"Ey insan! Sen kendini, kendine malik sayma. Çünkü sen kendini idare edemezsin. O yük ağırdır; kendi başına muhafaza edemezsin, belâlardan sakınıp levazımatını yerine getiremezsin. Öyle ise, beyhude ıztıraba düşüp azap çekme. Mülk başkasınındır. O Malik hem kadirdir, hem rahimdir. Kudretine istinad et; rahmetini ittiham etme. Kederi bırak, keyfini çek. Zahmeti at, sefayı bul.”
“Hem der ki: Manen sevdiğin ve alâkadar olduğun ve perişaniyetinden müteessir olduğun ve ıslâh edemediğin şu kâinat, bir Kadir-i Rahim’in mülküdür. Mülkü sahibine teslim et. O’na bırak; cefasını değil, sefasını çek. O hem hâkimdir, hem rahimdir. Mülkünde istediği gibi tasarruf eder, çevirir. Dehşet aldığın zaman, İbrahim Hakkı gibi: “Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler.” de, pencerelerden seyret, içlerine girme!”
Hani halk arasında sık sık dile getirilen, “Şu ölümlü dünyanın bütün hazineleri, yat ve katları senin olsa ne yazar; huzur olmadıktan sonra” şeklinde ifade edildiği gibi.
İnsanın bu noktadan bazen küçücük dikkatli ve güzel bakışı mutlu olmasına yeter de artar bile.
Gerçekte her şeye, olaylara güzel ve pozitif bakış her zaman daha güzeldir ve böyle bakış sahipleri mutluluğa daha yakındır.
Bu tarz insanların temel özelliği, sahip olmadıklarının telâş ve endişesiyle değil, sahip olduklarının şükrüyle huzur bulan bir ruh yapısına sahip olmalarıdır.
Onlar, karşılaştıkları insanlara ve diğer varlıklara hep bu pencereden bakarak, “Birçok şeyim eksik olsa da varlıkların en güzeli insan olarak yaratılmış ve akıl nimeti ve daha bir çok nimetlerle donatılmışım; çok şükür sağlıkla nefes alıp-veriyorum; bazıları bu bir nefes huzura o kadar muhtaçken, yersiz şikâyetler benim neyime!” diyerek mutlu olurlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder