Evet bütün mevcudat, güya lisan-ı hal ile Veysel Karanî gibi şöyle münâcat ederler, derler ki:
Yâ İlahenâ!
Rabb'imiz sensin!
Çünkü biz abdiz.
Nefsimizin terbiyesinden âciziz.
Demek bizi terbiye eden sensin.
Hem sensin Hâlık!
Çünkü biz mahlukuz, yapılıyoruz.
Hem Rezzak sensin!
Çünkü biz rızka muhtacız, elimiz yetişmiyor.
Demek bizi yapan ve rızkımızı veren sensin.
Hem sensin Mâlik!
Çünkü biz memlûküz.
Bizden başkası bizde tasarruf ediyor.
Demek mâlikimiz sensin.
Hem sen Aziz'sin, izzet ve azamet sahibisin!
Biz zilletimize bakıyoruz, üstümüzde bir izzet cilveleri var.
Demek senin izzetinin âyinesiyiz. Hem sensin Ganiyy-i Mutlak!
Çünkü biz fakiriz.
Fakrımızın eline yetişmediği bir gına veriliyor.
Demek gani sensin, veren sensin.
Hem sen Hayy-ı Bâki'sin!
Çünkü biz ölüyoruz.
Ölmemizde ve dirilmemizde, bir daimî hayat verici cilvesini görüyoruz.
Hem sen Bâki'sin!
Çünkü biz, fena ve zevalimizde senin devam ve bekanı görüyoruz.
Hem cevap veren, atiyye veren sensin!
Çünkü biz umum mevcudat, kàlî ve hâlî dillerimizle daimî bağırıp istiyoruz, niyaz edip yalvarıyoruz.
Arzularımız yerlerine geliyor, maksudlarımız veriliyor.
Demek bize cevap veren sensin.
Ve hâkeza...
Bütün mevcudatın küllî ve cüz'î her birisi birer Veysel Karanî gibi bir münâcat-ı maneviye suretinde bir âyinedarlıkları var.
Acz ve fakr ve kusurlarıyla, kudret ve kemal-i İlahîyi ilan ediyorlar.
Mektubat - 264
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder