Evet, mevcudatın hiçbir cihette Vâcibü'l-vücud'a karşı hakları yoktur ve hak dava edemezler; belki hakları, daima şükür ve hamd ile, verdiği vücud mertebelerinin hakkını eda etmektir.
Çünkü verilen bütün vücud mertebeleri vukuattır, birer illet ister.
Fakat verilmeyen mertebeler imkânattır.
İmkânat ise ademdir hem nihayetsizdir.
Ademler ise illet istemezler.
Nihayetsize illet olamaz.
Mesela, madenler diyemezler: "Niçin nebatî olmadık?" Şekva edemezler, belki vücud-u madenîye mazhar oldukları için hakları Fâtır'ına şükrandır.
Nebatat "Niçin hayvan olmadım?" deyip şekva edemez, belki vücud ile beraber hayata mazhar olduğu için hakkı şükrandır.
Hayvan ise "Niçin insan olmadım?" diye şikayet edemez, belki hayat ve vücud ile beraber kıymettar bir ruh cevheri ona verildiği için onun üstündeki hakkı şükrandır.
Ve hâkeza kıyas et.
Ey insan-ı müşteki!
Sen ma'dum kalmadın, vücud nimetini giydin, hayatı tattın, camid kalmadın, hayvan olmadın, İslâmiyet nimetini buldun, dalalette kalmadın, sıhhat ve selâmet nimetini gördün ve hâkeza...
Ey nankör!
Daha sen nerede hak kazanıyorsun ki Cenab-ı Hakk'ın sana verdiği mahz-ı nimet olan vücud mertebelerine mukabil şükretmeyerek, imkânat ve ademiyat nevinde ve senin eline geçmediği ve sen lâyık olmadığın yüksek nimetlerin sana verilmediğinden bâtıl bir hırsla Cenab-ı Hak'tan şekva ediyorsun ve küfran-ı nimet ediyorsun?
Acaba bir adam, minare başına çıkmak gibi âlî derecatlı bir mertebeye çıksın, büyük makam bulsun, her basamakta büyük bir nimet görsün; o nimetleri verene şükretmesin ve desin: "Niçin o minareden daha yükseğine çıkamadım." diye şekva ederek ağlayıp sızlasın.
Ne kadar haksızlık eder ve ne kadar küfran-ı nimete düşer ne kadar büyük divanelik eder, divaneler dahi anlar.
Mektubat[Y] - 312
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder