Bediüzzaman;“Meşakkat, alâmet-i makbûliyettir…” buyurmaktadır.
Eşref Edip Fergan’a 1952 yılında verdiği mülâkatında, “Beni, nefsini kurtarmayı düşünen hodgâm bir adam mı zannediyorlar? Ben, cemiyetin imanını kurtarmak yolunda dünyamı da feda ettim, âhiretimi de… Seksen küsur senelik bütün hayatımda, ‘dünya zevki’ namına bir şey bilmiyorum… Bütün ömrüm, harp meydanlarında, esaret zindanlarında yahut memleket hapishanelerinde, memleket mahkemelerinde geçti… Çekmediğim cefa, görmediğim eza kalmadı… Divan-ı Harplerde, bir cânî gibi muamele gördüm, bir serseri gibi memleket memleket sürgüne yollandım… Memleket zindanlarında, aylarca ihtilattan menedildim. Defalarca zehirlendim... Türlü türlü hakaretlere maruz kaldım. Zaman oldu ki, hayattan bin defa ziyade ‘ölümü’ tercih ettim. Eğer, dinim ‘intihar’dan beni menetmeseydi, belki bugün Said topraklar altında çürümüş gitmişti…” demektedir.
Hakkında sitayişkârâne “Kâinata değişmem!” dediği en mümtaz talebesi bulunan Merhum Zübeyir Gündüzalp Ağabeyimiz de, kendisine, hizmetin şu “zorluklarından” dert yanan, serzenişte ve de şikâyette bulunan birisine verdiği şu anlamlı cevap da gâyet manidardır, “Meşakkat, bizim ‘gıdamız’dır. ‘Rahatlık’ isteyen ‘kabre’ gitsin...”
Alıntı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder