İnsan… Öyle karmaşık, öyle derin bir canlı ki… Yeryüzüne adeta bir emanetçi olarak gönderilmiş; ruhu ve bedeniyle sonsuzluğa yürüyen bir yolcu…
Bu yolda attığı her adım, yaptığı her seçim, onu ya cennet bahçelerine yaklaştırır ya da cehennemin kapılarına sürükler. Ve bu yolculukta karşımıza çıkan en sinsi tuzaklardan biri, hiç şüphesiz ki günahtır.
Günah, sadece kuru bir dinî tanım değil; o, kalbimizin aynasında birikmiş bir pas tabakası, ruhumuzda açılan derin bir yara, benliğimizde kopan fırtınaların adıdır.
Bediüzzaman Hazretleri’nin engin ufkuyla baktığımızda; günahın psikolojisi, modern bilimin dahi yeni yeni çözmeye çalıştığı sırlarla doludur.
İman ve ibadet, bir ağacın kökleri ile damarları gibidir. İman kökse, ibadet o kökü besleyen, güç veren hayat suyudur.
“Akaidî ve imanî hükümleri kavi ve sabit kılmakla meleke hâline getiren, ancak ibadettir.” (*İşârâtü’l-İ’câz, s. 165*).
İbadetle sulanmayan iman zayıf kalmaya mahkûmdur. Ve işte tam bu noktada, sinsice sokulur günahlar…
Günahın Kalbe Yolculuğu
Her bir günah, kalbimize saplanan küçük bir iğne gibi başlar. Fakat zamanla derin bir yara, bir pas tabakası olur. Yüce Rabbimiz, Kur’ân-ı Kerîm’de bu hâli ne güzel anlatır:
“Hayır! Onların kazandıkları günahlar, kalplerini paslandırmıştır.” (Mutaffifîn Sûresi, 14. Âyet).
Bu pas, sadece ruhumuzu değil, algılarımızı da karartır. Modern psikolojinin “bilişsel uyumsuzluk” (cognitive dissonance) dediği şey tam da burada kendini gösterir. İnancımızla çelişen bir günah işlediğimizde, içimizde bir rahatsızlık başlar. Ya günahı bırakıp kalbimizi temizleyeceğiz ya da inancımızı günaha uydurmaya çalışacağız.
İşte bu ikinci yol, imanın solmasına giden tehlikeli bir yoldur. Mesela Hz. Eyyûb Aleyhisselâm’ın kıssası, bedendeki acılardan çok, ruhî hastalıklarımıza tutulan bir aynadır.
Her günah, kalpte derin bir iz bırakır. Vesveselerle imanı sarsar. Ve bizi Allah’ı anmaktan, O’na yakınlaşmaktan alıkoyar.
Bediüzzaman Hazretleri, her günahın içinde küfre giden gizli bir yol barındırdığını söyler. Tıpkı küçücük bir çam tohumunun içinde koca bir ağacın saklandığı gibi; her günah da içinde bir küfür tohumu taşıyabilir. Bu tehlikeli yolculuk genellikle şöyle başlar:
İlk başta belki utana sıkıla işlenen günah, tekrarlandıkça sıradanlaşır. Bir alışkanlığa dönüşür. Tıpkı modern psikolojinin “davranışsal koşullanma” dediği gibi… Beyin bu eylemi normalleştirmeye başlar. Tekrarlanan davranışlar, zamanla kalıcı hâle gelir ve kişinin ahlakî hassasiyetini köreltir.
Ardından, günah adeta bir sevgiliye dönüşür. Kişi onu severek, isteyerek işlemeye başlar. Bir nevi “bağımlılık” oluşur. Beynin ödül merkezleri bu sahte hazzâ tutulur. Beyindeki ödül mekanizmaları, günahın getirdiği anlık hazzı pekiştirerek, kişiyi daha fazlasını aramaya iter.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder