2 Ağustos 2021 Pazartesi

İNSANLARIN ARASINI DÜZELTMEK

 Kur’an-ı Kerim’de, “Onların gizli konuşmalarının çoğunda hayır yoktur; ancak sadaka vermeyi yahut iyilik yapmayı ve insanların arasını düzeltmeyi gözeten kimseler müstesna. Kim bunları, sırf Allah’ın rızasını kazanmak için yaparsa, biz ona büyük bir mükâfat vereceğiz.” buyurulmaktadır. (Nisâ, 114)

Hz.Peygamber(s.a.s) bir taraftan müslümanlara, arabuluculuk yapmalarını tavsiye ederken, kendisi de “En üstün sadaka, iki kişinin arasını düzeltmektir.” buyurarak bizzat gidip dargın ve birbiri ile anlaşamayan müslümanları barıştırmıştır.

Nitekim bir gün Resûlullah ashabına: “Size, namaz, oruç ve sadakadan daha üstün bir şeyi haber vereyim mi?” buyurdu. Onlar: “Evet, ya Resûlullah” dediler. Peygamberimiz de sözüne devamla: “Arabulmak, barıştırmaktır; çünkü aranın bozulması saçı kökünden kazır demiyorum, dini kazır.” buyurdu.
(Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme 56)

Yine bir gün, Medine yakınlarındaki Kuba halkı döğüşmüş, hatta birbirlerini taşlamış- lardı. Bunu haber alan Peygamber Efendimiz(s.a.v), ashabına: “Haydi bizimle geliniz de onların aralarını düzeltelim” teklifinde bulunmuş ve Kuba’ya gitmişti.
(Buhârî, Sulh 2)

Kardeşleri ve dostları birbirine düşman haline getiren hastalıkların başında Hased(kıskançlık) gelir. Ehl-i iman bu hastalığın mahiyetini anlamaya çalışarak Nebevi tedaviyi uygula- malıdır.

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri bahis mevzuu konuya gayet vazıh ve mukni bir açıklama getirerek, bu menfur hastalığı kökünden kesip atacak yerine Muhabbet tohumlarını ekecek tespitlerde bulunmuştur:

Haset evvelâ hâsidi ezer, mahveder, yandırır. Mahsud hakkında zararı ya azdır veya yoktur. Hasedin çaresi: Hâsid adam, haset ettiği şeylerin âkıbetini düşünsün. Tâ anlasın ki, rakibinde olan dünyevî hüsün ve kuvvet ve mertebe ve servet, fânidir, muvakkattir. Faidesi az, zahmeti çoktur. Eğer uhrevî meziyetler ise, zaten onlarda haset olamaz. Eğer onlarda dahi haset yapsa, ya kendisi riyâkârdır; âhiret malını dünyada mahvetmek ister. Veyahut mahsûdu riyâkâr zanneder, haksızlık eder, zulmeder.

Hem ona gelen musibetlerden memnun ve nimetlerden mahzun olup, kader ve rahmet-i İlâhiyeye, onun hakkında ettiği iyiliklerden küsüyor. Âdetâ kaderi tenkit ve rahmete itiraz ediyor. Kaderi tenkit eden, başını örse vurur, kırar. Rahmete itiraz eden, rahmetten mahrum kalır.

Ve haset ve kıskançlıkta öyle bir muaccel cezâ var ki, o haset, haset edeni yakar. Hem tevekkül ve kanaatte öyle bir mükâfat var ki, o lezzetli muaccel sevap, fakr ve hâcâtın belâsını ve elemini izâle eder.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder