27 Şubat 2025 Perşembe

VECİZ SÖZLER

    Bil ki dünkü gün senin elinden çıktı. Yarın ise senin elinde sened yok ki, ona mâliksin. Öyle ise hakikî ömrünü, bulunduğun gün bil.  Sözler

  *Ahirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fâni dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme.

*Allah için işleyiniz, Allah için görüşünüz, Allah için çalışınız. O vakit sizin ömrünüzün dakikaları, seneler hükmüne geçer.

*Cisminin küçüklüğüne bakıp da günahlarını küçük zannetme.

*Bak çeşmelere, çaylara, ırmaklara; yerden, dağlardan kaynamaları tesadüfi değildir.

*Evet her hakikî hasenat gibi cesaretin dahi menbaı, imandır, ubudiyettir.

*Elde Kur’ân gibi bir burhan-ı hakikat varken, Münkirleri ilzam için gönlüme sıklet mi gelir?

Elde Kur’ân gibi bir mucize-i bâki varken, Başka burhan aramak aklıma zâid görünür.

*Her kim hayat-ı fâniyeyi esas maksad yapsa, zahiren bir Cennet içinde olsa da manen cehennemdedir.

*Kuran kalblere kuvvet ve gıdadır, ruhlara şifadır.

*Evet ümidvar olunuz. Şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sadâ, İslâmın sadâsı olacaktır.

*Bir şey tamamiyle elde edilemediği takdirde, o şeyi tamamiyle terketmek câiz değildir.

*Asıl musibet ve muzır musibet, dine gelen musibettir.

*Adâvet etmek istersen, kalbindeki adâvete adâvet et, onun ref’ine çalış.

*Allah’ın hesabına kâinata bakan adam her ne müşahede ederse ilimdir.

Mâlâyâniyle iştigal, maksudu geri bırakıyor.

*Haksızlığa karşı sükût etmek, hakka karşı bir hürmetsizliktir.

*Evet, herşeyi maddiyatta arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise maneviyatı göremez.

*“Ne kadar güzel yapılmış” de, “Ne kadar güzeldir.” deme.

*Kabir, bu dâr-i fâniden firâk-ı ebedî ile ebedü’l-âbâd yolunda kurulmuş, açılmış evvelki menzil ve birinci kapıdır.

*Herbir şeyde hususen zîhayatlarda öyle harika bir nakış, öyle mucizekârbir sanat var ki; onu öyle yapan elbette O olacaktır.

*Kalb, ebedü’l-âbâda müteveccih açılmış bir penceredir; bu fâni dünyaya razı değildir.

RİSALE-İ NURDAN VECİZELEE

    "Sözün güzelliği kısalığındadır. Yediğin vakit az ye. Yedikten sonra dört-beş saat kadar daha  yeme. Şifa, hazımdadır."   Lem'alar

  *Zalim izzetinde, mazlum zilletinde kalıp buradan göçüp gidiyorlar. Demek bir mahkeme-i kübraya bırakılıyor.

*İslamiyet güneş gibidir, üflemekle söndürülmez gündüz gibidir, göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan, yalnız kendine gece yapar.

*Eğer vermek istemeseydi, istemek vermezdi.

*Ey alem-i İslam! 

Uyan, Kur’an’a sarıl, İslamiyete maddi ve manevi bütün varlığınla müteveccih ol.

*Her şey mânen Bismillâh der. Allah nâmına Allah’ın ni’metlerini getirip bizlere veriyorlar.

*Sünnet-i Seniye, edebdir. Hiçbir mes’elesi yoktur ki, altında bir nur, bir edeb bulunmasın!

*Sultan-ı kâinat birdir, her şey’in anahtarı O’nun yanında, her şeyin dizgini O’nun elindedir.

İnsanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gâyesi; Hâlık-ı Kâinat’ı tanımak ve O’na îmân edip ibâdet etmektir.

*Bu çiçek kimin turrası, kimin mührü ve kimin nakşı ise, elbette bütün yeryüzündeki o nevi çiçekler onun mühürleridir.

*Ey insan! Sen kendine mâlik değilsin… Rahmeti hadsiz bir Rahîm-i Zât-ı Zülcelal’in memluküsün.

*Kâinatta en yüksek hakikat imandır.

*Amelinizde rıza-yı İlâhî olmalı. Eğer O razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok.

*Zaman gösterdi ki: Cennet ucuz değil, Cehennem dahi lüzumsuz değil.

*İman hakikati öyle bir çekirdektir ki; eğer tecessüm etse bir cennet-i hususiye ondan çıkar, o çekirdeğin şecere-i tubası olur.

*Risale-i Nur Kuran-ı Mu’ciz-ül Beyanın taht-ı tasarrufunda olduğundan,ona uzanan,ilişmek isteyen her el kırılır ve her dil kurur.

*Şu misafirhane-i dünyada nazar-ı hikmetle baksan,hiçbir şeyi nizamsız gayesiz göremezsin.Nasıl sen nizamsız,gayesiz kalabilirsin?

Ebedi ömrün önündedir. O ömr-ü bakide göreceğin rahat ve lezzet, ancak bu fani ömürde sa’y ve çalışmalarına bağlıdır.

26 Şubat 2025 Çarşamba

MESLEĞİMİZ SIRRI ISLAHA DAYANIR

 Mesleğimiz, sırr-ı ihlasa dayanıp, hakaik-i imaniye olduğu için; hayat-ı dünyaya, hayat-ı içtimaiyeye mecbur olmadan karışmamak ve rekabet ve tarafgirliğe ve mübarezeye sevkeden hâlâttan tecerrüd etmeğe mesleğimiz itibariyle mecburuz.

Binler teessüf ki; şimdi müdhiş yılanların hücumuna maruz bîçare ehl-i ilim ve ehl-i diyanet, sineklerin ısırması gibi cüz'î kusuratı bahane ederek birbirini tenkidle yılanların ve zındık münafıkların tahribatlarına ve kendilerini onların eliyle öldürmesine yardım ediyorlar.

Gayet muhlis kardeşimiz Hasan Âtıf'ın mektubunda, bir ihtiyar âlim ve vaiz, Risale-i Nur'a zarar verecek bir vaziyette bulunmuş.

Benim gibi binler kusurları bulunan bir bîçarenin, ehemmiyetli iki mazeretine binaen, bir sünneti (sakal) terkettiğim bahanesiyle şahsımı çürütüp, Risale-i Nur'a ilişmek istemiş.

   Evvelâ: 

   Hem o zât, hem sizler biliniz ki: Ben, Risale-i Nur'un bir hizmetkârıyım ve o dükkânın bir dellâlıyım.

O ise (Risale-i Nur), Arş-ı A'zam'la bağlı olan Kur'an-ı Azîmüşşan ile bağlanmış bir hakikî tefsiridir.

Benim şahsımdaki kusurat, ona sirayet edemez.

Benim yırtık dellâllık elbisem, onun bâki elmaslarının kıymetini tenzil edemez.

   Sâniyen: 

   O vaiz ve âlim zâta benim tarafımdan selâm söyleyiniz.

Benim şahsıma olan tenkidini, itirazını başım üstüne kabul ediyorum.

Sizler de, o zâtı ve onun gibileri münakaşa ve münazaraya sevketmeyiniz.

Hattâ tecavüz edilse de beddua ile de mukabele etmeyiniz.

Kim olursa olsun, madem imanı var, o noktada kardeşimizdir.

Bize düşmanlık da etse, mesleğimizce mukabele edemeyiz.

Çünki daha müdhiş düşman ve yılanlar var.

   Hem elimizde nur var, topuz yok.

Nur kimseyi incitmez, ışığıyla okşar.

Ve bilhâssa ehl-i ilim olsa, ilimden gelen enaniyeti de varsa, enaniyetlerini tahrik etmeyiniz.

Mümkün olduğu kadar,

وَاِذَا مَرُّوا بِاللَّغْوِ مَرُّوا كِرَامًا

düsturunu rehber ediniz.

Kastamonu - 246

25 Şubat 2025 Salı

HERŞEY ALLAH'INDIR

 MAL DA, MÜLK DE, ALLAH'INDIR.

İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir keresinde,

"Hanginiz, vârisinin malını kendi malından daha çok sever?" diye sordu. Cemaat:

"Ey Allah'ın Resûlü, içimizde, herkes kendi malını vârisinin malından daha çok sever" dediler. Bunun üzerine:

"Öyleyse şunu bilin: Kişinin gerçek malı hayatında gönderdiğidir. Geriye koyduğu da vârislerinin malıdır."

Abdullah İbnu'ş-Şihhîr (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Elhâkümü'ttekâsür sûresini okurken yanına geldim. Bana:

"İnsanoğlu malım malım der. Halbuki âdem-oğlunun yiyip tükettiği, giyip eskittiği ve sağlığında tasadduk edip gönderdiğinden başka kendisinin olan neyi var? (Gerisini ölümle terkeder ve insanlara bırakır.)"

Şunu unutmayalım,

Yunus'un dediği gibi;

"Mal sahibi mülk sahibi,

Hani bunun ilk sahibi?

Mal da yalan, mülk de yalan,

Var biraz da, sen oyalan".

O halde, Malın da mülkün de, gerçek sahibi Allah'tır.Bizler ise her an bize verilen emanetler ile imtihan oluyoruz.

Rafet Özcan

KUR'AN BİZİ SİYASETTEN MEN EDİYOR

 Kur'an bizi siyasetten men'etmiş; tâ ki elmas gibi hakikatları, ehl-i dünyanın nazarında cam parçalarına inmesin.

   Sâniyen: 

   Şefkat, vicdan, hakikat, bizi siyasetten men'ediyor.

Çünki tokada müstehak dinsiz münafıklar onda iki ise, onlarla müteallik yedi-sekiz masum, bîçare, çoluk-çocuk, zaîf, hasta, ihtiyarlar var.

Bela ve musibet gelse, o sekiz masumlar o belaya düşecekler.

Belki o iki münafık dinsiz, daha az zarar görecek.

Onun için, siyaset yoluyla, idare ve asayişi ihlâl tarzında neticenin husulü de meşkuk olduğu halde girmek, Risale-i Nur'un mahiyetindeki şefkat, merhamet, hak, hakikat şakirdlerini men'etmiş.    Sâlisen: 

   Bu vatan, bu millet ve bu vatandaki ehl-i hükûmet ne şekilde olursa olsun, Risale-i Nur'a eşedd-i ihtiyaçla muhtaçtırlar.

Değil korkmak veyahut adavet etmek, en dinsizleri de onun dindarane, hakperestane düsturlarına tarafdar olmak gerektir.

Meğer ki, bütün bütün millete, vatana, hâkimiyet-i İslâmiyeye hıyanet ola.

Çünki bu millet ve vatan, hayat-ı içtimaiyesi ve siyasiyesi anarşilikten kurtulmak ve büyük tehlikelerden halas olmak için, beş esas lâzım ve zarurîdir: Birincisi; merhamet..

ikincisi, hürmet..

üçüncüsü, emniyet..

dördüncüsü, haram ve helâlı bilip haramdan çekilmek..

beşincisi, serseriliği bırakıp itaat etmektir.

İşte Risale-i Nur hayat-ı içtimaiyeye baktığı vakit, bu beş esası temin edip, asayişin temel taşını tesbit ve temin eder.

Risale-i Nur'a ilişenler kat'iyyen bilsinler ki; onların ilişmesi, anarşilik hesabına vatan ve millete ve asayişe düşmanlıktır.

İşteKastamonu - 240

MUHABBETULLAH

 Kemalât-ı insaniyenin en mühimmi ve en büyüğü, belki bilcümle kemalât-ı insaniyenin menbaı ve esası, iman-ı billahtan ve marifetullahtan neş'et eden muhabbetullah olduğunu bilen o dünya seyyahı, bütün kuvvetiyle ve letaifiyle, imanın kuvvetinde ve marifetin inkişafında daha ziyade terakki etmesini istemek fikriyle başını kaldırdı ve semavata baktı.

Kendi aklına dedi ki:

   "Madem kâinatta en kıymetdar şey hayattır ve kâinatın mevcudatı hayata musahhardır ve madem zîhayatın en kıymetdarı zîruhtur ve zîruhun en kıymetdarı zîşuurdur ve madem bu kıymetdarlık için küre-i zemin, zîhayatı mütemadiyen çoğaltmak için her asır, her sene dolar boşalır.

Elbette ve her halde, bu muhteşem ve müzeyyen olan semavatın dahi kendisine münasib ahalisi ve sekenesi, zîhayat ve zîruh ve zîşuurlardan vardır ki; huzur-u Muhammedîde (A.S.M.) sahabelere görünen Hazret-i Cebrail'in (A.S.) temessülü gibi melaikeleri görmek ve onlarla konuşmak hâdiseleri, tevatür suretinde eskiden beri nakl ve rivayet ediliyor.

Öyle ise keşke ben semavat ehli ile dahi görüşseydim, onlar ne fikirde olduklarını bilseydim; Çünki Hâlık-ı Kâinat hakkında en mühim söz onlarındır." diye düşünürken, birden semavî şöyle bir sesi işitti:

   "Madem bizim ile görüşmek ve dersimizi dinlemek istersin.. bil ki: Başta Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm ve Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyan olarak bütün peygamberlere vasıtamızla gelen mesail-i imaniyeye en evvel biz iman etmişiz.

Hem insanlara temessül edip görünen ve bizlerden olan bütün ervah-ı tayyibe, bilâ-istisna ve bil'ittifak, bu kâinat hâlıkının vücub-u vücuduna ve vahdetine ve sıfât-ı kudsiyesine şehadet edip birbirine muvafık ve mutabık olarak ihbar etmişler.

Bu hadsiz ihbaratın tevafuku ve tetabuku, güneş gibi sana bir rehberdir." dediklerini bildi ve onun nur-u imanı parladı, zeminden göklere çıktı.

Asa-yı Musa - 114

24 Şubat 2025 Pazartesi

ZULME RIZA ZULÜM

 Müslüman haksızlık ve zulme seyirci kalamaz.


Zulüm ve haksızlıklara seyirci kalmak, kardeşlik ve barışı zedeler.

Peygamberimizin (asm), şu dersleri de mü’minin zihninde ve gönlünde yer etmeli, hatta kazınmalıdır: “Her Müslümanın, diğer Müslümana ırzı, malı ve kanı haramdır. Takvâ buradadır. Bir kimseye şer olarak Müslüman kardeşini hor ve hakir görmesi yeter.” (Tirmizî, Birr 18)

“Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir” (Buhârî, İman: 4)

“Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez ve başkalarının zulmetmesine de razı olmaz…” (Buhârî, Mezâlim, 3);

“Bir Müslümana küfretmek fâsıklık, onu öldürmek ise küfürdür.” (Buhârî, İman: 36.)

“Kim, zalime yardım ederse Allah o zalimi ona musallat eder.” (Acluni, Keşf-ül Hafa 2/227.)

Aslında bu hadis, “İşte böyle yapmaları sebebiyle zalimlerin bir kısmını diğerinin üzerine musallat ederiz.” Mea- lindeki En’am Sûresi 129. âyetini tefsir eder.

Ancak, birbirimizin hata ve kusurlarını “lütufla ıslaha çalışmalıyız.”

MÜSTEBİDLERİN OLMAMAS İÇİN

Yabani otların, zararlı diken ve çalılıkların en çok neşv-ü nema buldukları alanlar, tarıma elverişli olmayan arazilerdir.

Aç kurdun saldırısına maruz kalan keçi, onu şaha kaldıran salabetiyle, cesaretiyle, kurda yem olmamak için boynuzuyla kurdun karnını deler. Köşeye sıkıştırılan kedi kendini korumak için âdeta bir aslan cesaretiyle insana saldırır.

Şefkatli tavuk, köpeğe karşı yavrularını korumak için canı uğruna saldırıya geçer. Bitkiler ve hayvanlar âleminde durum böyle olduğu gibi, insanllar âleminde de benzer durum söz konusudur.

Tarih boyunca zalim diktatörlerin zuhur ederek, haksızlıklarını, zulümlerini icra ettikleri toplumlar; miskin insanların çoklukla bulundukları toplumlardı. Müstebitlerin barınamadığı ortamlar da, deyim yerinde ise, cesaretli insanların bulunduğu topluluklardır.

İnsanlar cehaletle Allah’ın kendisine verdiği meşru hürriyetinin, hakkının hukukunun farkına varmasa, en vicdanlı, merhametli insanları da müstebit ederler. Bu durumda, zarara kendi rızasıyla girene merhamet edilmez.

Allah tarafından kendisine tevdi edilen meşru hakların aynı zamanda imanın bir hassası olduğunun farkında olan, hürriyetleri kısıtlamaya tevessül eden müstebitlere karşı lazım gelen mücadeleleri göze alan insanların bulundukları toplumlarda, haklara ve hürriyetlere saldırılarda bulunmayı meslek haline getiren müstebitler asla barınamazlar.

Yalakalığı meslek edinen insanların çoklukla bulunduğu toplumlar müstebit zalimlerin kolayca icra-i faaliyetlerde bulunmaları için en müsait ortamlardır. Şartlar ne olursa olsun, her zaman, en acımasız zalime karşı dahi hakkı ve hakikatleri haykırmada tereddüt etmeyen insanların çoklukla bulunduğu toplumlarda müstebitlerin barınmaları mümkün değil.

Maddi imkanlar peşinden koşan ve onları elde etme yolunda müstebit idarecilerin gözüne girmek için uğraşan nsanların çoklukla bulundukları toplumlar; zorba idarecilerin arayıp da bulamadıkları yerlerdir.

Haksız mal ve servet edinmekten şiddetle kaçınan, bu noktada idarecilerden uzak durmayı prensip edinen, çoklukla gözü gönlü tok insanların bulunduğu toplumlar; kendi bekaları için devletin maddi imkanlarını taraftarlarına peşkeş çekmeyi âdet edinen idareciler için müsait ortamlar değildir.

“Zulme rıza zulümdür” hakikatinden ve “Zulüm edenlere meyletmeyin; yoksa cehennem ateşi size de dokunur” ikaz-ı İlâhî’sinden bîhaber oldukları için, zalim müstebitlerin yaptıkları haksızlıklara çoğu insanın sessiz veya seyirci kalmasının ötesinde, yapılanları alkışladığı toplumlar, müstebitler için, aranan topluluklardır.

Müstebitlerin işledikleri haksızlıklara, hukuksuzluklara ortak olmamak için, müstebitlerin yaptıkları bu keyfîliklere, cinayetlere yüksek sesle itiraz ederek karşı çıkan insanların çoklukla bulunduğu toplumlarda müstebitler, keyfîliklere öyle kolayca cesaret ve tevessül edemezler.

Alıntı

İSTİBDATTAN NEDEN KURTULAMIYORUZ ?

İstibdat zulmün temelidir.

Önce istibdatın ne olduğunu anlayalım:

“İstibdat tahakkümdür (baskı), muamele-i keyfiyedir, kuvvete istinad ile cebirdir (zorlama), rey-i vâhiddir (tek adam idaresi), sû-i istimalâta (verilen yetkiyi kötüye kullanma) gayet müsait bir zemindir, zulmün temelidir, insaniyetin mâhîsidir (mahvedici).” (1)

İstibdat; baskı, zorbalık, keyfi muamele, kuvvete dayanarak zor kullanma, tek adam yönetimi, verilen yetkiyi kötüye kullanmaya müsait bir zemin, zulmün temeli ve insaniyetin mahvedicisi manalarını ihtiva etmektedir.

Peki, madem istibdat bu kadar kötü bir sıfat ise, biz neden bundan yakamızı bir türlü kurtaramıyoruz?

Gelin, benim gibi kırk yaşın üzerinde olanlarla çocukluğumuza dönelim. Ailemizdeki duruma bakalım.Mesela, çocukluğumuzda ailemizle beraber belli zamanlarda toplantı yapıp ortak kararlar alabiliyor muyduk?Yani çocuk olmamıza rağmen ailemiz bizim fikrimize değer verip görüşümüzü alıyor ve karar verme durumunda da bir oy hakkımız oluyor muydu?

Pek çoğunuzun:“Ne toplantısı, ne kararı kardeşim. Benim babam sert bir adamdı. Bir şey söyleyecek de yapmayacaksın. Şöyle bir ters bakışı yeterdi. Sopa yememek için ne derse yapılırdı.”Veya:“Benim annem otoriter kadındı. Öyle naz-maz çekmez, gözümüzün yaşına bakmazdı.” dediğinizi duyar gibi oluyorum.

Evet, gerçi onlar şefkatli ve merhametli insanlardı. Fakat kendi ana babalarından aynı muameleyi gördüklerinden; gelenek ve törelerine göre kendi çocuklarına da öyle davranıyorlardı. Eğitimleri yetersizdi. Dini bilgileri zayıftı. Belki öyle davranmaları bir ölçüde normal karşılanabilirdi.

Aynı durumu şimdi kendimizde test edelim.Mesela, bizler eşimiz ve çocuklarımızla beraber belli zamanlarda toplantı yaparak ortak kararlar alıp ailecek uygulayabiliyor muyuz?Yani eşimiz ve çocuklarımızın bizim için çok değerli olduklarını hissettirip; fikirlerine saygı gösterip; görüşlerini alıyor ve karar alma durumunda da oy haklarını kullandırabiliyor muyuz?Veya karar aldığımız halde kendimiz uygulamadığımız zaman özür beyan edebiliyor muyuz?Daha da önemlisi, çocuğumuza karşı hatalı bir davranışta bulunduğumuzda ondan özür dileyip kendimizi affettirebiliyor muyuz?

Hiç öyle:“Canım, bacak kadar çocuktan da özür mü dilenirmiş. Eski köye yeni adet mi getiriyorsun.” demeyin.Çünkü özür dilemek bir pişmanlık ifadesidir. Kul hakkından kurtulmanın yoludur.

Bunları yapmadığımız zaman çocuğumuza ‘hür olmayı’, ‘sorumluluk taşımayı’, ‘adaleti’ ve dolayısıyla ‘kul hakkının önemini’ nasıl öğretebileceğiz?Üstelik çocuğumuz 15 yaşına geldiğinde (buluğa girdiğinde) bağımsızlığını ilan edecek ve Rabbine doğrudan muhatap olan bir ‘kul’ olarak sorumluluk alması gerekecektir.

Doğru davranış sergilediğimizde; çocuğumuz kendini Allah katında çok değerli hissedebilecek; günah işlediğinde pişmanlık duyup tövbe edebilecek ve başka insanlarla ilişkilerinde kul hakkına girmemeye çalışacaktır. Ebedi hayatına hazırlık yapabilecektir.Böylece emaneti koruma ve eğitme sürecimiz tamamlanıp din kardeşi olarak veya ana-baba olarak muhatabiyetimiz devam edecektir.

Fakat maalesef bir kısmımız aynen geleneklere uyup kendi yaşadıklarını çocuklarına da uyguladılar. Yani istibdat yaptılar.Bir kısmımız ise kendi yaşadıklarını onların da yaşamaması için çocuklarını tamamen serbest bıraktılar. Hiçbir sorumluluk vermediler. Hürriyeti yanlış öğrettiler.Karşımızda sorumsuz ve vurdumduymaz bir gençlik bulduk. Böylece onların sadece dünya hayatını değil, ahireti kazanmalarına da mani olduk.Belki bizim istibdatımızdan kurtuldular; fakat bu sefer nefislerinin istibdatına yakalandılar. Ahlak zafiyeti gösterdiler.

Oysa aile bir milletin temel dinamiğidir. Ailenin ahlak yapısı ne kadar sağlam olursa; milletin de genel ahlak yapısı o kadar sağlam olur.O zaman istibdattan kurtulmak istiyorsak önce ailemizdeki, sonra eğitim yeri olan okullarımızdaki istibdatı kaldırmamız elzemdir.Daha sonra bu hürriyet ve ahlak kavramı; toplumun refah ve huzurunu sağlayacak ve ülke siyasetini de düzeltecektir.

Alıntı

DÜNYANIN HAREKETİ

 Nasılki bir saatin sâniyeleri ve dakikaları ve saatleri ve günleri sayan haftalık saatin milleri birbirine benzer, birbirini isbat eder.

Sâniyelerin hareketini gören, sair çarkların hareketlerini tasdik etmeğe mecbur olur.

Aynen öyle de; semavat ve arzın Hâlık-ı Zülcelalinin bir saat-i ekberi olan bu dünyanın sâniyelerini sayan günler ve dakikalarını hesab eden seneler ve saatlerini gösteren asırlar ve günlerini bildiren devirler birbirine benzer, birbirini isbat eder.

Ve bu gecenin sabahı ve bu kışın baharı kat'iyyetinde fâni dünyanın karanlıklı kışının bâki bir baharı ve sermedî bir sabahı geleceğini hadsiz emarelerle haber verir diye, Hafîz ismi ile هُوَ الْاَوَّلُ وَالْاٰخِرُ وَالظَّاهِرُ وَالْبَاطِنُ isimleri, biz Hâlıkımızdan sorduğumuz haşir mes'elesine, mezkûr hakikatla cevab veriyorlar.

Asa-yı Musa - 35

23 Şubat 2025 Pazar

DÜNYA NEDİR ?

    "Dünya, bir kitab-ı Samedanîdir.

Huruf ve kelimatı nefislerine değil, belki başkasının zât ve sıfât ve esmasına delalet ediyorlar.

Öyle ise manasını bil al, nukuşunu bırak git.

   Hem bir mezraadır, ek ve mahsulünü al, muhafaza et; muzahrefatını at, ehemmiyet verme.

   Hem birbiri arkasında daim gelen geçen âyineler mecmuasıdır.

Öyle ise, onlarda tecelli edeni bil, envârını gör ve onlarda tezahür eden esmanın tecelliyatını anla ve müsemmalarını sev ve zevale ve kırılmaya mahkûm olan o cam parçalarından alâkanı kes.

   Hem seyyar bir ticaretgâhtır.

Öyle ise alış-verişini yap, gel ve senden kaçan ve sana iltifat etmeyen kafilelerin arkalarından beyhude koşma, yorulma.

   Hem muvakkat bir seyrangâhtır.

Öyle ise, nazar-ı ibretle bak ve zahirî çirkin yüzüne değil; belki Cemil-i Bâki'ye bakan gizli, güzel yüzüne dikkat et, hoş ve faideli bir tenezzüh yap, dön ve o güzel manzaraları irae eden ve güzelleri gösteren perdelerin kapanmasıyla akılsız çocuk gibi ağlama, merak etme.

   Hem bir misafirhanedir.

Öyle ise, onu yapan Mihmandar-ı Kerim'in izni dairesinde ye, iç, şükret.

Kanunu dairesinde işle, hareket et.

Sonra arkana bakma, çık git.

Herzekârane fuzulî bir surette karışma.

Senden ayrılan ve sana ait olmayan şeylerle manasız uğraşma ve geçici işlerine bağlanıp boğulma." gibi zahir hakikatlarla dünyanın içyüzündeki esrarı gösterip dünyadan müfarakatı gayet hafifleştirir, belki hüşyar olanlara sevdirir ve rahmetinin herşeyde ve her şe'ninde bir izi bulunduğunu gösterir.

Sözler - 204

BU DÜNYA EBEDİ KALMAK İÇİN YARATILMADI

 Bu dünya ebedî kalmak için yaratılmış bir menzil değildir.

Ancak Cenab-ı Hakk'ın ebedî ve sermedî olan "Dârü's-selâm" menziline davetlisi olan mahlukatın içtimaları için bir han ve bir bekleme salonudur.

Bu dünya menzilinde görünen leziz şeyler, lezzet ve zevk için değildir.

Çünki visallerinin lezzeti, firaklarının elemine mukabil gelmez.

   Maahâzâ o lezzetlerden hiç kimse tam manasıyla muradına nâil olamaz.

Ya o lezzetlerin ömürleri kısa olur veya insanın ömrü kısa olduğundan muradına yetişemez.

Ancak, o lezzetler ve o nefis şeyler ibret ve şükre sevk içindir.

Çünki onlar Cenab-ı Hakk'ın ehl-i iman için cennetlerde ihzar ettiği hakikî nimetlere numunelerdir.

Mesnevi-i Nuriye - 43

22 Şubat 2025 Cumartesi

PEYGAMBERİMİZİN DUASI

 Fahr-i Kâinat ne istiyor, dinleyelim.

Bak, kendine ve ümmetine saadet-i ebediye istiyor, beka istiyor, Cennet istiyor.

Hem mevcudat âyinelerinde cemallerini gösteren bütün esma-i kudsiye-i İlahiye ile beraber istiyor; o esmadan şefaat taleb ediyor, görüyorsun.

   Eğer, âhiretin hesabsız esbab-ı mûcibesi, delail-i vücudu olmasa idi, yalnız şu zâtın tek duası, baharımızın icadı kadar Hâlık-ı Rahîm'in kudretine hafif gelen şu Cennet'in binasına sebebiyet verecekti.

Demek nasılki o zâtın risaleti, şu dâr-ı imtihanın açılmasına sebebiyet verdi,

لَوْلَاكَ لَوْلَاكَ لَمَا خَلَقْتُ الْاَفْلَاكَ

sırrına mazhar oldu; onun gibi, ubudiyeti dahi öteki dâr-ı saadetin açılmasına sebebiyet verdi.

DUA

Peygamberimiz buyuruyor;

Mahşer halkı bana gelir ve: “Ey Muhammed! Sen Allah’ın Resulüsün ve Hâtemü’l-Enbiyasın. Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlamıştır. Ne olursun, bizim için Rabb’ine şefaat et. Biz bugün mahvolduk!” derler.

“Ben giderim, Arş’ın altına varırım, Rabbim için secdeye kapanırım! Sonra, Aziz ve Celîl olan Allah bana hamdinden ve güzel senâlarından, benden önce kimseye bildirmediği güzel sözler bildirir. Ben o sözlerle Rabbime yalvarırım.

Ardından: “Yâ Muhammed! Başını kaldır, iste! Sana verilecektir! Şefaat et! Şefaatin kabul olunacaktır!” denir. Ben, başımı kaldırırım da: “Ya Rabbi Ümmetim! Ya Rabbi Ümmetim! Ya Rabbi Ümmetim!” derim.

Bunun üzerine: “Ya Muhammed! Ümmetinden hesabı olmayanları Cennet kapılarından Eymen kapısından Cennete koy.” buyurulur.


21 Şubat 2025 Cuma

BU ALEMİ İCAD EDEN ÖBÜR ALEMİ DE İCAD EDER

 Maahâzâ, bu âlemi icad edip öteki âlemi icad etmemek ve bu kâinatı vücuda getirip öteki kâinatı getirmemek, bu dünyayı yaratıp öteki dünyayı yaratmamak imkânı yoktur.

Çünki rububiyetin saltanatı mükâfat ve mücazatı ister.

   Ve keza Sâni'-i Âlem'in her şeyi içine almış ve her şeyi istila ve istiab etmiş bir rahmet-i vasiası vardır.

Vâlidelerin, hattâ bir cihette nebatatın evlâdına olan şefkatleri ve küçük, zayıf yavrularının suhulet-i rızkları, o rahmet deryasından bir katredir.

O bahr-i rahmetin azametiyle, şu fâni dünyada, bu kısa ömürde, şu kadar zahmet ve belalar ile karışık, zâil ve gayr-ı sabit olan şu nimetler; ve ebedî bekayı isteyen insanlar arasında münasebet yoktur.

Ve aynı zamanda, iade edilmemek üzere zeval, nimeti nıkmete, şefkati zahmete, muhabbeti musibete ve lezzeti eleme ve rahmeti zıddına kalbeder.

   Ve keza âlemde görünen tasarrufattan anlaşılıyor ki, Sâni'-i Âlem'in pek yüksek, celalli, izzetli bir haysiyeti vardır ki, ubudiyetle Sâni'i ta'zim etmeyenlerin veya istihfaf edenlerin te'diblerini te'hir ve imhal etse bile ihmal etmez.

Mesnevi-i Nuriye - 40

20 Şubat 2025 Perşembe

İTEAT EDEN İLE İSYAN EDEN BİR OLUR MU?

    Bir sultan, itaat edenlere mükâfat ve isyan edenlere de mücazat etmezse, saltanatı inhidama yüz çevirir.

Ve keza bir sultanın sağında lütuf ve merhamet ve solunda kahr ve terbiye lâzımdır.

Mükâfat, merhametin iktizasıdır.

Terbiye de mücazatı ister.

Mükâfat ve mücazat menzilleri âhirettir.

   Ve keza yüksek bir hikmet ve adalet sahibi olan bir sultan saltanatının şânını kusurdan saklamak üzere, kendisine iltica edenleri taltif ve hâkimiyetinin haşmetini göstermek için milletinin hukukunu muhafaza eder.

Bu cihetlerin mühim bir kısmı âhirette olur.

   Ve keza lebâleb dolu hazinelere mâlik ve sehavet-i mutlakaya sahib olan bir sultan için umumî ve daimî bir dâr-ı ziyafet lâzımdır.

Ve ayrı ayrı ihtiyaç sahiblerinin devam ve bekalarını ister.

Bu da ancak âhirette olur.

   Ve keza bir cemal sahibi, daima hüsn ve cemalini görmek ve göstermek ister.

Bu ise, âhiretin vücudunu ister.

Çünki daimî bir cemal, zâil ve muvakkat bir müştaka razı olmaz.

Onun da devamını ister.

Bu da âhireti ister.

   Ve keza yardım isteyenlere yardım ve dua edenlere cevab vermek hususunda, pek rahîmane bir şefkat sahibi olan bir sultan -ki edna bir mahlukun edna bir isteğini derhal yapar, verir- elbette bütün mahlukatın en büyük bir ihtiyacını kemal-i suhuletle yapar.

Böyle umumî ve en mühim bir ihtiyaç ancak âhirettir.

   Ve keza icraatından, faaliyetinden anlaşılan pek hârika bir ihtişam içinde bir saltanatı varken, milletinin içtimaları için yalnız dar bir misafirhane yapılmış; daimî olarak milleti istiab edemez, daima dolar boşalır.

Ve bir imtihan meydanı var; her vakit değişir, tebeddül eder.

Ve sultanın bazı âsâr-ı san'atına ve ihsanatına bazı numuneler göstermek için meclisleri var; zaman zaman tahavvül eder.    Bu vaziyet, bu dar menzil ve meydan ve meşherden sonra daimî bir menzil, sabit saraylar, açık hazineler bulunup ve sâkinleri sabit ve daimî kalacaklarına bilbedahe delalet eder.

   Ve keza dikkat sahibi bir sultan ki, milletinin bütün a'mallerini, ef'allerini, hizmetlerini, hâcetlerini tamamıyla yazar ve yazdırır ve mülkünde cereyan eden her bir hâdise ve her bir vakıanın suretlerini, fotoğraflarını alıp tesbit ve hıfzederse; elbette bu vaziyet, bir muhasebenin, bir muhakemenin, bir mükâfat ve mücazatın vukua geleceğine kat'î bir surette delalet eder.

   Ve keza mükâfat ve mücazat hakkında tekrar ile pek çok vaadleri ve tehdidleri olursa ve o vaad ü vaîd edilen şeyler kudretine ağır gelmezse ve o şeyler raiyeti için pek ehemmiyetli olursa, elbette söz verdiği şeylerde hilaf olmayacaktır.

Çünki hulfü'l-vaad, kudretin izzetine zıddır.

Mesnevi-i Nuriye - 38

19 Şubat 2025 Çarşamba

ALDANMA !

    Eyvah!

Aldandık.

Şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik.

O zan sebebiyle bütün bütün zayi' ettik.

Evet şu güzeran-ı hayat bir uykudur, bir rü'ya gibi geçti.

Şu temelsiz ömür dahi, bir rüzgâr gibi uçar gider...

اِنْسَانْ بَزَوَالْ دُنْيَا بَفَنَا اَسْتْ آمَالْ ب۪ى بَقَا آلَامْ بَبَقَا اَسْتْ

   Kendine güvenen ve ebedî zanneden mağrur insan, zevale mahkûmdur.

Sür'atle gidiyor.

Hane-i insan olan dünya ise, zulümat-ı ademe sukut eder.

Emeller bekasız, elemler ruhta bâki kalır. بِيَا اَىْ نَفْسِ نَافَرْجَامْ وُجُودِ فَان۪ى خُودْرَا فَدَا كُنْ

خَالِقِ خُودْرَا كِه ا۪ينْ هَسْتِى وَد۪يعَه هَسْتْ

   Madem hakikat böyledir; gel ey hayata çok müştak ve ömre çok talib ve dünyaya çok âşık ve hadsiz emeller ile ve elemler ile mübtela bedbaht nefsim!

Uyan, aklını başına al!

Nasılki yıldız böceği, kendi ışıkçığına itimad eder; gecenin hadsiz zulümatında kalır.

Bal arısı, kendine güvenmediği için, gündüzün güneşini bulur.

Bütün dostları olan çiçekleri, Güneşin ziyasıyla yaldızlanmış müşahede eder.

Öyle de: Kendine, vücuduna ve enaniyetine dayansan; yıldız böceği gibi olursun.

Eğer sen, fâni vücudunu, o vücudu sana veren Hâlıkın yolunda feda etsen, bal arısı gibi olursun.

Hadsiz bir nur-u vücud bulursun.

Hem feda et.

Çünki şu vücud, sende vedia ve emanettir.

وَ مُلْكِ اُو وَ اُو دَادَه فَنَا كُنْ تَا بَقَا يَابَدْ

اَزْ آنْ سِرّ۪ى كِه ، نَفْىِ نَفْىْ اِثْبَاتْ اَسْتْ

   Hem onun mülküdür, hem o vermiştir.

Öyle ise, minnet etmeyerek ve çekinmeyerek fena et, feda et; tâ beka bulsun.

Çünki nefy-i nefy, isbattır.

Yani: Yok, yok ise; o vardır.

Yok, yok olsa; var olur.

خُدَاىِ پُرْكَرَمْ خُودْ مُلْكِ خُودْرَا م۪ى خَرَدْ اَزْ تُو

بَهَاىِ ب۪ى گِرَانْ دَادَه بَرَاىِ تُو نِگَاهْ دَارَسْتْ

   Hâlık-ı Kerim, kendi mülkünü senden satın alıyor.

Cennet gibi büyük bir fiatı verir.

Hem o mülkü senin için güzelce muhafaza ediyor.

Kıymetini yükselttiriyor.

Yine sana, hem bâki, hem mükemmel bir surette verecektir.

Öyle ise, ey nefsim!

Hiç durma.

Birbiri içinde beş kârlı bu ticareti yap.

Tâ beş hasaretten kurtulup, beş rıbhi birden kazanasın.

Sözler - 212

18 Şubat 2025 Salı

MUSİBET NEDEN UMUMİ HALE GELİR?

    Umumî musibet, ekseriyetin hatasından ileri gelmesi cihetiyle; ekser nâsın o zalim eşhasın harekâtına fiilen veya iltizamen veya iltihaken taraftar olmasıyla manen iştirak eder, musibet-i âmmeye sebebiyet verir.

    Dördüncü Sual: 

   Madem bu zelzele musibeti, hataların neticesi ve keffaretü'z-zünubdur.

Masumların ve hatasızların o musibet içinde yanması nedendir?

Adaletullah nasıl müsaade eder?

   Yine manevî canibden elcevab: 

   Bu mes'ele sırr-ı kadere taalluk ettiği için, Risale-i Kader'e havale edip yalnız burada bu kadar denildi:

وَاتَّقُوا فِتْنَةً لَا تُص۪يبَنَّ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْكُمْ خَٓاصَّةً

Yani: "Bir bela, bir musibetten çekininiz ki, geldiği vakit yalnız zalimlere mahsus kalmayıp masumları da yakar."

   Şu âyetin sırrı şudur ki: Bu dünya bir meydan-ı tecrübe ve imtihandır ve dâr-ı teklif ve mücahededir.

İmtihan ve teklif iktiza ederler ki, hakikatlar perdeli kalıp, tâ müsabaka ve mücahede ile Ebubekirler a'lâ-yı illiyyîne çıksınlar ve Ebucehiller esfel-i safilîne girsinler.

Eğer masumlar böyle musibetlerde sağlam kalsaydılar, Ebucehiller aynen Ebubekirler gibi teslim olup, mücahede ile manevî terakki kapısı kapanacaktı ve sırr-ı teklif bozulacaktı.

   Madem mazlum, zalim ile beraber musibete düşmek, hikmet-i İlahîce lâzım geliyor.

Acaba o bîçare mazlumların rahmet ve adaletten hisseleri nedir?    Bu suale karşı cevaben denildi ki: O musibetteki gazab ve hiddet içinde onlara bir rahmet cilvesi var.

Çünki o masumların fâni malları, onların hakkında sadaka olup, bâki bir mal hükmüne geçtiği gibi, fâni hayatları dahi bir bâki hayatı kazandıracak derecede bir nevi şehadet hükmünde olarak, nisbeten az ve muvakkat bir meşakkat ve azabdan büyük ve daimî bir kazancı kazandıran bu zelzele, onlar hakkında ayn-ı gazab içinde bir rahmettir.

Sözler - 172

17 Şubat 2025 Pazartesi

ELEM VE LEZZET

    "İnsan binler çeşit elemler ile müteellim ve binler nevi lezzetler ile mütelezziz olacak bir zîhayat makine ve gayet derece acziyle beraber hadsiz maddî, manevî düşmanları ve nihayetsiz fakrıyla beraber hadsiz zahirî ve bâtınî ihtiyaçları bulunan ve mütemadiyen zeval ve firak tokatlarını yiyen bir bîçare mahluk iken, birden iman ve ubudiyetle böyle bir Padişah-ı Zülcelal'e intisab edip bütün düşmanlarına karşı bir nokta-i istinad ve bütün hâcatına medar bir nokta-i istimdad bularak, herkes mensub olduğu efendisinin şerefiyle, makamıyla iftihar ettiği gibi; o da böyle nihayetsiz Kadîr ve Rahîm bir Padişaha iman ile intisab etse ve ubudiyetle hizmetine girse ve ecelin i'dam ilânını kendi hakkında terhis tezkeresine çevirse ne kadar memnun ve minnettar ve ne kadar müteşekkirane iftihar edebilir, kıyas ediniz."

   O mektebli gençlere dediğim gibi musibetzede mahpuslara da tekrar ile derim: Onu tanıyan ve itaat eden zindanda dahi olsa bahtiyardır.

Onu unutan saraylarda da olsa zindandadır, bedbahttır.

Hattâ bir bahtiyar mazlum i'dam olunurken bedbaht zalimlere demiş: "Ben i'dam olmuyorum.

Belki terhis ile saadete gidiyorum.

Fakat ben de sizi i'dam-ı ebedî ile mahkûm gördüğümden sizden tam intikamımı alıyorum." لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ diyerek sürur ile teslim-i ruh eder.

Sözler - 159

16 Şubat 2025 Pazar

HASTALARA ŞİFA

 Ey dünya zevkini düşünüp hastalıktan ızdırab çeken kardeşim!

Bu dünya eğer daimî olsa idi ve yolumuzda ölüm olmasaydı ve firak ve zevalin rüzgârları esmeseydi ve musibetli, fırtınalı istikbalde manevî kış mevsimleri olmasaydı; ben de seninle beraber senin haline acıyacaktım.

Fakat madem dünya bir gün bize haydi dışarı diyecek, feryadımızdan kulağını kapayacak, o bizi dışarı kovmadan biz bu hastalıklar ikazatıyla şimdiden onun aşkından vazgeçmeliyiz.

O bizi terketmeden, kalben onu terke çalışmalıyız.

Evet hastalık bu manayı bize ihtar edip der ki: "Senin vücudun taştan, demirden değildir.

Belki daima ayrılmaya müsaid muhtelif maddelerden terkib edilmiştir.

Gururu bırak, aczini anla, mâlikini tanı, vazifeni bil, dünyaya ne için geldiğini öğren!" kalbin kulağına gizli ihtar ediyor.

Hem madem dünyanın zevki, lezzeti devam etmiyor.

Hususan meşru olmazsa hem devamsız, hem elemli, hem günahlı oluyor.

O zevki kaybettiğinden hastalık bahanesiyle ağlama; bilakis hastalıktaki manevî ibadet ve uhrevî sevab cihetini düşün, zevk almaya çalış.

Lemalar - 208

15 Şubat 2025 Cumartesi

SAADET YALNIZ İMANDADIR

    Ey zevk ve lezzete mübtela insan!

Ben yetmişbeş yaşımda binler tecrübelerle ve hüccetlerle ve hâdiselerle aynelyakîn bildim ki: Hakikî zevk ve elemsiz lezzet ve kedersiz sevinç ve hayattaki saadet yalnız imandadır ve iman hakikatleri dairesinde bulunur.

Yoksa dünyevî bir lezzette çok elemler var.

Bir üzüm tanesini yedirir, on tokat vurur gibi hayatın lezzetini kaçırır.

   Ey hapis musibetine düşen bîçareler!. Madem dünyanız ağlıyor ve hayatınız acılaştı; çalışınız, âhiretiniz dahi ağlamasın ve hayat-ı bâkiyeniz gülsün, tatlılaşsın, hapisten istifade ediniz.

Nasıl bazen ağır şerait altında düşman karşısında bir saat nöbet, bir sene ibadet hükmüne geçebilir.

Öyle de, sizin bu ağır şerait altında herbir saat ibadet zahmeti; çok saatler olup, o zahmetleri rahmetlere çevirir.

Sözler - 150

HERŞEYİN BİR GAYESİ VAR

 Suret-i maddiye itibariyle her şeyin bir nihayeti, bir gayesi olduğu gibi, suret-i maneviye itibariyle de bir nihayeti ve gizli bazı hikmetler için bir gayesi de vardır.

Binaenaleyh her şeyin suret-i maddiyesinde kudret-i Rabbanî ustadır, kader mühendistir.

Suret-i maneviyesinde ise, kader mistardır, yani, teşekkülatın çizgilerini çizer, kudret masdardır, yani o çizgiler üstünde yapılan teşekkülat, kudretten sudûr eder.

   Ey kâfir!

Bunu işittikten sonra iyice düşün!

Bir zerreye, bir terzilik san'atını öğretmeye kudretin var mıdır?

Kendine Hâlık ittihaz ettiğin tabiat ve esbab, her şeyin muhtelif ve mütenevvi' suretlerini biçip dikmesine kudretleri var mıdır?

   Bak, ey gözden mahrum kâfir!

Şecere-i hilkatin semeresi ve kuvvet ve ihtiyarca esbabtan üstün olan insan, terziliğin bütün kabiliyetlerini, bilgilerini cem'edip dikenli bir şecerenin a'zâlarına uygun bir gömleği dikemez.

Halbuki, Sâni'-i Hakîm her şeyin neması zamanında pek muntazam, cedid ve taze taze gömlekleri ve yeşil yeşil hulleleri kemal-i sür'at ve suhuletle yapar, giydirir.

Fesübhanallah!..

   Evet münezzehtir, her şeyin vücudu emrine bağlı olan Allah münezzehtir. Her şeyin içyüzü elinde bulunan Sâni' münezzehtir.

Bütün mahlukata merci' olan Sâni' münezzehtir.

Mesnevi-i Nuriye - 34

14 Şubat 2025 Cuma

GENÇLİK KATİYEN GİDECEK

 Sizdeki gençlik kat'iyyen gidecek.

Eğer siz daire-i meşruada kalmazsanız, o gençlik zayi' olup başınıza hem dünyada, hem kabirde, hem âhirette kendi lezzetinden çok ziyade belalar ve elemler getirecek.

Eğer terbiye-i İslâmiye ile o gençlik nimetine karşı bir şükür olarak iffet ve namusluluk ve taatte sarfetseniz, o gençlik manen bâki kalacak ve ebedî bir gençlik kazanmasına sebeb olacak.

   Hayat ise, eğer iman olmazsa veyahut isyan ile o iman tesir etmezse; hayat, zahirî ve kısacık bir zevk ve lezzetle beraber, binler derece o zevk ve lezzetten ziyade elemler, hüzünler, kederler verir.

Çünki insanda akıl ve fikir olduğu için, hayvanın aksine olarak hazır zamanla beraber geçmiş ve gelecek zamanlarla da fıtraten alâkadardır.

O zamanlardan dahi hem elem, hem lezzet alabilir.

Hayvan ise, fikri olmadığı için, hazır lezzetini, geçmişten gelen hüzünler ve gelecekten gelen korkular, endişeler bozmuyor.

İnsan ise, eğer dalalet ve gaflete düşmüş ise, hazır lezzetine geçmişten gelen hüzünler ve gelecekten gelen endişeler o cüz'î lezzeti cidden acılaştırıyor, bozuyor.

Hususan gayr-ı meşru ise, bütün bütün zehirli bir bal hükmündedir.

Demek hayvandan yüz derece, lezzet-i hayat noktasında aşağı düşer.

Belki ehl-i dalaletin ve gafletin hayatı, belki vücudu, belki kâinatı; bulunduğu gündür.

Bütün geçmiş zaman ve kâinatlar, onun dalaleti noktasında madumdur, ölmüştür.

Akıl alâkadarlığı ile ona zulmetler, karanlıklar veriyor.

Gelecek zamanlar ise, itikadsızlığı cihetiyle yine madumdur.

Ve ademle hasıl olan ebedî firaklar, mütemadiyen onun fikir yoluyla hayatına zulmetler veriyorlar.

Eğer iman hayata hayat olsa; o vakit hem geçmiş, hem gelecek zamanlar imanın nuruyla ışıklanır ve vücud bulur.

Zaman-ı hazır gibi ruh ve kalbine iman noktasında ulvî ve manevî ezvakı ve envâr-ı vücudiyeyi veriyor.

Bu hakikatın, İhtiyar Risalesi'nde Yedinci Rica'da izahı var.

Ona bakmalısınız.

   İşte hayat böyledir.

Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızı iman ile hayatlandırınız ve feraizle zînetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz.

Sözler - 145

13 Şubat 2025 Perşembe

BERAT GECESİ

   


 Özel Makale

Mübarek gecelerden birinin daha gölgesi üzerimize düştü. Geçmiş ümmetlere göre kısa ömürlü denecek kadar az olan Muhammed ümmetinin ömrünü uzatmak, uzun bir ömürde elde edilecek neticeleri hasıl etmek üzere imdadımıza yetişti. Onun kutsiyetinden faydalanmak üzere herkes elinden geleni yapmaya çalışmalıdır. Dünyevi bir mal bölüşülürken, insanların büyük bir kısmı öne çıkmak isterler, fazla pay elde etmeye çalışırlar. En önde ve en fazla kazanmayı isterler.

Herkesten önde olmayı ve herkesten fazla kazanmayı istemenin önemli bir zaman dilimi, şimdi nasibimize düştü. Kârlı bir ticaret yapmak isteyenlerin önünde büyük bir fırsat var. Bire yirmi bin kazanma fırsatı var. Herkes idrakinin seviyesine göre değerlendirecektir.

Kadir gecesinden sonra en önemli gecelerden biridir Berat gecesi. Kadir gecesinde bire otuz bin sevap verilirken bu gecede bire yirmi bin verilmektedir. Elli senelik bir ömrü kazandıracak neticeler bu gecede elde edilebilir.

Resûlullah Efendimiz (asm) buyurur ki: “Şaban ayının on beşinci gecesi geldiğinde geceyi namazla, gündüzü de oruçla ikame edin. O gece güneş battıktan sonra Yüce Allah rahmetiyle dünya semasına iner ve şöyle seslenir: ‘Tevbe eden yok mu? Af ve mağfiret edeyim! Rızık isteyen yok mu? Rızıklandırayım! Musîbetten kurtulmak isteyen yok mu? Selâmet ve âfiyet vereyim!’ Bu durum fecrin doğmasına kadar devam eder.” (İbn-i Mâce, İkame, 191)

Bu gecede kulların geleceği ile ilgili kararlar verilmektedir. Allah’ın ilmi geleceği de kuşattığı için kullarının neler yapıp neler yapmayacağını bilmektedir. Bu bilgiye uygun olarak tespitler yapılmaktadır. Gelecek Berata kadar rızıklar, ameller ve emellerin tespiti yapılmaktadır.

Yeni bir kararla ve kararlılıkla hayatımızın sayfalarındaki kara lekeleri silip yerine güzel levhalar eklemek elimizdedir. İşte bu gece böyle bir kararın verilebileceği bir gecedir. Kendi dünyamızda kral biziz. Kararları vermekte ve almakta serbestiz. Öyleyse doğru bir kararla doğru hedeflere koşmanın tam zamanıdır. Rahmetin sağanak halinde geldiği günlerdeyiz. Bundan kaçmak kula yakışmaz. Herkes kendine layık gördüğünü yapacaktır.

Kendine yürüyerek gelen kullarını, Allah’ın rahmeti koşarak karşılayacaktır. Çünkü o kullarını çok seviyor. Kulu kendine isyan etse de o sevmeye devam ediyor. Rızkını kesmiyor. Ömrünü kesmiyor. Sağlığını bitirmiyor. Eşin dostun seni bir seviyorsa o bin seviyor. Bu sevgiyi karşılıksız bırakmak olur mu? Yakışır mı?

Peygamberimiz (a.s.m.) Şaban ayının on üçüncü gecesi başını secdeye koyar ve ümmetinin bağışlanmasını ister. Allah üçte birini bağışlar. On dördüncü gecesi tekrar secdeye başını koyar ve ümmetinin bağışlanmasını ister. Allah üçte ikisini bağışlar. On beşinci gecesi tekrar başını secdeye koyar ve ümmetinin tamamının bağışlanmasını ister. Allah’tan yüz çevirenler hariç hepsinin bağışlandığı müjdesini alır. Böyle şefkatli bir peygambere ümmet olmanın hazzını yaşamak ve layık olmanın çabasını göstermek gereklidir.


Allah kulunu kendine itaat ederken görmek istiyor. Peygamber Efendimiz (asm) ümmetini istiyor. Bunlardan kaçmak hangi insana yakışır?

Bu gece doğrudan Allah’a yönelip bütün isteklerimizi ona arz edip, onun merhametini istemek zamanıdır. Bu gecede Allah’ın rahmeti coşacak. Allah’ın, Kelp kabilesinin koyunlarının tüyleri sayısınca insanı affedeceğini Peygamberimiz Efendimiz (a.s.m.) haber vermektedir. (İbn Mâce, İkame, 191).

Her gayretli insana yakışan, bağışlananların aransa girmeye çalışmak olmalıdır.

Kendimiz, aile efradımız, dostlarımız ve İslam dünyasının huzur ve selameti için dua edelim. İnsanlık için dua edelim. Ahirete göçen dostlarımızı da unutmayalım.

Berat Kandiliniz mübarek olsun.

Alıntı

12 Şubat 2025 Çarşamba

MÜ'MİNİN MÜ'MİNE DUASI

    Mü'minin mü'mine en iyi duası nasıl olmalıdır?

   Elcevab: Esbab-ı kabul dairesinde olmalı.

Çünki bazı şerait dâhilinde dua makbul olur.

Şerait-i kabulün içtimaı nisbetinde makbuliyeti ziyadeleşir.

Ezcümle: Dua edileceği vakit, istiğfar ile manevî temizlenmeli, sonra makbul bir dua olan salavat-ı şerifeyi şefaatçi gibi zikretmeli ve âhirde yine salavat getirmeli.

Çünki iki makbul duanın ortasında bir dua makbul olur.

Hem

بِظَهْرِ الْغَيْبِ

  yani "gıyaben ona dua etmek"; hem hadîste ve Kur'anda gelen me'sur dualarla dua etmek.

Meselâ:

اَللّٰهُمَّ اِنِّى اَسْئَلُكَ الْعَفْوَ وَ الْعَافِيَةَ ل۪ى وَ لَهُ فِى الدّ۪ينِ وَ الدُّنْيَا وَ الْاٰخِرَةِ

رَبَّنَٓا اٰتِنَا فِى الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِى الْاٰخِرَةِ حَسَنَةً وَ قِنَا عَذَابَ النَّارِ

gibi câmi' dualarla dua etmek; hem hulus ve huşu' ve huzur-u kalb ile dua etmek; hem namazın sonunda, bilhâssa sabah namazından sonra; hem mevâki'-i mübarekede, hususan mescidlerde; hem Cum'ada, hususan saat-i icabede; hem şuhur-u selâsede, hususan leyali-i meşhurede; hem ramazanda, hususan leyle-i kadirde dua etmek kabule karin olması rahmet-i İlahiyeden kaviyyen me'muldür.

O makbul duanın ya aynen dünyada eseri görünür veyahut dua olunanın âhiretine ve hayat-ı ebediyesi cihetinde makbul olur.

Demek aynı maksad yerine gelmezse, dua kabul olmadı denilmez; belki daha iyi bir surette kabul edilmiş denilir.

Mektubat - 279

11 Şubat 2025 Salı

DÜNYADAN ZEVK ALMAK İSTEYEN

    İşte ey hayat-ı dünyeviyenin zevkine mübtela ve endişe-i istikbal ile istikbalini ve hayatını temin için çabalayan bîçareler!

Dünyanın lezzetini, zevkini, saadetini, rahatını isterseniz; meşru dairedeki keyfe iktifa ediniz.

O, keyfinize kâfidir.

Haricinde ve gayr-ı meşru dairedeki bir lezzetin içinde bin elem olduğunu sâbık beyanatta elbette anladınız.

Eğer mazi, yani geçmiş zamanın hâdisatını, sinema ile halihazırda gösterdikleri gibi; istikbaldeki ahval dahi, meselâ elli sene sonraki halleri bir sinema ile gösterilse idi, ehl-i sefahet şimdiki güldüklerine yüzbinlerce nefrin ve nefret edip ağlayacaktılar.

Dünya ve âhirette ebedî ve daimî süruru isteyen, iman dairesindeki terbiye-i Muhammediyeyi (A.S.M.) kendine rehber etmek gerektir.

Sözler - 144

KÂİNATA İKİ DEĞİŞİK BAKIŞ

    Amma o müzeyyen Kur'an ise, şu musanna' kâinattır.

O hâkim ise, Hakîm-i Ezelî'dir.

Ve o iki adam ise, birisi yani ecnebisi; ilm-i felsefe ve hükemasıdır.

Diğeri, Kur'an ve şakirdleridir.

Evet Kur'an-ı Hakîm, şu Kur'an-ı Azîm-i Kâinatın en âlî bir müfessiridir ve en beliğ bir tercümanıdır.

Evet o Furkan'dır ki; şu kâinatın sahifelerinde ve zamanların yapraklarında kalem-i kudretle yazılan âyât-ı tekviniyeyi cin ve inse ders verir.

Hem herbiri birer harf-i manidar olan mevcudata "mana-yı harfî" nazarıyla, yani onlara Sâni' hesabına bakar, "Ne kadar güzel yapılmış, ne kadar güzel bir surette Sâni'inin cemaline delalet ediyor" der.

Ve bununla kâinatın hakikî güzelliğini gösteriyor.

Amma ilm-i hikmet dedikleri felsefe ise; huruf-u mevcudatın tezyinatında ve münasebatında dalmış ve sersemleşmiş, hakikatın yolunu şaşırmış.

Şu kitab-ı kebirin hurufatına "mana-yı harfî" ile, yani Allah hesabına bakmak lâzım gelirken; öyle etmeyip "mana-yı ismî" ile, yani mevcudata mevcudat hesabına bakar, öyle bahseder.

"Ne güzel yapılmış"a bedel, "Ne güzeldir" der, çirkinleştirir.

Bununla kâinatı tahkir edip, kendisine müşteki eder.

Evet dinsiz felsefe, hakikatsiz bir safsatadır ve kâinata bir tahkirdir...

Sözler - 131

8 Şubat 2025 Cumartesi

HARAM SEVMEK

    Mesela, haram sevmekte bir kıskançlık elemi ve firak elemi ve mukabele görmemek elemi gibi birçok ârızalar ile o cüz'î lezzet, zehirli bir bal hükmüne geçer.

Ve o gençliğin sû'-i istimali ile gelen hastalıkla hastahanelere ve taşkınlıklarıyla hapishanelere ve kalb ve ruhun gıdasızlık ve vazifesizliğinden neş'et eden sıkıntılarla meyhanelere, sefahethanelere veya mezaristana düşeceklerini bilmek istersen, git hastahanelerden ve hapishanelerden ve meyhanelerden ve kabristandan sor.

Elbette ekseriyetle, gençlerin gençliğinin sû'-i istimalinden ve taşkınlıklarından ve gayr-ı meşru keyiflerin cezası olarak gelen tokatlardan eyvahlar ve ağlamalar ve esefler işiteceksin.

   Eğer istikamet dairesinde gitse, gençlik gayet şirin ve güzel bir nimet-i İlahiye ve tatlı ve kuvvetli bir vasıta-i hayrat olarak âhirette gayet parlak ve bâki bir gençlik netice vereceğini, başta Kur'an olarak çok kat'î âyâtıyla bütün semavî kitablar ve fermanlar haber verip müjde ediyorlar.

Madem hakikat budur.

Ve madem helâl dairesi keyfe kâfidir.

Ve madem haram dairesindeki bir saat lezzet, bazen bir sene ve on sene hapis cezasını çektirir.

Elbette gençlik nimetine bir şükür olarak, o tatlı nimeti iffette, istikamette sarfetmek lâzım ve elzemdir.

Asa-yı Musa - 22

BİSMİLLAH HER HAYRIN BAŞIDIR

 بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

وَ بِه۪ نَسْتَع۪ينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ وَ الصَّلَاةُ وَ السَّلَامُ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلٰٓى اٰلِه۪ وَ صَحْبِه۪ٓ اَجْمَع۪ينَ

   Ey kardeş!

Benden birkaç nasihat istedin.

Sen bir asker olduğun için askerlik temsilatıyla, sekiz hikâyecikler ile birkaç hakikatı nefsimle beraber dinle.

Çünki ben nefsimi herkesten ziyade nasihata muhtaç görüyorum.

Vaktiyle sekiz âyetten istifade ettiğim sekiz sözü biraz uzunca nefsime demiştim.

Şimdi kısaca ve avam lisanıyla nefsime diyeceğim.

Kim isterse beraber dinlesin.

  *-*-* 

   Birinci Söz 

   "Bismillah" her hayrın başıdır.

Biz dahi başta ona başlarız.

Bil ey nefsim, şu mübarek kelime İslâm nişanı olduğu gibi, bütün mevcudatın lisan-ı haliyle vird-i zebanıdır.

"Bismillah" ne büyük tükenmez bir kuvvet, ne çok bitmez bir bereket olduğunu anlamak istersen, şu temsilî hikâyeciğe bak dinle.

Şöyle ki:    Bedevi Arab çöllerinde seyahat eden adama gerektir ki, bir kabile reisinin ismini alsın ve himayesine girsin.

Tâ şakilerin şerrinden kurtulup hâcatını tedarik edebilsin.

Yoksa tek başıyla hadsiz düşman ve ihtiyacatına karşı perişan olacaktır.

Sözler - 5

BİZ DE BİSMİLLAH DEYELİM !

    Madem her şey manen "Bismillah" der.

Allah namına Allah'ın nimetlerini getirip bizlere veriyorlar.

Biz dahi "Bismillah" demeliyiz.

Allah namına vermeliyiz.

Allah namına almalıyız.

Öyle ise, Allah namına vermeyen gafil insanlardan almamalıyız...

   Sual: Tablacı hükmünde olan insanlara bir fiat veriyoruz.

Acaba asıl mal sahibi olan Allah, ne fiat istiyor?

   Elcevab: Evet o Mün'im-i Hakikî, bizden o kıymetdar nimetlere, mallara bedel istediği fiat ise; üç şeydir.

Biri: Zikir.

Biri: Şükür.

Biri: Fikir'dir.

Başta "Bismillah" zikirdir.

Âhirde "Elhamdülillah" şükürdür.

Ortada, bu kıymetdar hârika-i san'at olan nimetler Ehad-i Samed'in mu'cize-i kudreti ve hediye-i rahmeti olduğunu düşünmek ve derketmek fikirdir.

Bir padişahın kıymetdar bir hediyesini sana getiren bir miskin adamın ayağını öpüp, hediye sahibini tanımamak ne derece belâhet ise, öyle de; zahirî mün'imleri medih ve muhabbet edip, Mün'im-i Hakikî'yi unutmak; ondan bin derece daha belâhettir.

   Ey nefis!

böyle ebleh olmamak istersen; Allah namına ver, Allah namına al, Allah namına başla, Allah namına işle.

Vesselâm.

Sözler - 7

YARDIMLAR ZEKAT NAMINA OLMAZSA

 Ey ehl-i kerem ve vicdan ve ey ehl-i sehavet ve ihsan!

   İhsanlar zekat namına olmazsa, üç zararı var.

Bazan da faidesiz gider.

Çünki Allah namına vermediğin için, manen minnet ediyorsun; bîçare fakiri minnet esareti altında bırakıyorsun.

Hem makbul olan duasından mahrum kalıyorsun.

Hem hakikaten Cenab-ı Hakk'ın malını ibadına vermek için bir tevziat memuru olduğun halde, kendini sahib-i mal zannedip bir küfran-ı nimet ediyorsun.

Eğer zekat namına versen; Cenab-ı Hak namına verdiğin için bir sevab kazanıyorsun, bir şükran-ı nimet gösteriyorsun.

O muhtaç adam dahi sana tabasbus etmeğe mecbur olmadığı için, izzet-i nefsi kırılmaz ve duası senin hakkında makbul olur.

Evet zekat kadar, belki daha ziyade nafile ve ihsan, yahut sair suretlerde verip riya ve şöhret gibi, minnet ve tezlil gibi zararları kazanmak nerede?

Zekat namına o iyilikleri yapıp, hem farzı eda etmek, hem sevabı, hem ihlası, hem makbul bir duayı kazanmak nerede?

Mektubat - 274

7 Şubat 2025 Cuma

DÖRT KELÂM

  Birinci Kelâm: 

اِنّ۪ى لَسْتُ مَالِك۪ى Ben kendime mâlik değilim.

Ancak mâlikim kâinatın mâlikidir.

Fakat kendime mâlik nazarıyla bakıyorum ki, Mâlik-i Hakikî'nin sıfâtını ve sıfatların bir derece mahiyetini ve hududunu bileyim.

Evet mevhum, mütenahî hududum ile Mâlik-i Hakikî'nin sıfatlarının bir cihette gayr-ı mütenahî hududunu bildim.

   İkinci Kelâm: 

اَلْمَوْتُ حَقٌّ Ölüm haktır.

Evet bu hayat ve bu beden şu azîm dünyaya direk olacak kabiliyette değildir.

Zira onlar demir ve taştan değildir.

Ancak et, kan ve kemik gibi mütehalif şeylerden terekküb etmiş.

Kısa bir zamanda tevafukları, içtimaları varsa da, iftirakları ve dağılmaları her vakit melhuzdur.

   Üçüncü Kelâm: 

رَبّ۪ى وَاحِدٌ Rabbim birdir.

Evet herkesin bütün saadetleri, bir Rabb-i Rahîm'e olan teslimiyete bağlıdır.

Aksi takdirde pek çok rablere muhtaç olur.

Çünki insan, câmiiyeti itibariyle bütün eşyaya ihtiyacı ve alâkası vardır.

Ve her şeye karşı (hissederek veya etmeyerek) teessürü elemleri vardır.

Bu ise tam cehennem gibi bir halettir.

Fakat erbab tevehhüm edilen esbab yed-i kudretine bir perde olan Rabb-i Vâhid'e teslimiyet, firdevsî bir vaziyettir.

   Dördüncü Kelâm: 

اَنَا ile tabir edilen benlik, yani kendisine bir vücud, bir kıymet vermektir ki; bu ene, Cenab-ı Hakk'ın sıfâtını, şuunatını bilmek için bir santral ve bir vâhid-i kıyasîdir.

Mesnevi-i Nuriye - 52

İNSANDA BAŞIBOŞ BIRAKILMAZ

    Kezalik bu dünya menzilinin ve içinde oturan insanların ahvaline dikkat edilirse anlaşılıyor ki: Bu dünya ebedî kalmak için yaratılmış bir menzil değildir.

Ancak Cenab-ı Hakk'ın ebedî ve sermedî olan "Dârü's-selâm" menziline davetlisi olan mahlukatın içtimaları için bir han ve bir bekleme salonudur.

Bu dünya menzilinde görünen leziz şeyler, lezzet ve zevk için değildir.

Çünki visallerinin lezzeti, firaklarının elemine mukabil gelmez.

   Maahâzâ o lezzetlerden hiç kimse tam manasıyla muradına nâil olamaz.

Ya o lezzetlerin ömürleri kısa olur veya insanın ömrü kısa olduğundan muradına yetişemez.

Ancak, o lezzetler ve o nefis şeyler ibret ve şükre sevk içindir.

Çünki onlar Cenab-ı Hakk'ın ehl-i iman için cennetlerde ihzar ettiği hakikî nimetlere numunelerdir.

Ve o müzeyyen masnuat-ı fâniye, fena ve adem için değildir.

Ancak, onların suretleri ve misalleri, manaları, neticeleri alınır; âlem-i bekada, ehl-i beka için ebedî manzaraların yapılmasına medar olurlar.

Yahut ebedî âlemde Sâni'-i Ebedî istediği şekillere sokar.

Çünki o masnuat, beka içindir.

Onların o zahirî ölüm ve fenaları; vazifelerinden terhistir, i'dam değildir.

   Evet onların ölümleri fena olsa bile, yalnız bir cihetten fenaya gider, çok cihetlerden bâki kalır.

Meselâ, Kudret-i Ezeliyenin yarattığı şu gül çiçeğine bak!

Evet nasıl bir kelime ağızdan çıkar çıkmaz zahiren fenaya giderse de, Allah'ın izniyle kulaklarda, kâğıtlarda, kitablarda milyonlarca timsalleri kaldığı gibi, akıllarda da akıllar adedince manaları kalır.

   Kezalik o gül kısa bir zamanda vazifesi tamam olur olmaz solar, ölür gider.

Amma onu gören bütün insanların kuvve-i hâfızalarında ve halefiyle hâmile olan tohumlarında suretleri, manaları bâkidir.

Demek o gülün tohumu olsun, kuvve-i hâfızalar olsun, o gül çiçeğinin suretini, zînetini, menzilini hıfz için sanki birer fotoğraf ve bekası için birer menzildir.

   Ey arkadaş!

İnsan da başıboş, serseri, sahibsiz bir hayvan değildir.

Ancak onun da bütün harekât ve ef'ali yazılıyor, tesbit ediliyor ve a'malinin neticeleri hıfzediliyor ki, muhasebe-i kübrada ona göre derece alsın.

Mesnevi-i Nuriye - 43

SEN ASİ DEĞİLSİN

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Mer'ayı tecavüz eden koyun sürüsünü çevirtmek için çobanın attığı taşlara musab olan bir koyun, lisan-ı haliyle: "Biz çobanın emri altındayız.

O bizden daha ziyade faidemizi düşünür.

Madem onun rızası yoktur, dönelim." diye kendisi döner, sürü de döner.

   Ey nefis!

Sen o koyundan fazla âsi ve dâll değilsin.

Kaderden sana atılan bir musibet taşına maruz kaldığın zaman,

اِنَّا لِلّٰهِ وَ اِنَّا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ

söyle ve Merci-i Hakikî'ye dön, imana gel, mükedder olma.

O seni senden daha ziyade düşünür.

Mesnevi-i Nuriye - 120

BİZE AİT İŞLER

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Dünyada sana ait çok emirler vardır.

Amma ne mahiyetlerinden ve ne âkıbetlerinden haberin olmuyor.

Biri, ceseddir.

Evet cesedin genç iken latîf, zarif ve güzel gül çiçeğine benzerse de, ihtiyarlığında kuru ve uyuşmuş kış çiçeğine benzer ve tahavvül eder.

   Biri de, hayat ve hayvaniyettir.

Bunun da sonu ölüm ve zevaldir.

   Biri de insaniyettir.

Bu ise, zeval ve beka arasında mütereddiddir.

Daim-i Bâki'nin zikri ile muhafazası lâzımdır.    Biri de ömür ve yaşayıştır.

Bunun da hududu tayin edilmiştir.

Ne ileri ve ne de geri bir adım atılamaz.

Bunun için elem çekme, mahzun olma.

Tahammülünden âciz, tâkatinden hariç olduğun tûl-i emel yükünü yüklenme!

   Biri de, vücuddur.

Vücud zâten senin mülkün değildir.

Onun mâliki ancak Mâlikü'l-Mülk'tür.

Ve senden daha ziyade senin vücuduna şefkatlidir.

Binaenaleyh Mâlik-i Hakikî'nin daire-i emrinden hariç o vücuda karıştığın zaman zarar vermiş olursun.

(Ümidsizliği intac eden hırs gibi.)

   Biri de bela ve musibetlerdir.

Bunlar zâildir, devamları yoktur.

Zevalleri düşünülürse, zıdları zihne gelir, lezzet verir.

   Biri de, sen burada misafirsin ve buradan da diğer bir yere gideceksin.

Misafir olan kimse, beraberce götüremediği bir şeye kalbini bağlamaz.

Bu menzilden ayrıldığın gibi, bu şehirden de çıkacaksın.

Ve keza bu fâni dünyadan da çıkacaksın.

Öyle ise, aziz olarak çıkmaya çalış.

Vücudunu Mûcidine feda et.

Mukabilinde büyük bir fiat alacaksın.

Çünki feda etmediğin takdirde, ya bâd-i heva zâil olur, gider; veya Onun malı olduğundan yine Ona rücu eder.

   Eğer vücuduna itimad edersen, ademe düşersin.

Çünki ancak vücudun terkiyle vücud bulunabilir.

Ve keza vücuduna kıymet vermek fikrinde isen, o vücuddan senin elinde ancak bir nokta kalabilir.

Bütün vücudun cihat-ı erbaasıyla ademler içerisinde kalır.

Amma o noktayı da elinden atarsan, vücudun tam manasıyla nurlar içinde kalır.

   Biri de dünyanın lezzetleridir.

Bu ise, kısmete bağlıdır.

Talebinde kalâka düşer.

Ve sür'at-i zevali itibariyle aklı başında olan onları kalbine alıp kıymet vermez.

   Dünyanın âkıbeti ne olursa olsun, lezaizi terketmek evlâdır.

Çünki âkıbetin ya saadettir, saadet ise şu fâni lezaizin terkiyle olur.

Veya şekavettir.

Ölüm ve i'dam intizarında bulunan bir adam, sehpanın tezyin ve süslendirilmesinden zevk ve lezzet alabilir mi?

Dünyasının âkıbetini küfür saikasıyla adem-i mutlak olduğunu tevehhüm eden adam için de, terk-i lezaiz evlâdır.

Çünki o lezaizin zevaliyle vukua gelen hususî ve mukayyed ademlerden adem-i mutlakın elîm elemleri her dakikada hissediliyor.

Bu gibi lezzetler, o elemlere galebe edemez.

Mesnevi-i Nuriye - 118

6 Şubat 2025 Perşembe

ENE VE TABİAT TAGUTU

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Otuz seneden beri iki tağut ile mücadelem vardır.

Biri insandadır, diğeri âlemdedir.

Biri "Ene"dir, diğeri "Tabiat"tır.

Birinci tağutu gayr-ı kasdî, gölgevari bir âyine gibi gördüm.

Fakat o tağutu kasden veya bizzât nazar-ı ehemmiyete alanlar, Nemrud ve Firavun olurlar.

   İkinci tağut ise, onu İlahî bir san'at, Rahmanî bir sıbgat, yani nakışlı bir boya şeklinde gördüm.

Fakat gaflet nazarıyla bakılırsa, tabiat zannedilir ve maddiyyunlarca bir ilah olur.

Maahâzâ o tabiat zannedilen şey, İlahî bir san'attır.

Cenab-ı Hakk'a hamd ve şükürler olsun ki, Kur'anın feyziyle, mezkûr mücadelem her iki tağutun ölümüyle ve her iki sanemin kırılmasıyla neticelendi.

Mesnevi-i Nuriye - 118

GÜNAHIN KÜÇÜKLÜĞÜNE ALDANMA

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Şu görünen umumî âlemde her insanın hususî bir âlemi vardır.

Bu hususî âlemler, umumî âlemin aynıdır.

Yalnız umumî âlemin merkezi şemstir.

Hususî âlemlerin merkezi ise şahıstır.

Her hususî âlemin anahtarları o âlemin sahibinde olup letaifiyle bağlıdır.

O şahsî âlemlerin safveti, hüsnü ve kubhu, ziyası ve zulmeti, merkezleri olan eşhasa tâbidir.

Evet âyinede irtisam eden bir bahçe hareket, tagayyür ve sair ahvalinde âyineye tâbi olduğu gibi, her şahsın âlemi de merkezi olan o şahsa tâbidir.

Gölge ve misal gibi.

   Binaenaleyh cisminin küçüklüğüne bakıp da günahlarını küçük zannetme.

Çünki kalbin kasavetinden bir zerre, senin şahsî âleminin bütün yıldızlarını küsufa tutturur.

Mesnevi-i Nuriye - 117

BİR NAR TANESİ NE KADAR ?

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Küre-i arz mağazasından me'kûlat ve meşrubat ve libas ve sair ihtiyaçlarınızı temin ediyorsunuz.

Parasız aldığınız bu malları İlahî hazineden almayıp birer birer esbaba yaptıracak olursanız, acaba bir nar tanesini ne kadar zamanlarda elde edip, ne kadar pahalı alacaksınız?

Çünki o nar, bütün eşya ile alâkadardır.

Az bir zamanda, az bir kıymetle husule gelmesi imkân haricidir.

Ve aynı zamanda ondaki zînet, intizam, san'at, rayiha, tat ve koku gibi latîf şeylerden anlaşılıyor ki, o nar tanesi öyle bir Sâni'in masnuudur ki, icadında külfet ve mübaşeret yoktur.

   Mes'ele böyle olduğu halde, haşeratın zevk ve heveslerini tatmin için her bir noktasında bin türlü i'caz nükteleri bulunan o küre-i arz mağazasındaki eşyanın Sâni'i ya şuursuz, hissiz, iradesiz, ilimsiz, ihtiyarsız, kemalsizdir ki, bu kadar bol zîkıymet antika eşyayı parasız dağıtıyor.

Bu bâtıl ihtimal, isbata muhtaç olmayan bedihî bir hakikattir.

Veya o hazine sahibi o hazineyi âhirete gitmek üzere gelip muvakkaten kalan insanlara İlahî ve Rahmanî bir sofra olarak yaratmıştır.

O hazine-i gaybda eşyanın icadı "Kün" emri ile bağlıdır. Ve bütün eşyanın melekûtiyetleri santral gibi Hakîm, Kadîr, Mürîd, Alîm bir Vâcibü'l-Vücud'un yed-i kudretindedir.

   Maahâzâ o İlahî sofradaki eşya yalnız insan ve hayvanların lezzet ve zevklerini tatmin için değildir.

Her bir ferd-i müstehlikte zevilhayata ait cüz'î faidelerden başka esma-i İlahiyenin tecelliyatına ve faaliyetteki esrar ve şuunatına ait gayr-ı mütenahî hikmetler, gayeler vardır.

Öyle ise, bu ziyafet-i âmme ve bu feyz-i âmmın bir kör kuvvetten neş'et etmesi ve bu eşyanın semeratı sel gibi akıp ittifakı ve tesadüfün eline havalesi muhaldir.

Çünki o eşyanın intizamlı hakîmane teşahhusatı ve şuurkârane muhkem hususiyatı kör tesadüf ve ittifakı reddediyor.

Öyle de: O sofra-i rahmetteki ucuzluk ve kolaylık ve çokluk o eşyanın bir Cevvad-ı Mutlak'tan, bir Hakîm-i Mutlak'tan, bir Kadîr-i Mutlak'tan geldiğini gösteren şahidlerdir.

Mesnevi-i Nuriye - 111

5 Şubat 2025 Çarşamba

DUANIN NEDENİ İHTİYAÇTIR

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Acz, nidanın madenidir.

İhtiyaç duanın menbaıdır.

   Feyâ Rabbî, yâ Hâlıkî, yâ Mâlikî!

Seni çağırmakta hüccetim hâcetimdir.

Sana yaptığım dualarda uddetim fâkatimdir.

Vesilem fıkdan-ı hile ve fakrımdır.

Hazinem aczimdir.

Re'sü'l-malım, emellerimdir.

Şefiim, Habibin (Aleyhissalâtü Vesselâm) ve rahmetindir.

Afveyle, mağfiret eyle ve merhamet eyle yâ Allah yâ Rahman yâ Rahîm!

Âmîn!

Mesnevi-i Nuriye - 106

NİMET VERENDEN GAFLET

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Kur'an-ı Kerim nimetleri, âyetleri, delilleri ta'dad ederken

فَبِاَىِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ

âyet-i celilesi tekrar ile zikredilmekte olduğundan şöyle bir delalet vardır ki: Cin ve insin en çok isyanlarını, en şedid tuğyanlarını, en azîm küfranlarını tevlid eden şöyle bir vaziyetleridir ki; nimet içinde in'amı görmüyorlar.

İn'amı görmediklerinden Mün'im-i Hakikî'den gaflet ederler.

Mün'imden gafletleri saikasıyla o nimetleri esbaba veya tesadüfe isnad ederek, Allah'tan o nimetlerin geldiğini tekzib ediyorlar.

Binaenaleyh herbir nimetin bidayetinde, mü'min olan kimse Besmeleyi okusun.

Ve o nimetin Allah'tan olduğunu kasdetmekle, kendisi ancak Allah'ın ismiyle, Allah'ın hesabına aldığını bilerek, Allah'a minnet ve şükranla mukabelede bulunsun.

Mesnevi-i Nuriye - 95

4 Şubat 2025 Salı

OKUNAN FATİHA HER RUHA ULAŞIR

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   İnsanın bir akrabasına (meselâ) okuduğu bir Fatiha-i Şerife'den hasıl olan sevabda istifade etmekte, bir ile bin müsavidir.

Nasıl ki ağızdan çıkan bir lafzın işitilmesinde, bir cemaat ile bir ferd bir olur.

Çünki latîf şeyler matbaa gibidir.

Basılan bir kelimeden bin kelime çıkar.

   Ve keza nuranî şeylerde vahdet ile beraber tekessür olduğuna, yani bir nuranî şeyde bin sevab bulunduğuna bir işarettir...

Mesnevi-i Nuriye - 88

ŞÖHRET AYNI RİYA MÜLK ALLAH'IN

 Remz 

   Ey insan!

Senin vücudunun sahasında yapılan fiiller ve işlerden senin yed-i ihtiyarında bulunan, ancak binde bir nisbetindedir.

Bâki kalan Mâlikü'l-Mülk'e aittir.

Binaenaleyh kendi kuvvetine göre yük al.

Yoksa altında ezilirsin.

Kıl kadar bir şuur ile, büyük taşları kaldırmak teşebbüsünde bulunma.

Mâlikinin izni olmaksızın, O'nun mülküne el uzatma.

Binaenaleyh gafletle, kendi hesabına bir iş yaptığın zaman, haddini tecavüz etme.

Eğer Mâlikin hesabına olursa istediğin şeyi al ve yap.

Fakat izin ve meşiet ve emri dairesinde olmak şartıyla.

İzin ve meşietini de şeriatından öğrenirsin.

   Remz 

   Ey şan ve şerefi, nam ve şöhreti isteyen adam!

Gel, o dersi benden al.

Şöhret ayn-ı riyadır ve kalbi öldüren zehirli bir baldır.

Ve insanı insanlara abd ve köle yapar.

O bela ve musibete düşersen اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ de, o beladan kurtul...

Mesnevi-i Nuriye - 82