4 Şubat 2021 Perşembe

MANEVİ CİHAD

 

Manevî cihat iman-ı tahkikî kılıcı iledir

Farz-ı ayn olan cihadı Peygamberimiz (asm) ve Sahabileri Mekke döneminde Kur’ân ve iman hakikatlerini anlatarak ve her çeşit vasıta ile yayarak yapmışlardır. Bediüzzaman bu manevî cihadın benzerine bu zamanda büyük bir ihtiyaç olduğunu, “Asrımızın cihadı iman-ı tahkiki kılıcı ile olur.” ifadeleri ile açıklamıştır.
Cihad, insanlara baskı yapmak, zorlamak, hürriyetlerini elinden almak değildir. Cihad insanlara iman ve İslâm hakikatlerini ulaştırmak, Cehennem azabından kurtarmak, Allah’ın rızasını, Cenneti ve saadet-i ebediyeyi kazandırmaktır. Bunun yolu da insanları öldürmekten değil, kazanmaktan geçer. Allah’ın en değerli varlığı insandır ve Allah insanı Cennete ve saadet-i ebediyeye çağırmaktadır. (Âl-i İmran Sûresi: 133.) Bu da nasihatle ve iman hakikatlerini kalplere ve gönüllere yerleştirmekle mümkündür. Bu sebeple Peygamberimiz (asm), “Din nasihattir.” (Müslim, İman, 95) buyurmuşlardır.

Nasihatin en güzel ve en geçerli olanı yazı ve kitapla yapılan şeklidir. Çünkü bunda kişi kitapla karşı karşıya kalır, öğrenme niyeti ile kitabı okur. Bu sebeple nasihat daha tesirli olur. Büyüklerden ve doğrudan kişilerden alınan nasihatlerde araya his, garaz ve başka sebepler karıştığı için nefis araya girer ve nasihati dinleyen kendini ve nefsini müdafaaya sevk edebilir. Peygamberimiz (asm), “Kıyamet günü âlimlerin mürekkebi, şehitlerin kanından üstün ve ağır gelecektir.” (İbn-i Hacer, 4 : 427; Müsnedü’l-Firdevs, 5: 519; Feyzü’l-Kadir, 3: 301.) hadisi ile yazı ve kitapla yapılan cihadın daha değerli olduğunu anlatmıştır.

İslâm silâh zoru ile yayılmamıştır. Tebliğ ve irşad, nasihat ve ilim yolu ile yayılmıştır. Silâh münkir ve müşriklerin harici tecavüzatını def etmek için devletler tarafından yapılmıştır. Bütün bunları göz önüne alarak, Müslümanların önüne aydınlık bir yol açan zamanımızın en büyük mücahidi Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, Peygamberimizin (asm) bu hadislerine dayanarak, “Bu zamanda cihad manevîdir.” (Emirdağ Lâhikası, s. 455.) hükmünü vermiştir.

VAZİFEMİZ MÜSBET HAREKET ETMEKTİR

Allah’a iman ve ibadet, takva ve cihad çok önemli dinî bir görevdir. Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, “Cihad ile ubudiyet ve takvayı beraber götüren…” (Sözler, s. 711.); “Bu zamanda korkutmakla değil, muhabbet ve sevdirmekle…” (İçtimai Reçeteler, 2: 298.) İslâm’a hizmet edilebileceğini açıklayan bir mücahittir.

Bediüzzaman, “Cihad farz-ı kifaye iken, farz-ı ayn olmuştur.” (Hutbe-i Şamiye, s. 151.) buyurarak bu zamanda dini müdafaa ve dine hizmet için cihat vazifesini yapmanın farz-ı kifaye olmaktan çıkıp, her mü’mine farz-ı ayn hükmüne geçtiğini belirtir. Böylece bütün inananların bu cihada katılması gerektiğini söyler. Farz-ı ayn olan cihadı Peygamberimiz (asm) ve Sahabileri Mekke döneminde Kur’ân ve iman hakikatlerini anlatarak ve her çeşit vasıta ile yayarak yapmışlardır. Bediüzzaman bu manevî cihadın benzerine bu zamanda büyük bir ihtiyaç olduğunu, “Asrımızın cihadı iman-ı tahkiki kılıcı ile olur.” (Şuâlar, s. 243; Hutbe-i Şamiye, s. 41.) ifadeleri ile açıklamıştır.

Bediüzzaman, talebelerine verdiği son dersinde de, “Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfi hareket değildir. Rıza-ı İlâhîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır. Bizler asayişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde her bir sıkıntıya karşı sabırla şükürle mükellefiz… Harici tecavüze karşı kuvvetle mukabele edilir. Çünkü düşmanın malı, çoluk çocuğu ganimet hükmüne geçer. Dâhilde ise öyle değildir. Dâhildeki hareket müsbet bir şekilde manevî tahribata karşı manevî, ihlâs sırrıyla hareket etmektir. Hariçteki cihad başka, dâhildeki cihad başkadır… Biz bütün kuvvetimizle dâhilde asayişi muhafaza için müsbet hareket edeceğiz. Bu zamanda dâhil ve hariçteki cihad-ı maneviyedeki fark pek azimdir.” (Emirdağ Lâhikası, s. 456.) demektedir.

Bediüzzaman Hazretleri, “Herkes kendi âleminde bir kumandan olduğundan âlem-i asgarında cihad-ı ekber ile mükelleftir.” diye en büyük cihad görevinin nefisle cihad olduğunu hatırlatır. Nefsi terbiye etmek, hayra ve iyiye yönlendirmek de, ancak Allah’a ve ahirete iman etmek, ahiret hedefine yönelmekle mümkündür. Bunu sağlayacak olan da elbette Kur’ân-ı Kerîm’deki iman hakikatlerini nefsimize hitap ederek okumak şeklindedir. İman güçlendikçe nefsimiz de ıslâh olacak, şerden kaçarak hayra yönelecektir. Toplumda da gerçek adalet ve hürriyet, nefislerini ıslâh etmiş insanların çoğalması ile sağlanacaktır.

Ülke içinde silâhlı mücadele cihad sayılmaz

Bediüzzaman’ın üzerinde ısrarla durduğu ve sosyal hayatı ilgilendiren iki önemli prensibi vardır. Birincisi asayişin korunması, ikincisi de müsbet hareket etmek, yani halkla, polisle ve askerle karşı karşıya gelmemek ve getirmemektir.

Bediüzzaman, “Hariçteki cihad başka, dâhildeki başkadır.” (Emirdağ Lâhikası, s. 456.) buyurarak ülke içinde silâhla cihad olmayacağını ve bunun asayişi ihlâl ederek anarşiyi netice vereceğini söyler. Bediüzzaman’a göre dâhilde ülke içinde cihad ancak halkı irşat etmek ve toplumu çeşitli vasıtalarla eğitmek şeklindedir. Harici cihad ise düşmanın ülkeye saldırısı, yani dış tecavüze karşıdır. Bu da devlet eliyle yapılır. Bediüzzaman da Rusya’nın Anadolu’ya askerî müdahalesine karşı devletin yanında yer alarak talebeleri ile bizzat savaşa katılmış, mütecaviz düşman ordularına karşı gönüllü alay kumandanı olarak savaşmış ve esir düşmüştür.

Dünya devletlerinin hürriyet ve demokrasi içinde din ve vicdan hürriyetini esas alarak din ile savaşmayı terk etmesi üzerine Bediüzzaman, “Cihad-ı hariciyi şeriat-ı garranın elmas kılıçlarına havale edeceğiz.” (Divan-ı Harb-i Örfî, s. 64; Tarihçe-i Hayat, s. 52.) diyerek hariçte de cihadın manevî yönünü nazara vermiş, “Fen ve san’at silâhıyla ilâ-yı kelimetullahın en müthiş düşmanı olan cehalet, fakr ve ihtilâf-ı efkâra karşı cihat edeceğiz.” (age, 64.) diyerek fen ve san’at vasıtasıyla cehalet, fakirlik ve bölünmüşlük gibi gelişmemizi önleyen, bizi güçsüz bırakan sosyal hadiselerle manen cihad etmek gerektiğini ifade etmiştir.

Ülke içinde zulüm, haksızlık ve adaletsizlik gibi toplumu geren ve sosyal hadiselere sebebiyet veren uygulamalara karşı idarecileri ikaz etmek, hak ve adalet için mücadele etmek de bir çeşit cihaddır. Peygamberimiz (asm), “En üstün cihad, zalim sultana karşı çekinmeden hakkı söyleyendir. Gerçek âlim de bunu hakkıyla yapandır.” (Aclunî, Keşfü’l-Hafa, 1: 153.) buyurmuşlardır.

Bediüzzaman, Allah yolunda cihadın Müslümanların vazifesi olduğunu, (Emirdağ Lâhikası, s. 298.) bunun da zarurete ve yoksulluğa karşı sanata çalışmakla; ihtilâfa karşı ittifakla ve ittihatla; (İçtimaî Reçeteler, 2: 272-273.) fen ve san’at silâhı ile de cehalete karşı cihad etmeyi bu manevî cihadın (Emirdağ Lâhikası, s. 455.) gereği olarak görmüştür.

Sonuç:

Cihad, insanları öldürmek için yapılmaz. Zulmü ve tecavüzü önleyerek mütecavizlerin tecavüzünü def etmek; barışı, emniyeti ve adaleti sağlamak için yapılır. Cihadın gerçek amacı insanları kazanmak, öldürmeyi önlemektir. (Enfal Sûresi: 61-62; Nisa Sûresi: 90; Tövbe Sûresi: 6.)

İslâm hukukuna göre bir kâfir küfründen dolayı öldürülmez. Zulüm ve tecavüzünden dolayı ölümü hak ederse öldürülür. (Mevdudî, Cihad, 322.) Aynı hüküm baği, yani isyan ve tecavüz eden, zalim Müslüman için de geçerlidir. Bir Müslüman cana ve namusa tecavüz ederse; yol keser, isyan eder anarşi çıkarırsa, diğer suçlular gibi ceza görür. (Reddü’l-Muhtar, 2: 273.)

Nitekim yüce Allah, Kur’ân-ı Kerîim’de, “Kendilerine savaş açılan mü’minlere, zulme uğramaları sebebi ile savaş izni verildi.” (Hac Sûresi: 39-40; Bakara Sûresi: 190-191.) buyurarak savaşın niçin emredildiğini açıkça belirtmişlerdir. Haksız yere bir insanı öldürmeyi ise bütün insanları öldürmekle eşdeğer büyük günah olarak ifade etmiştir.” (Maide Sûresi: 34.) bunun için devlet savaş esnasında bile bir ferdin hakkını korumayı amaç edinmeli ve bunu yaparken bir tek bireyi bile incitmemeye özen göstermelidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder