29 Temmuz 2024 Pazartesi

ALTI HASTALIK

 Ecnebiler, Avrupalılar terakkide istikbale uçmalarıyla beraber bizi maddî cihette kurûn-u vustâda durduran ve tevkif eden altı tane hastalıktır.

O hastalıklar da bunlardır:

   Birincisi: Ye'sin, ümidsizliğin içimizde hayat bulup dirilmesi.

   İkincisi: Sıdkın hayat-ı içtimaiye-i siyasiyede ölmesi.

   Üçüncüsü: Adavete muhabbet.

   Dördüncüsü: Ehl-i imanı birbirine bağlayan nuranî rabıtaları bilmemek.

   Beşincisi: Çeşit çeşit sâri hastalıklar gibi intişar eden istibdad.

   Altıncısı: Menfaat-i şahsiyesine himmeti hasretmek.

   Bu altı dehşetli hastalığın ilâcını da bir tıp fakültesi hükmünde hayat-ı içtimaiyemizde, eczahane-i Kur'aniye'den ders aldığım "altı kelime" ile beyan ediyorum.

Mualecenin esasları onları biliyorum.

    BİRİNCİ KELİME: 

   "El-emel".Yani rahmet-i İlahiyeden kuvvetli ümid beslemek.

Evet ben kendi hesabıma aldığım dersime binaen: Ey İslâm cemaati!

Müjde veriyorum ki: Şimdiki âlem-i İslâm'ın saadet-i dünyeviyesi, bâhusus Osmanlıların saadeti ve bilhâssa İslâm'ın terakkisi onların intibahıyla olan Arab'ın saadetinin fecr-i sadıkının emareleri inkişafa başlıyor ve saadet güneşinin de çıkması yakınlaşmış.

Hutbe-i Şamiye - 19

ZELZELE NEDİR ?

    Zelzele, küre-i arzın içinde inkılabat-ı madeniyenin neticesi olduğunu ehl-i gaflet işaa edip, âdeta tesadüfî ve tabiî ve maksadsız bir hâdise nazarıyla bakarlar.

Bu hâdisenin manevî esbabını ve neticelerini görmüyorlar; tâ ki intibaha gelsinler.

Bunların istinad ettiği maddenin bir hakikatı var mıdır?

   Elcevab: 

   Dalaletten başka hiçbir hakikatı yoktur.

Çünki her sene elli milyondan ziyade münakkaş, muntazam gömlekleri giyen ve değiştiren küre-i arzın üstünde binler enva'ın bir tek nev'i olan, meselâ sinek taifesinden hadsiz efradından bir tek ferdin yüzer a'zâsından bir tek uzvu olan kanadının kasd ve irade ve meşiet ve hikmet cilvesine mazhariyeti ve ona lâkayd kalmaması ve başıboş bırakmaması gösteriyor ki, değil hadsiz zîşuurun beşiği ve anası ve mercii ve hamisi olan koca küre-i arzın ehemmiyetli ef'al ve ahvali belki hiçbir şeyi, -cüz'î olsun küllî olsun- irade ve ihtiyar ve kasd-ı İlahî haricinde olmaz.

Fakat Kadîr-i Mutlak hikmetinin muktezasıyla zahir esbabı tasarrufatına perde ediyor.

Zelzeleyi irade ettiği vakit, bazen de bir madeni harekete emredip, ateşlendiriyor.

Haydi madenî inkılabat dahi olsa, yine emir ve hikmet-i İlahî ile olur; başka olamaz.

Meselâ: Bir adam bir tüfek ile birisini vurdu.

Vuran adama hiç bakılmasa, yalnız fişekteki barutun ateş alması noktasına hasr-ı nazar edip, bîçare maktûlün büsbütün hukukunu zayi' etmek; ne derece belâhet ve divaneliktir.

Aynen öyle de: Kadîr-i Zülcelal'in musahhar bir memuru, belki bir gemisi, bir tayyaresi olan küre-i arzın içinde bulunan ve hikmet ve irade ile iddihar edilen bir bombayı, ehl-i gaflet ve tuğyanı uyandırmak için "ateşlendir" diye olan emr-i Rabbanîyi unutmak ve tabiata sapmak, hamakatın en eşneidir.

Sözler - 173

HER ŞEY DEĞİŞİR ÖLÜM DEĞİŞMEZ

 Ey nefis!

Başta Habibullah, bütün ahbabın kabrin öbür tarafındadırlar. Burada kalan bir-iki tane ise, onlar da gidiyorlar.

Ölümden ürküp, kabirden korkup, başını çevirme.

Merdane kabre bak, dinle ne taleb eder.

Erkekçesine ölümün yüzüne gül, bak ne ister.

Sakın gafil olup ikinci adama benzeme.

   Ey nefsim!

Deme: "Zaman değişmiş, asır başkalaşmış, herkes dünyaya dalmış, hayata perestiş eder.

Derd-i maişetle sarhoştur." Çünki ölüm değişmiyor.

Firak, bekaya kalbolup başkalaşmıyor.

Acz-i beşerî, fakr-ı insanî değişmiyor, ziyadeleşiyor.

Beşer yolculuğu kesilmiyor, sür'at peyda ediyor.

   Hem deme: "Ben de herkes gibiyim." Çünki herkes sana kabir kapısına kadar arkadaşlık eder.

Herkesle musibette beraber olmak demek olan teselli ise, kabrin öbür tarafında pek esassızdır.

Hem kendini başıboş zannetme.

Zira şu misafirhane-i dünyada nazar-ı hikmetle baksan, hiçbir şeyi nizamsız gayesiz göremezsin.

Nasıl sen nizamsız, gayesiz kalabilirsin?

Zelzele gibi vakıalar olan şu hâdisat-ı kevniye, tesadüf oyuncağı değiller.

Sözler 

28 Temmuz 2024 Pazar

DİN DÜNYAYA FEDA EDİLMEZ

 Dünya için din feda olunmaz.

Gebermiş istibdadı muhafaza için, vaktiyle mesail-i şeriat rüşvet verilirdi.

Dinin mes'eleleri terk ve feda edilmesinden, zarardan başka ne faydası görüldü?

Milletin kalb hastalığı za'f-ı diyanettir.

Bunu takviye ile sıhhat bulabilir.

Bizim cemaatımızın meşrebi: Muhabbete muhabbet ve husumete husumettir.

Yani beyne'l-İslâm muhabbete imdad ve husumet askerini bozmaktır.

Mesleğimiz ise, ahlâk-ı Ahmediye (Aleyhissalâtü Vesselâm) ile tahalluk ve Sünnet-i Peygamberîyi ihya etmektir.

Ve rehberimiz Şeriat-ı Garra ve kılıncımız da berahin-i kàtıa ve maksadımız i'lâ-i Kelimetullahtır.

Divan-ı Örfi - 56

26 Temmuz 2024 Cuma

YARATIŞ AĞACININ MEYVESİ

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

  Hilkat şeceresinin semeresi insandır.

Malûmdur ki, semere bütün eczanın en ekmeli ve kökten en uzağı olduğu için bütün eczanın hâsiyetlerini, meziyetlerini hâvidir.

Ve keza hilkat-i âlemin ille-i gaiye hükmünde olan çekirdeği yine insandır.

   Sonra, o şecerenin semeresi olan insandan bir tanesini şecere-i İslâmiyete çekirdek ittihaz etmiştir.

Demek o çekirdek, âlem-i İslâmiyetin hem bânisidir, hem esasıdır, hem güneşidir.

Fakat o çekirdeğin çekirdeği kalbdir.

Kalbin ihtiyacat saikasıyla âlemin enva'ıyla, eczasıyla pek çok alâkaları vardır.

Esma-i hüsnanın bütün nurlarına ihtiyaçları vardır.

Dünyayı dolduracak kadar o kalbin hem emelleri, hem de düşmanları vardır.

Ancak, Ganiyy-i Mutlak ve Hâfız-ı Hakikî ile itminan edebilir.

   Ve keza o kalbin öyle bir kabiliyeti vardır ki, bir harita veya bir fihriste gibi bütün âlemi temsil eder.

Ve Vâhid-i Ehad'den başka merkezinde bir şeyi kabul etmiyor.

Ebedî, sermedî bir bekadan maada bir şeye razı olmuyor.

   İnsanın çekirdeği olan kalb, ubudiyet ve ihlas altında İslâmiyet ile iska edilmekle imanla intibaha gelirse, nuranî, misalî âlem-i emirden gelen emr ile öyle bir şecere-i nuranî olarak yeşillenir ki; onun cismanî âlemine ruh olur.

Eğer o kalb çekirdeği böyle bir terbiye görmezse, kuru bir çekirdek kalarak nura inkılab edinceye kadar ateş ile yanması lâzımdır.

   Ve keza o habbe-i kalb için, pek çok hizmetçi vardır ki, o hâdimler kalbin hayatıyla hayat bulup inbisat ederlerse, kocaman kâinat onlara tenezzüh ve seyrangâh olur.

Hattâ kalbin hâdimlerinden bulunan hayal -meselâ- en zaîf, en kıymetsiz iken, hapiste ve zindanda kayıdlı olan sahibini bütün dünyada gezdirir, ferahlandırır.

Ve şarkta namaz kılanın başını Hacerü'l-Esved'in altına koydurur.

Ve şehadetlerini Hacerü'l-Esved'e muhafaza için tevdi ettirir.

   Madem benî-Âdem kâinatın semeresidir.

Nasılki, bir harmanda başaklar döğülür; tasfiye neticesinde semereler istibka ve iddihar edilir.

Binaenaleyh haşir meydanı da bir harmandır.

Kâinatın başak ve semeresi olan benî Âdemi intizar etmektedir.

Mesnevi-i Nuriye - 117

İNSANDAKİ CİHAZLAR

 İnsanın mahiyetine, kudretten ehemmiyetli cihazat ve kaderden kıymetli programlar tevdi edilmiş.

Eğer insan, şu dar âlem-i arzîde, hayat-ı dünyeviye toprağı altında o cihazat-ı maneviyesini nefsin hevesatına sarfetse; bozulan çekirdek gibi bir cüz'î telezzüz için kısa bir ömürde, dar bir yerde ve sıkıntılı bir halde çürüyüp tefessüh ederek, mes'uliyet-i maneviyeyi bedbaht ruhuna yüklenecek, şu dünyadan göçüp gidecektir.

   Eğer o istidad çekirdeğini İslâmiyet suyu ile, imanın ziyasıyla, ubudiyet toprağı altında terbiye ederek, evamir-i Kur'aniyeyi imtisal edip cihazat-ı maneviyesini hakikî gayelerine tevcih etse; elbette âlem-i misal ve berzahta dal ve budak verecek ve âlem-i âhiret ve Cennet'te hadsiz kemalât ve nimetlere medar olacak bir şecere-i bâkiyenin ve bir hakikat-i daimenin cihazatına câmi' kıymetdar bir çekirdek ve revnakdar bir makine ve bu şecere-i kâinatın mübarek ve münevver bir meyvesi olacaktır.

   Evet hakikî terakki ise; insana verilen kalb, sır, ruh, akıl hattâ hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, herbiri kendine lâyık hususî bir vazife-i ubudiyet ile meşgul olmaktadır.

Yoksa ehl-i dalaletin terakki zannettikleri, hayat-ı dünyeviyenin bütün inceliklerine girmek ve zevklerinin her çeşitlerini, hattâ en süflisini tatmak için bütün letaifini ve kalb ve aklını nefs-i emmareye musahhar edip yardımcı verse; o terakki değil, sukuttur.

Sözler - 321

25 Temmuz 2024 Perşembe

GIYABIMIZDA KONUŞMALAR

  Birinci hikâye: 

   İki sene evvel benim hakkımda bir müdür sebebsiz, gıyabımda tezyifkârane, hakaretli sözler söylemişti.

Sonra bana söylediler.

Bir saat kadar Eski Said damarıyla müteessir oldum.

Sonra Cenab-ı Hakk'ın rahmetiyle şöyle bir hakikat kalbe geldi, sıkıntıyı izale edip o adamı da bana helâl ettirdi.

O hakikat şudur:

   Nefsime dedim: Eğer onun tahkiri ve beyan ettiği kusurlar, şahsıma ve nefsime ait ise; Allah ondan razı olsun ki, benim nefsimin ayıblarını söyler.

Eğer doğru söylemiş ise, beni nefsimin terbiyesine sevkeder ve gururdan beni kurtarmaya yardımdır.

Eğer yalan söylemiş ise, beni riyadan ve riyanın esası olan şöhret-i kâzibeden kurtarmaya yardımdır.

Evet ben nefsim ile musalaha etmemişim.

Çünki terbiye etmemişim.

Benim boynumda veya koynumda bir akrep bulunduğunu biri söylese veya gösterse; ondan darılmak değil, belki memnun olmak lâzım gelir.

Eğer o adamın tahkiratı, benim imana ve Kur'ana hizmetkârlığım sıfatıma ait ise, o bana ait değil.

O adamı, beni istihdam eden Sahib-i Kur'ana havale ediyorum.

O Aziz'dir, Hakîm'dir.

Eğer sırf beni sövmek, tahkir etmek, çürütmek nev'inden ise; o da bana ait değil.

Ben menfî ve esir ve garib ve elim bağlı olduğundan, haysiyetimi kendi elimle düzeltmeye çalışmak bana düşmez.

Belki misafir olduğum ve bana nezaret eden şu köye, sonra kazaya, sonra vilayete hükmedenlere aittir.

Bir insanın elindeki esirini tahkir etmek, sahibine aittir; o müdafaa eder.

Madem hakikat budur, kalbim istirahat etti.

وَاُفَوِّضُ اَمْر۪ٓى اِلَى اللّٰهِ اِنَّ اللّٰهَ بَص۪يرٌ بِالْعِبَادِ

dedim.

O vakıayı olmamış gibi saydım, unuttum.

Fakat maatteessüf sonra anlaşıldı ki, Kur'an onu helâl etmemiş...

Mektubat - 64

İSTKAMET ÜZERE OLMAK

 Üçüncü Mes'ele:

   Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, hilkaten en mutedil bir vaziyette ve en mükemmel bir surette halkedildiğinden, harekât ve sekenatı, itidal ve istikamet üzerine gitmiştir.

Siyer-i Seniyesi, kat'î bir surette gösterir ki: Her hareketinde istikamet ve itidal üzere gitmiş, ifrat ve tefritten içtinab etmiştir.

Evet Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm,

فَاسْتَقِمْ كَمَٓا اُمِرْتَ

emrini tamamıyla imtisal ettiği için, bütün ef'al ve akval ve ahvalinde istikamet, kat'î bir surette görünüyor.

Meselâ: Kuvve-i akliyenin fesad ve zulmeti hükmündeki ifrat ve tefriti olan gabavet ve cerbezeden müberra olarak, hadd-i vasat ve medar-ı istikamet olan hikmet noktasında kuvve-i akliyesi daima hareket ettiği gibi; kuvve-i gazabiyenin fesadı ve ifrat ve tefriti olan korkaklık ve tehevvürden münezzeh olarak, kuvve-i gazabiyenin medar-ı istikameti ve hadd-i vasatı olan şecaat-i kudsiye ile kuvve-i gazabiyesi hareket etmekle beraber; kuvve-i şeheviyenin fesadı ve ifrat ve tefriti olan humud ve fücurdan musaffa olarak, o kuvvenin medar-ı istikameti olan iffette, kuvve-i şeheviyesi daima iffeti, a'zamî masumiyet derecesinde rehber ittihaz etmiştir.

Ve hâkeza...

Bütün Sünen-i Seniyesinde, ahval-i fıtriyesinde ve ahkâm-ı şer'iyesinde, hadd-i istikameti ihtiyar edip zulüm ve zulümat olan ifrat ve tefritten, israf ve tebzirden içtinab etmiştir.

Hattâ tekellümünde ve ekl ve şürbünde, iktisadı rehber ve israftan kat'iyyen içtinab etmiştir.

Bu hakikatın tafsilatına dair binler cild kitab te'lif edilmiştir.

اَلْعَارِفُ تَكْف۪يهِ الْاِشَارَةُ

sırrınca, bu denizden bu katre ile iktifa edip, kıssayı kısa keseriz.

Lemalar - 60

PEYGAMBERİMİZİN AHLAKI

  İkinci Mes'ele: 

   Cenab-ı Hak Kur'an-ı Hakîm'de: وَاِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَظ۪يمٍ

ferman eder.

Rivayat-ı sahiha ile Hazret-i Âişe-i Sıddıka (R.A.) gibi sahabe-i güzin, Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ı tarif ettikleri zaman "Hulukuhu'l-Kur'an" diye tarif ediyorlardı.

Yani: "Kur'anın beyan ettiği mehasin-i ahlâkın misali, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'dır.

Ve o mehasini en ziyade imtisal eden ve fıtraten o mehasin üstünde yaratılan odur."

   İşte böyle bir zâtın ef'al, ahval, akval ve harekâtının herbirisi, nev'-i beşere birer model hükmüne geçmeye lâyık iken, ona iman eden ve ümmetinden olan gafillerin, (sünnetine ehemmiyet vermeyen veyahut tağyir etmek isteyen) ne kadar bedbaht olduğunu divaneler de anlar.

Lemalar - 59

SÜNNET-İ SENİYYE

  ONBİRİNCİ NÜKTE: 

   "Üç Mes'ele"dir.

   Birinci Mes'ele: 

   Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın Sünnet-i Seniyesinin menbaı üçtür: Akvali, ef'ali, ahvalidir.

Bu üç kısım dahi, üç kısımdır: Feraiz, nevafil, âdât-ı hasenesidir.

Farz ve vâcib kısmında ittibaa mecburiyet var; terkinde, azab ve ikab vardır.

Herkes ona ittibaa mükelleftir.

Nevafil kısmında, emr-i istihbabî ile yine ehl-i iman mükelleftir.

Fakat, terkinde azab ve ikab yoktur.

Fiilinde ve ittibaında azîm sevablar var ve tağyir ve tebdili bid'a ve dalalettir ve büyük hatadır.

Âdât-ı seniyesi ve harekât-ı müstahsenesi ise hikmeten, maslahaten, hayat-ı şahsiye ve nev'iye ve içtimaiye itibariyle onu taklid ve ittiba etmek, gayet müstahsendir.

Çünki herbir hareket-i âdiyesinde, çok menfaat-i hayatiye bulunduğu gibi, mütâbaat etmekle o âdâb ve âdetler, ibadet hükmüne geçer.

Evet madem dost ve düşmanın ittifakıyla, Zât-ı Ahmediye (A.S.M.) mehasin-i ahlâkın en yüksek mertebelerine mazhardır.

Ve madem bil'ittifak nev'-i beşer içinde en meşhur ve mümtaz bir şahsiyettir.

Ve madem binler mu'cizatın delaletiyle ve teşkil ettiği âlem-i İslâmiyetin ve kemalâtının şehadetiyle ve mübelliğ ve tercüman olduğu Kur'an-ı Hakîm'in hakaikının tasdikiyle, en mükemmel bir insan-ı kâmil ve bir mürşid-i ekmeldir.

Ve madem semere-i ittibaıyla milyonlar ehl-i kemal, meratib-i kemalâtta terakki edip saadet-i dâreyne vâsıl olmuşlardır.

Elbette o zâtın sünneti, harekâtı, iktida edilecek en güzel numunelerdir ve takib edilecek en sağlam rehberlerdir ve düstur ittihaz edilecek en muhkem kanunlardır.

Bahtiyar odur ki, bu ittiba-ı Sünnette hissesi ziyade ola.

Sünnete ittiba etmeyen, tenbellik eder ise, hasaret-i azîme; ehemmiyetsiz görür ise, cinayet-i azîme; tekzibini işmam eden tenkid ise, dalalet-i azîmedir.

Lemalar - 59

24 Temmuz 2024 Çarşamba

İNSANIN SAADETİ

 İkinci Mebhas 

  İnsanın saadet ve şekavetine medar beş nükteden ibarettir.


   [İnsan ahsen-i takvimde yaratıldığı ve ona gayet câmi' bir istidad verildiği için; esfel-i safilînden tâ a'lâ-yı illiyyîne, ferşten tâ arşa, zerreden tâ şemse kadar dizilmiş olan makamata, meratibe, derecata, derekata girebilir ve düşebilir bir meydan-ı imtihana atılmış, nihayetsiz sukut ve suuda giden iki yol onun önünde açılmış bir mu'cize-i kudret ve netice-i hilkat ve acube-i san'at olarak şu dünyaya gönderilmiştir.

İşte insanın şu dehşetli terakki ve tedennisinin sırrını "Beş Nükte"de beyan edeceğiz.]

    BİRİNCİ NÜKTE: 

   İnsan, kâinatın ekser enva'ına muhtaç ve alâkadardır.

İhtiyacatı âlemin her tarafına dağılmış, arzuları ebede kadar uzanmış...

Bir çiçeği istediği gibi, koca bir baharı da ister.

Bir bahçeyi arzu ettiği gibi, ebedî Cennet'i de arzu eder.

Bir dostunu görmeğe müştak olduğu gibi, Cemil-i Zülcelal'i de görmeye müştaktır.

Başka bir menzilde duran bir sevdiğini ziyaret etmek için o menzilin kapısını açmaya muhtaç olduğu gibi; berzaha göçmüş yüzde doksandokuz ahbabını ziyaret etmek ve firak-ı ebedîden kurtulmak için koca dünyanın kapısını kapayacak ve bir mahşer-i acaib olan âhiret kapısını açacak, dünyayı kaldırıp âhireti yerine kuracak ve koyacak bir Kadîr-i Mutlak'ın dergâhına ilticaya muhtaçtır.

İşte şu vaziyette bir insana hakikî Mabud olacak; yalnız, herşeyin dizgini elinde, herşeyin hazinesi yanında, herşeyin yanında nâzır, her mekânda hazır, mekândan münezzeh, acizden müberra, kusurdan mukaddes, nakıstan muallâ bir Kadîr-i Zülcelal, bir Rahîm-i Zülcemal, bir Hakîm-i Zülkemal olabilir.

Çünki nihayetsiz hâcat-ı insaniyeyi îfa edecek, ancak nihayetsiz bir kudret ve muhit bir ilim sahibi olabilir.

Öyle ise, mabudiyete lâyık yalnız odur.

   İşte ey insan!

Eğer yalnız ona abd olsan, bütün mahlukat üstünde bir mevki kazanırsın.

Eğer ubudiyetten istinkâf etsen, âciz mahlukata zelil bir abd olursun.

Eğer enaniyetine ve iktidarına güvenip tevekkül ve duayı bırakıp, tekebbür ve davaya sapsan; o vakit iyilik ve icad cihetinde arı ve karıncadan daha aşağı, örümcek ve sinekten daha zaîf düşersin.

Şer ve tahrib cihetinde; dağdan daha ağır, taundan daha muzır olursun.

   Evet ey insan!

Sende iki cihet var: Birisi, icad ve vücud ve hayır ve müsbet ve fiil cihetidir.

Diğeri; tahrib, adem, şer, nefy, infial cihetidir.

Birinci cihet itibariyle; arıdan, serçeden aşağı.. sinekten, örümcekten daha zaîfsin.

İkinci cihet itibariyle; dağ, yer, göklerden geçersin.

Onların çekindiği ve izhar-ı acz ettikleri bir yükü kaldırırsın.

Onlardan daha geniş, daha büyük bir daire alırsın.

Çünki sen iyilik ve icad ettiğin vakit, yalnız vüs'atin nisbetinde, elin ulaşacak derecede, kuvvetin yetişecek mertebede iyilik ve icad edebilirsin.

Eğer fenalık ve tahrib etsen, o vakit fenalığın tecavüz ve tahribin intişar eder.

   Meselâ: Küfür bir fenalıktır, bir tahribdir, bir adem-i tasdiktir.

Fakat o tek seyyie; bütün kâinatın tahkirini ve bütün esma-i İlahiyenin tezyifini, bütün insaniyetin terzilini tazammun eder.

Çünki şu mevcudatın âlî bir makamı, ehemmiyetli bir vazifesi vardır.

Zira onlar, mektubat-ı Rabbaniye ve meraya-yı Sübhaniye ve memurîn-i İlahiyedirler.

Küfür ise; onları âyinedarlık ve vazifedarlık ve manidarlık makamından düşürüp, abesiyet ve tesadüfün oyuncağı derekesine ve zeval ve firakın tahribiyle çabuk bozulup değişen mevadd-ı fâniyeye ve ehemmiyetsizlik, kıymetsizlik, hiçlik mertebesine indirdiği gibi.. bütün kâinatta ve mevcudatın âyinelerinde nakışları ve cilveleri ve cemalleri görünen esma-i İlahiyeyi inkâr ile tezyif eder.

Ve insanlık denilen, bütün esma-i kudsiye-i İlahiyenin cilvelerini güzelce ilân eden bir kaside-i manzume-i hikmet ve bir şecere-i bâkiyenin cihazatını câmi' çekirdek-misal bir mu'cize-i kudret-i bahire ve emanet-i kübrayı uhdesine almakla yer, gök, dağa tefevvuk eden ve melaikeye karşı rüçhaniyet kazanan bir sahib-i mertebe-i hilafet-i arziyeyi; en zelil bir hayvan-ı fâni-i zâilden daha zelil, daha zaîf, daha âciz, daha fakir bir derekeye atar.

Ve manasız, karmakarışık, çabuk bozulur bir âdi levha derekesine indirir.

Sözler - 319

CENNETİ KAZANMAK KOLAY MI ?

    Nefs-i emmare tahrib ve şer cihetinde nihayetsiz cinayet işleyebilir, fakat icad ve hayırda iktidarı pek azdır ve cüz'îdir.

Evet, bir haneyi bir günde harab eder, yüz günde yapamaz.

Lâkin eğer enaniyeti bıraksa, hayrı ve vücudu tevfik-i İlahiyeden istese, şer ve tahribden ve nefse itimaddan vazgeçse, istiğfar ederek tam abd olsa; o vakit

يُبَدِّلُ اللّٰهُ سَيِّئَاتِهِمْ حَسَنَاتٍ

sırrına mazhar olur.

Ondaki nihayetsiz kabiliyet-i şer, nihayetsiz kabiliyet-i hayra inkılab eder.

Ahsen-i takvim kıymetini alır, a'lâ-yı illiyyîne çıkar.

   İşte ey gafil insan!

Bak Cenab-ı Hakk'ın fazlına ve keremine!

Seyyieyi bir iken bin yazmak, haseneyi bir yazmak veya hiç yazmamak adalet olduğu halde; bir seyyieyi bir yazar, bir haseneyi on, bazen yetmiş, bazen yediyüz, bazen yedi bin yazar.

Hem şu nükteden anla ki; o müdhiş Cehennem'e girmek ceza-yı ameldir, ayn-ı adildir.

Fakat Cennet'e girmek, mahz-ı fazıldır.

Sözler - 320

18 Temmuz 2024 Perşembe

İNŞALLAH CENNETTE GÜZELLİKLER BİZİ BEKLİYOR !

 İnsan yaratılış itibariyle fıtraten iyilik yapmaya, güzel düşünmeye ve güzel görmeye meyyaldır.

Her ne kadar, önüne engeller çıksa da, onu aşmak yada kaldırmak için, çaba sarfeder.Çünkü yaratılışı buna müsait, kabiliyetleri bu şekilde inkişaf etmektedir.Tüm diğer canlılardan farklı ve üstün vasıfta yaratılan isan, kendine yüklenen sorumluluğun farkında olmalıdır.

Bediüzzaman hazretlerinin, otuzuncu sözde bahsettiği; Emanetin çeşitli yönlerinden birisi, belki de en mühimi, ene yani benliktir.

   Gök, zemin, dağ tahammülünden çekindiği ve korktuğu emanetin müteaddid vücuhundan bir ferdi, bir vechi, ene'dir.

Evet ene, zaman-ı Âdem'den şimdiye kadar âlem-i insaniyetin etrafına dal budak salan nurani bir şecere-i tûbâ ile, müdhiş bir şecere-i zakkumun çekirdeğidir.

Sözler - 535

Demek ki insan bu emanetleri taşıma sorumluluğunun altına girerek Rabbına karşı kulluk görevini yerine getirme taahhüdünde bulunmuştur.

Bütün kainatın kendisine hizmet ettiği insan mahlukat namına onların Rablerine karşı zikir ve şükür görevini  onlar namına takdim edip umumi bir tesbih lisanına mazhar olmuştur.

Cenab-ı Hak, emanet cihetiyle insana "ene" namında öyle bir miftah vermiş ki; âlemin bütün kapılarını açar ve öyle tılsımlı bir enaniyet vermiş ki; Hallak-ı Kâinat'ın künuz-u mahfiyesini onun ile keşfeder.

Sözler - 536

İnsan eğer yaratılış gayesini bilir ve bu doğrultuda hareket ederse meleklerin dahi gıpta ettiği bir mevki kazanır ve cennete layık bir hal alır.Bunun haricinde insan yaratılış gayesini unutur kendisine emanet edilen alet ve duyguları gayesi doğrultusunda kullanmayıp nefsin esiri olur ene denilen benlik hesabına çalıştırırsa  o zaman da Cehenneme layık bir vaziyet alır.

Allah bizleri nefsin ve şeytanın şerrinden korusun.Güzellikler ile birlikte cennette mesut ve bahtiyar olanlardan eylesin.

Rafet Özcan

17 Temmuz 2024 Çarşamba

BİRİ YER, BİRİ BAKAR .

 Atalarımız eskiden şöyle derdi,Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar.Şimdi ise şöyle demek gerekir."Yüzde biri yer,yüzde doksandokuzu bakar, kıyamet milyonlar açlardan kopar."

Ülke ekonomik sıkıntılar yüzünden ve enflasyon sebebiyle yangın yerine döndü.Zamlar ve pahalılık aldı başını gidiyor.Zengin hergün sermayesine sermaye katarak daha zengin, fakir daha fakir oluyor.Zengin ile fakir arasındaki uçurum her geçen gün daha derinleşiyor.Fakir borç ile geçinmeye çalışırken, zengin faiz gelirleri ile daha zenginleşiyor.Bu gelir dağılımındaki adaletsizlik kitleler arası çatışmaya dönüştüğünde ülkede büyük bir kargaşalığa sebep olur. Bu da ülkenin huzurnu kaçırır.Elbette ki iş adamları ve zenginlerimiz olacaktır. Gelir dağılımındaki adaletsizlikler, insanların yoksullaşması zenginlerimizin de huzurunu kaçıracaktır. Say ve sermaye çatışması, ülkeyi parçalamak için çalışan, iç ve dış güçlerin ekmeğine yağ sürecektir.Devleti yöneten kimselerin, zam ve vergiler ile milleti bunaltması ,insanların devletine olan güvenini azaltıp, düşmanlığa sebebiyet verecektir.Tasarruf tedbirleri fakire değil, devlet kademelernde çalışan bürokrasi ile yöneticilere ve zenginlere de uygulanmalı. Herkes de evinde, iş yerinde bu tedbirlere uymalıdır.Vergiler adaletli olmalı, çok kazanandan çok, az kazanandan az vergi alınmalıdır. İşsiz ve yoksullar ise, yardımlar ile ayakta durabilir hale getirilmelidir.Sosyal devlet şefkat ellerini,

muhtaç durumda olanlara uzatırken, kaçakçılık ve yolsuzluklar için tedbir alıp, haksız kazanç sağlama yollarının önüne geçilmelidir. Kanunlar işler hale getirilmeli ve cezayi müeyyedeler, hiç bir ayırım yapılmadan, herkese uygulanmalıdır.Eğer ülkede adalet sağlanırsa, herşey çok kısa bir zamanda düzelir.Bu durum tüm insanlarımızın rahat etmesine yararar.

Dert bizim dertler bizim.Onun için  çare de yine bizim içimizden çıkacaktır.Allah yardımcımız olsun.

Rafet Özcan


15 Temmuz 2024 Pazartesi

TANZİM SATIŞLAR VE TANZİM SATIŞ MAĞAZALARI

 Tanzim satışlar başladı millet ucuz sebze meyve kuyruğuna girdi.

Bu durum bize yıllar önce ülkede Ecevit'in iktidar olduğu 1978 li yılları hatırlattı. Mal var, fakat stokta. Onun için alacağın malın sıkıntısı çekiliyor. Tanzim satış gibi, kuyrukta, ihtiyacın olan malları almaya çalışırsın.Mal stokçunun  elinde tezgah  altı herşey karaborsa.Gitsin o kuyrukta beklenen yıllar ve çekilen sıkıntılar,bir daha da gelmesin.

O zamanki kuyruğun sebebi iktidara güvenmemek ve hile ile işbaşına gelen iktidarı yıpratmak ve zayıf düşürmekti. Yıllarca kuyruk propagandası ile geçmişte herkesi kötülemek, ucuz politikalar üretmek.Bugünkü popülist yaklaşımlar sergilemek gibi...

Sermaye düşmanlığından anarşi ve teröre zemin hazırlamak.

İktidarlar değişir her şey bollaşır ama  huzur ortamı bozulursa o zaman bozulan huzur ortamı ihtilâle sebep olur. İşte  12 eylül ihtilâli ve İhtilal sonrası. Yangını çıkaran ile söndürmeye çalışan bir tutulurak herkes suçlu ilan edilir.

Sonra tanzimli siyaset dönemi. istediğimi seçime sokar istediğimi sokmam. 12 Eylül zihniyeti askerin gölgesinde Özallı yıllar ve KDV li yıllar .Başkasının mirasına konma devri. Her şey bol milletin alım gücü yok, alsa da vergiler canını acıtıyor.Siyasetten aradığını bulamama zorunlu seçim.

Sonra tekrar demokrasiye geçiş koalisyonlu, doksanlı yıllar ve bu arada siyasal İslam'ın belediyeler vasıtası ile iktidara hazırlama tanzimi. Siyasal İslamcıların Mahalli seçimlerle iktidar olması ama Bir postmodrn 28 Şubat darbesi yine demokrasi ve ülkenin zarar gördüğü yıllar.

Sıra gelir 2000 li yıllara ve 28 Şubat'ın gölgesinde  AnaSol-M hükümeti ve sonra seçimler  DSP MHP ortak koalisyonu. Netice de Demokrat misyonun parçalanması ile  AKP iktidarı ve 22 senelik tek parti dönemi...Millet yanıltılarak ve birazda aldatılmak süretiyle AKP'yi iktidar yaptı. Bu partiyi siyaset mühendisliği iktidara taşıdı.

Millet istedi seçti ama iktidardan gitmemek için her türlü aldatmayı yapmak millete saygısızlık değil mi? ve en sonunda Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi diyerek iktidarını tekelleştrmek.Netice de böyle gitmeyeceği anlaşılınca ülkeyi ittifak cephelerine ayırarak muhalefeti dışlamak.(Kendi içindeki yol arkadaşları dahil.)

Yeni ortağı MHP ile birlikte Beka sorunu var diyerek önce FETÖ ile hesaplaşmak arkadan AVM ve Marketlere pahalı ürün sattıkları içın savaş açmak, sebze ve meyve tanzim satışları ile rakip olmak.

Malın ucuzlaması tüketici için iyi ama istediği gibi alabiliyor mu? Hayır en fazla üç kilo işte sana kuyruk.

Allah kuyruklarda bizi terbiye etmesin.

Sonuç,gele gele bugünkü durum oluşur ve tanzimli satış kuyrukları ortaya çıkar.

Meseleyi bir kıssa ile tamamlayalım.

 Yahudi'nin biri birlikte gittiği adama hem vurur hemde bana niye vuruyorsun diye bağırırmış.

İşte Yahudi zihniyeti bu olsa gerek.

Ülkeyi yirmiki senedir bu hale getir, sonra da dön soğan Patlıcan domates ve patates terörünü suçla.

Tanzim satış yerleri ülkeye hayırlı olsun.Bu şekilde Belediyelere yeni bir görev ve işsizlere de iş imkanı sağlanmış oldu. Zaten belediyelerin de rant elde etmeden ve kaldırım taşlarını değiştirmekten başka işleri de yoktu.

Böylece kendilerine iş bularak zaman geçirmiş olurlar.

Rafet Özcan


TEK ADAM YÖNETİMLERİNİN SONU İFLASTIR...!

İnsan yaratılış itibari ile çeşitli kabiliyetlerle donatılmış farklı farklı özellikler taşımaktadır.Hiç bir insan kişilik ve kabiliyetler açısından birbirine benzemez.Tek yumurta ikizleri dahi kişilik ve yetenekler açısından farklılık arzeder.Onun için dünya işlerinde başarı kişileri istidatları yönünde isdihtam ederek elde edilir yani kişi başarılı olduğu alanda görevlendirilmelidir.Salih olan kişi liyakatli olmadığı bir işe talip olmaması gerektiği gibi bilip anlamadığı bir işe görevlendirmekte hem o insana hem de ülkeye verilecek en büyük zarardır. Bu nedenle adama iş değil işe adam prensibiyle hareket eden kurum ve kurluşlar başarı ve kalkınmayı elde ederek ayakta kalır.

Çevremize bir göz attığımız da işinin ehli olan kimseler başarılı olmakta ve hem kendi hem çalıştığı kuruluş başarılı olarak mutlu bir hayat sürmektedir.

Bu durum ülke yönetiminde de aynıdır.Kurum ve kurluşların başarısı liyakat ve işin ehli olanların istihdamına bağlıdır.Tek adam otoriter sistemi ile yönetilen devletler ve devlet kuruluşları ileride sıkıntı yaşamaktadır.  Otoriter yönetim biçimi ile bir müddet ayakta kalsa bile uzun ömürlü olmamaktadır.Reyi vahid istibdattır.Tek adamın tek düşüncesi ve tek görüşü zulme kapı açar.

Senelerce tek parti, tek adam ile yönetilen ülkelerin durumu ortada.Kişiler otoriterleşip milleti köleleştirmişler.Nice istidat ve kabiliyetler baskı ve otorite neticesi yok olmuştur.

Tek adam ise, kendisi herşeyden anlayan bir despot olarak başa bela olmuştur.İşte ülkemizin Cumhuriyet dönemindeki 1950 öncesi hali ortada. Demokrasi ye ve çok  Partili  sisteme geçene  kadarki yıllarda yaşanan ekenomik ve siyasi durum.Hem zulüm, hem baskı hem de tek tiplilik ve otoriterlik  sonucu inançsızlık ve küfre giden yol. Baştakilerin insanları kendilerine boyun eğdirip köleleştirdikleri haller.Putçuluk  ve Firavunluk Nemrutluk dönemi .Haşa baştakilerin ilah haline gelmesi.Senelerce bu keferelerden kurtulmaya çalışırken ne yazık ki millet daha  beter bir belaya uğrayacak.Tıpkı yağmurdan kaçarken  doluya tutulan insan gibi.Bir otoriterden kurtulmuş başka bir despot fecerelere boyun eğmiştir. Tek adamlar her dönem başa bela olmuşlar ve halkı inim inim inletmşler. Millet Yirmi küsür senedir de AKP tek parti tek adam zulmünü çekmek zorunda kalmıştır.Yani bir ateist zalimden kurtulup başka bir günahkarın esiri haline gelmiştir.Allah bu milleti keferelerin ve fecerelerin şerrinden korusun. Günümüz münafık fecerelerinin elinden de en kısa zamanda kurtarsın.

Kurtulmanın yolu ise, demokrasinin ve hür iradenin aracı olan, sandıktan geçer. "Yeter artık söz milletin diyelim". Haydi hayırlısı inşallah istenilen olur demokrasi yerleşir,hak hukuk ve adalet güç kazanır.

Rafet Özcan

DELİLİKTEN VELİLİĞE

Her gün seher vakti kalkar, Bediüzzaman'ın evine giderdi. Onun sobasını yakar, evini süpürür, varsa hizmetlerini görürdü Emin Bey...


Yine böyle güzel bir hizmetin neşesiyle, seher vakti kalktı, Bediüzzaman'ın mütevazi evine geldi. Tam kapıyı açacağı sırada, kapı önünde bir karartı gördü.


Biraz daha yaklaştı, iyice baktı, bu karartının bir insan olduğunu fark etti.


İki büklüm yere yığılmış, bir elini de kapının eşiğine atmış, kendinden geçmiş bir halde yatıyordu.


Bu, Deli Mümin'den başkası değildi. Kastamonu'nun efelerinden Deli Mümin...


İri yarı, çam yarması gibi, korkunç bir eşkiya idi bu adam...


Kastamonu halkının, şerrine bulaşmamak için gölgesinden kaçtığı bir katil... 


Onun için içki, kumar, soygun, adam öldürme gayet sıradan şeyler, günlük meşgaleler sınıfındandı. 


Deli Mümin'i gayet iyi tanıyan Emin Bey, ne yapacağını şaşırdı. Hayretler içinde kalmıştı.

Bu adamın Bediüzzaman'ın kapısında ne işi vardı? 


Başka gidecek yer bulamamış mıydı? 


Kolundan tuttu, kaldırmaya çalıştı. Bir yandan da konuşmaya çalışıyordu: 


"Ne arıyorsun burada?" 


Deli Mümin'den ses çıkmadı. 


"Yine içmişsin... Kimin kapısında, kimin eşiğinde olduğunu biliyor musun sen!" 


Deli Mümin gözlerini hafiften aralayıverdi. Yavaş yavaş kendine geliyordu. 


Emin Beyin yardımıyla doğruldu. Sırtını evin duvarına dayadı. Yerden destek alarak düşmeden durmaya çalıştı. 


İnleyen ve yalvaran bir sesle: 


"Ben tövbe ettim! Bana dua edin! Beni talebeliğe kabul edin!..." 


Deli Mümin nerede ve hangi makamda olduğunu biliyordu. Kimin eşiğine vardığının da... 

Emin Bey, gün görmüş birisiydi. Meseleyi anlamakta zorluk çekmedi. Hemen Bediüzzaman'ın yanına koştu. Olanları bir solukta anlattı. 


Bediüzzaman, "Belî kardeşim, belî" dedi. 


Bu, "tamam" demekti. 


Bediüzzaman, birkaç gün önce, çarşıda ona dikkatli bir şekilde bakmış, Deli Mümin bu bakışın etkisinden günlerce kurtulamamıştı. 

Ve bu sabah... 


Deli Mümin, "Veli Mümin" olmuştu. 

(Bediüzzamanla Yaşayan Öyküler)

AKILLI GENÇLERE TAVSİYELER…

 1. Ne kadar emin olursanız olun, her duyduğunuz ve gördüğünüze inanmayın!

2. Ne kadar kendinize güvenirseniz güvenin, araştırmadan emin olmayınız.

3. Ne kadar bilirseniz bilin, ama bir bilene sormadan emin olmayınız.

4. Ne kadar isterseniz isteyin, hislerinizle hareket etmeyiniz.

5. Ne kadar zekânıza ve bilginize güvenseniz de tecrübeli kişileri dinleyiniz.

6. Ne kadar kararlı olursanız olun; ama burnunuzun dikine gitmeyiniz.

7. Kalbiniz ne kadar size gerçeği söylese de aklınıza sormadan karar vermeyin.

8. Ne kadar dua etmiş olsanız da talihinize fazla güvenmeyin, çalışmaya bakın.

9. Ne kadar bilseniz de bilginize güvenmeyin, bilmediklerinizin olacağını bilin.

10. Kendinizi ne kadar beğenseniz de başkasının sizi nasıl gördüğüne bakın.

11. Yaptıklarınızın ne kadar doğru olduğunu bilseniz de kendinizi sorgulayın.

12. Biri hakkında ne kadar emin olsanız da yine de peşin hükümlü olmayınız.

13. Olayları ne kadar iyi bilseniz de perde arkasını bilmeden karar vermeyiniz.

14. Ne kadar özgür fikirli olsanız da sabit fikirli olmayınız.

15. Ne kadar çok bilgiye sahip olsanız da detayları atlamayınız.

16. Ne kadar çok zamanınız olsa da bu günün işini yarına bırakmayınız.

17. Ne kadar katı tutumlu olsanız da şartları ve zamanı düşünerek esnek olunuz.

18. Kendinize ne kadar güvenirseniz güvenin; ama başkasının penceresinden de bakınız.

19. Karşınızdaki ne kadar kusurlu olursa olsun, onu kusurunu yüzüne vurmayınız.

20. Arkadaşlarınız ne kadar çok olursa olsun güveneceğiniz arkadaşınızı iyi seçiniz.

21. Olayları ve sorunları sadece kendi açınızdan değerlendirmeye çalışmayınız.

22. Bulunduğunuz ortamda yerinizi ve haddinizi bilin.

23. Ne zaman konuşacağınızı ve nerede susacağınızı iyi tespit edin.

24. Başkalarının hayallerine ve ideallerine inanmasanız da saygı duymasını bilin.

25. Ağzınıza girenlerle, dudaklarınızdan çıkanlara dikkat ediniz.

26. Karşınızdaki insana ne kadar güvenseniz de kendinize saklayacağınız sırrınız olsun.

27. Başkalarının dürüst olmadıklarından şikâyet etmeden önce kendiniz sorgulayın.

28. Vicdanınız rahatsa sizi suçlayanlara fazla önemsemeyin.

29. Ne kadar akıllı olursanız olun, öfkeli olduğunuz zaman karar vermeyiniz.

30. Doğru şartların oluşmasını beklemek yerine, şartları siz kendiniz oluşturun.

31. Bir konuda “Evet!” derken de, “Hayır!” derken de iyi düşünün.

32. Haksızlık karşısında tepki göstermekten çekinmeyiniz.

33. Hatalarınızı size söyleyenlerin sizin dostlarınız olduğunu unutmayınız.

34. Başkalarının sizi suçlamasına fırsat vermeyiniz.

35. Başarısızlığınızın sebeplerini asla dışarıda aramayın.

36. Bir şeyi kaybederken bir başka şeyi kazandığınızı unutmayın.

37. Canınızı sıkan şeylerin sizi üzmesine fırsat vermeyiniz; unutunuz gitsin.

38. Geçmişe takılıp kalmayınız; istikbal geçmişte değil, gelecektedir.

39. Sizi cesaretlendirecek ve motive edecek arkadaşlar edinin.

40. Kalbinizden imanı, dilinizden duayı eksik etmeyiniz.


14 Temmuz 2024 Pazar

KARINCADAN TEVHİD DERSİ

 Bir gün Süleyman Peygamber (as) bir karıncaya bir yıllık yiyeceğinin miktarını sorar. Karınca da, “Bir buğday tanesi yerim” diye cevap verir.

Cevabın doğru olup olmadığını kontrol etmek isteyen Süleyman Peygamber (as) karıncayı bir şişeye koyar. Yanına da bir buğday tanesi koyarak hava alacak şekilde şişeyi kapatır.

Ondan sonra da bir yıl bekler.

Müddeti dolunca şişeyi açtığında bir de bakar ki karınca buğday tanesinin yarısını yemiş, yarısını da bırakmıştır. Kendi kendine meraklanır. Acaba neden yemedi?

Bunun üzerine Hz. Süleyman (as) karıncaya buğday tanesini tamamen neden yemediğini sorar.

Karınca da, “Daha önce benim yiyeceğimi Allah (cc) verirdi. Ben de O’na güvenerek bir buğday tanesini tamam olarak yerdim. Çünkü O beni asla unutmaz ve ihmal etmezdi. Fakat bu işi sen üzerine alınca doğrusu nihayet bu aciz bir insandır diye sana pek güvenemedim. Belki beni unutup yiyeceğimi ihmal edebilirsin. O yüzden de bir yıllık yiyeceğimin yarısını yiyerek, diğer yarısını da ertesi yıla bıraktım” diye cevap verdi.

11 Temmuz 2024 Perşembe

EN BAHTİYAR ODUR Kİ;

    Dünya madem fânidir.

Hem madem ömür kısadır.

Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur.

Hem madem hayat-ı ebediye burada kazanılacaktır.

Hem madem dünya sahibsiz değil.

Hem madem şu misafirhane-i dünyanın gayet Hakîm ve Kerim bir Müdebbiri var.

Hem madem ne iyilik ve ne fenalık, cezasız kalmayacaktır.

Hem madem

لَا يُكَلِّفُ اللّٰهُ نَفْسًا اِلَّا وُسْعَهَا

sırrınca teklif-i mâlâyutak yoktur.

Hem madem zararsız yol, zararlı yola müreccahtır.

Hem madem dünyevî dostlar ve rütbeler, kabir kapısına kadardır.

   Elbette en bahtiyar odur ki: Dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, malayani şeylerle ömrünü telef etmesin; kendini misafir telakki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin; selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin...

Hizmet Rehberi - 32

9 Temmuz 2024 Salı

LÜZUMAT MÜZEKKERESİ

Uzun boylu kısa boylu

Ölse ne ki kalsa ne ki

Üç-beş yüz bin işçi köylü

Ölse ne ki kalsa ne ki

Fark etmez ırgat amele

Harç diye basın temele

Alt tarafı hepsi köle

Ölse ne ki kalsa ne ki

Hayatına küstü memur

Yediğini kustu memur

Altı memur üstü memur

Ölse ne ki kalsa ne ki

Vurguncuya işlesin çark

Namuslular etmesin fark

Esnafın destesi beş mark

Ölse ne ki kalsa ne ki

Dulu yetimi kim arar

İmhasına verin karar

Emekliler zaten zarar

Ölse ne ki kalsa ne ki

İşsizler sürülsün yurttan

Büyükler kurtulsun dertten

İnsanlar kemikten etten

Ölse ne ki kalsa ne ki

Temizlensin sathı vatan

Sevinsin pusuda yatan

Vatandaş lüzumsuz zaten

Ölse ne ki kalsa ne ki

Abdurrahim Karakoç



İNSANI HELAK EDEN 7 BÜYÜK GÜNAH

Hz. Peygamber (sav): "(İnsanı) helâk eden şu yedi şeyden kaçının. Onlar nelerdir ya Resulullah dediler. Bunun üzerine:

1-) Allah'a Şirk Koşmak: Günahların en büyüğü

2-) Sihir yapmak: Biri birine varsın diye, eşleri birbirinden ayırmak için de dahil yapılan her türlü sihir 7 büyük günah arasında sayılmıştır.

3-) Cana Kıymak: Adam öldürmek. Allah'ın verdiği masum kıldığı cana kıymak. Adam öldürenin yeri ebedi cehennemdir.

4-) Yetim malı yemek: Anne sevgisi, baba sevgisi, duyamamış kişinin hakkını yemek de 7 günah arasında sayılmıştır. Yetimin ahından arşı ala titrer. Yetim hakkı konusunda hassas davranımalıdır.

 5-) Faiz yemek: Faiz yemek kul hakkına girer. Faiz yemek masum insanların helal paralarını gizli gizli çalması anlamına gelmektedir.

6-) Savaştan kaçmak: Vatan ve din uğruna savaşılan bir harbe gücü kuvveti yerindeyken mazeretsiz katılmamak

7-) Namuslu bir kadına iftira atmak: Namuslu bir kadına iftara atmak büyük günahlar arasındadır.

(Buhârî, "Vesâyâ", 23, "Tıbb", 48; Müslim," Îmân", 144)

ZAMANIN GENİŞLEMESİ

 "bast-ı zaman"

{(Haşiye):

قَالَ قَٓائِلٌ مِنْهُمْ كَمْ لَبِثْتُمْ قَالُوا لَبِثْنَا يَوْمًا اَوْ بَعْضَ يَوْمٍ

âyetiyle,

وَلَبِثُوا ف۪ى كَهْفِهِمْ ثَلَاثَ مِائَةٍ سِن۪ينَ وَازْدَادُوا تِسْعًا

âyeti "tayy-ı zaman"ı gösterdiği gibi,

وَاِنَّ يَوْمًا عِنْدَ رَبِّكَ كَاَلْفِ سَنَةٍ مِمَّا تَعُدُّونَ

âyeti de "bast-ı zaman"ı gösterir.}

hakikatını aynen müşahede ettikleri medar-ı şübhe olamaz.

Şu "bast-ı zaman" herkesçe musaddak bir nev'i, rü'yada görünüyor.

Bazan bir dakikada insanın gördüğü rü'yayı, geçirdiği ahvali, konuştuğu sözleri, gördüğü lezzetleri veya çektiği elemleri görmek için yakaza âleminde bir gün, belki günler lâzımdır.

   Elhasıl: İnsan çendan fânidir.

Fakat beka için halkedilmiş ve bâki bir zâtın âyinesi olarak yaratılmış ve bâki meyveleri verecek işleri görmekle tavzif edilmiş ve bâki bir zâtın, bâki esmasının cilvelerine ve nakışlarına medar olacak bir suret verilmiştir.

Öyle ise böyle bir insanın hakikî vazifesi ve saadeti: Bütün cihazatı ve bütün istidadatıyla o Bâki-i Sermedî'nin daire-i marziyatında esmasına yapışıp, ebed yolunda o Bâki'ye müteveccih olup gitmektir.

Lisanı يَا بَاق۪ٓى اَنْتَ الْبَاق۪ى dediği gibi; kalbi, ruhu, aklı, bütün letaifi "Hüve'l-Bâki, Hüve'l-Ezeliyyü'l-Ebedî, Hüve's-Sermedî, Hüve'd-Daim, Hüve'l-Matlub, Hüve'l-Mahbub, Hüve'l-Maksud, Hüve'l-Mabud" demeli.

Lemalar - 18

ZAMAN HER CANLI İÇİN DEĞİŞİR

    Bu hakikata işareten Leyle-i Kadir gibi bir tek gece, seksen küsur seneden ibaret olan bin ay hükmünde olduğunu Nass-ı Kur'an gösteriyor.

Hem bu hakikata işaret eden ehl-i velayet ve hakikat beyninde bir düstur-u muhakkak olan "bast-ı zaman" sırrıyla çok seneler hükmünde olan birkaç dakikalık zaman-ı Mi'rac, bu hakikatın vücudunu isbat eder ve bilfiil vukuunu gösteriyor.

Mi'racın birkaç saat müddeti, binler seneler hükmünde vüs'ati ve ihatası ve uzunluğu vardır.

Çünki o Mi'rac yoluyla, beka âlemine girdi.

Beka âleminin birkaç dakikası, şu dünyanın binler senesini tazammun etmiştir.

Hem şu hakikata bina edilen beyne'l-evliya kesretle vuku bulmuş olan "bast-ı zaman" hâdiseleridir.

Bazı evliya bir dakikada, bir günlük işi görmüş.

Bazıları bir saatte, bir sene vazifesini yapmış.

Bazıları bir dakikada, bir hatme-i Kur'aniyeyi okumuş olduklarını rivayet edip ihbar ediyorlar.

Böyle ehl-i hak ve sıdk, bilerek kizbe elbette tenezzül etmezler.

Lemalar - 17

FANİ ÖMRÜ BAKİ YAPMAK

 Ey insanlar!

Fâni, kısa, faidesiz ömrünüzü; bâki, uzun, faideli, meyvedar yapmak ister misiniz?

Madem istemek insaniyetin iktizasıdır, Bâki-i Hakikî'nin yoluna sarfediniz.

Çünki Bâki'ye müteveccih olan şey, bekanın cilvesine mazhar olur.

Madem her insan gayet şiddetli bir surette uzun bir ömür ister, bekaya âşıktır ve madem bu fâni ömrü, bâki ömre tebdil eden bir çare var ve manen çok uzun bir ömür hükmüne geçirmek mümkündür.

Elbette insaniyeti sukut etmemiş bir insan, o çareyi arayacak ve o imkânı bilfiile çevirmeye çalışacak ve tevfik-i hareket edecek.

İşte o çare budur: Allah için işleyiniz, Allah için görüşünüz, Allah için çalışınız.

"Lillah, livechillah, lieclillah" rızası dairesinde hareket ediniz.

O vakit sizin ömrünüzün dakikaları, seneler hükmüne geçer.

Lemalar - 17

GEÇİCİ DÜNYA HAYATI !

 Geçici dünya hayatı, böyledir işte: 

İnişli-çıkışlı, doğumlu-ölümlü bir dünyada; kezâ, sevinçli-kederli, zenginli-fakirli, sadâkatli-ihanetli, tevazulu-kibirli bir sosyal hayatın içinde yaşıyoruz. Allah insan evlâdını sukût ettirmesin.

Yüksekten düşüp maddî zarara uğramanın, yine de telâfi edilebilir bir yolu, bir imkânı vardır. Asıl fena olan, mânevî düşüştür. Bunun telâfisi pek müşkül, hatta bazan imkânsız olur.

Ayrıca, bir de “Beterin beteri var” ki, Üstad Bediüzzaman’ın Hutuvât-ı Sitte isimli eserinin ahirinde yer alan bir sözü bu noktada pek manidardır: “Allah kimseyi şaşırtmasın, şaşırtırsa süründürmesin, süründürürse çektirmesin, çektirirse rezil etmesin, rezil ederse perişan etmesin, perişan ederse sersem, âvâre etmesin.”

Bediüzzaman Hazretleri’nin ayrıca herkesin kulağına küpe olması gereken türden şöyle bir uyarısı var: “Hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork!”

Bilhassa bu zamanda insanı itibardan düşürecek, hatta batıracak cinsten öyle haller yaşanıyor ki, hazer etmeden, temkin göstermeden, dikkatli davranmadan, geleceği hesaba katmadan, hakkı-hukuku gözetmeden hareket edenlerin âhir ve akıbeti pek acı, hatta bazan rezilâne, zelilâne oluyor.

Cenâb-ı Hak, o tür hallere düşmekten cümlemizi muhafaza eylesin.Amin

Rafet Özcan


8 Temmuz 2024 Pazartesi

PEYGAMBERİMİZDEN MUCİZELER

 Bu parça altın ve elmas ile yazılsa liyakatı var 

   Evet sâbıkan bahsi geçmiş: Avucunda küçük taşların zikir ve tesbih etmesi;

وَمَا رَمَيْتَ اِذْ رَمَيْتَ

sırrıyla aynı avucunda, küçücük taş ve toprak, düşmana top ve gülle hükmünde onları inhizama sevketmesi;

وَ انْشَقَّ الْقَمَرُ

nassı ile aynı avucunun parmağıyla Kamer'i iki parça etmesi; ve aynı el, çeşme gibi on parmağından suyun akması ve bir orduya içirmesi; ve aynı el, hastalara ve yaralılara şifa olması, elbette o mübarek el, ne kadar hârika bir mu'cize-i kudret-i İlahiye olduğunu gösterir.

Güya ahbab içinde o elin avucu küçük bir zikirhane-i Sübhanîdir ki, küçücük taşlar dahi içine girse, zikir ve tesbih ederler.

Ve a'daya karşı küçücük bir cephane-i Rabbanîdir ki; içine taş ve toprak girse, gülle ve bomba olur.

Ve yaralılar ve hastalara karşı küçücük bir eczahane-i Rahmanîdir ki, hangi derde temas etse derman olur.

Ve celal ile kalktığı vakit, Kamer'i parçalayıp Kab-ı Kavseyn şeklini verir; ve cemal ile döndüğü vakit, âb-ı kevser akıtan on musluklu bir çeşme-i rahmet hükmüne girer.

Acaba böyle bir zâtın bir tek eli, böyle acib mu'cizata mazhar ve medar olsa; o zâtın Hâlık-ı Kâinat yanında ne kadar makbul olduğu ve davasında ne kadar sadık bulunduğu ve o el ile biat edenler, ne kadar bahtiyar olacakları, bedahet derecesinde anlaşılmaz mı?..

Mektubat - 140

7 Temmuz 2024 Pazar

SEVGİ DEYİP GEÇMEYELİM

 Bir işte, bir meslekte, ya da hayatın her hangi bir anında, başarılı olmak istiyorsak, sevgiyi esas almamız lazımdır.Zira biliyoruz ki, sevgi ve sevginin bir ifadesi olan güler yüz, tatlı dil insanların gönül kapısını açar ve o gönüle girmenizi kolaylaştırır.

Kainat dediğimiz şu büyük alem, içinde yaşayan bütün mahlukat, sevgi neticesinde yaratılmış,  hayatları sevgi ve muhabbet ile devam etmektedir.
Sevgi ile, ham meyve olgunlaşır.Yeni doğan bir bebek etrafı tanır ve etrafa gülücükler saçmaya başlar.Sen gülersen güler, sen konuşursan dinler anlamaya çalışır.
Sevgi öyle tükenmez bir hazinedir ki, hiç eksilmez. Verdikçe, dağıttıkça artar. Hatta kabına sığmaz etrafına taşar.
Atalarımız " Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır" demişlerdir.
Öyle ise bizler, işimizde hayatımızda, yaşantımızda sevgi ,güleryüz ve tatlı dili, esas maksat yapmalıyız.
Bizler, her birimiz muhabbet fedaisi olmalıyız.Evimizde işimizde, sokakta ve her yerde, sevgi tahumları ekmeliyiz.Bir gün ekilen bu sevgi tohumları, güzel çiçeklere ve tatlı meyvelere dönüşecektir inşallah.
Evimizin huzuru, çevremizin huzuru, hatta ülkemizin huzuru, sevgi bağlarının güçlenmesi ile sağlanacaktır.
Öyle ise gelin geç kalmadan, sevgi bağlarını güçlendirelim.
Ülke insanlarını birbirine bağlayan en güçlü bağ sevgidir.Sevelim ki, Allah'ta bizi sevsin. Okşayalım yardımcı olalım ki,Allah'ta bizim yardımcımız olsun.
Şunu unutmayalım, Allah'ın merhametini kazanmak için, birbirimizi ve tüm mahlukatı sevmek ve korumak durumundayız.
Allah'ın selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Rafet Özcan

5 Temmuz 2024 Cuma

"BENİ ANLAMIYORLAR"

 “Beni anlamıyorlar yahut anlamak istemiyorlar” diyor Üstad Bediüzzaman. Peki, onu anlamayanlar kimler? Onu hiç okumayanlar mı yoksa okuduğu halde anlamayanlar mı? Onu hiç okumayanlar, zaten anlamaz ve anlamak gibi bir derdi de olmaz.

Eserleri okuduğu halde anlamayanlara ya da anlamak istemeyenlere gelince işte esas tehlike budur. Çünkü bunlar Allah muhafaza basiret gözleri bağlanmış kişilerdir. Bunalar ya görmek istedikleri gibi bakar ya da anlamak istedikleri gibi anlamaya çalışırlar.

Ahirzamanın en büyük fitnelerinden olan Deccal ve Süfyanın tuzağından birisi de aldatmayla iş görmesidir. Aldanan bu safderunlar aldatıldıklarının ne zaman farkına varacaklar acaba? Süfyanizme hayır dua okumak, şuurlu bir müslümanın yapacağı iş midir?

Yanlış anlayanlar, ya da türlü türlü tevillerle Deccalizme taraf olan ve ‘gerçeği inciten papağanlar’dan olmamak için, gelin hep birlikte Kur’an, sünnet ve Risale-i Nurlara sarılalım. Meşverete uyarak, şuur ile hareket edelim. Yoksa hem kendimize, hem de başkalarına zarar vermiş oluruz. Dünyada zalimlerin zulmüne taraftar olarak başımıza musibet ve belaların yağmasına zemin hazırlamış oluruz. Bunun cezasını ise hem bu dünyada, hem de ahirette çekeriz. 

Hepimiz biliyoruz ki, “zulme rıza zulüm, küfre rıza küfürdür. Allah’ım, bizleri hakkı hak bilip, hakta sabit kalanlardan eyle. Amin.