Kesb-i şer, şerdir; halk-ı şer, şer değildir.
Nasılki pekçok mesalihi tazammun eden bir yağmurdan zarar gören tenbel bir adam diyemez: "Yağmur rahmet değil." Evet halk ve icadda bir şerr-i cüz'î ile beraber hayr-ı kesîr vardır.
Bir şerr-i cüz'î için hayr-ı kesîri terketmek, şerr-i kesîr olur.
Onun için o şerr-i cüz'î, hayır hükmüne geçer.
İcad-ı İlahîde şer ve çirkinlik yoktur.
Belki, abdin kesbine ve istidadına aittir.
Hem nasıl kader-i İlahî, netice ve meyveler itibariyle şerden ve çirkinlikten münezzehtir.
Öyle de: İllet ve sebeb itibariyle dahi, zulümden ve kubuhtan mukaddestir.
Çünki kader, hakikî illetlere bakar, adalet eder.
İnsanlar zahirî gördükleri illetlere, hükümlerini bina eder; kaderin aynı adaletinde zulme düşerler.
Meselâ: Hâkim seni sirkatle mahkûm edip hapsetti.
Halbuki sen sârık değilsin.
Fakat kimse bilmez gizli bir katlin var.
İşte kader-i İlahî dahi seni o hapisle mahkûm etmiş.
Fakat kader, o gizli katlin için mahkûm edip adalet etmiş.
Hâkim ise, sen ondan masum olduğun sirkate binaen mahkûm ettiği için zulmetmiştir.
İşte şey-i vâhidde iki cihetle kader ve icad-ı İlahînin adaleti ve insan kesbinin zulmü göründüğü gibi, başka şeyleri buna kıyas et.
Demek kader ve icad-ı İlahî; mebde' ve münteha, asıl ve fer', illet ve neticeler itibariyle şerden ve kubuhtan ve zulümden münezzehtir.
Sözler - 464
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder