23 Mayıs 2023 Salı

SİYASET İHLASI ZEDELER

 İhlâs, kalbî bir ameldir. Kullukta harika sadâkat ve fevkalâde metânettir. İhlâs, İslâmiyetin bir esâsıdır. Rızâ-i İlâhî cihetinde Kur’ân’ın ders verdiği hükümler ve kudsî hakîkatlere ait harekât ve a’mâldir. Hakîkat-i ihlâs, rızâ-yı İlâhîden başka hiçbir şeye âlet ve tâbi olamaz ve Kur’ân’dan başka hiçbir nokta-i istinâdı yoktur.

“İnsanın çekirdeği olan kalb, ubûdiyet ve ihlâs altında İslâmiyetle iskâ’ edilmekle îmânla intibaha gelirse, nûrânî, misâlî âlem-i emirden gelen emirle öyle bir şecere-i nûrânî olarak yeşillenir ki, onun cismânî âlemine rûh olur. Eğer o kalb çekirdeği böyle bir terbiye görmezse, kuru bir çekirdek kalarak nûra inkılâp edinceye kadar ateşle yanması lâzımdır.”

Hem “Her şeyde bir ihlâs var. Hattâ muhabbetin de ihlâsla bir zerresi, batmanlarla resmî ve ücretli muhabbete tereccuh eder.”Mânevî hizmetlerin gâye-i aslîsi ihlâsa dayanır. Çünkü ihlâs sırrı kulun kalbî niyetlerini Rabbine rapteder ve kul sadece Rabbinin rızâsını esâs alır. Aslî olan dünyevî gâyeler ve siyâsî maksatlar ve neticeler sırr-ı ihlâsa münâfîdir. Çünkü ihlâs, bir fiili yalnız Allah emrettiği için yapmaktır. İhlâs hakîkati öyle bir sırdır ki kâinatta maddî ve mânevî bütün gâyeleri, neticeleri ve maksatları hedef ittihaz etmemeyi gerektirir. Onun içindir ki cemaatî olan mânevî îmân ve Kur’ân hizmetleri arzî ve dünyevî mes’eleler olan siyâset, ticaret, hubb-u câh, benlik, gösteriş ve şöhretperestlik olan lüzûmsuz malâyaniyata âlet edilmemelidir.

Hele hele “Nûr mesleğinde benlik ve gösteriş bir nevî şöhretperestlik, merdûd olduğundan, bu enâniyet zamanında insanlara kendini satmaya çalışmak ve beğendirmek, bir anda Nûr şakirtleri böyle büyük bir imtiyaz gibi bu eserlerle meşhûr mevkilere kendilerini göstermek bir nevi gösteriş olması cihetiyle, kader-i İlâhî, Nûr şakirtlerini tam ihlâsın muhâfazası için şimdilik müsâade etmiyor.”

Ancak siyâset daireleri ve aslî olarak siyâseti meslek ittihâz edenlerde durum farklılık arz eder. Çünkü “güneş gibi îmânlar taşıyan bir kısım Sahâbeler ve onlara benzeyen mücahidînden, Selef-i Salihînden başka, siyâsetçi, ekserce tam müttakî dindar olamaz. Tam ve hakîkî dindar, müttakî olanlar, siyâsetçi olmazlar.”

Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri’nin tesbitleri çok önem arz ediyor. Demek oluyor ki “güneş gibi îmânlar taşıyan bir kısım Sahâbeler ve onlara benzeyen mücahidînden, Selef-i Salihîn” hem dindâr hem de siyâsetçi olabiliyor. Ancak onlardan başkaları “ekserce tam müttakî dindar olamaz.” O halde ekserde hem salâhat hem de mahâretin birlikte bulunması ve birbirini cerh etmemesi mümkün görünmüyor.

Hem “maksâd-ı aslî siyâsetini yapanlarda din, ikinci derecede kalır, tebeî hükmüne geçer. Hakîkî dindar ise, ‘Bütün kâinatın en büyük gâyesi ubûdiyet-i insaniyedir’ diye, siyâsete, aşk-ı merak ile değil, ikinci üçüncü mertebede onu dine ve hakîkate âlet etmeye—eğer mümkünse—çalışabilir. Yoksa, bâki elmasları kırılacak âdi şişelere âlet yapar.”

İşte Üstâd Bediüzzaman Hazretleri de mesleğini ve dâvâsını ucu ecnebilerin elinde ve neticesi meşkûk olan siyâset cereyanlarına kaptırmamak için bâki elmas hakîkatleri kırılacak âdi şişelere âlet yapmamış ve yaptırmamıştır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder