İngiltere emperyalist Avrupa sömürgeciliğinin başını çeken, Osmanlının çöküşünde ve İslam dünyasının parçalanmasında en çok payı olan bir devlet.
Bugünkü Ortadoğu sınırları ve İsrail’in bir çıban başı gibi Filistin’e yerleştirilmesi, dessas İngiliz siyasetinin doğurduğu sonuçlardan.
19. yüzyılın sonunda parlamentosunda yapılan bir konuşmada “Kur’an Müslümanların elinde olduğu sürece onlara hâkim olamayız, ya bu kitabı ortadan kaldırmalı veya Müslümanları ondan soğutmalıyız” mesajının verildiği adres de yine bu ülkenin başkentiydi.
Osmanlının idam fermanı olan Sevr’de de, Lozan’daki gizli pazarlıklarda da aynı İngiliz siyasetinin öne çıkan rolü belgelerle sabit.
Birinci Dünya Harbi yıllarında geçemediği Çanakkale’yi daha sonra geçerek İstanbul’u işgal edip boğazına basan da yine İngiltere.
O vaziyette kendisine bağlı olan Anglikan Kilisesi Başpapazına sordurduğu sorularla İslamı güya aşağılamaya çalışan da aynı devlet.
İşte bunlara karşı “Kur’an’ın sönmez ve söndürülemez bir manevî güneş olduğunu dünyaya göstereceğim ve ispat edeceğim” diyen ve Risale-i Nur’la bunu başaran bir Bediüzzaman var.
Aynı Said Nursî İngiliz işgaline karşı Hutuvat-ı Sitte’yi kaleme alıp neşretmiş ve bizzat dağıtmış; propagandalarını boşa çıkarıp tuzaklarını bozduğu işgalciye ve maşalarına “Tükürün ehl-i zulmün merhametsiz yüzüne!” diye haykırmış; Kur’an’ı imha etme veya gözden düşürme planlarını eserleriyle akamete uğratmış.
Ve son derece ağır ve zor şartlarda tek başına başlattığı Nur hizmeti bütün engelleri aşarak İlahî bir tavzif ve inayetle muvaffak olduktan sonra, diğer dünya güçleri gibi İngiltere’ye de sağduyu ve vicdan eksenli çağrılar yapmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder