30 Mayıs 2025 Cuma

GÜZEL SÖZLERDEN BİR DEMET

 VECİZ SÖZLER 

Bil ki dünkü gün senin elinden çıktı. Yarın ise senin elinde sened yok ki, ona mâliksin. Öyle ise hakikî ömrünü, bulunduğun gün bil.  Sözler   *Ahirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fâni dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme. *Allah için işleyiniz, Allah için görüşünüz, Allah için çalışınız. O vakit sizin ömrünüzün dakikaları, seneler hükmüne geçer. *Cisminin küçüklüğüne bakıp da günahlarını küçük zannetme. *Bak çeşmelere, çaylara, ırmaklara; yerden, dağlardan kaynamaları tesadüfi değildir. *Evet her hakikî hasenat gibi cesaretin dahi menbaı, imandır, ubudiyettir. *Elde Kur’ân gibi bir burhan-ı hakikat varken, Münkirleri ilzam için gönlüme sıklet mi gelir? Elde Kur’ân gibi bir mucize-i bâki varken, Başka burhan aramak aklıma zâid görünür. *Her kim hayat-ı fâniyeyi esas maksad yapsa, zahiren bir Cennet içinde olsa da manen cehennemdedir. *Kuran kalblere kuvvet ve gıdadır, ruhlara şifadır. *Evet ümidvar olunuz. Şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sadâ, İslâmın sadâsı olacaktır. *Bir şey tamamiyle elde edilemediği takdirde, o şeyi tamamiyle terketmek câiz değildir. *Asıl musibet ve muzır musibet, dine gelen musibettir. *Adâvet etmek istersen, kalbindeki adâvete adâvet et, onun ref’ine çalış. *Allah’ın hesabına kâinata bakan adam her ne müşahede ederse ilimdir. Mâlâyâniyle iştigal, maksudu geri bırakıyor. *Haksızlığa karşı sükût etmek, hakka karşı bir hürmetsizliktir. *Evet, herşeyi maddiyatta arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise maneviyatı göremez. *“Ne kadar güzel yapılmış” de, “Ne kadar güzeldir.” deme. *Kabir, bu dâr-i fâniden firâk-ı ebedî ile ebedü’l-âbâd yolunda kurulmuş, açılmış evvelki menzil ve birinci kapıdır. *Herbir şeyde hususen zîhayatlarda öyle harika bir nakış, öyle mucizekârbir sanat var ki; onu öyle yapan elbette O olacaktır. *Kalb, ebedü’l-âbâda müteveccih açılmış bir penceredir; bu fâni dünyaya razı değildir.

VECİZ SÖZLER

 Veciz Sözlerle Gönül Rehberi

Zamana, imana ve hayata dair hikmetli sözler


Zaman ve Hayat

Bil ki dünkü gün senin elinden çıktı. Yarın ise senin elinde sened yok ki, ona mâliksin. Öyle ise hakikî ömrünü, bulunduğun gün bil.

Allah için işleyiniz, Allah için görüşünüz, Allah için çalışınız. O vakit sizin ömrünüzün dakikaları, seneler hükmüne geçer.

Mâlâyâniyle iştigal, maksudu geri bırakıyor.

Haksızlığa karşı sükût etmek, hakka karşı bir hürmetsizliktir.

Gönül Notu: Zamanın kıymetini bilen, hayatını hakikate göre tanzim eder.


Ahiret ve Eser Bırakmak

Ahirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fâni dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme.

Her kim hayat-ı fâniyeyi esas maksad yapsa, zahiren bir Cennet içinde olsa da manen cehennemdedir.

Asıl musibet ve muzır musibet, dine gelen musibettir.

**

DİNSİZLİĞE SEBEP OLAN KELİMELER

    Ey insan!

Bil ki, insanların ağzından çıkan ve dinsizliği işmam eden dehşetli kelimeler var.

Ehl-i iman, bilmeyerek istimal ediyorlar.

Mühimlerinden üç tanesini beyan edeceğiz:

   Birincisi: 

   "Evcedethü'l-esbab" Yani, "esbab bu şey'i icad ediyor."

   İkincisi: 

   "Teşekkele binefsihi" Yani, "kendi kendine teşekkül ediyor, oluyor, bitiyor."    Üçüncüsü: 

   "İktezathü't-tabiat" Yani, "tabiîdir, tabiat iktiza edip icad ediyor."

   Evet madem mevcudat var ve inkâr edilmez.

Hem her mevcud san'atlı ve hikmetli vücuda geliyor.

Hem madem kadîm değil, yeniden oluyor.

Herhalde ey mülhid!

Bu mevcudu, mesela bu hayvanı ya diyeceksin ki, esbab-ı âlem onu icad ediyor; yani esbabın içtimaında o mevcud vücud buluyor.. veyahud o kendi kendine teşekkül ediyor.. veyahud tabiat muktezası olarak, tabiatın tesiriyle vücuda geliyor.. veyahud bir Kadîr-i Zülcelal'in kudretiyle icad edilir.

Madem aklen bu dört yoldan başka yol yoktur, evvelki üç yol muhal, battal, mümteni', gayr-ı kabil oldukları kat'î isbat edilse; bizzarure ve bilbedahe dördüncü yol olan tarîk-i vahdaniyet, şeksiz şübhesiz sabit olur.

Asa-yı Musa - 157

29 Mayıs 2025 Perşembe

SİVİL ANAYASA

 Terörsüz ve darbesiz Türkiye !

İnsanın doğuştan getirdiği hakları vardır.Hürriyet, inanç ,düşünce seyahat vs ...Zaman zaman zalim müstebidlerin yaptığı darbeler sonunda bu haklar elinden alınarak hür iken köle haline getirilir.Hak arama  yolları kapandığı için, insanlar hakkını arayamaz, arasa da bir hak elde edemez.Bazen haklı iken haksız duruma bile düşebilir.Darbelerden medet umanların aradığı bir ortam oluşmuştur.Artık jurnalcilik ile insanlar haksız hukuksuz bir şekilde cezalandırılır.Darbeler her zaman ülkelerin önünü tıkayarak demokrasinin gelişmesini engelleyip ülkelerin kalkınmasını önler ve dünyadan kopmasına sebep olur.Aydınlıktan ve hesap vermekten korkan yarasa tabiatlılar kanunları rafa kaldırıp kanun hükmünde kararnameler ile ülkeyi içinden çıkılmaz bataklığa  sürüklerler.Darbesiz Türkiye sevdalısı demokratlar dağıtıldığı için, kalkınma ve üretim azalır. Enflasyon ve pahalılk artar fakirlerin yaşaması her geçen gün zorlaşarak hayat çekilmez hale gelir.Millet gece gündüz çalışır fakat yiyen ve savuran paradan para kazanan bir avuç mutlu azınlık elde avuçta ne varsa alır.Ülke hazinesi boşaltıldığı için sürekli zamlar yapılır.Bu durum ahlaksızlığın artmasına da sebep olur. Millet ise canından bezer duruma gelir...

Hey gidi günler hey ! Nereden nereye, dünü arar duruma geldik. Bu millet hiç mi gülmeyecek? 

Elbette kazanmak, kazanarak insanca yaşamak herkesin hakkıdır.Bu hakkı elde etme yolu ise seçim ve demokrasiden geçer.Darbesiz sivil bir Anayasa ile güzel günlere kavuşma ümidi içinde, herkesin rahatla benimseyeceği bir anayasa hazırlamaya varmısınız? Madem şartlar oluştu haydi hep birlikte bu milletin huzuru için gayret sarfedin.Gayret sizden, tevfik Allah'tan.Böylece bu milletin duasına da mazhar olmuş olursunuz inşallah.

Rafet Özcan

SAHABELER O'NUN İMANINDAN FEYZ ALDI

 Hem imanda, öyle fevkalâde bir kuvvet ve hârika bir yakîn ve mu'cizane bir inkişaf ve cihanı ışıklandıran bir ulvî itikad taşımış ki; o zamanın hükümranı olan bütün efkârı ve akideleri ve hükemanın hikmetleri ve ruhanî reislerin ilimleri ona muarız ve muhalif ve münkir oldukları halde; onun ne yakînine, ne itikadına, ne itimadına, ne itminanına hiçbir şübhe, hiçbir tereddüd, hiçbir zaaf, hiçbir vesvese vermemesi ve maneviyatta ve meratib-i imaniyede terakki eden başta sahabeler ve bütün ehl-i velayet, onun her vakit mertebe-i imanından feyz almaları ve onu en yüksek derecede bulmaları, bilbedahe gösterir ki; imanı dahi emsalsizdir.

   İşte böyle emsalsiz bir şeriat ve misilsiz bir İslâmiyet ve hârika bir ubudiyet ve fevkalâde bir dua ve cihanpesendane bir davet ve mu'cizane bir iman sahibinde, elbette hiçbir cihetle yalan olamaz ve aldatmaz diye anladı ve aklı dahi tasdik etti.

Asa-yı Musa - 123

27 Mayıs 2025 Salı

BULUT ONA GÖLGE YAPIYORDU

 Sekizinci Misal: 

Meşhur Buheyra-yı Rahip'in meşhur kıssasıdır ki: Nübüvvetten evvel, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, amcası Ebu Talib ve bir kısım Kureyşî ile beraber Şam tarafına ticarete gidiyorlar.

Buheyra-yı Rahip'in kilisesi civarına geldikleri vakit oturdular.

İnsanlar ile ihtilat etmeyen münzevi Buheyra-yı Rahip birden çıkageldi.

Kafile içinde Muhammedü'l-Emin'i (asm) gördü.

Kafileye dedi: "Şu Seyyidü'l-âlemîn'dir ve peygamber olacaktır." Kureyşîler dediler: "Neden biliyorsun?" Mübarek rahip dedi ki: "Siz gelirken baktım ki havada üstünüzde bir parça bulut vardı.

Siz otururken şu Muhammedü'l-Emin (asm) tarafına bulut meyletti, gölge yaptı.

Hem görüyordum ki taş, ağaç ona secde eder gibi bir vaziyet gördüm.

Bu ise nebilere yapılır."

Zülfikar - 58

PEYGAMBERİMİZİN MUCİZELERİNDEN

 Yedinci Misal: 

Nakl-i sahih ile Habrü'l-Ümme ve Tercümanü'l-Kur'an olan Hazret-i İbn-i Abbas ve hâdim-i Nebevî ve ulema-i azîme-i sahabeden olan İbn-i Mesud'dan haber veriyorlar ki demişler: Feth-i Mekke gününde, Kâbe ve etrafında, taşta rasasla mıhlanmış üç yüz altmış sanem vardı.

Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm elinde kavse benzer bir değnekle, o sanemlere birer birer işaret ederek

جَٓاءَ الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُ اِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقًا

deyip hangisine işaret etti, yere düştü.

Sanemin yüzüne işaret ettiyse arkasına düşer, arkasına işaret ettiyse yüzüstüne düşer ve hâkeza sanemler yere yuvarlandılar.

Zülfikar - 58

26 Mayıs 2025 Pazartesi

KANAAT YOK,ŞÜKÜR YOK !

 Akşamı kıyamet farz edersek, sabahı da haşirdir. Ömür boyu tekrarlanan bir durum.

Ölümün kardeşi olan uykudan “Essalâtü hayrun mine’n-nevm” yani, “Namaz uykudan hayırlıdır” çağrısına kulak verip doğrulmak, kalkmak; hayra dair ne varsa bunları tatmak, seher vakti, ne muazzam ticaret.

Bunun için de, tâ yürekten hamdüsena gerekir.

İşte, farkındalığın ifadesi olan bir mükâleme:

Bir gün, bindiğim taksinin şoförü, ağzından çıkan her cümlenin ardından elhamdülillah deyip, Cenab-ı Hakka hamdüsena ediyordu:

“Abi, böbrek ameliyatı oldum, ama iyileştim elhamdülillâh.

“Abi, üç beş kuruş kazanıyorum; akşam evime gittiğimde yemeğimiz var, sobamız yanıyor elhamdülillâh…”

Gideceğimiz yol bitti, ama taksi şoförünün elhamdülillahları, hamdüsenaları bitmedi.

Bir insan Yaradan’a hamd ederse, herhalde, ancak bu kadar eder.

“Kardeşim” dedim ona ve ekledim; “Her hâline ‘elhamdülillâh’ diyor, Cenab-ı Hakka hamd ediyorsun. Ne de güzel ediyorsun. Seni tebrik ederim” deyip, arabasından indim.

O, yoluna gitti; ben de işime…

“Verilenin, verenini, hüşyâr olup görmeli

“Nimetinin kıymetini adam olup, bilmeli.”

A.R.A

Alıntı

İYİLİK YAPMAYA DEVAM ET

26 Mayıs 2025,
Eski zamanda yaşayan bir padişah ve sarayında ona hizmet eden birçok hizmetçileri varmış.

Bunların içerisinde bulunan iyi niyetli temiz kalpli birisi, her gün sabah kalkınca Padişahın huzuruna varır, padişahın halini hatırını sorar ve sonra da padişahım, "İyiler iyiliğine devam etsin, kötüler belasını bulur" dermiş. Bu söz padişahın hoşuna gider ve adama hediye olarak bir altın verirmiş. Bunu gören kıskanç birisi, bu iyi niyetli adamın yerine geçmek için bir plan yapar. Bir gün baharatlı biberli, sarımsaklı sucuklu bir yemek hazırlayıp iyi kalpli adamı davet eder. Bu haset adam, hemen padişahın huzuruna çıkar ve "Padişahım senin yanına gelen filan adam var ya! O adam sizin için iyi şeyler söylemez. Sizin ağzınızın koktuğunu söylüyor. İsterseniz yarın bakın sizin yanınızda sizden uzak durup eliyle ağzını kapatarak belli eder" der.

Ertesi gün padişahın yanına giden iyi niyetli adam padişahı rahatsız etmemek için uzak durur. Padişah şüphelenir fakat belli etmez hediyesini verir ve içinde bu zarfı getiren adamı öldürün yazan bir zarfı üzerindeki adrese götürmesini söyleyerek eline verir. Adam zarfı alır dışarı çıkar, kapıda bekleyen kötü kalpli haset adam, hemen karşılar ve “Ne yaptın?” der. İyi kalpli adam  “Padişahım hediyemi verdi, bir de bu adres götürmem için zarf verdi” deyince adam zarfı kaptığı gibi cellatların adresine gider. Zarfı alan cellatlar adamı öldürmek üzere yatırınca bas bas bağırır bu zarf benim değil diye. Tabiî kimseye dinletemez ve başından olur.

Ertesi gün sabah yine aynı mihval üzere iyi kalpli adam padişahın huzuruna varır. Padişah adamı görünce şaşırır ve  adama “Sen zarfı yerine götürmedin mi der?” Adam, “Padişahım filan adam zarfı elimden kaptı o götürdü” deyince Padişah adama “Söyle bakalım sen benim ağzımın koktuğunu yaymışın doğru mu?” der. Adam, “Hayır padişahım öyle bir şey söyler miyim?” deyince, padişah, “Madem öyle ise niçin dün geldiğinde benden uzak durdun? Hem de ağzını kapatarak konuştun?” Adam olanları bir bir anlatır. “Bir gün önce yediği yemeğin baharatlı olduğu için sizi rahatsız ederim düşüncesi ile uzak durup ağzımı kapadım” der. Padişah durumu anlar. Adama hediyesini verir ve "İyiler iyiliğine devam etsin, kötüler belasını bulur" diyerek, herkesin hak ettiğini bulacağını bildirir.

Bizde kıssadan hisse çıkarıp “iyiler iyilik yapmaya devam etsin” diyerek, kötülerin zalimlerin cezasını bulacağına inanıyoruz.


BEN KİTAP OKUYORUM

 Kitap Okuma Alışkanlığı Nasıl Kazanılır?

Rengarenk, cilt cilt kitaplar ne kadar da hoş görünüyor ama bir türlü okumaya başlayamıyor musunuz?

Normalde okumayı çok seviyorsunuz ancak şu ara motivasyonunuz mu düşük?

En son okuduğunuz kitap “Alican Tatilde” mi?

Sizler için okuma motivasyonunuzu arttıracak harika öneriler hazırladık,

-İlk etapta ağır terimleri olan veya ağdalı bir dile sahip kitapları tercih etmeyin. Sizi zorlayıp sıkmayacak, yalın anlatımlı kitapları tercih edin.

-Kesinlikle ilginizi çeken bir kitaptan başlayın.Asla çok satıldı, herkes beğendi diye size hitap etmeyen kitaplardan başlamayın. Polisiye mi seviyorsunuz? Polisiye kitaplar okuyun.

-Okumaya başladığınız fakat kitap sizi sarmadı, onu bitirmek konusunda ısrarcı olun. Kendinizi zorlamak sizi okumaktan iyice soğutacaktır. Bunun yerine yeni bir kitaba şans verin.

-Yanınızda daima kitap olsun, artık e-kitap okuyucuları ve telefonda e-kitap okuma uygulamalarıyla bu hiçte zor değil. Binlerce kitabı hiç zorlanmadan yanınızda taşıyıp, yolculuklarda veya bekleme anlarında bir kaç sayfa kitap okuyabilirsiniz.

-Okuduğunuz kitapları kaydettiğiniz, yıllık okuma hedefleri belirlediğiniz internet siteleri var, bunlara üye olarak okuma motivasyonunuzu arttırabilirsiniz.

-Instagram, Facebook gibi uygulamalarda kitap kluplerine katılıp yeni kitaplar hakkında bilgi paylaşımlarını takip ederek bu işi eğlenceği hale getirebilirsiniz!

-Kendinize kitap okuyacağınız bir zaman dilimi belirleyin. Otobüste,serviste,uyumadan önce bu sizin rutininiz olsun. Servise bindiğinizde hemen internette amaçsızca gezmeye başlamayın, açın kitabınızı okuyun.

– Kendinize okuma arkadaşı bulun! Kitap okumayı seven bir arkadaş edinin. Kitap tavsiyeleri paylaşmak, kitaplar hakkında konuşmak, tartışmak, onun gördüğü sizin görmediğiniz şeyleri konuşmak kitap okumayı daha da güzelleştiriyor.

Hadi, kendinize sıcacık bir kahve yapın, en rahat koltuğunuza kurulup okumaya başlayın.

Alıntı

23 Mayıs 2025 Cuma

SENİN AKLIN BUNU ANLAMAZ

 ... Bir insan diyebilir ki: "Benim Hâlıkım bu dünyayı bana hane yapmış, güneş benim bir lâmbamdır, yıldızlar benim elektriklerimdir, yeryüzü çiçekli-miçekli halılarla serilmiş benim bir beşiğimdir" der, Allah'a şükreder.

Sair mahlukatın iştiraki, onun bu hükmünü nakzetmez.

Bilakis mahlukat onun hanesini tezyin eder.

Hanenin müzeyyenatı hükmünde kalırlar.

Acaba bu daracık dünyada, insan insaniyet itibariyle, hattâ bir kuş dahi böyle bir daire-i azîmede bir nevi tasarruf dava etse, cesîm bir nimete mazhar olsa; geniş ve ebedî bir dâr-ı saadette, ona beşyüz senelik bir mesafede bir mülk ihsan etmek, nasıl istib'ad edilebilir?

   Hem nasılki şu kesafetli, karanlıklı, dar dünyada güneşin pek çok âyinelerde bir anda aynen bulunması gibi, öyle de: Nurani bir zât, bir anda çok yerlerde aynen bulunması -Onaltıncı Söz'de isbat edildiği gibi- meselâ, Hazret-i Cebrail Aleyhisselâm bin yıldızda bir anda hem Arş'ta, hem huzur-u Nebevîde, hem huzur-u İlahîde bir vakitte bulunması; hem Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın haşirde bir anda ekser etkıya-ı ümmetiyle görüşmesi ve dünyada hadsiz makamlarda bir anda tezahür etmesi ve evliyanın bir nevi garibi olan ebdalların bir vakitte çok yerlerde görünmesi ve avamın rü'yada bazen bir dakikada bir sene kadar işler görmesi ve müşahede etmesi ve herkesin kalb, ruh, hayal cihetiyle bir anda pekçok yerlerle temas edip alâkadarane bulunması, malûm ve meşhud olduğundan.. elbette nuranî, kayıdsız, geniş ve ebedî olan Cennet'te, cisimleri ruh kuvvetinde ve hiffetinde ve hayal sür'atinde olan ehl-i Cennet, bir vakitte yüzbin yerlerde bulunup yüzbin hurilerle sohbet ederek yüzbin tarzda zevk almak; o ebedî Cennet'e, o nihayetsiz rahmete lâyıktır ve Muhbir-i Sadık'ın (A.S.M.) haber verdiği gibi hak ve hakikattır.

Bununla beraber, bu küçücük aklımızın terazisiyle o muazzam hakikatlar tartılmaz.

  İdrak-i maâlî bu küçük akla gerekmez.

  Zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez.

Sözler - 502

DÜNYA KADAR BİR CENNET

  Sual: 

   Ehadîs-i şerifede denilmiştir ki: "Bazı ehl-i Cennet'e, dünya kadar bir yer veriliyor, yüzbinler kasr, yüzbinler huri ihsan ediliyor." Bir tek adama bu kadar şeylerin ne lüzumu var, ne ihtiyacı var, nasıl olabilir ve ne demektir?

   Elcevab: 

   Eğer insan yalnız camid bir vücud olsaydı veyahut yalnız mideden ibaret nebatî bir mahluk olsaydı veyahut yalnız mukayyed, ağır ve muvakkat ve basit bir zât-ı cismaniye ve bir cism-i hayvanîden ibaret olsaydı; öyle çok kasırlara, çok hurilere lâyık ve mâlik olmazdı.

Fakat insan, öyle câmi' bir mu'cize-i kudrettir ki; hattâ şu dünya-yı fânide, şu kısa bir ömürde, şu inkişaf etmemiş bazı letaifinin ihtiyacı cihetiyle bütün dünyanın saltanatı, serveti ve lezaizi verilse belki hırsı tok olmayacaktır.

Halbuki ebedî bir dâr-ı saadette, nihayetsiz istidada mâlik, nihayetsiz ihtiyaçlar lisanıyla, nihayetsiz arzular eliyle, nihayetsiz bir rahmetin kapısını çalan bir insan; elbette ehadîste beyan olunan ihsanat-ı İlahiyeye mazhariyeti makuldür ve haktır ve hakikattır.

Sözler - 501

MUTFAKTA YANGIN VAR !

 İşsizlik ve pahalılık, bu iktidarın sonu olacak !Mutfakta yangın var, tencere boş kaynıyor.Millet iktidardakilere kızgın, bunun sebebi çok.Fakat en belirgin sebeplerinden birisi, iktidara olan güvenin azalması.İktidarda bulunanların, başta ekonomi olmak üzere işsizlik ve enflasyonu kontrol edememesidir.

Mutfakta yangın var,tencere boş kaynıyor.Fakir fukara, evine yiyecek götürememenin sıkıntısını yaşıyor. Senelerdir yatırım yerine tüketime yönelik politikalar sonucu, ülke bu hale gtirildi.Üreterek değilde tüketerek, satarak ve borçlanarak yönetme sonucunda iflasın eşiğinde bir ülke haline geldik.Fabrikaların kapanması  ya da satılması nedeniyle,İşinden olanlar da,iş bulamayan işsizlerin sayısının artmasına sebep oldu.Her evde bir işsizin olması toplumu gerçekten rahatsız etmeye başladı.

Yerel yönetimler vasıtası ile işe yerleştirilenler, adama iş  ile gizli işsizliğe sebep oldu.İşsizlik arttı ve bir kişinin yapacağı işe kendi adamlarından beş kişi yerleştirilerek ülke yağmalandı. Bu şekilde yerel yönetimler vasıtası ile işsize iş bulma yoluna gidildi. Bugün yerel yönetimler borç bataklığında bocalamktadır, Borçtan kurtulmanın çaresi olarak  belediyeler vergiyi artırıp hazine arazilerini ve belediye arsalarını satmayı gündeme aldılar.Borçlarını bu şekilde ödeme yoluna gitmeye başladılar.Yönetimini Beğenmedikleri geçmişteki hükümetlerin bıraktığı mirası yemeye başlayarak miras yedi konumuna düştüler.

İşsizler ordusu, "İşsizler Partisi" kursa belki de büyük oranda oy alır. Yapılan yolsuzluklar ve zamlarla hükümet ve ortağı partiler için bir seçimde kartlar kırmızıya döneceğe benziyor.Artık  akaryakıt zamları ile yoksulluk pahalılık, bıçağı kemiğe dayamış durumda.Devleti idare edenlerin israf ve hesapsız harcamaları millette öfke patlamasına sebep olmuştur.Daha fazla zorlayıpta kin  nefret ve intikama dönüştürmemek gerekir.Siyasiler bu milleti germekten vaz geçsinler.

Devleti yönetenler,"tok açın halinden ne anlar"sözünü yansıtmaktalar. Ülkede işsizlik mi var?Herkes halinden memnun diyerek milletle dalga geçmektedirler.Efendim işsizlik yok, iş var ama işsizim diyenler işi beğenmiyor, ya da ücretini az bularak çalışmak istemiyorlar diyerek kendilerince çıkış yolu bulmaya çalışıyorlar.

Madem işçi ücretleri az değilse adama sormazlar mı, siz neden bir değil, iki değil, üç dört değil, tam beş yerden, hatta bazılar on onbir yerden maaş alıyorlar?Size soruyorum ? Bu milletin çoğunluğu asgari ücertle geçinmeye çalışıyor. Okulunu bitirenlerin çoğu mesleğinde iş bulamayıp bekçi polis ve güvenlik görevlisi olmak için müracat edip adamı ve torpili varsa ancak bir iş bulabiliyor.Sizler sıkılmadan ülke gül gülüstanlık gibi, işsizlik filan yok diyerek, gözünüzü kapamak veya bu milletin aklı ile dalga geçmek değilde nedir?..Allah merhamet ve insaf versin.

Allah kimseyi işsizlik ve açlık ile terbiye etmesin.Bu gidiş pek hayra alamet değil.

Onun için ben  bu iktidarın  sonunu işsizliğin, açlığın ve israfın belirleyeceğini düşünüyorum.


Rafet Özcan

22 Mayıs 2025 Perşembe

İTTİBA-I SÜNNET

  ONBİRİNCİ NÜKTE: 

   "Üç Mes'ele"dir.

   Birinci Mes'ele: 

   Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın Sünnet-i Seniyesinin menbaı üçtür: Akvali, ef'ali, ahvalidir.

Bu üç kısım dahi, üç kısımdır: Feraiz, nevafil, âdât-ı hasenesidir.

Farz ve vâcib kısmında ittibaa mecburiyet var; terkinde, azab ve ikab vardır.

Herkes ona ittibaa mükelleftir.

Nevafil kısmında, emr-i istihbabî ile yine ehl-i iman mükelleftir.

Fakat, terkinde azab ve ikab yoktur.

Fiilinde ve ittibaında azîm sevablar var ve tağyir ve tebdili bid'a ve dalalettir ve büyük hatadır.

Âdât-ı seniyesi ve harekât-ı müstahsenesi ise hikmeten, maslahaten, hayat-ı şahsiye ve nev'iye ve içtimaiye itibariyle onu taklid ve ittiba etmek, gayet müstahsendir.

Çünki herbir hareket-i âdiyesinde, çok menfaat-i hayatiye bulunduğu gibi, mütâbaat etmekle o âdâb ve âdetler, ibadet hükmüne geçer.

Evet madem dost ve düşmanın ittifakıyla, Zât-ı Ahmediye (A.S.M.) mehasin-i ahlâkın en yüksek mertebelerine mazhardır.

Ve madem bil'ittifak nev'-i beşer içinde en meşhur ve mümtaz bir şahsiyettir.

Ve madem binler mu'cizatın delaletiyle ve teşkil ettiği âlem-i İslâmiyetin ve kemalâtının şehadetiyle ve mübelliğ ve tercüman olduğu Kur'an-ı Hakîm'in hakaikının tasdikiyle, en mükemmel bir insan-ı kâmil ve bir mürşid-i ekmeldir.

Ve madem semere-i ittibaıyla milyonlar ehl-i kemal, meratib-i kemalâtta terakki edip saadet-i dâreyne vâsıl olmuşlardır.

Elbette o zâtın sünneti, harekâtı, iktida edilecek en güzel numunelerdir ve takib edilecek en sağlam rehberlerdir ve düstur ittihaz edilecek en muhkem kanunlardır.

Bahtiyar odur ki, bu ittiba-ı Sünnette hissesi ziyade ola.

Sünnete ittiba etmeyen, tenbellik eder ise, hasaret-i azîme; ehemmiyetsiz görür ise, cinayet-i azîme; tekzibini işmam eden tenkid ise, dalalet-i azîmedir.

Lemalar - 59

SÜNNETE DAİR

  İkinci Mes'ele: 

   Cenab-ı Hak Kur'an-ı Hakîm'de: وَاِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَظ۪يمٍ

ferman eder.

Rivayat-ı sahiha ile Hazret-i Âişe-i Sıddıka (R.A.) gibi sahabe-i güzin, Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ı tarif ettikleri zaman "Hulukuhu'l-Kur'an" diye tarif ediyorlardı.

Yani: "Kur'anın beyan ettiği mehasin-i ahlâkın misali, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'dır.

Ve o mehasini en ziyade imtisal eden ve fıtraten o mehasin üstünde yaratılan odur."

   İşte böyle bir zâtın ef'al, ahval, akval ve harekâtının herbirisi, nev'-i beşere birer model hükmüne geçmeye lâyık iken, ona iman eden ve ümmetinden olan gafillerin, (sünnetine ehemmiyet vermeyen veyahut tağyir etmek isteyen) ne kadar bedbaht olduğunu divaneler de anlar.

Lemalar - 59

SÜNNETE DAİR

 Üçüncü Mes'ele:

   Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, hilkaten en mutedil bir vaziyette ve en mükemmel bir surette halkedildiğinden, harekât ve sekenatı, itidal ve istikamet üzerine gitmiştir.

Siyer-i Seniyesi, kat'î bir surette gösterir ki: Her hareketinde istikamet ve itidal üzere gitmiş, ifrat ve tefritten içtinab etmiştir.

Evet Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm,

فَاسْتَقِمْ كَمَٓا اُمِرْتَ

emrini tamamıyla imtisal ettiği için, bütün ef'al ve akval ve ahvalinde istikamet, kat'î bir surette görünüyor.

Meselâ: Kuvve-i akliyenin fesad ve zulmeti hükmündeki ifrat ve tefriti olan gabavet ve cerbezeden müberra olarak, hadd-i vasat ve medar-ı istikamet olan hikmet noktasında kuvve-i akliyesi daima hareket ettiği gibi; kuvve-i gazabiyenin fesadı ve ifrat ve tefriti olan korkaklık ve tehevvürden münezzeh olarak, kuvve-i gazabiyenin medar-ı istikameti ve hadd-i vasatı olan şecaat-i kudsiye ile kuvve-i gazabiyesi hareket etmekle beraber; kuvve-i şeheviyenin fesadı ve ifrat ve tefriti olan humud ve fücurdan musaffa olarak, o kuvvenin medar-ı istikameti olan iffette, kuvve-i şeheviyesi daima iffeti, a'zamî masumiyet derecesinde rehber ittihaz etmiştir.

Ve hâkeza...

Bütün Sünen-i Seniyesinde, ahval-i fıtriyesinde ve ahkâm-ı şer'iyesinde, hadd-i istikameti ihtiyar edip zulüm ve zulümat olan ifrat ve tefritten, israf ve tebzirden içtinab etmiştir.

Hattâ tekellümünde ve ekl ve şürbünde, iktisadı rehber ve israftan kat'iyyen içtinab etmiştir.

Bu hakikatın tafsilatına dair binler cild kitab te'lif edilmiştir.

اَلْعَارِفُ تَكْف۪يهِ الْاِشَارَةُ

sırrınca, bu denizden bu katre ile iktifa edip, kıssayı kısa keseriz.

Lemalar - 60

20 Mayıs 2025 Salı

AĞAÇLAR DAHİ PEYGAMBERİMİZİ TANIYORDU

 Sahih-i Tirmizî nakl-i sahih ile Hazret-i İbn-i Abbas'tan haber veriyorlar ki İbn-i Abbas dedi ki: Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm bir A'rabîye ferman etti:

اَرَاَيْتَ اِنْ دَعَوْتُ هٰذَا الْعِذْقَ مِنْ هٰذِهِ النَّخْلَةِ اَتَشْهَدُ اَنّ۪ى رَسُولُ اللّٰهِ؟

   "Ben, bu ağacın şu dalını çağırsam, yanıma gelse iman edecek misin?" "Evet" dedi.

Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm çağırdı.

O urcun, ağacının başından kopup Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın yanına atladı, geldi.

Sonra emretti, yine yerine gitti.

   İşte bu sekiz misal gibi çok misaller var, çok tarîklerle nakledilmişler.

Malûmdur ki yedi sekiz urgan toplansa kuvvetli bir halat olur.

Binaenaleyh şu en meşhur sıddıkîn-ı sahabeden, böyle müteaddid tarîklerle ihbar edilen şu mu'cize-i şeceriye, elbette tevatür-ü manevî kuvvetindedir; belki tevatür-ü hakikidir.

Zaten sahabeden sonra tabiînin eline geçtiği vakit, tevatür suretini alır.

Hususan Buharî, Müslim, İbn-i Hibban, Tirmizî gibi kütüb-ü sahiha; tâ zaman-ı sahabeye kadar, o yolu o kadar sağlam yapmışlar ve tutmuşlar ki mesela Buharî'de görmek, aynı sahabeden işitmek gibidir.

   Acaba o Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâma ağaçlar -misallerde göründüğü gibi- onu tanıyıp risaletini tasdik edip ona selâm ederek ziyaret edip emirlerini dinleyerek itaat ettiği halde, kendilerine insan diyen bir kısım camid, akılsız mahluklar; onu tanımazsa, iman etmezse kuru ağaçtan çok edna, odun parçası gibi ehemmiyetsiz, kıymetsiz olarak ateşe lâyık olmaz mı?

Zülfikar - 52

PARMAKLARINDAN SUYUN AKMASI

 Gazve-i Buvat'ta, yine Buharî, Müslim başta, kütüb-ü sahiha beyan ediyorlar ki Hazret-i Câbir dedi ki: Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ferman etti: نَادِ بِالْوُضُوءِ "Abdest almak için nida et!" dediler.

"Su yok." denildi.

Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm dedi: "Bir parça su bulunuz." Gayet az su getirdik.

Sonra o az su üstüne elini kapadı, bir şeyler okudu; bilmedim ne idi.

Sonra ferman etti: رِدْنَا بِجَفْنَةِ الرَّكْبِ Yani kafilenin büyük teştini (tekne) getir.

Bana getirildi, ben de Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın önüne koydum.

O da elini içine koydu, parmaklarını açtı.

Ben de o az suyu, mübarek eli üzerine döküyordum.

Gördüm ki mübarek parmaklarından kesretle su aktı, sonra teşt doldu.

Suya muhtaç olanları çağırdım; bütün geldiler, o sudan abdest alıp içtiler.

Ben dedim: "Daha kimse kalmadı." Elini kaldırdı, o cefne (yani tekne) lebâleb dolu kaldı.

   İşte şu mu'cize-i bâhire-i Ahmediye (asm) manen mütevatirdir.

Çünkü Hazret-i Câbir o işte başta olduğu için birinci söz onun hakkıdır.

O, umumun namına ilan ediyor.

Çünkü o vakit hizmet eden o zat idi; ilan, başta onun hakkıdır.

   İbn-i Mesud da aynen rivayetinde diyor ki: Ben gördüm ki Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın parmaklarından çeşme gibi su akıyor.

Acaba meşahir-i sıddıkîn-i sahabeden olan Enes, Câbir, İbn-i Mesud gibi bir cemaat dese: "Ben gördüm." Görmemesi mümkün müdür?

   Şimdi şu üç misali birleştir, ne kadar kuvvetli bir mu'cize-i bâhire olduğunu gör ve şu üç tarîk birleşse hakiki tevatür hükmünde parmaklarından su akmasını kat'î ispat eder.

   Hazret-i Musa aleyhisselâmın taştan on iki yerde çeşme gibi su akıtması, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın on parmağından on musluk suyun akmasının derecesine çıkamaz.

Çünkü taştan su akması mümkündür, âdiyat içinde naziri bulunur.

Fakat et ve kemikten âb-ı kevser gibi suyun kesretle akmasının naziri, âdiyat içinde yoktur.

Zülfikar - 44

MÜSLÜMANIN HATASI ZULÜMDÜR

 Neden dosta tokat vuruluyor, düşmana ilişilmiyor?

   ELCEVAB: 

اَلظُّلْمُ لَا يَدُومُ وَالْكُفْرُ يَدُومُ

sırrınca: Dostların hataları, hizmetimizde bir nevi zulüm hükmüne geçtiği için, çabuk çarpılıyor.

Şefkatli tokat yer, aklı varsa intibaha gelir.

Düşman ise, hizmet-i Kur'aniyeye zıddiyeti, mümanaatı, dalalet hesabına geçer. Bilerek veya bilmeyerek hizmetimize tecavüzü, zındıka hesabına geçer.

Küfür devam ettiği için, onlar ekseriyetle çabuk tokat yemiyorlar.

Nasılki küçük kabahatleri işleyenlerin, nahiyelerde cezaları verilir.

Büyük kabahatleri de büyük mahkemelere gönderilir.

Öyle de: Ehl-i imanın ve has dostların hükmen küçük hataları, çabuk onları temizlemek için kısmen dünyada ve sür'aten verilir.

Ehl-i dalaletin cinayetleri, o kadar büyüktür ki: Kısacık hayat-ı dünyeviyeye cezaları sığışmadığından, mukteza-yı adalet olarak âlem-i bekadaki mahkeme-i kübraya havale edildiği için, ekseriyetle burada cezaya çarpılmıyorlar.

   İşte hadîs-i şerifte

اَلدُّنْيَا سِجْنُ الْمُؤْمِنِ وَجَنَّةُ الْكَافِرِ

mezkûr hakikata dahi işaret ediyor.

Yani: Dünyada şu mü'min, kısmen kusuratından cezasını gördüğü için dünya onun hakkında bir dâr-ı cezadır.

Dünya, onların saadetli âhiretlerine nisbeten bir zindan ve cehennemdir.

Ve kâfirler madem Cehennem'den çıkmayacaklar.

Hasenatlarının mükâfatlarını kısmen dünyada gördükleri ve büyük seyyiatları te'hir edildiği cihetle, onların âhiretine nisbeten dünya, cennetleridir.

Yoksa mü'min bu dünyada dahi kâfirden manen ve hakikat nokta-i nazarında çok ziyade mes'uddur.

Âdeta mü'minin imanı, mü'minin ruhunda bir cennet-i maneviye hükmüne geçiyor; kâfirin küfrü, kâfirin mahiyetinde manevî bir cehennemi ateşlendiriyor.

Lemalar - 47

EMNİYETLİ VE SELAMETLİ BİR GEMİ

 فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِىَ اللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ

âyeti imdadıma yetişti ve gayet emniyetli ve selâmetli bir gemi hükmüne geçti.

Ruh, kemal-i emniyetle ve sürurla o âyetin içine girdi.

Evet anladım ki; âyetin mana-yı sarihinden başka bir mana-yı işarîsi, beni teselli etti ki, sükûnet buldum ve sekinet verdi.

Evet nasılki mana-yı sarihi, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'a der: "Eğer ehl-i dalalet arka verip senin şeriat ve sünnetinden i'raz edip Kur'anı dinlemeseler, merak etme!

Ve de ki: Cenab-ı Hak bana kâfidir.

Ona tevekkül ediyorum.

Sizin yerlerinize ittiba edecekleri yetiştirir.

Taht-ı saltanatı herşeyi muhittir.

Ne âsiler, hududundan kaçabilirler ve ne de istimdad edenler mededsiz kalırlar!" Öyle de mana-yı işarîsiyle der ki: Ey insan ve ey insanın reisi ve mürşidi!

Eğer bütün mevcudat seni bırakıp fena yolunda ademe giderse, eğer zîhayatlar senden müfarakat edip ölüm yolunda koşarsa, eğer insanlar seni terkedip mezaristana girerse, eğer ehl-i gaflet ve dalalet seni dinlemeyip zulümata düşerse, merak etme!

De ki: Cenab-ı Hak bana kâfidir.

Madem o var, herşey var.

Ve o halde, o gidenler ademe gitmediler.

Onun başka memleketine gidiyorlar.

Ve onların bedeline o Arş-ı Azîm sahibi, nihayetsiz cünud u askerinden başkalarını gönderir.

Ve mezaristana girenler mahvolmadılar, başka âleme gidiyorlar.

Onların bedeline başka vazifedarları gönderir.

Ve dalalete düşenlere bedel, tarîk-ı hakkı takib edecek mutî' kullarını gönderebilir.

Madem öyledir, o herşeye bedeldir.

Bütün eşya, bir tek teveccühüne bedel olamaz!

der.

Lemalar - 51

İFRAT VE TEFRİT

    Herşeyin ifrat ve tefriti iyi değildir.

İstikamet ise hadd-i vasattır ki, Ehl-i Sünnet Ve Cemaat onu ihtiyar etmiş.

Fakat maatteessüf Ehl-i Sünnet Ve Cemaat perdesi altına Vehhabîlik ve Haricîlik fikri kısmen girdiği gibi, siyaset meftunları ve bir kısım mülhidler, Hazret-i Ali'yi (R.A.) tenkid ediyorlar.

Hâşâ, siyaseti bilmediğinden hilafete tam liyakat göstermemiş, idare edememiş diyorlar.

İşte bunların bu haksız ittihamlarından Alevîler, Ehl-i Sünnete karşı küsmek vaziyetini alıyorlar.

Halbuki Ehl-i Sünnetin düsturları ve esas mezhebleri, bu fikirleri iktiza etmiyor belki aksini isbat ediyorlar.

Haricîlerin ve mülhidlerin tarafından gelen böyle fikirler ile Ehl-i Sünnet mahkûm olamaz.

Belki Ehl-i Sünnet, Alevîlerden ziyade Hazret-i Ali'nin (R.A.) tarafdarıdırlar.

Bütün hutbelerinde, dualarında Hazret-i Ali'yi (R.A.) lâyık olduğu sena ile zikrediyorlar.

Hususan ekseriyet-i mutlaka ile Ehl-i Sünnet Ve Cemaat mezhebinde olan evliya ve asfiya, onu mürşid ve şah-ı velayet biliyorlar.

Alevîler, hem Alevîlerin hem Ehl-i Sünnetin adavetine istihkak kesbeden Haricîleri ve mülhidleri bırakıp, ehl-i hakka karşı cephe almamalıdırlar.

Hattâ bir kısım Alevîler, Ehl-i Sünnetin inadına sünneti terkediyorlar.

Her ne ise bu mes'elede fazla söyledik.

Çünki ulemanın beyninde ziyade medar-ı bahsolmuştur.

   Ey ehl-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemaat!

Ve ey Âl-i Beytin muhabbetini meslek ittihaz eden Alevîler!

Çabuk bu manasız ve hakikatsız, haksız, zararlı olan nizaı aranızdan kaldırınız.

Yoksa şimdiki kuvvetli bir surette hükmeyleyen zındıka cereyanı, birinizi diğeri aleyhinde âlet edip ezmesinde istimal edecek.

Bunu mağlub ettikten sonra, o âleti de kıracak.

Siz ehl-i tevhid olduğunuzdan uhuvveti ve ittihadı emreden yüzer esaslı rabıta-i kudsiye mabeyninizde varken, iftirakı iktiza eden cüz'î mes'eleleri bırakmak elzemdir.

Lemalar - 25

19 Mayıs 2025 Pazartesi

"YAKLAŞAN FIRTINA"

 İktidarda olduğu 2003 yılından bu yana bir türlü gerçek anlamda muktedir olamayan AK Parti, her geçen gün kan kaybediyor ve kaçınılmaz sona doğru hızla ilerliyor. “Nereden biliyorsun?” diyenlere geçmişi hatırlatmak yeterlidir.

Yüzde 34 oyla yüzde 65 milletvekili çıkaran AK Parti, güçlü bir muhalefetin olmadığı, Demokratların baraj altında bırakıldığı bir ortamda iktidara geldi. Üç Y ile (yolsuzluk, yoksulluk, yasaklarla) mücadele vaadiyle halkın güvenini kazandı ama tam tersini yaptı.

İlk başta cemaatlerle iş birliği yaparak onların desteğini aldı; devletin imkânlarını onlara açtı. Ardından Ergenekon ve Balyoz davalarıyla orduyu yıprattı, hiyerarşisini bozdu. 12 Eylül Anayasası’nı değiştirme ve darbecileri yargılama vaadiyle referanduma gidildi ama bu da gerçekleşmedi.

Sonra bir zamanlar iş birliği yaptığı cemaatlerle çatışmaya girdi. Karşılıklı operasyonlar, ithamlar ve 15 Temmuz 2016’daki kanlı darbe girişimiyle ipler tamamen koptu. O günden sonra ise devletin yeniden yapılandırılması bahanesiyle intikam süreci başladı.

Bugün geldiğimiz noktada, Cumhur İttifakı ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile tek adam yönetimi pekiştirildi. Muhalefet sindirildi, halk “ya bizdensin ya hain” anlayışıyla ayrıştırıldı. Yargı bağımsızlığı zedelendi, ülke kaynakları hızla tükendi, enflasyon tırmandı. Halk fakirleşirken, borç kıskacına alındı.

Şimdi ise sıra cemaatlere geldi. Önce PKK sahneden çekildi denildi, sonra Süleymancılar hedefe alındı. Zaten Yeni Asya Cemaati uzun zamandır içeriden çökertilmeye çalışılıyor. Bugün Süleymancılar, yarın kim bilinmez... Görünen o ki, yerel seçimlerde muhalefete oy veren herkes hedef tahtasına konuyor.

Perinçek’in "cemaatların kökü kazınacak" sözü, iktidarın bu konudaki yol haritasını net biçimde gösteriyor. Ama unutulmamalıdır ki, sıra bir gün bu ortaklıklara da gelebilir. O zaman kim, kimden hesap soracak? Merakla bekliyorum...

Millet olarak gümbürtüyü seyrederken esas endişem, bu süreçte ülkenin ve halkın daha fazla zarar görmesi. Aklıselim galip gelir umarım. Çünkü gidişat, hayra alamet değil. Allah sonumuzu hayreylesin.



16 Mayıs 2025 Cuma

DERİM HEMEN BİSMİLLAH

 Bir şey yiyip içerken,

Kitabımı açarken,

Okumaya başlarken,

Derim hemen Bismillah.


Lailahe İllallah,

Derim hemen Bismillah.


Yatağıma yatarken,

Uyumaya başlarken,

Sabahleyin kalkarken,

Derim hemen Bismillah.


Lailahe İllallah

Derim hemen Bismillah.


Elbisemi giyerken,

Elimi yüzümü yıkarken,

Evimizden çıkarken,

Derim hemen Bismillah.


Lailahe İllallah,

Derim hemen Bismillah.


Okuluma giderken,

Sınıfıma girerken,

Derslerime başlarken,,

Derim hemen Bismillah.


Lailahe İllallah,

Derim hemen Bismillah.

 Rafet ÖZCAN

TAŞLAR DAHİ ALLAHI ZİKREDER

 Ebu Cehil'in elindeki taşlar

 Bir gün Ebû Cehil, Peygamber Efendimiz'i denemek istedi.

Avucunun içine taş parçaları saklayarak Peygamberimiz'in

yanına gitti.

''Göklerin sırrından haberin varsa ve gerçekten peygamber

isen, bil bakalım avucumda gizlediklerim nedir?'' diye sordu.

Peygamber Efendimiz (s.a.v) buyurdu: 

''Elindekilerin ne olduğunu ben mi söyleyeyim? Yoksa hak peygamber olduğumu avucunda sakladıkların mı söylesin?'' Ebû Cehil, 

''İkinci teklifin mümkün değil, olamaz'' dedi. Peygamber Efedimiz,

''Allah'ın kudreti, daha da ötesine kadirdir'' buyurduğunda

Ebû Cehil'in elindeki taşlar kelime-i şehadet getirmeye

başladılar. Her bir taş ''lâ ilâhe illallah, Muhammeden Resûlullah'' dedi.

Ebû Cehil taşlardan bu sözleri duyunca öfkeyle onları yere attı.

KAFAYA GEL KAFAYA

 ÜÇ ÇEŞİT KAFA VAR

 Behlül Dana Hazretleri, bir gün pazara üç tane kuru kafa getirerek satmaya başlamış ve her üçüne de ayrı ayrı fiyat takdir etmişti. Bu kafaları kaça satıyorsun diyenlere, birini bir paraya, birini on paraya, birini de ağırlığınca paraya sattığını söyledi. 

Behlül'ün bu tuhaf hareketlerini seyrederlerken biri dayanamayarak: 

— Ey Behlül! Bunların üçü de kurumuş kafalar olduğu halde sen üçüne de ayrı ayrı fiyat biçiyorsun. Bunların birbirlerinden ne farkı var ki? dedi. 

Behlül Dana Hazretleri, bundaki esrarı şöyle anlattı: 

— Şu birincisi, taş kafadır. Bunun değeri hepsinden düşük. Çünkü hu hiç nasihat dinlemez ve ihtiyaç da duymaz, ikincisi, yani on paralık kafa ise nasihat dinler ama tutmaz... Bir tarafından girer öbür tarafından çıkar. Bunun adı da boş kafadır. Üçüncüsü ise tam kafadır. Hem dinler, onunla amel eder, hem de başkasına öğretir, İşte en kıymetli kafa budur. Bunu da ağırlığınca paraya veriyorum, dedi. 

Tabii ki bunda anlayanlar için büyük hikmetler gizlidir. Velilerin hareketi ilk nazarda tuhaf gibi olsa da o çok değerlidir aslında...

 Rafet Özcan 

15 Mayıs 2025 Perşembe

ŞEFKAT TOKATLARI

 Belâ ve Musibetler: İkaz ve Şifa Vesileleri

İnsan, beden ve ruhtan oluşur. Bu nedenle hastalıklar da maddi ve manevi olmak üzere ikiye ayrılır. Maddi hastalıklar ruh sağlığını da etkileyebilir.Peygamber Efendimiz (a.s.) şöyle buyurur: “Allah, bela ve musibetlerin, mü’min kulunun bedeni üzerinde hakimiyet kurmasına izin vermez.” (Camiussağir Muhtasarı c.1, s. 35, Hadis no: 24)

Bu hadis, sağlığımızı korumanın önemine işaret eder. Mü’min, temizliğe dikkat eder, sağlıklı beslenir, zarar verici yiyecek ve içeceklerden uzak durur. Çünkü vücut sağlığını korumak da dini bir sorumluluktur. Tıp ilminin tavsiyeleri, dinî açıdan da kıymetlidir. İbn-i Sina’nın dediği gibi: “Yediğin vakit az ye. Yedikten sonra birkaç saat yeme. Şifa hazımdadır.”

Hastalıkların beden üzerinde saltanat kurmasını engellemek, çoğu zaman yeme-içme disiplinine uymakla başlar.

Manevi hastalıklar ise ibadetlerden uzaklaşmakla baş gösterir. Uzun süre ibadetten uzak kalan kişi, ibadeti zor ve yorucu bulur. Bu bir manevi hastalıktır. Allah, kullarını bu hale düşmemeleri için bela ve musibetlerle ikaz eder. Tıpkı çobanın koyunlarını taşla uyarması gibi…

Musibet, insana kendini sorgulama fırsatı verir. Hatalarını fark ettirir, tövbe kapısını aralar. Bu yüzden bela ve musibetler, aslında birer rahmettir. Çünkü Allah, kulunun hatasından dönmesine sevinir.

Maddi hastalığın çaresi olduğu gibi manevi hastalıkların da çaresi vardır. O da, pişmanlık, tövbe ve Rabbimizin rahmetine sığınmaktır. Çünkü O’nun rahmeti, gazabından çok daha büyüktür.

 Belâ, bazen bir uyarı, bazen bir arınmadır. Dert varsa, derman da vardır; çare, rahmet kapısını çalmaktadır.

Rafet Özcan

14 Mayıs 2025 Çarşamba

KONUŞAN VE DEMOKRAT TÜRKİYE

 Susmak ve susturulmak, korkunun dağa taşa hakim olduğu, olağanüstü hallerin sonucudur.

Ülke insanları, zaman zaman, sıkıntılı dönemlerden geçer. Belki o zamanlarda susmanın konuşmaktan iyi olduğu söylenebilir.Zira konuşsan kimseye söz dinletmek ve susturanları aşmak mümkün değildir.

Korkunun hakim olduğu toplumlar, kalkınmayı değil yaşamayı, karnını doyurmayı hedef aldığı için, kendisini kontrol eden efendisinin isteklerini yerine 

getirmekten başka çare düşünemez.Bu çaresizlik içerisinde korkutulanlar susmak zorunda kalır.

İnsanlar, konuşma ve düşündüklerini ifade edebilme hürriyeti yaratılıştan gelen bir hak olmasına rağmen, bu hakkı gasp edildiği için konuşamaz.Halbuki  hak ve hürriyetler normal şartlarda olsa insanların varlık sebebi olduğu ve kısıtlanamayacağı herkes tarafından bilinir.Zalim ve baskıcı yöneticiler tarafından ellerinden alınan bu haklar onların istekleri doğrultusunda yönlendirilir. Bu şekilde köle durumuna düşürülen toplum insanları, düşünemez konuşamaz hale getirilir.

"Yeter söz milletin" diyerek şahlanan bu millet,"Konuşan Türkiye" olarak susmaktan ve susturulmaktan kurtulmuştur. Fakat yıllar sonra ise,ne yazık ki,  düşmanlar tarafından susturulamazken, bir zamanlar korkudan susanlar ve susturulanlar tarafından bugün susturulur hale getirilmiştir.

Yeniden Konuşan Türkiye ve kalkınan Türkiye için elele verelim, Demokrasimize sahip çıkalım yeniden yeter artık diyelim..Neden ülke tekrar "Konuşan Türkiye" olmasın.?

Rafet Özcan


KORKAKLARIN TEK DAYANAĞI,

 

Dünyada en çok korkanlar kimlerdir diye sorulsa verilecek cevap elbette hukukun üstünlüğüne inanmayan ihtlalci dikdatörlerdir olacaktır.Niçin bu dikdatörler çok korkar?

1-Bu dikdatörler hukuk tanımaz.

2-Fırsatçı oldukları için kendilerinden başkasına güvenmez.

3-Kendileri ihanet ettikleri için ihanete uğrama korkusu taşırlar.

4-Milletin iradesini hiçe sayarak milleti hakir görürler.

5-Adalet ve hukuk tanımadıkları için zalimdirler,onun için intikam duygusu ile yaşarlar.

6-Rahat hareket edemezler çünkü koruma ordusu ablukası altında halktan kopuk ve kuşkuludurlar.

7-İktidarlarını korku üreterek ve korkutarak devam ettirmek isterler.

8-Kendileri ihanet içerisinde oldukları için her kesi düşman görürler.

9-Korku duvarının arkasında her an korku içerisinde yaşarlar.

10-Her devrin dikdatörleri zalimdir. Çünkü hasap günü gelmeden zulmü ile âbad olur ama ergeç ahırleri berbattır.Bunlar dünyada da ahırette de rahat yüzü görmezler.Zahiren bahtiyar görünseler dahi manen huzursuz ve endişelidirler.Korku içerisinde her tarafa korku salıp korku yayarlar.Bunların tek silahı korkutmak ve insanları kendilerine kul köle etmektir.Etrafında dalkavuk ve mürai  alkışçıları vardır.Korku dağa taşa siner herkes korku içinde riyakarlık ile yalan ve yanlışta olsa başındaki zalimi alkışlar.

Tarihte bu korkak dikdator despotların çok örneği var fakat hiç birisinin akıbeti iyi olmamıştır.İşte Nemrut,işte fravun işte deccal ve süfyan...vb.

Günümüz zalim ve dikdatörleri de aynı sonu yaşayarak bu dünyadan göçüp gitmişler,geride kalanlarda aynı akıbete uğrayacaklardır inşallah.

Ne diyelim, bu dünya etme bulma dünyasıdır. Zulm ile âbad olanın ahırı berbat olur.

Son söz olarak, yıllarca zalimlerin zulmüne uğramış ,28 sene hapis hayatı ve 19 sefer zehirlemelerine rağmen yine de onlara boyun eğmeyen, Bediüzzaman hazretlerinin,"Zalimler için yaşasın Cehennem" sözleri ile nokta koyalım.

Allah mazlumların yardımcısı olsun.

Rafet Özcan

13 Mayıs 2025 Salı

Kırk Katır mı, Kırk Satır mı?

 Malum hikâyedir… Adamın biri işlediği suç sebebiyle padişahın huzuruna çıkarılır. Padişah sorar: “Kırk katır mı istersin, kırk satır mı?” Kırk satırla idam edileceğini sanan adam, “Kırk katır!” der. Ama büyük bir yanılgıya düşmüştür. Bedeni kırk parçaya ayrılır, her bir parçası bir katıra bağlanır. Katırlar kırbaçlanır, farklı yönlere koşturulur ve adam feci şekilde can verir. Bu ibretlik hikâye, halk dilinde sıkça karşılaştığımız deyimlerle yankı bulur: “Ölümlerden ölüm beğen”, “Denize düşen yılana sarılır”, “Sıtmayı gösterip ölüme razı etmek”...

Çoğunlukla kriz anlarında başvururuz bu ifadelere. Çünkü kriz, kalp krizi gibidir: Ne uzun uzun düşünmeye zaman vardır, ne danışacak kapı… En kısa sürede en uygun kararı vermeniz gerekir. Kırmızı kablo mu, mavi kablo mu? Hani derler ya: “En kötü karar, kararsızlıktan iyidir.” Kriz anı tam da budur. Hele ki karar sadece sizi değil, sevdiklerinizi de ilgilendiriyorsa, iş daha da zorlaşır.

Kriz kavramı tıptan sosyal bilimlere de taşınmıştır. Ekonomik kriz, siyasi kriz, gıda krizi, iklim krizi… Hepsinde zaman dardır. Önce kalp durması önlenir, ardından kök sebeplere inilir. Bizde ise genelde işler şöyle yürür: Ekonomik kriz patlak verdiğinde bir IMF yetkilisi gelir, “15 günde 15 yasa” çıkar, toplum adeta “by-pass” edilir. Siyasi krizlerdeyse “önce şu hükümet gitsin, sonra detaylara bakarız” denir. Ve toplumdan “asgari müştereklerde buluşması” beklenir.

Kriz teşhisi konan her durumda toplumda ortak bir ruh hali belirir: Belirsizlik ve çaresizlik. Ve çoğu zaman bir “otorite”ye sarılırız. Doktor, lider, uzman… Geçici de olsa irademizi birine devretmek isteriz. 2000 krizinde bu otorite Kemal Derviş’ti. Bugün TÜSİAD gibi sermaye grupları sahnede.

2003’ten bu yana iktidarda olan siyasi kadro, güçler ayrılığını ortadan kaldırıp devletin işleyişini tek elde toplamaya başladı. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı altında meclis etkisizleştirildi, kararname yoluyla yönetim biçimi benimsendi. “Faize nas var” denilerek alınan kararlar ekonomik krizi derinleştirdi. Artık “biz kimseye hesap vermeyiz” diyen bir anlayış hâkim. Bu tavır, ülkeyi dünyada yalnızlaştırdı. Zamlar, vergiler ve enflasyonla ezilen halk, iki seçenek arasında bırakıldı: Ya bu hayatı kabullen, ya daha beteriyle yüzleş! Tabiri caizse, sıtmayı gösterip ölüme razı ettiler. Asgari ücretliye, emekliye insafsızca reva görülen zamsız yaşam; siyasetin sopası hâline geldi. Toplum, “kırk katır mı, kırk satır mı?” sorusuyla sindirilmeye çalışılıyor. Ama bu yolun sonu aydınlık görünmüyor. Millet, çaresizlik içinde yönünü arıyor…