5 Temmuz 2024 Cuma

KIRK KATIR MI, KIRK SATIR MI ?

 Malum masala göre, adamın biri işlediği bir suç için padişahın huzuruna çıkarılır. Padişah, huzuruna getirilen adama sormuş: “Kırk katır mı istersin kırk satır mı?” Kırk satır ile idam edileceğini düşünen ve seçenek olarak kendisine kırk katır sunulduğunu sanan adam “Kırk katır!” demiş. Aman ne büyük yanılgı! Adamın bedeninin kırk parçası kırk katıra bağlanmış, ayrı yönlere giden katırların kırbaçlanmasıyla büyük acılar içinde parça parça olarak ölmüş. 

Dilimizde bu hikâyenin anafikrini anlatan ne çok deyim ve atasözü var. “Ölümlerden ölüm beğen”, “Denize düşen yılana sarılır”, “Ölümü gösterip sıtmaya razı etme”…  

Bu sözleri genellikle de bir “kriz” durumunda yaşadığımız bunalımları anlatmak için kullanıyoruz. Çünkü adı üzerinde “kriz”, kalp krizi gibi, kapı kapı dolaşıp fikir danışacağınız, uzun uzun ne yapacağınızı düşüneceğiniz, planlar yapacağınız zamanınız yoktur. En kısa zamanda en “optimal” çözümü bulmanız ve uygulamanız gerekiyordur. Bombanın patlamasına 5 saniye kalmış, kırmızı kablo mu mavi kablo mu? Hani derler ya, ‘en kötü karar kararsızlıktan iyidir’. Kriz anında da böyledir. Bir kalp ameliyatı olacaksınız ve “masada kalma” durumunuz var; ama ameliyat olmazsanız da bir kalp krizi sonucu ölme ihtimaliniz var. Kendiniz hakkında karar vermeniz belki daha kolay ama anne-babanız, eşiniz, çocuğunuzun hayatı ise karar vermeniz gereken o durum daha zordur.

Kriz kavramı tıptan sosyal bilimlere aktarılmıştır. Ekonomik kriz, siyasi kriz, gıda krizi, şimdi de birkaç yıldır artık ajandamızın baş maddelerinden biri olan iklim krizi. Bu toplumsal ve politik “krizler”de kalp krizindeki gibi bir “zaman sorunu” yaşarız. Yani ideal çözümler için zaman yoktur, önce kalp krizi durdurulacak, sonra kişinin/toplumun kriz yaşamasına neden olan sorunlar daha etraflıca incelenerek çözümler geliştirilecektir. Türkiye’de genellikle ekonomik kriz zamanında bir IMF şefi gelir, “stand by” planı yapar, “15 günde 15 yasa” ile “by pass” yapılır. Siyasi kriz durumunda da, ‘önce şu hükümetten kurtulalım, sonra her bir meseleyi ayrıntılarıyla ele alırız’ denir. Ve topluma “asgari müşterekler”de bir programa destek vermesi çağrısı yapılır.  

Kriz tesbitininn yapıldığı her konuda buna benzer bir duygu durumu yaşarız. Kriz teşhisi konan durumlar karşısında yaklaşımımız genellikle duygusaldır. Ve genellikle de vereceğimiz karara destek olarak bir “otorite”ye sığınırız. Kalp ameliyatı olacaksak, bu “otorite” doktordur. Siyasi krizlerde bu “otorite” bir siyasi liderdir. Ya karizması, ya da “temiz, dürüst” olması gibi ahlaki meziyetleri vurgulanarak bu “otorite”ye irademizi -geçici de olsa- teslim etmemiz istenir. Ekonomik krizde ise “otorite” genellikle bir uzman ya da uzmanlar kurulu olarak karşımıza çıkar. 2000’deki krizde bu uzman Kemal Derviş’ti. Şimdi de TÜSİAD gibi büyük zenginler kulübü.

2003 yılından beri tek başına iktidarda bulunan hükümet yetkilileri tek parti ve tek adam iltidarı olarak önce kurum ve kuruluşların işleyişini tek elden yönetme hevesiyle yetkisizleştirdiler.Kuvvetler ayrılığını kuvvetler birliği olarak tek ellerine alarak keyfi kanunsuz bir şekilde yönetmeye başladılar.Önce ekonominin kitabını yazdım.Her şeyde olduğu gibi ekenomiden de ben anlarım diyerek faiz hakkında Nas var Nas deyip önce faizi düşürdü.Olmadı sonra yükselterek ülkeyi ekenomik krize soktu. Daha sonra Cumhurbaşkanılığı hükümet sistemi deyip ucube bir sistemle hem parti başkanlığı hem Cumhurbaşkanlığını üslenerek meclisi yetkisiz hale getirdi. Kanun hükmünde kararnamelerle ülkeyi keyfi bir şekilde yönetmeye başladılar. Bu anlayışla bizden kimse hesap soramaz biz kimseye hesap vermeyiz diyerek keyfi yönetime devam ettiler. Hesap sorulmaz ve hesap vermez olağanüstü düşünce ve yetkisiyle kriz üstüne kriz oluşturdular. Ülkeyi dünyaya  karşı güvensiz ve yalnız bir ülke durumuna düşürdüler.Zamlar ve enflasyonla bunalan halkı yeni vergiler ile iki şıktan birine razı olmaya ittiler. Yani ya halinize şükredin, ya da daha beter günler geride diyerek,-tabiri caiz- ise ölümü gösterip hastalığa razı ettiler.Asgari ücrete ve emeklilere zamsız bir hayatı reva gördüler.

Kısaca "kırk katır mı,kırk satır mı" diyerek siyaset sopası ile dar gelirlileri sindirmeye çalışıyorlar ama bu gidiş pek içaçıcı değil.Millet yoksulluk ve zamlarla bunalmış ne yapacağını şaşırmış vaziyette ve çaresizlik içerisinde beklemektedir.

Rafet Özcan


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder