Evet, insan Cenâb-ı Hakk’ın ‘antika bir san’at’ıdır. En güzel bir şekilde yaratılmıştır. Paha biçilemez. Duygularına sınır konmamıştır. Cüzi irade olarak ‘seçme hürriyeti’ verilmiştir. Tercihini doğru yaptığında meleklerin gıpta ettiği bir mahlûk olabilirken; tercihini yanlış yaptığında ise canavar hayvanlardan daha aşağı bir duruma düşebilmektedir.
Rabbini tanıyıp kavrayabilmesi için öyle duygularla donatılmıştır ki, Bediüzzaman Hazretlerinin tesbitiyle mahiyetini bilemediği takdirde o duygunun yönlendirmesi ile Rububiyetini (İlahlığını) bile ilan edebilir.
Mesela ‘ene’ duygusu böyledir. Onun ‘tevhid’i kavramada bir ölçü olduğu bilinmez ise tıpkı ‘bir termometrenin ortamın sıcaklığını ölçen bir alet konumundan ortama sıcaklığı veren konumuna’ geçmesi gibi garip bir durum ortaya çıkacaktır.
Nitekim firavunlar, şeddatlar, nemrutlar gibi insanlar ilahlıklarını bu yüzden ilan etmişlerdir. Ancak ‘iman’ sayesinde insan dengeyi bulabilmiştir.
İnsanın bütün bu vasıfları taşımasına rağmen kendini ‘değersiz’ hissetmesi ve Rabbine şükredip rızasını kazanmak yerine; toplumda makam, mevki, şan, şöhret, zenginlik gibi diğer insanları etkileyip kendine teveccüh ettikleri zaman ‘değer’ kazanacağını zannetmesi nefsin ve şeytanın aldatmacasıdır. Çünkü insanların teveccühleri kabir kapısına kadardır.
Ebede namzet olan ve ebed için yaratılan insan ise en büyük ihtiyacı olan sonsuz yaşama arzusuna Allah katında ne kadar değerli bir mahlûk olduğunu anlamasıyla kavuşacaktır.
İşte bu sebeple Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Aleyhissalatü Vesselam Cenab-ı Allah’ın ‘antika san’at’ olarak yaratıp ‘değer’ verdiği insanın; bu büyük nimetlere şükrüne dikkat çekerek şöyle buyurmuştur:
“Ben sizin günah işlemenizden çok, size ikram edilen nimetlere şükretmemenizden korkuyorum. Dikkat edin, şükredilmeyen nimetler, öldürücü ve yok edicidir.” (Camiu’s Sağîr 5:253, Hadis No:7197).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder