12 Kasım 2023 Pazar

EMANETİ SAHİBİ HAKİKİSİNE SATMAK

 "Madem herşey elimizden çıkacak, fâni olup kaybolacak.

Acaba bâkiye tebdil edip ibka etmek çaresi yok mu?" deyip, düşünürken birden semavî sadâ-yı Kur'an işitiliyor.

Der: "Evet var.

Hem, beş mertebe kârlı bir surette güzel ve rahat bir çaresi var."

   Sual: 

   Nedir?

   Elcevab: 

   Emaneti, sahib-i hakikîsine satmak.. İşte o satışta, beş derece kâr içinde kâr var.

   Birinci kâr: 

   Fâni mal, beka bulur.

Çünki Kayyum-u Bâki olan Zât-ı Zülcelal'e verilen ve onun yolunda sarfedilen şu ömr-ü zâil, bâkiye inkılab eder, bâki meyveler verir.

O vakit ömür dakikaları, âdeta tohumlar, çekirdekler hükmünde zahiren fena bulur, çürür.

Fakat âlem-i bekada, saadet çiçekleri açarlar ve sünbüllenirler.

Ve Âlem-i Berzah'ta ziyadar, munis birer manzara olurlar.

   İkinci kâr: 

   Cennet gibi bir fiat veriliyor.

   Üçüncü kâr: 

   Her a'zâ ve hâsselerin kıymeti, birden bine çıkar.

Meselâ: Akıl bir âlettir.

Eğer Cenab-ı Hakk'a satmayıp belki nefis hesabına çalıştırsan, öyle meş'um ve müz'iç ve muacciz bir âlet olur ki; geçmiş zamanın âlâm-ı hazînanesini ve gelecek zamanın ehval-i muhavvifanesini senin bu bîçare başına yükletecek, yümünsüz ve muzır bir âlet derekesine iner.

İşte bunun içindir ki: Fâsık adam, aklın iz'ac ve tacizinden kurtulmak için, galiben ya sarhoşluğa veya eğlenceye kaçar.

Eğer Mâlik-i Hakikî'sine satılsa ve onun hesabına çalıştırsan; akıl, öyle tılsımlı bir anahtar olur ki: Şu kâinatta olan nihayetsiz rahmet hazinelerini ve hikmet definelerini açar.

Ve bununla sahibini, saadet-i ebediyeye müheyya eden bir mürşid-i Rabbanî derecesine çıkar.

Meselâ: Göz bir hâssedir ki, ruh bu âlemi o pencere ile seyreder.

Eğer Cenab-ı Hakk'a satmayıp belki nefis hesabına çalıştırsan; geçici, devamsız bazı güzellikleri, manzaraları seyr ile şehvet ve heves-i nefsaniyeye bir kavvad derekesinde bir hizmetkâr olur.

Eğer gözü, gözün Sâni'-i Basîr'ine satsan ve onun hesabına ve izni dairesinde çalıştırsan; o zaman şu göz, şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir mütalaacısı ve şu âlemdeki mu'cizat-ı san'at-ı Rabbaniyenin bir seyircisi ve şu Küre-i Arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin mübarek bir arısı derecesine çıkar.

Meselâ: Dildeki kuvve-i zaikayı, Fâtır-ı Hakîm'ine satmazsan, belki nefis hesabına, mide namına çalıştırsan; o vakit midenin tavlasına ve fabrikasına bir kapıcı derekesine iner, sukut eder.

Eğer Rezzak-ı Kerim'e satsan; o zaman dildeki kuvve-i zaika, rahmet-i İlahiye hazinelerinin bir nâzır-ı mahiri ve Kudret-i Samedaniye matbahlarının bir müfettiş-i şâkiri rütbesine çıkar.

   İşte ey akıl, dikkat et!

Meş'um bir âlet nerede?

Kâinat anahtarı nerede?

Ey göz, güzel bak!

Âdi bir kavvad nerede?

Kütübhane-i İlahînin mütefennin bir nâzırı nerede?

Ve ey dil, iyi tad!

Bir tavla kapıcısı ve bir fabrika yasakçısı nerede?

Hazine-i hâssa-i rahmet nâzırı nerede?

   Ve daha bunlar gibi başka âletleri ve a'zâları kıyas etsen anlarsın ki: Hakikaten mü'min Cennet'e lâyık ve kâfir Cehennem'e muvafık bir mahiyet kesbeder.

Ve onların herbiri, öyle bir kıymet almalarının sebebi: Mü'min, imanıyla Hâlıkının emanetini, onun namına ve izni dairesinde istimal etmesidir.

Ve kâfir, hıyanet edip nefs-i emmare hesabına çalıştırmasıdır.

   Dördüncü Kâr: 

   İnsan zaîftir, belaları çok.

Fakirdir, ihtiyacı pek ziyade.

Âcizdir, hayat yükü pek ağır.

Eğer Kadîr-i Zülcelal'e dayanıp tevekkül etmezse ve itimad edip teslim olmazsa, vicdanı daim azab içinde kalır.

Semeresiz meşakkatler, elemler, teessüfler onu boğar.

Ya sarhoş veya canavar eder.

   Beşinci kâr: 

   Bütün o a'zâ ve âletlerin ibadeti ve tesbihatı ve o yüksek ücretleri, en muhtaç olduğun bir zamanda, Cennet yemişleri suretinde sana verileceğine; ehl-i zevk ve keşif ve ehl-i ihtisas ve müşahede ittifak etmişler.

Sözler - 26

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder