30 Haziran 2025 Pazartesi

HIRS GÖSTERME KANAAT ET

 Ey kanaatsız hırslı ve iktisadsız israflı ve haksız şekvalı gafil insan!

Kat'iyyen bil ki: Kanaat, ticaretli bir şükrandır; hırs, hasaretli bir küfrandır. Ve iktisad, nimete güzel ve menfaatli bir ihtiramdır.

İsraf ise, nimete çirkin ve zararlı bir istihfaftır.

Eğer aklın varsa, kanaata alış ve rızaya çalış.

Tahammül etmezsen "Yâ Sabûr" de ve sabır iste; hakkına razı ol, teşekki etme.

Kimden kime şekva ettiğini bil, sus.

Her halde şekva etmek istersen; nefsini Cenab-ı Hakk'a şekva et, çünki kusur ondadır.

Mektubat - 285

29 Haziran 2025 Pazar

İNGİLİZLERE VERİLEN CEVAP

    İstanbul'da İngilizler desiseleriyle Şeyhülislâmı ve diğer bazı ulemayı lehlerine çevirmeğe çalışmalarına mukabil, Bedîüzzaman "Hutuvat-ı Sitte" adlı eseri ve İstanbul'daki faaliyeti ile; İngiliz'in âlem-i İslâm ve Türkler aleyhindeki müstemlekecilik siyasetini ve entrikalarını, tarihî düşmanlığını etrafa neşrederek Anadolu'daki Millî Kurtuluş Hareketini desteklemiş, bu hususta en büyük âmillerden birisi olmuştu.

   Bu hizmetine dair kendi ifadesinden bir parça:

   Bir zaman İngiliz Devleti, İstanbul Boğazı'nın toplarını tahrib ve İstanbul'u istila ettiği hengâmda; o devletin en büyük daire-i diniyesi olan Anglikan Kilisesi'nin başpapazı tarafından Meşihat-ı İslâmiye'den dinî altı sual soruldu.

Ben de o zaman Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiye'nin a'zâsı idim.

Bana dediler: "Bir cevab ver.

Onlar altı suallerine, altı yüz kelime ile cevab istiyorlar." Ben dedim: "Altıyüz kelime ile değil, altı kelime ile değil, hattâ bir kelime ile değil; belki bir tükürük ile cevab veriyorum!

Çünki o devlet, işte görüyorsunuz ayağını boğazımıza bastığı dakikada, onun papazı mağrurane üstümüzde sual sormasına karşı, yüzüne tükürmek lâzım geliyor.

Tükürün o ehl-i zulmün o merhametsiz yüzüne!.." demiştim.

Tarihçe-i Hayat - 138

BİRİNCİ DÜNYA HARBİ

    Harb-i Umumî'de mağlubiyetimizden dolayı fazla müteessir olduğunuzu görüyoruz diyenlere cevaben:

   Ben kendi elemlerime tahammül ettim; fakat ehl-i İslâmın eleminden gelen teellümat beni ezdi.

Âlem-i İslâma indirilen darbelerin, en evvel kalbime indiğini hissediyorum.

Onun için bu kadar ezildim.

Fakat bir ışık görüyorum ki, o elemlerimi unutturacak inşâallah diyerek tebessüm eylerdi.

   İstanbul'da en büyük ve en ehemmiyetli ve tesirli hizmet-i vataniye ve milliyesinden birisi de "Hutuvat-ı Sitte" adlı eseriyle gaddar zalimlerin yüzlerine tükürüp, izzet-i diniyeyi ve şeref-i İslâmiyeyi muhafaza etmesidir.

İstanbul'un yabancılar tarafından işgali sıralarında, İngiliz Anglikan Kilisesi'nin Meşihat-ı İslâmiye'den sorduğu altı sualine, altı tükürük manasında verdiği makul ve sert cevabları, onun derece-i cesaret ve kemalât ve şecaatını fiilen göstermektedir.

"Hutuvat-ı Sitte"yi neşrettiği zaman, Çanakkale'de muharebe oluyordu.

İstanbul'un işgalini müteakib İngiliz Başkumandanı'na bu eser gösterilir ve Bedîüzzaman'ın bütün kuvvetiyle aleyhte bulunduğu kendisine ihbar edilir.

O cebbar kumandan, i'dam kararıyla vücudunu ortadan kaldırmak istedi ise de; fakat kendisine, Bedîüzzaman i'dam edilirse bütün Şarkî Anadolu İngiliz'e ebediyen adavet edeceği ve aşiretler her ne pahasına olursa olsun isyan edecekleri söylenmesi üzerine bir şey yapamaz.

Tarihçe-i Hayat - 137

LİYAKAT VE BAŞARI

 İnsan yaratılış itibari ile çeşitli kabiliyetlerle donatılmış farklı farklı özellikler taşımaktadır.Hiç bir insan kişilik ve kabiliyetler açısından birbirine benzemez.Tek yumurta ikizleri dahi kişilik ve yetenekler açısından farklılık arzeder.Onun için dünya işlerinde başarı, kişileri istidatları yönünde isdihtam ederek elde edilir. Yani kişi başarılı olduğu alanda görevlendirilmelidir.Salih olan kişi liyakatli olmadığı bir işe talip olmaması gerektiği gibi bilip anlamadığı bir işe görevlendirmekle hem o insana hem de ülkeye verilecek en büyük zarardır. Bu nedenle adama iş değil işe adam prensibiyle hareket eden kurum ve kurluşlar başarı ve kalkınmayı elde ederek ayakta kalır.

Çevremize bir göz attığımız da işinin ehli olan kimseler başarılı olmakta ve hem kendi hem çalıştığı kuruluş kazanarak mutlu bir hayat sürdürülmektedir.

Bu durum ülke yönetiminde de aynıdır.Kurum ve kurluşların başarısı liyakat ve işin ehli olanların isdihdamına bağlıdır.Tek adam otoriter sistemi ile yönetilen devletler ve devlet kuruluşları ileride sıkıntı yaşamaktadır.  Otoriter yönetim biçimi ile bir müddet ayakta kalsa bile uzun ömürlü olmamaktadır.Reyi vahid istibdattır.Tek adamın tek düşüncesi ve tek görüşü zulme kapı açar.

Senelerce tek parti, tek adam ile yönetilen ülkelerin durumu ortada.Kişiler otoriterleşip milleti köleleştirmişler.Nice istidat ve kabiliyetler baskı ve otorite neticesi yok olmuştur.

Tek adam ise, kendisi herşeyden anlayan bir despot olarak başa bela olmuştur.İşte ülkemizin Cumhuriyet dönemindeki 1950 öncesi hali ortada. Demokrasi ye ve çok  Partili  sisteme geçene  kadarki yıllarda yaşanan ekenomik ve siyasi durum.Hem zulüm, hem baskı hem de tek tiplilik ve otoriterlik  sonucu inançsızlık ve küfre giden yol. Baştakilerin insanları kendilerine boyun eğdirip köleleştirdikleri haller.Rantçılık, tabiatçılık, maddecilik ve deizme giden yol.Başıboşluk  dönemi.Baştakilerin kendilerini güçlü görmeleri ya da öyle görülmeye başlanması.Sonra da ülkenin borç bataklığına sokularak iflası...

Rafet Özcan

MUHARREM AYI VE FAZİLETİ

 Muharrem ayını faziletli hale getiren husus, bilhassa onuncu gününde (Aşure günü) cereyan eden hâdiselerdir. Onları da, Hz. Peygamber (asm) hadis-i şeriflerinde şöyle açıklamıştır:

1- Hz. Âdem (as), aşure gününde yaratılmıştır. Aynı günde cennete girmiştir. Tevbesi ve affedilmesi aynı günde olmuştur.

2- Arş, kürsî, sema, arz, cennet, cehennem, güneş ve ay aynı günde yaratılmıştır.

3- Hz. İbrahim (as), Aşure gününde doğmuştur. Yine Nemrud’un ateşinden aynı günde kurtulmuştur.

4- Hz. Nuh’un (as) gemisi Nuh tufanından aynı günde kurtulmuştur.

5- Hz. Musa (as), Firavun’dan o günde kurtulmuş ve düşmanı olan Firavun aynı günde Kızıldeniz’de boğulmuştur.

6- Hz. Eyyûb (as), yaralarından Aşure gününde şifa bulmuştur.

7- Hz. Yusuf (as), hapisten aynı günde kurtulmuştur.

8- Hz. İdris (as), âli makama aynı günde yükselmiştir.

9- Hz. Yakub (as) ile oğlu Yusuf (as)’ın uzun bir ayrılıktan sonra buluşması aynı günde olmuştur.

10- Hz. Yunus (as), balığın karnından aynı günde selâmete ermiştir.

11- Hz. İsa (as), semâya o günde yükselmiştir.

12- Hz. Süleyman’a (as) mülk aynı günde verilmiştir.

13- Hz. Cebrail ve Hz. Mikâil aynı günde yaratılmışlardır.2

Muharrem ayının içerisinde ve bilhassa onuncu gününde halk arasında aşûre adı verilen içerisinde en azından sekiz-on çeşit erzakın bulunduğu bir nevî tatlı olan bir yiyecek yapılır ve konu komşuya ikram edilir. Bunun da, şöyle bir tarihî yönü rivayet edilir: Nuh (as), Nuh tufanından sonra gemisi Cudi dağında oturduğu gün, gemiyi terk etmeden önce bir şükran ifadesi olarak gemide kalan erzak çeşitlerinden meydana getirilen bir nevî tatlıya benzer bir yemek yapmıştır. O günden itibaren devam ettirilen bu âdet, Hz. Nuh (as)’un bir âdeti olarak gelmiştir.

Aşûre gününün fazileti hakkında şu hadis-i şerifler nakledilmiştir:

* “Allah rızasını umarak, kim aşûre gününde oruç tutarsa geçmiş senelerinin günahına keffarettir.”3

* “Aşure günü yapılan iyiliğin sevabı bire yetmiş bindir.”4

* “Kim Aşure günü aile efradına imkân sağlarsa Allah da bütün sene boyunca ona genişlik verir.”5

Muharrem ayı, İslâm’ın zuhurundan önce de gerek Hz. Peygamber (asm) tarafından, gerekse cahiliye devri Arapları tarafından da hürmet edilen aylardandır. Hz. Peygamber (asm), peygamber olmazdan önce de bu ayda oruç tutmuşlardır.

Muharrem ayının insan hayatında dönüm noktası olması, Hicrî Tarihin başlangıcı olmasıdır. Hz. Ömer’in (ra) hilafetinde bir tarih başlangıcı zarûreti doğmuştur. Hz. Ömer (ra), Hz. Saad b. Ebî Vakkas, Hz. Talha, ve Hz. Ali’nin (ra) de içinde bulunduğu sahabenin ileri gelenlerinden bir meşveret heyeti teşekkül ettirmiş ve bu heyet müzakere sonucunda Hz. Peygamber’in hicreti Hicrî Senenin başlangıcı ve Muharrem de Hicrî Takvimin ilk ayı olarak kabul edilmiştir.

Bu vesileyle bütün İslam âleminin hicrî yılbaşını tebrik ediyor ve huzurlu bir yıl diliyorum.

Dipnotlar:

KANUN HAKİMİYETİ

 İstibdad ve Kanun hakimiyeti

Müstebit yalnız bir şahıs mı olur?

Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri Divan-ı Harb-i Örfi eserinde; “Acaba müstebit yalnız bir şahıs mı olur? Müteaddit şahıslar müstebit olmaz mı? "Bence kuvvet kanunda olmalı, yoksa istibdat münkasım olmuş olur. Ve komitecilikle tam şiddetlenir”1 der.

Burada, istibdadın nasıl sistemleşerek yerleşeceğini gösterir. Yani bir memlekette demokrasi sistemleşemez ise, istibdat sistemleşerek yerini sağlamlaştırır. Bunu önlemenin çaresi kuvvetin şahıslardan alınarak kanunlara verilmesidir. Kanunların ise demokrasi prensipleri içerisinde inşa edilerek kalıcı hale getirilmesi, kanun devleti yapısının yerli yerince oturtulması gerekir. Şahsın müstebit veya demokrat olması geçici bir dönemi etkilerken, sistemin istibdatçı veya demokratik olması ise bütün geleceği etkiler. Bu sebeple “kuvvetin kanunda olması” Bedüzzaman tarafından özellikle hatırlatılır. Sistemi müstebit şahıslardan korumak için daha çok demokratikleşmek ve bunu devamlı kılmak gerekir.

İstibdadın hâkim olduğu yerlerde müstebitler çoğalır, istibdat etmek normal karşılanır. Demokrasinin güçlendiği yerlerde ise müstebit şahıslar bir karşılık bulamazlar. İstibdatçı yapı müstebit şahısları ortaya çıkarırken, demokrasinin kökleştiği yapılar ise demokrat şahısları doğurur.Demokrasinin olmadığı yerde istibdat,istibdatın olduğu yerde de zulüm ve adaletsizlik hakimdir.Çünkü hukuk olmazsa hukuksuzluk ve güç kullanımı mazlumların ezilmesine sebep olur .Zalimler ve güçü elinde tutanlar istibdat ve zorbalıkla yönetmeye çalışır.Denetim olmadığı için yolsuzluk ve suistimalat başgösterir.Böyle bir zamanda haklı olan değil, güçlü olan haklı olur.

Kısacası istibdat keyfi yônetimdir.Bu keyfi yönetim sisteminin panzehiri ve çaresi, hukukun üstünlüğünü esas alan, kanun hakimiyeti ve GÜÇLENDİRİLMİŞ PARLEMENTER sistemdir.


 Dipnot:1-Divan-ı Harb-i Örfi S.42



28 Haziran 2025 Cumartesi

HAKİKATLER

  İkinci Hakikat: 

   Ey nefs-i emmare, kat'iyyen bil ki, senin hususî ama pek geniş bir dünyan vardır ki; âmâl, ümid, taallukat, ihtiyacat üzerine bina edilmiştir.

En büyük temel taşı ve tek direği, senin vücudun ve senin hayatındır.

Halbuki o direk kurtludur.

O temel taşı da çürüktür.

Hülâsa, esastan fasid ve zayıftır.

Daima harab olmağa hazırdır.

   Evet bu cisim ebedî değil, demirden değil, taştan değil.. ancak et ve kemikten ibaret bir şeydir.

Âni olarak senin başına yıkılıyor, altında kalıyorsun.

Bak zaman-ı mazi senin gibi geçmiş olanlara geniş bir kabir olduğu gibi, istikbal zamanı da geniş bir mezaristan olacaktır.

Bugün sen iki kabrin arasındasın; artık sen bilirsin!...

Mesnevi-i Nuriye - 67

RAHMAN SÛRESİNDE MEYDAN OKUMA

 Diyor ki: "Ey acz ve hakareti içinde mağrur ve mütemerrid ve zaaf ve fakrı içinde serkeş ve muannid olan ins ve cin!

Emirlerime itaat etmezseniz haydi elinizden gelirse hudud-u mülkümden çıkınız!

Nasıl cesaret edersiniz ki, öyle bir Sultanın emirlerine karşı gelirsiniz; yıldızlar, aylar, güneşler, emirber neferleri gibi emirlerine itaat ederler.

Hem tuğyanınızla öyle bir Hâkim-i Zülcelal'e karşı mübareze ediyorsunuz ki, öyle azametli mutî' askerleri var.

Faraza şeytanlarınız dayanabilseler, onları dağ gibi güllelerle recmedebilirler.

Hem küfranınızla öyle bir Mâlik-i Zülcelal'in memleketinde isyan ediyorsunuz ki, cünudundan öyleleri var, değil sizin gibi küçük âciz mahluklar, belki farz-ı muhal olarak dağ ve Arz büyüklüğünde birer adüvv-ü kâfir olsaydınız, Arz ve dağ büyüklüğünde yıldızları, ateşli demirleri size atabilirler, sizi dağıtırlar.

Hem öyle bir kanunu kırıyorsunuz ki, onunla öyleler bağlıdır, eğer lüzum olsa Arzınızı yüzünüze çarpar, gülleler gibi küreler misillü yıldızları üstünüze Allah'ın izniyle yağdırabilirler.

Sözler - 373

SADAKA HAKKINDA

 وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ

Şu cümlenin hey'atı, sadakanın şerait-i kabulünün beşine işaret eder.

   Birinci şart: 

   Sadakaya muhtaç olmamak derecede sadaka vermek ki, وَمِمَّا lafzındaki مِنْ -i teb'iz ile o şartı ifade eder.

   İkinci şart: 

   Ali'den alıp Veli'ye vermek değil, belki kendi malından vermektir.

Şu şartı رَزَقْنَاهُمْ lafzı ifade ediyor.

"Size rızık olandan veriniz" demektir.

   Üçüncü şart: 

   Minnet etmemektir.

Şu şarta رَزَقْنَا daki نَا lafzı işaret eder.

Yani "Ben size rızkı veriyorum.

Benim malımdan benim abdime vermekte minnetiniz yoktur."

   Dördüncü şart: 

   Öyle adama veresin ki, nafakasına sarfetsin.

Yoksa sefahete sarfedenlere sadaka makbul olmaz.

Şu şarta يُنْفِقُونَ lafzı işaret ediyor.

   Beşinci şart: 

   Allah namına vermektir ki, رَزَقْنَاهُمْ ifade ediyor.

Yani "Mal benimdir, benim namımla vermelisiniz."

   Şu şartlarla beraber bir tevsi' de var.

Yani: Sadaka nasıl mal ile olur.

İlim ile dahi olur.

Kavl ile, fiil ile, nasihat ile de oluyor.

İşte şu aksama مِمَّا lafzındaki مَا umumiyetiyle işaret ediyor.

Hem şu cümle de bizzât işaret ediyor.

Çünki mutlaktır, umumu ifade eder.

İşte sadakayı ifade eden şu kısacık cümlede, beş şart ile beraber geniş bir dairesini akla ihsan ediyor.

Sözler - 371

27 Haziran 2025 Cuma

BİZ MÜKAFATIMIZI ALMIŞIZ

  İkinci Meyve: 

   Ey nefis!

Ubudiyet, mukaddeme-i mükâfat-ı lâhika değil, belki netice-i nimet-i sâbıkadır.

Evet biz ücretimizi almışız.

Ona göre hizmetle ve ubudiyetle muvazzafız.

Çünki ey nefis!

Hayr-ı mahz olan vücudu sana giydiren Hâlık-ı Zülcelal, sana iştihalı bir mide verdiğinden Rezzak ismiyle bütün mat'umatı bir sofra-i nimet içinde senin önüne koymuştur.

Sonra sana hassasiyetli bir hayat verdiğinden, o hayat dahi bir mide gibi rızık ister.

Göz, kulak gibi bütün duyguların, eller gibidir ki; rûy-i zemin kadar geniş bir sofra-i nimeti, o ellerin önüne koymuştur.

Sonra manevî çok rızık ve nimetler isteyen insaniyeti sana verdiğinden, âlem-i mülk ve melekût gibi geniş bir sofra-i nimet, o mide-i insaniyetin önüne ve aklın eli yetişecek nisbette sana açmıştır.

Sonra nihayetsiz nimetleri isteyen ve hadsiz rahmetin meyveleriyle tagaddi eden ve insaniyet-i kübra olan İslâmiyeti ve imanı sana verdiğinden, daire-i mümkinat ile beraber esma-i hüsna ve sıfât-ı mukaddesenin dairesine şâmil bir sofra-i nimet ve saadet ve lezzet sana fethetmiştir.

Sonra imanın bir nuru olan muhabbeti sana vermekle, gayr-ı mütenahî bir sofra-i nimet ve saadet ve lezzet sana ihsan etmiştir.

Yani, cismaniyetin itibariyle küçük, zaîf, âciz, zelil, mukayyed, mahdud bir cüz'sün.

Onun ihsanıyla cüz'î bir cüz'den, küllî bir küll-ü nurani hükmüne geçtin.

Zira hayatı sana vermekle, cüz'iyetten bir nevi külliyete ve insaniyeti vermekle hakikî külliyete ve İslâmiyeti vermekle ulvî ve nurani bir külliyete ve marifet ve muhabbeti vermekle muhit bir nura seni çıkarmış.

   İşte ey nefis!

Sen bu ücreti almışsın.

Ubudiyet gibi lezzetli, nimetli, rahatlı, hafif bir hizmetle mükellefsin.

Halbuki, buna da tenbellik ediyorsun.

Eğer yarım yamalak yapsan da, güya eski ücretleri kâfi gelmiyormuş gibi, çok büyük şeyleri mütehakkimane istiyorsun.

Ve hem "Niçin duam kabul olmadı" diye nazlanıyorsun.

Evet, senin hakkın naz değil, niyazdır.

Cenab-ı Hak Cennet'i ve saadet-i ebediyeyi, mahz-ı fazl ve keremiyle ihsan eder.

Sen, daima rahmet ve keremine iltica et.

Ona güven ve şu fermanı dinle: قُلْ بِفَضْلِ اللّٰهِ وَبِرَحْمَتِه۪ فَبِذٰلِكَ فَلْيَفْرَحُوا هُوَ خَيْرٌ مِمَّا يَجْمَعُونَ

Sözler - 360

26 Haziran 2025 Perşembe

DÜNYANIN ÜÇ YÜZÜ

 Hem dünyanın iki yüzü var; belki üç yüzü var.

Biri, Cenab-ı Hakk'ın esmasının âyineleridir.

Diğeri, âhirete bakar; âhiret tarlasıdır.

Diğeri, fenaya, ademe bakar.

Bildiğimiz, marzî-i İlahî olmayan ehl-i dalaletin dünyasıdır.

Demek esma-i hüsnanın âyineleri ve mektubat-ı Samedaniye ve âhiretin mezraası olan koca dünya değil; belki âhirete zıd ve bütün hatiatın menşei ve beliyyatın menbaı olan dünyaperestlerin dünyasının âlem-i âhirette ehl-i imana verilen sermedî bir zerresine değmediğine işarettir.

İşte en doğru ve ciddî şu hakikat nerede ve insafsız ehl-i ilhadın fehmettikleri mana nerede?

O insafsız ehl-i ilhadın en mübalağa, en mücazefe zannettikleri mana nerede?

   Hem meselâ: İnsafsız ehl-i ilhadın mübalağa zannettikleri hattâ muhal bir mübalağa ve mücazefe tevehhüm ettikleri biri de, amellerin sevabına dair ve bazı surelerin faziletleri hakkında gelen rivayetlerdir.

Meselâ: "Fatiha'nın Kur'an kadar sevabı vardır." "Sure-i İhlas sülüs-ü Kur'an", "Sure-i İza Zülziletil-ardu, rubu'" "Sure-i Kul ya eyyühel-kâfirûn rubu'", "Sure-i Yâsin on defa Kur'an kadar" olduğuna rivayet vardır.

İşte insafsız ve dikkatsiz insanlar demişler ki: "Şu muhaldir.

Çünki Kur'an içinde Yâsin ve öteki faziletli olanlar da vardır.

Onun için manasız olur."

   Elcevab: 

   Hakikatı şudur ki: Kur'an-ı Hakîm'in herbir harfinin bir sevabı var, bir hasenedir.

Fazl-ı İlahîden o harflerin sevabı sünbüllenir, bazen on tane verir, bazen yetmiş, bazen yediyüz (Âyetü'l-Kürsî harfleri gibi), bazen binbeşyüz (Sure-i İhlas'ın harfleri gibi), bazen onbin (Leyle-i Berat'ta okunan âyetler ve makbul vakitlere tesadüf edenler gibi) ve bazen otuzbin (meselâ haşhaş tohumunun kesreti misillü, Leyle-i Kadir'de okunan âyetler gibi).

Ve o gece bin aya mukabil işaretiyle, bir harfinin o gecede otuzbin sevabı olur anlaşılır.

İşte Kur'an-ı Hakîm, tezauf-u sevabıyla beraber elbette muvazeneye gelmez ve gelemiyor.

Belki asıl sevab ile bazı surelerle muvazeneye gelebilir.

   Meselâ: İçinde mısır ekilmiş bir tarla farzedelim ki, bin tane ekilmiş.

Bazı habbeleri yedi sünbül vermiş farzetsek, herbir sünbülde yüzer tane olmuş ise, o vakit tek bir habbe bütün tarlanın iki sülüsüne mukabil oluyor.

Meselâ: Birisi de on sünbül vermiş, herbirinde ikiyüz tane vermiş, o vakit bir tek habbe asıl tarladaki habbelerin iki misli kadardır.

Ve hâkeza kıyas et.

   Şimdi Kur'an-ı Hakîm'i nuranî, mukaddes bir mezraa-i semaviye tasavvur ediyoruz.

İşte herbir harfi asıl sevabıyla birer habbe hükmündedir.

Onların sünbülleri nazara alınmayacak.

Sure-i Yâsin, İhlas, Fatiha, Kul ya eyyühel-kâfirûn, İza zülziletil-ardu gibi sair faziletlerine dair rivayet edilen sure ve âyetlerle muvazene edilebilir.

Meselâ: Kur'an-ı Hakîm'in üçyüzbin altıyüzyirmi harfi olduğundan, Sure-i İhlas besmele ile beraber altmış dokuzdur.

Üç defa altmışdokuz, ikiyüzyedi harftir.

Demek Sure-i İhlas'ın herbir harfinin haseneleri, binbeşyüze yakındır.

İşte Sure-i Yâsin'in hurufatı hesab edilse, Kur'an-ı Hakîm'in mecmu-u hurufatına nisbet edilse ve on defa muzaaf olması nazara alınsa şöyle bir netice çıkar ki: Yâsin-i Şerif'in herbir harfi takriben beşyüze yakın sevabı vardır.

Yani o kadar hasene sayılabilir.

İşte buna kıyasen başkalarını dahi tatbik etsen, ne kadar latîf ve güzel ve doğru ve mücazefesiz bir hakikat olduğunu anlarsın.

Sözler - 346

LÜZUMAT MÜZEKKERESİ

 Uzun boylu kısa boylu

Ölse ne ki kalsa ne ki

Üç-beş yüz bin işçi köylü

Ölse ne ki kalsa ne ki

Fark etmez ırgat amele

Harç diye basın temele

Alt tarafı hepsi köle

Ölse ne ki kalsa ne ki

Hayatına küstü memur

Yediğini kustu memur

Altı memur üstü memur

Ölse ne ki kalsa ne ki

Vurguncuya işlesin çark

Namuslular etmesin fark

Esnafın destesi beş mark

Ölse ne ki kalsa ne ki

Dulu yetimi kim arar

İmhasına verin karar

Emekliler zaten zarar

Ölse ne ki kalsa ne ki

İşsizler sürülsün yurttan

Büyükler kurtulsun dertten

İnsanlar kemikten etten

Ölse ne ki kalsa ne ki

Temizlensin sathı vatan

Sevinsin pusuda yatan

Vatandaş lüzumsuz zaten

Ölse ne ki kalsa ne ki

Abdurrahim Karakoç

ŞEYTANIN TUZAKLARINDAN KURTULMANIN YOLU

    İşte ey şeytanın desiselerine mübtela olan bîçare insan!

Hayat-ı diniye, hayat-ı şahsiye ve hayat-ı içtimaiyenin selâmetini dilersen ve sıhhat-i fikir ve istikamet-i nazar ve selâmet-i kalb istersen; muhkemat-ı Kur'aniyenin mizanlarıyla ve Sünnet-i Seniyenin terazileriyle a'mal ve hatıratını tart ve Kur'anı ve Sünnet-i Seniyeyi daima rehber yap ve "

اَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ

" de, Cenab-ı Hakk'a ilticada bulun.

   İşte bu onüç işaret, onüç anahtardır.

Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyan'ın en âhirki suresi ve "

اَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ

"in mufassalı ve madeni olan

اَسْتَع۪يذُ بِاللّٰهِ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

قُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ النَّاسِ ٭ مَلِكِ النَّاسِ ٭ اِلٰهِ النَّاسِ ٭ مِنْ شَرِّ الْوَسْوَاسِ الْخَنَّاسِ ٭ الَّذ۪ى يُوَسْوِسُ ف۪ى صُدُورِ النَّاسِ ٭ مِنَ الْجِنَّةِ وَ النَّاسِ ٭

Suresinin hısn-ı hasîni ve kal'a-i metininin kapısını o onüç anahtarla aç, gir, selâmeti bul!

سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ

وَ قُلْ رَبِّ اَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاط۪ينِ ٭ وَاَعُوذُ بِكَ رَبِّ اَنْ يَحْضُرُونِ

Lemalar - 89

ŞEYTANIN BİR BAŞKA TUZAĞI

  Üçüncü Nokta: 

   İnsanın hayat-ı içtimaiyesini ifsad eden bir desise-i şeytaniye şudur ki: Bir mü'minin bir tek seyyiesiyle, bütün hasenatını örter.

Şeytanın bu desisesini dinleyen insafsızlar, mü'mine adavet ederler.

Halbuki Cenab-ı Hak haşirde adalet-i mutlaka ile mizan-ı ekberinde a'mal-i mükellefîni tarttığı zaman, hasenatı seyyiata galibiyeti, mağlubiyeti noktasında hükmeyler.

Hem seyyiatın esbabı çok ve vücudları kolay olduğundan, bazan bir tek hasene ile çok seyyiatını örter.

Demek bu dünyada, o adalet-i İlahiye noktasında muamele gerektir.

Eğer bir adamın iyilikleri fenalıklarına kemmiyeten veya keyfiyeten ziyade gelse, o adam muhabbete ve hürmete müstehaktır.

Belki kıymetdar bir tek hasene ile, çok seyyiatına nazar-ı afv ile bakmak lâzımdır.

Halbuki insan, fıtratındaki zulüm damarıyla, şeytanın telkiniyle, bir zâtın yüz hasenatını bir tek seyyie yüzünden unutur, mü'min kardeşine adavet eder, günahlara girer.

Nasıl bir sinek kanadı göz üstüne bırakılsa; bir dağı setreder, göstermez.

Öyle de insan garaz damarıyla, sinek kanadı kadar bir seyyie ile dağ gibi hasenatı örter, unutur; mü'min kardeşine adavet eder, insanların hayat-ı içtimaiyesinde bir fesad âleti olur.

   Şeytanın bu desisesine benzer diğer bir desise ile, insanın selâmet-i fikrini ifsad ediyor, hakaik-i imaniyeye karşı sıhhat-i muhakemeyi bozuyor ve istikamet-i fikriyeyi ihlâl ediyor.

Şöyle ki:

   Bir hakikat-i imaniyeye dair yüzer delail-i isbatiyenin hükmünü, nefyine delalet eden bir emare ile kırmak ister.

Halbuki kaide-i mukarreredir ki: "Bir isbat edici, çok nefyedicilere tereccuh ediyor." Bir davaya müsbit bir şahidin hükmü, yüz nâfîlere racih olur.

Bu hakikata bu temsil ile bak.

Şöyle ki:

   Bir saray, yüzer kapalı kapıları var.

Bir tek kapı açılmasıyla, o saraya girilebilir, öteki kapılar da açılır.

Eğer bütün kapılar açık olsa, bir iki tanesi kapansa, o saraya girilemeyeceği söylenemez.

   İşte hakaik-i imaniye o saraydır.

Herbir delil, bir anahtardır, isbat ediyor, kapıyı açıyor.

Bir tek kapının kapalı kalmasıyla o hakaik-i imaniyeden vazgeçilmez ve inkâr edilemez.

Şeytan ise, bazı esbaba binaen, ya gaflet veya cehalet vasıtasıyla kapalı kalmış olan bir kapıyı gösterir; isbat edici bütün delilleri nazardan ıskat ediyor.

"İşte, bu saraya girilmez, belki saray değildir, içinde birşey yoktur." der kandırır.

Lemalar - 88

ŞEYTANIN TUZAKLARINDAN BİRİ

  İkinci Nokta: 

   Şeytanın mühim bir desisesi: İnsana kusurunu itiraf ettirmemektir.

Tâ ki, istiğfar ve istiaze yolunu kapasın.

Hem nefs-i insaniyenin enaniyetini tahrik edip, tâ ki nefis kendini avukat gibi müdafaa etsin; âdeta taksirattan takdis etsin.

Evet şeytanı dinleyen bir nefis, kusurunu görmek istemez; görse de, yüz tevil ile tevil ettirir.

وَ عَيْنُ الرِّضَا عَنْ كُلِّ عَيْبٍ كَل۪يلَةٌ

sırrıyla: Nefsine nazar-ı rıza ile baktığı için ayıbını görmez.

Ayıbını görmediği için itiraf etmez, istiğfar etmez, istiaze etmez; şeytana maskara olur.

Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm gibi bir Peygamber-i Âlîşan,

وَمَٓا اُبَرِّئُ نَفْس۪ى اِنَّ النَّفْسَ لَاَمَّارَةٌ بِالسُّٓوءِ اِلَّا مَا رَحِمَ رَبّ۪ى

dediği halde, nasıl nefse itimad edilebilir?

Nefsini ittiham eden, kusurunu görür.

Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder.

İstiğfar eden, istiaze eder.

İstiaze eden, şeytanın şerrinden kurtulur.

Kusurunu görmemek o kusurdan daha büyük bir kusurdur.

Ve kusurunu itiraf etmemek, büyük bir noksanlıktır.

Ve kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar; itiraf etse, afva müstehak olur.

Lemalar - 87

25 Haziran 2025 Çarşamba

ALEM-İ BEKA İÇİN YARATILAN İNSAN

    Ey âlem-i beka için yaratılan ve fâni âleme mübtela olan bîçare insan!

فَمَا بَكَتْ عَلَيْهِمُ السَّمَٓاءُ وَ الْاَرْضُ

âyetinin sırrına dikkat et, kulak ver!

Bak ne diyor?

Mefhum-u sarihiyle ferman ediyor ki: "Ehl-i dalaletin ölmesiyle insan ile alâkadar olan semavat ve arz, onların cenazeleri üstünde ağlamıyorlar, yani onların ölmesiyle memnun oluyorlar." Ve mefhum-u işarîsiyle ifade ediyor ki: "Ehl-i hidayetin ölmesiyle semavat ve arz, onların cenazeleri üstünde ağlıyorlar, firaklarını istemiyorlar." Çünki ehl-i iman ile bütün kâinat alâkadardır, ondan memnundur.

Zira iman ile Hâlık-ı Kâinat'ı bildikleri için, kâinatın kıymetini takdir edip hürmet ve muhabbet ederler.

Ehl-i dalalet gibi tahkir ve zımnî adavet etmezler.

   Ey insan, düşün!

Sen alâküllihal öleceksin.

Eğer nefis ve şeytana tâbi' isen, senin komşuların, belki akrabaların senin şerrinden kurtulmak için mesrur olacaklar.

Eğer Eûzü billahi mineşşeytanirracîm deyip, Kur'ana ve Habib-i Rahman'a tâbi' isen; o vakit semavat ve arz ve mevcudat, herkesin derecesine nisbeten, senin derecene göre senin firakından müteessir olup manen ağlarlar.

Ulvî bir matem ile ve haşmetli bir teşyi' ile, kabir kapısıyla girdiğin beka âleminde senin derecene nisbeten senin için bir hüsn-ü istikbal var olduğuna işaret ederler.

Lemalar - 86

DEMOKRATİK SİSTEM VE SİYASİ İSTİKRAR

 

Demokratik bir toplumda, özellikle siyasi istikrar ve toplumsal bütünlüğünün sağlanabilmesi için bazı temel unsurların dikkate alınması gerekir. Demokratik sistemlerdeki dağılmalar ve istikrarsızlıklar, genellikle çeşitli faktörlerin bir araya gelmesiyle ortaya çıkar. Bu sorunları önlemek ve sürdürülebilir bir demokrasi inşa etmek için şu adımlar atılabilir:

1. Hukukun Üstünlüğü ve Güçler Ayrılığı

Adil Hukuk Sistemi: Demokrasiye yönelik en büyük tehditlerden biri, hukukun üstünlüğü ilkesinin zayıflamasıdır. Yasaların herkese eşit şekilde uygulanması ve bağımsız yargı sisteminin korunması, toplumsal güvenin sağlanmasında kritik öneme sahiptir.

Güçler Ayrılığı: Yürütme, yasama ve yargı arasındaki güçler ayrılığı, bir kurumun diğerlerini baskı altına almasını engeller. Güçler arasındaki denetim ve denge mekanizmaları, demokratik istikrarı destekler.

2. Siyasi Katılım ve Kapsayıcı Temsil

Çok Partili Sistem: Farklı toplumsal grupların siyasi temsili, demokrasinin temel ilkelerindendir. Toplumun farklı kesimlerinin siyasi süreçlere katılımını sağlamak, toplumsal kutuplaşmayı ve marjinalleşmeyi önler.

Siyasi Çeşitliliğin Korunması: Demokratik istikrar, sadece egemen partinin değil, aynı zamanda muhalefetin de güçlü ve etkili bir şekilde var olabilmesine dayanır. Bu nedenle, siyasi çeşitliliğin korunması önemlidir.

3. Eğitim ve Farkındalık

Toplumsal Eğitim: Toplumun demokratik değerler ve insan hakları konusunda eğitilmesi, demokratik bir kültürün oluşturulmasına yardımcı olur. Eğitim, toplumsal bilinçlenmeyi artırarak kutuplaşmaların ve radikalleşmenin önüne geçebilir.

Medyanın Rolü: Bağımsız ve tarafsız medya, halkı doğru şekilde bilgilendirir ve manipülasyonlara karşı korur. Demokrasi, doğru bilgiye dayalı bir tartışma ortamına ihtiyaç duyar.

4. Sosyal Adalet ve Ekonomik İstikrar

Yoksulluk ve Eşitsizlikle Mücadele: Ekonomik eşitsizlikler ve yoksulluk, toplumsal huzursuzlukları körükler ve demokratik istikrarı tehdit eder. Adil ekonomik politikalar, işsizlikle mücadele ve sosyal yardımların artırılması, halkın sisteme güvenini pekiştirir.

Ekonomik Kalkınma: Toplumun ekonomik olarak daha dengeli bir şekilde kalkınması, sosyal huzursuzlukları azaltır. Bunun için sürdürülebilir büyüme politikaları ve gelir dağılımında denge sağlanmalıdır.

5. Kurumsal Güçlü Yapılar

İnşa Edilen Kurumlar: Demokratik kurumların güçlü ve işler olması, toplumsal huzur ve siyasi istikrar için gereklidir. Parlamento, yerel yönetimler, bağımsız yargı, seçim komisyonları gibi kurumlar etkili şekilde çalışmalıdır.

İyi Yönetişim: Kurumsal şeffaflık, hesap verebilirlik ve katılımcı yönetim anlayışı, toplumsal güvenin artmasına yardımcı olur.

6. Ulusal Birlik ve Toplumsal Dayanışma

Toplumsal Huzur: Siyasi istikrarsızlıklar genellikle toplumsal bölünmeler ve kimlik savaşları nedeniyle ortaya çıkar. Farklı etnik, dini ve kültürel gruplar arasında diyalog ve uzlaşma sağlanmalıdır. Ulusal birliği teşvik etmek, çatışmaları ve kutuplaşmayı önler.

Ulusal Mutabakat: Farklı siyasi görüşlerin ortak paydada buluşabilmesi, siyasi istikrarı artırır. Demokratik süreçlerde karşılıklı saygı ve uzlaşı kültürünün geliştirilmesi önemlidir.

7. Yüksek Seçim Katılımı ve Şeffaflık

Seçim Güvenliği: Seçimlerin özgür ve adil bir şekilde yapılması, halkın sisteme olan güvenini artırır. Oy kullanma sürecindeki şeffaflık, seçim hilelerinin önüne geçer ve toplumda adalet duygusunu pekiştirir.

Seçim Reformları: Seçim sistemindeki düzensizlikler, temsil eksikliklerine ve siyasi çatışmalara yol açabilir. Daha kapsayıcı, adil ve temsilci seçim sistemleri tasarlanmalıdır.

8. Dış İlişkilerde İstikrar

Uluslararası İşbirliği: Dış politikada denge, demokratik istikrarı güçlendirebilir. İyi ilişkiler ve dış destek, iç istikrarsızlıkların önlenmesine yardımcı olabilir. Ayrıca, dış baskıların ve uluslararası standartların da demokratik süreçleri şekillendirmesi mümkündür.

Özetle:

Demokratik istikrarsızlıkların önlenmesi için öncelikle toplumun tüm katmanlarını kapsayan bir siyasal yapı kurmak gereklidir. Hukukun üstünlüğü, adil seçimler, ekonomik eşitlik, sosyal eğitim, güçlü kurumlar ve ulusal bir dayanışma kültürü inşa edilmelidir. Bu unsurlar bir araya geldiğinde, demokratik sistemin sağlıklı bir şekilde işlemesi ve uzun vadede istikrarlı kalması mümkündür.

TÜRKİYE VE PARLEMENTER SİSTEM

 Parlamenter sisteme geçiş, Türkiye için teorik olarak mümkündür, ancak bu süreç, siyasi, hukuki ve toplumsal bir dizi zorluğu beraberinde getirebilir. Türkiye, 2017 yılında yapılan referandumla Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne geçiş yaptı ve bu sistemde yürütme yetkisi büyük ölçüde Cumhurbaşkanı’na verildi. Parlamenter sisteme dönüş, bazı siyasi engellerin aşılmasını gerektirir, ancak mevcut koşullar altında geçişin mümkün olup olmadığı, bir dizi faktöre bağlıdır.

Parlamenter Sisteme Geçişin Mümkün Olabilmesi İçin Gereken Adımlar

Anayasa Değişikliği

Parlamenter sistem için anayasal düzenlemeler gerekir. 2017'deki değişiklikle, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne geçiş için Türkiye'nin anayasasında önemli değişiklikler yapıldı. Parlamenter sisteme dönüş, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ni sona erdirecek ve yürütme yetkisini tekrar Başbakan’a ve kabinesine verecek bir anayasa değişikliği gerektirir.

Anayasa değişikliği için mecliste 400 oy gereklidir veya referanduma gidilmesi için 360 oy gereklidir. Eğer muhalefet partileri bir araya gelir ve yeterli desteği sağlarsa, bu değişiklik yapılabilir.

Siyasi İrade ve Uzlaşma

Siyasi irade: Parlamenter sisteme geçişin siyasi bir karar olduğu unutulmamalıdır. Hükümetin ve iktidar partilerinin bu konuda bir irade göstermesi gerekir. Mevcut iktidar partisinin, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin sağladığı avantajlardan faydalandığı bir dönemde, parlamenter sisteme geçiş için ikna edilmesi veya siyasi uzlaşmaya varılması zor olabilir.

Muhalefet partilerinin rolü: Muhalefet partileri, parlamenter sisteme dönüş konusunda ortak bir duruş sergileyebilir. Birçok muhalefet partisi, parlamenter sisteme dönüşü savunuyor, bu da bir değişim için zemin oluşturabilir. Ancak bu geçişin gerçekleştirilmesi için muhalefetin birleşmesi ve hükümete ciddi baskı yapması gerekir.

Toplumsal Destek ve Halkın Görüşü

Toplumsal destek: Parlamenter sisteme geçiş, halkın desteğini almayı gerektirir. Seçmenler arasında sisteme dair farklı görüşler bulunabilir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçişin getirdiği uygulamalardan memnun olmayanlar, parlamenter sisteme dönüş için destek verebilir. Ancak, değişim için referandum yapılması durumunda, halkın bu değişimi kabul etmesi önemli bir engel olabilir.

Eğitim ve farkındalık: Halkın, parlamenter sistemin avantajları ve dezavantajları konusunda daha fazla bilgi sahibi olması, geçişin daha sağlıklı olmasına yardımcı olabilir. Siyasi partiler ve sivil toplum kuruluşları, parlamenter sistemin nasıl işleyeceği ve toplum için ne gibi faydalar sağlayacağı konusunda kamuoyunu eğitmek üzere çalışmalar yapabilir.

Yasal Düzenlemeler ve Kurumsal Değişiklikler

Meclis’in rolü ve işleyişi: Parlamenter sisteme geçişin ardından, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) eski işleyişine dönerek, hükümeti denetleme ve yasama süreçlerinde daha etkin bir rol almalıdır. Bu değişiklik için anayasa, yasalar ve kurumların işleyişi düzenlenmelidir.

Başbakanlık ve kabine: Başbakanlık ve kabinenin eski işlevlerine dönmesi için yeni düzenlemeler yapılması gerekecektir. Ayrıca, Cumhurbaşkanı'nın görev yetkilerinin sınırlandırılması da gündeme gelecektir.

Zorluklar ve Engeller

Siyasi Karşıtlıklar ve Güç Mücadeleleri: Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, özellikle yürütme yetkilerinin tek elde toplanmasını sağlayan bir sistemdir. İktidar partisi, mevcut sistemin avantajlarından faydalandığı için parlamenter sisteme geçişte direnç gösterebilir. Siyasi istikrarı sağlayan bir değişiklikten çok, iktidarın elindeki gücü kaybetmesi korkusu olabilir.

Geçiş Süreci ve Uyum Sorunları: Parlamenter sisteme geçiş, kısa vadede bazı siyasi ve kurumsal karmaşıklıklara yol açabilir. Yürütme, yasama ve yargı arasındaki denetim mekanizmalarının yeniden yapılandırılması ve eski sistemin alışkanlıklarının terk edilmesi gerekebilir. Bu süreç, siyasi karışıklığa ve geçiş dönemine yol açabilir.

Anayasada Yapılacak Değişikliklerin Zorluğu: Anayasa değişiklikleri genellikle zorlu bir süreçtir. Türkiye’nin mevcut siyasi ortamında, her iki sistemin de savunucuları arasında ciddi bir siyasi ayrım bulunmaktadır. Bu nedenle, anayasa değişikliklerini gerçekleştirmek için büyük bir siyasi uzlaşma sağlanması gerekecektir.

Parlamenter sisteme geçiş teorik olarak mümkündür, ancak bu süreç, Türkiye'nin siyasi ortamına, mevcut hükümetin tutumuna, muhalefet partilerinin işbirliğine ve halkın bu değişimi ne kadar destekleyeceğine bağlı olarak şekillenecektir. Uzun vadede, demokratik reformlar ve toplumsal mutabakatla parlamenter sisteme dönüş sağlanabilir. Ancak, bu tür bir değişim için siyasi istikrar, güçlü bir toplumsal desteğin yanı sıra etkili bir anayasal reform süreci gereklidir

SİYASAL İSLÂMCILAR VE TÜRKİYE

 Türkiye'de 2000'lerin başından itibaren iktidarda olan siyasal İslâmcı eğilimli iktidar, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Avrupa Birliği (AB) ile olan ilişkileri belirgin biçimde etkilemiştir. Bu etkiler, Türkiye'nin dış politikasında yaşanan yön değişiklikleri, iç politikada artan otoriter eğilimler, dinin siyasette daha görünür hale gelmesi ve komşu ülkelerle olan ilişkiler üzerinden şekillenmiştir. Siyasal İslamcı bir anlayışa sahip olan iktidarın bu unsurlara yaklaşımı, Türkiye’nin Batı ile olan ilişkilerinde zaman zaman gerilime, güven kaybına ve belirsizliklere yol açmıştır.

1. Demokrasi ve İnsan Hakları Sorunları

AB ile İlişkiler: Türkiye’nin AB’ye üyelik süreci, özellikle ilk yıllarda önemli bir ivme kazanmıştı. Ancak, siyasal İslamcı iktidar döneminde yaşanan iç politika değişiklikleri ve demokratik kurumların zayıflatılması, AB ile ilişkilerin zayıflamasına neden oldu. Özellikle hukukun üstünlüğü, basın özgürlüğü ve insan hakları ihlalleri gibi konular, AB ile ilişkilerde ciddi pürüzler yarattı. AB, Türkiye’yi birçok kez eleştirerek demokratik değerler konusunda uyarılarda bulundu.

ABD ile İlişkiler: Türkiye'deki demokratik gerileme, ABD'nin Türkiye’ye olan bakışını da etkiledi. ABD, demokrasi ve insan hakları konularında Türkiye'yi eleştirdi ve bazı yaptırımlar uyguladı. Özellikle Fethullah Gülen'in iadesi gibi konularda yaşanan anlaşmazlıklar, ABD-Türkiye ilişkilerini gerginleştirdi.

2. Ortadoğu Politikalarında Değişim

Komşularla İlişkiler: İktidarın “Yeni Osmanlıcı” veya “İslami liderlik” yaklaşımı, Türkiye’nin Ortadoğu’daki Arap ülkeleriyle olan ilişkilerini de etkiledi. Bu politika, Suriye, Mısır ve Suudi Arabistan gibi ülkelerle zaman zaman gerilimlere yol açtı. Özellikle Arap Baharı sürecinde, Türkiye'nin Müslüman Kardeşler'e destek vermesi, bazı Arap ülkeleri tarafından tehdit olarak algılandı ve ilişkilerde kopmalar yaşandı.

İran ve Rusya ile İlişkiler: Siyasal İslamcı iktidar, ABD ve AB’nin uyguladığı İran karşıtı politikalardan zaman zaman uzaklaşarak İran ile işbirliği arayışında bulundu. Bu da Batı ülkelerinde güven kaybına yol açtı. Aynı zamanda, Rusya ile geliştirilen ilişkiler, Türkiye’nin Batı'dan uzaklaşıp Doğu’ya yöneldiği şeklinde değerlendirildi ve Batılı müttefikleriyle ilişkilerinde sıkıntılar yarattı.

3. NATO ve Güvenlik Politikaları

NATO’ya Bağlılık: Siyasal İslamcı iktidarın Rusya ile yakınlaşması ve S-400 hava savunma sistemini satın alması, NATO ile ilişkilerde ciddi krizlere neden oldu. ABD, Türkiye’ye F-35 programını askıya aldı ve çeşitli yaptırımlar uyguladı. Bu durum, Türkiye’nin NATO’daki pozisyonunu ve ABD ile olan güvenlik işbirliğini zayıflattı.

Terörle Mücadele ve Suriye Politikası: Türkiye’nin Suriye’deki askeri operasyonları ve Kürt politikası, ABD ve NATO ile sorunlara yol açtı. ABD'nin, Suriye'de PYD/YPG gibi Kürt gruplarla işbirliği yapması Türkiye’de rahatsızlık yaratırken, Türkiye’nin bölgedeki askeri müdahaleleri de ABD ile gerilime sebep oldu.

4. Dini Rhetorik ve Batı’ya Mesafeli Söylemler

Siyasal İslamcı iktidarın dini retorik kullanımı ve bazı Batı karşıtı söylemleri, Batı dünyasında Türkiye’ye karşı şüphelerin artmasına yol açtı. Özellikle Avrupa’da İslam karşıtı hareketlerin yükseldiği bir dönemde Türkiye'nin dini söylemleri daha çok gündeme geldi ve Türkiye, Batı kamuoyunda “daha İslamcı ve Batı karşıtı bir ülke” olarak algılanmaya başlandı.

AB ile Kültürel Uyuşmazlıklar: Siyasal İslamcı iktidarın değerler bazındaki farklılaşmaları, AB ile kültürel ve siyasi uyumsuzluklara yol açtı. Özellikle AB’nin laiklik, bireysel özgürlükler ve kadın hakları gibi konularda hassasiyetleri, Türkiye’nin Batı değerlerinden uzaklaştığı şeklinde yorumlandı.

5. Ekonomik İlişkiler ve Yaptırımlar

AB ve ABD ile yaşanan politik gerilimler, ekonomik ilişkileri de etkilemiştir. Türkiye’nin iç politikasında izlediği ekonomik politikalar ve otoriterleşme, yabancı yatırımcıların güvenini sarsmıştır. ABD'nin Türkiye’ye yönelik yaptırımları, döviz kurları üzerinde baskı yaratarak Türkiye ekonomisini zor durumda bırakmıştır.

Siyasal İslamcı iktidarın Batı ile ilişkileri; Geleneksel Batı ittifaklarından bir uzaklaşma ve zaman zaman Doğu ile yakınlaşma politikaları ile şekillendi. Bu durum, Batı ile ilişkilerde güven kaybına, ekonomik ve askeri işbirliklerinde zayıflamaya yol açmıştır. Türkiye, hala NATO ve AB ile güçlü bağlara sahip olmakla birlikte, son yıllardaki bu yön değişikliği, Batı’daki müttefikleriyle ilişkilerinde karmaşıklığa ve belirsizliğe neden olmuştur.

ABD VE AB AÇISINDAN TÜRKİYE

 Amerika Birleşik Devletleri Açısından Türkiye’nin Önemi

NATO Üyeliği: Türkiye, ABD’nin de içinde bulunduğu NATO ittifakının bir üyesidir. Bu, Türkiye’nin özellikle askeri açıdan ABD için değerli bir müttefik olduğu anlamına gelir. Türkiye’nin NATO'nun ikinci büyük ordusuna sahip olması, ABD için Orta Doğu'da ve Doğu Avrupa’da güvenlik dengelerinin korunmasında önemlidir.

Jeopolitik Konum: Türkiye’nin hem Avrupa hem de Asya’ya açılan bir kapı konumunda bulunması, ABD için stratejik bir avantajdır. Ortadoğu’daki siyasi gelişmeleri kontrol etmede ve İran gibi ülkelerle olan ilişkilerde Türkiye kilit bir rol oynar.

Enerji Koridoru: Türkiye, Orta Doğu ve Orta Asya’daki enerji kaynaklarını Avrupa’ya taşıyan boru hatlarının geçtiği bir ülke olarak, enerji güvenliği açısından ABD için de önemlidir. Enerji transfer yollarının güvenli olması ABD'nin enerji politikalarını da doğrudan etkiler.

Terörle Mücadelede Ortaklık: Türkiye, ABD ile terörle mücadele alanında uzun süredir işbirliği yapmaktadır. Özellikle IŞİD ve diğer terör gruplarına karşı mücadelede Türkiye’nin ABD ile yakın ilişkileri vardır.

Avrupa Birliği Açısından Türkiye’nin Önemi

Güvenlik ve Savunma: Türkiye’nin AB’nin doğu sınırında bulunması, AB’nin güvenliği için önem taşır. NATO ittifakı çerçevesinde AB ile Türkiye arasındaki askeri işbirliği, Avrupa’nın savunma politikalarına katkıda bulunur.

Göç ve Mülteci Krizi: Türkiye, milyonlarca Suriyeli mülteciye ev sahipliği yaparak Avrupa’ya yönelen göç dalgasını önemli ölçüde azaltmaktadır. AB, Türkiye ile yaptığı anlaşmalarla göçün kontrol edilmesini sağlamaktadır. Bu durum, AB açısından Türkiye’yi güvenlik ve iç politika anlamında önemli bir partner yapar.

Ekonomik İlişkiler ve Gümrük Birliği: Türkiye ve AB arasındaki Gümrük Birliği, ikili ticareti önemli ölçüde artırmış ve ekonomik bağları güçlendirmiştir. Türkiye, AB'nin önemli bir ticaret ortağı konumundadır ve birçok Avrupa ülkesi, Türkiye ile ticari ilişkilerden ekonomik fayda sağlamaktadır.

Enerji Güvenliği: Türkiye, Avrupa'nın enerji ihtiyacını karşılamak için enerji koridoru işlevi gören bir ülkedir. Doğu’dan gelen doğalgazın Avrupa’ya ulaşması için Türkiye’deki boru hatları kritik bir konumdadır. Bu durum, AB’nin enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi ve enerji güvenliğini sağlama hedeflerine de hizmet eder.

Özetle, Türkiye’nin Amerika ve Avrupa Birliği açısından önemi, güvenlik, enerji, ticaret ve bölgesel istikrar gibi stratejik başlıklarda toplanmaktadır. Bu nedenlerle, Türkiye’nin dış politikadaki kararları ve bölgesel gelişmelere yönelik yaklaşımı, hem ABD hem de AB tarafından yakından takip edilmektedir.

ORTADOĞU VE TÜRKİYENİN ÖNEMİ

 Ortadoğu, Türkiye’nin hem coğrafi konumu hem de tarihi ve kültürel bağları nedeniyle önemli bir bölgedir. Türkiye, Avrupa ile Asya'nın kesiştiği bir noktada bulunur ve Ortadoğu'ya olan yakınlığı, ekonomik, politik ve kültürel ilişkilerini doğrudan etkiler. Tarih boyunca Osmanlı İmparatorluğu’nun kalıntıları üzerinde yer alan birçok ülke ile Türkiye arasında köklü ilişkiler vardır. Bu durum Türkiye'nin Ortadoğu'daki gelişmelere karşı duyarlılığını artırır.

Ortadoğu, zengin enerji kaynakları, jeopolitik stratejik önemi ve dini çeşitliliğiyle dünya siyasetinde büyük bir öneme sahiptir. Bölgede yaşanan çatışmalar, siyasi istikrarsızlıklar, terörizm ve mezhepsel ayrılıklar, uluslararası ilişkileri sürekli etkiler. Türkiye'nin Ortadoğu politikası ise istikrarı sağlama, bölgeyle ekonomik ilişkileri güçlendirme ve güvenliği koruma odaklıdır. Bunun yanında, Türkiye son yıllarda komşularıyla daha dengeli ilişkiler kurmaya ve bölgede artan bir diplomatik varlık göstermeye çalışmaktadır.

Türkiye'nin Ortadoğu ile ilişkileri, hem güvenlik hem de ekonomik çıkarlar açısından büyük önem taşır.

Türkiye, hem Amerika Birleşik Devletleri (ABD) hem de Avrupa Birliği (AB) açısından stratejik bir öneme sahiptir. Türkiye’nin bu iki aktör açısından önemli olmasının sebepleri; coğrafi konumu, NATO üyeliği, Ortadoğu ve Kafkaslar gibi istikrarsız bölgelerle olan komşuluğu, enerji kaynaklarına yakınlığı ve mülteci krizinde üstlendiği rol gibi faktörlerle ilişkilidir.


24 Haziran 2025 Salı

SÜNNETİ SENİYYEYE TABİ OLMAK

  ONBİRİNCİ İŞARET: 

   Ehl-i dalaletin şerrinden kâinatın kızdıklarını ve anasır-ı külliyenin hiddet ettiklerini ve umum mevcudatın galeyana geldiklerini, Kur'an-ı Hakîm mu'cizane ifade ediyor.

Yani: Kavm-i Nuh'un başına gelen tufan ile semavat ve arzın hücumunu ve Kavm-i Semud ve Âd'in inkârından hava unsurunun hiddetini ve Kavm-i Firavun'a karşı su unsurunun ve denizin galeyanını ve Karun'a karşı toprak unsurunun gayzını ve ehl-i küfre karşı âhirette

تَكَادُ تَمَيَّزُ مِنَ الْغَيْظِ

sırrıyla Cehennem'in gayzını ve öfkesini ve sair mevcudatın ehl-i küfür ve dalalete karşı hiddetini gösterip ilân ederek gayet müdhiş bir tarzda ve i'cazkârane ehl-i dalalet ve isyanı zecrediyor.

   Sual: 

   Ne için böyle ehemmiyetsiz insanların ehemmiyetsiz amelleri ve şahsî günahları, kâinatın hiddetini celbediyor?

   Elcevab: 

   Bazı risalelerde ve sâbık işaretlerde isbat edildiği gibi: Küfür ve dalalet, müdhiş bir tecavüzdür ve umum mevcudatı alâkadar edecek bir cinayettir.

Çünki hilkat-i kâinatın bir netice-i a'zamı, ubudiyet-i insaniyedir ve rububiyet-i İlahiyeye karşı iman ve itaatle mukabeledir.

Halbuki ehl-i küfür ve dalalet ise, küfürdeki inkârıyla, mevcudatın ille-i gayeleri ve sebeb-i bekaları olan o netice-i a'zamı reddettikleri için, umum mahlukatın hukukuna bir nevi tecavüz olduğu gibi, umum masnuatın âyinelerinde cilveleri tezahür eden ve masnuatın kıymetlerini, âyinedarlık cihetinde âlî eden esma-i İlahiyenin cilvelerini inkâr ettikleri için, o esma-i kudsiyeye karşı bir tezyif olduğu gibi, umum masnuatın kıymetini tenzil ile o masnuata karşı bir tahkir-i azîmdir.

Hem umum mevcudatın herbiri birer vazife-i âliye ile muvazzaf birer memur-u Rabbanî derecesinde iken, küfür vasıtasıyla sukut ettirip, camid, fâni, manasız bir mahluk menzilesinde gösterdiğinden, umum mahlukatın hukukuna karşı bir nevi tahkirdir.

   İşte enva'-ı dalalet derecatına göre az çok kâinatın yaratılmasındaki hikmet-i Rabbaniyeye ve dünyanın bekasındaki makasıd-ı Sübhaniyeye zarar verdiği için, ehl-i isyana ve ehl-i dalalete karşı kâinat hiddete geliyor, mevcudat kızıyor, mahlukat öfkeleniyor.

   Ey cirmi ve cismi küçük ve cürmü ve zulmü büyük ve ayb ve zenbi azîm bîçare insan!

Kâinatın hiddetinden, mahlukatın nefretinden, mevcudatın öfkesinden kurtulmak istersen, işte kurtulmanın çaresi: Kur'an-ı Hakîm'in daire-i kudsiyesine girmektir ve Kur'anın mübelliği olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın Sünnet-i Seniyesine ittibadır.

Gir ve tâbi' ol!

Lemalar - 83

İNSAN KÜÇÜK BİR ALEM

    Râbian: İnsan küçük bir âlem olduğu gibi, âlem dahi büyük bir insandır.

Bu küçük insan, o büyük insanın bir fihristesi ve hülâsasıdır.

İnsanda bulunan numunelerin büyük asılları, insan-ı ekberde bizzarure bulunacaktır.

Meselâ: Nasılki insanda kuvve-i hâfızanın vücudu, âlemde Levh-i Mahfuz'un vücuduna kat'î delildir.

Öyle de: İnsanda kalbin bir köşesinde lümme-i şeytaniye denilen bir âlet-i vesvese ve kuvve-i vâhimenin telkinatıyla konuşan bir şeytanî lisan ve ifsad edilen kuvve-i vâhime, küçük bir şeytan hükmüne geçtiğini ve sahiblerinin ihtiyarına zıd ve arzusuna muhalif hareket ettiklerini hissen ve hadsen herkes nefsinde görmesi, âlemde büyük şeytanların vücuduna kat'î bir delildir.

   Ve bu lümme-i şeytaniye ve şu kuvve-i vâhime, bir kulak ve bir dil olduklarından, ona üfleyen ve bunu konuşturan haricî bir şahs-ı şerirenin vücudunu ihsas ederler.

Lemalar - 83