İnsanın yaratılışça “hür” olduğu yahut “hür” yaratıldığı gerçeği dikkate alındığında -uyulması zorunlu yaratılış kuralları dışında- dışarıdan, baskı, zorlama ve dayatmaya dayalı her türlü anlayış ve uygulama insan gerçeğine aykırıdır ve fıtrat bakımından red ile karşılık görür. Dinin özünü teşkil eden imanın ve iyiliğin (maruf) tavsiye edilmesi, küfrün ve kötülüğün (münker) yasaklanması ise insanın yaratılış özelliklerine uygun düştüğü için esaret, istibdat yahut dayatma olarak anlaşılamaz. Resul-i Ekrem (asm)’ın İslam’ı “fıtrat/yaratılış dini” olarak açıklamasının (Müslim, “Kader”, 23) sebebi budur. Kaldı ki bu konuda da zorlama söz konusu olmaması gerektiği, “Dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin” (Kehf 18/29) gibi ayetlerle kesin hükme bağlanmıştır. Bu nokta göz önünde bulundurularak, fert olan insandan fertlerden oluşan topluma geçilerek bakıldığında, aynı realitenin söz konusu olduğu ya da olması gerektiği rahatlıkla ifade olunabilir. Öyleyse fert gibi toplum için de fıtratına uygun, barış ve güveni sağlayacak temel düstur “hürriyet ve adalet” yahut kısaca “hürriyetçi düsturlar”dır. Yaşadığı bölge, sahip olduğu inanç ve kültür ne olursa olsun bugün dünyada ideal yönetim olarak demokrasiye vurgu yapılmasının sebebi budur. Latince “halk hakimiyeti” anlamına gelen demokrasinin, -pek çok sebebe bağlı olarak- uygulamada farklı versiyonları varsa da, en azından teoride demokrasiyi bu kadar değerli kılan temel unsur hürriyettir. Hürriyetin teminat altına alınmadığı idari mekanizmalar, -hangi isimle anılırsa anılsın-, asla demokrat sayılmayacağı gibi hürriyet ve adaleti bütün kurum ve kuruluşlarıyla gerçekleştirmeyi amaçlayan idarî yapılar da gerçek anlamda demokrat yapılardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder