İşte ey derd-i maişetle sersem olmuş ve hırs-ı dünya ile sarhoş olmuş kardeşler!
Hırs bu kadar muzır ve belalı bir şey olduğu halde, nasıl hırs yolunda her zilleti irtikâb ve haram helâl demeyip her malı kabul ve hayat-ı uhreviyeye lâzım çok şeyleri feda ediyorsunuz?
Hattâ erkân-ı İslâmiyenin mühim bir rüknü olan zekatı, hırs yolunda terkediyorsunuz?
Halbuki zekat, her şahıs için sebeb-i bereket ve dâfi-i beliyyattır.
Zekatı vermeyenin herhalde elinden zekat kadar bir mal çıkacak; ya lüzumsuz yerlere verecektir, ya bir musibet gelip alacaktır.
Hakikatlı bir rü'ya-yı hayaliyede, Birinci Harb-i Umumî'nin beşinci senesinde, bir acib rü'yada benden soruldu:
"Müslümanlara gelen bu açlık, bu zayiat-ı mâliye ve meşakkat-i bedeniye nedendir?"
Rü'yada demiştim:
"Cenab-ı Hak, bir kısım maldan onda bir
{(Haşiye-1): Yani her sene taze verdiği buğday gibi mallardan onda bir.}
veya bir kısım maldan kırkta bir,
{(Haşiye-2): Yani eskiden verdiği kırktan ki; her senede galiben ve lâekal ribh-i ticarî ve nesl-i hayvanî cihetiyle o kırktan taze olarak on aded verir.}
kendi verdiği malından birisini bizden istedi; tâ bize fukaraların dualarını kazandırsın ve kin ve hasedlerini men'etsin.
Biz hırsımız için tama'kârlık edip vermedik.
Cenab-ı Hak müterakim zekatını, kırkta otuz, onda sekizini aldı.
Hem her senede yalnız bir ayda yetmiş hikmetli bir açlık bizden istedi.
Biz nefsimize acıdık, muvakkat ve lezzetli bir açlığı çekmedik.
Cenab-ı Hak ceza olarak yetmiş cihetle belalı bir nevi orucu beş sene cebren bize tutturdu.
Hem yirmidört saatte bir tek saati, hoş ve ulvî, nuranî ve faideli bir nevi talimat-ı Rabbaniyeyi bizden istedi.
Biz tenbellik edip, o namazı ve niyazı yerine getirmedik.
O tek saati diğer saatlere katarak zayi' ettik.
Cenab-ı Hak onun keffareti olarak, beş sene talim ve talimat ve koşturmakla bize bir nevi namaz kıldırdı." demiştim.
Sonra ayıldım, düşündüm, anladım ki; o rü'ya-yı hayaliyede pek mühim bir hakikat vardır.
Mektubat - 272
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder