30 Temmuz 2025 Çarşamba

ALLAH'I BİLEN ALLAH'DAN KORKAR

 Evet ârif-i billah, aczden, mehafetullahtan telezzüz eder.

Evet havfta lezzet vardır.

Eğer bir yaşındaki bir çocuğun aklı bulunsa ve ondan sual edilse: "En leziz ve en tatlı haletin nedir?" Belki diyecek: "Aczimi, zaafımı anlayıp, vâlidemin tatlı tokatından korkarak yine vâlidemin şefkatli sinesine sığındığım halettir." Halbuki bütün vâlidelerin şefkatleri, ancak bir lem'a-i tecelli-i rahmettir.

Onun içindir ki: Kâmil insanlar, aczde ve havfullahta öyle bir lezzet bulmuşlar ki; kendi havl ve kuvvetlerinden şiddetle teberri edip, Allah'a acz ile sığınmışlar.

Aczi ve havfı, kendilerine şefaatçı yapmışlar.

   Diğer ilâç ise, şükür ve kanaat ile taleb ve dua ve Rezzak-ı Rahîm'in rahmetine itimaddır.

Öyle mi?

Evet, bütün yeryüzünü bir sofra-i nimet eden ve bahar mevsimini bir çiçek destesi yapan ve o sofranın yanına koyan ve üstüne serpen bir Cevvad-ı Kerim'in misafirine fakr u ihtiyaç, nasıl elîm ve ağır olabilir?

Belki fakr u ihtiyacı, hoş bir iştiha suretini alır.

İştiha gibi fakrın tezyidine çalışır.

Onun içindir ki: Kâmil insanlar, fakr ile fahretmişler.

Sakın yanlış anlama!

Allah'a karşı fakrını hissedip yalvarmak demektir.

Yoksa fakrını halka gösterip, dilencilik vaziyetini almak demek değildir.

Ve o bilet, sened ise; başta namaz olarak eda-i feraiz ve terk-i kebairdir.

Öyle mi?

Evet bütün ehl-i ihtisas ve müşahedenin ve bütün ehl-i zevk ve keşfin ittifakıyla; o uzun ve karanlıklı ebedü'l-âbâd yolunda zâd ve zahîre, ışık ve burak; ancak Kur'anın evamirini imtisal ve nevahisinden içtinab ile elde edilebilir.

Yoksa fen ve felsefe, san'at ve hikmet, o yolda beş para etmez.

Onların ışıkları, kabrin kapısına kadardır.


   İşte ey tenbel nefsim!

Beş vakit namazı kılmak, yedi kebairi terketmek; ne kadar az ve rahat ve hafiftir.

Neticesi ve meyvesi ve faidesi ne kadar çok mühim ve büyük olduğunu; aklın varsa, bozulmamış ise anlarsın.

Ve fısk ve sefahete seni teşvik eden şeytana ve o adama dersin: Eğer ölümü öldürüp, zevali dünyadan izale etmek ve aczi ve fakrı, beşerden kaldırıp kabir kapısını kapamak çaresi varsa, söyle dinleyelim.

Yoksa sus.

Kâinat mescid-i kebirinde Kur'an kâinatı okuyor!

Onu dinleyelim.

O nur ile nurlanalım, hidayetiyle amel edelim ve onu vird-i zeban edelim.

Evet söz odur ve ona derler.

Hak olup, Hak'tan gelip Hak diyen ve hakikatı gösteren ve nuranî hikmeti neşreden odur.

Sözler - 32

28 Temmuz 2025 Pazartesi

GÜZEL AHLAKIMIZ ECNEBİLERDE YERLEŞMİŞ

    Bizden aldıkları seciye-i milliye ile, bir adam onlarda der: "Eğer ben ölsem milletim sağ olsun.

Çünki milletimin içinde bir hayat-ı bâkiyem var." İşte bu kelimeyi bizden almışlar ve terakkiyatlarında en metin esas da budur.

Bizden hırsızlamışlar.

Bu kelime ise, din-i haktan ve iman hakikatlarından çıkar.

O bizim, ehl-i imanın malıdır.

Halbuki ecnebilerden içimize giren pis ve fena seciye itibariyle bir hodgâm adam bizde diyor: "Ben susuzluktan ölsem, yağmur hiçbir daha dünyaya gelmesin.

Eğer ben görmezsem bir saadeti, dünya istediği gibi bozulsun." İşte bu ahmakane kelime dinsizlikten çıkıyor, âhireti bilmemekten geliyor.

Hariçten içimize girmiş, zehirliyor.

Hem o ecnebilerin bizden aldıkları fikr-i milliyetle bir ferdi, bir millet gibi kıymet alıyor.

Çünki bir adamın kıymeti, himmeti nisbetindedir.

Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başıyla küçük bir millettir.

   Bazılarımızdaki dikkatsizlikten ve ecnebilerin zararlı seciyelerini almamızdan, kuvvetli ve kudsî İslâmî milliyetimizle beraber herkes "nefsî!

nefsî" demekle ve milletin menfaatini düşünmemekle -menfaat-i şahsiyesini düşünmekle- bin adam, bir adam hükmüne sukut eder.

مَنْ كَانَ هِمَّتُهُ نَفْسُهُ فَلَيْسَ مِنَ الْاِنْسَانِ لِاَنَّهُ مَدَنِىٌّ بِالطَّبْعِ Yani: Kimin himmeti yalnız nefsi ise, o insan değil.

Çünki insanın fıtratı medenîdir.

Ebna-i cinsini mülahazaya mecburdur.

Hayat-ı içtimaiye ile hayat-ı şahsiyesi devam edebilir.

Meselâ: Bir ekmeği yese kaç ellere muhtaç ve ona mukabil o elleri manen öptüğünü ve giydiği libasla kaç fabrikayla alâkadar olduğunu kıyas ediniz.

Hayvan gibi bir postla yaşıyamadığından ebna-i cinsiyle fıtraten alâkadar olduğundan ve onlara manevî bir fiat vermeğe mecbur bulunduğundan fıtratıyla medeniyetperverdir.

Menfaat-i şahsiyesine hasr-ı nazar eden, insanlıktan çıkar, masum olmayan câni bir hayvan olur.

Birşey elinden gelmese, hakikî özrü olsa o müstesna!.

Hutbe-i Şamiye - 58

ALTI HASTALIK

 Ecnebiler, Avrupalılar terakkide istikbale uçmalarıyla beraber bizi maddî cihette kurûn-u vustâda durduran ve tevkif eden altı tane hastalıktır.

O hastalıklar da bunlardır:

   Birincisi: Ye'sin, ümidsizliğin içimizde hayat bulup dirilmesi.

   İkincisi: Sıdkın hayat-ı içtimaiye-i siyasiyede ölmesi.

   Üçüncüsü: Adavete muhabbet.

   Dördüncüsü: Ehl-i imanı birbirine bağlayan nuranî rabıtaları bilmemek.

   Beşincisi: Çeşit çeşit sâri hastalıklar gibi intişar eden istibdad.

   Altıncısı: Menfaat-i şahsiyesine himmeti hasretmek.

   Bu altı dehşetli hastalığın ilâcını da bir tıp fakültesi hükmünde hayat-ı içtimaiyemizde, eczahane-i Kur'aniye'den ders aldığım "altı kelime" ile beyan ediyorum.

Mualecenin esasları onları biliyorum.

Hutbe-i Şamiye - 19

27 Temmuz 2025 Pazar

HER ŞEY ZIDDI İLE BİLİNİR

    Evet bu kâinatta hayır-şer, lezzet-elem, ziya-zulmet, hararet-bürudet, güzellik-çirkinlik, hidayet-dalalet birbirine karşı gelmesi ve içine girmesi, pek büyük bir hikmet içindir.

Çünki şer olmazsa, hayır bilinmez.

Elem olmazsa, lezzet anlaşılmaz.

Zulmetsiz ziya, ehemmiyeti olmaz.

Soğukla, hararetin dereceleri tahakkuk eder.

Çirkinlik ile, hüsnün tek bir hakikatı, bin hakikat ve binler çeşit hüsün mertebeleri vücud bulur.

Cehennem'siz Cennet'in pek çok lezzetleri gizli kalır.

Bunlara kıyasen, herşey bir cihette zıddıyla bilinebilir.

Ve bir tek hakikatı, sünbül verip çok hakikatlar olur.

Madem bu karışık mevcudat dâr-ı fâniden dâr-ı bekaya akıp gidiyor; elbette nasılki hayır, lezzet, ışık, güzellik, iman gibi şeyler Cennet'e akar.

Öyle de şer, elem, karanlık, çirkinlik, küfür gibi zararlı maddeler Cehennem'e yağar.

Ve bu mütemadiyen çalkanan kâinatın selleri o iki havuza girer, durur.

Asa-yı Musa - 50

EBEDİ CEHENNEM

    Madem küfür hadsiz hukuka bir tecavüzdür, elbette hadsiz bir cinayettir.

Öyle ise hadsiz bir azaba müstahak eder.

Madem bir dakika katl, onbeş sene cezada (sekiz milyona yakın dakikada) hapis azabını çekmesini adalet-i beşeriye kabul edip maslahata ve hukuk-u âmmeye muvafık görür.

Elbette bir küfür bin katl kadar olması cihetiyle, bir dakika küfr-ü mutlak, sekiz milyara yakın dakikalarda azab çekmesi, o kanun-u adalete muvafık geliyor.

Bir sene ömrünü o küfürde geçiren, iki trilyon sekizyüzseksen milyara yakın dakikada azaba müstahak ve خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَدًا sırrına mazhar olur.

Her ne ise...

Asa-yı Musa - 49

26 Temmuz 2025 Cumartesi

ŞİRKTEKİ MÜŞKİLAT

 Bütün eşya bir tek zâta verilse, bu kâinatın icadı ve tedbiri, bir ağaç kadar kolay ve bir ağacın halkı ve inşası, bir meyve kadar suhuletli ve bir baharın ibdaı ve idaresi, bir çiçek kadar âsân ve hadsiz efradı bulunan bir nev'in terbiyesi ve tedbiri, bir ferd kadar müşkilâtsız olur.

Eğer şirk yolunda esbab ve tabiata verilse; bir ferdin icadı, bir nevi belki neviler kadar ve bir çiçeğin hayatdar ibdaı ve teçhizi bir bahar, belki baharlar kadar ve bir meyvenin inşa ve ihyası bir ağaç, belki yüz ağaç kadar ve bir ağacın icadı ve inşa ve ihya ve idare ve terbiye ve tedbiri kâinat kadar, belki daha ziyade müşkil olur.Şualar-23

  ,,, Aynen öyle de: Tevhid yolunda herşey Kadîr-i Zülcelal'e intisab ve istinad ettiğinden, bir karınca bir Firavunu, bir sinek bir Nemrudu, bir mikrop bir cebbarı mağlub ettikleri gibi.. tırnak gibi bir çekirdek, dağ gibi bir ağacı omuzunda taşıyarak o ağacın bütün âlât ve cihazatının menşei ve mahzeni bir tezgâh olmakla beraber, her bir zerre dahi yüzbin san'atlarda ve tarzlarda bulunan cisimleri ve suretleri teşkil etmek hizmetinde bulunmak olan hadsiz vazifeleri, o intisab ve istinad ile görebilir.

Ve o küçücük memurların ve bu incecik askerlerin mazhar oldukları eserler gayet mükemmel ve san'atlı ve kıymetdar olur.

Çünki o eserleri yapan zât, Kadîr-i Zülcelal'dir.

Onların ellerine vermiş, onları perde yapmış.

Eğer şirk yolunda esbaba havale edilse; karıncanın eseri karınca gibi ehemmiyetsiz ve zerrenin san'atı zerre kadar kıymeti kalmaz ve herşey manen sukut ettiği gibi maddeten dahi o derece sukut edecekti ki, koca dünyayı beş para ile kimse almazdı.

Şualar - 25


25 Temmuz 2025 Cuma

İNŞALLAH DİKKATE ALINIR

 Adaletsiz düzen mensuplarına...! 

Her altı aylık enflason artışından sonra, çalışanların ve emeklilerin maaşlarına yapılacak zam, gündeme gelir.Günlerce tartışmalardan sonra, çeşitli oyunlarla düşük gösterilen enflasyonunda altında bir zam, ücretlere yansıtılır.Bu arada taraf medya başlar şu kadar zam bu kadar promasyon vs...vs... demeye.Bankalar ise hemen promasyon yarışına girerler.Faizin adını önce nema şimdide promasyon olarak lanse eden hükümet ise milleti bankalara muhtaç hale getirerek faizi meşrulaştırır.Borç bataklığında boğulan kahir ekseriyet, borcu borçla kapatmaya çalışır. Yeni deyimle yapılandırılarak  borç faizli taksitlere bölünür. Borç artarak ertelenip günü kurtarma çabasına girilir.

Bu durumun hiç iç açıcı olmadığı her geçen gün daha belirgin bir şekilde ortaya çıkmaktadır.İktidarın geçen yıllarda haksız ve adaletsiz bir şekilde çalışanlara verdiği seyyanen zam, hakkı olduğu halde emeklilerden esirgenmiş, bu haksızlık halâ da giderilmemiştir.Çalışan ve emekliler arasındaki maaş farkı, her yıl emeklilerin aleyhine açıldıkça açılmış emekliler perişan ve geçinemez hale gelmiştir.İsraf ve savurganlığın her kurum ve kuruluşta arttıkça arttığı bir zamanda, sabit gelirli ve yoksul halktan, harcamalarını kısmaları ve  tasarruf yapmaları istenmiştir.Temel gıda maddelerini dahi almakta zorlanan, büyük bir kesim yoksullaştıkça yoksullaşmış, ülke insanları maddi ve manevi sıkıntılarla sarsılmıştır.

Aileler huzursuz ve mutsuzlaşmış, geçim sıkıntısı nedeniyle boşanma ve kavgalar çoğalmıştır. Bu durumlar günlük haberler halinde insanların terdirgin olmasına neden olmuştur.

Hak ettiği seyyanen zammı bir an önce iktidar mensuplarından bekleyen emekliler, biraz üzgün birazda kırgındır.Adalet ve Kalkınma vadi ile yola çıkan bugünkü iktidar mensupları sözünde durarak bu milletin yüzde yirmisini teşkil eden emeklilerini, bir an önce hakları olan seyyanen zamlarını vererek sıkıntıdan kurtarsınlar.Şunu hiç kimse aklından çıkarmasın "Keser döner sap döner gün gelir hesap döner". Kiminin yolcu kiminin hancı olduğu bu ülkede, yolcu hancıya her zaman muhtaçtır.Hancının duası yolcunun rahat yolculuk yapmasını sağlar.Allah bu ülkenin huzuru için çalışan yöneticilerimize yardım etsin.

Rafet Özcan

24 Temmuz 2025 Perşembe

HER MAHLUK VAZİFELİ BİRER MEMUR

 Ve kâinat baştan başa gayet manidar bir kitab-ı Samedanî ve mevcudat ferşten arşa kadar gayet mu'cizane bir mecmua-i mektubat-ı Sübhaniye ve mahlukatın bütün taifeleri, gayet muntazam ve muhteşem bir ordu-yu Rabbanî ve masnuatın bütün kabileleri mikroptan, karıncadan tâ gergedana, tâ kartallara, tâ seyyarata kadar Sultan-ı Ezelî'nin gayet vazifeperver memurları olduğu bilinmesi ve herşey, âyinedarlık ve intisab cihetiyle binler derece kıymet-i şahsiyesinden daha yüksek kıymet almaları ve "Seyl-i mevcudat ve kafile-i mahlukat nereden geliyor ve nereye gidecek ve ne için gelmişler ve ne yapıyorlar?" diye halledilmeyen tılsımlı suallerin manaları ona inkişaf etmesi, ancak ve ancak sırr-ı tevhid iledir.

Yoksa kâinatın bu mezkûr yüksek kemalâtları sönecek ve o ulvî ve kudsî hakikatları zıdlarına inkılab edecek.

   İşte şirk ve küfür cinayeti, kâinatın bütün kemalâtına ve ulvî hukuklarına ve kudsî hakikatlarına bir tecavüz olduğu cihetledir ki, ehl-i şirk ve küfre karşı kâinat kızıyor ve semavat ve arz hiddet ediyor ve onların mahvına anasır ittifak edip, kavm-i Nuh Aleyhisselâm ve Âd ve Semud ve Firavun gibi ehl-i şirki boğuyor, gark ediyor.

تَكَادُ تَمَيَّزُ مِنَ الْغَيْظِ âyetinin sırrıyla Cehennem dahi ehl-i şirk ve küfre öyle kızıyor ve kızışıyor ki, parçalanmak derecesine geliyor.

Evet şirk, kâinata karşı büyük bir tahkir ve azîm bir tecavüzdür.

Ve kâinatın kudsî vazifelerini ve hilkatin hikmetlerini inkâr etmekle şerefini kırıyor.

Şualar - 12

KARINCA VE FİRAVUN

 Madem herkes efendisinin şerefiyle ve mensub olduğu zâtın makamıyla ve şöhretiyle iftihar eder, bir izzet peyda eder; elbette nur-u iman ile bu mensubiyetin ve memlukiyetin inkişafı suretinde, bir karınca bir firavunu o mensubiyet kuvvetiyle mağlub ettiği gibi (o mensubiyet şerefiyle dahi) gafil ve kendi kendine mâlik ve başıboş kendini zanneden ve ecdadıyla ve mülk-ü Mısır ile iftihar eden ve kabir kapısında o iftiharı sönen bin firavun kadar iftihar edebilir.

Ve sinek dahi Nemrud'un sekerat vaktinde azaba ve hicaba inkılab eden iftiharına karşı kendi mensubiyetinin şerefini irae edip, onunkini hiçe indirebilir.

   İşte اِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظ۪يمٌ âyeti, şirkte hadsiz ve çok büyük bir zulüm bulunduğunu ifade ile bildirir.

Şirk öyle bir cürümdür ki, herbir mahlukun hakkına ve şerefine ve haysiyetine bir tecavüzdür.

Ancak onu Cehennem temizler.

Şualar - 11

23 Temmuz 2025 Çarşamba

ALLAH KORKUSU

Allah’tan Korkmuyor Musun?

Hz. Ömer (r.a.)’in İbretlik Uyarısı

Hz. Ömer (r.a.) hilafet yıllarında zaman zaman tebdil-i kıyafetle halkın arasına karışır, onların hâlini, derdini görmek isterdi. Bir gün yine Medine dışına çıktığında bir çobanın develerini otlattığını gördü. Sürüde iri yarı, güçlü bir devenin ayaklarının bağlı olduğunu fark etti. Çobana sordu:

“Bu devenin ayaklarını neden bağladın?”

Çoban şöyle cevap verdi:
“Bu deve çok azgın, sürüdeki diğer develere saldırıyor, zarar veriyor. Onun için ayaklarını bağladım.”

Hz. Ömer devenin yanına yaklaşıp kulağına eğildi ve şu sözleri fısıldadı:

“Ey deve, Allah’tan korkmuyor musun da başkalarına eziyet ediyorsun? Unutma, sen de bir gün öleceksin.”

Aradan bir ay geçti. Hz. Ömer yine aynı yerden geçerken, o iri yarı devenin iyice zayıflayıp, hastalandığını gördü. Çobana sordu:

“Bu deveye ne oldu, neden bu kadar perişan?”

Çoban dedi ki:
“Ey Müminlerin Emiri, bir ay önce buradan geçen bir yolcu bu devenin kulağına bir şeyler söyledi. O günden beri yemeden, içmeden kesildi. Ne azgınlık kaldı ne saldırganlık… Şimdi sadece perişan hâlde.”


Bir deve bile, ‘Allah’tan korkmuyor musun?’ ikazıyla kendine geliyor, yaptığı zulümden, haksızlıktan vazgeçiyor. Peki biz insanlar, ne zaman kendimize geleceğiz?

Bugün İslâm âlemine baktığımızda; zulüm, adaletsizlik, fitne, kin ve nefret eksik olmuyor. Hutbeler okunuyor, vaazlar yapılıyor ama dinleyenlerin kalbinde, bir devenin gösterdiği incelik bile oluşmuyor.

Eğer gerçekten Allah korkusu kalplere işlerse;
✅ Zengin, fakirin hakkını yemez.
✅ Güçlü, zayıfı ezmez.
✅ Zulüm yerini adalete, kin yerini muhabbet ve kardeşliğe bırakır.

Ama kalpler katılaşmışsa, taş gibi olmuşsa, onları ancak Kur'an’ın nuru ve onun bu çağdaki en büyük tefsirlerinden olan Risale-i Nur yumuşatabilir.

Üstad Bediüzzaman’ın dediği gibi:

“Mesleğimiz Sahabe mesleğidir.”

Çünkü Risale-i Nur, Asr-ı Saadet’in ruhunu ve temiz iklimini bu karanlık zamanlara taşıyan bir rahmet pınarıdır.

Allah’tan korkalım ki, insanlığımızı kaybetmeyelim!

Rafet Özcan







21 Temmuz 2025 Pazartesi

YENİ ASYA'DA YAZIYORUM

  Yeni Asya;Hak,hukuk adalet dediği için, ora da yazıyorum

Yeni Asya; İlk yayın hayatına başladığı günden beri inançlı ve ahlâklı nesiller yetiştirmeyi varlık gayesi bilmiş, demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, adaletin tesisini, hak ve özgürlüklerin korunmasını esas almıştır.

Bu amaçla bütün askeri ve sivil darbelere ve vesayet odaklarına karşı fikri mücadele etmiştir. Bu toprakların ruhunu ortaya koyan müspet hareket anlayışının sözcüsü olmuş, her türlü ırkçılık, mezhepçilik ve ayrımcılığı reddetmiş, şahsi kusurlarla ilgilenmemiş, objektif habercilik ve bilgilendirme anlayışına dayanarak, yayınlarında doğruluk prensibini rehber tutmuştur. Bu yönüyle toplumsal değerlere duyarlılık gösterirken diğer yandan da bir iletişim aracı olarak toplumsal uzlaşmaya katkı sağlamıştır.

“Hakkın ve vicdanın sesi olma” çabasından dolayı antidemokratik uygulamalara maruz kalan, zorlama, tehdit ve kapatmalarla susturulmak istenen Yeni Asya, “Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam” inancıyla, hakkı seslendirmeye devam edecektir. Birlik ve beraberliğimizi tehdit eden bütün tehlikeler hukukun üstünlüğü, adalet ve eşitlik prensiplerini ihtiva eden demokratik değerler ve teamüller ile ortadan kaldırılabilir.

Gelişen sosyal ve siyasî olayları analiz ettiğimizde “demokratlık” anlayışına, demokrat zihniyete ve temsilcilerine daha fazla ihtiyaç olduğu görülmektedir. Bu yönüyle siyasî iktidarlara düşen, “fikrî iktidar” veya “kültürel iktidar” olmayı sağlamak ve hayatın her alanında kendi rengini hâkim kılmak değil, temel hak ve hürriyetleri teminat altına alarak bu konuda çalışanların önünü açmaktır. İslam’ın ruhuna en uygun hayat biçimlerinden biri olan demokratlık; ötekileştirmeyen, farklılıkları zenginlik olarak algılayan, ötekini hain ilan etmeyen, adil ve hürriyetçi kuralların hayat bulması için çalışan ve hukukun üstünlüğüne inanan bir zihniyet ve tavrı ifade etmektedir.  Zira fikirlerin ve düşüncelerin seslendirilmesi temel bir insan hakkıdır. Bu yönüyle demokratik bir tartışma ortamının herkesin yararına olacağı gözden kaçırılmamalı, demokratlara “nokta-i istinat” olma misyonu, “Demokrat Türkiye” özlemiyle devam ettirilmelidir.

“Medenilere galebe çalmak ikna iledir” düsturundan hareketle, şiddet, silah ve güç kullanımının yerine, toplumun diyalog ve uzlaşma ile gelişeceği bir vakıadır. Liyakat, dürüstlük, adalet, şeffaflık, hoşgörü gibi ahlaki ilkeler, toplumun bütün kesimleri tarafından kabul görerek sadece sözde kalmamalı hayatın her alanında hâkim kılınmalıdır.  “Adalet, meşveret ve kanun hakimiyeti” ilkesinden hareketle, hukukun üstünlüğü, kanunların adil ve evrensel hukuk normlarına uygun olması, herkesin eşit ve adil bir şekilde muamele görmesi, temel hak ve hürriyetlerin koruma altına alınması, küçük ya da büyük her hakkın gözetilmesi, devlet için şahsın haklarının feda edilmemesi bir hukuk devletinin en önemli özelliklerindendir.

Yeni Asya, din ve vicdan hürriyetinin önemine dikkat çekerek, farklı kültürlerden ve inançlardan insanların bir arada yaşamasını bir hak olarak görmektedir. Bu değerleri anlama, saygı gösterme, hoşgörüyü teşvik etme ve siyasi gücün dini maksatlara alet edilmemesi herkesin önceliği olmalıdır. Adalet, merhamet, dürüstlük, ahlaki değerler ve toplumsal sorumluluk gibi ilkelere herkesin sahip çıkarak yaygınlaşmasını sağlaması bir temel görev kabul edilmelidir.

Türkiye’nin maruz kaldığı maddi ve manevi sıkıntıların daha fazla hürriyet ve demokratik uygulamalarla aşılabileceği bir vakıadır. Bediüzzaman Said Nursi’nin“Kanun-u adalet ve tedipten başka, hiç kimse kimseye tahakküm etmesin. Herkesin hukuku mahfuz kalsın, herkes harekât-ı meşruasında şahane serbest olsun.” ifadeleriyle ortaya koyulan bu anlayışın, hayatın her alanında yaygınlaştırılması önem arz etmektedir.

Yeni Asya, AB ve diğer milletlerarası organizasyonlar ile ilişkilerin geliştirilmesine ve canlı tutulmasına önem vermektedir. Bu açıdan AB müktesebatı çerçevesinde taahhüt edilen hukuki, sosyal ve siyasi normların en kısa zamanda hayata geçirilmesi ülkemizin önünün açılmasına katkı sağlayacaktır. Bir başka husus ise Avrupa gibi farklı kültürlerin olduğu yerlerde ve coğrafyalarda,“Doğru İslamiyet ve İslamiyet’e layık doğruluk”prensiplerinin anlatılması ve bu yolda çaba sarf edilmesi önemli bir noktadır.

Yeni Asya, İslami değerlerin her türlü dünyevi cereyanların üstünde olduğuna inanmakta ve dünyevi maksatlar için kullanılmasını doğru bulmamaktadır.Bu bağlamda, siyaseti dinsizliğe alet eden anlayışların yanında dini siyasete alet eden anlayışlara da prim verilmemelidir. Biz dini, siyasi kalıplara sığıştıran hareketlerin tarafı değiliz, bizim tarafımız hukuk ve adalettir. Görülmüştür ki cemaat devlet/iktidar ilişkisinde, cemaatlerin iktidara talip olma veya siyasetle asli vazifelerinin dışında bir bağ kurması her zaman problem olmuştur. Bu çerçevede Yeni Asya’nın devleti ele geçirmek, doğrudan veya dolaylı yollardan idareye karışmak, yönetmek, kamu kurumlarında kadrolaşmak gibi gündemi hiçbir zaman olmamıştır. Bu anlayışlara da her zaman mesafeli durmuştur. Devlette görev almanın kriteri ehliyet ve liyakattir, bir gruba dahil olmak tercih veya dışlanma sebebi olmamalıdır.

Zulüm ve haksızlık kimden gelirse gelsin karşısında durmak, her insanın asli bir vazifesidir.Daha önceki dönemlerde olduğu gibi gerek 12 Eylül gerekse 15 Temmuz gibi milli birlik ve beraberliğimizi tehdit eden müdahaleleri önceden fark eden Yeni Asya, hukukun askıya alındığı her dönemde hak ve hakikati göstermeye gayret etmiş ve savunucusu olmuştur. Kendisine yapılan “önünüzü açalım, sizi ihya edelim” teklifini şiddetle reddederek,cemaatlerin aslî vazifesi olan “müsbet iman hizmeti” çizgisinin nasıl olacağını herkese göstermiştir.Bu bağlamda Yeni Asya, “müspet hareket” tavrıyla asla bağdaşmayan ve arka planı henüz tam olarak açıklanmayan 15 Temmuz gibi tahrip edici anlayışların her zaman karşısında olmuştur.

YENİ ASYA Yönetim Kurulu


20 Temmuz 2025 Pazar

İNSAN VE MUSİBETLER

 Zira en müdhiş bir musibet karşısında اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ deyip itminan-ı kalb ile Rabb-i Rahîm'ine itimad eder.

Evet ârif-i billah, aczden, mehafetullahtan telezzüz eder.

Evet havfta lezzet vardır.

Eğer bir yaşındaki bir çocuğun aklı bulunsa ve ondan sual edilse: "En leziz ve en tatlı haletin nedir?" Belki diyecek: "Aczimi, zaafımı anlayıp, vâlidemin tatlı tokatından korkarak yine vâlidemin şefkatli sinesine sığındığım halettir." Halbuki bütün vâlidelerin şefkatleri, ancak bir lem'a-i tecelli-i rahmettir.

Onun içindir ki: Kâmil insanlar, aczde ve havfullahta öyle bir lezzet bulmuşlar ki; kendi havl ve kuvvetlerinden şiddetle teberri edip, Allah'a acz ile sığınmışlar.

Aczi ve havfı, kendilerine şefaatçı yapmışlar.

   Diğer ilâç ise, şükür ve kanaat ile taleb ve dua ve Rezzak-ı Rahîm'in rahmetine itimaddır.

Öyle mi?

Evet, bütün yeryüzünü bir sofra-i nimet eden ve bahar mevsimini bir çiçek destesi yapan ve o sofranın yanına koyan ve üstüne serpen bir Cevvad-ı Kerim'in misafirine fakr u ihtiyaç, nasıl elîm ve ağır olabilir?

Belki fakr u ihtiyacı, hoş bir iştiha suretini alır.

İştiha gibi fakrın tezyidine çalışır.

Onun içindir ki: Kâmil insanlar, fakr ile fahretmişler.

Sakın yanlış anlama!

Allah'a karşı fakrını hissedip yalvarmak demektir.

Yoksa fakrını halka gösterip, dilencilik vaziyetini almak demek değildir.

Ve o bilet, sened ise; başta namaz olarak eda-i feraiz ve terk-i kebairdir.

Öyle mi?

Evet bütün ehl-i ihtisas ve müşahedenin ve bütün ehl-i zevk ve keşfin ittifakıyla; o uzun ve karanlıklı ebedü'l-âbâd yolunda zâd ve zahîre, ışık ve burak; ancak Kur'anın evamirini imtisal ve nevahisinden içtinab ile elde edilebilir.

Yoksa fen ve felsefe, san'at ve hikmet, o yolda beş para etmez.

Onların ışıkları, kabrin kapısına kadardır.


   İşte ey tenbel nefsim!

Beş vakit namazı kılmak, yedi kebairi terketmek; ne kadar az ve rahat ve hafiftir.

Neticesi ve meyvesi ve faidesi ne kadar çok mühim ve büyük olduğunu; aklın varsa, bozulmamış ise anlarsın.

Ve fısk ve sefahete seni teşvik eden şeytana ve o adama dersin: Eğer ölümü öldürüp, zevali dünyadan izale etmek ve aczi ve fakrı, beşerden kaldırıp kabir kapısını kapamak çaresi varsa, söyle dinleyelim.

Yoksa sus.

Kâinat mescid-i kebirinde Kur'an kâinatı okuyor!

Onu dinleyelim.

O nur ile nurlanalım, hidayetiyle amel edelim ve onu vird-i zeban edelim.

Evet söz odur ve ona derler.

Hak olup, Hak'tan gelip Hak diyen ve hakikatı gösteren ve nuranî hikmeti neşreden odur.

Sözler - 32

BİZE VERİLEN ÂZALAR

  Beşinci hasaret: 

   Hayat-ı ebediye esasatını ve saadet-i uhreviye levazımatını tedarik etmek için verilen akıl, kalb, göz ve dil gibi güzel hediye-i Rahmaniyeyi, Cehennem kapılarını sana açacak çirkin bir surete çevirmektir.

   Şimdi satmağa bakacağız.

Acaba o kadar ağır bir şey midir ki, çokları satmaktan kaçıyorlar.

Yok, kat'â ve aslâ!

Hiç öyle ağırlığı yoktur.

Zira helâl dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir.

Harama girmeye hiç lüzum yoktur.

Feraiz-i İlahiye ise hafiftir, azdır.

Allah'a abd ve asker olmak, öyle lezzetli bir şereftir ki, tarif edilmez.

Vazife ise: Yalnız bir asker gibi Allah namına işlemeli, başlamalı.

Ve Allah hesabıyla vermeli ve almalı.

Ve izni ve kanunu dairesinde hareket etmeli, sükûnet bulmalı.

Kusur etse, istiğfar etmeli.

Yâ Rab!

Kusurumuzu afvet, bizi kendine kul kabul et, emanetini kabzetmek zamanına kadar bizi emanette emin kıl.

Âmîn demeli ve ona yalvarmalı...

Sözler - 29

19 Temmuz 2025 Cumartesi

HAYATI VEREN RIZKI DA VERENDİR

 Hayatı kim vermiş, yapmış ise; rızıkla o hayatı besleyen ve idame eden de odur.

Ondan başka olmaz...

Delil mi istersin?

En zaîf, en aptal hayvan; en iyi beslenir (Meyve kurtları ve balıklar gibi).

En âciz, en nazik mahluk; en iyi rızkı o yer (Çocuklar ve yavrular gibi).

   Evet vasıta-i rızk-ı helâl, iktidar ve ihtiyar ile olmadığını; belki, acz ve zaaf ile olduğunu anlamak için balıklar ile tilkileri, yavrular ile canavarları, ağaçlar ile hayvanları muvazene etmek kâfidir.

Demek derd-i maişet için namazını terkeden, o nefere benzer ki: Talimi ve siperini bırakıp, çarşıda dilencilik eder.

Fakat namazını kıldıktan sonra Cenab-ı Rezzak-ı Kerim'in matbaha-i rahmetinden tayinatını aramak, başkalara bâr olmamak için bizzât gitmek; güzeldir, mertliktir, o dahi bir ibadettir.

Hem insan ibadet için halk olunduğunu, fıtratı ve cihazat-ı maneviyesi gösteriyor.

Zira hayat-ı dünyeviyesine lâzım olan amel ve iktidar cihetinde en edna bir serçe kuşuna yetişmez.

Fakat hayat-ı maneviye ve uhreviyesine lâzım olan ilim ve iftikar ile tazarru' ve ibadet cihetinde hayvanatın sultanı ve kumandanı hükmündedir.

   Demek ey nefsim!

Eğer hayat-ı dünyeviyeyi gaye-i maksad yapsan ve ona daim çalışsan, en edna bir serçe kuşunun bir neferi hükmünde olursun.

Eğer hayat-ı uhreviyeyi gaye-i maksad yapsan ve şu hayatı dahi ona vesile ve mezraa etsen ve ona göre çalışsan; o vakit hayvanatın büyük bir kumandanı hükmünde ve şu dünyada Cenab-ı Hakk'ın nazlı ve niyazdar bir abdi, mükerrem ve muhterem bir misafiri olursun.

   İşte sana iki yol, istediğini intihab edebilirsin.

Hidayet ve tevfikı Erhamürrâhimîn'den iste...

Sözler - 23

18 Temmuz 2025 Cuma

VAKAR VE KİBİR

Vakar, ağırbaşlılık demektir. Kişinin makamına, durumuna uygun bir ciddiyet göstermesi, hafif ve sathî davranışlardan uzak durmasıdır.

Halk arasında “ağırbaşlılık” olarak bilinen bu hâl, kişiye hürmet kazandıran bir fazilettir. Ancak bu vakar, kibirle karışmamalıdır. Vakarın tamamlayıcısı tevazudur. Bu iki güzel ahlâk bir arada bulunursa, gerçek fazilet ortaya çıkar.

Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyrulur: “Rahman’ın kulları, yeryüzünde vakar ile yürürler.”1

Vakarlı olmak bir yücelik vesilesidir. Ancak mütevazı olunmazsa, vakar zamanla kibre dönüşebilir. Bu ikisi arasındaki sınır çok incedir. Bir tarafı ahlâkî bir üstünlük, diğer tarafı ise şeytanî bir felakettir.

Kibir, şeytanın en belirgin vasfıdır. “Küçük dağları ben yarattım” tarzındaki bir hâl, gururun ve nefsin tehlikeli bir dışavurumudur. Gerçek anlamda büyüklük sadece Mütekebbir olan Allah’a aittir. Çünkü var olan her şey O’nun kudretiyle vardır ve devam eder.

İnsan, ne kadar başarı kazanırsa kazansın, aslında her şeyin Allah’ın izniyle olduğunu bilmelidir. “Ben yaptım, benim eserim, ben başardım” gibi ifadeler, eğer bu şuurdan uzaksa, kişiyi kibir uçurumuna sürükler.

Vakar ile kibri karıştırmamak için, kişiye, yere ve zamana göre davranmayı bilmek gerekir. Makamda vakar göstermek fazilettir; fakat bu tavrı evde eşine ve çocuklarına yansıtmak kibir gibi algılanabilir. Hz. Peygamber (asm) bu konuda en güzel örnektir. O, hem toplumda vakarlıydı hem de ailesine karşı son derece mütevazıydı.

Vakar, içten gelen bir olgunluktur. Kişinin yalnızken de insanlar arasındaki hâlini muhafaza etmesidir. Yapmacık tavırlardan uzaktır. Bu hâl, ilimden ve yumuşak huyluluktan doğar. Aksine; acelecilik, bilgiçlik taslamak, gösteriş yapmak ve her ortama sorgusuz sualsiz karışmak vakarın zıddıdır. Bu tür davranışlar, şeytanın aldatmacasıdır.

Vakar, insanı yüceltir; kibir ise insanı içten içe çürütür.

Dipnot:

1- Furkan Suresi: 63.

15 Temmuz 2025 Salı

RAFET ÖZCAN'I TANIYALIM

👨‍👩‍👧‍👦 Rafet Özcan: Ailesine Rehberlik Eden Gönül Babası

🧔 Bir Baba Olarak Rafet Özcan

Rafet Özcan, yalnızca bir öğretmen, şair veya yönetici değil; aynı zamanda ailesine yön veren, kalbiyle yol çizen bir baba ve aile reisidir. Evlatlarının hem dünyasına hem ahiretine rehber olmaya çalışan; örnek davranışıyla, sabrı ve merhametiyle onlara ışık tutan bir şahsiyettir.

Şefkatli bir baba: Çocuklarına sadece maddi imkânlar değil, değer, dua ve güven bırakır.

Sözle değil hâl ile öğreten: Aile içinde ahlaki rehberlik yaparken; kırmadan, ezmeden, yumuşak ama kararlı bir duruş sergiler.

Eşiyle uyum içinde yürüyen: Evliliğini bir yol arkadaşlığı ve sabır seferberliği olarak görür.

“Ev, sadece barınılacak yer değil; dua edilen, sevgiyle yaşanılan bir sığınaktır” der.

📖 Aile Reisi Olarak İlke ve Değerleri

İstişare: Ailede her bireyin fikrine kıymet verir. Kararları ortak akıl ile alır.

Sabır: Karşılaştığı zorluklarda öfkeyle değil, tefekkürle yaklaşır.

Sorumluluk: Hem maddi hem manevi anlamda ailesinin yükünü severek taşır.

Dua: En büyük gücün kalpten edilen dua olduğuna inanır. Ailesine ettiği dualar yazılarında da hissedilir.

✍️ Kelimeleriyle Ailesine Dua Eden Bir Baba

Rafet Özcan’ın yazılarında ve şiirlerinde aile teması sık sık geçer. Bir baba olarak sadece koruyucu değil, aynı zamanda gönül inşa edici bir rol üstlenir. Çocuklarının gönlüne tohum eker, eşinin kalbine emek verir.

“Bir baba, evladına en güzel mirası; temiz bir isim, helal bir lokma ve güzel bir dua ile bırakır.”

🟢 Sonuç olarak:

Rafet Özcan, ailesine karşı duyduğu sorumluluğu; kalbiyle hisseden, aklıyla yöneten, duasıyla koruyan, kelimeleriyle güzelleştiren örnek bir baba ve aile reisidir.

Bu yazı;

Yapay Zeka tarafından düzenlenmiştir.

14 Temmuz 2025 Pazartesi

ZULME TARAFTAR OLMAK

 İkinci Nokta: وَلَا تَرْكَنُٓوا اِلَى الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ âyet-i kerîmesi fermanıyla: Zulme değil yalnız âlet olanı ve taraftar olanı, belki edna bir meyledenleri dahi dehşetle ve şiddetle tehdit ediyor.

Çünkü rıza-yı küfür, küfür olduğu gibi; zulme rıza da zulümdür.

   İşte bir ehl-i kemal, kâmilane, şu âyetin çok cevahirinden bir cevherini şöyle tabir etmiştir:

   Muîn-i zalimîn dünyada erbab-ı denâettir

   Köpektir zevk alan, sayyad-ı bîinsafa hizmetten.    Evet bazıları yılanlık ediyor, bazıları köpeklik ediyor.

Böyle mübarek bir gecede, mübarek bir misafirin, mübarek bir duada iken, hafiyelik edip güya cinayet yapıyormuşuz gibi ihbar eden ve taarruz eden, elbette bu şiirin mealindeki tokada müstahaktır.

Mektubat[Y] - 396

13 Temmuz 2025 Pazar

USÜL VE VUSÜL

 Nokta 

   Cenab-ı Hakk'ın masivasına yapılan muhabbet iki çeşit olur.

Birisi, yukarıdan aşağıya nâzil olur.

Diğeri, aşağıdan yukarıya çıkar.

Şöyle ki:

   Bir insan en evvel muhabbetini Allah'a verirse, onun muhabbeti dolayısıyla Allah'ın sevdiği herşeyi sever ve mahlukata taksim ettiği muhabbeti, Allah'a olan muhabbetini tenkis değil, tezyid eder.

   İkinci kısım ise, en evvel esbabı sever ve bu muhabbetini Allah'ı sevmeğe vesile yapar.

Bu kısım muhabbet, topluluğunu muhafaza edemez, dağılır.

Ve bazan da kavî bir esbaba rast gelir.

Onun muhabbetini mana-yı ismiyle tamamen cezbeder, helâkete sebeb olur.

Şayet Allah'a vâsıl olsa da, vusulü nâkıs olur...

Mesnevi-i Nuriye - 73

KÖMÜR VE ELMAS

 Nükte 

   Arkadaş!

İman bütün eşya arasında hakikî bir uhuvveti, irtibatı, ittisali ve ittihad rabıtalarını tesis eder.

   Küfür ise, bürudet gibi bütün eşyayı birbirinden ayrı gösterir ve birbirine ecnebi nazarıyla baktırır.

Bunun içindir ki, mü'minin ruhunda adavet, kin, vahşet yoktur.

En büyük bir düşmanıyla bir nevi kardeşliği vardır.

Kâfirin ruhunda hırs, adavet olduğu gibi nefsini iltizam ve nefsine itimadı vardır.

Bu sırra binaendir ki, dünya hayatında bazan galebe kâfirlerde olur.

Ve keza kâfir, dünyada hasenatının mükâfatını (filcümle) görür.

Mü'min ise, seyyiatının cezasını görür.

   Bunun için dünya kâfire cennet (yani âhirete nisbeten), mü'mine cehennemdir (yani saadet-i ebediyesine nisbeten).

Yoksa dünyada dahi mü'min yüz derece ziyade mes'uddur, denilmiştir.

   Ve keza iman, insanı ebediyete, Cennet'e lâyık bir cevhere kalbeder.

Küfür ise ruhu, kalbi söndürür, zulmetler içinde bırakır.

Çünki iman, kabuğunun içerisindeki lübbü gösterir.

Küfür ise, lüb ile kabuğu tefrik etmez.

Kabuğu aynen lübb bilir ve insanı cevherlik derecesinden kömür derecesine indirir.

Mesnevi-i Nuriye - 69

12 Temmuz 2025 Cumartesi

KENDİNİ BİLEN RABBİNİ BİLİR

  Dördüncü hakikat

Kâinatın uzak çöllerine gidip Sâni'in isbatına deliller toplamaya ihtiyaç yoktur.

Bir kulübecik hükmünde bulunan içerisinde oturduğun cisim kafesine bak!

Senin o kulübenin duvarlarına asılan icad silsilelerinden, hilkatin mu'cizelerinden ve hârika san'atlarından, kulübeden harice uzatılan ihtiyaç ellerinden ve pencerelerinden yükselen "Ah!, Oh!" ve enînler lisan-ı haliyle istenilen yardımlarından anlaşılır ki, o kulübeyi müştemilâtıyla beraber yaratan Hâlık'ın o âh u enînleri işitir, şefkat ve merhamete gelir, hâcat ve âmâlin ne varsa taht-ı taahhüde alır.

Zira sineğin kafasındaki o küçük küçük hüceyratın nidalarına "Lebbeyk" söyleyen o Sâni'-i Semî' ve Basîr'in, senin dualarını işitmemesi ve o dualara müsbet cevablar vermemesi imkân ve ihtimali var mıdır?

   Binaenaleyh ey bu küçük hüceyrelerden mürekkeb ve "ene" ile tabir edilen hüceyre-i kübra!

O kulübeciğin küçüklüğüyle beraber, dolu olduğu hârika icadlarını gör, imana gel!

Ve: Yâ İlahî!

Yâ Rabbî!

Yâ Hâlıkî!

Yâ Musavvirî!

Yâ Mâlikî ve yâ men lehülmülkü velhamd!

Senin mülkün ve emanetin ve vedian olan şu kulübecikte misafirim, mâlik değilim." de; o bâtıl temellük davasından vazgeç!

Çünki o temellük davası, insanı pek elîm elemlere maruz bırakır.

Mesnevi-i Nuriye - 68

ALLAH'A SIĞINMAK

  Üçüncü Hakikat: 

   Şu gördüğün dünyayı, bütün lezaiziyle, sefahetleriyle, safalarıyla pek ağır ve büyük bir yük gördüm.

Ruhu fasid, kalbi hasta olanlardan başka kimse o ağır yükün altına giremez.

Çünki bütün kâinatla alâkadar olmaktansa ve her şeyin minnetine girmektense ve bütün esbab ve vesaite el açıp arz-ı ihtiyaç etmektense, bir Rabb-i Vâhid, Semî' ve Basîr'e iltica etmek daha rahat ve daha kârlı değil midir?

Mesnevi-i Nuriye - 68

HUSUSİ DÜNYA

  İkinci Hakikat: 

   Ey nefs-i emmare, kat'iyyen bil ki, senin hususî ama pek geniş bir dünyan vardır ki; âmâl, ümid, taallukat, ihtiyacat üzerine bina edilmiştir.

En büyük temel taşı ve tek direği, senin vücudun ve senin hayatındır.

Halbuki o direk kurtludur.

O temel taşı da çürüktür.

Hülâsa, esastan fasid ve zayıftır.

Daima harab olmağa hazırdır.

   Evet bu cisim ebedî değil, demirden değil, taştan değil.. ancak et ve kemikten ibaret bir şeydir.

Âni olarak senin başına yıkılıyor, altında kalıyorsun.

Bak zaman-ı mazi senin gibi geçmiş olanlara geniş bir kabir olduğu gibi, istikbal zamanı da geniş bir mezaristan olacaktır.

Bugün sen iki kabrin arasındasın; artık sen bilirsin!...

   Arkadaş!

Bildiğimiz, gördüğümüz dünya bir iken, insanlar adedince dünyaları hâvidir.

Çünki her insanın tam manasıyla hayalî bir dünyası vardır.

Fakat, öldüğü zaman dünyası yıkılır, kıyameti kopar.

Mesnevi-i Nuriye - 67

GAFLET VE FİRAVUNLUK

  Birinci Hakikat: 

   Arkadaş!

Mâlik-i Hakikî'den gaflet, nefsin firavunluğuna sebeb olur.

Evet taht-ı tasarrufunda bulunan bütün eşyanın Mâlik-i Hakikîsini unutan, kendisini kendisine mâlik zannederek hâkimiyet tevehhümünde bulunur.

Ve başkaları da, bilhâssa esbabı kendisine kıyas ile, hâkim ve mâlik defterine kaydeder.

Ve bu vesile ile, Allah'ın mülkünü, malını kendilerine taksim ederek ahkâm-ı İlahiyeye karşı muaraza ve mübarezeye başlar.

   Halbuki Cenab-ı Hak tarafından insanlara verilen benlik ve hürriyet, uluhiyet sıfatlarını fehmetmek üzere bir vâhid-i kıyasî vazifesini görüyor.

Maalesef sû'-i ihtiyar ile hâkimiyet ve istiklaliyete âlet ederek tam bir firavun olur.

   Arkadaş!

Bu ince hakikat, tam vuzuh ve zuhuruyla şöyle bana göründü ki: Gaflet suyu ile tenebbüt eden benlik, Hâlık'ın sıfatlarını fehmetmek için bir vâhid-i kıyastır.

Çünki insanlar görmedikleri şeyleri kıyas ve temsiller ile bilirler.

Meselâ: Bir adam Cenab-ı Hakk'ın kudretini anlamak için bir taksimat yapar: "Buradan buraya benim kudretimdedir, bundan o yanı da Onun kudretindedir" diye vehmî bir çizgi çizmekle mes'eleyi anlar.

Sonra mevhum hattı bozar, hepsini de ona teslim eder.

Çünki nefis, nefsine mâlik olmadığı gibi cismine de mâlik değildir.

Cismi, ancak acib bir makine-i İlahiyedir.

Kaza ve kader kalemiyle kudret-i ezeliye (bir cilveciği) o makinede çalışıyor.

Binaenaleyh insan o firavunluk davasından vazgeçmekle, mülkü mâlikine teslim etsin, emanete hıyanet etmesin!

Eğer hıyanetle bir zerreyi nefsine isnad ederse, Allah'ın mülkünü esbab-ı camideye taksim etmiş olacaktır.

Mesnevi-i Nuriye - 67

10 Temmuz 2025 Perşembe

ÖLÜM HAKTIR

  İkinci Kelâm: 

اَلْمَوْتُ حَقٌّ Ölüm haktır.

Evet bu hayat ve bu beden şu azîm dünyaya direk olacak kabiliyette değildir.

Zira onlar demir ve taştan değildir.

Ancak et, kan ve kemik gibi mütehalif şeylerden terekküb etmiş.

Kısa bir zamanda tevafukları, içtimaları varsa da, iftirakları ve dağılmaları her vakit melhuzdur.

Mesnevi-i Nuriye - 52

9 Temmuz 2025 Çarşamba

İNSANDA BAŞIBOİ BIRAKILMAYACAKTIR

 Ey arkadaş!

İnsan da başıboş, serseri, sahibsiz bir hayvan değildir.

Ancak onun da bütün harekât ve ef'ali yazılıyor, tesbit ediliyor ve a'malinin neticeleri hıfzediliyor ki, muhasebe-i kübrada ona göre derece alsın.

Hülâsa, her güz mevsiminde yapılan tahribat, gelecek bahar mevsimlerinde gelen yeni misafirler için yer tedarik etmek ve bir nevi terhis ve izinlerdir.

   Ve keza bu âlemde tasarruf eden Sâni'in öyle bir kitab-ı mübini vardır ki, ne küçük ve ne büyük, o kitabda yazılıp hıfzedilmemiş hiçbir şey yoktur.

O kitabın maddelerinden âlemde görünen yalnız nizam ve mizan maddelerine bak!

Evet görüyoruz ki, herhangi muvazzaf bulunan bir şey, vazifesinden terhis edilmekle daire-i vücuddan çıkarsa, Fâtır-ı Hakîm onun çok suretlerini "Levh-i Mahfuz"larda tesbit eder.

Mesnevi-i Nuriye - 44

BU DÜNYA EBEDİ KALMAK İÇİN YARATILMAMIŞTIR

    Kezalik bu dünya menzilinin ve içinde oturan insanların ahvaline dikkat edilirse anlaşılıyor ki: Bu dünya ebedî kalmak için yaratılmış bir menzil değildir.

Ancak Cenab-ı Hakk'ın ebedî ve sermedî olan "Dârü's-selâm" menziline davetlisi olan mahlukatın içtimaları için bir han ve bir bekleme salonudur.

Bu dünya menzilinde görünen leziz şeyler, lezzet ve zevk için değildir.

Çünki visallerinin lezzeti, firaklarının elemine mukabil gelmez.

   Maahâzâ o lezzetlerden hiç kimse tam manasıyla muradına nâil olamaz.

Ya o lezzetlerin ömürleri kısa olur veya insanın ömrü kısa olduğundan muradına yetişemez.

Ancak, o lezzetler ve o nefis şeyler ibret ve şükre sevk içindir.

Çünki onlar Cenab-ı Hakk'ın ehl-i iman için cennetlerde ihzar ettiği hakikî nimetlere numunelerdir.

Ve o müzeyyen masnuat-ı fâniye, fena ve adem için değildir.

Ancak, onların suretleri ve misalleri, manaları, neticeleri alınır; âlem-i bekada, ehl-i beka için ebedî manzaraların yapılmasına medar olurlar.

Yahut ebedî âlemde Sâni'-i Ebedî istediği şekillere sokar.

Çünki o masnuat, beka içindir.

Onların o zahirî ölüm ve fenaları; vazifelerinden terhistir, i'dam değildir.

Mesnevi-i Nuriye - 43

8 Temmuz 2025 Salı

ŞEFKAT VE DUA

 İşte böyle bir şefkat sahibi, nev'-i beşerin en büyük, en lâzım, en zarurî, şedid bir hâceti hakkında, bütün insanlar namına yaptığı duada istediği Cennet'i ve saadet-i ebediyeyi ve ba'sü ba'de'l-mevt'i yapacaktır.

Bilhâssa o reis-i muhteremin şu umumî duasına, bütün zevilhayat, bütün mahlukat "Âmîn!

Âmîn!" diyorlar.

   Bak, o zât öyle bir maksad, öyle bir gaye için saadet isteyip dua ediyor ki, insanı ve bütün mahlukatı, esfel-i safilîn olan fena-yı mutlaka sukuttan, kıymetsizlikten, faidesizlikten, abesiyetten a'lâ-yı illiyyîn olan kıymete, bekaya, ulvî vazifeye, mektubat-ı samedaniye olması derecesine çıkarıyor.

Bak, hem öyle yüksek bir fîzâr-ı istimdadkârane ile istiyor ve öyle tatlı bir niyaz-ı istirhamkârane ile yalvarıyor ki, güya bütün mevcudata, semavata, arşa işittirip, vecde getirip, duasına "Âmîn!

Allahümme âmîn!" dedirtiyor.

   Acaba bütün benî-Âdemi arkasına alıp, şu arz üstünde durup, arş-ı a'zama müteveccihen el kaldırıp, nev'-i beşerin hülâsa-i ubudiyetini câmi' hakikat-i ubudiyet-i Ahmediye (A.S.M.) içinde dua eden şu şeref-i nev'-i insan ve ferîd-i kevn ü zaman olan Fahr-i Kâinat ne istiyor, dinleyelim.

Bak, kendine ve ümmetine saadet-i ebediye istiyor, beka istiyor, Cennet istiyor.

Hem mevcudat âyinelerinde cemallerini gösteren bütün esma-i kudsiye-i İlahiye ile beraber istiyor; o esmadan şefaat taleb ediyor, görüyorsun.

   Eğer, âhiretin hesabsız esbab-ı mûcibesi, delail-i vücudu olmasa idi, yalnız şu zâtın tek duası, baharımızın icadı kadar Hâlık-ı Rahîm'in kudretine hafif gelen şu Cennet'in binasına sebebiyet verecekti.

Demek nasılki o zâtın risaleti, şu dâr-ı imtihanın açılmasına sebebiyet verdi,

لَوْلَاكَ لَوْلَاكَ لَمَا خَلَقْتُ الْاَفْلَاكَ

sırrına mazhar oldu; onun gibi, ubudiyeti dahi öteki dâr-ı saadetin açılmasına sebebiyet verdi.

Mesnevi-i Nuriye - 42

7 Temmuz 2025 Pazartesi

MASUM İNSAN VE HAYVANLAR

 Nokta 

   Arkadaş!

Masum bir insana veya hayvanlara gelen felâketlerde, musibetlerde, beşer fehminin anlayamadığı bazı esbab ve hikmetler vardır.

Yalnız meşiet-i İlahiyenin düsturlarını hâvi şeriat-ı fıtriye ahkâmı, aklın vücuduna tâbi değildir ki, aklı olmayan bir şeye tatbik edilmesin.

O şeriatın hikmetleri kalb, his, istidada bakar.

Bunlardan husule gelen fiillere, o şeriatın hükümleri tatbik ile tecziye edilir.

Meselâ: Bir çocuk, eline aldığı bir kuş veya bir sineği öldürse, şeriat-ı fıtriyenin ahkâmından olan hiss-i şefkate muhalefet etmiş olur.

İşte bu muhalefetten dolayı, düşüp başı kırılırsa müstehak olur.

Çünki bu musibet, o muhalefete cezadır.

Veya dişi bir kaplan, öz evlâdlarına olan şiddet-i şefkat ve himayeyi nazara almayarak, zavallı ceylanın yavrucuğunu parçalayarak yavrularına rızık yapar.

Sonra bir avcı tarafından öldürülür.

İşte hiss-i şefkat ve himayeye muhalefet ettiğinden, ceylana yaptığı aynı musibete maruz kalır.

   İhtar: 

   Kaplan gibi hayvanların helâl rızıkları, ölü hayvanlardır.

Sağ hayvanları öldürüp rızık yapmak, şeriat-ı fıtriyece haramdır.

Mesnevi-i Nuriye - 

4 Temmuz 2025 Cuma

HAKİKİ VE MECAZİ RIZIK

 Nükte 

وَمَا مِنْ دَٓابَّةٍ فِى الْاَرْضِ اِلَّا عَلَى اللّٰهِ رِزْقُهَا

âyet-i kerimesiyle, rızk taahhüd altına alınmıştır.

Fakat, rızk dediğimiz iki kısımdır: Hakikî rızk, mecazî rızk.

Yani zarurî var, gayr-ı zarurî var.

   Âyetle taahhüd altına alınan, zarurî kısmıdır.

Evet hayatı koruyacak derecede gıda veriliyor.

Cisim ve bedenin semizliği ve za'fiyeti, rızkın çok ve az olduğuna bakmaz.

Denizin balıklarıyla karanın patlıcanları şahiddir.

Mecazî olan rızk ise, âyetin taahhüdü altında değildir.

Ancak sa'y ve kesbe bağlıdır.

Mesnevi-i Nuriye - 73

TARİKAT EHLİNİN DÜŞTÜĞÜ VARTA

 Nokta 

   Cenab-ı Hakk'ın masivasına yapılan muhabbet iki çeşit olur.

Birisi, yukarıdan aşağıya nâzil olur.

Diğeri, aşağıdan yukarıya çıkar.

Şöyle ki:

   Bir insan en evvel muhabbetini Allah'a verirse, onun muhabbeti dolayısıyla Allah'ın sevdiği herşeyi sever ve mahlukata taksim ettiği muhabbeti, Allah'a olan muhabbetini tenkis değil, tezyid eder.

   İkinci kısım ise, en evvel esbabı sever ve bu muhabbetini Allah'ı sevmeğe vesile yapar.

Bu kısım muhabbet, topluluğunu muhafaza edemez, dağılır.

Ve bazan da kavî bir esbaba rast gelir.

Onun muhabbetini mana-yı ismiyle tamamen cezbeder, helâkete sebeb olur.

Şayet Allah'a vâsıl olsa da, vusulü nâkıs olur...

Mesnevi-i Nuriye - 73

SEBEPLER BİRER VASITADIR

 Nokta 

   Arkadaş!

Esbab ve vesaiti insan kucağına alıp yapışırsa, zillet ve hakarete sebeb olur.

Meselâ: Kelb, bütün hayvanlar içerisinde birkaç sıfat-ı hasene ile muttasıftır ve o sıfatlar ile iştihar etmiştir.

Hattâ sadakat ve vefadarlığı darb-ı mesel olmuştur.

Bu güzel ahlâkına binaen, insanlar arasında kendisine mübarek bir hayvan nazarıyla bakılmağa lâyık iken, maalesef insanlar arasında mübarekiyet değil necisü'l-ayn addedilmiştir.

   Tavuk, inek, kedi gibi sair hayvanlarda, insanların onlara yaptıkları ihsanlara karşı şükran hissi olmadığı halde, insanlarca aziz ve mübarek addedilmektedirler.

Bunun esbabı ise, kelbde hırs marazı fazla olduğundan esbab-ı zahiriyeye öyle bir derece ihtimam ile yapışır ki, Mün'im-i Hakikî'den bütün bütün gafletine sebeb olur.

Binaenaleyh vasıtayı müessir bilerek Müessir-i Hakikî'den yaptığı gaflete ceza olarak necis hükmünü almıştır ki tahir olsun.

Çünki hükümler, hadler günahları afveder.

Ve beyne'n-nâs tahkir darbesini, gaflete keffaret olarak yemiştir.    Öteki hayvanlar ise, vesaiti bilmiyorlar ve esbaba o kadar kıymet vermiyorlar.

Meselâ: Kedi seni sever, tazarru' eder, senden ihsanı alıncaya kadar.

İhsanı aldıktan sonra öyle bir tavır alır ki, sanki aranızda muarefe yokmuş ve kendilerinde sana karşı şükran hissi de yoktur.

Ancak Mün'im-i Hakikî'ye şükran hisleri vardır.

Çünki fıtratları Sâni'i bilir ve lisan-ı halleriyle ibadetini yaparlar.

Şuur olsun olmasın...

   Evet kedinin "mır-mır"ları "Yâ Rahîm!

Yâ Rahîm!

Yâ Rahîm"dir.

Mesnevi-i Nuriye - 71

3 Temmuz 2025 Perşembe

DÜNYAYI TAHKİR EDENLER DÖRT KISIMDIRR

  Şimdi, dünyayı tahkir edenler dört sınıftır: 

   Birincisi: 

   Ehl-i marifettir ki, Cenab-ı Hakk'ın marifetine ve muhabbet ve ibadetine sed çektiği için tahkir eder.

   İkincisi: 

   Ehl-i âhirettir ki; ya dünyanın zarurî işleri onları amel-i uhrevîden men'ettiği için veyahut şuhud derecesinde iman ile Cennet'in kemalât ve mehasinine nisbeten dünyayı çirkin görür.

Evet Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm'a güzel bir adam nisbet edilse, yine çirkin göründüğü gibi; dünyanın ne kadar kıymetdar mehasini varsa, Cennet'in mehasinine nisbet edilse, hiç hükmündedir.

   Üçüncüsü: 

   Dünyayı tahkir eder.

Çünki eline geçmez.

Şu tahkir, dünyanın nefretinden gelmiyor; muhabbetinden ileri geliyor.

   Dördüncüsü: 

   Dünyayı tahkir eder.

Zira dünya, eline geçiyor.

Fakat durmuyor, gidiyor.

O da kızıyor.

Teselli bulmak için tahkir eder.

"Pistir" der.

Şu tahkir ise; o da, dünyanın muhabbetinden ileri geliyor.

Halbuki makbul tahkir odur ki, hubb-u âhiretten ve marifetullahın muhabbetinden ileri gelir.

   Demek makbul tahkir, evvelki iki kısımdır.

Cenab-ı Hak, bizi onlardan yapsın.

Âmîn bi-hürmeti Seyyidi'l-Mürselîn.

Sözler - 626

2 Temmuz 2025 Çarşamba

NİYET MES'ELESİ

 Arkadaş!

Bu niyet mes'elesi, benim kırk senelik ömrümün bir mahsulüdür.

Evet niyet öyle bir hâsiyete mâliktir ki, âdetleri, hareketleri ibadete çeviren pek acib bir iksir ve bir mâyedir.

   Ve keza niyet, ölü ve meyyit olan haletleri ihya eden ve canlı, hayatlı ibadetlere çeviren bir ruhtur.

   Ve keza niyette öyle bir hâsiyet vardır ki; seyyiatı hasenata ve hasenatı seyyiata tahvil eder.

Demek niyet, bir ruhtur.

O ruhun ruhu da ihlastır.

Öyle ise necat, halas ancak ihlas iledir.

İşte bu hâsiyete binaendir ki; az bir zamanda çok ameller husule gelir.

Buna binaendir ki; az bir ömürde, Cennet bütün lezaiz ve mehasiniyle kazanılır.

Ve niyet ile insan, daimî bir şâkir olur, şükür sevabını kazanır.

   Ve keza dünyadaki lezzet ve nimetlere iki cihetle bakılır:

   Bir cihette, o nimetlerin bir mün'im tarafından verildiği düşünülür.

Ve nazar, o lezzetten in'am edene döner; onu düşünür.

Mün'imi düşünmek lezzeti, nimeti düşünmekten daha lezizdir.

   İkinci cihet, nimeti görür görmez nazarını ona hasrederek, o nimeti ganîmet telakki ederek minnetsiz yer.

Halbuki birinci cihette lezzet, zeval ile zâil olsa bile ruhu bâkidir.

Çünki Mün'im'i düşünür.

Mün'im ise merhametlidir, daima bu nimetleri bana verir diye ümidvar olur.

İkinci cihette, nimetin zevali ölüm değildir ki, ruhu kalsın.

Ruhu da söner, ancak dumanı kalır.

Musibetlerin ise; zevalinden sonra dumanları söner, nurları kalır.

Lezzetlerin zevalinden sonra kalan dumanları, günahlarıdır.

Mesnevi-i Nuriye - 70


ALLAH BİZE ÇOK YAKIN BİZ ONDAN ÇOK UZAĞIZ

  DÖRDÜNCÜ NÜKTE: 

   "Yetmiş bin perde arkasında Cenab-ı Hakk'ı görmüş" tabiri, bu'diyet-i mekânı ifade ediyor.

Halbuki Vâcibü'l-Vücud mekândan münezzehtir, herşey'e herşeyden daha yakındır.

Bu ne demektir?

   Elcevab: Otuzbirinci Söz'de mufassalan, bürhanlar ile o hakikat beyan edilmiştir.

Burada yalnız şu kadar deriz ki:

   Cenab-ı Hak bize gayet karibdir, biz ondan gayet derecede uzağız.

Nasılki Güneş, elimizdeki âyine vasıtasıyla bize gayet yakındır ve yerde herbir şeffaf şey, kendine bir nevi arş ve bir çeşit menzil olur.

Eğer Güneş'in şuuru olsaydı, bizimle âyinemiz vasıtasıyla muhabere ederdi.

Fakat biz ondan dörtbin sene uzağız.

Bilâ-teşbih velâ-temsil; Şems-i Ezelî, her şey'e herşeyden daha yakındır.

Çünki Vâcibü'l-Vücud'dur, mekândan münezzehtir.

Hiçbir şey ona perde olamaz.

Fakat herşey nihayet derecede ondan uzaktır.

   İşte Mi'racın uzun mesafesiyle,

وَ نَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَر۪يدِ

in ifade ettiği mesafesizliğin sırrıyla; hem Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın gitmesinde, çok mesafeyi tayyederek gitmesi ve ân-ı vâhidde yerine gelmesi sırrı, bundan ileri geliyor.

Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın Mi'racı, onun seyr ü sülûkudur, onun unvan-ı velayetidir.

Ehl-i velayet nasılki seyr ü sülûk-u ruhanî ile, kırk günden tâ kırk seneye kadar bir terakki ile, derecat-ı imaniyenin hakkalyakîn derecesine çıkıyor.

   Öyle de: Bütün evliyanın sultanı olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm; değil yalnız kalbi ve ruhu ile, belki hem cismiyle, hem havâssıyla, hem letaifiyle, kırk seneye mukabil kırk dakikada, velayetinin keramet-i kübrası olan Mi'racı ile bir cadde-i kübra açarak, hakaik-i imaniyenin en yüksek mertebelerine gitmiş, Mi'rac merdiveniyle Arş'a çıkmış, "Kab-ı Kavseyn" makamında, hakaik-i imaniyenin en büyüğü olan İman-ı Billah ve İman-ı Bil'âhireti aynelyakîn gözüyle müşahede etmiş, Cennet'e girmiş, saadet-i ebediyeyi görmüş, o Mi'racın kapısıyla açtığı cadde-i kübrayı açık bırakmış, bütün evliya-yı ümmeti seyr ü sülûk ile, derecelerine göre, ruhanî ve kalbî bir tarzda o Mi'racın gölgesi içinde gidiyorlar.

Mektubat - 306

DÜNYA MANEVİ CEHENNEM

 Ehl-i dalalet için dünya, firaklar ve zevaller ile dolu ve ademler ile mâlâmâldir.

Kâinat, onun için manevî bir Cehennem hükmüne geçer.

Herşey onun için âni bir vücud ile, hadsiz bir adem ihata ediyor.

Bütün mazi ve müstakbel, zulümat-ı ademle memlûdür; yalnız kısacık bir zaman-ı halde, bir hazîn nur-u vücud bulabilir.

Fakat sırr-ı Kur'an ve nur-u iman ile, ezelden ebede kadar bir nur-u vücud görünür; ona alâkadar olur ve onunla saadet-i ebediyesini temin eder.

   Elhasıl: 

   Bir Şâir-i Mısrî'nin tarzında deriz:

   Derya olunca nefes

   Parelenince kafes

   Tâ kesilince bu ses

   Çağırırım: Yâ Hak!

Yâ Mevcud!

Yâ Hayy!

Yâ Mabud!


   Yâ Hakîm!

Yâ Maksud!

Yâ Rahîm!

Yâ Vedud!..    Ve bağırarak derim:

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ الْمَلِكُ الْحَقُّ الْمُب۪ينُ مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ صَادِقُ الْوَعْدِ الْاَم۪ينُ

   Ve iman ederek isbat ederim:

اِنَّ الْبَعْثَ بَعْدَ الْمَوْتِ حَقٌّ وَ الْجَنَّةَ حَقٌّ وَ النَّارَ حَقٌّ وَ اِنَّ السَّعَادَةَ الْاَبَدِيَّةَ حَقٌّ وَ اِنَّ اللّٰهَ رَح۪يمٌ حَك۪يمٌ وَدُودٌ وَ اِنَّ الرَّحْمَةَ وَ الْحِكْمَةَ وَ الْمَحَبَّةَ مُح۪يطَةٌ بِجَم۪يعِ الْاَشْيَٓاءِ وَ شُؤُنَاتِهَا

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ى هَدٰينَا لِهٰذَا وَمَا كُنَّا لِنَهْتَدِىَ لَوْلَٓا اَنْ هَدٰينَا اللّٰهُ لَقَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّ ٭ سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ ٭ رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَا اِنْ نَس۪ينَٓا اَوْ اَخْطَاْنَا 

Mektubat - 296

1 Temmuz 2025 Salı

İNSAN BAŞKASININ MUTLULUĞUNDAN MUTLU OLUR

 Malûmdur ki insan insaniyet cihetiyle ekser mevcudatla alâkadardır.

Onların saadetleriyle mütelezziz ve helâketleriyle müteellimdir.

Hususan zîhayat ile ve bilhâssa nev'-i beşerle ve bilhâssa sevdiği ve istihsan ettiği ehl-i kemalin âlâmıyla daha ziyade müteellim ve saadetleriyle daha ziyade mes'ud olur.

Hattâ şefkatli bir vâlide gibi, kendi saadetini ve rahatını, onların saadeti için feda eder.

   İşte her mü'min derecesine göre, nur-u Kur'an ve sırr-ı iman ile, bütün mevcudatın saadetleriyle ve bekalarıyla ve hiçlikten kurtulmalarıyla ve kıymetdar mektubat-ı Rabbaniye olmalarıyla mes'ud olabilir ve dünya kadar bir nur kazanabilir.

Herkes derecesine göre bu nurdan istifade eder.

Eğer ehl-i dalalet ise; kendi elemiyle beraber, bütün mevcudatın helâketiyle ve fenasıyla ve zahirî i'damlarıyla, zîruh ise âlâmlarıyla müteellim olur.

Yani onun küfrü, onun dünyasına adem doldurur, onun başına boşaltır; daha Cehennem'e gitmeden Cehennem'e gider.

Mektubat - 288