اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَت۪ينُ
sırrıyla,
وَمَا مِنْ دَٓابَّةٍ فِى الْاَرْضِ اِلَّا عَلَى اللّٰهِ رِزْقُهَا
sarahatiyle; ummadığı tarzda yaşayacak kadar rızkını bulacak.
Çünki şu âyet taahhüd ediyor.
Evet rızk ikidir:
Biri hakikî rızıktır ki, onunla yaşayacak.
Bu âyetin hükmü ile o rızk, taahhüd-ü Rabbanî altındadır.
Beşerin sû'-i ihtiyarı karışmazsa, o zarurî rızkı her halde bulabilir.
Ne dinini, ne namusunu, ne izzetini feda etmeğe mecbur olmaz.
İkincisi: Rızk-ı mecazîdir ki, sû'-i istimalât ile hâcat-ı gayr-ı zaruriye hâcat-ı zaruriye hükmüne geçip, görenek belasıyla tiryaki olup, terkedemiyor.
İşte bu rızk, taahhüd-ü Rabbanî altında olmadığı için; bu rızkı tahsil etmek, hususan bu zamanda çok pahalıdır.
Başta izzetini feda edip zilleti kabul etmek, bazan alçak insanların ayaklarını öpmek kadar manen bir dilencilik vaziyetine düşmek, bazan hayat-ı ebediyesinin nuru olan mukaddesat-ı diniyesini feda etmek suretiyle o bereketsiz menhus malı alır.
Hem bu fakr u zaruret zamanında, aç ve muhtaç olanların elemlerinden ehl-i vicdana rikkat-i cinsiye vasıtasıyla gelen teellüm; o gayr-ı meşru bir surette kazandığı para ile aldığı lezzeti, vicdanı varsa acılaştırıyor.
Böyle acib bir zamanda, şübheli mallarda, zaruret derecesinde iktifa etmek lâzımdır.
Lemalar- 142
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder