7 Mayıs 2024 Salı

EY İHTİYÂRLAR

    Evet ey ihtiyar ve ihtiyareler!

Madem Rahîm bir Hâlık'ımız var; bizim için gurbet olamaz.

Madem o var, bizim için herşey var.

Madem o var, melaikeleri de var.

Öyle ise bu dünya boş değil.

Hâlî dağlar, boş sahralar Cenab-ı Hakk'ın ibadıyla doludur.

Zîşuur ibadından başka, onun nuruyla, onun hesabıyla taşı da ağacı da birer munis arkadaş hükmüne geçer; lisan-ı hal ile bizim ile konuşabilirler ve eğlendirirler.

Evet bu kâinatın mevcudatı adedince ve bu büyük kitab-ı âlemin harfleri sayısınca vücuduna şehadet eden ve zîruhların medar-ı şefkat ve rahmet ve inayet olabilen cihazatı ve mat'umatı ve nimetleri adedince rahmetini gösteren deliller, şahidler, bize Rahîm, Kerim, Enîs, Vedud olan Hâlık'ımızın, Sâni'imizin, Hâmi'mizin dergâhını gösteriyorlar.

O dergâhta en makbul bir şefaatçi, acz ve zaaftır.

Ve acz ve zaafın tam zamanı da, ihtiyarlıktır.

Böyle bir dergâha makbul bir şefaatçi olan ihtiyarlıktan küsmek değil, sevmek lâzımdır.

Lemalar - 228

KADERİ TENKİT EDEN

 Kaderi tenkid eden başını örse vurur, kırar.

Rahmete itiraz eden, rahmetten mahrum kalır.

   Acaba, bir gün adavete değmeyen bir şey'e, bir sene kin ve adavetle mukabele etmeyi hangi insaf kabul eder, bozulmamış hangi vicdana sığar?

Halbuki mü'min kardeşinden sana gelen bir fenalığı, bütün bütün ona verip, onu mahkûm edemezsin.

Çünki evvelâ, kaderin onda bir hissesi var.

Onu çıkarıp o kader ve kaza hissesine karşı rıza ile mukabele etmek gerektir.

Sâniyen, nefis ve şeytanın hissesini de ayırıp, o adama adavet değil, belki nefsine mağlub olduğundan acımak ve nedamet edeceğini beklemek.

Sâlisen, sen kendi nefsinde görmediğin veya görmek istemediğin kusurunu gör; bir hisse de ona ver.

Sonra bâki kalan küçük bir hisseye karşı en selâmetli ve en çabuk hasmını mağlub edecek afv ve safh ile ve ulüvvücenablıkla mukabele etsen, zulümden ve zarardan kurtulursun.

Yoksa sarhoş ve divane olan ve şişeleri ve buz parçalarını elmas fiatıyla alan cevherci bir Yahudi gibi, beş paraya değmeyen fâni, zâil, muvakkat, ehemmiyetsiz umûr-u dünyeviyeye; güya ebedî dünyada durup ebedî beraber kalacak gibi şedid bir hırs ile ve daimî bir kin ile mütemadiyen bir adavetle mukabele etmek, sîga-i mübalağa ile bir zalûmiyettir veya bir sarhoşluktur ve bir nevi divaneliktir.

   İşte hayat-ı şahsiyece bu derece muzır olan adavete ve fikr-i intikama, -eğer şahsını seversen- yol verme ki kalbine girsin.

Eğer kalbine girmiş ise, onun sözünü dinleme.

Bak, hakikatbîn olan Hâfız-ı Şirazî'yi dinle: دُنْيَا نَه مَتَاعِيسْت۪ى كِه اَرْزَدْ بَنِزَاع۪ى

   Yani: "Dünya öyle bir meta' değil ki, bir nizâa değsin." Çünki fâni ve geçici olduğundan kıymetsizdir.

Koca dünya böyle ise, dünyanın cüz'î işleri ne kadar ehemmiyetsiz olduğunu anlarsın!..

Hem demiş:

آسَايِشِ دُو گ۪يت۪ى تَفْس۪يرِ اِينْ دُو حَرْفَسْتْ

بَادُوسِتَانْ مُرُوَّتْ بَادُشْمَنَانْ مُدَارَا

   Yani: "İki cihanın rahat ve selâmetini iki harf tefsir eder, kazandırır: Dostlarına karşı mürüvvetkârane muaşeret ve düşmanlarına sulhkârane muamele etmektir."

Mektubat - 266

KÜFÜR BİR GÜNAHTIR

 Zira küfür, çendan bir seyyiedir.

Fakat, bütün kâinatı kıymetsizlikle ve abesiyetle tahkir ve delail-i vahdaniyeti gösteren bütün mevcudatı tekzib ve bütün tecelliyat-ı esmayı tezyif olduğundan, bütün kâinat ve mevcudat ve esma-i İlahiye namına Cenab-ı Hak kâfirden şedid şikayet ve dehşetli tehdidat etmek; ayn-ı hikmettir ve ebedî azab vermek, ayn-ı adalettir.

Madem insan, küfür ve isyanla tahribat tarafına gidiyor.

Az bir hizmetle pek çok işleri yapar.

Onun için ehl-i iman, onlara karşı Cenab-ı Hakk'ın inayet-i azîmine muhtaçtır.

Çünki on kuvvetli adam, bir evin muhafazasını ve tamiratını deruhde etse, haylaz bir çocuğun o haneye ateş vermeğe çalışmasına karşı, o çocuğun velisine, belki padişahına müracaata, yalvarmağa mecbur olması gibi; mü'minlerin de, böyle edebsiz ehl-i isyana karşı dayanmak için Cenab-ı Hakk'ın çok inayatına muhtaçtırlar.

   Elhasıl: 

   Eğer kader ve cüz'-i ihtiyarîden bahseden adam, ehl-i huzur ve kemal-i iman sahibi ise, kâinatı ve nefsini Cenab-ı Hakk'a verir, onun tasarrufunda bilir.

O vakit hakkı var, kaderden ve cüz'-i ihtiyarîden bahsetsin.

Çünki madem nefsini ve herşeyi Cenab-ı Hak'tan bilir, o vakit cüz'-i ihtiyarîye istinad ederek mes'uliyeti deruhde eder.

Seyyiata merciiyeti kabul edip, Rabbini takdis eder.

Daire-i ubudiyette kalıp, teklif-i İlahiyeyi zimmetine alır.

Hem kendinden sudûr eden kemalât ve hasenat ile gururlanmamak için kadere bakar, fahr yerine şükreder.

Başına gelen musibetlerde kaderi görür, sabreder.

Eğer kader ve cüz'-i ihtiyarîden bahseden adam, ehl-i gaflet ise; o vakit kaderden ve cüz'-i ihtiyarîden bahse hakkı yoktur.

Çünki nefs-i emmaresi, gaflet veya dalalet saikasıyla kâinatı esbaba verip, Allah'ın malını onlara taksim eder, kendini de kendine temlik eder.

Fiilini kendine ve esbaba verir.

Mes'uliyeti ve kusuru kadere havale eder.

O vakit, nihayette Cenab-ı Hakk'a verilecek olan cüz'-i ihtiyarî ve en nihayette medar-ı nazar olacak olan kader bahsi manasızdır.

Yalnız, bütün bütün onların hikmetine zıd ve mes'uliyetten kurtulmak için bir desise-i nefsiyedir.

Sözler - 465

5 Mayıs 2024 Pazar

DEMOKRATLAR UYANIN

 Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, insanlar önünü göremez oldu. Sağı mayın solu mayın, arkası tuzak önü tuzak. Basiret bağlanmış, kalp gözü körelmiş herşeyi maddede aramanın sonucu akıl göze inmiş, maddi göz ise maneviyatta kör olduğu için iki adım öteyi göremez duruma gelmiştir.

Toplum fertlerden meydana geldiğine göre fertlerin körelmesi toplumun yanlış karar vermesine sebep olmuştur. İşte siyaset mühendislerinin istediği de zaten budur. Önceden planlanan ortam kendiliğinden oluşmuş tuzak üstüne tuzak kuranlar avlanmaya, millet ise bu gizli tuzaklara düşmeye devam etmektedir. Yalan ve menfeat üzere kurulmuş olan siyaset ve aldatma ile iş yapan siyasetçinin işi gayet kolaylaşmıştır.

Yıllarca mücadeleler sonucu elde edilen hürriyetler, demokrasi ve hukukun üstünlüğü, adalet sisteminin ve kanunların keyfileştirilmesi ile işlemez hale gelmiş.

Tüm bu işler yapılırken de malesef bu ülkenin esasını oluşturan büyük çoğunluk demokratlar yanıltılmıştır. Halâ da kurulan tuzaklara düşürülmeye devam edilmektedir. Siyaset Demokrat merkezde, DP’de toplanmalı, demokratlar artık uyanmalı.

Bu sefer bu oyunu bozma sırası artık demokratlara düşer. “Yeter söz milletin” deyip, demokrat yolumuzda kenetlenerek devam edelim. Allah demokratlara uyanma ve özüne dönmeyi nasip etsin.

TASARRUF TEDBİRLERİ

 Devletleri ekonomik krizlere sürükleyen ve toplumu borç bataklığında perişan eden faiz ve aşırı israftır.

Devleti idare edenler ekonomik tedbirlerle israf ve faizle mücadele seferberliği ilan ederken, devletin kurumlarının aşırı harcamalara son vermeye bir türlü yanaşmaması nasıl izah edilebilir?Neden israfta ısrar ediyorlar? Bu durum milleti devletine güvenemez hale getirmiştir. Denetim eksikliğinden mi? yoksa zihniyet değişikliğinden mi bu şekilde harcama yapılıyor? Bunu anlamak mümkün değil.

Bir zamanlar ülkeyi “Darulharp” olarak gören ve her türlü haram kazancın mübah olduğunu söyleyerek, meseleyi devlete vergi verilmez diyecek kadar ileri götürenler, devletin gelir kaynağını kurutmuşlardır. Vergi vermeden kaçınmak ülkeyi borç bataklığına sürüklemeye başka bir işe yaramaz.

Bu zihniyete hakim kadroların bugün iktidarda oldukları ve devlet kademelerine yerleştirildiklerini unutmamamız gerekmektedir.

Zam üstüne zam yaparak milleti geçinemez duruma getirmek sonra da maaş ve yardımlarla kendilerine taraftar ve siyasi destek sağlamak ülkeye yapılacak en büyük fenalıktır.

Şunu akıldan çıkarmamak gelir ki, gün gelir kaynak biter, aç insanlar tok olanları rahatsız eder duruma gelir. Ülke kargaşa ortamına sürüklenir ve kaosa dönüşür. O zaman Allah korusun ülke ve millet büyük zarar görür. 

Bunun için, geç kalmadan tasarruf tedbirlerine uyup, savurganlığa son verelim. Ülke gemisini batırmak isteyen kötü niyetlilere fırsat vermeylim.

 ***

4 Mayıs 2024 Cumartesi

KADER VE İRADE

  BİRİNCİ MEBHAS: 

   Kader ve cüz'-i ihtiyarî, İslâmiyetin ve imanın nihayet hududunu gösteren, hâlî ve vicdanî bir imanın cüz'lerindendir.

Yoksa ilmî ve nazarî değillerdir.

Yani mü'min herşeyi, hattâ fiilini, nefsini Cenab-ı Hakk'a vere vere, tâ nihayette teklif ve mes'uliyetten kurtulmamak için "Cüz'-i ihtiyarî" önüne çıkıyor.

Ona "Mes'ul ve mükellefsin" der.

Sonra, ondan sudûr eden iyilikler ve kemalât ile mağrur olmamak için, "Kader" karşısına geliyor.

Der: "Haddini bil, yapan sen değilsin."

   Evet kader, cüz'-i ihtiyarî; iman ve İslâmiyetin nihayet meratibinde.. kader, nefsi gururdan ve cüz'-i ihtiyarî, adem-i mes'uliyetten kurtarmak içindir ki, mesail-i imaniyeye girmişler.

Yoksa mütemerrid nüfus-u emmarenin işledikleri seyyiatının mes'uliyetinden kendilerini kurtarmak için kadere yapışmak ve onlara in'am olunan mehasinle iftihar etmek, gururlanmak, cüz'-i ihtiyarîye istinad etmek; bütün bütün sırr-ı kadere ve hikmet-i cüz'-i ihtiyariyeye zıd bir harekete sebebiyet veren ilmî mes'eleler değildir.

Sözler - 463

ŞERRİN YARATILMASI ŞER DEĞİL

 Kesb-i şer, şerdir; halk-ı şer, şer değildir.

Nasılki pekçok mesalihi tazammun eden bir yağmurdan zarar gören tenbel bir adam diyemez: "Yağmur rahmet değil." Evet halk ve icadda bir şerr-i cüz'î ile beraber hayr-ı kesîr vardır.

Bir şerr-i cüz'î için hayr-ı kesîri terketmek, şerr-i kesîr olur.

Onun için o şerr-i cüz'î, hayır hükmüne geçer.

İcad-ı İlahîde şer ve çirkinlik yoktur.

Belki, abdin kesbine ve istidadına aittir.

   Hem nasıl kader-i İlahî, netice ve meyveler itibariyle şerden ve çirkinlikten münezzehtir.

Öyle de: İllet ve sebeb itibariyle dahi, zulümden ve kubuhtan mukaddestir.

Çünki kader, hakikî illetlere bakar, adalet eder.

İnsanlar zahirî gördükleri illetlere, hükümlerini bina eder; kaderin aynı adaletinde zulme düşerler.

Meselâ: Hâkim seni sirkatle mahkûm edip hapsetti.

Halbuki sen sârık değilsin.

Fakat kimse bilmez gizli bir katlin var.

İşte kader-i İlahî dahi seni o hapisle mahkûm etmiş.

Fakat kader, o gizli katlin için mahkûm edip adalet etmiş.

Hâkim ise, sen ondan masum olduğun sirkate binaen mahkûm ettiği için zulmetmiştir.

İşte şey-i vâhidde iki cihetle kader ve icad-ı İlahînin adaleti ve insan kesbinin zulmü göründüğü gibi, başka şeyleri buna kıyas et.

Demek kader ve icad-ı İlahî; mebde' ve münteha, asıl ve fer', illet ve neticeler itibariyle şerden ve kubuhtan ve zulümden münezzehtir.

Sözler - 464