YEDİNCİ NÜKTE:
Sünnet-i Seniye, edebdir.
Hiçbir mes'elesi yoktur ki, altında bir nur, bir edeb bulunmasın!
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş:
اَدَّبَن۪ى رَبّ۪ى فَاَحْسَنَ تَاْدِيب۪ى
Yani: "Rabbim bana edebi, güzel bir surette ihsan etmiş, edeblendirmiş." Evet siyer-i Nebeviyeye dikkat eden ve Sünnet-i Seniyeyi bilen, kat'iyyen anlar ki: Edebin enva'ını, Cenab-ı Hak habibinde cem'etmiştir.
Onun Sünnet-i Seniyesini terkeden, edebi terkeder.
ب۪ى اَدَبْ مَحْرُومْ بَاشَدْ اَزْ لُطْفِ رَبْ
kaidesine mâsadak olur, hasaretli bir edebsizliğe düşer.
SUAL:
Herşeyi bilen ve gören ve hiçbir şey ondan gizlenemeyen ALLÂMÜ'L-GUYUB'a karşı edeb nasıl olur?
Sebeb-i hacalet olan haletler, ondan gizlenemez.
Edebin bir nev'i tesettürdür, mûcib-i istikrah hâlâtı setretmektir.
ALLÂMÜ'L-GUYUB'a karşı tesettür olamaz?
ELCEVAB:
Evvelâ: Sâni'-i Zülcelal nasılki kemal-i ehemmiyetle san'atını güzel göstermek istiyor ve müstekreh şeyleri perdeler altına alıyor ve nimetlerine, o nimetleri süslendirmek cihetiyle nazar-ı dikkati celbediyor.
Öyle de: Mahlukatını ve ibadını sair zîşuurlara güzel göstermek istiyor.
Çirkin vaziyetlerde görünmeleri, Cemil ve Müzeyyin ve Latîf ve Hakîm gibi isimlerine karşı bir nevi isyan ve hilaf-ı edeb oluyor.
İşte Sünnet-i Seniyedeki edeb, o Sâni'-i Zülcelal'in esmalarının hududları içinde bir mahz-ı edeb vaziyetini takınmaktır.
Sâniyen:
Nasılki bir tabib, doktorluk noktasında bir nâmahremin en nâmahrem uzvuna bakar ve zaruret olduğu vakit ona gösterilir.
Hilaf-ı edeb denilmez.
Belki edeb-i Tıb öyle iktiza eder, denilir.
Fakat o tabib, recüliyet unvanıyla yahut vaiz ismiyle yahut hoca sıfatıyla o nâmahremlere bakamaz.
Ona gösterilmesini edeb fetva veremez.
Ve o cihette ona göstermek, hayâsızlıktır.
Öyle de Sâni'-i Zülcelal'in çok esması var.
Herbir ismin ayrı bir cilvesi var.
Meselâ: "Gaffar" ismi, günahların vücudunu ve "Settar" ismi, kusuratın bulunmasını iktiza ettikleri gibi; "Cemil" ismi de, çirkinliği görmek istemez.
"Latîf, Kerim, Hakîm, Rahîm" gibi esma-i cemaliye ve kemaliye, mevcudatın güzel bir surette ve mümkün vaziyetlerin en iyisinde bulunmalarını iktiza ederler.
Ve o esma-i cemaliye ve kemaliye ise, melaike ve ruhanî ve cinn ve insin nazarında güzelliklerini, mevcudatın güzel vaziyetleriyle ve hüsn-ü edebleriyle göstermek isterler.
İşte Sünnet-i Seniyedeki âdâb, bu ulvî âdâbın işaretidir ve düsturlarıdır ve numuneleridir.
Lemalar - 54
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder