31 Ocak 2025 Cuma

RUH BAKİDİR

  BİRİNCİ MENBA': 

   Enfüsîdir.

Yani, herkes hayatına ve nefsine dikkat etse, bir ruh-u bâkiyi anlar.

Evet herbir ruh, kaç sene yaşamış ise o kadar beden değiştirdiği halde, bilbedahe aynen bâki kalmıştır.

Öyle ise; madem cesed gelip geçicidir.

Mevt ile bütün bütün çıplak olmak dahi ruhun bekasına tesir etmez ve mahiyetini de bozmaz.

Yalnız müddet-i hayatta tedricî cesed libasını değiştiriyor.

Mevtte ise birden soyunur.

Gayet kat'î bir hads ile belki müşahede ile sabittir ki, cesed ruh ile kaimdir.

Öyle ise ruh, onun ile kaim değildir.

Belki ruh, binefsihi kaim ve hâkim olduğundan; cesed istediği gibi dağılıp toplansın, ruhun istiklaliyetine halel vermez.

Belki cesed, ruhun hanesi ve yuvasıdır, libası değil.

Belki ruhun libası bir derece sabit ve letafetçe ruha münasib bir gılaf-ı latîfi ve bir beden-i misalîsi vardır.

Öyle ise, mevt hengâmında bütün bütün çıplak olmaz, yuvasından çıkar, beden-i misalîsini giyer.

Sözler - 516

MADDE ASIL DEĞİL ASIL OLAN RUH

  Şu nükte-i esasiyenin hâtimesi: 

   Bittecrübe, madde asıl değil ki, vücud ona müsahhar kalsın ve tâbi' olsun.

Belki madde, bir mana ile kaimdir.

İşte o mana, hayattır, ruhtur.

Hem bilmüşahede madde, mahdum değil ki herşey ona irca' edilsin.

Belki hâdimdir, bir hakikatın tekemmülüne hizmet eder.

O hakikat, hayattır.

O hakikatın esası da ruhtur.

Bilbedahe madde hâkim değil ki, ona müracaat edilsin, kemalât ondan istenilsin.

Belki mahkûmdur, bir esasın hükmüne bakar, onun gösterdiği yollar ile hareket eder.

İşte o esas; hayattır, ruhtur, şuurdur.

Hem bizzarure madde lüb değil, esas değil, müstekar değil ki, işler ve kemalât ona takılsın, ona bina edilsin; belki yarılmağa, erimeğe, yırtılmağa müheyya bir kışırdır, bir kabuktur ve köpüktür ve bir surettir.

Görülmüyor mu ki: Gözle görülmeyen hurdebînî bir hayvanın ne kadar keskin duyguları var ki, arkadaşının sesini işitir, rızkını görür, gayet hassas ve keskin hisleri vardır.

Şu hal gösteriyor ki; maddenin küçülüp inceleşmesi nisbetinde âsâr-ı hayat tezayüd ediyor, nur-u ruh teşeddüd ediyor.

Güya madde inceleştikçe, bizim maddiyatımızdan uzaklaştıkça ruh âlemine, hayat âlemine, şuur âlemine yaklaşıyor gibi hararet-i ruh, nur-u hayat daha şiddetli tecelli ediyor.

   İşte hiç mümkün müdür ki: Bu madde perdesinde bu kadar hayat ve şuur ve ruhun tereşşuhatı bulunsun; o perde altında olan âlem-i bâtın, zîruh ve zîşuurlarla dolu olmasın.

Hiç mümkün müdür ki: Şu maddiyat ve âlem-i şehadetteki mananın ve ruhun ve hayatın ve hakikatın şu hadsiz tereşşuhatı ve lemaat ve semeratının menabii, yalnız maddeye ve maddenin hareketine irca' edilip izah edilsin.

Hâşâ ve kat'â ve aslâ!

Bu hadsiz tereşşuhat ve lemaat gösteriyor ki: Şu âlem-i maddiyat ve şehadet ise, âlem-i melekût ve ervah üstünde serpilmiş tenteneli bir perdedir.

Sözler - 509

CEHENNEM HAKKINDA

 Cehennem'e dairdir 

   İkinci ve Sekizinci Sözlerde isbat edildiği gibi; iman, manevî bir cennetin çekirdeğini taşıyor.. küfür dahi, manevî bir cehennemin tohumunu saklıyor.

Nasılki küfür, Cehennem'in bir çekirdeğidir.

Öyle de; Cehennem, onun bir meyvesidir.

Nasıl küfür, Cehennem'e duhûlüne sebebdir; öyle de Cehennem'in vücuduna ve icadına dahi sebebdir.

Zira küçük bir hâkimin küçük bir izzeti, küçük bir gayreti, küçük bir celali bulunsa; bir edebsiz ona serkeşane dese: "Beni te'dib etmezsin ve edemezsin." Herhalde o yerde hapishane yoksa da, tek o edebsiz için bir hapishane teşkil edecek, onu içine atacaktır.

Halbuki kâfir, Cehennem'i inkâr ile, nihayetsiz izzet ve gayret ve celal sahibi ve gayet büyük ve nihayetsiz kadîr bir zâtı tekzib ve isnad-ı acz ediyor, yalancılıkla ve acz ile ittiham ediyor, izzetine şiddetle dokunuyor, gayretine dehşetli dokunduruyor, celaline âsiyane ilişiyor.

Elbette farz-ı muhal olarak, Cehennem'in hiçbir sebeb-i vücudu bulunmazsa da; şu derece tekzib ve isnad-ı aczi tazammun eden küfür için bir Cehennem halkedilecek, o kâfir içine atılacaktır.

رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هٰذَا بَاطِلًا سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ

Sözler - 503

30 Ocak 2025 Perşembe

BEŞYÜZ SENELİK CENNET

 Acaba bu daracık dünyada, insan insaniyet itibariyle, hattâ bir kuş dahi böyle bir daire-i azîmede bir nevi tasarruf dava etse, cesîm bir nimete mazhar olsa; geniş ve ebedî bir dâr-ı saadette, ona beşyüz senelik bir mesafede bir mülk ihsan etmek, nasıl istib'ad edilebilir?

   Hem nasılki şu kesafetli, karanlıklı, dar dünyada güneşin pek çok âyinelerde bir anda aynen bulunması gibi, öyle de: Nurani bir zât, bir anda çok yerlerde aynen bulunması -Onaltıncı Söz'de isbat edildiği gibi- meselâ, Hazret-i Cebrail Aleyhisselâm bin yıldızda bir anda hem Arş'ta, hem huzur-u Nebevîde, hem huzur-u İlahîde bir vakitte bulunması; hem Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın haşirde bir anda ekser etkıya-ı ümmetiyle görüşmesi ve dünyada hadsiz makamlarda bir anda tezahür etmesi ve evliyanın bir nevi garibi olan ebdalların bir vakitte çok yerlerde görünmesi ve avamın rü'yada bazen bir dakikada bir sene kadar işler görmesi ve müşahede etmesi ve herkesin kalb, ruh, hayal cihetiyle bir anda pekçok yerlerle temas edip alâkadarane bulunması, malûm ve meşhud olduğundan.. elbette nuranî, kayıdsız, geniş ve ebedî olan Cennet'te, cisimleri ruh kuvvetinde ve hiffetinde ve hayal sür'atinde olan ehl-i Cennet, bir vakitte yüzbin yerlerde bulunup yüzbin hurilerle sohbet ederek yüzbin tarzda zevk almak; o ebedî Cennet'e, o nihayetsiz rahmete lâyıktır ve Muhbir-i Sadık'ın (A.S.M.) haber verdiği gibi hak ve hakikattır.

Bununla beraber, bu küçücük aklımızın terazisiyle o muazzam hakikatlar tartılmaz.

  İdrak-i maâlî bu küçük akla gerekmez.

  Zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez.

Sözler - 502

ALLAH HER YERDE HA,ZIR NAZIR

 Allah hiçbir yerde olmadığı halde, heryerde hazır, nâzırdır.

Hiçbir şey ondan gizlenmediği gibi, hiçbir şey ona ağır gelmez.

Zerrelerle yıldızlar, onun kudretine nisbeten müsavidirler.

   Meselâ: O Rahîm-i Zülcemal'in bağistan-ı kereminden, mu'cizatının salkımlarından bir tanecik hükmünde gördüğüm iki parmak kalınlığında bir üzüm asmasına asılmış olan salkımları saydım: Yüz ellibeş çıktı.

Bir salkımın tanesini saydım: Yüzyirmi kadar oldu.

Düşündüm, dedim: "Eğer bu asma çubuğu, ballı su musluğu olsa, daim su verse, şu hararete karşı o yüzer rahmetin şurub tulumbacıklarını emziren salkımlara ancak kifayet edecek.

Halbuki, bazen az bir rutubet ancak eline geçer.

İşte bu işi yapan, herşeye kàdir olmak lâzım gelir.

سُبْحَانَ مَنْ تَحَيَّرَ ف۪ى صُنْعِهِ الْعُقُولُ

Sözler - 302

FITRAT MUTLAK EŞİTLİĞE ZITTIR

    Fakat nev'-i beşerin fıtratı ve sırr-ı hikmeti, müsavat-ı mutlaka kanununa zıddır.

Çünki Fâtır-ı Hakîm, kemal-i kudret ve hikmetini göstermek için, az bir şeyden çok mahsulât aldırır ve bir sahifede çok kitabları yazdırır ve birşey ile çok vazifeleri yaptırdığı gibi, beşer nev'i ile de binler nev'in vazifelerini gördürür.

   İşte o sırr-ı azîmdendir ki: Cenab-ı Hak, insan nev'ini binler nevileri sünbül verecek ve hayvanatın sair binler nevileri kadar tabakat gösterecek bir fıtratta yaratmıştır.

Sair hayvanat gibi kuvalarına, latîfelerine, duygularına hadd konulmamış; serbest bırakıp hadsiz makamatta gezecek istidad verdiğinden, bir nevi iken binler nevi hükmüne geçtiği içindir ki, arzın halifesi ve kâinatın neticesi ve zîhayatın sultanı hükmüne geçmiştir.

   İşte nev'-i insanın tenevvüünün en mühim mâyesi ve zenbereği; müsabaka ile, hakikî imanlı fazilettir.

Fazileti kaldırmak, mahiyet-i beşeriyenin tebdiliyle, aklın söndürülmesiyle, kalbin öldürülmesiyle, ruhun mahvedilmesiyle olabilir.

Evet şu hürriyet perdesi altında müdhiş bir istibdadı taşıyan şu asrın gaddar yüzüne çarpılmaya lâyık iken ve halbuki o tokada müstehak olmayan gayet mühim bir zâtın yanlış olarak yüzüne savrulan kâmilane şu sözün:

  Ne mümkün zulm ile, bîdâd ile, imha-yı hürriyet; 

  Çalış idraki kaldır, muktedirsen âdemiyetten.

Lemalar - 171

İSTİBDADIN ALEYHİNDE OLMAK

    Hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede bir çığır açan, eğer kâinattaki kanun-u fıtrata muvafık hareket etmezse; hayırlı işlerde ve terakkide muvaffak olamaz.

Bütün hareketi şerr ve tahrib hesabına geçer.

Madem kanun-u fıtrata tatbik-i harekete mecburiyet var; elbette fıtrat-ı beşeriyeyi değiştirmek ve nev'-i beşerin hilkatindeki hikmet-i esasiyeyi kaldırmakla, mutlak müsavat kanunu tatbik edilebilir.

Evet ben, neseben ve hayatça avam tabakasındanım.

Ve meşreben ve fikren "müsavat-ı hukuk" mesleğini kabul edenlerdenim.

Ve şefkaten ve İslâmiyetten gelen sırr-ı adalet ile, burjuva denilen tabaka-i havassın istibdad ve tahakkümlerine karşı eskiden beri muhalefetle çalışanlardanım.

Onun için bütün kuvvetimle adalet-i tamme lehinde, zulüm ve tagallübün ve tahakküm ve istibdadın aleyhindeyim.

Lemalar - 170

ZULM VE BÎDÂD

 Ne mümkün zulm ile, bîdâd ile, imha-yı hürriyet; 

  Çalış idraki kaldır, muktedirsen âdemiyetten.

Sözünün yerine, bu asrın yüzüne çarpmak için ben de derim:

  Ne mümkün zulm ile, bîdâd ile, imha-yı hakikat; 

  Çalış kalbi kaldır, muktedirsen âdemiyetten.

Veyahut:

  Ne mümkün zulm ile, bîdâd ile, imha-yı fazilet; 

  Çalış vicdanı kaldır, muktedirsen âdemiyetten.

   Evet imanlı fazilet, medar-ı tahakküm olmadığı gibi, sebeb-i istibdad da olamaz.

Tahakküm ve tagallüb etmek, faziletsizliktir.

Ve bilhâssa ehl-i faziletin en mühim meşrebi, acz ve fakr ve tevazu ile hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye karışmak tarzındadır.

"LİLLAHİLHAMD" bu meşreb üstünde hayatımız gitmiş ve gidiyor.

Ben kendimde fazilet var diye fahr suretinde dava etmiyorum.

Fakat nimet-i İlahiyeyi tahdis suretinde, şükretmek niyetiyle diyorum ki:

   Cenab-ı Hak fazl u keremiyle, ulûm-u imaniye ve Kur'aniyeye çalışmak ve fehmetmek faziletini ihsan etmiştir.

Bu ihsan-ı İlahîyi bütün hayatımda "LİLLAHİLHAMD" tevfik-i İlahî ile şu millet-i İslâmiyenin menfaatine, saadetine sarfederek; hiçbir vakit vasıta-i tahakküm ve tagallüb olmadığı gibi; ekser ehl-i gafletçe matlub olan teveccüh-ü nâs ve hüsn-ü kabul-ü halk dahi, mühim bir sırra binaen benim menfurumdur; onlardan kaçıyorum.

Lemalar - 171

HIRS VE ŞİKAK

    Ehadîs-i şerifede gelmiş ki: Âhirzamanın Süfyan ve Deccal gibi nifak ve zındıka başına geçecek eşhas-ı müdhişe-i muzırraları, İslâm'ın ve beşerin hırs ve şikakından istifade ederek az bir kuvvetle nev'-i beşeri herc ü merc eder ve koca Âlem-i İslâmı esaret altına alır.

   EY EHL-İ İMAN!

Zillet içinde esaret altına girmemek isterseniz, aklınızı başınıza alınız!

İhtilafınızdan istifade eden zalimlere karşı اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ kal'a-i kudsiyesi içine giriniz; tahassun ediniz.

Yoksa ne hayatınızı muhafaza ve ne de hukukunuzu müdafaa edebilirsiniz.

Malûmdur ki; iki kahraman birbiriyle boğuşurken; bir çocuk, ikisini de döğebilir.

Bir mizanda iki dağ birbirine karşı muvazenede bulunsa; bir küçük taş, muvazenelerini bozup onlarla oynayabilir; birini yukarı, birini aşağı indirir.

İşte ey ehl-i iman!

İhtiraslarınızdan ve husumetkârane tarafgirliklerinizden kuvvetiniz hiçe iner, az bir kuvvetle ezilebilirsiniz.

Hayat-ı içtimaiyenizle alâkanız varsa,

اَلْمُؤْمِنُ لِلْمُؤْمِنِ كَالْبُنْيَانِ الْمَرْصُوصِ يَشُدُّ بَعْضُهُ بَعْضًا

düstur-u âliyeyi düstur-u hayat yapınız, sefalet-i dünyeviyeden ve şekavet-i uhreviyeden kurtulunuz!..

Mektubat - 270

29 Ocak 2025 Çarşamba

ALLAH'IN MÜHÜRLERİNDEN BİRİ

  ÜÇÜNCÜ LEM'A: 

   Bak, şu kâinat-ı seyyalede, şu mevcudat-ı seyyarede cevelan eden zîhayatlara!

Göreceksin ki: Bütün zîhayatlardan herbir zîhayat üstünde Hayy-ı Kayyum'un koyduğu çok hâtemleri vardır.

O hâtemlerden bir hâtemi şudur ki: O zîhayat, meselâ şu insan, âdeta kâinatın bir misal-i musağğarı, şecere-i hilkatin bir semeresi ve şu âlemin bir çekirdeği gibi ki, enva'-ı âlemin ekser numunelerini câmi'dir.

Güya o zîhayat bütün kâinattan gayet hassas mizanlarla süzülmüş bir katredir.

Demek, şu zîhayatı halketmek ve ona Rab olmak, bütün kâinatı kabza-i tasarrufunda tutmak lâzım gelir.

   İşte, eğer aklın evhamda boğulmamış ise anlarsın ki: Bir kelime-i kudreti, meselâ "bal arısı"nı ekser eşyaya bir nevi küçük fihriste yapmak ve bir sahifede meselâ "insan"da şu kitab-ı kâinatın ekser mes'elelerini yazmak, hem bir noktada meselâ küçücük "incir çekirdeği"nde koca incir ağacının programını dercetmek ve bir harfte meselâ "kalb-i beşer"de şu âlem-i kebirin safahatında tecelli ve ihata eden bütün esmanın âsârını göstermek ve bir mercimek tanesi kadar mevki tutan "kuvve-i hâfıza-i insaniyede" bir kütübhane kadar yazı yazdırmak ve bütün hâdisat-ı kevniyenin mufassal fihristesini o kuvvecikte dercetmek, elbette ve elbette Hâlık-ı Küll-i Şey'e has ve bu kâinatın Rabb-i Zülcelal'ine mahsus bir hâtemdir.

   İşte zîhayat üstünde olan pek çok hâtem-i Rabbanîden bir tek hâtem, böyle nurunu gösterse ve onun âyâtını şöyle okuttursa, acaba birden bütün o hâtemlere bakabilsen, görebilsen:

سُبْحَانَ مَنِ اخْتَفٰى بِشِدَّةِ الظُّهُورِ

demeyecek misin?

Sözler - 295

28 Ocak 2025 Salı

YILDIZLARIN GÜZEL YÜZÜ

 İKİNCİ LEM'A:

   Bak şu kâinat bostanına, şu zeminin bağına, şu semanın yıldızlarla yaldızlanmış güzel yüzüne dikkat et!. Göreceksin ki, bir Sâni'-i Zülcelal'in, bir Fâtır-ı Zülcemal'in, o serilmiş ve serpilmiş masnuattan herbir masnu üstünde Hâlık-ı Küll-i Şey'e mahsus bir sikkesi ve herbir mahluku üstünde Sâni'-i Küll-i Şey'e has bir hâtemi ve kalem-i kudretin birer menşuru olan sahaif-i leyl ve nehar, yaz ve baharda yazılan tabakat-ı mevcudat üstünde taklid kabul etmez bir turra-i garrası vardır.

Şimdi o sikkelerden, o hâtemlerden, o turralardan numune olarak birkaçını zikredeceğiz.

Meselâ: Hesabsız sikkelerinden, hayat üzerinde koyduğu çok sikkelerinden şu sikkeye bak ki: "Bir şeyden herşey yapar, hem herşeyden bir tek şey yapar." Çünki nutfe suyundan ve hem içilen basit bir sudan, hesabsız a'zâ ve cihazat-ı hayvaniyeyi yapar.

İşte birşeyi herşey yapmak elbette bir Kadîr-i Mutlak'ın işidir.

Hem yenilen hadsiz taamlardan, -o taam ise hayvanî olsun, nebatî olsun- o müteaddid maddeleri, has bir cisme kemal-i intizam ile çeviren ve ondan mahsus bir cild nesceden ve ondan basit cihazları yapan; elbette bir Kadîr-i Küll-i Şey'dir ve Alîm-i Mutlak'tır.

Evet, Hâlık-ı Mevt ve Hayat, şu destgâh-ı dünyada, hikmetiyle hayatı öyle bir kanun-u emriye-i mu'ciznüma ile idare ediyor ki, o kanunu tatbik ve icra etmek; bütün kâinatı kabza-i tasarrufunda tutan bir zâta mahsustur.

   İşte eğer aklın sönmemiş ise, kalbin kör olmamış ise anlarsın ki; bir şeyi kemal-i suhulet ve intizamla herşey yapan ve herşeyi kemal-i mizan ve intizamla san'atkârane bir tek şey yapan, herşeyin Sâni'ine has ve Hâlık-ı Küll-i Şey'e mahsus bir sikkedir.

Meselâ görsen: Hârika-pişe bir zât, bir dirhem pamuktan yüz top çuha ve ipek veya patiska gibi mütenevvi sair kumaşları o tek dirhem pamuktan nescetmekle beraber; helva, baklava gibi çok taamları dahi ondan yapıyor.

Sonra görsen ki o zât, demiri ve taşı, balı ve yağı, suyu ve toprağı avucuna alır, bir güzel altın yapar.

Elbette kat'iyyen hükmedeceksin ki o zât, öyle kendine has bir san'ata mâliktir; bütün anasır-ı arziye, onun emrine musahhar ve bütün mevalid-i türabiye, onun hükmüne bakar.

Evet hayattaki tecelli-i kudret ve hikmet, bu misalden bin derece daha acibdir.

   İşte hayat üstündeki çok sikkelerden bir tek sikke...

Sözler - 294

27 Ocak 2025 Pazartesi

BU GÜNKÜ HALİMİZ

   Basra halkının durumu ve   günahları:

Bir gün İbrahim Ethem Hazretleri'nin yolu Basra’ya düşer. Etrafını saran halk sorar.

– Ey İbrahim! musibetlerden bir türlü kurtulamıyoruz, dua edip duruyoruz ama, kabul olmuyor. Acaba bunun sebebi nedir?

İbrahim Ethem hemen cevap vermez.

– "İzin verirseniz bir müddet içinizde kalayım, durumunuzu tetkik edeyim sonra cevabını vereyim." der.

Gereken araştırmadan sonra onları topladığı mescitte şöyle hitap eder.

–"Ey Basra halkı, halinizi inceledim. 

Kalbinizin günahlarla ölmüş olduğunu anladım. Ölmüş kalplerin duası kabul olmaz." der.

–"Ne türlü günahlarla kalbimiz ölmüş." diye soran Basralılara İbrahim Ethem 10 sebep sayar:

"1- Allah’ı tanıdığınızı söylüyorsunuz, ama emirlerini tanımıyorsunuz.

2- Kur’an’ı okuyorsunuz, ama hükümleriyle amel etmiyorsunuz.

3- Hz. Peygamber (s.a.)'i sevdiğinizi söylüyorsunuz, ama sünnetine ittiba etmiyorsunuz.

4- Şeytanın düşmanınız olduğunu söylüyorsunuz, ama onunla dostluktan geri kalmıyorsunuz.

5- Cenneti sevdiğinizi söylüyorsunuz, ama ona layık amel işlemiyorsunuz.

6- Cehennemden korktuğunuzu iddia ediyorsunuz, ama ona götürecek fiillerden geri kalmıyorsunuz.

7- Ölüm haktır diyorsunuz, lâkin ölüme hazırlık yapmıyorsunuz.

8- Din kardeşinizin kusur ve ayıpları ile uğraşıyor, kendi kusur ve ayıplarınızı görmüyorsunuz.

9- Allah’ın lütfettiği nimetleri tüketiyor, ama şükretmiyorsunuz.

10- Ölülerinizi gömüyorsunuz, bir gün sizin de gömüleceğinizi aklınıza getirmiyorsunuz."

İbrahim Ethem bunları saydıktan sonra sözünü şöyle bağlıyor. 

–"Ey Basra halkı! Kalbinizi öldüren bu 10  günahı terk etmedikten sonra dualarınızın kabul olacağını sanmayınız. Kalbinizin dirilmesini istiyorsanız bu günahlardan kaçınmaya çalışın. Gidişatınızı düzeltin. Göreceksiniz ki dualarınız kabul olacak, başınızdan da bela ve musibetler gidecek."

Allahım!...

Maddi ve manevi Hastalıklarımıza şifa ver. 

Hanemize huzur ve bereket ver. 

Rızkımızı, sağlığımızı, ilmimizi, merhametimizi ve sevgimizi ziyadeleştir. 


Razı olduğun kullarından eyle.

ÇOCUKTAN EVLİYA OLUR MU ?

 Ma'rûf-i Kerhî "rahmetullahi aleyh" hazretleri anlatır:

Bağdat'da bir zat pazara gidip balık aldı. O sırada bir çocuk yaklaşıp: "Amca ver onu ben götüreyim" dedi. Beraberce adamın evine doğru yola çıktılar. Yolda ikindi ezanı okununca çocuk, "önce namazlarımızı kılalım" dedi ve beraber ikindi namazlarını kıldılar. Sonra eve geldiler. Adam hanımına: "Bu çocuk, balıkları taşımak istedi, ben de "Peki" dedim. Beraberce geldik, diye durumu anlattı. Hanımı: "Belki çocukcağızın canı balık istemiştir. Pişireyim de beraberce yeyin" dedi. Çocuk, balığı eve bıraktıktan sonra gitmek istediyse de, balığın pişmesini beklemesini ve biraz yemesini söylediler. Çocuk da oruçlu olduğunu söyledi. Bunun üzerine: "O halde bekle de iftarı bizde yapalım, dediler. Akşam olunca beraberce iftar yaptılar. Beraberce yatsı namazını kılmak için yine mescide gittiler. Döndükten sonra, "Bu gece bizde kal" diye teklif edince, çocuk bunu da kabul etti. Bir odada onu yatırdılar. Diğer odada da kendileri yatıyorlardı. Başka bir odalarında da felçli olan kızları yatmaktaydı. Gece yarısı yattıkları odanın kapısı vuruldu. Adam "Kim o?" diyence, kızı "Baba benim" dedi. Bunun üzerine şaşıran baba: "Kızım sen nasıl geldin? dedi. Çünki felçli kızın oraya kadar gelmesi mümkün değildi. Kız dışardan: "Ben geceleyin, "Yâ Rabbi, bu misafirimiz hürmetine bana şifa ver" diye dua ettim. Allahü teâlâ benim hastalığımı alıverdi ve ayağa kalktım. Yürür oldum. Bunun üzerine misafirimize teşekkür etmek için yanına varayım dedim. Fakat baktım ki, gitmiş" dedi. 


Kızın babası bu acâib hadiseyi Mâruf Kerhî hazretleri'ne anlattıktan sonra: "Böyle küçük çocuklardan da evliya olur mu?" diye sordu. O mübarek: "Evet, evliyanın büyüğü de küçüğü de olur" cevabını verdi

26 Ocak 2025 Pazar

KÂİNAT ŞECERESİ

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Kâinat bir şeceredir.

Anasır onun dallarıdır.

Nebatat yapraklarıdır.

Hayvanat onun çiçekleridir.

İnsanlar onun semereleridir.

Bu semerelerden en ziyadar, nurlu, ahsen, ekrem, eşref, eltaf Seyyidü'l-Enbiya Ve'l-Mürselîn, İmamü'l-Müttakin, Habib-i Rabbü'l-Âlemîn Hazret-i Muhammed'dir.

Mesnevi-i Nuriye - 201

KÂİNATA ALLAH HESABINA BAKMAK

 Kezalik Allah'ın hesabına kâinata bakan adam her ne müşahede ederse ilimdir.

Eğer gafletle esbab hesabına bakarsa, ilim zannettiği şey de cehl olur.

   Kezalik iman ve tevhid ile bakan, âlemi nurlu görür ve illâ âlemi zulümat içerisinde görecektir.

   Kezalik ef'al-i beşer için iki cihet vardır.

Eğer niyet ile Allah'ın hesabına olursa, tecelliyata ma'kes, şeffaf, parlak olur.

Eğer Allah hesabına olmasa, zulmetli bir manzarayı göstermiş olur.

   Kezalik hayatın da iki vechi vardır.

Biri siyah, dünyaya bakar.

Diğeri şeffaf, âhirete nâzırdır.

Nefis, siyah vechin altına girer.

Şeffaf veche terettüb eden saadet-i ebediyeyi ister.

Mesnevi-i Nuriye - 199

MED VE CEZİR GİBİ

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Denizlerde vukua gelen med ve cezir gibi, evliya arasında da bast-ı zaman,

{(Haşiye): Bast-ı zaman sırrıyla çok seneler hükmünde olan birkaç dakikalık zaman-ı Mi'rac, bu hakikatın vücudunu isbat eder ve bilfiil vukuunu gösteriyor.

Mi'racın birkaç saat müddeti, binler seneler hükmünde vüs'ati ve ihatası ve uzunluğu vardır.

Çünki Mi'rac yoluyla beka âlemine girdi.

Beka âleminin birkaç dakikası, bu dünyanın binler senesini tazammun etmiştir.

Hem bu hakikata binaen bazı evliya bir dakikada bir günlük işi görmüş.

Bazıları, bir saatte bir senelik vazifesini yapmış.

Bazıları, bir dakikada bir hatme-i Kur'aniyeyi okumuş oldukları gibi, Risale-i Nur'un te'lifinde de bu bast-ı zaman hakikatı çok defa vukua gelmiş.

Ezcümle:

   Ondokuzuncu Mektub yüzelli sahifedir.

Üçyüzden fazla mu'cizatı, kitablara müracaat edilmeden ezber olarak dağ, bağ köşelerinde dört gün zarfında her gün üçer saat meşgul olmakla mecmuu oniki saatte te'lif edilmesi.. Ramazan Risalesi, kırk dakikada te'lif edilmesi.. Yirmisekizinci Söz, yirmi dakikada te'lif edilmesi.. bast-ı zamanın vukuunu isbat etmiştir.

قَالَ قَٓائِلٌ مِنْهُمْ كَمْ لَبِثْتُمْ قَالُوا لَبِثْنَا يَوْمًا اَوْ بَعْضَ يَوْمٍ

âyeti tayy-ı zamanı gösterdiği gibi

اِنَّ يَوْمًا عِنْدَ رَبِّكَ كَاَلْفِ سَنَةٍ مِمَّا تَعُدُّونَ

âyeti de bast-ı zamanı gösterir.}

tayy-ı mekân mes'elesi şöhret bulmuştur.

Mesnevi-i Nuriye - 197

ZAMANIN GENİŞLEMESİ

  Kitab-ı Yevakit'in rivayetine göre, İmam-ı Şa'ranî bir günde iki buçuk defa kocaman Fütuhat-ı Mekkiye namındaki büyük mecmuayı mütalaa etmiştir.

Bu gibi vukuat, istiğrab ile inkâr edilmesin.

Zira bu gibi garib mes'eleleri tasdike yaklaştıran misaller pek çoktur.

Meselâ rü'yada bir saat zarfında bir senenin geçtiğini ve pek çok işler görüldüğünü görüyorsun.

Eğer o saatte o işlere bedel Kur'an okumuş olsa idin, birkaç hatim okumuş olurdun.

Bu halet evliya için halet-i yakazada inkişaf eder.

Zaman inbisat eder.

Mes'ele ruhun dairesine yaklaşır.

Ruh zâten zaman ile mukayyed değildir.

Ruhu cismaniyetine galib olan evliyanın işleri, fiilleri sür'at-ı ruh mizanıyla cereyan eder.

Mesnevi-i Nuriye - 198

ÜSTADIN ÜÇ ŞAHSİYETİ

    İşte bu bîçare kardeşinizde üç şahsiyet var.

Birbirinden çok uzak, hem de pek çok uzaktırlar.

   Birincisi: 

   Kur'an-ı Hakîm'in hazine-i âlîsinin dellâlı cihetindeki muvakkat, sırf Kur'ana ait bir şahsiyetim var.

O dellâllığın iktiza ettiği pek yüksek ahlâk var ki, o ahlâk benim değil, ben sahib değilim.

Belki o makamın ve o vazifenin iktiza ettiği seciyelerdir.

Bende bu neviden ne görseniz benim değil, onunla bana bakmayınız, o makamındır.    İkinci şahsiyet: 

   Ubudiyet vaktinde dergâh-ı İlahiyeye müteveccih olduğum vakit, Cenab-ı Hakk'ın ihsanıyla bir şahsiyet veriliyor ki, o şahsiyet bazı âsârı gösteriyor.

O âsâr, mana-yı ubudiyetin esası olan: "Kusurunu bilmek, fakr ve aczini anlamak, tezellül ile dergâh-ı İlahiyeye iltica etmek" noktalarından geliyor ki; o şahsiyetle, kendimi herkesten ziyade bedbaht, âciz, fakir ve kusurlu görüyorum.

Bütün dünya beni medh ü sena etse, beni inandıramaz ki ben iyiyim ve sahib-i kemalim.

   Üçüncüsü: 

   Hakikî şahsiyetim, yani Eski Said'in bozması bir şahsiyetim var ki; o da Eski Said'den irsiyet kalma bazı damarlardır.

Bazan riyaya, hubb-u câha bir arzu bulunuyor.

Hem asil bir hanedandan olmadığımdan, hısset derecesinde bir iktisad ile, düşkün ve pest ahlâklar görünüyor.

   Ey kardeşler!

Sizi bütün bütün kaçırmamak için, bu şahsiyetimin gizli çok fenalıklarını ve sû'-i hallerini söylemeyeceğim.

   İşte kardeşlerim, ben müstaid ve makam sahibi olmadığım için, şu şahsiyetim, dellâllık ve ubudiyet vazifelerindeki ahlâktan ve âsârdan çok uzaktır.

Hem

دَادِ حَقْ رَا قَابِلِيَّتْ شَرْطْ ن۪يسْتْ

kaidesince, Cenab-ı Hak merhametkârane kudretini benim hakkımda böyle göstermiş ki; en edna bir nefer gibi bu şahsiyetimi, en a'lâ bir makam-ı müşiriyet hükmünde olan hizmet-i esrar-ı Kur'aniyede istihdam ediyor.

Yüzbinler şükür olsun.

Nefis cümleden süflî, vazife cümleden a'lâ.

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبّ۪ى

Mektubat - 319

KUR'ANA DELLALLIK

    Ben görüyorum ki: Kur'an-ı Hakîm'in hakaikine ait bazı kemalât, o hakaike dellâllık eden vasıtalara veriliyor.

Şu ise yanlıştır.

Çünki me'hazin kudsiyeti, çok bürhanlar kuvvetinde tesirat gösteriyor; onun ile, ahkâmı umuma kabul ettiriyor.

Ne vakit dellâl ve vekil gölge etse, yani onlara teveccüh edilse, o me'hazdeki kudsiyetin tesiri kaybolur.

Bu sır içindir ki, bana karşı haddimden çok fazla teveccüh gösteren kardeşlerime bir hakikatı beyan edeceğim.

Şöyle ki:

   Bir insanın müteaddid şahsiyeti olabilir.

O şahsiyetler ayrı ayrı ahlâkı gösteriyorlar.

Meselâ: Büyük bir memurun, memuriyet makamında bulunduğu vakit bir şahsiyeti var ki; vakar iktiza ediyor, makamın izzetini muhafaza edecek etvar istiyor.

Meselâ: Her ziyaretçi için tevazu' göstermek tezellüldür, makamı tenzildir.

Fakat kendi hanesindeki şahsiyeti, makamın aksiyle bazı ahlâkı istiyor ki, ne kadar tevazu' etse iyidir.

Az bir vakar gösterse, tekebbür olur.

Ve hâkeza...

Demek bir insanın, vazifesi itibariyle bir şahsiyeti bulunur ki, hakikî şahsiyeti ile çok noktalarda muhalif düşer.

Eğer o vazife sahibi, o vazifeye hakikî lâyıksa ve tam müstaid ise, o iki şahsiyeti birbirine yakın olur.

Eğer müstaid değilse, meselâ bir nefer, bir müşir makamında oturtulsa, o iki şahsiyet birbirinden uzak düşer; o neferin şahsî, âdî, küçük hasletleri; makamın iktiza ettiği âlî, yüksek ahlâk ile kabil-i te'lif olamıyor.

Mektubat - 319

HIRS VE İSRAFLI GAFİL İNSAN

 Ey kanaatsız hırslı ve iktisadsız israflı ve haksız şekvalı gafil insan!

Kat'iyyen bil ki: Kanaat, ticaretli bir şükrandır; hırs, hasaretli bir küfrandır. Ve iktisad, nimete güzel ve menfaatli bir ihtiramdır.

İsraf ise, nimete çirkin ve zararlı bir istihfaftır.

Eğer aklın varsa, kanaata alış ve rızaya çalış.

Tahammül etmezsen "Yâ Sabûr" de ve sabır iste; hakkına razı ol, teşekki etme.

Kimden kime şekva ettiğini bil, sus.

Her halde şekva etmek istersen; nefsini Cenab-ı Hakk'a şekva et, çünki kusur ondadır.

Mektubat - 285

Mİ'RACIN MEYVELERİ

  BEŞİNCİ MEYVE: 

   İnsan kâinatın kıymetdar bir meyvesi ve Sâni'-i Kâinat'ın nazdar sevgilisi olduğu, Mi'rac ile anlaşılmış ve o meyveyi cin ve inse getirmiştir.

Küçük bir mahluk, zayıf bir hayvan ve âciz bir zîşuur olan insanı, o meyve ile o kadar yüksek bir makama çıkarır ki: Kâinatın bütün mevcudatı üstünde bir makam-ı fahr veriyor.

Ve öyle bir sevinç ve sürur-u mes'udiyetkârane veriyor ki, tasvir edilmez.

Çünki âdi bir nefere denilse: "Sen müşir oldun." Ne kadar memnun olur.

Halbuki fâni, âciz bir hayvan-ı nâtık, zeval ve firak sillesini daima yiyen bîçare insana, birden ebedî, bâki bir Cennet'te, Rahîm ve Kerim bir Rahman'ın rahmetinde ve hayal sür'atinde, ruhun vüs'atinde, aklın cevelanında, kalbin bütün arzularında, mülk ve melekûtunda tenezzühe, seyerana ve cevelana muvaffak olduğun gibi, saadet-i ebediyede rü'yet-i cemaline de muvaffak olursun denildiği vakit, insaniyeti sukut etmemiş bir insan, ne kadar derin ve ciddî bir sevinç ve süruru kalbinde hissedeceğini tahayyül edebilirsin.

   Şimdi, makam-ı istima'da olan zâta deriz ki: 

   İlhad gömleğini yırt, at.

Mü'min kulağını geçir ve müslim gözlerini tak.

Sana iki küçük temsil ile bir-iki meyvenin derece-i kıymetini göstereceğiz.

   Meselâ: Senin ile biz beraber bir memlekette bulunuyoruz.

Görüyoruz ki; herşey bize ve birbirine düşman ve bize yabancı.. her taraf müdhiş cenazelerle dolu.. işitilen sesler yetimlerin ağlayışı, mazlumların vaveylâsıdır.

İşte biz, şöyle bir vaziyette olduğumuz vakitte; biri gitse, o memleketin padişahından bir müjde getirse, o müjde ile, bize yabancı olanlar ahbab şekline girse.. düşman gördüğümüz kimseler, kardeşler suretine dönse.. o müdhiş cenazeler, huşu ve huzûda, zikir ve tesbihte birer ibadetkâr şeklinde görünse.. o yetimane ağlayışlar, senakârane "yaşasın"lar hükmüne girse.. ve o ölümler ve o soymaklar, garatlar terhisat suretine dönse.. kendi sürurumuz ile beraber, herkesin süruruna müşterek olsak; o müjde ne kadar mesrurane olduğunu elbette anlarsın.

İşte Mi'rac-ı Ahmediye'nin (A.S.M.) bir meyvesi olan nur-u imandan evvel, şu kâinatın mevcudatı, nazar-ı dalaletle bakıldığı vakit; yabancı, muzır, müz'iç, muvahhiş ve dağ gibi cirmler birer müdhiş cenaze, ecel herkesin başını kesip adem-âbâd kuyusuna atar.

Bütün sadâlar, firak ve zevalden gelen vaveylâlar olduğu halde, dalaletin öyle tasvir ettiği hengâmda; meyve-i Mi'rac olan hakaik-i erkân-ı imaniye nasıl mevcudatı sana kardeş, dost ve Sâni'-i Zülcelal'ine zâkir ve müsebbih; ve mevt ve zeval, bir nevi terhis ve vazifeden âzad etmek; ve sadâlar, birer tesbihat hakikatında olduğunu sana gösterir.

Bu hakikatı tamam görmek istersen, İkinci ve Sekizinci Sözlere bak.

   İkinci Temsil: 

   Senin ile biz, sahra-yı kebir gibi bir mevkideyiz.

Kum denizi fırtınasında, gece o kadar karanlık olduğundan, elimizi bile göremiyoruz.

Kimsesiz, hâmisiz, aç ve susuz, me'yus ve ümidsiz bir vaziyette olduğumuz dakikada, birden bir zât, o karanlık perdesinden geçip; sonra gelip, bir otomobil hediye getirse ve bizi bindirse, birden cennet-misal bir yerde istikbalimiz temin edilmiş, gayet merhametkâr bir hâmimiz bulunmuş, yiyecek ve içecek ihzar edilmiş bir yerde bizi koysa; ne kadar memnun oluruz, bilirsin.

   İşte o sahra-yı kebir, bu dünya yüzüdür.

O kum denizi, bu hâdisat içinde harekât-ı zerrat ve seyl-i zaman tahrikiyle çalkanan mevcudat ve bîçare insandır.

Her insan, endişesiyle kalbi dağdar olan istikbali; müdhiş zulümat içinde, nazar-ı dalaletle görüyor.

Feryadını işittirecek kimseyi bilmiyor.

Nihayetsiz aç, nihayetsiz susuzdur.

İşte semere-i Mi'rac olan marziyat-ı İlahiye ile şu dünya, gayet kerim bir zâtın misafirhanesi, insanlar dahi onun misafirleri, memurları, istikbal dahi cennet gibi güzel, rahmet gibi şirin ve saadet-i ebediye gibi parlak göründüğü vakit; ne kadar hoş, güzel, şirin bir meyve olduğunu anlarsın.    Makam-ı istima'da olan zât diyor ki: "Cenab-ı Hakk'a yüz binler hamd ve şükür olsun ki ilhaddan kurtuldum, tevhide girdim, tamamıyla inandım ve kemal-i imanı kazandım."

   Biz de deriz: Ey kardeş!

Seni tebrik ediyoruz.

Cenab-ı Hak bizleri, RESUL-İ EKREM ALEYHİSSALÂTÜ VESSELÂM'IN ŞEFAATINA MAZHAR ETSİN, ÂMÎN.

Sözler - 583

25 Ocak 2025 Cumartesi

DİN İLE ALDATMAK

 Bir hadis ve iki husus

Resulullah (asm) buyurdular ki:

Ahirzamanda din ile dünyayı talep eden insanlar zuhur edecek. Bunlar, insanlar için öyle bir yumuşaklığa bürünürler ki, koyun postu yanlarında kaba kalır. Dilleri de baldan tatlıdır. Ancak kalpleri kurtlarınkinden daha vahşidir. Cenâb-ı Hak şöyle diyecektir: ‘Beni aldatmaya mı çalışıyorsunuz, yoksa bana karşı cür’ete mi yelteniyorsunuz? Zât-ı Akdesime yemin olsun, bunlar üzerine kendilerinden çıkacak öyle bir fitne göndereceğim ki, içlerinden halim olanlar bile şaşkına dönecekler.” (Ebu Hureyre, İbni Ömer)

Bu hâdis-i şerifte geçen iki husus, bilhassa önem arz ediyor ve ümmeti dikkate dâvet ediyor:

Birincisi: “Din ile dünyayı talep edecek insanların zuhur edeceği…”

İkincisi: “Kendi içlerinden çıkarılacak olan fitne…”

İşte “ben Allah’ın kuluyum, Resulullah’ın (asm) ümmetiyim” diyen herkesi titreten ve dehşete düşüren iki husus…

Ya ben de, dini peşkeş çekerek dünyayı elde etmek isteyenlerden biri isem… Ya, “din” diye diye mal üstüne mal, madde üstüne madde, bina üstüne bina ve makam üstüne makam hırsıyla dünyaya talip olanlardan isem…

Ya bir de, ümmetin içinden çıkacak/çıkarılacak fitnenin içinde yer alan fitnecilerden olursam, vay halime, vay halimize!..


Bakara Sûresi, 193. Âyet-i kerimesi mealen şöyledir: “Fitne ortadan kalkıp din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse bilin ki düşmanlık ancak zalimlere karşıdır.”

“Bu emrin muhatabı Peygamber Efendimiz (asm), Sahabeler ve dolayısıyla bütün mü’minlerdir. İhlâs sırrına tam vâkıf olarak, Allah’ın rızası dairesinde hareket edenlerdir. Dinin emirlerini yerine getirirken, dünyevî, maddî ve menfaate dayalı başka şeyleri asla gözetmeyenlerdir. Risalede, “Ahirzamandan haber veren hâdis-i şerifin” izahında geçen bahtiyar taifedir.

**

Mücedditler silsilesinin son halkası Bediüzzaman Said Nursî diyor ki: “Din hayatın hayatı, hem nûru hem esası. İhya-yı din ile olur bu milletin ihyası.”

Onun bu beyanındaki “ihya-yı din” ifadesine bilhassa dikkat lâzım. Yani din vardır, ama bu dinin yeniden ihyası lâzım, canlandırılması lâzım, hayata geçirilmesi lâzım. Lâfızdan ibaret ve sadece nüfus kütüğünde yazılı kalan bir İslâm, şahsın hayatına yansımadıktan sonra hayatın hayatı olamaz.

Hal böyle olunca, Bediüzzaman gibi bir müceddid de; Kur’ân’a, ilk nazil olduğu zamanındaki gibi kalbini açar, Rabbim de onun kalbine Kur’ân hakikatlerini ilham eder, güneşden gelen ışıklar gibi Kur’ân’dan gelen nurları ihsan eder.

Said Nursî’nin (ra) hayatında, doğumundan itibaren görülen harika haller, onun bu “ihsan-ı İlâhîye” mazhar olduğunun ve olacağının göstergesi olmuştur.

Âdem’in (as) mâlûm ağaç ve mâlûm meyve imtihanından sonra başlayan imtihanlar silsilesi, bugüne kadar süregelmiş, kıyamete kadar hız kazanarak sürecektir. İnsanlık tarihi böylesi imtihanların kayıpları ve kazanımlarıyla doludur.

Dini; örgütlerinin, partilerinin veya zihniyetlerinin tekelinde zanneden zihniyetler olduğu gibi, dini devlet eline teslim eden sistemler de olmuştur, olagelmiştir.

Müslümanlar tarafından Müslümanlık namına öyle nevzuhur zihniyetler pıtıraklar gibi dünyayı sarmış ki; “din, yalnız Allah’ın oluncaya kadar cihada devam” emrinin, bu nevzuhur anlayışlarla mücadeleyi de kapsadığından şüphe edilmez.

24 Ocak 2025 Cuma

RUH BAKİDİR

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Lafızların tebeddülüyle mana tebeddül etmez, bâki kalır.

Kabuk parçalanır, lüb bâki ve sağlam kalır.

Libası yırtılır, cesedi sağlam, bâki kalır.

Cesed ölüp dağılırsa da ruh bâki kalır. Cisim ihtiyarlanırsa, enaniyet genç kalır.

Çokluk, cemaat dağılır amma, vâhid-i ferd bâki kalır.

Kesret bozulur, vahdet bâkidir.

Madde kırılır, nur bâkidir.

Binaenaleyh ömrün bidayetinden sonuna kadar devam eden mana, çok cesedleri tebeddül ve tavırdan tavıra intikal ve devirden devire yuvarlandığı halde vahdetini, bekasını muhafaza ettiği gibi, ölüm hendeğini de atlayarak sâlimen ebed yoluna devam edecektir.

   Maahâzâ her vakit "Fenaya hazır ol" emrini intizar eden zâil ve bekasız maddiyatta şu hıfz ve muhafaza düsturu, beka ile çok münasebetdar olan ruh ve manada da caridir.

Mesnevi-i Nuriye - 193

İTİRAZ HAKKIMIZ VAR MI?

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Hiçbir insanın Cenab-ı Hakk'a karşı hakk-ı itirazı yoktur ve şekva ve şikayete de haddi yoktur.

Çünki şikayet eden ferdin hilaf-ı hevesini iktiza eden nizam-ı âlemde binlerce hikmet vardır.

O ferdi irza etmekte, o bin hikmetin iğdabı vardır.

Bir ferdi razı etmek için, bin hikmet feda edilemez.

وَ لَوِ اتَّبَعَ الْحَقُّ اَهْوَٓاءَهُمْ لَفَسَدَتِ السَّمٰوَاتُ وَ الْاَرْضُ

   Eğer her ferdin keyfine göre hareket edilirse, dünyanın nizam ve intizamı fesada gider.

   Ey müteşekki!

Sen nesin?

Neye binaen itiraz ediyorsun?

Cüz'î hevesini külliyat-ı kâinata mühendis mi yapıyorsun?

Kokmuş olan zevkini nimetlerin derecelerine mikyas ve mizan mı yapıyorsun?

Ne biliyorsun ki, zannettiğin nimet nıkmet olmasın.

Senin ne kıymetin var ki, sineğin kanadına müvazi olmayan hevesini tatmin ve teskin için, felek çarklarıyla hareketten teskin edilsin!..

Mesnevi-i Nuriye - 192

HALKI DEĞİL, HAKKI RAZI ET

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Ey nefis!

Eğer takva ve amel-i sâlih ile Hâlıkını razı etti isen, halkın rızasını tahsile lüzum yoktur; o kâfidir.

Eğer halk da Allah'ın hesabına rıza ve muhabbet gösterirlerse, iyidir.

Şayet onlarınki dünya hesabına olursa kıymeti yoktur.

Çünki onlar da senin gibi âciz kullardır.

Maahâzâ ikinci şıkkı takib etmekte şirk-i hafî olduğu gibi, tahsili de mümkün değildir.

Evet bir maslahat için sultana müracaat eden adam, sultanı irza etmiş ise, o iş görülür.

Etmemiş ise halkın iltimasıyla çok zahmet olur.

Maamafih yine sultanın izni lâzımdır.

İzni de rızasına mütevakkıftır.

Mesnevi-i Nuriye - 185

23 Ocak 2025 Perşembe

EY NEFİS DİKKAT ET !

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Nefs-i nâtıkanın en yüksek matlubu devam ve bekadır.

Hattâ vehmî bir devam ile kendisini aldatmazsa hiçbir lezzet alamaz.

Öyle ise ey devamı isteyen nefis!

Daimî olan bir Zât'ın zikrine devam eyle ki, devam bulasın.

Ondan nur al ki sönmeyesin.

Onun cevherine sadef ve zarf ol ki kıymetli olasın.

Onun nesîm-i zikrine beden ol ki, hayatdar olasın.

Esma-i İlahiyeden birisinin hayt-ı şuâıyla temessük et ki, adem deryasına düşmeyesin.

   Ey nefis!

Seni tutup düşmekten muhafaza eden Zât-ı Kayyum'a dayan.

Senin mevcudiyetinden dokuz yüz doksan dokuz parça Onun uhdesindedir.

Senin elinde yalnız bir parça kalır.

En iyisi o parçayı da Onun hazinesine at ki rahat olasın.

Mesnevi-i Nuriye - 184

BASİRETTEN MAHRUM OLMAK

    Maahâzâ nuru neşredenin nursuz, icad edenin vücudsuz, îcab ettirenin vücubsuz olması muhaldir.

   Ve keza ilim sıfatını ihsan edenin ilimsiz, şuuru ihsan edenin şuursuz, ihtiyarı verenin ihtiyarsız, iradeyi verenin iradesiz, kâmil şeylerin sâni'i gayr-ı kâmil olduğunu telakki etmek muhaldir.

   Ve keza aynı tersim, basarı tasvir ve nazarı tenvir edenin basarsız olduğunu düşünmek, ancak basar ve basiretten mahrum olan adamın işidir.

Maahâzâ masnudaki kemalât, tamamen Sâni'deki kemalden akan bir feyizdir.

Fakat kuşlardan yalnız sineği gören, tanıyan bir mikrop, kartalı gördüğü zaman "Bu kuş değildir." der.

Çünki sinekteki şeyler onda yoktur.

Mesnevi-i Nuriye - 184

21 Ocak 2025 Salı

DUA BİR İBADETTİR

 dua bir ibadettir.

Abd, kendi aczini ve fakrını dua ile ilân eder.

Zahirî maksadlar ise; o duanın ve o ibadet-i duaiyenin vakitleridir, hakikî faideleri değil.

İbadetin faidesi, âhirete bakar.

Dünyevî maksadlar hasıl olmazsa, "O dua kabul olmadı" denilmez.

Belki "Daha duanın vakti bitmedi" denilir.

   Hem hiç mümkün müdür ki: Bütün ehl-i imanın, bütün zamanlarda, mütemadiyen kemal-i hulus ve iştiyak ve dua ile istedikleri saadet-i ebediye onlara verilmesin ve bütün kâinatın şehadetiyle hadsiz rahmeti bulunan o Kerim-i Mutlak, o Rahîm-i Mutlak; bütün onların o duasını kabul etmesin ve saadet-i ebediye vücud bulmasın?

Mektubat - 301

GAFİL NEFİS

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Gafil nefis, âhireti dünyanın bitişiğinde ve dünya ile bağlı bir menzil zannediyor.

Bu itibarla nefsin elinde iki silâh vardır.

Dünyanın zeval ve fenasının eleminden kurtulmak için âhireti düşünmekle ümidvar olur.

Âhiret için lâzım olan a'mal külfetine gelince, gaflet veya tegafül ile ondan da kendisini kurtarır.

Ölmüş olanların hayatta olmadıklarını düşünmüyor.

Ancak sefere gidenler gibi, görünmüyorlarsa da hayattadırlar, diye zanneder.

Ve ölüme o kadar ehemmiyet vermiyor.

Bazı dünyevî işlerini ebedîleştirmek için şöyle bir desisesi de vardır ki: "Matlublarımın dünyada semereleri olmasa da, esasları âhiret ile muttasıl ve âhirette faideleri vardır" diye müteselli oluyor.

Meselâ: İlim gibi, "Dünyada menfaati olmasa bile âhirette faidesi vardır" diye iyi ciheti göstermekle, kötü ciheti altında yutturur.

   Hülâsa: 

   Nefis, devekuşu gibidir.

Şeytan sofestaî, heva da bektaşîdir.

Mesnevi-i Nuriye - 183

HERŞEYİN FÂNİ

 İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Senin iktidarın kısa, bekan az, hayatın mahdud, ömrünün günleri ma'dud ve her şeyin fânidir.

Öyle ise, şu kısa, fâni ömrünü fâni şeylere sarfetme ki, fâni olmasın.

Bâki şeylere sarfet ki, bâki kalsın.

   Evet yaşadığın ömürden dünyada göreceğin istifade ancak yüz sene olur.

Bu yüz sene ömrünü yüz tane hurma çekirdeği farzedelim.

Bu çekirdekler iska edilip muhafaza edilirse, ilâ-mâşâallah semere verecek yüz tane ağaç olur.

Aksi takdirde ateşe atıp yakmaktan başka bir istifadeyi temin etmez.

Kezalik senin o yüz senelik ömrün de, şeriat suyu ile iska ve âhirete sarfedilirse, âlem-i bekada ilelebed semerelerinden istifade edeceksin.

Binaenaleyh semeredar yüz tane hurma ağacını terk ve yüz tane çekirdeklerine kanaat ile aldanırsa, o adam, Hutame'ye (cehenneme) hatab olmaya lâyıktır.

Mesnevi-i Nuriye - 182

20 Ocak 2025 Pazartesi

EY NANKÖR İNSAN !

 Ey insan-ı müşteki!

Sen madum kalmadın, vücud nimetini giydin, hayatı tattın, camid kalmadın, hayvan olmadın, İslâmiyet nimetini buldun, dalalette kalmadın, sıhhat ve selâmet nimetini gördün ve hâkeza...

   Ey nankör!

Daha sen nerede hak kazanıyorsun ki, Cenab-ı Hakk'ın sana verdiği mahz-ı nimet olan vücud mertebelerine mukabil şükretmeyerek; imkânat ve ademiyat nev'inde ve senin eline geçmediği ve sen lâyık olmadığın yüksek nimetlerin sana verilmediğinden bâtıl bir hırsla Cenab-ı Hak'tan şekva ediyorsun ve küfran-ı nimet ediyorsun?

Mektubat - 285

19 Ocak 2025 Pazar

İSLÂM'I TEBLİĞ VE TEMSİLDE ÖLÇÜ

 İslâm’ı tebliğ etmek ve temsil etmek, dini doğru bir şekilde anlatmak ve yaşamak demektir.  Bu iki kavram birbirini tamamlayan önemli görevlerdir ve İslâm ahlâkının, inançlarının ve değerlerinin, hem sözlü olarak anlatılmasını, hem de hayatın her alanında, örnek olarak sergilenmesini gerektirir. İslâm’ın hem tebliğ, hem de temsil edilmesi, etkili bir şekilde insanlara ulaşma ve onları doğruya yönlendirme açısından, büyük önem taşır.


1. İslâm’ı Tebliğ Etmenin

Anlamı: Tebliğ, İslâm’ın esaslarını ve mesajını insanlara ulaştırma görevini ifade eder. Tebliğ, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) de yaptığı gibi, insanları İslâm’ın hakikatine davet etmektir. Bu görev, İslâm'ı doğru, samimi ve etkili bir şekilde anlatmayı gerektirir.


Nasıl Yapılmalı?

Bilgi ve Hikmetle: Tebliğde önemli olan, dinin doğru bilgilerini hikmetle ve insanları incitmeden anlatmaktır. Allah, Kur’an’da “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır” (Nahl, 16/125) buyurarak tebliğin nazik, anlayışlı ve bilgece yapılması gerektiğini vurgulamaktadır.


Empati ve Hoşgörü ile: Tebliğ yaparken insanlara karşı saygılı ve hoşgörülü olmak esastır. Farklı inançlara sahip olan kişilere karşı sert ve zorlayıcı bir dil kullanmak yerine, onların duygu ve düşüncelerine anlayışla yaklaşmak gerekir.


Davete Zorlamamak: İslâm’da tebliğin zorlayıcı olmaması önemlidir. Kur’an’da, “Dinde zorlama yoktur” (Bakara, 2/256) ayetiyle, insanlara İslâm’ı kabul etmeleri için baskı yapmanın uygun olmadığı bildirilmiştir. Tebliğ bir davettir, zorlayıcı bir emir değildir.


2. İslâm’ı Temsil Etmek


Anlamı: İslâm’ı temsil etmek, Müslüman bir bireyin günlük yaşamında İslâm ahlâkını ve değerlerini sergileyerek, dinin güzelliklerini somut olarak göstermesidir. Bu, tebliğden daha güçlü bir etki bırakabilir, çünkü insanlar genellikle sözlerden çok, davranışlarla etkilenir.


Nasıl Yapılmalı?

Ahlâk ve Davranış ile: Peygamber Efendimiz (s.a.v.), ahlâkı ile İslâm’ı en güzel şekilde temsil etmiştir. Müslüman bireyler de dürüstlük, adalet, yardımseverlik, sabır ve tevazu gibi İslâm ahlâkını yansıtan davranışlarla dinlerini temsil etmelidirler.


Toplumsal İlişkilerde Adalet ve Merhamet: İslâm’ı temsil ederken, insanlar arası ilişkilerde adaletli, merhametli ve saygılı olmak çok önemlidir. Müslümanlar, sosyal hayatta adil ve hoşgörülü davranışlarıyla İslâm’ın evrensel değerlerini örnek göstermelidirler.


Sabır ve Hoşgörü ile: İnsanlar her zaman tebliğe olumlu cevap vermeyebilir veya İslâm’a karşı önyargılara sahip olabilir. Böyle durumlarda Müslümanlar sabırlı olmalı ve karşılaştıkları zorluklara hoşgörü ile yaklaşmalıdırlar. Sabır ve metanet, İslâm’ın temsilinde en etkili erdemlerdendir.


3. Tebliğ ve Temsil Arasındaki İlişki


Tebliğ ve temsil birbirini tamamlayan iki süreçtir. Tebliğ, İslâm’ın esaslarını sözlü olarak anlatırken; temsil, bu esasların hayata geçirilmesini sağlar. İnsanlar, söylenenlerle yapılanların uyum içinde olduğunu gördüklerinde, İslâm’ın hakikatini daha kolay anlayabilirler.


Sadece sözle tebliğ yapıp, İslâm ahlâkını yaşamamak, insanları dinin özünden uzaklaştırabilir. Bu nedenle, tebliğ eden kişinin İslâm’ı temsil eden güzel ahlâk sahibi olması büyük önem taşır.


4. Modern Dünyada İslâm'ı Tebliğ ve Temsil Etmek;

Günümüzde, teknoloji ve iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla, İslâm’ı tebliğ etmek çok daha geniş kitlelere ulaşmak açısından kolaylaşmıştır. Ancak, aynı zamanda yanlış anlamalar ve önyargılar da artmıştır. Bu yüzden, doğru bilgiye dayalı, samimi ve örnek teşkil eden bir temsille tebliğ yapılması kritik önem taşır.


Sosyal Medya ve Dijital Platformlar: Müslümanlar, sosyal medya ve dijital platformları kullanarak İslâm’ı hem tebliğ hem de temsil edebilirler. Ancak bu platformlar, dikkatli ve bilinçli kullanılmalı, bilgi kirliliğine yol açacak tartışmalardan kaçınılmalıdır.


Kültürlerarası Diyalog: Farklı inanç ve kültürlerle diyalog kurmak, İslâm’ın evrensel barış mesajını anlatmak için fırsatlar sunar. Müslümanlar, bu tür diyaloglarda hoşgörüyü ve saygıyı merkeze alarak İslâm’ı en güzel şekilde temsil edebilirler.


İslâm’ı tebliğ ve temsil etmek, bir Müslümanın sorumlulukları arasında yer alır ve bu görev hem bilgiye hem de davranışa dayanır. Tebliğ, insanları İslâm’ın hakikatine davet etmeyi, temsil ise bu hakikatleri yaşamayı ifade eder. Bir Müslüman’ın sözleri ve davranışları, İslam’ın güzelliklerini en etkili şekilde anlatan araçlardır. Doğru bilgi, güzel ahlâk ve hikmetle yapılan tebliğ ve temsil, İslâm’ı yaymanın ve yaşamanın en güçlü yollarıdır.

Rafet Özcan

Not:Bu yazı, Yapay Zeka tarafından düzenlenmiştir.

EY İNSAN ! KENDİNİ OKU

 “Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku. Yoksa, hayvan ve câmid hükmünde insan olmak ihtimâli var.” (Sözler, 628)

İNSAN DEDİĞİN

Yürek sevmek için çıkmalı yola,

Sevgi iksiriyle dolu olmalı.

Kul olmamak için başka bir kula,

İnsan Yaradan’ın kulu olmalı.

Kardeşlik şarkısı söylesin diller

Herkese sevgiyle açılsın kollar

Gezilen bahçeler, yürünen yollar

Hakikat ehlinin yolu olmalı

Allah için sever her sevdiğini,

Kalpte barındırmaz nefreti kini,

Hem gülünü sever, hem dikenini,

Gönlü muhabbetle dolu olmalı.

Muhabbet ayakta tutar cihanı,

O muhabbet insan eder insanı,

Ne makamı, ne serveti, ne şanı,

Güler yüzü, tatlı dili olmalı.

Leyla nazlı güldür, Mecnun bir bülbül,

Bülbülün mekânı olsa da bir çöl,

Bir gün mecnun olacaksa bu gönül,

Mevlâ aşkı ile deli olmalı.

Alıntı

BİR HATIRA

 OKUL YILLARIM;

İlkokula Fetullah Mahallesi'nde bulunan Cumhuriyet okulunda başladım.Sene 1960 okula gidiyoruz ama defter bulsan kalem bulamazsın kalem alsan silgi alamazsın.Bezden yapılmış bir çanta boynuna asarsın içine kalem, defter, ilkokul alfabe kitabı, başka belki de birde silgi korsun..

Okula ilk başladığım günü hiç unutamam. Babam ile birlikte, korka korka zorla gittim.Sınıf arkadaşlarımın çoğunutanımıyorum.Öğretmenim -kel hoca- diye meşhur, Hasan Hüseyin Çalışkan...

İlk gün tanışma ve okulun bölümlerini tanıma ve yerlerimize yerleşme ile geçti.

Mahallemiz İsmet Mahallesi'nde okula birlikte gittiğim komşuların çocukları vardı benim en yakın arkadaşım dayımın oğlu Mustafa Fuat ve onların yakın komşusu, Yusuf Sekili, Ayşe Sarıoğlu ev komşumuz olan teyzemin kızı Nimet,amca çocukları Gülhan, Mehmet ayrıca halamın çocukları Bünyamin ve Durmuş Ali Dost...

Okulumuz; üç mahallenin ortak okulu idi.İsmet,Fetullah ve Çiğilli mahalleleri...Okul müdürümüz Başöğretmen diye bilinen, Hasan Hüseyin Budak okula yazım işi mahalleleri okul müdürü ve öğretmenler dolaşır okul çağındaki çocukları tesbit ederek yazarlardı.

Okula devam ediyoruz ama ben korkuyu bir türlü içimden atamadım.Sebebi öğretmenimizin biraz öfkeli olması.Sınıfta iki yıllık bir arkadaşımız vardı biraz yaramazdı,zaman zaman sınıfta kavga eder ve öğretmeni dinlemezdi.İsmi lakabı ile anılan boncuklunun kara Mustafa.

Birgün yine yaramazlık yaptı öğretmen çok kızdı ve ceza verdi birde seni kulaklarından tavana asarım deyince ben çok korktum.

Ertesi gün okula gitmedim.Evden okula gitmek üzere ayrılıyorum fakat akşama kadar bahçede oturup okul dağıldıktan sonra okuldan eve gelir gibi dönüyorum.

Bu durum bir kaç gün devam etti,sonra babam farkına varmış ertesi gün beni elimden tutarak birlikte okula götürdü.Okula varınca öğretmen beni döver diye korkuyordum.Babam sınıfın kapısını çaldı içeri girdik babam durumu öğretmenimize anlattı öğretmen beni okşadı yerime oturttu ve dediki ben o yaramazlık yapmasın diye o sözü söyledim sen çok uslu ve çalışkansın. Ben okula gelmediğin için seni hasta zannetmiştim artık okula her gün zamanında gel baban şimdi gitsin biz dersimize başlayalım dedi. O yıl sene sonunda sınıfı geçtim.Ertesi sene ikinci sınıfa devam ettim fakat ikinci dönem zatürre olduğum için iki ay devamsızlık sonucu sınıfta kaldım.

İkinci sınıfta iki yıllık olduğum için sınıfta çalışkan bir öğrenci durumuna geldim.Tabi öğretmenim ve arkadaşlarım değişmişti.Yeni öğretmenim çok sevdiğim,Sebahaddin Seyhan o da beni çok seviyor Özcan diye soyadım ile hitap ediyor bu durum benim çok hoşuma gidiyordu.

Günlerden birgün okula ve sonra da sınıfımıza müfettiş geldi ve bize dört işlem ile ilgili bir problem yazmamızı söyledi. Ben hemen yazdım ve okudum müfettişin çok hoşuna gitti ve beni gözlerimden öptü ve dedi ki bundan sonra şu aritmatik kitabındaki problemleri değil arkadaşınızın kurduğu problemleri çözün dedi.Tabi ben çok  sevindim.Öğretmenimize teşekkür etti.

İlkokul yıllarım bundan sonra sevilen bir öğrenci olarak başarılı bir şekilde bitti.Dibloma aldım ve o sene Niğde ilinde yeni açılan İmam Hatip Okulu için sınava girerek kazandım ve 1965-66 yıllarında çok sevdiğim İmam Hatip Okuluna başladım.Oraya gitmemizin en büyük sebebi de Yahyalı ilçemizde Orta okuldan sonra Lisenin bulunmaması idi.Seneler seneleri kovaladı okullar bitti öğretmen olduk o görevde bitti bugün emekli bir eğitimci olarak hayatı yaşamaya devam ediyoruz.Allah hayırlı ömürler nasip etsin...İnşallah hayatımın son anına kadar okumak ve okuduklarımı toplumda paylaşarak faydalı olmaya devam edeceğim.

Rafet Özcan

Emekli Eğitimci


KABRİN ARKASI İÇİN ÇALIŞINIZ

    En güzel bir kıssanın güzel bir nüktesidir.

Ahsenü'l-kasas olan Kıssa-i Yusuf Aleyhisselâm hâtimesini haber veren

تَوَفَّن۪ى مُسْلِمًا وَ اَلْحِقْن۪ى بِالصَّالِح۪ينَ

âyetinin, ulvî ve latîf ve müjdeli ve i'cazkârane bir nüktesi şudur ki: Sair ferahlı ve saadetli kıssaların âhirindeki zeval ve firak haberlerinin acıları ve elemi, kıssadan alınan hayalî lezzeti acılaştırıyor, kırıyor.

Bâhusus kemal-i ferah ve saadet içinde bulunduğunu ihbar ettiği hengâmda, mevtini ve firakını haber vermek daha elîmdir; dinleyenlere "Eyvah!" dedirtir.

Halbuki şu âyet, Kıssa-i Yusuf'un (A.S.) en parlak kısmı ki; Aziz-i Mısır olması, peder ve vâlidesiyle görüşmesi, kardeşleriyle sevişip tanışması olan, dünyada en büyük saadetli ve ferahlı bir hengâmda, Hazret-i Yusuf'un mevtini şöyle bir surette haber veriyor ve diyor ki: Şu ferahlı ve saadetli vaziyetten daha saadetli, daha parlak bir vaziyete mazhar olmak için, Hazret-i Yusuf kendisi Cenab-ı Hak'tan vefatını istedi ve vefat etti; o saadete mazhar oldu.

Demek o dünyevî lezzetli saadetten daha cazibedar bir saadet ve ferahlı bir vaziyet kabrin arkasında vardır ki; Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm gibi hakikat-bîn bir zât, o gayet lezzetli dünyevî vaziyet içinde gayet acı olan mevti istedi, tâ öteki saadete mazhar olsun.

   İşte Kur'an-ı Hakîm'in şu belâgatına bak ki, Kıssa-i Yusuf'un hâtimesini ne suretle haber verdi.

O haberde dinleyenlere elem ve teessüf değil, belki bir müjde ve bir sürur ilâve ediyor.

Hem irşad ediyor ki: Kabrin arkası için çalışınız, hakikî saadet ve lezzet ondadır.

Hem Hazret-i Yusuf'un âlî sıddıkıyetini gösteriyor ve diyor: Dünyanın en parlak ve en sürurlu haleti dahi ona gaflet vermiyor, onu meftun etmiyor, yine âhireti istiyor.

Mektubat - 283

18 Ocak 2025 Cumartesi

DEVLET HAZİNESİ

 Kıymetli dostum!

Devlet hazinesi yani “beytü’l-mal” insanların ödedikleri vergilerden oluşur. Marketten bir kalem alıyorsunuz, onun KDV sini, yani vergisini ödemek zorundasınız. Şu anda hemen hemen herkesin üzerinde taşıdığı cep telefonlarının vergisi vardır. Dolayısıyla kamudan çalmak, an itibariyle 85 milyon insanın hukukunu gasbetmektir. Buna istinaden, Allâh Te’alâ bir Kudsi hadiste; “Bir insan bana bütün Peygamberler kadar kulluk etse; ancak kul hakkıyla huzuruma gelse, onu affetmem” buyurmuştur.

Burada kısaca şunu da ilâve etmemde fayda vardır. Kul hakkı derken, sadece maddi, ekonomik, parasal konular anlaşılmasın. Elinde güç kuvvet varken, İnsanlara zulmetmek, işkence yapıp ezmeye çalışmak, taciz etmek, iftira atmak, namusunu kirletip payimal etmek ve hakketmediği bir takım suçlarla ceza vermek ve benzeri daha nice haksızlıkları irtikap etmek en ağır kul hakkı ihlâlleridir.

Bütün bu kul hakkına girmek ve Allâh katında da en ağır suç kabul edilen büyük günahları işlemek karşısında, tüylerin diken diken olması gerekirken; insanlar çok rahat görünmektedirler.

Hz.Peygamber bir hadis-i şeriflerinde meâlen şöyle buyurmuştur: “Başta bir günah işlendiğinde, kalbte siyah bir nokta oluşur. Eğer sahibi pişman olur Tövbe ve istiğfar ederse kalp yine parlar, şayet etmez ve o günahta ısrar ederse, o lekelerde artar. Nihayet o lekeler arta arta öyle bir raddeye gelir ki, bir örtü gibi bütün kalbi kaplar.

İşte bu ağır suç ve günahları işleyenlerle ilgili olarak Kur’an Kerim’de

“Hayır! Bilakis onların yaptıklarından dolayı kalbleri pas tutmuştur.”

buyrulduğu hal budur.

İYİSİNİ AL

 İFADE-İ MERAM 

   Bir bahçeye girsem iyisini intihab ederim.

Koparmasından zahmet çeksem hoşlanırım.

Çürüğünü, yetişmemişini görsem "Huz mâ safâ" derim.

Muhatablarımı da öyle arzu ederim.

Derler:

   - Sözlerin iyi anlaşılmıyor?

   Bilirim ki kâh minare başında, kâh kuyu dibinde konuşuyorum.

Neyliyeyim zuhurat öyle.

"Şuâat" ve şu kitabda mütekellim âciz kalbimdir.

Muhatab âsi nefsimdir.

Müstemi' müteharri-i hakikat bir Japondur.

Temaşa eden bunu düşünmeli.

Gayetü'l-gayat olan Marifetullahın bir bürhanı olan marifetü'n-Nebi'yi "Şuâat"ta bir nebze beyan ettik.

Şu risalede maksud-u bizzât olan tevhidin lâyuhad berahininden yalnız dört muazzam bürhanına işaret edeceğiz.

Hem nazar-ı aklîyi hads-i kalbiyle birleştirmek için, melaike ve haşrin bir kısım delailine îma ederek imanın altı rüknünden dördünün birer lem'asını, fehm-i kàsırımla göstermek isterim.

Amentü,

Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kadere, hayır ve şerrin Allah Teâlâdan geldiğine iman ettim. Ölümden sonra diriliş haktır. Allah'tan başka ilâh olmadığına şahitlik ederim. Muhammed'in, Allah'ın resulü olduğuna da şahitlik ederim.

Mesnevi-i Nuriye - 245

CEMAATIN ÖNEMİ

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   İnsan nisyandan alındığı için, nisyana mübteladır.

Nisyanın en kötüsü de nefsin unutulmasıdır.

Fakat hizmet, sa'y, tefekkür zamanlarında nefsin unutulması, yani nefse bir iş verilmemesi dalalettir.

Hizmetler görüldükten sonra neticede, mükâfat zamanlarında nefsin unutulması kemaldir.

Bu itibarla ehl-i dalal ile ehl-i kemal, nisyan ve tezekkürde müteakistirler.

Evet dâll olan kimse, bir iş ve bir ibadet teklifinde başını havaya kaldırarak firavunlaşır.

Lâkin mükâfatın, menfaatın tevziinde bir zerreyi bile terketmez.

Amma nefsini unutan ehl-i kemal sa'y, tefekkür, sülûk zamanlarında herşeyden evvel nefsini ileri sürüyor; fakat neticelerde, faidelerde, menfaatlerde nefsini unutmakla en geriye bırakıyor.

   İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Mü'minler ibadetlerinde, dualarında birbirine dayanarak cemaatle kıldıkları namaz ve sair ibadetlerinde büyük bir sır vardır ki; her bir ferd, kendi ibadetinden kazandığı miktardan pek fazla bir sevab cemaatten kazanıyor.

Ve her bir ferd ötekilere duacı olur, şefaatçi olur, tezkiyeci olur, bilhâssa Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâma...

Ve keza her bir ferd arkadaşlarının saadetinden zevk alır ve Hallak-ı kâinata ubudiyet etmeye ve saadet-i ebediyeye namzed olur.

   İşte mü'minler arasında, cemaatler sayesinde husule gelen şu ulvî, manevî teavün ve birbirine yardımlaşmak ile hilafete haml, emanete mazhar olmakla beraber mahlukat içerisinde mükerrem unvanını almıştır.

Mesnevi-i Nuriye - 238

ÜÇ KISIM DUA

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Dualar üç kısımdır.

   Birisi: 

   İnsanın lisanıyla yaptığı kavlî dualardır.

Savt ve sadâlı hayvanatın, -meselâ- acıktıkları zaman kendi hususî lisanlarıyla çıkardıkları sadâlar dahi kavlî dualardandır.

   İkinci Kısım: 

   Nebatat, eşcarın bilhâssa bahar mevsiminde lisan-ı ihtiyaçla yaptıkları ihtiyacî dualardır.

   Üçüncüsü: 

   Tahavvül, tekemmül şe'ninde olan şeylerin, lisan-ı istidad ile hissedilen istidadî dualarıdır.

Evet her şey Cenab-ı Hakk'ı tesbih ettiği gibi lisanıyla, ihtiyacıyla, istidadıyla dahi Allah'a dua eder.

   İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Çekirdek ağaç olmazdan evvel, yumurta kuş olmazdan evvel, habbe başak vermezden evvel binlerce imkân ve ihtimaller içerisinde ve binlerce suret ve şekillere girmek kabiliyetinde iken; o eğri-büğrü ihtimaller, yollar içinden çekilip doğru ve müstakim müntec bir şekle, bir vaziyete sevkedilmelerinden anlaşılır ki, o tohumlar, evvelce de Allâmü'l-Guyub'un terbiye, tedvir, tedbiri altında imişler.

Sanki o tohumların her birisi, kudret kitablarından istinsah edilmiş küçük bir tezkeredir.

Yahut bir fihristedir, ilm-i ezelîden alınmıştır.

Yahut Kader kitablarından yazılmış bazı düsturlardır.

Mesnevi-i Nuriye - 237