29 Ocak 2024 Pazartesi

EDEB TERBİYE

  YEDİNCİ NÜKTE: 

   Sünnet-i Seniye, edebdir.

Hiçbir mes'elesi yoktur ki, altında bir nur, bir edeb bulunmasın!

Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş:

اَدَّبَن۪ى رَبّ۪ى فَاَحْسَنَ تَاْدِيب۪ى

Yani: "Rabbim bana edebi, güzel bir surette ihsan etmiş, edeblendirmiş." Evet siyer-i Nebeviyeye dikkat eden ve Sünnet-i Seniyeyi bilen, kat'iyyen anlar ki: Edebin enva'ını, Cenab-ı Hak habibinde cem'etmiştir.

Onun Sünnet-i Seniyesini terkeden, edebi terkeder.

ب۪ى اَدَبْ مَحْرُومْ بَاشَدْ اَزْ لُطْفِ رَبْ

kaidesine mâsadak olur, hasaretli bir edebsizliğe düşer.

   SUAL: 

   Herşeyi bilen ve gören ve hiçbir şey ondan gizlenemeyen ALLÂMÜ'L-GUYUB'a karşı edeb nasıl olur?

Sebeb-i hacalet olan haletler, ondan gizlenemez.

Edebin bir nev'i tesettürdür, mûcib-i istikrah hâlâtı setretmektir.

ALLÂMÜ'L-GUYUB'a karşı tesettür olamaz?

   ELCEVAB: 

   Evvelâ: Sâni'-i Zülcelal nasılki kemal-i ehemmiyetle san'atını güzel göstermek istiyor ve müstekreh şeyleri perdeler altına alıyor ve nimetlerine, o nimetleri süslendirmek cihetiyle nazar-ı dikkati celbediyor.

Öyle de: Mahlukatını ve ibadını sair zîşuurlara güzel göstermek istiyor.

Çirkin vaziyetlerde görünmeleri, Cemil ve Müzeyyin ve Latîf ve Hakîm gibi isimlerine karşı bir nevi isyan ve hilaf-ı edeb oluyor.

   İşte Sünnet-i Seniyedeki edeb, o Sâni'-i Zülcelal'in esmalarının hududları içinde bir mahz-ı edeb vaziyetini takınmaktır.

   Sâniyen: 

   Nasılki bir tabib, doktorluk noktasında bir nâmahremin en nâmahrem uzvuna bakar ve zaruret olduğu vakit ona gösterilir.

Hilaf-ı edeb denilmez.

Belki edeb-i Tıb öyle iktiza eder, denilir.

Fakat o tabib, recüliyet unvanıyla yahut vaiz ismiyle yahut hoca sıfatıyla o nâmahremlere bakamaz.

Ona gösterilmesini edeb fetva veremez.

Ve o cihette ona göstermek, hayâsızlıktır.

Öyle de Sâni'-i Zülcelal'in çok esması var.

Herbir ismin ayrı bir cilvesi var.

Meselâ: "Gaffar" ismi, günahların vücudunu ve "Settar" ismi, kusuratın bulunmasını iktiza ettikleri gibi; "Cemil" ismi de, çirkinliği görmek istemez.

"Latîf, Kerim, Hakîm, Rahîm" gibi esma-i cemaliye ve kemaliye, mevcudatın güzel bir surette ve mümkün vaziyetlerin en iyisinde bulunmalarını iktiza ederler.

Ve o esma-i cemaliye ve kemaliye ise, melaike ve ruhanî ve cinn ve insin nazarında güzelliklerini, mevcudatın güzel vaziyetleriyle ve hüsn-ü edebleriyle göstermek isterler.

   İşte Sünnet-i Seniyedeki âdâb, bu ulvî âdâbın işaretidir ve düsturlarıdır ve numuneleridir.

Lemalar - 54

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder