Allahu Teâlâ İslâm’ın beş şartı arasına aldığı zekâtı Kur’ân ayetleriyle sıklıkla emrederken; “Sen başkalarına ver ki ben de sana vereyim” diyerek insanları yardımın her çeşidine dâvet eder. “Allah’ın en sevdiği amel aç olan bir muhtaca yemek yedirmek veya onun bir borcunu ödemek ya da onun bir sıkıntısını gidermektir” hadisinde vurgulandığı gibi maddî yardımın yanında sıkıntıda olanın sıkıntısını gidermek aynı zamanda manevi bir yardım olarak kabul edilir.
“Birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerine şefkat göstermekte, mü’minler bir vücut gibidir. Vücutta bir uzuv rahatsızlanıp şikâyet ederse, vücudun diğer uzuvları da uykusuzluk ve ateş içerisinde ona iştirak etmeye çalışır” derken Peygamberimiz (asm) toplumu bir vücuda benzetir. Böyle olunca bir mü’min, parçası olduğu cemiyette bazı uzuvların ıztırabı karşısında ilgisiz kalamaz. Çünkü onlara şefkat ve merhamet duygularıyla bağlıdır. Bu yüzden de yardım kuruluşları tarih boyunca hep var olmuştur ve olmaya da devam edecektir.
Evet şimdiye kadar saydığımız maddî yardım ve dert paylaşımcılığı gerektiren bu şefkatlerin dışında öyle bir şefkat daha vardır ki, o da, asıl en önemli ve bütün insanların muhtaç olduğu bir şefkattir. Bu şefkat insanların ebedî hayatlarını mahvedecek olan imansızlık, küfür ve günahlardan kurtaracak bir şefkattir. Allah bu konudaki şefkatini de çok belirgin bir şekilde göstermiştir. Binlerce peygamber, milyonlarca evliya ve İlâhî kitaplarla, insanlığı, ebedî saadete davet ederken sonsuz bir azaptan da sakındırmak istemiştir. İnsanlığın da bu şefkatten payına düşen, “tebliğ” vazifesidir.
Unutulmamalıdır ki; başkalarına ve hatta kâinattaki bütün varlıklara şefkat ve teâvün düsturunu uygulayan bir insana, Rabbi de aynen öyle yaklaşacaktır. Çünkü O, kulunun zannı üzeredir.Yani kul Rabbini nasıl bilirse Rabbi de ona öyle muamele eder.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder