31 Mart 2025 Pazartesi

MARİFETULLAHIN ŞAHİTLERİ

 Marifetullahın şahidleri, bürhanları üç çeşittir.

   Bir kısmı: 

   Su gibidir; görünür, hissedilir, lâkin parmaklarla tutulmaz.

Bu kısımda hayalâttan tecerrüd etmek, külliyetle ona dalmak gerektir.

Tenkid parmaklarıyla tecessüs edilmez; edilse akar, kaçar.

O âb-ı hayat, parmağı mekân ittihaz etmez.

   İkinci kısım: 

   Hava gibidir; hissedilir, fakat ne görünür, ne de tutulur.

Ona karşı sen yüzün, ağzın, ruhunla o rahmet nesîmine karşı teveccüh et, kendini mukabil tut, tenkid elini uzatma, tutamazsın.

Ruhunla teneffüs et.

Tereddüd ile baksan, tenkid ile el atsan, o yürür gider; senin elini mesken ittihaz etmez, ona razı olmaz.

   Üçüncü kısım ise: 

   Nur gibidir; görünür, fakat ne hissedilir, ne de tutulur.

Öyle ise sen kalbinin gözüyle, ruhunun nazarıyla kendini ona mukabil tut ve gözünü ona tevcih et, bekle; belki kendi kendine gelir.

Çünki nur; el ile tutulmaz, parmaklar ile avlanmaz, belki o nur ancak basiret nuruyla avlanır.

Eğer harîs ve maddî elini uzatsan ve maddî mizanlarla tartsan, sönmese de gizlenir.

Çünki öyle nur, maddîde hapse razı olmadığı gibi, kayda giremez, kesifi kendine mâlik ve seyyid kabul etmez.

Mesnevi-i Nuriye - 167

KÜRRE-İ ARZ BÜYÜK BİR İNSAN

    Evet eğer namazların arkasında hususan bayram namazlarında bir anda Allahu Ekber diyen yüzer milyon insanların sesleri, âlem-i gaybda ittihad ettikleri gibi, âlem-i şehadette dahi birbirleriyle ittihad edip içtima etse, Küre-i Arz tamamıyla büyük bir insan olup, azametine nisbeten büyük bir sadâ ile söylediği Allahu Ekber'e müsavi geldiğinden, o muvahhidînin ittihadı ile bir anda Allahu Ekber demeleri, Küre-i Arz'ın büyük bir Allahu Ekber'i hükmüne geçiyor.

Âdeta bayram namazlarında âlem-i İslâmın zikir ve tesbihiyle zemin zelzele-i kübraya mazhar olup, aktar u etrafıyla Allahu Ekber deyip, kıblesi olan Kâ'be-i Mükerreme'nin samimî kalbiyle niyet edip, Mekke ağzıyla, Arefe diliyle Allahu Ekber diyerek, o tek kelime etraf-ı Arz'daki umum mü'minlerin mağara-misal ağızlarındaki havada temessül ediyor.

Bir tek Allahu Ekber kelimesinin aks-i sadâsıyla hadsiz Allahu Ekber vuku bulduğu gibi, o makbul zikir ve tekbir, semavatı dahi çınlatıp berzah âlemlerine de temevvüc ederek sadâ veriyor.

İşte bu Arz'ı böyle kendine sâcid ve âbid ve ibadına mescid ve mahluklarına beşik ve kendine müsebbih ve mükebbir eden Zât-ı Zülcelal'e, yerin zerratı adedince hamd ve tesbih ve tekbir edip ve mevcudat adedince hamd ediyoruz ki; bize bu nevi ubudiyeti ders veren Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ına ümmet eylemiş.

Mesnevi-i Nuriye - 166

29 Mart 2025 Cumartesi

HIRS SEBEBİ HASARDIR

 Ey divane baş ve bozuk kalb!

Zanneder misin ki, "Müslümanlar dünyayı sevmiyorlar veyahud düşünmüyorlar ki, fakr-ı hale düşmüşler ve ikaza muhtaçtırlar; tâ ki dünyadan hissesini unutmasınlar." Zannın yanlıştır, tahminin hatadır.

Belki hırs şiddetlenmiş, onun için fakr-ı hale düşüyorlar.

Çünki mü'minde hırs, sebeb-i hasarettir ve sefalettir.

اَلْحَر۪يصُ خَائِبٌ خَاسِرٌ durub-u emsal hükmüne geçmiştir.

Evet insanı dünyaya çağıran ve sevkeden esbab çoktur.

Başta nefis ve hevası ve ihtiyaç ve havâssı ve duyguları ve şeytanı ve dünyanın surî tatlılığı ve senin gibi kötü arkadaşları gibi çok dâîleri var.

Halbuki bâki olan âhirete ve uzun hayat-ı ebediyeye davet eden azdır.

Eğer sende zerre mikdar bu bîçare millete karşı hamiyet varsa ve ulüvv-ü himmetten dem vurduğun yalan olmazsa, hayat-ı bâkiyeye yardım eden azlara imdad etmek lâzım gelir.

Yoksa o az dâîleri susturup, çoklara yardım etsen şeytana arkadaş olursun.

   Âyâ zanneder misin ki; bu milletin fakr-ı hali, dinden gelen bir zühd ve terk-i dünyadan gelen bir tenbellikten neş'et ediyor.

Bu zanda hata ediyorsun.

Acaba görmüyor musun ki, Çin ve Hind'deki Mecusi ve Berahime ve Afrika'daki zenciler gibi, Avrupa'nın tasallutu altına giren milletler bizden daha fakirdirler.

Hem görmüyor musun ki, zarurî kuttan ziyade müslümanların elinde bırakılmıyor.

Ya Avrupa kâfir zalimleri veya Asya münafıkları, desiseleriyle ya çalar veya gasbediyor.    Sizin cebren böyle ehl-i imanı mimsiz medeniyete sevketmekteki maksadınız, eğer memlekette asayiş ve emniyeti temin ve kolayca idare etmek ise, kat'iyyen biliniz ki; hata ediyorsunuz, yanlış yola sevkediyorsunuz.

Çünki itikadı sarsılmış, ahlâkı bozulmuş yüz fâsıkın idaresi ve onlar içinde asayiş temini, binler ehl-i salahatın idaresinden daha müşkildir.

   İşte bu esaslara binaen ehl-i İslâm, dünyaya ve hırsa sevk olunmaya ve teşvik edilmeye muhtaç değildirler.

Terakkiyat ve asayişler, bununla temin edilmez.

Belki mesaîlerin tanzimine ve mabeynlerindeki emniyetin tesisine ve teavün düsturunun teshiline muhtaçtırlar.

Bu ihtiyaç da, dinin evamir-i kudsiyesiyle ve takva ve salabet-i diniye ile olur.

Mesnevi-i Nuriye - 160

DİNİ BAĞLAR KOPARSA

  YEDİNCİ NOTA: 

   Ey müslümanları dünyaya şiddetle teşvik eden ve san'at ve terakkiyat-ı ecnebiyeye cebr ile sevkeden bedbaht hamiyet-füruş!

Dikkat et, bu milletin bazılarının din ile bağlandıkları rabıtalar kopmasın!

Eğer böyle ahmakane körükörüne topuzların altında bazıların dinden rabıtaları kopsa, o vakit hayat-ı içtimaiyede bir semm-i kàtil hükmünde o dinsizler zarar verecekler.

Çünki mürtedin vicdanı tamam bozulduğundan, hayat-ı içtimaiyeye zehir olur.

Ondandır ki, ilm-i usûlde "Mürtedin hakk-ı hayatı yoktur.

Kâfir eğer zimmî olsa veya musalaha etse, hakk-ı hayatı var" diye usûl-ü şeriatın bir düsturudur.

Hem mezheb-i Hanefiyede, ehl-i zimmeden olan bir kâfirin şehadeti makbuldür.

Fakat fâsık merdudü'ş-şehadettir, çünki haindir.

   Ey bedbaht fâsık adam!

Fâsıkların kesretine bakıp aldanma ve "Ekseriyetin efkârı benimle beraberdir" deme!

Çünki fâsık adam, fıskı isteyerek ve bizzât taleb edip girmemiş; belki içine düşmüş çıkamıyor.

Hiçbir fâsık yoktur ki, sâlih olmasını temenni etmesin ve âmirini ve reisini mütedeyyin görmek istemesin.

İllâ ki, el'iyazü billah irtidad ile vicdanı tefessüh edip, yılan gibi zehirlemekten lezzet alsın.

Mesnevi-i Nuriye - 159

28 Mart 2025 Cuma

ADED ÇOKLUĞU

  ALTINCI NOTA: 

   Ey kâfirlerin çokluklarından ve onların bazı hakaik-i imaniyenin inkârındaki ittifaklarından telaşa düşen ve itikadını bozan bîçare insan!

Bil ki: Kıymet ve ehemmiyet, kemmiyette ve aded çokluğunda değil.

Çünki insan eğer insan olmazsa, şeytan bir hayvana inkılab eder.

İnsan, bazı firenkler ve firenk-meşrebler gibi ihtirasat-ı hayvaniyede terakki ettikçe, daha şiddetli bir hayvaniyet mertebesini alır.

Sen görüyorsun ki; hayvanatın kemmiyet ve aded itibariyle hadsiz bir çokluğu varken, ona nisbeten insan gayet az iken, umum enva'-ı hayvanat üstünde sultan ve halife ve hâkim olmuştur.

İşte muzır kâfirler ve kâfirlerin yolunda giden sefihler, Cenab-ı Hakk'ın hayvanatından bir nevi habîslerdir ki, Fâtır-ı Hakîm onları dünyanın imaratı için halketmiştir.

Mü'min ibadına ettiği nimetlerin derecelerini bildirmek için, onları bir vâhid-i kıyasî yapıp, âkıbette müstehak oldukları Cehennem'e teslim eder.

   İşte küffarın ve ehl-i dalaletin bir hakikat-i imaniyeyi inkâr ve nefyetmelerinde kuvvet yoktur.

Çünki nefiy sırrıyla ittifakları kuvvetsizdir.

Bin nefyediciler, bir tek hükmündedir.

Meselâ: Bütün İstanbul ahalisi, Ramazanın başında ay'ı görmediğinden nefyetse, iki şahidin isbatıyla o cemm-i gafîrin nefiy ve ittifakı sukut eder.

Madem küfrün ve dalaletin mahiyeti nefiydir ve inkârdır, cehildir ve ademdir, küffarın kesret ile ittifakı ehemmiyetsizdir.

Mesnevi-i Nuriye - 158

İHSANLAR ZEKAT NAMINA OLMALI

 Ey ehl-i kerem ve vicdan ve ey ehl-i sehavet ve ihsan!

   İhsanlar zekat namına olmazsa, üç zararı var.

Bazan da faidesiz gider.

Çünki Allah namına vermediğin için, manen minnet ediyorsun; bîçare fakiri minnet esareti altında bırakıyorsun.

Hem makbul olan duasından mahrum kalıyorsun.

Hem hakikaten Cenab-ı Hakk'ın malını ibadına vermek için bir tevziat memuru olduğun halde, kendini sahib-i mal zannedip bir küfran-ı nimet ediyorsun.

Eğer zekat namına versen; Cenab-ı Hak namına verdiğin için bir sevab kazanıyorsun, bir şükran-ı nimet gösteriyorsun.

O muhtaç adam dahi sana tabasbus etmeğe mecbur olmadığı için, izzet-i nefsi kırılmaz ve duası senin hakkında makbul olur.

Evet zekat kadar, belki daha ziyade nafile ve ihsan, yahut sair suretlerde verip riya ve şöhret gibi, minnet ve tezlil gibi zararları kazanmak nerede?

Zekat namına o iyilikleri yapıp, hem farzı eda etmek, hem sevabı, hem ihlası, hem makbul bir duayı kazanmak nerede?

Mektubat - 274

27 Mart 2025 Perşembe

ISLAH İÇİN HAPİSLERE RISALE-İ NUR DERSLERİ

 "Terbiye için onbeş sene hapse atmaktan ise, onbeş hafta Risale-i Nur dersini alsalar, daha ziyade onları ıslah eder."

   Madem ölüm ölmüyor ve ecel gizlidir, her vakit gelebilir ve madem kabir kapanmıyor, kafile kafile arkasında gelenler oraya girip kayboluyorlar ve madem ölüm, ehl-i iman hakkında i'dam-ı ebedîden terhis tezkeresine çevrildiği, hakikat-i Kur'aniye ile gösterilmiş ve ehl-i dalalet ve sefahet hakkında göz ile göründüğü gibi bir i'dam-ı ebedîdir; bütün mahbubatından ve mevcudattan bir firak-ı lâyezalîdir.

Elbette ve elbette hiç şübhe kalmaz ki, en bahtiyar odur ki; sabır içinde şükretmek ve hapis müddetinden tam istifade ederek Nurların dersini alarak istikamet dairesinde, imanına ve Kur'ana hizmete çalışmaktır.    Ey zevk ve lezzete mübtela insan!

Ben yetmişbeş yaşımda binler tecrübelerle ve hüccetlerle ve hâdiselerle aynelyakîn bildim ki: Hakikî zevk ve elemsiz lezzet ve kedersiz sevinç ve hayattaki saadet yalnız imandadır ve iman hakikatleri dairesinde bulunur.

Yoksa dünyevî bir lezzette çok elemler var.

Bir üzüm tanesini yedirir, on tokat vurur gibi hayatın lezzetini kaçırır.

   Ey hapis musibetine düşen bîçareler!. Madem dünyanız ağlıyor ve hayatınız acılaştı; çalışınız, âhiretiniz dahi ağlamasın ve hayat-ı bâkiyeniz gülsün, tatlılaşsın, hapisten istifade ediniz.

Nasıl bazen ağır şerait altında düşman karşısında bir saat nöbet, bir sene ibadet hükmüne geçebilir.

Öyle de, sizin bu ağır şerait altında herbir saat ibadet zahmeti; çok saatler olup, o zahmetleri rahmetlere çevirir.

Sözler - 149

ÖLÜM NEDİR ?

 Evvela bil ve kat'i iman et ki:"Ecel mukadderdir, tagayyür etmez." Çok ağır hastaların başında ağlayanlar ve sıhhatleri yerinde olanlar ölmüşler, o ağır hastalar şifa bulup yaşamışlar.

   Sâniyen: Ölüm, sureten göründüğü gibi dehşetli değil.

Çok risalelerde gayet kat'î, şeksiz, şübhesiz bir surette, Kur'an-ı Hakîm'in verdiği nur ile isbat etmişiz ki: Ehl-i iman için ölüm, vazife-i hayat külfetinden bir terhistir; hem dünya meydanındaki imtihanda, talim ve talimat olan ubudiyetten bir paydostur; hem öteki âleme gitmiş yüzde doksandokuz ahbab ve akrabasına kavuşmak için bir vesiledir; hem hakikî vatanına ve ebedî makam-ı saadetine girmeye bir vasıtadır; hem zindan-ı dünyadan bostan-ı cinana bir davettir; hem Hâlık-ı Rahîm'inin fazlından, kendi hizmetine mukabil ahz-ı ücret etmeye bir nöbettir.

Madem ölümün mahiyeti hakikat noktasında budur; ona dehşetli bakmak değil, bilakis rahmet ve saadetin bir mukaddemesi nazarıyla bakmak gerektir.

Hem ehlullahın bir kısmının ölümden korkmaları, ölümün dehşetinden değildir.

Belki daha fazla hayır kazanacağım diye, vazife-i hayatın idamesinden kazanacakları hayrat içindir.

Evet ehl-i iman için ölüm, rahmet kapısıdır.

Ehl-i dalalet için, zulümat-ı ebediye kuyusudur.

Lemalar - 210

26 Mart 2025 Çarşamba

SİYASETÇİ VE DİN

 Hem iman ve hakikat noktasında bu çeşit merakların büyük zararları var.

Çünki gaflet verecek ve dünyaya boğduracak ve hakikî vazife-i insaniyeti ve âhireti unutturacak olan en geniş daire ise, siyaset dairesidir.

Hususan böyle umumî ve mücadele suretindeki hâdiseler, kalbi de boğuyor.

Güneş gibi bir iman lâzım ki; her şeyde, her vaziyette, her bir harekette kader-i İlahî ve kudret-i Rabbaniyenin izini, eserini görsün, tâ o zulm-ü zulmette kalb boğulmasın, iman sönmesin; akıl, tabiat ve tesadüfe saplanmasın.

   Hattâ ehl-i hakikat, hakikat ve marifetullahı bulmak için kesret dairelerini unutmağa çalışıyorlar, tâ kalb dağılmasın ve lüzumlu ve kıymetli şeye sarfetmek lâzım gelen merakı, zevki, şevki lüzumsuz fâni şeylerde telef olmasın.

   Hattâ bu ehemmiyetli sırdandır ki, din düsturlarının bir hâdimi olmak cihetinde güneş gibi imanlar taşıyan bir kısım sahabeler ve onlara benzeyen mücahidînden, selef-i sâlihînden başka siyasetçi, ekserce tam müttaki dindar olamaz.

Tam ve hakikî dindar, müttaki olanlar siyasetçi olmazlar.

Yani maksad-ı aslî siyasetini yapanlarda, din ikinci derecede kalır, tebaî hükmüne geçer.

Hakikî dindar ise; " Bütün kâinatın en büyük gayesi ubudiyet-i insaniyedir" diye siyasete aşk-ı merak ile değil; ikinci üçüncü mertebede onu dine ve hakikata âlet etmeye -eğer mümkünse- çalışabilir.

Yoksa bâki elmasları, kırılacak âdi şişelere âlet yapar.    Elhasıl: 

   Nasılki sarhoşluk, hakikî vazifelerden gelen elemleri ve ihtiyaçları sarhoşlukla muvakkaten unutturduğu cihetle, menhus ve kısa bir zevk verir; öyle de: Böyle fâni boğuşmaları ve hâdiseleri merakla takib etmek, bir nevi sarhoşluktur ki; hakikî vazifelerden gelen ihtiyacat ve yapmamaktan gelen teellümatı muvakkaten unutturduğu için, menhus bir zevk verir veya tehlikeli bir ye'se düşüp لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِ âyetindeki emr-i İlahîye muhalefet eder, tokada müstehak olur.

Veya

لَا تَرْكَنُٓوا اِلَى الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ

olan şiddetli tehdid-i İlahî tokadına mazhar olur; zalimlerin zulümlerine hasbî olarak manen iştirak eder; bil'istihkak cezasını da dünyada, âhirette çeker.

   Yalnız ehemmiyetli bir endişe ve bir teselli kalbime geliyor ki: Bu geniş boğuşmaların neticesinde eski harb-i umumîden çıkan zarardan daha büyük bir zarar, medeniyetin istinadı, menbaı olan Avrupa'da deccalane bir vahşet doğurmasıdır.

Bu endişeyi teselliye medar; Âlem-i İslâm'ın tam intibahıyla ve Yeni Dünya'nın, Hristiyanlığın hakikî dinini düstur-u hareket ittihaz etmesiyle ve Âlem-i İslâmla ittifak etmesi ve İncil, Kur'ana ittihad edip tâbi' olması, o dehşetli gelecek iki cereyana karşı semavî bir muavenetle dayanıp inşâallah galebe eder.

   Umum kardeşlerime birer birer selâm.

Gelen veya geçen Leyle-i Kadirlerinizi tebrik ederiz.

Emirdağ-1 - 57

İMANLA KABİRE GİRMEK

    Evet Risale-i Nur'un bu dehşetli zamanda kazandırdığı iki netice-i muhakkakası herşeyin fevkindedir, başka şeylere ve makamlara ihtiyaç bırakmıyor.

   Birinci neticesi:

   Sadakat ve kanaatla Risale-i Nur dairesine giren, imanla kabre gireceğine gayet kuvvetli senedler var.

   İkinci neticesi:

   Risale-i Nur dairesinde, ihtiyarımız olmadan, haberimiz yokken takarrur ve tahakkuk eden şirket-i maneviye-i uhreviye cihetiyle herbir hakikî sadık şakirdi; binler diller ile, kalbler ile dua etmek, istiğfar etmek, ibadet etmek ve bazı melaike gibi kırk bin lisan ile tesbih etmektir.

Ve Ramazan-ı Şerif'teki hakikat-i Leyle-i Kadir gibi kudsî ve ulvî hakikatları, yüzbin el ile aramaktır.

İşte bu gibi netice içindir ki; Risale-i Nur şakirdleri, hizmet-i nuriyeyi velayet makamına tercih eder; keşf ve keramatı aramaz; ve âhiret meyvelerini dünyada koparmaya çalışmaz; ve vazife-i İlahiye olan muvaffakıyet ve halka kabul ettirmek ve revaç vermek ve galebe ettirmek ve müstehak oldukları şan ü şeref ve ezvak ve inayetlere mazhar etmek gibi kendi vazifelerinin haricinde bulunan şeylere karışmaz ve harekâtını onlara bina etmezler.

Hâlisen, muhlisen çalışırlar, "Vazifemiz hizmettir.

O yeter." derler.

   Ve sâniyen: 

   Seksen küsur sene kıymetinde bulunan ve Ramazan-ı Şerif'in mecmuunda gizlenen hakikat-i Leyle-i Kadri kazanmak için, Risale-i Nur şakirdlerinin şirket-i maneviye-i uhreviyeleri muktezasınca, herbiri mütekellim-i maalgayr sîgasıyla

اَجِرْنَا اِرْحَمْنَا وَاغْفِرْلَنَا

gibi tabiratta biz dedikleri vakit, Risale-i Nur'un sadık şakirdlerini niyet etmek gerektir.

Tâ herbir şakird, umumun namına münacat edip çalışsın.

Ve bu bîçare ve az çalışabilen ve haddinden çok fazla hizmet ondan beklenen bu kardeşinize, o hüsn-ü zanları yanlış çıkarmamak için, geçen Ramazan gibi yardımınızı rica ediyorum.

Kastamonu - 263

25 Mart 2025 Salı

GAFLET MERTEBELERİ

 Gafletin mertebeleri de muhteliftir.

Herkes her mertebede bu hakikatı tamamıyla hissedemez.

Çünki gaflet, hissi ibtal ediyor.

Ve bu zamanda öyle bir derecede ibtal-i his etmiş ki, bu elîm elemin acısını ehl-i medeniyet hissetmiyorlar.

Fakat hassasiyet-i ilmiyenin tezayüdüyle ve her günde otuzbin cenazeyi gösteren mevtin ikazatıyla o gaflet perdesi parçalanıyor.

Ecnebilerin tağutlarıyla ve fünun-u tabiiyeleriyle dalalete gidenlere ve onları körükörüne taklid edip ittiba edenlere binler nefrin ve teessüfler!

   Ey bu vatan gençleri!

Firenkleri taklide çalışmayınız!

Âyâ, Avrupa'nın size ettikleri hadsiz zulüm ve adavetten sonra, hangi akıl ile onların sefahet ve bâtıl efkârlarına ittiba edip emniyet ediyorsunuz?

Yok!

Yok!

Sefihane taklid edenler, ittiba değil, belki şuursuz olarak onların safına iltihak edip kendi kendinizi ve kardeşlerinizi i'dam ediyorsunuz.

Âgâh olunuz ki, siz ahlâksızcasına ittiba ettikçe, hamiyet davasında yalancılık ediyorsunuz!..

Çünki şu surette ittibaınız, milliyetinize karşı bir istihfaftır ve millete bir istihzadır!..

هَدٰينَا اللّٰهُ وَ اِيَّاكُمْ اِلَى الصِّرَاطِ الْمُسْتَق۪يمِ

Mesnevi-i Nuriye - 157

KUR'AN-I DİNLE

 "Ey insan!

Senin elinde bulunan nefis ve malın senin mülkün değil, belki sana emanettir.

O emanetin mâliki, herşeye kadîr, herşeyi bilir bir Rahîm-i Kerim'dir.

O senin yanındaki mülkünü senden satın almak istiyor.

Tâ senin için muhafaza etsin, zayi' olmasın.

İleride mühim bir fiat sana verecek.

Sen muvazzaf ve memur bir askersin.

Onun namıyla çalış ve hesabıyla amel et.

Odur ki, muhtaç olduğun şeyleri sana rızk olarak gönderiyor ve senin tâkatın yetmediği şeylerden seni muhafaza eder.

Mesnevi-i Nuriye - 157

ALLAH BİRDİR !

 "ALLAH birdir.

Başka şeylere müracaat edip yorulma, onlara tezellül edip minnet çekme, onlara temelluk edip boyun eğme, onların arkasına düşüp zahmet çekme, onlardan korkup titreme.

Çünki Sultan-ı Kâinat birdir, herşey'in anahtarı onun yanında, her şey'in dizgini onun elindedir; herşey onun emriyle halledilir.

Onu bulsan, her matlubunu buldun; hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtuldun."

Mektubat - 224

22 Mart 2025 Cumartesi

HAYAT BİR YARDIMLAŞMADIR

 "Hayat bir cidaldir" diye ahmakane hükmetmişsin.

Acaba o düstur-u teavünün cilvesinden olan zerrat-ı taamiyenin, kemal-i şevk ile beden hüceyrelerinin gıdalandırılması için koşmaları nasıl cidaldir?

Nasıl bir çarpışmaktır?

Belki o imdad ve koşmak, Kerim bir Rabb'in emriyle bir teavündür.

   Hem çürük bir esasın: "Herşey kendi nefsine mâliktir" diyorsun.

Hiçbir şey kendi nefsine mâlik olmadığına kat'î bir delil şudur ki: Esbabın içinde en eşrefi ve ihtiyar noktasında en geniş iradelisi, insandır.

Halbuki bu insanın düşünmek, söylemek ve yemek gibi en zahir ef'al-i ihtiyariyesinden yüz cüz'ünden onun dest-i ihtiyarına verilen ve daire-i iktidarına giren yalnız meşkuk tek bir cüz'dür.

Böyle en zahir fiilin yüz cüz'ünden bir cüz'üne mâlik olmayan, nasıl kendine mâliktir denilir?

Böyle en eşref ve ihtiyarı en geniş, bu derece hakikî tasarruftan ve temellükten eli bağlanmış bulunsa; "Sair hayvanat ve cemadat kendine mâliktir" diyen, hayvandan daha ziyade hayvan ve cemadattan daha ziyade camid ve şuursuz olduğunu isbat eder.

   Seni bu hataya atıp bu vartaya düşüren, bir gözlü dehandır.

Yani hârika, menhus zekândır.

O kör dehan ile, herşeyin Hâlık'ı olan Rabbini unuttun, mevhum bir tabiata isnad ettin, âsârını esbaba verdin, o Hâlık'ın malını bâtıl mabud olan tağutlara taksim ettin.

Mesnevi-i Nuriye - 154

21 Mart 2025 Cuma

SORGUYA ÇEKİLECEKSİN

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Cenab-ı Hak seni ademden vücuda ve vücudun pek çok eşkâl ve vaziyetlerinden en yükseği müslim sıfatıyla insan suretine getirmiştir.

Mebde-i hareketin ile son aldığın suret arasında müteaddid vaziyetlerin, menzillerin ve etvar ve ahvalin herbirisi sana ait nimetler defterine kaydedilmiştir.

Bu itibarla, senin geçirmiş olduğun zaman şeridine elmas gibi nimetler dizilmiş, tam bir gerdanlık veya nimetlerin enva'ına bir fihriste şeklini veriyor. Binaenaleyh geçirmiş olduğun vücudun her menzilinde ve vaziyetinde, etvarında, ahvalinde: "Nasıl bu nimete vâsıl oldun?

Ne ile müstehak oldun?

Ve şükründe bulundun mu?" diye suale çekileceksin.

Çünki vukua gelen haller suale tâbidir.

Amma imkânda kalıp vukua gelmeyen şeyler suale tâbi değildir.

Geçirmiş olduğun ahval, vukuattır.

Gelecek ahvalin ademdir.

Vücud mes'uldür, adem ise mes'ul değildir.

Öyle ise, mazide şükrünü eda etmediğin nimetlerin şükrünü kaza etmek lâzımdır.

Mesnevi-i Nuriye - 136

KARIŞTIRMA

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Misafir olan bir kimse seferinde çok yerlere, menzillere uğrar, Uğradığı her yerin âdetleri ve şartları ayrı ayrı olur.

   Kezalik Allah'ın yolunda sülûk eden zât çok makamlara, mertebelere, hallere, perdelere rastgelir ki, bunların da her birisi için kendine mahsus şartlar ve vaziyetler vardır.

Bu şartları ve perdeleri, birbirine haltedip karıştıran, galat ve yanlış hareket eder.

Meselâ: Bir ahırda atın kişnemesini işiten bir adam, yüksek bir sarayda andelibin terennümünü, güzel sadâsını işitir.

Eğer o terennüm ile atın kişnemesini farketmeyip andelibden kişnemeyi taleb ederse, kendi nefsiyle mugalata etmiş olur.

Mesnevi-i Nuriye - 134

20 Mart 2025 Perşembe

İNSAN BİR YOLCU

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Aklı başında olan insan, ne dünya umûrundan kazandığına mesrur ve ne de kaybettiği şeye mahzun olmaz.

Zira dünya durmuyor, gidiyor.

İnsan da beraber gidiyor.

Sen de yolcusun.

Bak, ihtiyarlık şafağı, kulakların üstünde tulû' etmiştir.

Başının yarısından fazlası beyaz kefene sarılmış.

Vücudunda tavattun etmeye niyet eden hastalıklar, ölümün keşif kollarıdır.

Maahâzâ, ebedî ömrün önündedir.

O ömr-ü bâkide göreceğin rahat ve lezzet, ancak bu fâni ömürde sa'y ve çalışmalarına bağlıdır.

Senin o ömr-ü bâkiden hiç haberin yok.

Ölüm sekeratı uyandırmadan evvel uyan!

Mesnevi-i Nuriye - 130

AKILDAN ZİYADE HİSLER

 Evet gençlik damarı, akıldan ziyade hissiyatı dinler...

His ve heves ise kördür, âkıbeti görmez.

Bir dirhem hazır lezzeti, ileride bir batman lezzete tercih eder.

Bir dakika intikam lezzeti ile katleder, seksen bin saat hapis elemlerini çeker.

Ve bir saat sefahet keyfiyle bir namus mes'elesinde; binler gün hem hapsin, hem düşmanın endişesinden sıkıntılarla ömrünün saadeti mahvolur.

Bunlara kıyasen bîçare gençlerin çok vartaları var ki: En tatlı hayatını, en acı ve acınacak bir hayata çeviriyorlar ve bilhâssa şimalde koca bir devlet, gençlik hevesatını elde ederek, bu asrı fırtınalarıyla sarsıyor.

Çünki âkıbeti görmeyen kör hissiyatla hareket eden gençlere, ehl-i namusun güzel kızlarını ve karılarını ibahe eder.

Belki hamamlarında erkek kadın beraber çıplak olarak girmelerine izin vermeleri cihetinde bu fuhşiyatı teşvik eder.

Hem serseri ve fakir olanlara, zenginlerin mallarını helâl eder ki; bütün beşer bu musibete karşı titriyor.

   İşte bu asırda İslâm ve Türk gençleri kahramanane davranıp iki cihetten hücum eden bu tehlikeye karşı, Risale-i Nur'un Meyve ve Gençlik Rehberi gibi keskin kılınçlarıyla mukabele etmeleri elzemdir.

Yoksa o bîçare genç, hem dünya istikbalini, hem mes'ud hayatını, hem âhiretteki saadetini ve hayat-ı bâkiyesini azablara, elemlere çevirip mahveder ve sû'-i istimal ve sefahetle hastahanelere ve hissiyatın taşkınlıklarıyla hapishanelere düşer.

Eyvahlar, esefler ile ihtiyarlığında çok ağlayacak.

Sözler -

YAŞLILIK VE KABİR

 Ve kabristanda ve mütemadiyen oraya girenler için kapıları açılıp kapanan o âlem-i berzahta -ehl-i keşfelkuburun müşahedatıyla ve bütün ehl-i hakikatın tasdikıyla ve şehadetiyle- ekser azablar, gençlik sû'-i istimalâtının neticesi olduğunu bileceksiniz.

Hem nev'-i insanın ekseriyetini teşkil eden ihtiyarlardan ve hastalardan sorunuz.

Elbette ekseriyet-i mutlaka ile esefler, hasretler ile "Eyvah gençliğimizi bâd-i heva, belki zararlı zayi' ettik.

Sakın bizim gibi yapmayınız." diyecekler.

Çünki beş-on senelik gençliğin gayr-ı meşru zevki için, dünyada çok seneler gam ve keder ve berzahta azab ve zarar ve âhirette cehennem ve sakar belasını çeken adam, en acınacak bir halde olduğu halde

اَلرَّاض۪ى بِالضَّرَرِ لَا يُنْظَرُ لَهُ

sırrıyla hiç acınmaya müstehak olamaz.

Çünki zarara rızasıyla girene merhamet edilmez ve lâyık değildir.

Cenab-ı Hak bizi ve sizi, bu zamanın cazibedar fitnesinden kurtarsın ve muhafaza eylesin, âmîn...

Sözler - 147

GENÇLİK GİTTİ GİDECEK

    Elhasıl, gençlik gidecek.

Sefahette gitmiş ise, hem dünyada, hem âhirette, binler bela ve elemler netice verdiğini ve öyle gençler ekseriyetle sû'-i istimal ile, israfat ile gelen evhamlı hastalıkla hastahanelere ve taşkınlıklarıyla hapishanelere veya sefalethanelere ve manevî elemlerden gelen sıkıntılarla meyhanelere düşeceklerini anlamak isterseniz; hastahanelerden ve hapishanelerden ve kabristanlardan sorunuz.

Elbette hastahanelerin ekseriyetle lisan-ı halinden, gençlik saikasıyla israfat ve sû'-i istimalden gelen hastalıktan enînler, eyvahlar işittiğiniz gibi; hapishanelerden dahi, ekseriyetle gençliğin taşkınlık saikasıyla gayr-ı meşru dairedeki harekatın tokatlarını yiyen bedbaht gençlerin teessüflerini işiteceksiniz.

Sözler - 147

19 Mart 2025 Çarşamba

AHİRETTE SENİ KURTARACAK BİR ESERİN VAR MI?

  Şu esasata dikkat lâzımdır: 

   1- Allah'a abd olana her şey müsahhardır.

Olmayana her şey düşmandır.

   2- Her şey kader ile takdir edilmiştir.

Kısmetine razı ol ki, rahat edesin.

   3- Mülk Allah'ındır.

Sende emaneten duruyor.

O emaneti ibka edip senin için muhafaza edecek.

Sende kalırsa, meccanen zâil olur gider.

   4- Devam olmayan bir şeyde lezzet yoktur.

Sen zâilsin.

Dünya da zâildir.

Halkın dünyası da zâildir.

Kâinatın şu şekl-i hazırı da zâildir.

Bunlar sâniye ve dakika ve saat ve gün gibi birbirini takiben zevale gidiyorlar.

   5- Âhirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fâni dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme.

Mesnevi-i Nuriye - 129

KABİR ALEMİ

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Kabir, âlem-i âhirete açılmış bir kapıdır.

Arka ciheti rahmettir, ön ciheti ise azabdır.

Bütün dost ve sevgililer o kapının arka cihetinde duruyorlar.

Senin de onlara iltihak zamanın gelmedi mi?

Ve onlara gidip onları ziyaret etmeğe iştiyakın yok mudur?

Evet vakit yaklaştı.

Dünya kazuratından temizlenmek üzere bir gusül lâzımdır.

Yoksa onlar istikzar ile ikrah edeceklerdir.

   Eğer İmam-ı Rabbanî Ahmed-i Farukî bugün Hindistan'da hayattadır diye ziyaretine bir davet vuku' bulsa, bütün zahmetlere ve tehlikelere katlanarak ziyaretine gideceğim.

Binaenaleyh İncil'de "Ahmed", Tevrat'ta "Ahyed" Kur'anda "Muhammed" ismiyle müsemma, iki cihanın güneşi, kabrin arka tarafında milyonlarca Farukî Ahmedler ile muhat olarak sâkindir.

Onların ziyaretlerine gitmek için niye acele etmiyoruz?

Geri kalmak hatadır.

Mesnevi-i Nuriye - 129

18 Mart 2025 Salı

ŞÜKÜR VE TESBİH

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Sübhanallah ve Elhamdülillah cümleleri, Cenab-ı Hakk'ı Celal ve Cemal sıfatlarıyla zımnen tavsif ediyorlar.

"Celal" sıfatını tazammun eden "Sübhanallah", abdin ve mahlukun Allah'tan baîd olduklarına nâzırdır.

   Cemal sıfatını içine alan "Elhamdülillah", Cenab-ı Hakk'ın rahmetiyle abde ve mahlukata karib olduğuna işarettir.

Meselâ biri kurb, diğeri bu'd olmak üzere bize nâzır şemsin iki ciheti vardır.

Kurb cihetiyle hararet ve ziyayı veriyor.

Bu'd cihetiyle insanların mazarratlarından tahir ve safi kalıyor.

Bu itibarla insan şemse karşı yalnız kabil olabilir, fâil ve müessir olamaz.

   Kezalik -bilâ teşbih- Cenab-ı Hak rahmetiyle bize karib olduğu cihetle ona hamdediyoruz.

Biz ondan uzak olduğumuz cihetle onu tesbih ediyoruz.

Binaenaleyh rahmetiyle kurbüne bakarken hamdet.

Ondan baîd olduğuna bakarken, tesbih et.

Fakat her iki makamı karıştırma ve her iki nazarı birleştirme ki, hak ve istikamet mültebis olmasın.

Lâkin iltibas ve mezc olmadığı takdirde, her iki makamı ve her iki nazarı hem tebdil, hem cem'edebilirsin.

Evet "Sübhanallahi ve bihamdihi" her iki makamı cem'eden bir cümledir.

Mesnevi-i Nuriye - 124

BOŞ KAFALAR

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Kur'an, semadan nâzil olmuştur.

Ve Onun nüzuluyla semavî bir maide ve bir sofra-i İlahiye de nâzil olmuştur.

Bu maide, tabakat-ı beşerin iştiha ve istifadelerine göre ayrılmış safhaları hâvidir.

O maidenin sathında, yüzünde bulunan ilk safha tabaka-i avama aittir.

Meselâ:

اَنَّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَا

âyet-i kerimesi, beşerin birinci tabakasına şu manayı ifham ve ifade ediyor:

   Semavat, ayaz, bulutsuz, yağmuru yağdıracak bir kabiliyette olmadığı gibi, arz da kupkuru, nebatatı yetiştirecek bir şekilde değildir.

Sonra ikisinin de yapışıklıklarını izale ve fetk ettik.

Birisinden sular inmeğe, ötekisinden nebatat çıkmağa başladı.

Mezkûr âyetin ifade ettiği şu manaya delalet eden 

وَ جَعَلْنَا مِنَ الْمَٓاءِ كُلَّ شَيْءٍ حَىٍّ

âyet-i kerimesidir.

Çünki hayvanî ve nebatî olan hayatları koruyan gıdalar ancak arz ve semanın izdivacından tevellüd edebilir.

   Mezkûr âyetin tabaka-i avama ait safhasının arkasında şöyle bir safha da vardır ki: Nur-u Muhammediye'den (A.S.M.) yaratılan madde-i aciniyeden, seyyarat ile şemsin o nurun macun ve hamurundan infisal ettirilmesine işarettir.

Bu safhayı delaletiyle teyid eden

اَوَّلُ مَا خَلَقَ اللّٰهُ نُور۪ى

olan hadîs-i şerifidir.

   İkinci misal:

اَفَعَي۪ينَا بِالْخَلْقِ الْاَوَّلِ بَلْ هُمْ ف۪ى لَبْسٍ مِنْ خَلْقٍ جَد۪يدٍ

olan âyet-i kerimenin tabaka-i avama ait safhasında şu mana vardır:

   "Onlar, daha acib olan birinci yaratılışlarını şehadetle ikrar ettikleri halde, daha ehven, daha kolay ikinci yaratılışlarını uzak görüyorlar." Şu safhanın arkasında haşir ve neşrin pek kolay olduğunu tenvir eden büyük bir bürhan vardır.

   Ey haşir ve neşri inkâr eden kafasız!

Ömründe kaç defa cismini tebdil ediyorsun.

Sabah ve akşam elbiseni değiştirdiğin gibi her senede bir defa tamamıyla cismini tebdil ve tecdid ediyorsun, haberin var mıdır?

Belki her senede, her günde cisminden bir kısım şeyler ölür, yerine emsali gelir.

Bunu hiç düşünemiyorsun.

Çünki kafan boştur.

Eğer düşünebilseydin, her vakit âlemde binlerce numuneleri vukua gelen haşir ve neşri inkâr etmezdin.

Doktora git, kafanı tedavi ettir.

Mesnevi-i Nuriye - 120

17 Mart 2025 Pazartesi

SANA AİT OLAN İŞLER VARDIR

  Sana ait işlerin biri , sen burada misafirsin ve buradan da diğer bir yere gideceksin.

Misafir olan kimse, beraberce götüremediği bir şeye kalbini bağlamaz.

Bu menzilden ayrıldığın gibi, bu şehirden de çıkacaksın.

Ve keza bu fâni dünyadan da çıkacaksın.

Öyle ise, aziz olarak çıkmaya çalış.

Vücudunu Mûcidine feda et.

Mukabilinde büyük bir fiat alacaksın.

Çünki feda etmediğin takdirde, ya bâd-i heva zâil olur, gider; veya Onun malı olduğundan yine Ona rücu eder.

   Eğer vücuduna itimad edersen, ademe düşersin.

Çünki ancak vücudun terkiyle vücud bulunabilir.

Ve keza vücuduna kıymet vermek fikrinde isen, o vücuddan senin elinde ancak bir nokta kalabilir.

Bütün vücudun cihat-ı erbaasıyla ademler içerisinde kalır.

Amma o noktayı da elinden atarsan, vücudun tam manasıyla nurlar içinde kalır.

   Biri de dünyanın lezzetleridir.

Bu ise, kısmete bağlıdır.

Talebinde kalâka düşer.

Ve sür'at-i zevali itibariyle aklı başında olan onları kalbine alıp kıymet vermez.

   Dünyanın âkıbeti ne olursa olsun, lezaizi terketmek evlâdır.

Çünki âkıbetin ya saadettir, saadet ise şu fâni lezaizin terkiyle olur.

Veya şekavettir.

Ölüm ve i'dam intizarında bulunan bir adam, sehpanın tezyin ve süslendirilmesinden zevk ve lezzet alabilir mi?

Mesnevi-i Nuriye - 119

16 Mart 2025 Pazar

HUSUSİ ALEM

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Şu görünen umumî âlemde her insanın hususî bir âlemi vardır.

Bu hususî âlemler, umumî âlemin aynıdır.

Yalnız umumî âlemin merkezi şemstir.

Hususî âlemlerin merkezi ise şahıstır.

Her hususî âlemin anahtarları o âlemin sahibinde olup letaifiyle bağlıdır.

O şahsî âlemlerin safveti, hüsnü ve kubhu, ziyası ve zulmeti, merkezleri olan eşhasa tâbidir.

Evet âyinede irtisam eden bir bahçe hareket, tagayyür ve sair ahvalinde âyineye tâbi olduğu gibi, her şahsın âlemi de merkezi olan o şahsa tâbidir.

Gölge ve misal gibi.

   Binaenaleyh cisminin küçüklüğüne bakıp da günahlarını küçük zannetme.

Çünki kalbin kasavetinden bir zerre, senin şahsî âleminin bütün yıldızlarını küsufa tutturur.

Mesnevi-i Nuriye - 117

İLK YARATILAN ONUN NURU

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Şu gördüğün büyük âleme büyük bir kitab nazarıyla bakılırsa, Nur-u Muhammedî (A.S.M.) o kitabın kâtibinin kaleminin mürekkebidir.

Eğer o âlem-i kebir, bir şecere tahayyül edilirse, Nur-u Muhammedî hem çekirdeği, hem semeresi olur.

Eğer dünya mücessem bir zîhayat farzedilirse, o nur onun ruhu olur.

Eğer büyük bir insan tasavvur edilirse, o nur onun aklı olur.

Eğer pek güzel şaşaalı bir cennet bahçesi tahayyül edilirse, Nur-u Muhammedî onun andelibi olur.

Eğer pek büyük bir saray farzedilirse, Nur-u Muhammedî o Sultan-ı Ezel'in makarr-ı saltanat ve haşmeti ve tecelliyat-ı cemaliyesiyle âsâr-ı san'atını hâvi olan o yüksek saraya nâzır ve münadi ve teşrifatçı olur.

Bütün insanları davet ediyor.

O sarayda bulunan bütün antika san'atları, hârikaları ve mu'cizeleri tarif ediyor.

Halkı o saray sahibine, sâni'ine iman etmek üzere cazibedar, hayret-efza davet ediyor.

Mesnevi-i Nuriye - 116

15 Mart 2025 Cumartesi

SIRF BU DÜNYA İN Mİ YARATILDIN ?

 İnsan bu dünyaya keyf sürmek ve lezzet almak için gelmediğine, mütemadiyen gelenlerin gitmesi ve gençlerin ihtiyarlaşması ve mütemadiyen zeval ve firakta yuvarlanması şahiddir.

Hem insan, zîhayatın en mükemmeli, en yükseği ve cihazatça en zengini, belki zîhayatların sultanı hükmünde iken, geçmiş lezzetleri ve gelecek belaları düşünmek vasıtasıyla, hayvana nisbeten en edna bir derecede, ancak kederli, meşakkatli bir hayat geçiriyor.

Demek insan, bu dünyaya yalnız güzel yaşamak için ve rahatla ve safa ile ömür geçirmek için gelmemiştir.

Belki azîm bir sermaye elinde bulunan insan, burada ticaret ile, ebedî daimî bir hayatın saadetine çalışmak için gelmiştir.

Onun eline verilen sermaye de ömürdür.

Eğer hastalık olmazsa, sıhhat ve âfiyet gaflet verir, dünyayı hoş gösterir, âhireti unutturur.

Kabri ve ölümü hatırına getirmek istemiyor, sermaye-i ömrünü bâd-i heva boş yere sarfettiriyor.

Hastalık ise, birden gözünü açtırır.

Vücuduna ve cesedine der ki: "Lâyemut değilsin, başıboş değilsin, bir vazifen var.

Gururu bırak, seni yaratanı düşün, kabre gideceğini bil, öyle hazırlan." İşte hastalık bu nokta-i nazardan hiç aldatmaz bir nâsih ve ikaz edici bir mürşiddir.

Ondan şekva değil, belki bu cihette ona teşekkür etmek; eğer fazla ağır gelse, sabır istemek gerektir.

Lemalar - 206

KÖTÜLÜĞÜ İSTEYEN NEFİS

 Ey nefs-i emmarem!

Sana tâbi' değilim.

Sen istediğin şeye ibadet et ve istediğin şeyin peşine düş; ben ancak ve ancak beni yaratıp, şems ve kamer ve arzı bana müsahhar eden Fâtır-ı Hakîm-i Zülcelal'e abd olurum.

   Ve keza kader muhitinde uçan tayyare-i ömre veya hayat dağları arasında açılan uhdud ve tünellerinden şimşekvari geçen zamanın şimendiferine bindirerek, ebedü'l-âbâd memleketinin iskelesi hükmünde olan kabir tünelinin kapısına sevkeden Hâlık-ı Rahmanu'r-Rahîm'den meded istiyorum.

   Ve keza hiçbir şeyi dualarıma, istigaselerime ve niyazlarıma hedef ittihaz etmem.

Ancak küre-i arzı harekete getiren felek çarklarını durdurmağa ve şems ve kamerin birleştirilmesiyle zamanın hareketini teskin ettirmeğe ve vücudun şâhikalarından yuvarlanıp gelen şu dünyayı sâkin kılmağa kàdir olan kudreti nihayetsiz Rabb-i Zülcelal'e dualarımı, niyazlarımı arz ve takdim ediyorum.

Çünki her şeyle alâkadar âmâl ve makasıdım vardır.

   Ve keza kalbime vaki' olan en ince, en gizli hatıraları işittiği ve kalbimin müyul ve emellerini tatmin ettiği gibi; akıl ve hayalimin de temenni ettikleri saadet-i ebediyeyi vermeğe kàdir olan Zât-ı Akdes'ten maada kimseye ibadet etmiyorum.

Mesnevi-i Nuriye - 109

YALNIZ ALLAH'A İBADET EDİLİR

 Zât-ı Akdes'ten maada kimseye ibadet etmiyorum.

Evet dünyayı âhirete kalbetmekle kıyameti koparan kudret muktedirdir, âciz değildir.

Bir zerre o kudretin nazarında gizlenemez.

Şems, büyüklüğüne güvenerek o kudretin elinden kurtulamaz.

Evet onun marifetiyle elemler lezzetlere inkılab eder.

Evet Onun marifeti olmazsa, ulûm evhama tahavvül eder.

Hikmetler illet ve belalara tebeddül eder.

Vücud ademe inkılab eder.

Hayat ölüme ve nurlar zulmetlere ve lezaiz günahlara tahavvül eder.

Evet Onun marifeti olmazsa, insanın ahbabı ve mal ve mülkü insana a'da ve düşman olurlar.

Beka bela olur, kemal heba olur, ömür heva olur.

Hayat azab olur, akıl ikab olur.

Âmâl, âlâma inkılab eder.

Mesnevi-i Nuriye - 110

ALLAH'A ABD VE HİZMETKÂR OLMAK

 Evet Allah'a abd ve hizmetkâr olana her şey hizmetkâr olur.

Bu da, her şey Allah'ın mülk ve malı olduğunu iman ve iz'an ile olur.

   Evet kudret, insanı çok dairelerle alâkadar bir vaziyette yaratmıştır.

En küçük ve en hakir bir dairede, insanın eli yetişebilecek kadar insana bir ihtiyar, bir iktidar vermiştir.

Ferşten arşa, ezelden ebede kadar en geniş dairelerde insanın vazifesi, yalnız duadır.

   Evet

قُلْ مَا يَعْبَؤُا بِكُمْ رَبّ۪ى لَوْلَا دُعَٓاؤُكُمْ

âyet-i kerimesi, bu hakikatı tenvir ve isbata kâfidir.

Öyle ise, çocuğun eli yetişemediği bir şeyi peder ve vâlidesinden istediği gibi; abd de, acz ve fakrıyla Rabbına iltica eder ve Hâlıkından ister.

Mesnevi-i Nuriye - 110

ALLAH'A MAL OLMAK

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Her kim kendisini Allah'a mal ederse, bütün eşya onun lehinde olur.

Ve kim Allah'a mal olmasa, bütün eşya onun aleyhinde olur.

Allah'a mal olmak ise, bütün eşyayı terk ve her şeyin ondan olduğunu ve ona rücu ettiğini bilmekle olur.

   İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Cenab-ı Hakk'ın sana in'am ettiği vücud ile vücuda lâzım olan şeyler, temlik suretiyle değildir.

Yani, senin mülkün ve malın olup istediğin gibi tasarruf etmek için verilmemiştir.

Ancak o gibi nimetlerde, Allah'ın rızasına muvafık tasarruf edilebilir.    Evet bir misafir, ev sahibinin iznine ve rızasına muvafık olmayacak derecede, yemeklerde ve sair şeylerde israf edemez.

Mesnevi-i Nuriye - 107

14 Mart 2025 Cuma

ALEM-İ KEBİR

 Zeylü'l-Hubab 

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

   Öyle bir Allah'a hamd, medh ü senalar ederiz ki, şu âlem-i kebir onun icadıdır.

Ve insan denilen şu küçük âlem de onun ibdaıdır.

Biri inşası, diğeri binasıdır.

Biri san'atı, diğeri sıbgasıdır.

Biri nakşı, diğeri zînetidir.

Biri rahmeti, diğeri nimetidir.

Biri kudreti, diğeri hikmetidir.

Biri azameti, diğeri rububiyetidir.

Biri mahluku, diğeri masnuudur.

Biri mülkü, diğeri memluküdür.

Biri mescidi, diğeri abdidir.

Evet bütün bu şeyler, eczasıyla beraber Allah'ın mülkü ve malı olduğu, i'cazvari sikke ve mühürleriyle sabittir...

Mesnevi-i Nuriye - 107

13 Mart 2025 Perşembe

YALVARMA

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Acz, nidanın madenidir.

İhtiyaç duanın menbaıdır.

   Feyâ Rabbî, yâ Hâlıkî, yâ Mâlikî!

Seni çağırmakta hüccetim hâcetimdir.

Sana yaptığım dualarda uddetim fâkatimdir.

Vesilem fıkdan-ı hile ve fakrımdır.

Hazinem aczimdir.

Re'sü'l-malım, emellerimdir.

Şefiim, Habibin (Aleyhissalâtü Vesselâm) ve rahmetindir.

Afveyle, mağfiret eyle ve merhamet eyle yâ Allah yâ Rahman yâ Rahîm!

Âmîn!

Mesnevi-i Nuriye - 106

12 Mart 2025 Çarşamba

BÖLÜNMEK PARÇALANMAK

 وَ اعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَم۪يعًا

âyetine zıddır.

Zaman cemaat zamanıdır.

Cemaatın ruhu olan şahs-ı manevî daha metindir ve tenfiz-i ahkâm-ı şer'iyeye daha ziyade muktedirdir.

Halife-i şahsî, ancak ona istinad ile vezaifi deruhde edebilir.

Cemaatın ruhu olan şahs-ı manevî eğer müstakim olsa, ziyade parlak ve kâmil olur.

Eğer fena olsa, pek çok fena olur.

Ferdin, iyiliği de fenalığı da mahduddur.

Cemaatin ise gayr-ı mahduddur.

Harice karşı kazandığınız iyiliği, dâhildeki fenalıkla bozmayınız.

Bilirsiniz ki ebedî düşmanlarınız ve zıdlarınız ve hasımlarınız, İslâmın şeairini tahrib ediyorlar.

Öyle ise zarurî vazifeniz, şeairi ihya ve muhafaza etmektir.

Yoksa şuursuz olarak şuurlu düşmana yardımdır.

Şeairde tehavün, zaaf-ı milliyeti gösterir.

Zaaf ise düşmanı tevkif etmez, teşci' eder...

حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ ٭ نِعْمَ الْمَوْلٰى وَنِعْمَ النَّص۪يرُ

Mesnevi-i Nuriye - 102

11 Mart 2025 Salı

GURURLANMA İNSANOĞLU

  İ'lem Eyyühe's-Said!

   Nedir bu gurur ve nedir bu gaflet?

Nedir bu haşmet, nedir bu istiğna, nedir bu azamet?

Elindeki ihtiyar bir kıl kadardır ve iktidarın bir zerre kadardır.

Ve hayatın söndü, ancak bir şu'le kaldı.

Ömrün geçti, şuurun söndü, bir lem'a kaldı.

Şöhretin gitti, ancak bir an kaldı...

   Zamanın geçti, kabirden başka mekânın var mı?

Bîçare!

Aczine ve fakrına bir had var mı?

Emellerin nihayetsizdir, ecelin yakındır.

Evet böyle acz ve fakrınla iktidar ve ihtiyardan hâlî bir insanın ne olacak hali?

Hazain-i rahmet sahibi Hâlık-ı Rahmanu'r-Rahîm'e, böyle bir acz ile itimad etmek lâzımdır.

Odur herkese nokta-i istinad.

Odur her zaîfe cihet-i istimdad...

Mesnevi-i Nuriye - 96

SİNEKLERİN HÜCUMUNA BENZER

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   İnsan kalben ve fikren hakaik-i İlahiyeye bakıp düşündüğü zaman, bilhâssa namaz ve ibadet esnasında, gerek şeytan tarafından, gerek nefsi tarafından pek fena, pis ve çirkin vesveseler, hatıralar, sinekler gibi kalbe, akla hücum ederler.

Bu gibi hevaî, vehmî ve çirkin şeylerin def'iyle uğraşan adam, o vesveselere mağlub olur.

Ancak onları mağlub edip kaçırmak çaresi, müdafaayı terk edip onlar ile uğraşmamaktır.

Evet arılar ile uğraşıldıkça onlar hücumlarını arttırırlar.

Onlara karışılmadığı takdirde, insanı terkeder, giderler.

Hem de o gibi vesveselerin, ne hakaik-i İlahiyeye ve ne de senin kalbine bir mazarratı yoktur.

Evet pis bir menzilin deliklerinden semanın güneş ve yıldızlarına, cennetin gül ve çiçeklerine bakılırsa, o deliklerdeki pislik ne bakana ve ne de bakılana bulaşmaz.

Ve fena bir tesir etmez.

{(Haşiye): O çirkin sözler senin kalbinin sözleri değil.

Çünki senin kalbin ondan müteessir ve müteessiftir.

Belki kalbe yakın olan lümme-i şeytanîden geliyor.

Meselâ: Sen namazda, Kâ'be karşısında, huzur-u İlahîde âyâtı tefekkürde olduğun bir halde, şu tedai-i efkâr seni tutup en uzak malayaniyat-ı rezileye sevkeder.

Meselâ: Âyinenin içindeki yılanın timsali ısırmaz.

Ateşin misali yakmaz.

Ve necasetin görünmesi âyineyi telvis etmez.}

Mesnevi-i Nuriye - 96

BİSMİLLAH DEMEK

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Kur'an-ı Kerim nimetleri, âyetleri, delilleri ta'dad ederken

فَبِاَىِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ

âyet-i celilesi tekrar ile zikredilmekte olduğundan şöyle bir delalet vardır ki: Cin ve insin en çok isyanlarını, en şedid tuğyanlarını, en azîm küfranlarını tevlid eden şöyle bir vaziyetleridir ki; nimet içinde in'amı görmüyorlar.

İn'amı görmediklerinden Mün'im-i Hakikî'den gaflet ederler.

Mün'imden gafletleri saikasıyla o nimetleri esbaba veya tesadüfe isnad ederek, Allah'tan o nimetlerin geldiğini tekzib ediyorlar.

Binaenaleyh herbir nimetin bidayetinde, mü'min olan kimse Besmeleyi okusun.

Ve o nimetin Allah'tan olduğunu kasdetmekle, kendisi ancak Allah'ın ismiyle, Allah'ın hesabına aldığını bilerek, Allah'a minnet ve şükranla mukabelede bulunsun.

Mesnevi-i Nuriye - 95

10 Mart 2025 Pazartesi

ÇOKŞEY İRADEN HARİCİNDE

 Remz 

   Ey insan!

Senin vücudunun sahasında yapılan fiiller ve işlerden senin yed-i ihtiyarında bulunan, ancak binde bir nisbetindedir.

Bâki kalan Mâlikü'l-Mülk'e aittir.

Binaenaleyh kendi kuvvetine göre yük al.

Yoksa altında ezilirsin.

Kıl kadar bir şuur ile, büyük taşları kaldırmak teşebbüsünde bulunma.

Mâlikinin izni olmaksızın, O'nun mülküne el uzatma.

Binaenaleyh gafletle, kendi hesabına bir iş yaptığın zaman, haddini tecavüz etme.

Eğer Mâlikin hesabına olursa istediğin şeyi al ve yap.

Fakat izin ve meşiet ve emri dairesinde olmak şartıyla.

İzin ve meşietini de şeriatından öğrenirsin.

   Remz 

   Ey şan ve şerefi, nam ve şöhreti isteyen adam!

Gel, o dersi benden al.

Şöhret ayn-ı riyadır ve kalbi öldüren zehirli bir baldır.

Ve insanı insanlara abd ve köle yapar.

O bela ve musibete düşersen اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ de, o beladan kurtul...

Mesnevi-i Nuriye - 82

İNSAN BİRŞEYE MALİK DEĞİL

 Remz 

   Arkadaş!

İnsanın vücudu, bedeni, emval-i mîriyeden bir neferin elinde bulunan bir hayvan gibidir.

O nefer, o hayvanı beslemeğe ve hizmetine mükellef olduğu gibi, insan da o vücudu beslemeğe mükelleftir.

   Aziz kardeşlerim!

Burada bana bu sözü söylettiren, nefsimle olan bir münakaşamdır.

Şöyle ki:

   Mehasiniyle mağrur olan nefsime dedim ki:

   - Sen bir şeye mâlik değilsin, nedir bu gururun?

   Dedi ki:

   - Madem mâlik değilim, ben de hizmetini görmem.

   Dedim ki:

   - Yahu bu sineğe bak!

Gayet küçücük zarif elleriyle kanatlarını, gözlerini siler süpürür.

Her işini görür.

sen de lâekal onun kadar vücuduna hizmet etmelisin, diye ikna ettim.

Takdis ederiz o zâtı ki, bu sineğe nezafeti ilhamen öğretir, bana da üstad yapar.

Ben de onun ile nefsimi ikna ve ilzam ederim.

Mesnevi-i Nuriye - 79

9 Mart 2025 Pazar

DÜNYANIN ÜÇ VECHİ

 Remz 

   Arkadaş!

Dünyanın üç vechi vardır:

   Birisi: 

   Âhirete bakar.

Çünki onun mezraasıdır.

   İkincisi: 

   Esma-i hüsnaya bakar.

Çünki onların mekteb ve tezgâhlarıdır.

   Üçüncüsü: 

   Kasden ve bizzât kendi kendine bakar.

Bu vecihle insanların hevesatına, keyiflerine ve bu fâni hayatın tekâlifine medar olur.

Nur-u imanla dünyanın evvelki iki vechine bakmak, manevî bir cennet gibi olur.

Üçüncü vecih ise, dünyanın fena yüzüdür ki zâtî ve ehemmiyetli bir kıymeti yoktur...

Mesnevi-i Nuriye - 79

8 Mart 2025 Cumartesi

ALLAH'A KUL OL, FİRAVUN OLMA

 Remz 

   Arkadaş!

Vesvese ve evham zulmetleri içinde yürürken, Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) sünnetleri birer yıldız, birer lâmba vazifesini gördüklerini gördüm.

Herbir sünnet veya bir hadd-i şer'î, zulmetli dalalet yollarında güneş gibi parlıyor.

O yollarda insan, zerre-miskal o sünnetlerden inhiraf ve udûl ederse; şeytanlara mel'ab, evhama merkeb, ehval ve korkulara ma'rez ve dağlar kadar ağır yüklere matiyye olacaktır.

   Ve keza o sünnetleri, sanki semadan tedelli ve tenezzül eden ipler gibi gördüm ki, onlara temessük eden yükselir, saadetlere nâil olur.

Muhalefet edip de akla dayananlar ise, uzun bir minare ile semaya çıkmak hamakatında bulunan Firavun gibi bir firavun olur...

Mesnevi-i Nuriye - 77

7 Mart 2025 Cuma

RIZIK TAAHHÜDÜ

 Nükte 

وَمَا مِنْ دَٓابَّةٍ فِى الْاَرْضِ اِلَّا عَلَى اللّٰهِ رِزْقُهَا

âyet-i kerimesiyle, rızk taahhüd altına alınmıştır.

Fakat, rızk dediğimiz iki kısımdır: Hakikî rızk, mecazî rızk.

Yani zarurî var, gayr-ı zarurî var.

   Âyetle taahhüd altına alınan, zarurî kısmıdır.

Evet hayatı koruyacak derecede gıda veriliyor.

Cisim ve bedenin semizliği ve za'fiyeti, rızkın çok ve az olduğuna bakmaz.

Denizin balıklarıyla karanın patlıcanları şahiddir.

Mecazî olan rızk ise, âyetin taahhüdü altında değildir.

Ancak sa'y ve kesbe bağlıdır.

  Nokta 

   Arkadaş!

Masum bir insana veya hayvanlara gelen felâketlerde, musibetlerde, beşer fehminin anlayamadığı bazı esbab ve hikmetler vardır.

Yalnız meşiet-i İlahiyenin düsturlarını hâvi şeriat-ı fıtriye ahkâmı, aklın vücuduna tâbi değildir ki, aklı olmayan bir şeye tatbik edilmesin.

O şeriatın hikmetleri kalb, his, istidada bakar.

Bunlardan husule gelen fiillere, o şeriatın hükümleri tatbik ile tecziye edilir.

Meselâ: Bir çocuk, eline aldığı bir kuş veya bir sineği öldürse, şeriat-ı fıtriyenin ahkâmından olan hiss-i şefkate muhalefet etmiş olur.

İşte bu muhalefetten dolayı, düşüp başı kırılırsa müstehak olur.

Çünki bu musibet, o muhalefete cezadır.

Veya dişi bir kaplan, öz evlâdlarına olan şiddet-i şefkat ve himayeyi nazara almayarak, zavallı ceylanın yavrucuğunu parçalayarak yavrularına rızık yapar.

Sonra bir avcı tarafından öldürülür.

İşte hiss-i şefkat ve himayeye muhalefet ettiğinden, ceylana yaptığı aynı musibete maruz kalır.

   İhtar: 

   Kaplan gibi hayvanların helâl rızıkları, ölü hayvanlardır.

Sağ hayvanları öldürüp rızık yapmak, şeriat-ı fıtriyece haramdır.

Mesnevi-i Nuriye - 73

6 Mart 2025 Perşembe

ALLAH'I VE MAHLUKATI SEVME

 Nokta 

   Cenab-ı Hakk'ın masivasına yapılan muhabbet iki çeşit olur.

Birisi, yukarıdan aşağıya nâzil olur.

Diğeri, aşağıdan yukarıya çıkar.

Şöyle ki:

   Bir insan en evvel muhabbetini Allah'a verirse, onun muhabbeti dolayısıyla Allah'ın sevdiği herşeyi sever ve mahlukata taksim ettiği muhabbeti, Allah'a olan muhabbetini tenkis değil, tezyid eder.

   İkinci kısım ise, en evvel esbabı sever ve bu muhabbetini Allah'ı sevmeğe vesile yapar.

Bu kısım muhabbet, topluluğunu muhafaza edemez, dağılır.

Ve bazan da kavî bir esbaba rast gelir.

Onun muhabbetini mana-yı ismiyle tamamen cezbeder, helâkete sebeb olur.

Şayet Allah'a vâsıl olsa da, vusulü nâkıs olur...

Mesnevi-i Nuriye - 73

KEDİ VE KÖPEK

 Nokta 

   Arkadaş!

Esbab ve vesaiti insan kucağına alıp yapışırsa, zillet ve hakarete sebeb olur.

Meselâ: Kelb, bütün hayvanlar içerisinde birkaç sıfat-ı hasene ile muttasıftır ve o sıfatlar ile iştihar etmiştir.

Hattâ sadakat ve vefadarlığı darb-ı mesel olmuştur.

Bu güzel ahlâkına binaen, insanlar arasında kendisine mübarek bir hayvan nazarıyla bakılmağa lâyık iken, maalesef insanlar arasında mübarekiyet değil necisü'l-ayn addedilmiştir.

   Tavuk, inek, kedi gibi sair hayvanlarda, insanların onlara yaptıkları ihsanlara karşı şükran hissi olmadığı halde, insanlarca aziz ve mübarek addedilmektedirler.

Bunun esbabı ise, kelbde hırs marazı fazla olduğundan esbab-ı zahiriyeye öyle bir derece ihtimam ile yapışır ki, Mün'im-i Hakikî'den bütün bütün gafletine sebeb olur.

Binaenaleyh vasıtayı müessir bilerek Müessir-i Hakikî'den yaptığı gaflete ceza olarak necis hükmünü almıştır ki tahir olsun.

Çünki hükümler, hadler günahları afveder.

Ve beyne'n-nâs tahkir darbesini, gaflete keffaret olarak yemiştir.    Öteki hayvanlar ise, vesaiti bilmiyorlar ve esbaba o kadar kıymet vermiyorlar.

Meselâ: Kedi seni sever, tazarru' eder, senden ihsanı alıncaya kadar.

İhsanı aldıktan sonra öyle bir tavır alır ki, sanki aranızda muarefe yokmuş ve kendilerinde sana karşı şükran hissi de yoktur.

Ancak Mün'im-i Hakikî'ye şükran hisleri vardır.

Çünki fıtratları Sâni'i bilir ve lisan-ı halleriyle ibadetini yaparlar.

Şuur olsun olmasın...

   Evet kedinin "mır-mır"ları "Yâ Rahîm!

Yâ Rahîm!

Yâ Rahîm"dir.

Mesnevi-i Nuriye - 71

KAFİR VE MÜSLİM

 Birinci güruhu: 

   Kendini tanımış ve aklı başında ve kalbi yerinde oldukları için, o sarayın içindeki acaiblere baktıkları zaman dediler: "Bunda büyük bir iş var." Hem anladılar ki: Beyhude değil, âdi bir oyuncak değil.

Onun için merak ettiler.

"Acaba tılsımı nedir, içinde ne var?" deyip düşünürken, birden o muarrif üstadın beyan ettiği nutkunu işittiler.

Anladılar ki, bütün esrarın anahtarları ondadır.

Ona müteveccihen gittiler ve dediler: "Esselâmü Aleyke ya Eyyühel Üstad!

Hakkan, şöyle bir muhteşem sarayın, senin gibi sadık ve müdakkik bir muarrifi lâzımdır.

Seyyidimiz sana ne bildirmişse lütfen bize bildiriniz." Üstad ise, evvel zikri geçen nutukları onlara dedi.

Bunlar güzelce dinlediler, iyice kabul edip tam istifade ettiler.

Padişahın marziyatı dairesinde amel ettiler.

Onların şu edebli muamele ve vaziyetleri o padişahın hoşuna geldiğinden onları has ve yüksek ve tavsif edilmez diğer bir saraya davet etti, ihsan etti.

Hem öyle bir Cevvad-ı Melik'e lâyık ve öyle mutî' ahaliye şayeste ve öyle edebli misafirlere münasib ve öyle yüksek bir kasra şâyan bir surette ikram etti, daimî onları saadetlendirdi.

   İkinci güruh ise; akılları bozulmuş, kalbleri sönmüş olduklarından, saraya girdikleri vakit, nefislerine mağlub olup lezzetli taamlardan başka hiçbir şeye iltifat etmediler; bütün o mehasinden gözlerini kapadılar ve o üstadın irşadatından ve şakirdlerinin ikazatından kulaklarını tıkadılar.

Hayvan gibi yiyerek uykuya daldılar.

İçilmeyen, fakat bazı şeyler için ihzar edilen iksirlerden içtiler.

Sarhoş olup öyle bağırdılar, karıştırdılar; seyirci misafirleri çok rahatsız ettiler.

Sâni'-i Zîşan'ın düsturlarına karşı edebsizlikte bulundular.

Saray sahibinin askerleri de onları tutup, öyle edebsizlere lâyık bir hapse attılar.

Sözler - 121

TEK ADAM YÖNETİMLERİ

İnsan yaratılış itibari ile çeşitli kabiliyetlerle donatılmış farklı farklı özellikler taşımaktadır.Hiç bir insan kişilik ve kabiliyetler açısından birbirine benzemez.Tek yumurta ikizleri dahi kişilik ve yetenekler açısından farklılık arzeder.Onun için dünya işlerinde başarı kişileri istidatları yönünde isdihtam ederek elde edilir yani kişi başarılı olduğu alanda görevlendirilmelidir.Salih olan kişi liyakatli olmadığı bir işe talip olmaması gerektiği gibi bilip anlamadığı bir işe görevlendirmekte hem o insana hem de ülkeye verilecek en büyük zarardır. Bu nedenle adama iş değil işe adam prensibiyle hareket eden kurum ve kurluşlar başarı ve kalkınmayı elde ederek ayakta kalır.

Çevremize bir göz attığımız da işinin ehli olan kimseler başarılı olmakta ve hem kendi hem çalıştığı kuruluş başarılı olarak mutlu bir hayat sürmektedir.

Bu durum ülke yönetiminde de aynıdır.Kurum ve kurluşların başarısı liyakat ve işin ehli olanların istihdamına bağlıdır.Tek adam otoriter sistemi ile yönetilen devletler ve devlet kuruluşları ileride sıkıntı yaşamaktadır.  Otoriter yönetim biçimi ile bir müddet ayakta kalsa bile uzun ömürlü olamamaktadır.Reyi vahid istibdattır.Tek adamın tek düşüncesi ve tek görüşü zulme kapı açar.

Senelerce tek parti, tek adam ile yönetilen ülkelerin durumu ortada.Kişiler otoriterleşip milleti köleleştirmişler.Nice istidat ve kabiliyetler baskı ve otorite neticesi yok olmuştur.

Tek adam ise, kendisi herşeyden anlayan bir despot olarak başa bela olmuştur.İşte ülkemizin Cumhuriyet dönemindeki 1950 öncesi hali ortada. Demokrasi ye ve çok  Partili  sisteme geçene  kadarki yıllarda yaşanan ekenomik ve siyasi durum.Hem zulüm, hem baskı hem de tek tiplilik ve otoriterlik  sonucu inançsızlık ve küfre giden yol. Baştakilerin insanları kendilerine boyun eğdirip köleleştirdikleri haller.Putçuluk  ve Firavunluk Nemrutluk dönemi .Haşa baştakilerin ilah haline gelmesi.Senelerce bu keferelerden kurtulmaya çalışırken ne yazık ki millet daha  beter bir belaya uğrayacak.Tıpkı yağmurdan kaçarken  doluya tutulan insan gibi.Bir otoriterden kurtulmuş başka bir despot fecerelere boyun eğmiştir. Tek adamlar her dönem başa bela olmuşlar ve halkı inim inim inletmşler. Millet Yirmi küsür senedir de AKP tek parti tek adam zulmünü çekmek zorunda kalmıştır.Yani bir ateist zalimden kurtulup başka bir günahkarın esiri haline gelmiştir.Allah bu milleti keferelerin ve fecerelerin şerrinden korusun. Günümüz münafık fecerelerinin elinden de en kısa zamanda kurtarsın.

Kurtulmanın yolu ise, demokrasinin ve hür iradenin aracı olan, sandıktan geçer. "Yeter artık söz milletin diyelim". Zira tek adam yönetimlerinin sonu iflastır.Haydi hayırlısı inşallah istenilen olur demokrasi yerleşir,hak hukuk ve adalet güç kazanır.

Rafet Özcan

5 Mart 2025 Çarşamba

NİYET

 Arkadaş!

Bu niyet mes'elesi, benim kırk senelik ömrümün bir mahsulüdür.

Evet niyet öyle bir hâsiyete mâliktir ki, âdetleri, hareketleri ibadete çeviren pek acib bir iksir ve bir mâyedir.

   Ve keza niyet, ölü ve meyyit olan haletleri ihya eden ve canlı, hayatlı ibadetlere çeviren bir ruhtur.

   Ve keza niyette öyle bir hâsiyet vardır ki; seyyiatı hasenata ve hasenatı seyyiata tahvil eder.

Demek niyet, bir ruhtur.

O ruhun ruhu da ihlastır.

Öyle ise necat, halas ancak ihlas iledir.

İşte bu hâsiyete binaendir ki; az bir zamanda çok ameller husule gelir.

Buna binaendir ki; az bir ömürde, Cennet bütün lezaiz ve mehasiniyle kazanılır.

Ve niyet ile insan, daimî bir şâkir olur, şükür sevabını kazanır.

   Ve keza dünyadaki lezzet ve nimetlere iki cihetle bakılır:

   Bir cihette, o nimetlerin bir mün'im tarafından verildiği düşünülür.

Ve nazar, o lezzetten in'am edene döner; onu düşünür.

Mün'imi düşünmek lezzeti, nimeti düşünmekten daha lezizdir.

   İkinci cihet, nimeti görür görmez nazarını ona hasrederek, o nimeti ganîmet telakki ederek minnetsiz yer.

Halbuki birinci cihette lezzet, zeval ile zâil olsa bile ruhu bâkidir.

Çünki Mün'im'i düşünür.

Mün'im ise merhametlidir, daima bu nimetleri bana verir diye ümidvar olur.

İkinci cihette, nimetin zevali ölüm değildir ki, ruhu kalsın.

Ruhu da söner, ancak dumanı kalır.

Musibetlerin ise; zevalinden sonra dumanları söner, nurları kalır.

Lezzetlerin zevalinden sonra kalan dumanları, günahlarıdır.

Mesnevi-i Nuriye - 70

KÜFÜR

 Nükte 

   Arkadaş!

İman bütün eşya arasında hakikî bir uhuvveti, irtibatı, ittisali ve ittihad rabıtalarını tesis eder.

   Küfür ise, bürudet gibi bütün eşyayı birbirinden ayrı gösterir ve birbirine ecnebi nazarıyla baktırır.

Bunun içindir ki, mü'minin ruhunda adavet, kin, vahşet yoktur.

En büyük bir düşmanıyla bir nevi kardeşliği vardır.

Kâfirin ruhunda hırs, adavet olduğu gibi nefsini iltizam ve nefsine itimadı vardır.

Bu sırra binaendir ki, dünya hayatında bazan galebe kâfirlerde olur.

Ve keza kâfir, dünyada hasenatının mükâfatını (filcümle) görür.

Mü'min ise, seyyiatının cezasını görür.

   Bunun için dünya kâfire cennet (yani âhirete nisbeten), mü'mine cehennemdir (yani saadet-i ebediyesine nisbeten).

Yoksa dünyada dahi mü'min yüz derece ziyade mes'uddur, denilmiştir.

   Ve keza iman, insanı ebediyete, Cennet'e lâyık bir cevhere kalbeder.

Küfür ise ruhu, kalbi söndürür, zulmetler içinde bırakır.

Çünki iman, kabuğunun içerisindeki lübbü gösterir.

Küfür ise, lüb ile kabuğu tefrik etmez.

Kabuğu aynen lübb bilir ve insanı cevherlik derecesinden kömür derecesine indirir.

Mesnevi-i Nuriye - 69

3 Mart 2025 Pazartesi

HAKİKATLER

 Birinci Hakikat: 

   Arkadaş!

Mâlik-i Hakikî'den gaflet, nefsin firavunluğuna sebeb olur.

Evet taht-ı tasarrufunda bulunan bütün eşyanın Mâlik-i Hakikîsini unutan, kendisini kendisine mâlik zannederek hâkimiyet tevehhümünde bulunur.

Ve başkaları da, bilhâssa esbabı kendisine kıyas ile, hâkim ve mâlik defterine kaydeder.

Ve bu vesile ile, Allah'ın mülkünü, malını kendilerine taksim ederek ahkâm-ı İlahiyeye karşı muaraza ve mübarezeye başlar.

   Halbuki Cenab-ı Hak tarafından insanlara verilen benlik ve hürriyet, uluhiyet sıfatlarını fehmetmek üzere bir vâhid-i kıyasî vazifesini görüyor.

Maalesef sû'-i ihtiyar ile hâkimiyet ve istiklaliyete âlet ederek tam bir firavun olur.

   Arkadaş!

Bu ince hakikat, tam vuzuh ve zuhuruyla şöyle bana göründü ki: Gaflet suyu ile tenebbüt eden benlik, Hâlık'ın sıfatlarını fehmetmek için bir vâhid-i kıyastır.

Çünki insanlar görmedikleri şeyleri kıyas ve temsiller ile bilirler.

Meselâ: Bir adam Cenab-ı Hakk'ın kudretini anlamak için bir taksimat yapar: "Buradan buraya benim kudretimdedir, bundan o yanı da Onun kudretindedir" diye vehmî bir çizgi çizmekle mes'eleyi anlar.

Sonra mevhum hattı bozar, hepsini de ona teslim eder.

Çünki nefis, nefsine mâlik olmadığı gibi cismine de mâlik değildir.

Cismi, ancak acib bir makine-i İlahiyedir.

Kaza ve kader kalemiyle kudret-i ezeliye (bir cilveciği) o makinede çalışıyor.

Binaenaleyh insan o firavunluk davasından vazgeçmekle, mülkü mâlikine teslim etsin, emanete hıyanet etmesin!

Eğer hıyanetle bir zerreyi nefsine isnad ederse, Allah'ın mülkünü esbab-ı camideye taksim etmiş olacaktır.

Mesnevi-i Nuriye - 67

HAKİKAT

 İkinci Hakikat: 

   Ey nefs-i emmare, kat'iyyen bil ki, senin hususî ama pek geniş bir dünyan vardır ki; âmâl, ümid, taallukat, ihtiyacat üzerine bina edilmiştir.

En büyük temel taşı ve tek direği, senin vücudun ve senin hayatındır.

Halbuki o direk kurtludur.

O temel taşı da çürüktür.

Hülâsa, esastan fasid ve zayıftır.

Daima harab olmağa hazırdır.

   Evet bu cisim ebedî değil, demirden değil, taştan değil.. ancak et ve kemikten ibaret bir şeydir.

Âni olarak senin başına yıkılıyor, altında kalıyorsun.

Bak zaman-ı mazi senin gibi geçmiş olanlara geniş bir kabir olduğu gibi, istikbal zamanı da geniş bir mezaristan olacaktır.

Bugün sen iki kabrin arasındasın; artık sen bilirsin!...

   Arkadaş!

Bildiğimiz, gördüğümüz dünya bir iken, insanlar adedince dünyaları hâvidir.

Çünki her insanın tam manasıyla hayalî bir dünyası vardır.

Fakat, öldüğü zaman dünyası yıkılır, kıyameti kopar.

Mesnevi-i Nuriye - 67

ÜÇÜNCÜ VE DÖRDÜNCÜ HAKİKAT

  Üçüncü Hakikat: 

   Şu gördüğün dünyayı, bütün lezaiziyle, sefahetleriyle, safalarıyla pek ağır ve büyük bir yük gördüm.

Ruhu fasid, kalbi hasta olanlardan başka kimse o ağır yükün altına giremez.

Çünki bütün kâinatla alâkadar olmaktansa ve her şeyin minnetine girmektense ve bütün esbab ve vesaite el açıp arz-ı ihtiyaç etmektense, bir Rabb-i Vâhid, Semî' ve Basîr'e iltica etmek daha rahat ve daha kârlı değil midir?

   Dördüncü Hakikat: 

   Ey nefis {(*):(Müellif-i muhterem, kendi nefsine tasrihen, başkalara da ta'rizen söylüyor.)} Kâinatın uzak çöllerine gidip Sâni'in isbatına deliller toplamaya ihtiyaç yoktur.

Bir kulübecik hükmünde bulunan içerisinde oturduğun cisim kafesine bak!

Senin o kulübenin duvarlarına asılan icad silsilelerinden, hilkatin mu'cizelerinden ve hârika san'atlarından, kulübeden harice uzatılan ihtiyaç ellerinden ve pencerelerinden yükselen "Ah!, Oh!" ve enînler lisan-ı haliyle istenilen yardımlarından anlaşılır ki, o kulübeyi müştemilâtıyla beraber yaratan Hâlık'ın o âh u enînleri işitir, şefkat ve merhamete gelir, hâcat ve âmâlin ne varsa taht-ı taahhüde alır.

Zira sineğin kafasındaki o küçük küçük hüceyratın nidalarına "Lebbeyk" söyleyen o Sâni'-i Semî' ve Basîr'in, senin dualarını işitmemesi ve o dualara müsbet cevablar vermemesi imkân ve ihtimali var mıdır?

   Binaenaleyh ey bu küçük hüceyrelerden mürekkeb ve "ene" ile tabir edilen hüceyre-i kübra!

O kulübeciğin küçüklüğüyle beraber, dolu olduğu hârika icadlarını gör, imana gel!

Ve: Yâ İlahî!

Yâ Rabbî!

Yâ Hâlıkî!

Yâ Musavvirî!

Yâ Mâlikî ve yâ men lehülmülkü velhamd!

Senin mülkün ve emanetin ve vedian olan şu kulübecikte misafirim, mâlik değilim." de; o bâtıl temellük davasından vazgeç!

Çünki o temellük davası, insanı pek elîm elemlere maruz bırakır.

Mesnevi-i Nuriye - 68

DÜNYA ALLAH'IN BİR KİTABIDIR

    "Dünya, bir kitab-ı Samedanîdir.

Huruf ve kelimatı nefislerine değil, belki başkasının zât ve sıfât ve esmasına delalet ediyorlar.

Öyle ise manasını bil al, nukuşunu bırak git.

   Hem bir mezraadır, ek ve mahsulünü al, muhafaza et; muzahrefatını at, ehemmiyet verme.

   Hem birbiri arkasında daim gelen geçen âyineler mecmuasıdır.

Öyle ise, onlarda tecelli edeni bil, envârını gör ve onlarda tezahür eden esmanın tecelliyatını anla ve müsemmalarını sev ve zevale ve kırılmaya mahkûm olan o cam parçalarından alâkanı kes.

   Hem seyyar bir ticaretgâhtır.

Öyle ise alış-verişini yap, gel ve senden kaçan ve sana iltifat etmeyen kafilelerin arkalarından beyhude koşma, yorulma.

   Hem muvakkat bir seyrangâhtır.

Öyle ise, nazar-ı ibretle bak ve zahirî çirkin yüzüne değil; belki Cemil-i Bâki'ye bakan gizli, güzel yüzüne dikkat et, hoş ve faideli bir tenezzüh yap, dön ve o güzel manzaraları irae eden ve güzelleri gösteren perdelerin kapanmasıyla akılsız çocuk gibi ağlama, merak etme.

   Hem bir misafirhanedir.

Öyle ise, onu yapan Mihmandar-ı Kerim'in izni dairesinde ye, iç, şükret.

Kanunu dairesinde işle, hareket et.

Sonra arkana bakma, çık git.

Herzekârane fuzulî bir surette karışma.

Senden ayrılan ve sana ait olmayan şeylerle manasız uğraşma ve geçici işlerine bağlanıp boğulma." gibi zahir hakikatlarla dünyanın içyüzündeki esrarı gösterip dünyadan müfarakatı gayet hafifleştirir, belki hüşyar olanlara sevdirir ve rahmetinin herşeyde ve her şe'ninde bir izi bulunduğunu gösterir.

Sözler - 204

2 Mart 2025 Pazar

ALLAH BİZİ BİLİYOR VE SEVİYOR

    Ey insan!

Aklını başına al.

Hiç mümkün müdür ki: Bütün enva'-ı mahlukatı sana müteveccihen muavenet ellerini uzattıran ve senin hâcetlerine "Lebbeyk!" dedirten Zât-ı Zülcelal seni bilmesin, tanımasın, görmesin?

Madem seni biliyor, rahmetiyle bildiğini bildiriyor.

Sen de onu bil, hürmetle bildiğini bildir ve kat'iyyen anla ki: Senin gibi zaîf-i mutlak, âciz-i mutlak, fakir-i mutlak, fâni, küçük bir mahluka koca kâinatı musahhar etmek ve onun imdadına göndermek; elbette hikmet ve inayet ve ilim ve kudreti tazammun eden hakikat-i rahmettir.

Elbette böyle bir rahmet, senden küllî ve hâlis bir şükür ve ciddî ve safî bir hürmet ister.

İşte o hâlis şükrün ve o safî hürmetin tercümanı ve unvanı olan "Bismillahirrahmanirrahîm"i de.

O rahmetin vusulüne vesile ve o Rahman'ın dergâhında şefaatçı yap.

Sözler - 10

MÜKEMMEL ORUÇ :

       Ve o orucun ekmeli ise: Mide gibi bütün duyguları; gözü, kulağı, kalbi, hayali, fikri gibi cihazat-ı insaniyeye dahi bir nevi oruç tutturmaktır.

Yani: Muharremattan, malayaniyattan çekmek ve her birisine mahsus ubudiyete sevketmektir.

Meselâ: Dilini yalandan, gıybetten ve galiz tabirlerden ayırmakla ona oruç tutturmak.

Ve o lisanı, tilavet-i Kur'an ve zikir ve tesbih ve salavat ve istiğfar gibi şeylerle meşgul etmek...

   Meselâ: Gözünü nâmahreme bakmaktan ve kulağını fena şeyleri işitmekten men'edip, gözünü ibrete ve kulağını hak söz ve Kur'an dinlemeğe sarfetmek gibi sair cihazata da bir nevi oruç tutturmaktır.

Zâten mide en büyük bir fabrika olduğu için, oruç ile ona ta'til-i eşgal ettirilse, başka küçük tezgâhlar kolayca ona ittiba ettirilebilir.

Mektubat - 402

1 Mart 2025 Cumartesi

ALLAH'IN HESABINA BAKMAK

    Cenab-ı Hakk'ın masivasına (yani kâinata) mana-yı harfiyle ve Onun hesabına bakmak lâzımdır.

Mana-yı ismiyle ve esbab hesabına bakmak hatadır.

   Evet her şeyin iki ciheti vardır.

Bir ciheti Hakk'a bakar.

Diğer ciheti de halka bakar.

Halka bakan cihet, Hakk'a bakan cihete tenteneli bir perde veya şeffaf bir cam parçası gibi, altında Hakk'a bakan cihet-i isnadı gösterecek bir perde gibi olmalıdır.

Binaenaleyh nimete bakıldığı zaman Mün'im, san'ata bakıldığı zaman Sâni', esbaba nazar edildiği vakit Müessir-i Hakikî zihne ve fikre gelmelidir.

   Ve keza nazar ile niyet, mahiyet-i eşyayı tağyir eder.

Günahı sevaba, sevabı günaha kalbeder.

Evet niyet âdi bir hareketi ibadete çevirir.

Ve gösteriş için yapılan bir ibadeti günaha kalbeder.

Maddiyata esbab hesabıyla bakılırsa cehalettir.

Allah hesabıyla olursa, marifet-i İlahiyedir.

Mesnevi-i Nuriye - 51

KATRE(TEVHİD DENİZİNDEN BİR DAMLA)

 İFADE-İ MERAM 

   Malûmdur ki insan, hasbe'l-kader çok yollara sülûk eder.

Ve o yolda çok musibet ve düşmanlara rastgelir.

Bazan kurtulursa da bazan da boğulur.

Ben de kader-i İlahînin sevkiyle pek acib bir yola girmiştim.

Ve pek çok belalara ve düşmanlara tesadüf ettim.

Fakat, acz ve fakrımı vesile yaparak Rabbime iltica ettim.

İnayet-i ezeliye beni Kur'ana teslim edip Kur'anı bana muallim yaptı.

İşte Kur'andan aldığım dersler sayesinde o belalardan halâs olduğum gibi nefis ve şeytan ile yaptığım muharebelerden de muzafferen kurtuldum.

Bütün ehl-i dalaletin vekili olan nefis ve şeytanla ilk müsademe,

سُبْحَانَ اللّٰهِ وَ الْحَمْدُ لِلّٰهِ وَ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ وَ اللّٰهُ اَكْبَرُ وَ لَا حَوْلَ وَ لَا قُوَّةَ اِلَّا بِاللّٰهِ

kelimelerinde vuku buldu.

Bu kelimelerin kalelerinde tahassun ederek o düşmanlarla münakaşalara giriştim.

Her bir kelimede otuz defa meydan muharebesi vukua geldi.

Bu risalede yazılan her bir kelime, her bir kayıd, kazandığım bir muzafferiyete işarettir.


   Bu risalede yazılan hakikatler, zıdlarına bir imkân-ı vehmî kalmayacak derecede yazılmıştır.

Uzun bir hakikate (delili ile beraber) bir kayıd veya bir sıfatla işaret yapılıyor...

   İhtar: 

   Bu zamanın cereyanı, benim gibi çoklarını vehmî tehlikelere atmıştır.

İnşâallah, bu eser Allah'ın izniyle onları kurtaracak ümidindeyim.

Mesnevi-i Nuriye - 50

İNSAN BAŞIBOŞ DEĞİL

 Ey arkadaş!

İnsan da başıboş, serseri, sahibsiz bir hayvan değildir.

Ancak onun da bütün harekât ve ef'ali yazılıyor, tesbit ediliyor ve a'malinin neticeleri hıfzediliyor ki, muhasebe-i kübrada ona göre derece alsın.

Hülâsa, her güz mevsiminde yapılan tahribat, gelecek bahar mevsimlerinde gelen yeni misafirler için yer tedarik etmek ve bir nevi terhis ve izinlerdir.

   Ve keza bu âlemde tasarruf eden Sâni'in öyle bir kitab-ı mübini vardır ki, ne küçük ve ne büyük, o kitabda yazılıp hıfzedilmemiş hiçbir şey yoktur.

O kitabın maddelerinden âlemde görünen yalnız nizam ve mizan maddelerine bak!

Evet görüyoruz ki, herhangi muvazzaf bulunan bir şey, vazifesinden terhis edilmekle daire-i vücuddan çıkarsa, Fâtır-ı Hakîm onun çok suretlerini "Levh-i Mahfuz"larda tesbit eder.

Mesnevi-i Nuriye - 44