İnsan, şu kâinatın hakaiklerine bir vâhid-i kıyasîdir, bir fihristedir, bir mikyastır ve bir mizandır.
Meselâ: Kâinatta Levh-i Mahfuz'un gayet kat'î bir delil-i vücudu ve bir numunesi, insandaki kuvve-i hâfızadır ve âlem-i misalin vücuduna kat'î delil ve numune, kuvve-i hayaliyedir
{(Haşiye): Evet nasılki insanın anasırları, kâinatın unsurlarından; ve kemikleri, taş ve kayalarından; ve saçları nebat ve eşcarından; ve bedeninde cereyan eden kan ve gözünden, kulağından, burnundan ve ağzından akan ayrı ayrı suları, Arz'ın çeşmelerinden ve madenî sularından haber veriyorlar, delalet edip onlara işaret ediyorlar.
Aynen öyle de; insanın ruhu âlem-i ervahtan ve hâfızaları Levh-i Mahfuz'dan ve kuvve-i hayaliyeleri âlem-i misalden.. ve hâkeza herbir cihazı bir âlemden haber veriyorlar.
Ve onların vücudlarına kat'î şehadet ederler.}
ve kâinattaki ruhanîlerin bir delil-i vücudu ve numunesi, insandaki kuvvelerdir ve latîfelerdir ve hâkeza...
İnsan, küçük bir mikyasta, kâinattaki hakaik-i imaniyeyi şuhud derecesinde gösterebilir.
İşte insanın mezkûr vazifeler gibi çok mühim hizmetleri var.
Cemal-i bâkiye âyinedir, kemal-i sermedîye dellâl-ı mazhardır ve rahmet-i ebediyeye muhtac-ı müteşekkirdir.
Madem cemal, kemal, rahmet bâkidirler ve sermedîdirler; elbette o cemal-i bâkinin âyine-i müştakı ve o kemal-i sermedînin dellâl-ı âşıkı ve o rahmet-i ebediyenin muhtac-ı müteşekkiri olan insan, bâki kalmak için, bir dâr-ı bekaya girecek ve o bâkilere refakat için ebede gidecek ve o ebedî cemal ve o sermedî kemal ve daimî rahmete, ebedü'l-âbâdda refakat etmek gerektir, lâzımdır.
Çünki ebedî bir cemal, fâni bir müştaka ve zâil bir dosta razı olmaz.
Çünki cemal, kendini sevdiği için, sevmesine mukabil muhabbet ister.
Zeval ve fena ise, o muhabbeti adavete kalbeder, çevirir.
Eğer insan ebede gidip bâki kalmazsa, fıtratındaki cemal-i sermedîye karşı olan esaslı muhabbet yerine adavet bulunacaktır.
Lemalar - 355
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder