Dördüncü Menba: Ruha bir derece müşabih ve ikisi de âlem-i emirden ve iradeden geldiklerinden masdar itibarıyla ruha bir derece muvafık fakat yalnız vücud-u hissî olmayan nevilerde hükümran olan kavanine dikkat edilse ve o namuslara bakılsa görünür ki eğer o kanun-u emrî, vücud-u haricî giyse idi o nevilerin birer ruhu olurdu.
Halbuki o kanun daima bâkidir.
Daima müstemir, sabittir.
Hiçbir tagayyürat ve inkılabat, o kanunların vahdetine tesir etmez, bozmaz.
Mesela, bir incir ağacı ölse, dağılsa onun ruhu hükmünde olan kanun-u teşekkülatı, zerre gibi bir çekirdeğinde ölmeyerek bâki kalır.
İşte madem en âdi ve zayıf emrî kanunlar dahi böyle beka ile devam ile alâkadardır.
Elbette ruh-u insanî, değil yalnız beka ile belki ebedü'l-âbâd ile alâkadar olmak lâzım gelir.
Çünkü ruh dahi Kur'an'ın nassı ile قُلِ الرُّوحُ مِنْ اَمْرِ رَبّ۪ى ferman-ı celili ile âlem-i emirden gelmiş bir kanun-u zîşuur ve bir namus-u zîhayattır ki kudret-i ezeliye, ona vücud-u haricî giydirmiş.
Demek, nasıl ki sıfat-ı iradeden ve âlem-i emirden gelen şuursuz kavanin, daima veya ağleben bâki kalıyor.
Aynen onların bir nevi kardeşi ve onlar gibi sıfat-ı iradenin tecellisi ve âlem-i emirden gelen ruh, bekaya mazhar olmak daha ziyade kat'îdir, lâyıktır.
Çünkü zîvücuddur, hakikat-i hariciye sahibidir.
Hem onlardan daha kavîdir, daha ulvidir.
Çünkü zîşuurdur.
Hem onlardan daha daimîdir, daha kıymettardır.
Çünkü zîhayattır.
Sözler[Y] - 578
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder