayetsiz fakrıyla beraber nihayetsiz hâcata giriftar ve nihayetsiz metalibe muhtaç olduğundan, vazife-i asliye-i fıtriyesi, imandan sonra "dua"dır.
Dua ise, esas-ı ubudiyettir.
Nasıl bir çocuk, eli yetişmediği bir meramını, bir arzusunu elde etmek için, ya ağlar, ya ister.
Yani ya fiilî, ya kavlî lisan-ı acziyle bir dua eder.
Maksuduna muvaffak olur.
Öyle de: İnsan bütün zîhayat âlemi içinde nazik, nâzenin, nazdar bir çocuk hükmündedir.
Rahmanürrahîm'in dergâhında; ya zaaf ve acziyle ağlamak veya fakr ve ihtiyacıyla dua etmek gerektir.
Tâ ki, makasıdı ona musahhar olsun veya teshirin şükrünü eda etsin.
Yoksa bir sinekten vaveylâ eden ahmak ve haylaz bir çocuk gibi; ben kuvvetimle bu kabil-i teshir olmayan ve bin derece ondan kuvvetli olan acib şeyleri teshir ediyorum ve fikir ve tedbirimle kendime itaat ettiriyorum deyip küfran-ı nimete sapmak, insaniyetin fıtrat-ı asliyesine zıd olduğu gibi, şiddetli bir azaba kendini müstehak eder.
Sözler - 316
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder