29 Kasım 2024 Cuma

ŞEYTANIN VESVESESİ

   اَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ (1) 

 وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ (2) 

Her bir zamanın insî bir şeytanı vardır. Şimdi beşerde insan suretinde şeytanın vekili olan ruh-u gaddar, fitnekârâne siyasetiyle cihanın her tarafına kundak sokan elhannâs, altı hutuvatıyla âlem-i İslâm’ı ifsad için insanlarda ve insan cemaatlerindeki habis menbaları ve tabiatlarındaki muzır madenleri, fiilî propaganda ile işlettiriyor, zayıf damarları buluyor.

Kiminin hırs-ı intikamını, kiminin hırs-ı câhını, kiminin tamaını, kiminin humkunu, kiminin dinsizliğini, hatta en garibi, kiminin de taassubunu işletip siyasetine vasıta ediyor.

BİRİNCİ HATVESİ:

Der veya dedirir: “Siz kendiniz de dersiniz ki: Musibete müstehak oldunuz. Kader zalim değil, adalet eder. Öyle ise, size karşı muameleme razı olunuz.”

Şu vesveseye karşı demeliyiz:

Kader-i İlâhî isyanımız için musibet verir; ona rızadâde olmak, o günahtan tevbe demektir.

Sen ey mel’un, günahımız için değil, İslâmiyetimiz için zulmettin ve ediyorsun. Ona rıza veya ihtiyârla inkıyad etmek, neûzü billâh, İslâmiyetten nedamet ve yüz çevirmek demektir.

Evet, aynı şeyi –hem musibettir– Allah verir, adalet eder; çünkü günahımıza, şerrimize zecren ondan vazgeçirmek için verir. O şeyi aynı zamanda beşer verir, zulmeder; çünkü, başka sebebe binaen ceza verir. Nasıl ki düşman-ı İslâm, aynı şeyi bize icra ediyor; çünkü Müslümanız.

İKİNCİ HATVESİ:

Der ve dedirtir: “Başka kâfirlere dost olduğunuz gibi, bana da dost ve taraftar olunuz. Neden çekiniyorsunuz?”

Şu vesveseye karşı deriz:

Muavenet elini kabul etmek ayrıdır, adavet elini öpmek de ayrıdır.

 Bir kâfirin herbir sıfatı kâfir olmak ve küfründen neş’et etmek lâzım olmadığından, İslâm’ın eski ve mütecaviz bir düşmanını def’ için, bir kâfir muavenet elini uzatsa, kabul etmek İslâmiyete hizmettir.

Senin ise, ey kâfir-i mel’un, senin küfründen neş’et eden teskin kabul etmez husumet elini öpmek değil, temas etmek de İslâmiyete adavet etmek demektir.

ÜÇÜNCÜ HATVESİ:

Der veya dedirtir: “Şimdiye kadar sizi idare edenler fenalık ettiler, karıştırdılar. Öyle ise bana razı olunuz.”

Bu vesveseye karşı deriz:

Ey elhannâs! Onların fenalıklarının asıl sebebi de sensin. Âlemi onlara darlaştırdın, damar-ı hayatı kestin, evlâd-ı nâmeşruunu onlara karıştırdın. Dinsizliğe sevk ederek dini rüşvet isterdin. Onlara bedel seni kabul etmek, yalnız müteneccis su ile necis olmuş bir libası, hınzırın bevliyle yıkamak demektir. Sen yalnız hayvancasına muvakkat bir hayat-ı sefilâneyi bize bırakıyorsun; insanca, İslâmca hayatı öldürüyorsun. Biz ise hem insancasına, hem Müslümancasına yaşamak istiyoruz. Senin rağmına yaşayacağız!

DÖRDÜNCÜ HATVESİ:

Der veya dedirtir: “Sizi idare eden ve bana muhâsım vaziyetini alanlar –ki Anadolu’daki sergerdeleridir– maksatları başkadır. Niyetleri din ve İslâmiyet değildir.”

Şu vesveseye karşı deriz:

Vesilelerde niyetin tesiri azdır. Maksadın hakikatini tağyir etmez. Çünkü maksud, vesilenin vücuduna terettüb eder; içindeki niyete bakmaz.

Meselâ, ben bir define veya su bulmak için bir kuyu kazıyorum. Biri geldi, kendini saklamak veya orada müzahrefatını defnetmek için, bana yardım ederek kazdı. Suyun çıkmasına ve define bulunmasına niyeti tesir etmez. Su, fiiline, kazmasına bakar, niyetine bakmaz. Bunun gibi, onlar bizi Kâbe’ye götürüyorlar. Kur’ân’ı yüksek tutmak istiyorlar. Bütün felâketimizin menbaı olan Avrupa muhabbetine bedel, husumetini esas  tutuyorlar. Niyetleri ne olursa olsun, bu maksatların hakikatini tağyir edemez.

BEŞİNCİ HATVESİ:

Der: “İrade-i Hilâfet, siyasetimin lehinde çıktı.”

Şu vesveseye karşı deriz:

Bir şahsın arzu-yu zatîsi ve emr-i husûsîsi başkadır, ümmet namına emin olarak deruhte ettiği emanet-i hilâfetten hâsıl olan şahsiyet-i maneviyenin iradesi bambaşkadır. Bu irade bir akıldan çıkıp, bir kuvvete istinad ederek, âlem-i İslâm’ın maslahatını takip eder. Aklı ise, şûrâ-yı ümmettir. senin vesvesen değil. Kuvveti, müsellah ordusu, hür milletidir; senin süngülerin değildir. Maslahat da, muhitten merkeze nazar edip, İslâm için faide-i uzmayı tercih etmektir. Yoksa, aksine olarak, merkezden muhite bakmakla âlem-i İslâm’ı bu devlete, bu devleti de Anadolu’ya, Anadolu’yu da İstanbul’a, İstanbul’u da hanedan-ı saltanata tearuz vaktinde feda etmek gibi hodendişâne fikir ve irade, değil Vahdeddin gibi mütedeyyin bir zat, hatta en fâcir bir adam da, yalnız ism-i hilâfeti taşıdığı için ihtiyârıyla etmez. Demek, mükrehtir. O halde ona itaat, adem-i itaattir.

ALTINCI HATVESİ:

Der ki: “Bana karşı mukavemetiniz beyhudedir. Müttefikiniz beraberken yapamadığınız şeyi şimdi nasıl yapacaksınız?”

Şu vesveseye karşı deriz:

En ziyade hile ve fitne kuvvetiyle ayakta duran azametli kuvvetin bizi ye’se düşürmüyor.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder