29 Kasım 2024 Cuma

KÜFRÜN MAHİYETİ YALANDIR !

  "Hayatmızın bekası imanın,sıdkın ve tesanüdün devamıyladır".  Bu cümle, Üstad Said Nursi’nin Münazarat adlı eserinde yer alıyor ve toplumsal dayanışmanın, doğru ve samimi bir inancın hayatın sürdürülebilirliği için ne kadar önemli olduğunu vurguluyor. Burada üç ana kavram öne çıkıyor:

1. İman: İnanç, insanların manevi bağlarını ve ahlaki değerlerini güçlendiren bir unsur olarak görülüyor. İman, bir toplumun sağlam kalabilmesi için önemli bir temeldir.

2. Sıdk: Doğruluk, dürüstlük anlamına gelir ve bireyler arası güvenin oluşmasında kritik bir rol oynar. Toplumda doğruluğun yaygın olması, insanların birbirine güvenmesini sağlar.

3. Tesanüd: Dayanışma ve birlik demektir. Toplumun güçlü ve sağlıklı kalabilmesi için bireylerin birlikte hareket etmesi, zorlukları dayanışma içinde aşması gereklidir.

Bu üç değerin bir araya gelmesi, toplumsal huzurun, güvenin ve dayanıklılığın temel taşları olarak görülüyor. Üstad Said Nursi, Münazarat’ta özellikle toplumun manevi değerlerini koruması ve geliştirmesi gerektiğine vurgu yaparak, bunun bir milletin geleceği için elzem olduğunu ifade ediyor.Devamında ise;

"Herşeyden evvel bize lâzım olan nedir?

   - Doğruluk.

   - Daha?

   - Yalan söylememek.

Sonra?

   - Sıdk, ihlas, sadakat, sebat, tesanüd.

   - Yalnız?

   - Evet!

   - Neden?

   - Küfrün mahiyeti yalandır.

İmanın mahiyeti sıdktır.

Şu bürhan kâfi değil midir ki; hayatımızın bekası, imanın ve sıdkın ve tesanüdün devamıyladır." 1

Dipnotlar:

1.Münazarat

NAMAZ BİR BİLETTİR

  İşte ey namazsız adam ve ey namazdan hoşlanmayan nefsim !

O hâkim ise; Rabbimiz, Hâlık’ımızdır.

O iki hizmetkâr yolcu ise; biri mütedeyyin, namazını şevk ile kılar; diğeri gafil, namazsız insanlardır.

O yirmi dört altın ise yirmi dört saat her gündeki ömürdür.

O has çiftlik ise Cennettir.

O istasyon ise kabirdir.

O seyahat ise; kabre, haşre, ebede gidecek beşer yolculuğudur. Amele göre, takva kuvvetine göre o uzun yolu mütefavit derecede kat' ederler. Bir kısım ehl-i takva, berk gibi, bin senelik yolu bir günde keser. Bir kısmı da, hayal gibi, elli bin senelik bir mesafeyi bir günde kat' eder. Kur’ân-ı Azîmüşşan şu hakikate iki ayetiyle işaret eder.

O bilet ise namazdır. Bir tek saat, beş vakit namaza abdestle kâfi gelir. Acaba yirmi üç saatini şu kısacık hayat-ı dünyeviyeye sarf eden ve o uzun hayat-ı ebediyeye bir tek saatini sarf etmeyen ne kadar zarar eder, ne kadar nefsine zulmeder, ne kadar hilâf-ı akıl hareket eder! Zira bin adamın iştirak ettiği bir piyango kumarına yarı malını vermek, akıl kabul ederse –hâlbuki kazanç ihtimali binde birdir– sonra yirmi dörtten bir malını yüzde doksan dokuz ihtimal ile kazancı musaddak bir hazine-i ebediyeye vermemek, ne kadar hilâf-ı akıl ve hikmet hareket ettiğini, ne kadar akıldan uzak düştüğünü kendini âkıl zanneden adam anlamaz mı?

Hâlbuki namazda ruhun, kalbin, aklın büyük bir rahatı vardır. Hem cisme de o kadar ağır bir iş değildir. Hem namaz kılanın diğer mübah dünyevî amelleri, güzel bir niyet ile ibadet hükmünü alır. Bu surette bütün sermaye-i ömrünü ahirete mal edebilir. Fânî ömrünü bir cihette ibka eder.

 

ŞEYTANIN VESVESESİ

   اَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ (1) 

 وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ (2) 

Her bir zamanın insî bir şeytanı vardır. Şimdi beşerde insan suretinde şeytanın vekili olan ruh-u gaddar, fitnekârâne siyasetiyle cihanın her tarafına kundak sokan elhannâs, altı hutuvatıyla âlem-i İslâm’ı ifsad için insanlarda ve insan cemaatlerindeki habis menbaları ve tabiatlarındaki muzır madenleri, fiilî propaganda ile işlettiriyor, zayıf damarları buluyor.

Kiminin hırs-ı intikamını, kiminin hırs-ı câhını, kiminin tamaını, kiminin humkunu, kiminin dinsizliğini, hatta en garibi, kiminin de taassubunu işletip siyasetine vasıta ediyor.

BİRİNCİ HATVESİ:

Der veya dedirir: “Siz kendiniz de dersiniz ki: Musibete müstehak oldunuz. Kader zalim değil, adalet eder. Öyle ise, size karşı muameleme razı olunuz.”

Şu vesveseye karşı demeliyiz:

Kader-i İlâhî isyanımız için musibet verir; ona rızadâde olmak, o günahtan tevbe demektir.

Sen ey mel’un, günahımız için değil, İslâmiyetimiz için zulmettin ve ediyorsun. Ona rıza veya ihtiyârla inkıyad etmek, neûzü billâh, İslâmiyetten nedamet ve yüz çevirmek demektir.

Evet, aynı şeyi –hem musibettir– Allah verir, adalet eder; çünkü günahımıza, şerrimize zecren ondan vazgeçirmek için verir. O şeyi aynı zamanda beşer verir, zulmeder; çünkü, başka sebebe binaen ceza verir. Nasıl ki düşman-ı İslâm, aynı şeyi bize icra ediyor; çünkü Müslümanız.

İKİNCİ HATVESİ:

Der ve dedirtir: “Başka kâfirlere dost olduğunuz gibi, bana da dost ve taraftar olunuz. Neden çekiniyorsunuz?”

Şu vesveseye karşı deriz:

Muavenet elini kabul etmek ayrıdır, adavet elini öpmek de ayrıdır.

 Bir kâfirin herbir sıfatı kâfir olmak ve küfründen neş’et etmek lâzım olmadığından, İslâm’ın eski ve mütecaviz bir düşmanını def’ için, bir kâfir muavenet elini uzatsa, kabul etmek İslâmiyete hizmettir.

Senin ise, ey kâfir-i mel’un, senin küfründen neş’et eden teskin kabul etmez husumet elini öpmek değil, temas etmek de İslâmiyete adavet etmek demektir.

ÜÇÜNCÜ HATVESİ:

Der veya dedirtir: “Şimdiye kadar sizi idare edenler fenalık ettiler, karıştırdılar. Öyle ise bana razı olunuz.”

Bu vesveseye karşı deriz:

Ey elhannâs! Onların fenalıklarının asıl sebebi de sensin. Âlemi onlara darlaştırdın, damar-ı hayatı kestin, evlâd-ı nâmeşruunu onlara karıştırdın. Dinsizliğe sevk ederek dini rüşvet isterdin. Onlara bedel seni kabul etmek, yalnız müteneccis su ile necis olmuş bir libası, hınzırın bevliyle yıkamak demektir. Sen yalnız hayvancasına muvakkat bir hayat-ı sefilâneyi bize bırakıyorsun; insanca, İslâmca hayatı öldürüyorsun. Biz ise hem insancasına, hem Müslümancasına yaşamak istiyoruz. Senin rağmına yaşayacağız!

DÖRDÜNCÜ HATVESİ:

Der veya dedirtir: “Sizi idare eden ve bana muhâsım vaziyetini alanlar –ki Anadolu’daki sergerdeleridir– maksatları başkadır. Niyetleri din ve İslâmiyet değildir.”

Şu vesveseye karşı deriz:

Vesilelerde niyetin tesiri azdır. Maksadın hakikatini tağyir etmez. Çünkü maksud, vesilenin vücuduna terettüb eder; içindeki niyete bakmaz.

Meselâ, ben bir define veya su bulmak için bir kuyu kazıyorum. Biri geldi, kendini saklamak veya orada müzahrefatını defnetmek için, bana yardım ederek kazdı. Suyun çıkmasına ve define bulunmasına niyeti tesir etmez. Su, fiiline, kazmasına bakar, niyetine bakmaz. Bunun gibi, onlar bizi Kâbe’ye götürüyorlar. Kur’ân’ı yüksek tutmak istiyorlar. Bütün felâketimizin menbaı olan Avrupa muhabbetine bedel, husumetini esas  tutuyorlar. Niyetleri ne olursa olsun, bu maksatların hakikatini tağyir edemez.

BEŞİNCİ HATVESİ:

Der: “İrade-i Hilâfet, siyasetimin lehinde çıktı.”

Şu vesveseye karşı deriz:

Bir şahsın arzu-yu zatîsi ve emr-i husûsîsi başkadır, ümmet namına emin olarak deruhte ettiği emanet-i hilâfetten hâsıl olan şahsiyet-i maneviyenin iradesi bambaşkadır. Bu irade bir akıldan çıkıp, bir kuvvete istinad ederek, âlem-i İslâm’ın maslahatını takip eder. Aklı ise, şûrâ-yı ümmettir. senin vesvesen değil. Kuvveti, müsellah ordusu, hür milletidir; senin süngülerin değildir. Maslahat da, muhitten merkeze nazar edip, İslâm için faide-i uzmayı tercih etmektir. Yoksa, aksine olarak, merkezden muhite bakmakla âlem-i İslâm’ı bu devlete, bu devleti de Anadolu’ya, Anadolu’yu da İstanbul’a, İstanbul’u da hanedan-ı saltanata tearuz vaktinde feda etmek gibi hodendişâne fikir ve irade, değil Vahdeddin gibi mütedeyyin bir zat, hatta en fâcir bir adam da, yalnız ism-i hilâfeti taşıdığı için ihtiyârıyla etmez. Demek, mükrehtir. O halde ona itaat, adem-i itaattir.

ALTINCI HATVESİ:

Der ki: “Bana karşı mukavemetiniz beyhudedir. Müttefikiniz beraberken yapamadığınız şeyi şimdi nasıl yapacaksınız?”

Şu vesveseye karşı deriz:

En ziyade hile ve fitne kuvvetiyle ayakta duran azametli kuvvetin bizi ye’se düşürmüyor.


26 Kasım 2024 Salı

GAFLET YÜZÜNDEN ZERREDE BOĞULMA

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   İnsanın fıtraten mâlik olduğu câmiiyetin acaibindendir ki: Sâni'-i Hakîm şu küçük cisimde gayr-ı mahdud enva'-ı rahmeti tartmak için gayr-ı ma'dud mizanlar vaz'etmiştir.

Ve esma-i hüsnanın gayr-ı mütenahî mahfî definelerini fehmetmek için gayr-ı mahsur cihazat ve âlât yaratmıştır.

Meselâ: Mesmuat, mubsırat, me'kûlat âlemlerini ihata eden insandaki duygular, Sâni'in sıfât-ı mutlakasını ve geniş şuunatını fehmetmek içindir.

   Ve keza hardaleden daha küçük kuvve-i hâfızasında öyle bir latîfe-i müdrike bırakılmıştır ki; o hardalenin tazammun ettiği geniş âlemde, o latîfe daimî seyr ü cevelan etmekte ise de sahiline vâsıl olamaz.

Maahâzâ, bazan bu büyük âlem o latîfeye o kadar darlaşır ki, âlem o latîfenin karnında bir zerre gibi olur.

Ve o latîfeyi, bütün seyahat meydanlarıyla, mütalaa ettiği kitablarıyla o hardale dahi yutar, yerinde oturur, karnı da ağrımaz.

   İşte, insanın mütefavit mertebeleri bu sırdan anlaşılır.

   Evet bazı insanlar zerrede boğulurlar.

Bazısında da dünya boğulur.

Bazılar da, kendilerine verilen anahtarlardan birisiyle kesretin en geniş bir âlemini açar, fakat içinde boğulur.

Sahil-i vahdet ve tevhide zorla vâsıl olur.

Demek, insanın seyr-i ruhanîsinde çok tabakalar vardır.

Bir tabakada, insanlara huzur u tevhid pek suhuletle nasîb ü müyesser olur.

Bir tabakasına da, gaflet ü evham öyle istila eder ki, kesret içinde garkolmakla tam manasıyla tevhidi unutmuş olur.

Sukutu suud, tedenniyi terakki, cehl-i mürekkebi yakîn, uykunun son perdesini intibah zan ve tevehhüm eden bir kısım medenîler ikinci tabakadaki insanlardandır.

Onlar, hakaik-i imaniyeyi derketmekte bedevilerin bedevileridir.

Mesnevi-i Nuriye - 210

CEMAATİN MALI BİR ADAMA VERİLMEZ

  Beşinci Mes'ele: 

   Nasılki bir cemaatın malı bir adama verilse zulüm olur.

Veya cemaata ait vakıfları bir adam zabtetse zulmeder.

Öyle de: Cemaatın sa'yleriyle hasıl olan bir neticeyi veya cemaatın haseneleriyle terettüb eden bir şerefi, bir fazileti, o cemaatın reisine veya üstadına vermek; hem cemaata, hem de o üstad veya reise zulümdür.

Çünki enaniyeti okşar, gurura sevkeder.

Kendini kapıcı iken, padişah zannettirir.

Hem kendi nefsine de zulmeder.

Belki bir şirk-i hafîye yol açar.

Evet bir kal'ayı fetheden bir taburun ganîmetini ve muzafferiyet şerefini, binbaşısı alamaz.

Evet üstad ve mürşid, masdar ve menba telakki edilmemek gerektir.

Belki mazhar ve ma'kes olduklarını bilmek lâzımdır.

Meselâ: Hararet ve ziya, sana bir âyine vasıtasıyla gelir.

Senden Güneş'e karşı minnettar olmaya bedel, âyineyi masdar telakki edip, Güneş'i unutup, ona minnettar olmak, divaneliktir.

Evet âyine muhafaza edilmeli, çünki mazhardır.

İşte mürşidin ruhu ve kalbi bir âyinedir.

Cenab-ı Hak'tan gelen feyze ma'kes olur, müridine aksedilmesine de vesile olur.

Vesilelikten fazla feyiz noktasında makam verilmemek lâzımdır.

Hattâ bazı olur ki, masdar telakki edilen bir üstad, ne mazhardır, ne de masdardır.

Belki müridinin safvet-i ihlasıyla ve kuvvet-i irtibatıyla ve ona hasr-ı nazar ile o mürid başka yolda aldığı füyuzatı, üstadının mir'at-ı ruhundan gelmiş görüyor.

Nasılki bazı adam, manyetizma vasıtasıyla bir cama dikkat ede ede âlem-i misale karşı hayalinde bir pencere açılır.

O âyinede çok garaibi müşahede eder.

Halbuki âyinede değil, belki âyineye olan dikkat-i nazar vasıtasıyla âyinenin haricinde hayaline bir pencere açılmış görüyor.

Onun içindir ki, bazan nâkıs bir şeyhin hâlis müridi, şeyhinden daha ziyade kâmil olabilir ve döner şeyhini irşad eder ve şeyhinin şeyhi olur.

Mesnevi-i Nuriye - 175

25 Kasım 2024 Pazartesi

FELSEFENİN MESLEĞİ

    Hem meslek-i felsefenin esasat-ı fasidesindendir ki: Ene, kendi zâtında hava gibi zaîf bir mahiyeti olduğu halde, felsefenin meş'um nazarı ile mana-yı ismî cihetiyle baktığı için; güya buhar-misal o ene temeyyu edip, sonra ülfet cihetiyle ve maddiyata tevaggul sebebiyle güya tasallub ediyor.

Sonra gaflet ve inkâr ile o enaniyet tecemmüd eder.

Sonra isyan ile tekeddür eder, şeffafiyetini kaybeder.

Sonra gittikçe kalınlaşıp sahibini yutar.

Nev'-i insanın efkârıyla şişer.

Sonra sair insanları, hattâ esbabı kendine ve nefsine kıyas edip, onlara -kabul etmedikleri ve teberri ettikleri halde- birer firavunluk verir.

İşte o vakit, Hâlık-ı Zülcelal'in evamirine karşı mübareze vaziyetini alır.

مَنْ يُحْيِى الْعِظَامَ وَ هِىَ رَم۪يمٌ

der.

Meydan okur gibi Kadîr-i Mutlak'ı acz ile ittiham eder.

Hattâ Hâlık-ı Zülcelal'in evsafına müdahale eder.

İşine gelmeyenleri ve nefs-i emmarenin firavunluğunun hoşuna gitmeyenleri ya red, ya inkâr, ya tahrif eder.

Ezcümle:

   Felasifenin bir taifesi, Cenab-ı Hakk'a "mûcib-i bizzât" demişler, ihtiyarını nefyetmişler; ihtiyarını isbat eden bütün kâinatın nihayetsiz şehadetlerini tekzib etmişler.

Feyâ Sübhanallah!

Şu kâinatta zerreden şemse kadar bütün mevcudat taayyünatlarıyla, intizamatıyla, hikmetleriyle, mizanlarıyla Sâni'in ihtiyarını gösterdikleri halde, şu kör olası felsefenin gözü görmüyor.

Hem bir kısım felasife, "Cüz'iyata ilm-i İlahî taalluk etmiyor" diye ilm-i İlahînin azametli ihatasını nefyedip, bütün mevcudatın şehadat-ı sadıkalarını reddetmişler.

Hem felsefe, esbaba tesir verip, tabiat eline icad verir.

Sözler - 543

İYİLER VE KÖTÜLER

 Evvel zamanda iki çocuk arkadaş olarak bir yolculuğa çıkarlar.Bu çocuklardan birisi akıllı uslu iyi kalpli Hadi diğeri ise yaramaz haylaz mı haylaz kötü düşünceli Şaki isimli birisiydi.Güzel düşünceli akıllı  çocuk her şeyin iyisine bakıp güzel düşenceler ile helal şeyleri almakta yasak ve haramlardan kaçınmakta diğeri ise önüne gelen herşeyi alıp yiyor yada zarar vermekten zevk alıyordu.Güzel düşünceye sahip çocuğun yani Hadi'nin annesi daha yola çıkmadan oğluna tembih ediyor ve diyor ki,oğlum ne olursa olsun sakın yalan söyleme haram yeme diye tembih ediyor.Bu arada yolda haşlık yapması için bir miktar parayı da cebinde kaybetmesin diye atletinin gizli bir yerine bir cep yapıp oraya  dikiyor.Ne olur ne olmaz seni yolda çeviren olursa paralarını almasınlar oğlum diyor.Sen hem çalış hem oku bu paraları da sıkışınca harçlık yap diyor.

Öteki çocuğun annesi ise ne para veriyor ne de tembihte bulunuyor.Çocuklar bir müddet gittikten sonra arkadaşlıkları sona eriyor.Yaramaz haylaz Şaki çocuk başka bir yola diğeri ise aynı yolda yolculuklarına devam ediyorlar.İyi kalpli Hadi isimli çocuk iyi insanlarla karşılaşıp okumak ve çalışmak için giderken yollarını aşkiyalar kesiyor ve ne var ne yok herkesi soyuyorlar.Bu çocuğun yanına gelince senin neyin var deyince benimde param var hani diyorlar çocuk koltuğunun altına dikilen parayı gösteriyor.Çocuğa soruyorlar, biz seni aramayacaktık sen niçin paranı gösterdin? deyince ben yalan söyleyemem çünkü anneme söz verdim diyor.Eşkiyalırın başı biraz düşünüp vay be annesine söz veren çocuk sözünde duruyor biz koskoca adamlar Allah'a  söz verdiğimiz halde soygunculuk yapıyoruz.Bu çocuk bize büyük bir ders verdi dağıtın paraları geriye biz bundan sonra dürüst insan olacağız deyip aşkıyalıktan vaz geçiyorlar.Çocukta yalan söylememenin mükafatını okuyup büyük adam olarak görüyor.Diğer çocuk Şaki ise kötü arkadaş ediniyor o arkadaşları ile çeteler kurup hırsızlıklar eşkiyalıklar yapıyor.Önce bir yumurta çalarak hırsızlığa başlıyor.Sonra tavuk çalıyor daha sonra büyük hırsızlıklar yaparak annesini mutlu ettiğini sanıyor.Annesi de bunlardan haberi olunca kötü davranışlara göz yumarak oğlunun büyük bir hırsız olmasına ses çıkarmıyor.Günlerden bir gün çocuk hırsızlık yaparken yakalanıp hapse atılıyor.Çocuk mahkemeye çıkarılıyor hakim soruyor oğlum bir isteğin var mı diye? çocuk diyor annemi görmek onu kucaklayıp öpmek istiyorum deyince hakim derhal annesini getirttiriyor.Çocuğu ile buluşan anne üzgün oğluna sarılıyor çocuk annesinin dilini öpmek istiyor annesi dilini uzatınca dilini ısırıp koparıyor.Hakim biraz kızgın, ne yaptın diyor?.Çocuk hakim bey annem bunu hak etti. Çünkü o beni her hırsızlık yaptığımda alkışlıyordu.Şimdi ben büyük bir hırsız oldum o da beni ikaz etmemenin cezasını buldu diyor.

İşte çocuklar iyilik her zaman iyilik getirir kötülük ise sonu hapishane hastane ya da mezarlık olmak üzere insanı cezaya müstehak eder.

Sizler ise her zaman iyilik yapıp güzel davranış sergileyerek vatan ve milletimizi faydalı insanlar olun.Hepiniz sağlıcakla kalın sevgili çocuklar

24 Kasım 2024 Pazar

ÖĞRETMEN VE SEVGİ

 -24 Kasım öğretmenler       günü anısına-

Başarılı olmak için, öğretmenlerin öğrencilerini mutlaka kayıtsız şartsız sevmesi gerekiyor.
Son yıllarda velileri “Acaba çocuğu, özel okula mı versem, yoksa devlet okuluna mı?” diye bir telâş aldı. Haliyle bu işte bir rant haline geldi. Bazı devlet okulları da bağış (!) miktarlarını güncelliyorlar.
Aslında eğitim ve öğretim işi öğretmende bitiyor. Gelir getirsin diye memurluk hele de öğretmenlik yapan kişiler, maalesef yaptığı mesleği hizmet değil de kazanç olarak görmektedir.
Bediüzzaman Hazretleri, Münâzarât adlı eserinde: “Bence memuriyete veya imarete giren, yalnız hamiyet ve hizmet için girmelidir. Yoksa yalnız maişet ve menfaat için girse, bir nevi çingenelik eder. 
Haşiye: {Ey memurlar, Eski Said’in kırkbeş sene evvel söylediği bu sözünden gücenmeyiniz.}
Öğretmenlik yaptığım yıllarda bir ingilizce öğretmenine sordum.
“İngilizce derslerini nasıl sevdirdin?” diye.  Cevaben, “Öğrencilerime soruyorum ‘en çok sevdiğiniz yabancı oyuncu kim’ diye. Onlar da hep bir ağızdan ‘Jackie Chan’ diyorlar. Peki şimdi Jackie Chan gelse, onunla nasıl konuşacaksınız? Biliyorsunuz ki; Türkçe bilmiyor. Ya Çince ya da İngilizce konuşmanız lâzım. İşte başlıyoruz deyip ‘What is your name?, Where are you from?’ gibi İngilizce cümleleri, meraklarını çekecek şekilde zihinlerine yerleştiriyorum.”
Bediüzzaman Hazretleri hakikat çekirdeklerinde “... merak ilmin hocadır” diyor.
Son olarak ‘Pozitif Pencere’ adlı kitaptan bir örnek vermek istiyorum:
“Bir profesör, sosyoloji sınıfındaki öğrencilerini Baltimore şehrinin kenar mahallelerine göndermiş ve o bölgede yaşayan 200 erkek çocuğunun durumlarını araştırmalarını ve her bir çocuğun geleceği hakkında bir değerlendirme yapmalarını istemişti. Öğrenciler hemen hepsi bu çocukların gelecekte hiçbir şanslarının olmadığını dile getirmişlerdi. Bundan tam yirmi beş yıl sonra bir başka sosyoloji profesörü tesadüfen bu çalışmayı buldu ve öğrencilerinden bu projeyi sürdürmelerini ve aynı çocuklara ne olduğunu araştırmalarını istedi. Öğrenciler, o bölgeden taşınan ya da ölen 20 çocuk dışındaki 180 çocuktan 176’sinin olağanüstü bir başarı gösterip, avukat, doktor ya da iş adamı olduklarını ortaya çıkardılar. Profesör çok etkilenmişti ve bu konuyu izlemeye karar verdi. Birer yetişkin olan o çocukların hepsi o bölgede yaşadıkları için, her biriyle buluşma şansı oldu.
“O koşullarda nasıl bu kadar başarılı oldunuz?” sorusuna verdikleri cevap hep aynıydı: “Mahalle okulunda bir öğretmenimiz vardı. Onun sayesinde.”
Profesör, bu öğretmeni çok merak etmişti. Hâlâ hayatta olduğunu öğrendiği yaşlı öğretmenin izini bulması zor olmadı. Kendisini ziyaret etmek için evine kadar gitti. Karşısında yılların yüzüne eklediği kırışıklıklara rağmen hâlâ dinç duran bir yaşlı kadın buldu. Merakla yaşlı kadına bu çocukları kenar mahallelerden kurtarıp, başarılı birer yetişkin olmalarını sağlamak için kullandığı sihirli formülün ne olduğunu sordu.
Yaşlı öğretmenin gözleri parladı ve dudaklarının kenarında bir gülümseme belirdi: “Çok basit” dedi, “Ben o çocukları çok sevdim...’’
Bu duygular ile ,tüm eğitim camiasının öğretmenler gününü kutlar, her birine yeni ders yılında başarılar temenni ederim.

OKUT,ÖĞRET VE NİHAYET...!

 

ÖĞRETMENİM ! 
Öğretmenim siz;
Bizleri aydınlatan bir nur,
Sönmeyen bir güneş,
Bir ışıksınız.
Öyle bir ışık ki;
Bu ışığa herkes muhtaç.
Öyle bir nur ki;
Bu nura herkes hasret.
Öğretmenim siz;
Öyle bir Cevher'siniz ki;
Kıymetinizi ancak ,
Aydınlığa muhtaç olanlar anlar.
Siz öyle bir değersiniz ki;
Bunu ancak öğrenci anlar.
Yine siz, öyle birisiniz ki;
 Öğretmensiniz .
Öğretmenim siz;
Bir rehber ve öndersiniz.
Siz muhtaçlara elini uzatan,
Yardım seversiniz.
Öğretmenim siz ;
Bizler için her şeysiniz.
Öyle ki; Okumayı bize siz öğrettiniz.
Vatanımızı,bayrağımızı,dinimizi sevmeyi,
Mutlu insan olmayı, siz öğrettiniz.
Çünkü siz, hep mutluluk duyup,
Mutlu insan oldunuz.
Siz gönülleri okşayan,
Sevgililer sevgilisinin dostu.
En büyük insan,öğretmensiniz.
Biz biliyoruz ki;
Bir harf öğretene köle olunur.
Ama siz bize köle olmayı değil,
Efendi olmayı öğrettiniz.
Size ne kadar minnet duysak azdır.
Zira siz,elleri öpülen öğretmensiniz. 

 Rafet ÖZCAN

23 Kasım 2024 Cumartesi

EĞİTİM SİSTEMİ VE ÖĞRETMENLERİMİZ !

 Eğitim;

Kişide davranış değişikliği kazandırma sanatıdır.Eğitim bir yapıp etmedir.Eğitim bir plan dahilinde örgün ve yaygın şekilde yapılır.Bir plan ve program dahilinde yapılan eğitim verimli eğitimdir.

Örgün eğitimin yapıldığı yer okullar, yaygın eğitimin yapıldığı yer ise,çevredir.Eğitimin başarıya ulaşması için Okul,öğrermen, öğrenci ve çevre unsurları gereklidir.Öğretmensiz ve öğrencisiz eğitim düşünülemez.

Eğitimin önemini belirten şu söz çok önemlidir;

"Öyle gün gelecek ki çocuğu eğitmek,hayvanı eğitmekten zor olacak" işte bu söz günümüz eğitimini tam olarak yansıtmaktadır.Hangi öğretmenle karşılaşsam, hal hatırdan sonra okul işleri nasıl gidiyor desem, ilk söylediği söz malesef durumun hiç iyi olmadığı eğitim ve öğretimin içler acısı durumda olduğu, bilhassa öğrencilerin başıboşluk içerisinde, disiplinin olmaması nedeniyle öğretimde zorluk çekildiğini belirtilmektedirler.

Öğrencileri eğitmekte, terbiye etmekte zorluk çektiklerini anlatmakta ve  mesleklerini çok zorluklar içerisinde icra ettiklerini belirtmektedirler. İdare, öğrenci  ve veli kıskacında nefes alamaz halde olduklarından dert yanmaktadırlar.Öğrenci ağa,öğretmen köle, idare yetkisiz ve etkisiz bir vaziyette.Böyle bir sistemde eğitimci ne yapsın öğretmen ne yapsın veli ne yapsın? Eğitim öğretim bu şartlarda, içler acısı şeklinde sürüp gitmektedir.Disiplinin olmadığı bir ortamda eğitim ve öğretim verilemez.Çocuk kendini dokunulmaz kabul eder, veli buna destek çıkar, idare yani yönetim de öğretmenin değil öğrencinin yanında olursa, öğretmen çocuğa hiç bir şey veremez.Bu durum seneler sonra diplomalı cehiller ordusu olarak karşımıza  çıkar.Bu şartlarda yetişen öğrencinin ne kendine ne ailesine ne de topluma hiçbir faydası olmaz olamaz.Hertürlü zorluklara rağmen görevlerini aksatmadan yürüten değerli öğretmen ve yöneticilerimizi tebrik eder başarı ve gayretli çalışmalarının devamını dilerim.

İşte bugünkü eğitim ve öğretimin durumu . Bu durumda olan eğitim camiası mensubu öğretmenlermiz nasıl  öğretmenler günü  kutlasın? Öğretmenlik  mesleğinin saygınlığı mı 

kaldı ki, öğretmenler günü  olsun ve kutlansın.Gelin önce öğretmenlerimize saygınlığını kazandıralım.Başta öğrenciler  olmak üzere, toplumda herkes Öğretmenlik mesleği ve öğretmenlerimize saygı duysun.Onları maddi manevi sıkıntılardan kurtaralım kendilerine ve mesleklerine olan güvenlerini kazandıralım.Öğretmenlerimizin toplumun geleceğini hazırlayan değerli insanlar olduğunu unutmayalım.Allah, eğitim ve öğretim camiasının değerli mensupları olan öğretmenlermize kolaylıklar nasip etsin.

Bu zor şartlar altında görevini yürüten siz değerli öğretmenlerimize, ömür boyu mutluluklar dilerim. Emekli öğretmen ve eğitimcilerimizden hayatta olanlara sağlıklı uzun ömürler, ahırete göçenlere Allah'dan  rahmet ve mağfiret dilerim.

Emekli Eğitimci

Rafet Özcan

22 Kasım 2024 Cuma

KAHRAMAN BİR MİLLET

 “BİR ZAMANLAR”

Nerde, nerde  o çağlar ki?
Irmak ,ırmak coşardık biz
Ak tolgalı beyler ile,
Dağdan dağa koşardık biz.
Koparırdık ayı gökten,
Sancaklarımız ipekten
Çekinmezdik hiçbir cenkten
At üstünde gezerdik biz
Yıldırım’la şimşek idik,
Demirden taştan pek idik,
Zafer dolu erler idik
Cenkten cenge koşardık biz.
Sesimiz şimşekten gürdü
Bütün ülkeyi bürürdü
“Yürü” de dağlar yürürdü,
Yüce dağdan aşardık biz.







EY ÇOCUK  !
Sen mübarek ecdadı hiç unutma ey çocuk,
Şanla şerefle yaşa,haram yutma ey çocuk,

Sensin kutlu toprağın mabedinin bekçisi
Zalim ve alçaklara alkış tutma ey çocuk.

   EY ÖĞRETMEN !

     Sana emanet edilen bu masum çocuklar birer çiçektir.Bu çiçekler sakın solmasın.Bunları sakın sen soldurmayasın.Milyonlarca vatan evladı senin vicdanına emanettir.Cıvıldaşan kuşlar gibi yuvadan uçup gelen bu masum yavrular sana emanet edilmiştir.Yetiştireceğin bu çiçekler senin ebedi iftihar kaynağın olacaktır.Ya da ebedi utancın veya yüz karan olacaktır.

    











                EY ANA- BABA !
    Sana Allah’ın bir emaneti olan bu küçük yavruları,güzel terbiye et ve onları iyi koru.Vücudunu madde ile beslerken aklını ve ruhunu ilim ve maneviyatla süsle.Üstünü başını giyindirirken,vücudunu örterken,ar ve namusunu iffet ve haysiyetini kısacası ahlaki değerlerini kazandırmayı unutma.
 Yavrum okusun adam olsun derken,dürüst bir adam olsun helal kazansın helal yesin vatanını milletini sevsin bu değerlere saygı duyan bir adam olsun demeyi unutma.Kısacası her iki dünyayı kazanan bir adam olmasını istemelisin .Yoksa senin öz çocuğun ileride menfaatini öne çıkarıp seni kendini memleketini ve bütün insanları perişan edebilir.Bu vebalden hiçbir ana baba kurtulamaz.

                   RAFET ÖZCAN

EY İNSAN ! KENDİNİ OKU...

  “Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku. Yoksa, hayvan ve câmid hükmünde insan olmak ihtimâli var.” (Sözler, 628)

İNSAN DEDİĞİN

Yürek sevmek için çıkmalı yola,

Sevgi iksiriyle dolu olmalı.

Kul olmamak için başka bir kula,

İnsan Yaradan’ın kulu olmalı.

Kardeşlik şarkısı söylesin diller

Herkese sevgiyle açılsın kollar

Gezilen bahçeler, yürünen yollar

Hakikat ehlinin yolu olmalı

Allah için sever her sevdiğini,

Kalpte barındırmaz nefreti kini,

Hem gülünü sever, hem dikenini,

Gönlü muhabbetle dolu olmalı.

Muhabbet ayakta tutar cihanı,

O muhabbet insan eder insanı,

Ne makamı, ne serveti, ne şanı,

Güler yüzü, tatlı dili olmalı.

Leyla nazlı güldür, Mecnun bir bülbül,

Bülbülün mekânı olsa da bir çöl,

Bir gün mecnun olacaksa bu gönül,

Mevlâ aşkı ile deli olmalı.

SEVGİ ÇİÇEKLERİ

 

  BU ÇİÇEKLER SOLMASIN

 Bu çiçeklerin solması,bizim milletimizin bahtını,talihini de solduracaktır.Açılsın daima,yaprak yaprak,çiçek çiçek açılan goncalar.Bu açılan goncalar,bahtımızın da açılışı olacaktır.Bir gün gelip bu vatan bahçesi gördüğün bu yavru çiçeklerle donanacaktır.O zaman sen ise yetişen bu çiçeklerle iftihar edip mutluluk duyacaksın. 

DERDE DERMAN !

 

Rahmet okuyan dudaklar kapalı kalalı,
Ağızlar kilit vurulmuş gibi, susar.
Feyze muhtaç gönüller var olalı,
Emin olabilirsin nefis de susar.
Ten canımdan ayrı kalalı,
Ötmez oldu bülbülleri yaralı,
Zafer çığlıkları atan gönül pınarı,
Can evinden gelen bir ses ile, inledi.
Acıyın bana, inanın hiç suçum yok.
Niçin dersen? Derdim çok,derman yok.
                                                  
   Rafet ÖZCAN







ELVEDA DOSTLAR


Bu dünyaya bizi gönderen Mevlam,
Bizden ne istiyor? bilelim dostlar.
Kul olmak var iken yüce Allah'a,
Kula kul olmaya, kalkmayın dostlar.

Bizi yaratanın emrini bilmek,
İlim öğrenerek huzura ermek,
Günahlara veda ederek dönmek,
İnsan olanların işidir dostlar.

Misafir olarak geldik dünyaya,
Gideriz buradan,bir gün Ukba'ya,
Hoş bir seda bırakmışsak burada, 
Elveda diyerek, gideriz dostlar.                                 
  Rafet ÖZCAN

19 Kasım 2024 Salı

İŞTE HAYATIM VE ÖZ GEÇMİŞİM

 Rafet ÖZCAN;

1954 yılında Kayseri'nin Yahyalı ilçesinde doğdu.İlkokulu Yahyalı Cumhuriyet İlkokulunda okudu. Orta ve Lise öğrenimini Niğde İmam Hatip Okulunu ve daha sonra Niğde Lisesini bitirerek tamamladı.

1976 yılında Niğde Eğitim Enstitüsü Sınıf Öğretmenliği bölümünü bitirdi.

Aynı yıl Aksaray Yeşilova Atatürk İlkokulunda sınıf öğretmeni olarak göreve başladı.

İki yıl öğretmen olarak çalıştıktan sonra, askerlik için görevinden ayrıldı. Yedek Subay olarak Askerliğini tamamlayarak 1980 yılında askerlik dönüşü Yahyalı merkez Atatürk ilköğretim okulunda sınıf öğretmenliği görevine başladı. Bu okulda beş yıl sınıf öğretmeni olarak çalıştı. 1984 yılında, Yahyalı İlçesinde bulunan, Yahyagazi  İlkokuluna Müdür Yardımcısı olarak atandı ve sekiz yıl bu görevde kaldı.

Bundan sonra, 1992 yılında Yahyalı İlçe Milli Eğitim Şube Müdürlüğü görevini vekâleten yürüttü.

1993 yılında Kayseri İli Yeşilhisar İlçesi Milli Eğitim Şube Müdürlüğüne asaleten atandı ve bu görevine 1998 yılına kadar devam etti. Aynı İlçede, İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü görevini vekaleten yürütürken, bu görevinden kendi isteği ile ayrılarak, Mersin İli, Erdemli ilçesi, Tömük kasabası, Yeşildere ilköğretim okuluna atandı.

Burada sınıf öğretmeni olarak beş yıl çalıştı. Sonra oradan tekrar Kayseri'ye dönerek, Kayseri -Yahyalı'da görevine çeşitli okullarda öğretmen ve yönetici olarak devam etti.

2010 yılında Yahyalı merkez Mehmet Akif Ersoy İlköğretim okuluna Okul Müdürü olarak atanan Rafet Özcan, Okul Müdürlüğü görevini yürütmekte iken, 2011 yılında emekli oldu.

Anadolu Üniversitesinde lisans eğitimini de tamamlayan, emekli eğitimci, eğitim bilimci, yazar, Rafet ÖZCAN; çeşitli gazete ve dergilerde, makale ve şiirler yazdı.

Evli ve üç çocuk babası olan Rafet ÖZCAN, eğitim yöneticiliği ile ilgili de çeşitli hizmet içi eğitim seminerleri aldı, çalıştığı dönemlerde Eğitim Yöneticiliği görevlerinde de bulundu.

Emekli Yöneticimize bundan sonraki yaşamında başarılar dileriz.

DERİM HEMEN BİSMİLLAH !

Bir şey yiyip içerken,

Kitabımı açarken,

Okumaya başlarken,

Derim hemen Bismillah.

Lailahe İllallah,
Derim hemen Bismillah.

Yatağıma yatarken,
Uyumaya başlarken,
Sabahleyin kalkarken,
Derim hemen Bismillah.

Lailahe İllallah
Derim hemen Bismillah.

Elbisemi giyerken,
Elimi yüzümü yıkarken,
Evimizden çıkarken,
Derim hemen Bismillah.

Lailahe İllallah,
Derim hemen Bismillah.

Okuluma giderken,
Sınıfıma girerken,
Derslerime başlarken,,
Derim hemen Bismillah.

Lailahe İllallah,
Derim hemen Bismillah.
                      Rafet ÖZCAN

18 Kasım 2024 Pazartesi

ÖĞRETMEN ARKADAŞIMA

 Uyan arkadaşım, gafletten uyan,

Seher vakti kalkıp Allah'a dayan,
Davana hizmet et, unutma biran,
Bunları bir yere, yaz arkadaşım.

Küçük yavrulara, gerçeği öğret.
Öfkelenip kızma, birazcık sabret.
Yaparsan çalışma, biraz da gayret,
Başardın demektir, sen arkadaşım.

Sakın hiç kapılma, gurura şana,
Dünya bir tarafa, sende bir yana,
Böyle inanmıştır, öğrenci sana,
Buna böyle inan, sen arkadaşım.

Bahçıvansın, bahçendeki gül gonca,
Tarımcısın, tarlandaki ot yonca,
Öğretmensin, önündeki yol ince,
Bunları bir ,yere yaz arkadaşım.

Mimarısın, bu milletin mimarı,
Sana verilmiştir, yurdun imarı,
Halkımız çok seviyor, bil ki sizleri,
Bunu da böylece, bil arkadaşım.

Öğretirsen bu gençlere imanı,
Geç kalma da,değerlendir zamanı,
Küfür sarsa, ne çıkar ki, her yanı,
Sakın, yeise düşme, sen arkadaşım.
Rafet Özcan

GAFİL İNSAN

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Gafil olan insan, kendi vazifesini terkeder, Allah'ın vazifesiyle meşgul olur.

Evet insan, gafletten dolayı iktidarı dâhilinde kolay olan ubudiyet vazifesinin terkiyle, zaîf kalbiyle rububiyet vazife-i sakîlesinin altına girer, altında ezilir.

Ve aynı zamanda bütün istirahatını kaybetmekle âsi, şakî, hain adamların partisine dâhil olur.

   Evet insan bir askerdir.

Askerlik vazifesi başka, hükûmetin vazifesi başkadır.

Askerlik vazifesi talim, cihad gibi din ve vatanı koruyacak işlerdir.

Hükûmetin vazifesi ise, erzakını, libasını, silâhını vermektir.

Binaenaleyh erzakını temin için askerliğe ait vazifesini terk edip ticaretle -meselâ- iştigal eden bir asker, şakî ve hain olur.

Bu itibarla insanın Allah'a karşı ubudiyet, vazifesidir.

Terk-i kebair takvasıdır.

Nefis ve şeytanla uğraşması, cihadıdır.

   Amma gerek nefsine, gerek evlâd ve taallukatına hayat malzemesini tedarik etmek Allah'ın vazifesidir.

Evet madem hayatı veren odur.

O hayatı koruyacak levazımatı da o verecektir.

Yalnız, hükûmetin asker için ofislerde cem'ettiği erzakı askerlere taşıttırdığı, temizlettirdiği, öğüttürdüğü, pişirttirdiği gibi, Cenab-ı Hak da hayat için lâzım olan levazımatı küre-i arz ofisinde yaratıp cem'ettikten sonra, o erzakın toplanmasını ve sair ahvalini insana yaptırır ki, insana bir meşguliyet, bir eğlence olsun ve atalet, betalet azabından kurtulsun.

   Ey insan!

Rahm-ı maderde iken, tıfl iken, ihtiyar ve iktidardan mahrum bir vaziyette iken, seni pek leziz rızıklar ile besleyen Allah, sen hayatta kaldıkça o rızkı verecektir.

Baksana!

Her bahar mevsiminde sath-ı arzda yaratılan enva'-ı erzakı kim yaratıyor ve kimler için yaratıyor?

Senin ağzına getirip sokacak değil ya!

Yahu, eğlencelere, bahçelere gidip dallarda sallanan o güleç yüzlü leziz meyveleri koparıp yemek zahmet midir?

Allah insaf versin!    Hülâsa: 

   Allah'ı ittiham etmekle işini terk edip Allah'ın işine karışma ki nankör âsiler defterine kaydolmayasın.

Mesnevi-i Nuriye - 224

DÜNYADA PAŞA AHİRETTE GEDA

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   İnsan bir yolcudur.

Sabavetten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam eder.

Her iki hayatın levazımatı, Mâlikü'l-Mülk tarafından verilmiştir.

Fakat o levazımatı, cehlinden dolayı tamamen bu hayat-ı fâniyeye sarfediyor.

Halbuki, o levazımattan lâekal onda biri dünyevî hayata, dokuzu hayat-ı bâkiyeye sarfetmek gerektir.

Acaba birkaç memleketi gezmek için hükûmetten yirmidört lira harcırah alan bir memur, ilk dâhil olduğu memlekette yirmiüç lirayı sarfederse, öteki yerlerde ne yapacaktır?

Hükûmete ne cevab verecektir?

Böyle yapan kendisine akıllı diyebilir mi?

Binaenaleyh Cenab-ı Hak her iki hayat levazımatını elde etmek için yirmidört saatlik bir vakit vermiştir.

Çoğunu aza, azını çoğa vermek suretiyle, yirmiüç saat kısa ve fâni olan dünya hayatına, hiç olmazsa bir saatı da beş namaza ve bâki ve sonsuz uhrevî hayata sarfetmek lâzımdır ki dünyada paşa, âhirette geda olmasın!

Mesnevi-i Nuriye - 223

ÖNEMLİ MESELELER

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Senin önünde çok korkunç büyük mes'eleler vardır ki, insanı ihtiyata, ihtimama mecbur eder.

   Birisi: 

   Ölümdür ki, insanı dünyadan ve bütün sevgililerinden ayıran bir ayrılmaktır.

   İkincisi: 

   Dehşetli korkulu ebed memleketine yolculuktur.

   Üçüncüsü: 

   Ömür az, sefer uzun, yol tedariki yok, kuvvet ve kudret yok, acz-i mutlak gibi elîm elemlere maruz kalmaktır.

Öyle ise, bu gaflet ü nisyan nedir?

Devekuşu gibi başını nisyan kumuna sokar, gözüne gaflet gözlüğünü takarsın ki Allah seni görmesin.

Veya sen Onu görmeyesin.

Ne vakte kadar zâilat-ı fâniyeye ihtimam ve bâkiyat-ı daimeden tegafül edeceksin?

Mesnevi-i Nuriye - 214

17 Kasım 2024 Pazar

BASİERET VE SANİ

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Basar masnuatı görüp de, basiret Sâni'i görmezse çok garib ve pek çirkin düşer.

Çünki o halde Sâni'in manen, kalben görünmemesi, ya basiretin fıkdanındandır veya kalb gözünün kör olmasındandır veya pek dar olduğundan mes'eleyi azametiyle kavramadığındandır.

Veya bir hızlan'dır.

Ve illâ Sâni'in inkârı, basarın şuhudunu inkârdan daha ziyade münkerdir.

Mesnevi-i Nuriye - 210

GEÇMİŞ NİMETLERİN FİATI

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Ubudiyet, sebkat eden nimetin neticesi ve onun fiatıdır.

Gelecek bir nimetin mükâfat mukaddemesi ve vesilesi değildir.

Meselâ: İnsanın en güzel bir surette yaratılışı, ubudiyeti iktiza eden sâbık bir nimet olduğu ve sonra da, imanın i'tasıyla kendisini sana tarif etmesi, ubudiyeti iktiza eden sâbık nimetlerdir.

Evet nasılki midenin i'tasıyla bütün mat'umat i'ta edilmiş gibi telakki ediliyor; hayatın i'tasıyla da, âlem-i şehadet müştemil bulunduğu nimetler ile beraber i'ta edilmiş gibi telakki ediliyor.

   Ve keza nefs-i insanînin i'tasıyla, bu mide için mülk ve melekût âlemleri nimetler sofrası gibi kılınmıştır.

Kezalik imanın i'tasıyla, mezkûr sofralar ile beraber, esma-i hüsnada iddihar edilen defineleri de sofra olarak verilmiş oluyor.

Bu gibi ücretleri peşin aldıktan sonra, devam ile hizmete mülazım olmak lâzımdır.

Hizmet ve amelden sonra verilen nimetler mahza onun fazlındandır.

Mesnevi-i Nuriye - 209

İNSAN VÜCUDUNDAKİ DAİRELER

 Ve keza insanın vücudunda birkaç daire vardır.

Çünki hem nebatîdir, hem hayvanîdir, hem insanîdir, hem imanî.

Tezkiye muamelesi bazan tabaka-i imaniyede olur.

Sonra tabaka-i nebatiyeye iner.

Bazan da yirmidört saat zarfında her dört tabakada muamele vaki' olur.

İnsanı hata ve galata atan, bu dört tabakadaki farkı riayet etmemektir.

خَلَقَ لَنَا مَا فِى الْاَرْضِ جَم۪يعًا

ya istinaden insaniyetin mide-i hayvaniye ve nebatiyeye münhasır olduğunun zannıyla galat ediyor. Sonra bütün gayelerin nefsine ait olduğunun hasrıyla galat ediyor.

Sonra, her şeyin kıymeti menfaatı nisbetinde olduğunun takdiriyle galat ediyor.

Mesnevi-i Nuriye - 208

16 Kasım 2024 Cumartesi

KAİNAT AĞACI

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Kâinat bir şeceredir.

Anasır onun dallarıdır.

Nebatat yapraklarıdır.

Hayvanat onun çiçekleridir.

İnsanlar onun semereleridir.

Bu semerelerden en ziyadar, nurlu, ahsen, ekrem, eşref, eltaf Seyyidü'l-Enbiya Ve'l-Mürselîn, İmamü'l-Müttakin, Habib-i Rabbü'l-Âlemîn Hazret-i Muhammed'dir.

Mesnevi-i Nuriye - 201

KELİMEYİ KİM YAZDIYSA HARFİ DE O YAZMIŞTIR

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Bir kelimeyi yazan harfini yazanın gayrısı, bir sahifeyi yazan satırı yazanın gayrısı, kitabı yazan sahifeyi yazanın gayrısı olması mümkün olmadığı gibi; karıncayı halk eden cins-i hayvanı halkedenin gayrısı, hayvanı yaratan arzı yaratanın gayrısı, arzı halkeden, Rabbü'l-Âlemîn'in gayrısı olması muhaldir.

   Rububiyet-i âmmenin işaretlerindendir ki, kâinat kitabında öyle büyük harfler vardır ki, o harflerin bir kısmında bir kelime yazılıdır.

Bir kısmında bir kelâm, bir kısmında bir kitab yazılıdır.

Meselâ: O kitabda bahr, şecer, arz birer harf makamındadırlar.

Birinci harfte semek kelimesi, ikincisinde şecer kelâmı, üçüncüsünde hayvan kitabı yazılmıştır.

Hattâ, Yâsin suretinde tam Yâsin Suresi yazıldığı gibi, bazı masnuatta, bir kelime olan isminde, çekirdeğinde o masnuun suresi ve kitabı yazılmıştır.

Mesnevi-i Nuriye - 196

LAFIZ VE MANA

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Lafızların tebeddülüyle mana tebeddül etmez, bâki kalır.

Kabuk parçalanır, lüb bâki ve sağlam kalır.

Libası yırtılır, cesedi sağlam, bâki kalır.

Cesed ölüp dağılırsa da ruh bâki kalır. Cisim ihtiyarlanırsa, enaniyet genç kalır.

Çokluk, cemaat dağılır amma, vâhid-i ferd bâki kalır.

Kesret bozulur, vahdet bâkidir.

Madde kırılır, nur bâkidir.

Binaenaleyh ömrün bidayetinden sonuna kadar devam eden mana, çok cesedleri tebeddül ve tavırdan tavıra intikal ve devirden devire yuvarlandığı halde vahdetini, bekasını muhafaza ettiği gibi, ölüm hendeğini de atlayarak sâlimen ebed yoluna devam edecektir.

   Maahâzâ her vakit "Fenaya hazır ol" emrini intizar eden zâil ve bekasız maddiyatta şu hıfz ve muhafaza düsturu, beka ile çok münasebetdar olan ruh ve manada da caridir.

Mesnevi-i Nuriye - 193

15 Kasım 2024 Cuma

HUSUSİ ALEM

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Şu görünen umumî âlemde her insanın hususî bir âlemi vardır.

Bu hususî âlemler, umumî âlemin aynıdır.

Yalnız umumî âlemin merkezi şemstir.

Hususî âlemlerin merkezi ise şahıstır.

Her hususî âlemin anahtarları o âlemin sahibinde olup letaifiyle bağlıdır.

O şahsî âlemlerin safveti, hüsnü ve kubhu, ziyası ve zulmeti, merkezleri olan eşhasa tâbidir.

Evet âyinede irtisam eden bir bahçe hareket, tagayyür ve sair ahvalinde âyineye tâbi olduğu gibi, her şahsın âlemi de merkezi olan o şahsa tâbidir.

Gölge ve misal gibi.

   Binaenaleyh cisminin küçüklüğüne bakıp da günahlarını küçük zannetme.

Çünki kalbin kasavetinden bir zerre, senin şahsî âleminin bütün yıldızlarını küsufa tutturur.

Mesnevi-i Nuriye - 117

14 Kasım 2024 Perşembe

EY ŞİKAYETÇİ İNSAN !

 Ey insan-ı müşteki!

Sen madum kalmadın, vücud nimetini giydin, hayatı tattın, camid kalmadın, hayvan olmadın, İslâmiyet nimetini buldun, dalalette kalmadın, sıhhat ve selâmet nimetini gördün ve hâkeza...

   Ey nankör!

Daha sen nerede hak kazanıyorsun ki, Cenab-ı Hakk'ın sana verdiği mahz-ı nimet olan vücud mertebelerine mukabil şükretmeyerek; imkânat ve ademiyat nev'inde ve senin eline geçmediği ve sen lâyık olmadığın yüksek nimetlerin sana verilmediğinden bâtıl bir hırsla Cenab-ı Hak'tan şekva ediyorsun ve küfran-ı nimet ediyorsun?

Acaba bir adam; minare başına çıkmak gibi âlî derecatlı bir mertebeye çıksın, büyük makam bulsun, her basamakta büyük bir nimet görsün; o nimetleri verene şükretmesin ve desin: "Niçin o minareden daha yükseğine çıkamadım" diye şekva ederek ağlayıp sızlasın.

Ne kadar haksızlık eder ve ne kadar küfran-ı nimete düşer, ne kadar büyük divanelik eder, divaneler dahi anlar.

   Ey kanaatsız hırslı ve iktisadsız israflı ve haksız şekvalı gafil insan!

Kat'iyyen bil ki: Kanaat, ticaretli bir şükrandır; hırs, hasaretli bir küfrandır. Ve iktisad, nimete güzel ve menfaatli bir ihtiramdır.

İsraf ise, nimete çirkin ve zararlı bir istihfaftır.

Eğer aklın varsa, kanaata alış ve rızaya çalış.

Tahammül etmezsen "Yâ Sabûr" de ve sabır iste; hakkına razı ol, teşekki etme.

Kimden kime şekva ettiğini bil, sus.

Her halde şekva etmek istersen; nefsini Cenab-ı Hakk'a şekva et, çünki kusur ondadır.

Mektubat - 285

13 Kasım 2024 Çarşamba

İNSAN CENAB-I HAKK'IN ANTİKA BİR SANATIDIR

 Evet, insan Cenâb-ı Hakk’ın ‘antika bir san’at’ıdır. En güzel bir şekilde yaratılmıştır. Paha biçilemez. Duygularına sınır konmamıştır. Cüzi irade olarak ‘seçme hürriyeti’ verilmiştir. Tercihini doğru yaptığında meleklerin gıpta ettiği bir mahlûk olabilirken; tercihini yanlış yaptığında ise canavar hayvanlardan daha aşağı bir duruma düşebilmektedir.

Rabbini tanıyıp kavrayabilmesi için öyle duygularla donatılmıştır ki, Bediüzzaman Hazretlerinin tesbitiyle mahiyetini bilemediği takdirde o duygunun yönlendirmesi ile Rububiyetini (İlahlığını) bile ilan edebilir.

Mesela ‘ene’ duygusu böyledir. Onun ‘tevhid’i kavramada bir ölçü olduğu bilinmez ise tıpkı ‘bir termometrenin ortamın sıcaklığını ölçen bir alet konumundan ortama sıcaklığı veren konumuna’ geçmesi gibi garip bir durum ortaya çıkacaktır.

Nitekim firavunlar, şeddatlar, nemrutlar gibi insanlar ilahlıklarını bu yüzden ilan etmişlerdir. Ancak ‘iman’ sayesinde insan dengeyi bulabilmiştir.

İnsanın bütün bu vasıfları taşımasına rağmen kendini ‘değersiz’ hissetmesi ve Rabbine şükredip rızasını kazanmak yerine; toplumda makam, mevki, şan, şöhret, zenginlik gibi diğer insanları etkileyip kendine teveccüh ettikleri zaman ‘değer’ kazanacağını zannetmesi nefsin ve şeytanın aldatmacasıdır. Çünkü insanların teveccühleri kabir kapısına kadardır.

Ebede namzet olan ve ebed için yaratılan insan ise en büyük ihtiyacı olan sonsuz yaşama arzusuna Allah katında ne kadar değerli bir mahlûk olduğunu anlamasıyla kavuşacaktır.

İşte bu sebeple Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Aleyhissalatü Vesselam Cenab-ı Allah’ın ‘antika san’at’ olarak yaratıp ‘değer’ verdiği insanın; bu büyük nimetlere şükrüne dikkat çekerek şöyle buyurmuştur:

“Ben sizin günah işlemenizden çok, size ikram edilen nimetlere şükretmemenizden korkuyorum. Dikkat edin, şükredilmeyen nimetler, öldürücü ve yok edicidir.” (Camiu’s Sağîr 5:253, Hadis No:7197).

ADAVET HADSİZ BİR ZULÜM

  ÜÇÜNCÜ VECİH: 

   Adalet-i mahzayı ifade eden

وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰى

sırrına göre; bir mü'minde bulunan câni bir sıfat yüzünden sair masum sıfatlarını mahkûm etmek hükmünde olan adavet ve kin bağlamak, ne derece hadsiz bir zulüm olduğunu ve bâhusus bir mü'minin fena bir sıfatından darılıp küsüp, o mü'minin akrabasına adavetini teşmil etmek,

اِنَّ الْاِنْسَانَ لَظَلُومٌ

sîga-i mübalağa ile gayet azîm bir zulüm ettiğini, hakikat ve şeriat ve hikmet-i İslâmiye sana ihtar ettiği halde; nasıl kendini haklı bulursun, "Benim hakkım var" dersin?

   Hakikat nazarında sebeb-i adavet ve şerr olan fenalıklar, şerr ve toprak gibi kesiftir; başkasına sirayet ve in'ikas etmemek gerektir.

Başkası ondan ders alıp şerr işlese, o başka mes'eledir.

Muhabbetin esbabı olan iyilikler, muhabbet gibi nurdur; sirayet ve in'ikas etmek, şe'nidir.

Ve ondandır ki; "Dostun dostu dosttur" sözü, durub-u emsal sırasına geçmiştir.

Hem onun içindir ki; "Bir göz hatırı için çok gözler sevilir" sözü umumun lisanında gezer.

   İşte ey insafsız adam!

Hakikat böyle gördüğü halde, sevmediğin bir adamın, sevimli masum bir kardeşine ve taallukatına adavet etmek; ne kadar hilaf-ı hakikat olduğunu hakikat-bîn isen anlarsın.

Mektubat - 264

İKTİSAD SEBEB-İ İZZET

 İktisad, sebeb-i izzet ve kemal olduğuna delalet eden bir vakıa:

   Bir zaman, dünyaca sehavetle meşhur Hâtem-i Tâî, mühim bir ziyafet veriyor.

Misafirlerine gayet fazla hediyeler verdiği vakit, çölde gezmeye çıkıyor.

Bakar ki: Bir ihtiyar fakir adam, bir yük dikenli çalı ve gevenleri beline yüklemiş; cesedine batıyor, kanatıyor.

Hâtem ona dedi: "Hâtem-i Tâî, hediyelerle beraber mühim bir ziyafet veriyor.

Sen de oraya git; beş kuruşluk bu çalı yüküne bedel, beş yüz kuruş alırsın." O muktesid ihtiyar demiş ki: "Ben, bu dikenli yükümü izzetimle çekerim, kaldırırım.

Hâtem-i Tâî'nin minnetini almam." Sonra, Hâtem-i Tâî'den sormuşlar: "Sen kendinden daha civanmerd, aziz, kimi bulmuşsun?" Demiş: "İşte o sahrada rast geldiğim o muktesid ihtiyarı benden daha aziz, daha yüksek, daha civanmerd gördüm."

Lemalar - 142

İKTİSATSIZLIK ZİLLET VE MANEN DİLENCİLİKTİR

    Evet iktisad etmeyen, zillete ve manen dilenciliğe ve sefalete düşmeğe namzeddir.

Bu zamanda israfata medar olacak para, çok pahalıdır.

Mukabilinde bazan haysiyet, namus rüşvet alınıyor.

Bazan mukaddesat-ı diniye mukabil alınıyor, sonra menhus bir para veriliyor.

Demek manevî yüz lira zarar ile, maddî yüz paralık bir mal alınır.

Eğer iktisad edip hâcat-ı zaruriyeye iktisar ve ihtisar ve hasretse اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَت۪ينُ

sırrıyla,

وَمَا مِنْ دَٓابَّةٍ فِى الْاَرْضِ اِلَّا عَلَى اللّٰهِ رِزْقُهَا

sarahatiyle; ummadığı tarzda yaşayacak kadar rızkını bulacak.

Çünki şu âyet taahhüd ediyor.

Evet rızk ikidir:

   Biri hakikî rızıktır ki, onunla yaşayacak.

Bu âyetin hükmü ile o rızk, taahhüd-ü Rabbanî altındadır.

Beşerin sû'-i ihtiyarı karışmazsa, o zarurî rızkı her halde bulabilir.

Ne dinini, ne namusunu, ne izzetini feda etmeğe mecbur olmaz.

   İkincisi: Rızk-ı mecazîdir ki, sû'-i istimalât ile hâcat-ı gayr-ı zaruriye hâcat-ı zaruriye hükmüne geçip, görenek belasıyla tiryaki olup, terkedemiyor.

İşte bu rızk, taahhüd-ü Rabbanî altında olmadığı için; bu rızkı tahsil etmek, hususan bu zamanda çok pahalıdır.

Başta izzetini feda edip zilleti kabul etmek, bazan alçak insanların ayaklarını öpmek kadar manen bir dilencilik vaziyetine düşmek, bazan hayat-ı ebediyesinin nuru olan mukaddesat-ı diniyesini feda etmek suretiyle o bereketsiz menhus malı alır.

Hem bu fakr u zaruret zamanında, aç ve muhtaç olanların elemlerinden ehl-i vicdana rikkat-i cinsiye vasıtasıyla gelen teellüm; o gayr-ı meşru bir surette kazandığı para ile aldığı lezzeti, vicdanı varsa acılaştırıyor.

Böyle acib bir zamanda, şübheli mallarda, zaruret derecesinde iktifa etmek lâzımdır.

Çünki

اِنَّ الضَّرُورَةَ تُقَدَّرُ بِقَدْرِهَا

sırrıyla: Haram maldan, mecburiyetle zaruret derecesini alabilir; fazlasını alamaz.

Evet muztar adam, murdar etten tok oluncaya kadar yiyemez.

Belki, ölmeyecek kadar yiyebilir.

Hem yüz aç adamın huzurunda, kemal-i lezzet ile fazla yenilmez.

Lemalar - 141

12 Kasım 2024 Salı

İKTİSAD ETME VE NASTAN İSTİĞNA

  DÖRDÜNCÜ NÜKTE: 

   "İktisad eden, maişetçe aile belasını çekmez" mealinde لَا يَعُولُ مَنِ اقْتَصَدَ hadîs-i şerifi sırrıyla: İktisad eden, maişetçe aile zahmet ve meşakkatini çok çekmez.

Evet iktisad, kat'î bir sebeb-i bereket ve medar-ı hüsn-ü maişet olduğuna o kadar kat'î deliller var ki, hadd ü hesaba gelmez.

Ezcümle: Ben kendi şahsımda gördüğüm ve bana hizmet ve arkadaşlık eden zâtların şehadetleriyle diyorum ki: İktisad vasıtasıyla bazan bire on bereket gördüm ve arkadaşlarım gördüler.

Hattâ dokuz sene -şimdi otuz sene- evvel benimle beraber Burdur'a nefyedilen reislerden bir kısmı, parasızlıktan zillet ve sefalete düşmemekliğim için, zekatlarını bana kabul ettirmeğe çok çalıştılar.

O zengin reislere dedim: "Gerçi param pek azdır; fakat iktisadım var, kanaata alışmışım.

Ben sizden daha zenginim." Mükerrer ve musırrane tekliflerini reddettim.

Cây-ı dikkattir ki: İki sene sonra, bana zekatlarını teklif edenlerin bir kısmı iktisadsızlık yüzünden borçlandılar.

Lillahilhamd onlardan yedi sene sonra, o az para iktisad bereketiyle bana kâfi geldi; benim yüz suyumu döktürmedi, beni halklara arz-ı hâcete mecbur etmedi.

Hayatımın bir düsturu olan "nâstan istiğna" mesleğimi bozmadı.

Lemalar - 141

DÜNYAPERST İNSAN

 Ey dünyaperest insan!

Çok geniş tasavvur ettiğin senin dünyan, dar bir kabir hükmündedir.

Fakat, o dar kabir gibi menzilin duvarları şişeden olduğu için birbiri içinde in'ikas edip göz görünceye kadar genişliyor.

Kabir gibi dar iken, bir şehir kadar geniş görünür. Çünki o dünyanın sağ duvarı olan geçmiş zaman ve sol duvarı olan gelecek zaman, ikisi madum ve gayr-ı mevcud oldukları halde, birbiri içinde in'ikas edip gayet kısa ve dar olan hazır zamanın kanatlarını açarlar.

Hakikat hayale karışır, madum bir dünyayı mevcud zannedersin.

Nasıl bir hat, sür'at-i hareketle bir satıh gibi geniş görünürken, hakikat-i vücudu ince bir hat olduğu gibi; senin de dünyan hakikatça dar, fakat senin gaflet ve vehm ü hayalinle duvarları çok genişlemiş.

O dar dünyada, bir musibetin tahrikiyle kımıldansan, başını çok uzak zannettiğin duvara çarparsın.

Başındaki hayali uçurur, uykunu kaçırır.

O vakit görürsün ki: O geniş dünyan; kabirden daha dar, köprüden daha müsaadesiz.

Senin zamanın ve ömrün, berkten daha çabuk geçer; hayatın, çaydan daha sür'atli akar.

   Madem dünya hayatı ve cismanî yaşayış ve hayvanî hayat böyledir; hayvaniyetten çık, cismaniyeti bırak, kalb ve ruhun derece-i hayatına gir.

Tevehhüm ettiğin geniş dünyadan daha geniş bir daire-i hayat, bir âlem-i nur bulursun.

İşte o âlemin anahtarı, marifetullah ve vahdaniyet sırlarını ifade eden "LÂ İLAHE İLLALLAH" kelime-i kudsiyesiyle kalbi söylettirmek, ruhu işlettirmektir.

Lemalar - 136

KAİNAT ALLAH'IN İCADI

 Zeylü'l-Hubab 

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

   Öyle bir Allah'a hamd, medh ü senalar ederiz ki, şu âlem-i kebir onun icadıdır.

Ve insan denilen şu küçük âlem de onun ibdaıdır.

Biri inşası, diğeri binasıdır.

Biri san'atı, diğeri sıbgasıdır.

Biri nakşı, diğeri zînetidir.

Biri rahmeti, diğeri nimetidir.

Biri kudreti, diğeri hikmetidir.

Biri azameti, diğeri rububiyetidir.

Biri mahluku, diğeri masnuudur.

Biri mülkü, diğeri memluküdür.

Biri mescidi, diğeri abdidir.

Evet bütün bu şeyler, eczasıyla beraber Allah'ın mülkü ve malı olduğu, i'cazvari sikke ve mühürleriyle sabittir...

Mesnevi-i Nuriye - 107

DÜNYA LEZZETLERİ

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Dünyanın lezzetleri, zevkleri ve zînetleri, Hâlıkımızı, Mâlikimizi ve Mevlâmızı bilmediğimiz takdirde cennet olsa bile cehennemdir.

Evet öyle gördüm ve öyle de zevkettim.

Bilhâssa şefkatin ateşini söndürecek, marifetullahtan başka bir şey var mıdır?

Evet marifetullah olduktan sonra, dünya lezzetlerine iştiha olmadığı gibi Cennet'e bile iştiyak geri kalır.

   İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Dünyada cereyan eden ve husule gelen her bir şeyin iki vechi vardır.

Biri âhirete bakar ki, nefsü'l-emirde en sabit, en ağır bu vecihdir.

İkincisi dünyaya, nefsine ve hevaya bakar.

Bu vecih, hakaret, hiffet ve zevalden öyle bir mevkidedir ki, kalbin teessürüne, teellümüne, ızdırabına, düşüncelerine bâis olacak bir kıymette değildir.

Mesnevi-i Nuriye - 104

GEFLETLE FİRAVUNLAŞMA

  İ'lem Eyyühel-Aziz!


   Tohum olacak bir habbenin kalbi, yani içi delindiği zaman, elbette sünbüllenip neşv ü nema bulamaz; ölür gider.

Kezalik ene ile tabir edilen enaniyetin kalbi, Allah Allah zikrinin şuâ ve hararetiyle yanıp delinirse, büyüyüp gafletle firavunlaşamaz.

Ve Hâlık-ı Semavat ve Arz'a isyan edemez.

O zikr-i İlahî sayesinde, ene mahvolur.

   İşte Nakşibendîler, zikir hususunda ittihaz ettikleri zikr-i hafî sayesinde kalbin fethiyle, ene ve enaniyet mikrobunu öldürmeğe ve şeytanın emirberi olan nefs-i emmarenin başını kırmağa muvaffak olmuşlardır.

Kezalik Kàdirîler de zikr-i cehrî sayesinde tabiat tağutlarını târumâr etmişlerdir.

Mesnevi-i Nuriye - 103

11 Kasım 2024 Pazartesi

KADERİ TENKİT ETME

 Kaderi tenkid eden başını örse vurur, kırar.

Rahmete itiraz eden, rahmetten mahrum kalır.    Acaba, bir gün adavete değmeyen bir şey'e, bir sene kin ve adavetle mukabele etmeyi hangi insaf kabul eder, bozulmamış hangi vicdana sığar?

Halbuki mü'min kardeşinden sana gelen bir fenalığı, bütün bütün ona verip, onu mahkûm edemezsin.

Çünki evvelâ, kaderin onda bir hissesi var.

Onu çıkarıp o kader ve kaza hissesine karşı rıza ile mukabele etmek gerektir.

Sâniyen, nefis ve şeytanın hissesini de ayırıp, o adama adavet değil, belki nefsine mağlub olduğundan acımak ve nedamet edeceğini beklemek.

Sâlisen, sen kendi nefsinde görmediğin veya görmek istemediğin kusurunu gör; bir hisse de ona ver.

Sonra bâki kalan küçük bir hisseye karşı en selâmetli ve en çabuk hasmını mağlub edecek afv ve safh ile ve ulüvvücenablıkla mukabele etsen, zulümden ve zarardan kurtulursun.

Yoksa sarhoş ve divane olan ve şişeleri ve buz parçalarını elmas fiatıyla alan cevherci bir Yahudi gibi, beş paraya değmeyen fâni, zâil, muvakkat, ehemmiyetsiz umûr-u dünyeviyeye; güya ebedî dünyada durup ebedî beraber kalacak gibi şedid bir hırs ile ve daimî bir kin ile mütemadiyen bir adavetle mukabele etmek, sîga-i mübalağa ile bir zalûmiyettir veya bir sarhoşluktur ve bir nevi divaneliktir.    İşte hayat-ı şahsiyece bu derece muzır olan adavete ve fikr-i intikama, -eğer şahsını seversen- yol verme ki kalbine girsin.

Eğer kalbine girmiş ise, onun sözünü dinleme.

Bak, hakikatbîn olan Hâfız-ı Şirazî'yi dinle:

دُنْيَا نَه مَتَاع۪يسْت۪ى كِه اَرْزَدْ بَنِزَاع۪ى

   Yani: "Dünya öyle bir meta' değil ki, bir nizaa değsin." Çünki fâni ve geçici olduğundan kıymetsizdir.

Koca dünya böyle ise, dünyanın cüz'î işleri ne kadar ehemmiyetsiz olduğunu anlarsın!..

Hem demiş:

اٰسَايِشِ دُو گ۪يت۪ى تَفْس۪يرِ ا۪ينْ دُو حَرْفَسْتْ

بَادُوسِتَانْ مُرُوَّتْ بَادُشْمَنَانْ مُدَارَا

   Yani: "İki cihanın rahat ve selâmetini iki harf tefsir eder, kazandırır: Dostlarına karşı mürüvvetkârane muaşeret ve düşmanlarına sulhkârane muamele etmektir."

Uhuvvet Risalesi - 13

VAHDET VE İTTİFAK

 İmanın verdiği nur ve şuur ile ve sana gösterdiği ve bildirdiği esma-i İlahiye adedince vahdet alâkaları ve ittifak rabıtaları ve uhuvvet münasebetleri var.

Meselâ:

   Her ikinizin Hâlıkınız bir, Mâlikiniz bir, Mabudunuz bir, Râzıkınız bir.. bir bir, bine kadar bir bir.

Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir.. bir bir, yüze kadar bir bir.

Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir.. ona kadar bir bir.

Bu kadar bir birler vahdet ve tevhidi, vifak ve ittifakı, muhabbet ve uhuvveti iktiza ettiği ve kâinatı ve küreleri birbirine bağlayacak manevî zincirler bulundukları halde; şikak ve nifaka, kin ve adavete sebebiyet veren örümcek ağı gibi ehemmiyetsiz ve sebatsız şeyleri tercih edip mü'mine karşı hakikî adavet etmek ve kin bağlamak; ne kadar o rabıta-i vahdete bir hürmetsizlik ve o esbab-ı muhabbete karşı bir istihfaf ve o münasebat-ı uhuvvete karşı ne derece bir zulüm ve i'tisaf olduğunu; kalbin ölmemiş ise, aklın sönmemiş ise anlarsın!

Uhuvvet Risalesi - 8

9 Kasım 2024 Cumartesi

1922 DE MECLİSE HİTAP

 1339 TARİHİNDE, MECLİS-İ MEB'USANA HİTABEN YAZDIĞIM BİR HUTBENİN SURETİDİR 

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

اِنَّ الصَّلٰوةَ كَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ كِتَابًا مَوْقُوتًا

   Ey mücahidîn-i İslâm!

Ey ehl-i hall ü akd!


   Bu fakirin bir mes'elede on sözünü, birkaç nasihatını dinlemenizi rica ediyorum.

   Evvelâ: 

   Şu muzafferiyetteki hârikulâde nimet-i İlahiye bir şükran ister ki devam etsin, ziyade olsun.

Yoksa, nimet şükrü görmezse gider.

Mademki Kur'an'ı, Allah'ın tevfikiyle düşmanın hücumundan kurtardınız; Kur'anın en sarih ve en kat'î emri olan "Salât" gibi feraizi imtisal etmeniz lâzımdır.

Tâ onun feyzi böyle hârika suretinde üstünüzde tevali ve devam etsin.

   Sâniyen: 

   Âlem-i İslâmı mesrur ettiniz, muhabbet ve teveccühünü kazandınız.

Lâkin o teveccüh ve muhabbetin idamesi, şeair-i İslâmiyeyi iltizam ile olur.

Zira, Müslümanlar İslâmiyet hesabına sizi severler.

   Sâlisen: 

   Bu âlemde evliyaullah hükmünde olan gazi ve şühedalara kumandanlık ettiniz.

Kur'an'ın evamir-i kat'iyyesine imtisal etmekle, öteki âlemde de o nuranî güruha refik olmağa çalışmak, sizin gibi himmetlilerin şe'nidir.

Yoksa, burada kumandan iken orada bir neferden istimdad-ı nur etmeğe muztar kalacaksınız.

Bu dünya-yı deniyye, şan ve şerefiyle öyle bir meta değil ki, sizin gibi insanları işba' etsin, tatmin etsin ve maksud-u bizzât olsun.

   Râbian: 

   Bu millet-i İslâmın cemaatleri -çendan bir cemaat namazsız kalsa, fâsık da olsa yine- başlarındakini mütedeyyin görmek ister.

Hattâ umum Kürdistan'da, umum memurlara dair en evvel sordukları sual bu imiş: "Acaba namaz kılıyor mu?" derler.

Namaz kılarsa mutlak emniyet ederler; kılmazsa, ne kadar muktedir olsa nazarlarında müttehemdir.

Bir zaman, Beytüşşebab aşairinde isyan vardı.

Ben gittim, sordum: "Sebeb nedir?" Dediler ki: "Kaymakamımız namaz kılmıyordu, rakı içiyordu.

Öyle dinsizlere nasıl itaat edeceğiz?" Bu sözü söyleyenler de namazsız, hem de eşkıya idiler.

   Hâmisen: 

   Enbiya'nın ekseri şarkta ve hükemanın ağlebi garbda gelmesi kader-i ezelînin bir remzidir ki, şarkı ayağa kaldıracak din ve kalbdir, akıl ve felsefe değil.

Şarkı intibaha getirdiniz, fıtratına muvafık bir cereyan veriniz.

Yoksa, sa'yiniz ya hebaen gider veya muvakkat, sathî kalır...

   Sâdisen: 

   Hasmınız ve İslâmiyet düşmanı olan firenkler dindeki lâkaydlığınızdan pek fazla istifade ettiler ve ediyorlar.

Hattâ diyebilirim ki, hasmınız kadar İslâma zarar veren, dinde ihmalinizden istifade eden insanlardır.

Maslahat-ı İslâmiye ve selâmet-i millet namına, bu ihmali a'male tebdil etmeniz gerektir.

Görülmüyor mu ki, İttihadcılar o kadar hârika azm ü sebat ve fedakârlıklarıyla, hattâ İslâm'ın şu intibahına da bir sebeb oldukları halde, bir derece dinde lâübalilik tavrını gösterdikleri için, dâhildeki milletten nefret ve tezyif gördüler.

Hariçteki İslâmlar dindeki ihmallerini görmedikleri için hürmeti verdiler.

   Sâbian: 

   Âlem-i küfür, bütün vesaitiyle, medeniyetiyle, felsefesiyle, fünunuyla, misyonerleriyle âlem-i İslâma hücum ve maddeten uzun zamandan beri galebe ettiği halde, -âlem-i İslâma- dinen galebe edemedi.

Ve dâhilî bütün fırak-ı dâlle-i İslâmiye de, birer kemmiye-i kalile-i muzırra suretinde mahkûm kaldığı; ve İslâmiyet metanetini ve salabetini sünnet ve cemaatle muhafaza eylediği bir zamanda, lâübaliyane, Avrupa medeniyet-i habîse kısmından süzülen bir cereyan-ı bid'atkârane, sinesinde yer tutamaz.

Demek âlem-i İslâm içinde mühim ve inkılabvari bir iş görmek, İslâmiyetin desatirine inkıyad ile olabilir, başka olamaz.

Hem olmamış, olmuş ise de çabuk ölüp, sönmüş...

   Sâminen: 

   Zaaf-ı dine sebeb olan Avrupa medeniyet-i sefihanesi yırtılmağa yüz tuttuğu bir zamanda ve medeniyet-i Kur'anın zuhura yakın geldiği bir anda, lâkaydane ve ihmalkârane müsbet bir iş görülmez.

Menfîce, tahribkârane iş ise, bu kadar rahnelere maruz kalan İslâm zâten muhtaç değildir.

   Tâsian: 

   Sizin bu "İstiklal Harbi"ndeki muzafferiyetinizi ve âlî hizmetinizi takdir eden ve sizi can u dilden seven, cumhur-u mü'minîndir.

Ve bilhâssa tabaka-i avamdır ki sağlam müslümanlardır.

Sizi ciddî sever ve sizi tutar ve size minnettardır ve fedakârlığınızı takdir ederler.

Ve intibaha gelmiş en cesîm ve müdhiş bir kuvveti size takdim ederler.

Siz dahi, evamir-i Kur'aniyeyi imtisal ile onlara ittisal ve istinad etmeniz maslahat-ı İslâm namına zarurîdir.

Yoksa, İslâmiyetten tecerrüd eden bedbaht, milliyetsiz Avrupa meftunu firenk mukallidleri, avam-ı müslimîne tercih etmek, maslahat-ı İslâma münafî olduğundan, âlem-i İslâm nazarını başka tarafa çevirecek ve başkasından istimdad edecek...

   Âşiren: 

   Bir yolda dokuz ihtimal-i helâket, tek bir ihtimal-i necat varsa; hayatından vazgeçmiş, mecnun bir cesur lâzım ki o yola sülûk etsin.

Şimdi, yirmidört saatten bir saati işgal eden farz namaz gibi zaruriyat-ı diniyede, yüzde doksandokuz ihtimal-i necat var.

Yalnız, gaflet ve tenbellik haysiyetiyle, bir ihtimal zarar-ı dünyevî olabilir.

Halbuki feraizin terkinde, doksandokuz ihtimal-i zarar var.

Yalnız gaflet ve dalalete istinad, tek bir ihtimal-i necat olabilir.

Acaba dine ve dünyaya zarar olan ihmal ve feraizin terkine ne bahane bulunabilir?

Hamiyet nasıl müsaade eder?

   Bâhusus bu güruh-u mücahidîn ve bu yüksek meclisin ef'ali taklid edilir.

Kusurlarını millet ya taklid veya tenkid edecek; ikisi de zarardır.

Demek onlarda hukukullah, hukuk-u ibadı da tazammun ediyor.

Sırr-ı tevatür ve icmaı tazammun eden hadsiz ihbaratı ve delaili dinlemeyen ve safsata-i nefis ve vesvese-i şeytandan gelen bir vehmi kabul eden adamlarla, hakikî ve ciddî iş görülmez.

Mesnevi-i Nuriye - 99

ZAMAN CEMAAT ZAMANIDIR

 Zaman cemaat zamanıdır.

Cemaatın ruhu olan şahs-ı manevî daha metindir ve tenfiz-i ahkâm-ı şer'iyeye daha ziyade muktedirdir.

Halife-i şahsî, ancak ona istinad ile vezaifi deruhde edebilir.

Cemaatın ruhu olan şahs-ı manevî eğer müstakim olsa, ziyade parlak ve kâmil olur.

Eğer fena olsa, pek çok fena olur.

Ferdin, iyiliği de fenalığı da mahduddur.

Cemaatin ise gayr-ı mahduddur.

Harice karşı kazandığınız iyiliği, dâhildeki fenalıkla bozmayınız.

Bilirsiniz ki ebedî düşmanlarınız ve zıdlarınız ve hasımlarınız, İslâmın şeairini tahrib ediyorlar.

Öyle ise zarurî vazifeniz, şeairi ihya ve muhafaza etmektir.

Yoksa şuursuz olarak şuurlu düşmana yardımdır.

Şeairde tehavün, zaaf-ı milliyeti gösterir.

Zaaf ise düşmanı tevkif etmez, teşci' eder...

حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ ٭ نِعْمَ الْمَوْلٰى وَنِعْمَ النَّص۪يرُ

Mesnevi-i Nuriye - 102