Meselâ: Nasılki bir padişah-ı âlî,
{(Haşiye): Bir zaman iki aşiret reisi, bir padişahın huzuruna girmişler, yazılan aynı vaziyette bulunmuşlar.}
sana bir elmayı ihsan etse, o elmaya iki muhabbet ve onda iki lezzet var: Biri; elma, elma olduğu için sevilir ve elmaya mahsus ve elma kadar bir lezzet var.
Şu muhabbet padişaha ait değil.
Belki huzurunda o elmayı ağzına atıp yiyen adam, padişahı değil, elmayı sever ve nefsine muhabbet eder.
Bazen olur ki; padişah o nefisperverane olan muhabbeti beğenmez, ondan nefret eder.
Hem elma lezzeti dahi cüz'îdir.
Hem zeval bulur; elmayı yedikten sonra o lezzet dahi gider, bir teessüf kalır.
İkinci muhabbet ise: Elma içindeki elma ile gösterilen iltifatat-ı şahanedir.
Güya o elma, iltifat-ı şahanenin numunesi ve mücessemidir diye başına koyan adam, padişahı sevdiğini izhar eder.
Hem iltifatın gılafı olan o meyvede öyle bir lezzet var ki, bin elma lezzetinin fevkindedir.
İşte şu lezzet ayn-ı şükrandır.
Şu muhabbet, padişaha karşı hürmetli bir muhabbettir.
Aynen onun gibi bütün nimetlere ve meyvelere, zâtları için muhabbet edilse, yalnız maddî lezzetleriyle gafilane telezzüz etse, o muhabbet nefsanîdir.
O lezzetler de geçici ve elemlidir.
Eğer Cenab-ı Hakk'ın iltifatat-ı rahmeti ve ihsanatının meyveleri cihetiyle sevse ve o ihsan ve iltifatatın derece-i lütuflarını takdir etmek suretinde kemal-i iştiha ile lezzet alsa; hem manevî bir şükür, hem elemsiz bir lezzettir...
Sözler - 641
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder