27 Şubat 2024 Salı

NÜBÜVVET BİR TUBA AĞACI

 O şecere-i zakkumun menşei ile silsile-i nübüvvetin ki bir şecere-i tûbâ-i ubudiyet hükmünde bulunan o silsilenin, küre-i zeminin bağında mübarek dalları: Kuvve-i akliye dalında enbiya ve mürselîn ve evliya ve sıddıkîn meyvelerini yetiştirdiği gibi.. kuvve-i dafia dalında âdil hâkimleri, melek gibi melikler meyvesini veren ve kuvve-i cazibe dalında hüsn-ü sîret ve ismetli cemal-i suret ve sehavet ve keremnamdarlar meyvesini yetiştiren ve beşer nasıl şu kâinatın en mükemmel bir meyvesi olduğunu gösteren o şecerenin menşei ile beraber ene'nin iki cihetindedir.

O iki şecereye menşe' ve medar, esaslı bir çekirdek olarak ene'nin iki vechini beyan edeceğiz.

Şöyle ki:

   Ene'nin bir vechini nübüvvet tutmuş gidiyor; diğer vechini felsefe tutmuş geliyor.

 Nübüvvetin vechi olan birinci vecih: 

   Ubudiyet-i mahzanın menşeidir.

Yani ene, kendini abd bilir.

Başkasına hizmet eder, anlar.

Mahiyeti harfiyedir.

Yani başkasının manasını taşıyor, fehmeder.

Vücudu, tebeîdir.

Yani başka birisinin vücudu ile kaim ve icadıyla sabittir, itikad eder.

Mâlikiyeti, vehmiyedir.

Yani kendi mâlikinin izni ile; surî, muvakkat bir mâlikiyeti vardır, bilir.

Hakikatı, zılliyedir.

Yani, hak ve vâcib bir hakikatın cilvesini taşıyan mümkin ve miskin bir zılldir.

Vazifesi ise, kendi Hâlıkının sıfât ve şuunatına mikyas ve mizan olarak, şuurkârane bir hizmettir.

İşte enbiya ve enbiya silsilesindeki asfiya ve evliya ene'ye şu vecihle bakmışlar, böyle görmüşler, hakikatı anlamışlar.

Bütün mülkü Mâlikü'l-Mülk'e teslim etmişler ve hükmetmişler ki: O Mâlik-i Zülcelal'in ne mülkünde, ne rububiyetinde, ne uluhiyetinde şerik ve naziri yoktur; muîn ve vezire muhtaç değil; herşeyin anahtarı onun elindedir; herşeye Kàdir-i Mutlak'tır.

Esbab, bir perde-i zahiriyedir; tabiat, bir şeriat-ı fıtriyesidir ve kanunlarının bir mecmuasıdır ve kudretinin bir mistarıdır.

İşte şu parlak nurani güzel yüz, hayatdar ve manidar bir çekirdek hükmüne geçmiş ki; Hâlık-ı Zülcelal bir şecere-i tûbâ-i ubudiyeti ondan halketmiştir ki, onun mübarek dalları, âlem-i beşeriyetin her tarafını nurani meyvelerle tezyin etmiştir.

Bütün zaman-ı mazideki zulümatı dağıtıp, o uzun zaman-ı mazi; felsefenin gördüğü gibi bir mezar-ı ekber, bir ademistan olmadığını, belki istikbale ve saadet-i ebediyeye atlamak için, ervah-ı âfilîne bir medar-ı envâr ve muhtelif basamaklı bir mi'rac-ı münevver ve ağır yüklerini bırakan ve serbest kalan ve dünyadan göçüp giden ruhların nurani bir nuristanı ve bir bostanı olduğunu gösterir.

Sözler - 539

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder